@gokce_sultann
|
"Öfkeme tutunmazsam acımı görmek zorunda kalırdım ve ben o perdeyi aralamak istemiyordum.”
Bir kabustan uyanırcasına yattığım yerden sıçradım. Salonun tavana kadar uzun perdeleri, sonuna kadar açık pencereden gelen soğuk esintiyle ayaklarıma çarpıyordu. Bir süreliğine odanın ortasında havalanan perdelerin ahenkle dans edişini izledim. Yattığım yerden doğrulup en sonunda ayağa kalktım. Sağanak yağmur benim uyuduğum süreçte içeriye girip pencerenin dibinde bir göl oluşturmuştu. Pencereyi ne zaman açtığımı hatırlamıyordum bile. Uçuşan perdelerin arasından geçerek pencereyi kapattım. Ardından da ıslanan çoraplarımı çıkartıp parkeleri kurutmak için havlu almaya üst kata doğru yol aldım. Mutfağın ışığı açıktı. Eve geldiğimde hava daha kararmamıştı bile. Kendi kendime fısıldadım. Işıkları neden açmıştım ki? Günüm pek iyi geçmemişti. Mutfağın ışığını kapatıp üst kata çıkarken aklımda sadece bugün yaşadıklarım vardı. Dün akşam yazlık eve gitmek uğruna yaptığımız aptallık her aklıma geldiğinde bir süreliğine aklımı başka şeylere odaklamaya zorlamıştım ama işe gittikten sonra buna gerek kalmamıştı. Merdivenlerden çıkarken öksürmek için durdum. Sabah hasta olmama rağmen işe gitmiştim. Denizle aramı düzeltebilmek adına. Pas vermedi… Yüzüme bir kere bile bakmadı. O yüzden bende eve geldiğimde de birkaç kadeh bir şeyler içip uyumayı tercih ettim. Ayrıca pencereyi ve evin tüm ışıklarını açık unutarak... Çamaşır odasından aldığım birkaç havluyla birlikte aşağıya inerken cam kırılma sesiyle irkildim. Merdivenlerin ortasında durup yukarıya doğru baktım. Evde biri mi var? Hayır… Sadece açık unuttuğum başka bir pencere daha. Sesin yatak odamdan geldiğini varsayarak tekrardan yukarı doğru çıktım. Öksürük krizimle ara sıra soluklanmaya çalışırken kapının gıcırdayışını duyup nefesimi tuttum. Orada biri mi vardı? Yavaş adımlarla koridorda ilerlerken yatak odamın ışığını açık gördüm. Daha önce o ışığın açık olmadığını biliyordum çünkü daha yeni havlu almak için önünden geçmiştim. Artık emindim. Şu an bu evde yalnız değildim… Koridorda ailemden bana yadigar kalan mavi tonların ağır bastığı, karmaşık desenli büyük vazoyu elime alıp havluları yere fırlattım. Tüm cesaretimi toplayıp iki adım daha öne çıktım. “Kim var orada!” Çıt çıkmamıştı. “Şu an bu evde yalnız değilim. Bunu biliyorum! Kimsen çık ortaya. Sana zarar vermeyeceğim!” Çıt çıkmamıştı. Belki de yanılmıştım. Kapı gıcırtısı bir kez daha kulaklarımı doldurduğunda ağız dolusu küfür ettim. “Siktiğimin pencereleri!” Adımları hızlandırıp yatak odama doğru yürürken bir adım sesi daha duydum. Duraksadım. Emindim, yanılmış olamazdım... Elimdeki vazodan güç almaya çalışarak temkinli adımlarla yatak odasına ilerleyip kapının hemen yanına saklanıp elimdeki vazoyu havaya kaldırdım. “Hazen sen mi geldin?” Alacağım olası cevaptan umutlanarak tekrardan aynı soruyu sordum. “Hazen sen misin?” Hiçbir cevap alamamıştım ama o odada, benim yatak odamda biri olduğuna adım kadar emindim. Yatak odasının ışığı söndüğünde korkuyla