Yeni Üyelik
12.
Bölüm

10. Gece Yarısından Sonra (Part-1)

@gokce_sultann


 

"Umarım kalbinin olduğu yerde bir boşluk vardır. Çünkü ben artık orada yokum ve bir başkasının olmasını kaldıramam..."

 

 

 

Hazen Sonkoç'un gözünden:


 

 

Güneş ışığının yansıttığı tozlar odanın içinde parıltıyla hareket ediyordu. Hemen yanı başımda olması gereken sevgilime doğru baktığımda onu orada görememiştim. Ayağa kalkıp üzerime geceliğimi geçirip merakla merdivenlerden indim. Büyük ihtimalle bugünün anlam ve öneminden kaynaklı işe çoktan koyulmuştur diye düşünüyordum.

 

Nefis bir kahvaltı masasının beni beklediğini biliyordum. Her zamanki gibi... Ama bu sefer her zamankinden farklı olmalıydı.

 

Mutfağa adımımı attığımda beklentimi karşılamayan kahvaltı masasına baktım ama benim için sorun değildi... Önemli olan bugünü doyasıya onunla geçirmekti.

 

Evde ses seda yoktu. Evi dolaşıp onun adını seslendim. "Örsal, hayatım? Neredesin?"

 

Üst kata çıkıp Örsal'a bir kez daha seslendiğimde evde olmadığını anlayıp hemen yatak odama koştum. Telefonumu elime alır almaz son aramalardan onu aradım. Bir süre beklesem de telefonu açmadığı için geri aşağıya inip mutfağa girdim. Hemen arkamdan gelen hizmetli gülümseyerek yanıma geldi. "Günaydın, Hazen Hanım."

 

"Günaydın," dedim lafı ağzımda geveleyerek. "Örsal nerede?"

 

"Sabah erkenden çıktı efendim."

 

"Nereye gittiğini biliyor musun?" Bakışlarımla onu süzdüm. Tabi ki de nerede olduğunu biliyordu. Ne kadar hizmetinde iyi olsa da kulağı bu evin her yerindeydi ve duymaması gereken şeyleri işitiyordu.

 

"Bilmiyorum, efendim."

 

Sorgulayıcı bakışlarımı ondan çekmeden hemen öncesinde, "Çay ister misiniz?" diye sordu.

 

"Evet," dediğimde önümde duran bardağa çayı doldurdu.

 

"Başka bir isteğiniz var mı?"

 

"Hayır." Zilin çalmasıyla kapıyı açmaya gitti. Uzun süre ses gelmeyince Örsal'ın geldiğini düşünerek ayaklandım. Güler yüzlüydüm ama içimde hayal kırıklığı vardı. Bugün uyandığımız andan beri yanımda olmalıydı ama gözümü açtığımda onu görememiştim...

 

Ayak seslerini duyduğumda, "Sevgilim," diyerek mutfak kapısından koridora doğru kafamı uzattım.

 

"Ben geldim. Dünyanın en güzel ablası!" Kollarını açmış bana doğru koşuyordu.

 

"O topuk sesinden sen olduğunu anlamalıydım Neva Hanım..."

 

Suratını düşürüp kaşlarını çattı. "Ne o beni gördüğüne sevinmedin mi?"

 

"Hayır, sevindim ama..."

 

"Ama ne?" Kaşlarını havaya kaldırmış sorgulayan bakışlarını ona cevap vermem için inatla üzerimde tutuyordu.

 

"Şöyle yapma," dedim gülerek. "İyice birbirimize benziyoruz."

 

"Ben bir şey yapmıyorum ki," dedi kahkaha atarak. "Eniştem nerede?" Suratını ekşitip etrafa bakındı. Hizmetlinin içeriye girmesiyle kaş göz yaptığımda hemen konuyu değiştirmeye çalışıp güldü. "Neyse ne umurumda mı sanki!"

 

"Değil tabi ki," diyip hayıflandım.

 

"Bak sana ne getirdim," dediğinde onun gösterdiği yere baktım. "Ayşe teşekkür ederim. Ben alayım onları."

