@gokce_sultann
|
Sana sarılmak, acını dindirmek istiyorum ama aynı zamanda seni bir uçurumdan atıp çektiğim acıları da hissetmeni istiyorum... Hayatınızdaki en çok güvendiğiniz, öncelik sırasına koyduğunuz insanların sizi o sırada ilk beşe bile koyamamaları ne kadar değersiz hissettirirdi? Hayatım boyunca yalnızdım. Bu benim seçimimdi. Yine de güvendiğim ya da güvenmesem bile önceliğim olan birkaç kişiye sahiptim. Her zaman yanında olduğunuz, destek olduğunuz insanların en kötü zamanınızda yanınızda olmaması kadar acı veren bir şey olmadığı tecrübesini en tatsız şekilde öğrenmiştim. Buradaydım, her zamanki gibi yapayalnız. Memnun muydum? İnsanı, konforu olarak gördüğü cehennem yakar. Neyse ki geç bile olsa artık gitme vaktimin geldiğini anlamıştım. Giden mi yoksa kalan mı en çok üzülürdü? En acı çekenin kalan olduğunu düşünseler de sadece çekip gitmek zorunda kalanlar, acı dolu anıların bir lanet gibi yanında taşındığını bilir. Yine de çekip gitmek zorunda kaldım. Vazgeçişler hiçbir zaman kolay değildir. Çekip gitmelerim hiç de göründüğü kadar sağlam adımlarla yapılan bir eylem değildi. Tökezlememiş olmam, dizlerimin üzerine düşmemem ayakta kaldığım anlamına gelmiyordu. Diz kapaklarım görünmez morluk ve çiziklerden oluşuyordu. Kalbimin olduğu yerin sadece bir boşluktan ibaret olduğu söyleniyordu. O zaman göğüs kafesimin altındaki ağrı nereden geliyordu? Göğsümün üzerinde yatan elimi çalan telefonuma götürdüm. Göz ucuyla kimin aradığına baktım. Telefonun ekranında Deniz'in adını görünce hiç düşünmeden açtım. "Patron, seni anma töreninden beri göremedik. Nerelerdesin?" "İşler yolunda mı?" diye sordum içimdeki şüpheyi atmak için. "Kötü bir şey olmadı değil mi?" Yumuşak ses tonuyla içimi rahatlattı. "Hayır, yok... Sadece seni merak ettim. Ne zaman geleceksin?" "Yatağımdan çıktığımda." "Yani durumlar vahim diyorsun," dedi ve neşeli bir ses tonuyla. "Gel de öğle yemeğini birlikte yapalım." "Klüpte kaç kişi var." "Bugün iki farklı iş toplantısı var. Farklı şirketler. Bir de konaklama da 3 kişi. Onun dışında her zaman ki üyeler gelip gidiyor." "Tamam, geleceğim." "Bekliyorum... Bak, telefonu kapatır kapatmaz hazırlan." "Tamam, Deniz." Telefonu kapattıktan sonra koltukta doğruldum. Evime geleli üç gün olmuştu ama evimde bir yabancı yaşıyormuş gibi hissediyordum. Geldiğimden bu yana çok yorgun hissediyordum. Gecelerimi gündüzüme kattığım için salondaki koltukta uyuyakalıyordum. Üstelik içmek ve hazır yiyecek sipariş etmek dışında aktiviteye sahip değildim. Ayağa kalktığımda belimin ağrısıyla geri oturdum. Kendimi acilen duşa sokmam gerekiyordu. Etrafıma bakındım. Tanıdık gelen bu sessizlik beni çıldırtacak boyuta getirmişti. Tekrardan ayağa kalkmaya çalıştığımda bu sefer başarmıştım. Duşa girmek için hazırlandığım sırada evdeki tüm ışıkların açık olduğunu fark ettim. Hava birkaç gündür o kadar sisli ve karanlıktı ki bunu