bir adım geriledim. Havada tuttuğum vazoyu yüzüme siper edip tehditkar birkaç söz savuracaktım ki vazoya yansıyan ışıkla kafamı yana eğip önümdeki manzarayı çözmeye çalıştım. “Seni korkutmak istememiştim.” Hayal kırıklığıyla elimdeki vazoyu serbest bıraktım. Kenan Emir yere düşüp ayağımın dibinde parçalan vazoyu izledi. Ben ise onu. “Özür dilerim Neva.” Tekrardan yüzüme baktı. Ayağımı kesmemeye dikkat ederek birkaç adım atıp aramızdaki mesafeyi azalttım. Aramızdaki mesafeyi kapatmamıza engel olan tek şey bir doğum günü pastasıydı. Bir eliyle pastayı tutarken diğer elini pasta tabanından çekip elimi tuttu. “Bu tarafa gel. Bir yerini kesmeden önce seni buradan uzaklaştıralım.” Hiçbir şey demeden onun yönlendirmesiyle parçalara ayrılmış vazodan uzaklaştım. Hala mumları yanan pastaya göz ucuyla baktığımı görüp gülümsedi. “Bu mu? Bu pasta… Öylesine.” “Öylesine?” Kahkaha atıp yatak odamın ışığını açmadan beni içeriye davet etti. Tepki vermedim. İçimdeki sinirin geçmemesi için buna mecburdum. Öfkeme tutunmazsam acımı görmek zorunda kalırdım ve ben o perdeyi aralamak istemiyordum. “Hadi,” diyerek ısrar etti. Karanlık odaya doğru adımımı attım. “Şu an biz ne yapıyoruz Kenan Emir?” Sonunda doğru soruyu sorabilmiştim. Mum ışığıyla aydınlanmış suratına baktım. Yüzüne gölge düşen taraflarını, aydınlık tarafını inceledim. “Bu konuya bir açıklık getirelim.” Kısa süreliğine suratını astı ama kendini hemen toparlayıp yüzüne bir gülümseme yerleştirdi. “Bana kızgın olduğunu biliyorum. Her şeyi açıklamak istiyorum ama bundan önce söylemek istediğim başka bir şey var.” “Ne söylemek istiyorsun?” “Seni düşündüğünün aksine her şeyden ve herkesten daha çok önemsiyorum. Bunu sana nasıl anlatabilirim bilmiyorum… Sadece değer verdiğim birisin.” Gülümsedim. “Sadece değer verdiğin biri miyim?” İç çekti. “İyi ki doğdun Neva.” “Teşekkür ederim,” dedim sanki evime gizlice girip beni korkutmamış gibi. “Aşağıya inelim Kenan Emir.” Sesim ilk cümlemdeki gibi yumuşak çıkmamıştı. “Önce mumları söndürelim.” “Tamam,” dedim sabırsızca. “Hadi söndür.” “Neva, bu senin doğum günü pastan.” Şaşırmış gibi yaparak, “Ciddi misin?” diye sordum. Beni süzüp gülümsemesini gizlemek için dudaklarını birbirine bastırdı. “Dilek tutmayı unutma sakın.” “Bugün benim doğum günüm değil. Gece yarısını geçmedi daha.” “Olsun, sen gece yarısından önce üfle… İlk kutlayanın ben olmasını istedim.” “Hile yapıyorsun ama!” Kahkaha atıp pastaya yaklaştım. Suratımdaki gülümsemeyi silmek istedim ama elinde doğum günü pastasıyla bekleyen bu adama karşı yelkenleri kısa süreliğine indirebileceğimi düşünüyordum. Çünkü belki de kısa süreliğine bile olsa her şeyi unutup mutlu olmayı hak ediyordum. Nefesimi içime çektiğimde Kenan Emir pastayı havaya kaldırdı. “Dilek dilemelisin.” Gözlerimi devirdim. “Tamam dileyeceğim.” Önümdeki pastaya, yanan mumlara baktım. Ardından gözlerimi kapattım. Lütfen kız kardeşimi bana geri verin. Mumları üfledim. Karanlık odada yüzümü aydınlatan mumların sönmesiyle gözlerimdeki yaşların akması bir