 

Hizmetli elindeki özenle paketlenmiş kutuyu Neva'ya verip mutfaktan çıktığında mahçup şekilde Neva'nın elindeki kutuya baktım.

 

"Hediye aldım sana."

 

Şaşırmış gibi yaptım. "Ay niye ki? Bugünün ne özelliği var anlayamadım." Kahkaha atarken kollarımı onu sarmak için açtım. O da kollarıyla tüm bedenimi kavradığında, "İyi ki varsın. İyi ki doğdun ablacığım," dedi ve kafasını geriye çekip yüzüme baktı.

 

Gözyaşlarıma engel olamamıştım. Gizlemeye çalışsam da hemen fark etmişti. "Ağlamamdan nefret ettiğini biliyorum."

 

"Bugün senin en özel günün Hazen. Duygulanabilirsin elbette." Eğilip yavaşça hediyeyi yere koydu.

 

Tekrardan belini doğrulttuğunda ellerimle onun dirseklerini tuttum. "Teşekkür ederim."

 

"Daha hediyeyi açmadın bile."

 

"Hayır, hediye için değil. Doğum günümü kutladığın için." Ellerimi Neva'nın üzerinden çekip sofraya oturdum. "Umarım kahvaltı etmemişsindir."

 

"Anlamadım," derken tüm ciddiyetiyle sandalyeye oturdu. Koyu kumral saçlarını omuzlarının arkasına sırtına doğru attı. Dirseğini sandalyenin başına koyup bana baktı. "Bir sorun mu var Hazen?"

 

"Hayır," dedim gülümsemeye çalışarak. "Sadece Örsala ulaşamadım. Sabah uyandığımda da yanımda yoktu."

 

"İlginç," diyip düşünmeye başladı. "Belki de sürpriz bir şeyler yapacaktır. Plan program işleri çoktur bugün, bilemezsin yani..." Tebessüm ederek bana yaklaşıp yanağıma öpücük kondurdu. "Açıkçası kocanın ne yapacağı belli olmaz ama yine de bir şeyler düşünmüştür... Yani o kadar hödük olamaz değil mi? En kötü ihtimalle dizlerinin üzerine çöküp sana şiir falan okur." Kahkahası tüm evde yankılandı.

 

"Ha ha ha... Çok güldüm cidden." Gözlerimi devirdim. "Hadi biraz bir şeyler ye."

 

Tabağına birkaç parça şey koyarken, "Bugün bir plan yaptığından haberin yok yani?" diye sordu.

 

"Hayır, henüz öyle bir şey demedi... Ama sürpriz yapar. Hep yaptı."

 

"Evet, şiirler falan," diyip gülerken ağzındaki böreğin düşmemesi için eliyle tuttu.

 

"Bu şaka hiç eskimeyecek değil mi küçük hanım?" Kızmış gibi yapsam da hemen sonrasında suratımı düzelttim.

 

"Evet ama keşke bir şaka olsaydı tüm bunlar!"

 

"Neva," diye uyardığımda kahkahasını hemen kesip elini havada salladı.

 

"Tamam, tamam. Bu sondu. Gerçekten de..."

 

Tabağımdakileri yemeye koyulduğumda ayağa kalkıp kendine çay doldurdu. Ağzımı açacaktım ki, "Sorun değil. Her işi hizmetlilere yaptırmak zorunda değiliz... Üstelik ben senin gibi değilim. Sen çay doldurmayı geç kendine bir kahve bile yapamazsın."

 

"Yapamazsın değil," dedim kendimi savunarak. "Ben yapmayı tercih etmiyorum."

 

"Aman ne hoş," diyip göz devirdi.

 

"Tamam oyalanma da kahvaltını yap," diye onu uyardığımda sandalyesine oturup önündeki tabağa gömüldü.

 

Bir yandan kahvaltı edip diğer yandan da havadan sudan sohbetler ederek tabaklarımızdaki kahvaltılıkları neredeyse bitmişti ki Neva daha fazla yiyemeyeceğini söyleyip ayağa kalktı. "Gitmem lazım Hazen. Bugün çok büyük bir toplantım var."