daha yeni fark etmiş olmamın gayet doğal olduğunu düşünmüştüm. İşin gerçeği ise kendimde değildim. Sıcak su daha başımdan ayaklarıma ulaşamadan göz yaşlarına boğulmuştum. Kendimi duştan attıktan sonra giyindiğim süreçte bile aynaya bakmamıştım. Ağladıktan sonra kendini görmek ya da izlemek isteyen biri değildim. Buna katlanamazdım... Çantama ihtiyacım olacağını düşündüğüm her şeyi koyduktan sonra ıslak saçlarımı kurutmadan arabaya atladım. Ev ve klüp arasında arabayı sürdüğüm zaman dilimde yağmur bastırmıştı. Arabayı valeye verdikten sonra içeriye adımımı atar atmaz kendimi çoktan evimde hissetmiştim. Babam gittikten sonra hırslanıp kendimi herkese kanıtlamak istemiştim. Herkesin hor gördüğü kişiden herkesin kapımda sıra olacağı bir şeye dönüşmeliydim... Bende politikacıların, şarkıcıların, oyuncuların, ünlü iş adamlarının, içinde bulunduğum cemiyetin üye olmak için sırada beklediği özel bir sosyal klübün kurucusu ve yöneticisi oldum. Artık istenilmeyen değildim. Dışlanamayacak kadar zirvede yalnızdım ama yine de en zirvedeydim. Burası en prestijli insanların bekleme listesinde bile adının geçmesine razı olduğu bir yerdi. "Yurt dışından geldiniz mi?" Karşımda duran kadının yüzüne baktım. Suratında muzip bir gülüş belirdi. Bakışları bilmemesi gereken bir şeyi bildiğini anlatıyor gibiydi. Kenan Emir'in dediği şey aklıma gelmişti. Birileri benim gerçekten de nerede olduğumu biliyordu... "Evet, geldim." "Ansızın gitmeniz herkese çok garip geldi." "O herkes kim?" diye çıkıştım. "Üstelik ne zaman istersem o sıra giderim. Kafama göre hareket edebileceğimi düşünüyorum. Gitmeden önce sizin gibileri haberdar etmem gerektiğini bilmiyordum." Kadın şaşkınlıkla bana baktı. "Bizim gibiler mi? Ne kadar küstahsınız!" "Jale Hanım buranın bekleme listesinde 400 kişi var ve hepsi buranın olanaklarından en iyi şekilde faydalanmak isteyen insanlar. Yani burayı bir grup zengin iş adamının eşlerinin beş çayında laflaması, çevredekilerin arkasından konuşması ya da kızlarına zengin damat adayları bulması için kurmadım." Kadın şoka uğramış şekilde bir adım geriye gitti. "Lütfen benim yerimde, benim adımı çirkin iftiralarınızdan uzak tutun." Kadın kafasıyla onaylarken söyleyecek başka bir söz bulamayarak, "İyi günler," diyerek yanımdan uzaklaştı. Asansör'ün olduğu koridora doğru yöneldiğimde yanındaki birkaç kişiyle son konuşmalarını yapıp el sıkışan Deniz'i gördüm. Kafasını çevirdiğinde beni gördü. Kucak açtığı kollarının arasına girdim. "Evine hoş geldin patron." "Burayı o kadar çok özledim ki anlatamam. Bu arada bu takım elbisesi de neyin nesi?" "Bu aralar böyle," deyip geçiştirdi. "Hadi gel, çok acıktım. Ne yemek istersin?" "Salata tarzı bir şeyler. Birkaç gündür çok sağlıksız besleniyorum." Restorana geçtiğimizde masaya oturur oturmaz Deniz büyük bir heyecana kapıldı. "Bana tüm gelişmelerden bahset." "Bahsedilecek bir şey yok derdim