olmuştu. Burnumu çekip gözlerimi sildim. Kenan Emir beni koridora doğru çekip ışıktan yararlanmaya çalışarak yüzüme baktı. Fark etmişti ama ses etmemişti. “Aşağıya inip pastayı keselim. Hem sana anlatmak istediğim şeyler var.” İtiraz etmedim. Ne söyleyeceğini merak ediyordum. Ona güvenmemem gerektiğini biliyordum ama yine de ne söylerse söylesin onu dinleyecektim. Böylece söylenenlerin ardında asıl saklananı bulacaktım. Aşağıya doğru inerken benimle olduğunu bilsem de hala üzerimde bir tedirginlik yaşıyordum. “Seni çok mu korkuttum?” “Biraz öyle oldu.” Salona girdiğimizde yerdeki su birikintisini görüp ne için yukarı çıktığımı hatırladım. “Havlu almam gerekiyor. Bende akıl bırakmadın ki…” “Bekle beni ben getiririm.” Elindeki pastayı masaya bırakıp salondan çıktı. Koridorda hızlı adımlarla ilerlerken onu arkasından izledim. Salonda yalnız kaldığımda koltuğa oturup masanın üzerindeki pastayı inceledim. Hazen neredesin? Benimle olmalıydın… Titreyen çenemi iki parmağımın arasına sıkıştırıp kendimi toparlamaya çalıştım. Salona elindeki havlularla giren Kenan Emir’i görünce ayağa kalkacaktım ki, “Bekle. Bunun benim hatam olduğunu söylemem gerekiyor,” diye itirafta bulundu. Yüzündeki gülümsemeyle etrafı silerken bir yandan da göz ucuyla bana bakıyordu. “Pencere kapalıydı. İçeriye nasıl girdin?” Soruma karşılık yüzündeki gülümseme daha da belirdi. “Bunu sana söyleyemem. Eğer söylersem,” dedi ve ayağa kalkıp bana yaklaştı. Yanıma oturduğunda olabildiğince yakınıma yanaştığını gözümden kaçırmamıştım. “Sana gelen tüm yollarımı kapatırsın diye endişeleniyorum.” “Yani git demenin ne demek olduğunu bilmediğini sonunda itiraf ediyorsun.” “Git dedin ama asla gelme demedin.” Kenan Emir yüzümü inceledi. Önüme düşen bir tutam saçı geriye atıp alnıma bir öpücük kondururken irkildim. “Korkma, istemediğin sürece seni istediğim şekilde öpmeyeceğim.” Gözlerim fal taşı gibi açılmış, dudaklarım şaşkınlıkla aralanmıştı. Bunun üzerine ne diyeceğimi bilemedim. Huzursuzca hareketlenip sırtımı koltuğa dayadım. “Anladım, kaçacak yer arıyorsun.” “Hayır,” diye itiraz ettim. “Sen tutarsız davranıyorsun. Benden sakladığın onca şeyden sonra bana böyle yaklaşıp kafamı karıştırıyorsun.” “Senden sakladığım onca şey,” diyip tek kaşını kaşıdı. “Nelermiş bakalım bunlar?” Sonunda itiraf etmem gerektiğini biliyordum. Onun daha fazla beni aptal yerine koymasına izin verecek değildim. “Sana şans tanıdım. Her defasında gözümün içine baka baka yalan söyledin.” Ayağa kalkıp salonun ortasında dolanıp durdum. Huzursuzluğumdan kaynaklı gerginlik yüzüne yansımıştı. Tekrardan koltuğa oturdum ama bu sefer onun karşısına geçtim. “Kiminle iş birliği içerisinde olduğunu biliyorum. En başından beri beni kullandığını biliyorum.” Sabırla beni dinliyordu. Başını ellerinin arasına alıp saçlarını arasından geçirdi. Kafasını geri kaldırıp bana baktı. “Kiminle?” “Kiminle olduğunu sen benden daha iyi biliyorsun Kenan Emir.” “Söyle,” dedi sert bir tonda. “Senden duymak istiyorum.” “Melahat Sonkoç,” dedim sonunda itiraf