 

"Sadece bu kadar mı kalacaksın? Bugün benim doğum günüm!"

 

"Akşama haberleşiriz. Eğer müsait olursanız size eşlik ederim."

 

"Bunu söylediğine göre akşama büyük bir parti yok."

 

"Kıyağım olsun. Normalde bunu yapmam," diyip güldü. "Bugün benim bildiğim bir sürpriz doğum günü partisi falan hiç söz konusu bile olmadı... Bence evliliğiniz boyunca ilk doğum gününü kutlayışı olacağı için baş başa olmayı tercih etti."

 

"Bende öyle düşünmeye başladım," diyip fikrini onayladım. "Geçen ay onun doğum gününü de yalnız başımıza geçirmiştik."

 

"Doğum günü geçen ay mıydı? İkizler burcu gibi davranmasına şaşmamalıymışım..."

 

"Kutladın sanıyordum."

 

"Unutmuş olmalıyım," dediğinde ona inanmadığımı belli eden bir bakış attım. Umursamadan konuyu değiştirdi. "O zaman hediyeyi aç. Bende yavaştan toplantıya gideyim."

 

Bana uzattığı hediye paketini büyük bir heyecanla elime aldım. Nazikçe paketi açmaya çalışırken Neva sabırsızlıkla beni bekliyordu. "Yırtabilirsin. Benim için hiç sıkıntı yok. Aksi takdir de tüm gün seni bekleyeceğiz."

 

Gülümsemesine karşılık verdim. "Ben böyle seviyorum."

 

Hediye paketini açtığımda hemen ne olduğunu anlamıştım. "Sana inanamıyorum! Ben bu çanta için sırada bekliyordum. Nasıl herkesten önce aldın bunu?"

 

Göz kırptı. "O da benim sırrım."

 

"Ya inanamıyorum!" Ayağa kalkıp zıplamaya başladığımda gülerek bana bakıyordu. "Bu çanta için ömrümü bile verebilirdim!"

 

"O kadar da değildir canım," diyip ayağa kalktı. "Yani baya sevdin sanırım?"

 

"Deli misin? Bayıldım." Önce çantaya bakıp göz gezdirdim ardından ona baktım. "Teşekkür ederim Neva."

 

"İyi günlerinde kullan ablacığım... Ben şimdi gitsem ayıp olur mu?" Mahçup olmuş, gitmek için onayımı bekliyordu.

 

"Evet," diyip çantayı sandalyenin üzerine bıraktım. Koluna girip kapıya kadar ona eşlik ederken, "Bu arada bana abla dediğin zamanlar daha şirin gözüküyorsun. Bence bunu hep yapmalısın," diyip suratına baktım.

 

"Neyse ki şirin görünme gibi bir derdim yok." Beni süzdü. Halimi görünce de gülmeye başladı.

 

"Öyle olsun."

 

Hizmetli gelip çantasını uzattığında çantasını almadan hemen önce sıkıca sarıldı. "Ablaların en güzeli, iyi ki doğdun."

 

Çantasını alıp kapıdan çıkarken elimle öpücük gönderdim. "Denize çok ama çok sevgilerimi ilet." İmalı şekilde göz kırptım.

 

"O benim sevgilim değil, hiçbir zamanda olmayacak... Görüşürüz."

 

Onu sinir etmek için, "Abla iç güdüsü. Bence güvenmelisin," diyip son bir kez daha göz kırpıp kapıyı ardından kapattım.

 

Mutfağa gidene kadar sırıtmaktan yanaklarım ağrımıştı. Kendi kendime sandalyenin üzerindeki çantaya bakıp şarkı mırıldanmaya başladım. Hizmetli hafif gülümseyerek bana bakınca kendimi düzeltip, "Kahvaltıyı kaldırabilirsin. Odama çıkıyorum," dedim ve koridora kadar yürüdüm.

 

Hizmetlinin arkamdan seslenişini duyup omuzlarımın üzerinden mutfağa doğru baktım. "Hazen Hanım bitki çayı ister misiniz?"