ama o kadar çok şey var ki..." "Ne oldu ki?" "Anma töreninin akşamı ablamla büyük bir kavga ettim ve onu terk ettim." "Hak etmişti ama yine de senden beklemezdim... Bilirsin, sen ne olursa olsun hep onun yanında olurdun." "Artık öyle olmayacak..." diyip düşüncelere daldım. Deniz'in kolumu dürtmesiyle konuşmaya devam ettim. "Hep merak etmiştim. Neden beni oraya terk etti diye. Kenan Emir birazcık bahsetmişti ama tam olarak değil... O," dedim ama cümlenin devamını getiremedim. Yutkundum. Deniz bir şeylerin ters gittiğini anlayınca bardağa su doldurup bana uzattı. Birkaç yudum içtikten sonra garson siparişleri getirdiği için bir süre daha aramızda sessizlik oldu. Garson masadan uzaklaşınca Deniz hemen konuya geri döndü. "Sebebi neymiş Neva?" "Örsalın onu aldattığından şüpheleniyormuş. Tıpkı benimde şüphelendiğim gibi. Örsal da bir taşla iki kuş vurarak o kızın ben olduğunu söylemiş." "Nasıl yani!" Tepkisi restorandaki birkaç kişinin ilgisini çekmiş olacak ki bize dönüp baktılar. Kafalarını tekrardan kendi masalarına çevirdiklerinde, "Evet. O yüzden artık bir daha onunla görüşmeyeceğimi söyledim," dedim ve önümdeki çorbaya kaşığımı daldırdım. "Ben cidden çok şaşırdım." Hayretler içerisinde bana bakarken o da önündeki çorbayı içmeye koyuldu. "Yani bu kadarı da fazla olmuş. Hadi neyse Örsalın nasıl biri olduğunu kestirebiliyordum ama sence de Hazenin buna inanmış olması garip değil mi?" "Dayanacak gücü kalmamış. Kafasının içinde bu durumu düşünüp durmaktansa kabul etmeyi tercih etmiş." "Yok daha neler!" "Hamile." "Kim hamile?" diye sordu kısık sesle. Kafasını masanın üzerinden bana doğru uzattı. "Hazen mi?" Kafamı salladım. "E bu yavşak Çilayı da," dediğinde elimle onu durdurdum. "Evet, evet öyle. Ciddi anlamda artık tüm bu kaostan uzak kalmak istiyorum. Yeni bir hayat istiyorum ben Deniz." "Hakkın, bu senin en büyük hakkın Neva... Elimden geldiğince senin yanında olacağım." "Canım arkadaşım," dedim tüm samimiyetimle gülümseyerek. "Ben burada değilken zaten burayı idare etmiş olman bile bana en büyük yardım." "Lafı bile olmaz Neva. Hem buna yardım denmez. İşim bu benim. Ne de olsa patronun sağ koluyum!" Kahkahasıyla neşelenip gülümsedim. "Bu arada bu anlattıklarım daha hiçbir şey. Daha büyük sorunlarım var." "Hadi bakalım. Bu daha başlangıçsa devamında bayılıp düşerim gibime geliyor." "Evet, bence de." Gülümseyip çorbamdan birkaç yudum daha aldım. "Yemek bitsin. Kimsenin duymayacağına emin olduğumuz bir yerde konuşalım..." Çalışma sandalyeme oturur oturmaz masanın üzerine göz gezdirdim. Deniz'in ben yokken benim için yazdığı hatırlatıcı notları okumak için defteri elime aldım ama Deniz tüm ilgimi ona vermem için defteri elimden aldı. "Bunlar bir günlüğüne bekleyebilir. Sen asıl konuya gir bakalım." "O gün biz kavga etmeden önce Kenan Emir de bizimleydi. Yani ben onunla görüşmek istemediğimi söyledikten sonra