ederek. Yüzündeki ifadeye baktığımda onun aksine ben utanç duyuyordum. Sanki hata yapan benmişim gibi hissediyordum. Asla sesli bir şekilde dillendirilmemesi gereken bir şeyi dudaklarımın arasından kaçırmışım gibi pişmanlıkla doluydum. “Sana bunu anlatacaktım.” “Ne zaman?” Sesim istemsizce yüksek çıkmıştı. “İnkar etmemen daha da sinir bozucu.” “Neva, anlatacaktım. Sana anlatacaklarım var demiştim.” “Ne zamandan beri?” “Ne zamandan beri olduğunu sende çok iyi biliyorsun. Beni kandırma.” “Bilip bilmememin bir önemi yok. Ben bir kere ağzından dürüstçe bir şeyler duymak istiyorum sadece!” Hışımla ayağa kalkıp ona sırtımı döndüm. Omzumdan tutup beni kendine çevirdi. “Tamam,” dedi yumuşak tonla. “Hatalı olduğum bir konu. Gafil avlandım. Şimdi ise bunu sana nasıl açıklayacağımı bilmiyorum.” “Ne demek bilmiyorum? Hani zaten anlatacaktın! Buraya gelirken ne anlatıp neler saklaman gerektiğini kafanda çoktan hesaplamış olman gerekmiyor mu?” “Senden bir şey saklamayacaktım,” dedi ve beni zarif bir şekilde koltuğa yönlendirmeye çalıştı. “Bırak! Oturmak istediğim zaman oturacağım Kenan Emir.” “Sadece sakinleşip beni dinlemeni istiyorum.” “Sakinim zaten!” “Peki,” diyip iki elini havaya kaldırdı. “Öyle diyorsan öyledir.” Kenan Emir koltuğa oturup sırtını yaslayıp bakışlarını pencereye çevirdi. “Evin güvenlikli değil.” Cevap vermek yerine gözlerimi devirip karşısına oturdum. “Sayende anladım.” “Sakinleştin mi?” “Ya sakinim diyorum ya sana! Sen sordukça sinir olmamama rağmen sinir oluyorum.” Derin bir nefes aldım. Kendimi gerçekten de sakinleştirebilmek adına bakışlarımı başka bir yöne çevirdim. Bir an önce gerçeği öğrenmek istiyordum. Neden bana yalan söylemişti? Neden bunu gizlemişti? Bir türlü aklım almıyordu. Benim tarafımdaysa neden bunları benden gizlemek istesin ki... Ama asıl kafama takılan bir şey vardı. Neden şimdi açıklama ihtiyacı hissetmişti? Asıl öğrenmem gereken şey buydu. “Melahat Hanım, Örsal kaybolduğu andan itibariyle bana bir anlaşmayla geldi. Bende kabul ettim.” “Neden?” “Çünkü ben bu tür işlerden para kazanıyorum.” Haklıydı… “Ama ya sonra?” Tek kaşımı kaldırıp bakışlarımla onu süzdüm. “Sonra,” diyip bir süre duraksadı. “Sonrası yok Neva. Öncesi var.” “Ne demek öncesi var?” Şaşkınlıkla dudaklarımı aralayıp ardından birbirine bastırdım. “Sabrımı sınıyorsun. O zaman her şeyi en baştan anlat.” “Önce pasta yiyelim,” Ayağa kalkıp pastayı aldı. Salondan çıkarken onu takip etmediğimi kontrol etti. “Pasta yemek istemiyorum,” diyerek karşı çıktım. Kollarımı birbirine bağlayıp koltukta bağdaş kurdum. Arkasına dönüp salondan çıkarken, “Burada daha önemli bir konumuz yok mu sence!” diye bağırdım. Kenan Emir gittikten birkaç dakika sonra içeriye iki tabakla girdi. “Geldiğimde beni bu şekilde asık suratla bekleyeceğini biliyordum.” “Bunun benimle alakası yok,” diyerek kendimi savundum. “Belli ki sen yaptığın şeyin zaten farkındasın.” “Ne yapmışım bakalım?” Oflayıp ellerimi birbirine çarptım. “Sıkıldım. Cidden bunaldım. Burada ablam kayıp, en güvendiğim insan arkamdan iş