 

"Olur... Ya da dur bana sütlü kahve getir," diyip merdivenlere doğru yürüdüm. Çantaya bakarken kendi kendime fısıldadım. "Sütlü kahve vakti çünkü bu dünya güzeli bebeğimi günlüğüme yazmalıyım." Eğer yazmazsam çıldırırım...

 

Günlüğüme son cümlemi de yazıp hızlıca defteri kapattım. Hiçbir zaman yazdıklarıma göz gezdirmezdim. Düşüncelerimi kağıda döker ve tüm hepsini o defterin içine hapsederdim.

 

Ne kadar süredir yazdığımı bilmiyordum ama bir çanta için sayfalar dolusu yazmama gerek var mıydı orasından pek emin değildim... Bu beni her defasında güldürüyor ama günlüğüme yazmak benim için bir bağımlılık. Doğum günü hediyesi, özel günler, özel anlar hatta aldığım yeni bir çiçek hakkında bile yazmak beni rahatlatıyordu. Bence bunun en büyük sebebi çevremin duygularımı aşırı uçlarda yaşadığımı düşünmesiydi. En küçük şey de bile deli gibi heyecanlanabilir, mutlu olabilirim ya da kötü bir şey yaşadığımda öfkelenip kızabilir, çabucak kırılabilir, ağlayabilirim... Ve bu duygularımı dışarıya yansıtma durumum bazen insanların benim hakkımda aşırı tepki veren biri olduğumu düşündürtebiliyor... Günlüğüme yazmak içimde saklamak zorunda olduğum aşırı tepkiyi bir şekilde dışarı atmamı sağlıyordu.

 

Kapının açılmasıyla kafamı kaldırdım. Örsal içeri girer girmez boynundaki kravatı gevşetti. "Banyoya girmem lazım."

 

"Tamam, hayatım. Geldiğini duymamıştım..." Uzandığım yerden ayaklanıp ona doğru yürüdüm. "Gelmemi ister misin?" Dudağına doğru yaklaşıp onu öpecekken kafasını çevirdi. Ne olduğunu anlamak için gözlerinin içine baktım.

 

Dudaklarını alnıma yaklaştırıp bir öpücük kondurdu. "Sabahın körüne Londradan gelen müşterilerle toplantı koymuşlar. Toplantı iyi geçmedi."

 

Masmavi gözlerinin içine bakıp tebessüm ettim. "Sen halledersin, hayatım."

 

"Biliyorum."

 

Banyonun kapısı yüzüme kapandığını geriye doğru adımlar atıp yatağın ucuna doğru oturdum. Hayır, ağlamamalıyım. Ağlamamalıyım... Bugün benim doğum günüm. Gülümsedim. Kalbim çok kırıktı ama yine de yüzümde o gülümseme vardı. Kendi kendime fısıldadım. "Daha gün bitmedi. Benim hala doğum günüm. Hala kutlayacak zamanımız var."

 

Kapı açıldı. Dudaklarımı birbirine bastırdım. "Gelmemi mi istiyorsun?"

 

"Sana bir şey söylemem lazım."

 

"Ne oldu?"

 

"Bu akşam çok büyük bir davet var. Oraya gidiyoruz."

 

"Öyle mi?" Havada zıplamamak için direndim. Kimin daveti olduğunu soracaktım ki çenemi kapalı tutmaya karar verdim.

 

Kendi doğum günü sürprizini mi mahvetmek istiyorsun? Ciddi misin?

 

Otuz iki diş gülümsedim. "Hemen hazırlanıyorum."

 

Örsal banyonun kapısını kapattığında aşağıya doğru koşup hizmetliyi aradım. "Aysel! Ayça! Ya of... Her defasında adını unutuyorum."

 

"Beni mi arıyordunuz efendim?"

 

"Acilen benim makyözümü ara. Saçım ve makyajımın yapılması lazım. Söyle çabuk gelsinler."

 

"Tamam, efendim."