geldi." "Hoş bir karşılaşma olmamış." "Evet, ablama yardım edecekmiş. Ablama yardım edeceği için ara sıra rastlaşacağımızı ikimizde biliyorduk ama artık ablamla görüşmediğime göre onu bir daha göreceğimi sanmıyorum." "Tamam, her şeyi anladım ama," dedikten sonra koltuğa oturup sırtını yasladı. "Anlamadığım bir şey var." Eliyle çenesini ovaladı. "Kafamı kurcalıyor açıkçası." "Kafanı kurcalayan şeyin ne olduğunu söyle." "O akıl hastanesinde seni yalnız bırakmadı. Olabildiğince seninleydi, değil mi?" "Evet." Konunun nereye varacağını anlamıştım. "Neden bu arkadaşlığı sürdürmek yerine hastaneden çıkar çıkmaz onunla iletişimi kesmek istedin ki?" Ayağa kalkıp yanıma geldi. Kalçasını masama dayayıp ellerini cebine soktu. "Bir diğer anlamadığım şey ise Kenan Emirin bunu kabul etmesi. Ben olsaydım problem çıkarırdım yani..." "Bilmiyorum... Sadece her şeyi geride bırakmak istedim. Onun, bana akıl hastanesini hatırlatmasından endişelendim sanırım. Yani onu her gördüğümde aklıma hep orası gelecekti." "Yalan söylüyorsun." Gülümsedi ve imalı bir bakışla beni süzdü. "Ne demek yalan söylüyorum?" diye sordum. Söylediği şey beni huzursuz etmişti. "Sana gerçeği söylemek isterdim ama burada o 15 santimlik topuğunu kafama geçirirsin diye korkuyorum," diyip kahkaha attı. "Yani söylemeyeceğim." "Deniz!" Omuzlarını silkti. "Ciddiyim..." "Tamam," dedim tüm nefesimi dışarıya vererek. "Söyle, tek bir kötü söz etmeyeceğim." "Söz mü?" Olayı uzatması sinirlerimi bozmuştu. Daha şimdiden topuklu ayakkabımı kafasına geçirme dürtümü frenlemeye çalıştım. "Ya Deniz! Şaka mısın? Cidden kızıyorum artık." "Şöyle bir iddia ortaya atıyorum o zaman... Bence sen, hastaneyi sana hatırlatacağı düşüncesiyle ondan kaçmadın. Bence sana geçmişi hatırlatmasından çekiniyorsun. Sizin geçmişinizi... Hani olurda ona tekrardan kapılırsın diye korkuyor olabilir misin?" "Yuh artık!" Söylediği şeyi o kadar mantıksız bulmuştum ki... Yine de sinir olmamak elimde değildi. Ondan kaçmamın sebebi bu olmazdı yani değil mi? Neden olsun ki... Hem ondan tekrardan hoşlanabileceğim hiçbir durum olmamıştı. Olamazdı da... "İkimizde böyle bir şey olmaması adına birbirimize karşı zaten mesafeliydik." "Bak, kendi ağzınla itiraf ettin. Olmaması adına mesafeliydiniz. Olabilirdiniz çünkü." "Of, Deniz. Kafamın içi allak bullaktı. Şimdi daha da çorba ettin." "Ben bir şey yapmadım ki," dedi ellerini havaya kaldırıp kendini savunmaya çalışarak. "Gerçekleri söyledim sadece." "Zaten orada sürekli bir kızı ziyaret etmeye geliyordu. Beni de o sıra gördü. Yoksa bile isteye benim için gelmiyordu... Oradan çıkana kadar o kızı sevgilisi sanıyordum." Kaşlarını çatıp bana baktığını görünce açıklama yapma gereksinimi duydum. "Kız kardeşiymiş... Neyse bu kadar ondan bahsettiğimiz yetmez mi?" Konuyu değiştirmek istediğimi daha ne kadar iyi anlatabilirdim bilmiyorum ama Deniz'in surat ifadesine bakarak bu