çeviriyor ve,” dediğimde sözümü kesti. “Bir daha söyle.” Tabakları masaya koymak için sırtını dönmeden hemen öncesinde yüzündeki sırıtışı gördüm. “Ne var?” “En güvendiğin kişi ben miyim?” “Öyleydin.” Yanıma gelip oturdu. “Hala öyleymişim gibi hissediyorum.” “Gülmeyi keser misin? Burada ciddi bir konu var ve biz o konu dışında her şeyi konuşuyoruz.” “Pasta yemek istiyorum.” “Ya,” diyip elimi alnıma çarptım. Sinirlerime hakim olamayacak kadar sabırsızdım. “Kalk,” diyip masayı gösterdim. “Şunu yiyelim ve bitsin. Ama sonra bu konuyu konuşacağız. Söz mü?” “Tamam, söz.” Masaya geçip sandalyeye oturdum. Kenan Emir başımın ucunda durup bana baktı. “Ne oldu?” “Orası benim yerim.” “Kenan Emir, şaka yapıyor olmalısın! Sırf bu konudan uzaklaşmak için kavga çıkartacaksın değil mi? Ama ben bunu yemem. Kalktım, gel otur.” Diğer sandalyeye geçip oturmaya yeltendiğimde benden önce davranıp sandalyeyi bir adım geriye çekti. “Buyurun, doğum günü kızı.” Ne yaptığını anlayıp gülmemi bastırdım. Sadece, “Teşekkür ederim,” demekle yetinirken bakışlarımla çaprazımdaki sandalyeye oturuşunu izledim. “Doğum günü kızına özel muamele.” “Çok incesin.” “Yani sende anlamış oldun değil mi? Bunu seni sinir etmek için yapmadığımı…” Kafamı iki yana doğru sallayıp bakışlarımı pasta tabağına çevirdim. “Teşekkür ederim Kenan Emir ama bunu yapmana hiç gerek yoktu.” “Doğum gününe yalnız girmene izin veremezdim.” Dirseklerini masaya dayadı. Ellerini birbirine kavuşturup dudak hizasında tuttu. Bakışlarını benden kaçırmaya çalışıyordu. “Sorun olmazdı,” dedim onu teselli etmeye çalışarak. “Ben kendimi buna alıştırmıştım. Daha doğrusu son zamanlarda yaşananlardan sonra doğum günümde nasıl bir gün geçireceğimi tahmin edebiliyordum.” “Onu bulacağım.” Pastadan bir parça alıp ağzıma götürdüm. Kafamla onu onaylarken, “Ve onu Melahat Hanımın ellerine bırakacaksın.” Bunu çok sakin bir şekilde söylemiştim. “Hayır.” Başka bir şey söylemesini beklemiştim ama hızlı ve büyük lokmalarla pastayı yiyip sırtını sandalyeye yaslayana kadar sadece bekledim. “Bir dilim daha ister misin? Nasılsa yapacak, konuşacak önemli bir konumuz yok. Oturup pasta yemeye devam edebiliriz.” Hayır, der gibi kafasını salladı. “Bahçeye çıkalım. Üzerine bir şeyler giy.” Omuzlarıma örttüğüm şalın iki ucunu sıkıca kavrayıp göğsümü kapatırken adımlarımı hızlandırarak Kenan Emir’in yanına yürüdüm. “Kahve mi yaptın?” “Evet, lütfen geç otur karşıma.” “Hava soğuk.” “Konuyu değiştirmeyelim.” Söylediği şeye karşılık kahkahamı bastırmaya çalıştım. Karşısına geçip kahvemden bir yudum alıp onu izledim. Gri gözleri benimkiyle buluştuğunda gözlerimi kaçırma isteğimi bastırdım. “Evet, seni dinliyorum.” “En başından başlamam gerek… Buraya taşınma sebebim ablandı. Ailem çok kez gelmemi istese de bir türlü bu şehre ısınamadığım için tekrardan gelmek istememiştim ama Hazen çok üzgün ve çaresizdi. Bu yüzden kısa süreliğine gelmeye karar verdim. Beklediğim gibi olmadı tabi. Olaylar karmaşık bir hal aldı.” Kahvesini yudumlamak için durduğunda, “Karmaşık olan şey