 

Hizmetli koşarak yanımdan ayrıldığında odama gitmek için merdivenlerin yolunu tuttum. Yukarı doğru adımlarımı atarken kafamı kaldırıp bana doğru gelen adama baktım. "Bu acele ne için?" Neredeyse mutluluktan kahkaha atacaktım.

 

"Arabada bir şey unuttum."

 

Garipseyen suratımı ondan gizleyerek merdivenleri çıkmaya devam ettim. "Tamam, bende duşa gireceğim."

 

Yatak odama girdiğimde arkamdan hizmetli girdi. "Hazen Hanım, bir saat içinde burada olacaklar."

 

"Tamamdır, herhalde akşama kadar hazırlanabilirim."

 

"Eminim ki. Çok güzel olacaksınız. Bu arada doğum gününüz kutlu olsun."

 

"Teşekkürler..." Gözüm yerde ki takım elbiseye takıldı. "Giderken kirli takımı al."

 

"Peki efendim." Kadın, takım elbiseyi eline alıp eğildiği yerden doğrulamayıp dengesini kaybetti.

 

"Dikkat et," derken ikimizde yere düşen kutuya baktık.

 

"Özür dilerim efendim. Cebinde bir şey olduğunu bilmiyordum."

 

"Sorun değil," dedim gözümü kutudan ayırmayarak. "Onu bana getir."

 

Hizmetli kadın lafımı ikiletmeden yerden kalkıp kutuyu uzattı. Arkasına dönüp gidecekken, "Başka bir isteğiniz var mı?" diye sordu.

 

"Biraz bekle," diyip kutuyu açtım. Kutuyu açar açmaz küçük ışığın kolyeye yansımasıyla ağzımı araladım. "İnanamıyorum... Şu an cidden inanamıyorum!" Parıldayan elmas kolyeye son bir kez daha bakıp hızlıca kapattım. "Şu an çıldıracağım!" Olduğum yerde zıplayıp sevinç nidaları atarken kutuyu bir kez daha açıp sonra tekrardan kapattım. "Unutmadığını biliyordum!" Kafamı kutudan kaldırdım. Bana hafif tebessümle bakan hizmetliyi görünce, "Adın neydi senin?" diye sordum.

 

Kadın şaşkınlığını gizleyememişti. "Adım mı? Adım Ayşe."

 

"Ayşe," dedim bu ismi zihnime kazımaya çalışarak. Kutuyu ona uzatırken, "Bu aramızda sır," dedim ve kutuyu almasını bekledim.

 

Kutuyu eline aldığından ne yapacağını bilmez halde bana baktı.

 

"Yani diyorum ki ben bu hediyeyi hiç görmedim. Sende görmedin... Kutuyu yerine koy. Kirliler orada kalsın. Daha sonra almaya gelirsin."

 

Hizmetli kadın ne olduğunu anlayınca hemen kafasını sallayıp kutuyu yerine koydu ve kirlileri almadan dışarıya çıktı.

 

Kendimi yatağa atıp tavanı izledim. Unutmadığını, unutmayacağını biliyordum!

 

Örsal'ın iç çekişini duyduğumda kafamı kaldırdım. "Geldin mi?"

 

"Kutu," deyip bana baktı. Suratı beş karıştı.

 

Aptal kutuyu düzgün yerleştirememiş!

 

Endişeye kapılıp ayaklandım. İnkar et. Sadece inkar et. "Ne oldu? Bir sorun mu var?"

 

Biliyordum, biliyordum... Eğer hediyeyi gördüğümü öğrenirse büyük hayal kırıklığına uğrayacağını biliyordum.

 

"Sana o ahşap kutuyu bu odada bulundurmamanı söylemiştim. Çok basit. Odanın havasını bozuyor!"

 

Derin bir iç çektim. "Ya o mu?" Ahşap kutuya bakıp inceledim. Ama onu Nevayla ben yapmıştım... "Zaten bodrumdaydı. Yeni getirdim."

 

Yalan söylemiştim ama mecburdum. O kutuyu öyle ortalıkta bırakmamam gerektiğini biliyordum. Evlilikte yalan olmaması gerektiğini de biliyordum ama ona evdeki gizli bölmelerden bahsedemezdim...