konuşmanın daha da derinlerine inmek istediğini anlamıştım. Yine de ilgisini dağıtacak başka bir sürü konuya sahiptim. "Avukat tutmam lazımmış." "Anlamadım?" "Duydun beni işte. Avukat tutmam lazımmış. Kenan Emir birilerinin gerçekte nerede olduğumu bildiklerini ve bunu polise ötebileceklerini söyledi." "Kim böyle bir şey yapar ki?" "Aşağıda Jale Hanımı gördüm. Gereksiz imalı ses tonuna sahipti," diyip konuşmamızı zihnimde tekrardan hatırlamaya çalıştım. "Bence bir şeyler duymuş olmalı." "Araştırabilirim." "Gerek yok ama yakın bir zamanda onu üyelikten çıkartacağız. Gözün üzerinde olsun." "Tamamdır, patron." Cebindeki telefonu çıkartıp not aldıktan sonra kafasını kaldırıp bana baktı. "Avukat işini ne yapacaksın?" "Avukat tutmama gerek var mı emin değilim bile... Örsalın öldürüldüğü günü bile anma töreni öğrendim. Beni o akıl hastanesine tıktıktan sonra kaybolmuş meğer." "Biliyorum," dedi Deniz elini alnına götürerek. "Neva, sana yeterince yardım edemedim. Özür dilerim." "Saçmalama," dediğimde beni susturdu. "Olayları kulaktan dolma bilgilerde olsa duydum. Kayıp olduğunu falan yani. Sana bu haberleri ulaştıramadım. Her defasında beni o kapıdan geri çevirdiler." Yanağına süzülen gözyaşını gördüğümde oturduğum yerden kalkıp onu kollarımın arasına aldım. "Aptal mısın? Sakın ama sakın ağlama Deniz. Orada Örsalın görüşmemi istemeyeceği tek kişi sendin. Haberci kuşumu elimden aldı. Asla dış dünyayla bağlantım olsun istemedi..." "Özür dilerim." "Asıl ben özür dilerim Deniz. Böyle hissettirdiğim için." Kapı çaldığında aynı anda içeriye giren kişiye baktık. "Neva Hanım, Kenan Emir Korkusuz diye bir adam sizinle görüşmek istediğini söyledi. Acilmiş." "Tamam, gelsin." "Şu an yoldaymış. Gelince odanıza alayım mı?" "Evet, alın." Kapı kapandığında Denizle birbirimize baktık. "Neden beni aramak yerine danışmayı aradı ki?" Çantamdan telefonumu çıkarttım. "Sessizdeymiş çünkü." Ekranın önüne düşen bildirimleri incelediğimde bir sürü mesajla karşılaştım. Neva, acil görüşmeliyiz. Çok önemli. (15:19) Mesajımı alınca beni ara. (15:58) Şu an yoldayım. Geliyorum. (16:11) "Ne oldu Neva?" Merakla yanıma gelip telefona baktı. "Umarım kötü bir şey olmamıştır." "Çok ilginç. Normalde böyle mesaj atmazdı... Belki de Hazen hakkında konuşmak istiyordur." "Evet, belki de." "Yani açıkçası anlamıyorum. Eski sevgilim olsa bile ablamla bu kadar yakın olmaları artık beni rahatsız ediyor. Var ya kesin Hazen onunla barışmam için Kenan Emiri arabuluculuk için yollamıştır. Bu telaş o yüzdendir." "Doğru ya," dedi Deniz bir anda olanları hatırlayarak. "Olabilir... O çocuğa içten içe sinir oluyorum biliyorsun değil mi? Gelmesi şu an içimi huzursuz etti." "Evet ama unutma eğer o olmasaydı kimse sana akıl hastanesinde yattığımı söylemeyecekti." "Resmen adama iyilik borcum var." Koltuğa oturup hiçbir şey anlamadığımı ifade eden bir surat ifadesiyle ona baktım. Bana