Melahatın iş teklifi mi?” “Hayır, ilk başta ablan için çalışıyordum.” “Örsalın yattığı kızı bulmak için.” “Evet,” dedi beni onaylayarak. “Ama sonrasında şüphelendiği herkesi ansızın akladı ve aklımı başımdan alan bir şüpheliyle beni karşı karşıya bıraktı.” “Kimdi?” “Neva, bunu duymak senin için çok zor olsa gerek.” “Sakın,” dedim ellerimle yüzümü kapatarak. O kişi bendim… “Akıl hastanesine kapatılmanı ilk başta anlayamamıştı ama sonra Örsal bir gün uyandığında ona her şeyi itiraf etmiş. Bu yüzden artık seni ziyarete gelmek istemedi. Benden kanıt bulmamı istedi.” “Ve sende ona inandın mı!” “Sakin ol, Neva. Ben o işi orada sonlandırdım. Ablanla görüşmeyi kestim. Sadece sana odaklandım.” “Bana acıdığın için mi tüm o zamanlarda yanıma geldin?” “Kız kardeşim ve sana göz kulak olmak için.” Bana doğru eğilip elimden tuttu. “Sana acımadım.” “Peki ya sonra?” Ellerimi kendime çekip şalımın altına sakladım. “Örsal’ın kayıp haberi geldi. Bizzat annesi söyledi ve onu bulmamı istedi. Cinayet olduğu anlaşıldığında ise katili bulmamı istedi… Hepsi bu kadar.” “Peki aynı zamanda Hazeni de arayacak mısın?” Kaşlarını çattı. Derin bir nefes verdi. “Bunu sorman bile hata bence.” “Galiba,” diyip ayağa kalktım. “Ablamı geri istiyorum Kenan Emir. O adamı kimin öldürdüğü umurumda bile olmazdı ama şimdi kimin yaptığını bulmam gerekiyor. Ben biliyorum. Hissediyorum,” dediğimde kendimi tutamayıp hıçkırıklara boğuldum. Kenan Emir beni kendine çekip yüzümü göğsüne bastırdı. Boğuk bir sesle, “Ablamın katilin elinde olduğunu biliyorum!” “Neva, sana söz veriyorum. Hazeni bulup sana getireceğim ve hiçbir şey yaşanmamış gibi sen, Hazen ve yeğeninle yeni bir hayat kuracaksın.” “Yeğenim mi?” Doğru ya… Bir yeğenim olacaktı. Hıçkırıklarımı bastırmaya çalıştım. “Dün fenerle size doğru gelen adamın yüzünü görmüş müydün?” “Hayır,” dedim ama tekrardan o anı gözümden canlandırmaya çalıştım. “Suratı gözükmüyordu.” Burnumu çektim. Kafamı kaldırıp çenesinin altıdan ona bakıyordum. “Fenerin ışığı gözümü alıyordu. Keşke görebilseydim.” Pişmanlıkla kafamı tekrardan göğsüne yasladım. “Bunu bu kadar özlediğimi tahmin bile edemezdim.” “Neyi?” Kafamı yan çevirdiğimde kulağımın hemen altında atan kalp atışını dinledim. “Bunu işte,” diyip kollarını daha da sıkı belime doladı. “Bunu özlemişim.” Bende özlemişim. “Bu gece için teşekkür ederim.” Kolundaki saate bakıp bir adım geriledi. “Zamanı geldi.” Beni kendinden uzaklaştırdı. “Neva.” Kolundaki saati gösterdi. “Teşekkür ederim Kenan Emir.” “İyi ki doğdun Neva.” Kahkahamın arasından neşeyle, “Teşekkür ederim Kenan Emir,” dedim ve ona sarılmak için bir adım ilerledim. Kollarımı boynuna dolayıp sarıldığımda beni belimden tutup havaya kaldırdı. “Hava çok soğuk. İçeri girme vakti.” Beni zarifçe koltuğa yatırdığında geri çekilmedi. Yüzünde muzip bir gülümseme vardı. Ne istediğini biliyorum… Ne istediğimi de biliyorum… Kafamı hafif kaldırıp dudağının kenarına bir buse kondurdum. “Bu gece benimle koltukta uyumak ister misin?” “Kulağa çok cazip geliyor…” . . .
|
0% |