 

"Kaldırırsın diye umut ediyorum."

 

"Evet," dediğimde onu inceledim. "Arabadan ne aldın? Eli boş geldin."

 

Kaşlarını çatıp mavi gözlerini bana dikti. Yüzü yumuşadığında yanıma gelip yanağıma öpücük kondurdu. "Bulamadım sevgilim. Önemli bir şey değildi zaten."

 

"Anladım," dedim şüpheye düşerek.

 

"Sen hala hazırlanmadın mı?"

 

"Saç ve makyajımı yapmaya gelirler birazdan. Elbise de... Ay! Elbiseyi unuttum." Telefonumu bulmak için etrafa göz gezdirdim.

 

"Her zamanki gibi unutkanlığın üzerinde."

 

Onu duymamaya çalıştım. Telefonumu elime alıp rehberime girdim. Numarayı çevirecektim ki Örsal'ın yerdeki takım elbiseye baktığını görüp kahkaha attım.

 

"Neye gülüyorsun?" Bakışlarını takım elbiseden çekip bana döndü.

 

Gözümü telefon ekranına çevirdim. "Hiç." Numarayı arayıp kulağıma götürdüm. Ardından sürpriz hediyemi rahatça saklaması için odadan çıktım. "Nevbahar Hanım, nasılsınız? Bir şey isteyecektim... Evet, evet... En son istediğim elbise... Ama bugün gelmeli, hatta bir saate gelmeli... Akşam davet var..." Kıkırdadım. "Tamam, bir saate bekliyorum o zaman... İyi günler, kolay gelsin."

 

Telefonu kapatıp odaya tekrardan girdiğimde yerdeki takım elbiseye baktım ama göremedim. Neler gizlediğini biliyorum beyefendi. Benden hiçbir şey kaçmaz...

 

"Neden sırıtıyorsun?"

 

"Ben mi?" Şaşkınlıkla mavi gözlerine baktım. "Sırıtmıyorum."

 

"Hayır, sırıtıyordun... Benim sevgilimin aklından neler geçiyor bakalım?" Bana doğru yaklaşıp elini belime doladı. Bedenimi kendine çekip dudağımı öptü. "Bu akşam için her şey hazır mı bakalım?"

 

"Hemen hemen," diyip kıkırdadım. "Elbisem geliyor, birazdan saç makyaj için hazırlıklara da başlarım."

 

"Bence," dedi beni kendine daha da çekerken. "Çok..." Dudağımdan öpüp gülümsemek için geri çekildi. "Güzel..." Bir kez daha. "Olacaksın." Ve son bir kez daha...

 

Elini belimden çekip yatağa oturdu. Sırıtarak bana bakıyordu. Mavi gözleriyle bedenimi tepeden tırnağa süzdü. Ne istediğini biliyorum...

 

"Bence ben senin ne istediğini biliyorum."

 

"Ne istiyormuşum bakalım?" diye sorup kafasını geriye atıp güldü.

 

"Gülüşünü seviyorum... Mavi gözlerini seviyorum... En çok da..." Yatağa çıkıp dizlerimin üzerinde ona doğru yürüdüm. Bacaklarımı ayırıp kucağına oturduğumda elini kalçamda gezdirdi.

 

"En çok," dedi soru sorarcasına.

 

"En çok da bedenimin üzerinde dolaşırken seviyorum o mavi gözleri." Dudaklarımı onunkisiyle buluşturdum. "Ve bir de dudaklarını..."

 

"Ne olmuş dudaklarıma?"

 

"Seviyorum işte." Heyecanla yerimde kıpırdandım.

 

"Neyini ama?" diye gülümserken iki eliyle belimden tutup beni yatağa yatırdı. Üzerime eğilip dişlerini boynuma geçirip ardından yumuşak şekilde öpmeye başladığında, "İşte bundan bahsediyordum!" diyip gözlerimi kapattım.

.

.

.

26.08.2024 17:14

Loading...
0%