bakıp gergin bir şekilde gülümseyip küfretti. "Bana seninle ilgili gerçeği söylemek için geldiğinde bir iyilik borcum olduğunu söyledi. Yani senin gönderdiğini şimdi anladım." Tekrardan küfrettiğinde karşıma oturdu. Suratındaki öfkeyi o zaman gördüm. "Bende endişelenmeyeyim diye geldi sandım." "Klasik Kenan Emir işte..." Kapının çalmasıyla ikimizde kapıya baktık. Kapı açıldığında Kenan Emir suratındaki endişeli ifadesini fark etmemek imkansızdı. Selam bile vermeden, daha biz ayağa kalkıp onu karşılayacak zaman bulamadan o bizim karşımızdaki koltuğa oturdu. "Bir şeyler içmek ister misin Kenan Emir?" Rahatını bozmak istemesem bile imalı ses tonuyla bu kadar rahat tavırlarından rahatsız olduğumu dile getirmeye çalışmıştım ama buna rağmen kapıdan girdiğinden bu yana rahat davranışlarıyla örtüşen ses tonuyla cevap verdi. "Viski getirecekler şimdi." Deniz'le birbirimize baktık. "Kendi aranızdaki şu garip bakışma bittiyse konuya gireceğim. Haber kuşunda kalsın mı burada? Konu biraz özel de." Ters bakışlarını Deniz'in üzerinde tutmaya devam ediyordu. "Burada kalıyorum. Hem konu her neyse belki yardımcı olabilirim. Böylece senin şu siktiğimin iyilik borcunu telafi ederim he, ne dersin!" Kenan Emir'in dudağının kenarı yukarı doğru kıvrıldı. "Tebrik ederim. Sonunda olayı anlamışsın." "Nevanın haberimin olmasını istediği ama bana zamanında söylemediğin daha neler var merak ediyorum açıkçası." Deniz sinirle geriye doğru vücudunu gerdi. "Rollerimizi unutmayalım. Buradaki haberci kuş ben değilim," diyip ıslıkla kuş sesi çıkardığında Deniz yumruk yaptığı eliyle ayağa kalktı. "Bu kadar yeter!" Deniz'in önüne geçip onu tuttum. Arkama dönüp Kenan Emir'e baktığımda istifini bozmadan rahat biçimde oturduğunu gördüm. "Kenan Emir, yetmez mi artık?" Deniz yerine oturdu. "Merak ediyorum. Sen ne sıfatla buraya geliyorsun? Ama haberin olsun. Burası anasınıfı değil... Yani dedektifçilik oyunu adı altında eski sevgilinden öpücük kapamayacaksın." Kahkahası tüm odayı doldurdu. "Senin ben var ya!" Kenan Emir ayağa kalktığında işaret parmağımı havada salladım. "Sakın! Sakın benim mekanımda olay çıkarmaya kalkma Kenan Emir." Kenan Emir tam karşımda durup bana baktı. Gülümsedi ve bir adım daha yaklaştı. "Sende mi dedektifçilik oyunu oynadığımı sanıyorsun?" "Saçmalama, beni öpmek isteyeceğini düşünmüyorum tabi ki!" "İstersen bir daha düşün Neva," dedi gülümsemesi daha da genişlerken. "Saçmalama..." Gözlerimi kaçırdım. Konudan uzaklaşmak için arkama dönüp eski yerime geçip oturdum. "Bu kadar önemli bir şey olmasaydı gelmezdin diye düşünüyorum. Artık ne olduğunu anlatır mısın?" "Tüm bu güzel karşılamanız için teşekkür ederim." Kinayeli konuşmasının ardından, "Konu ablanla alakalı," dediğinde biliyordum der gibi kafamı salladım. "Tahmin edebileceğini biliyordum. Ablanla görüşmeyi kestiğini de biliyorum." "Sağ olsun Hazen her zamanki gibi şaşırtmıyor. Çok şaşırtıcı... Ablamla yıllardır kuramadığım bu iletişimi sizin kurmanız bana garip geliyor. Bana gelip her şeyini anlatmıyor ama sana anlatıyor." "Ablan onu terk ettiğini söyledi." "Vaktinde onunda beni terk ettiği gibi olmasa da evet, onu terk ettim." "Keşke yapmasaydın. Onun yanında olmalıydın." "Ne yapıp ne yapmayacağımı sen söyleyemezsin! Beni o hastaneye terk ettiğini biliyorsun Kenan Emir." Çenemin titrediğini fark edince derin nefes alıp hemen kendimi toparladım. "Bana her şeyi anlattı. Sen bana gerçeği anlatmayarak yalan söyledin ama ben gerçeği öğrendim... Onunla yatan kişinin ben olduğuma inanmış." Kenan Emir'in suratı düştü. Ellerini saçlarının arasında geçirdi. "Sana bunu o mu söyledi?" "Bu gerçeği başka nasıl öğrenebilirdim ki? Bana söylemeliydin. Orada ne kadar çok acı çektiğimi nasıl fark edemedin!" "Dediğin gibi acı çekiyordun Neva! Seni daha da üzecek bir şey yapmak istemedim." "Ama yaptın!" Aramızda gergin bir sessizlik oluştu. Seslerimizin yükselmesinden ötürü ikimizde bu sessizliği boğazlarımızı dinlendirebileceğimiz zaman dilimi olarak kullanmıştık. Kenan Emir sakinliğini geri kazanmış şekilde Neva, dedi ama kafamı kaldırıp ona bakmadım bile. Ayağa kalkıp odayı turlarken topuğumun zemine her bastığında çıkardığı ses, odada geri kalan iki kişinin üzerinde daha da fazla gerginlik yaratıyordu. "Evet, onu terk ettim. Her şeyi terk edeceğim. Ben kendime yeni hayat kuracağım!" Öfkemin dinmesi gereken yerde daha da alevlenmesi içimdeki acıdan kaynaklıydı. "Kimse haksız olduğumu düşünemez. Haklıyım çünkü! İlk o beni bıraktı. O beni hep bıraktı. Onun için hep kaldım ama o beni terk etti. Ben herkesi terk ettim ama onun için hep kaldım ama o hep beni terk edip başkaları için kaldı. Şimdi benim gitme vaktim geldi. Bu sefer terk edilen ben olmayacağım. Bu sefer ben terk edeceğim!" Kenan Emir yanıma gelip beni omuzlarımdan tuttu. Gözlerimiz buluşana kadar tek kelime etmedi. "Neva, beni dinlemelisin..." "Ona söyle. Ben artık onun tarafından terk edilmekten yoruldum." Ağlamak istememiştim ama gözyaşlarımı durduramamıştım. "Ona söyle... Affetmiyorum. Artık affeden değil terk eden ben olacağım. Ona bunların hepsini söyle." "Söyleyemem," dedi üzgün bir ifadeyle. "Özür dilerim ama söyleyemem." "Neden? Senden son kez bir şey istiyorum," dedim yalvaran ses tonumla. "Ben konuşmak istemiyorum, sen söyle." "Özür dilerim, yapamam." Ona baktım. Hissetmiştim. Gerçekten de kötü bir şey oldu... "Yüzündeki çaresizliğin sebebi ne Kenan Emir?" "O gitti." "Ne demek o gitti? Kim gitti!" "Neva, özür dilerim ama Hazene üç gündür ulaşamıyoruz." "Anlamadım..." Tekrar ve tekrardan aynı şeyi söylemiştim ama aslında anlamıştım. O gitmişti. Beni yine terk etmişti. Ve ben yine terk edilendim. . . . 04.08.2024 23:14 Lütfen yorum yapmayı ve oy vermeyi unutmayın :) Hikaye hakkındaki düşünceleriniz benim için çok önemli. |
0% |