Yeni Üyelik
8.
Bölüm

8. Domino Taşları (Part-1)

@gokce_sultann


 

"Her katil bir gün cinayet mahalini ziyaret eder."

 

 

 

Tüm yaşananları geriye alabilseydim her şeyi daha farklı yapabilirdim... Hazen'i son bir kez daha o Londra gezisine gitmek yerine benimle kalması için ikna etmeye çalışabilirdim. Evlenmemesi için son bir kez daha onu uyarabilirdim. Babam dünya turuna çıkmak istediğinde onu durdurmaya çalışabilirdim. Onu o gece terk etme inadı uğruna bırakıp gitmeyebilirdim...

 

Acaba tek bir adımımı bile bir saniye erken atsaydım neleri değiştirebilirdim?

 

Zihnimin içinde tekrar eden hatıralarımı baştan sarıp izliyor, dinliyor, hissediyordum. Burada benimleydiler ama gözlerimi araladığımda geçmişin domino taşları gibi birer birer önüme düşen sonuçları, son düşen domino taşının altında kalan bedenim ve ben şu anın acısıyla baş başaydık.

 

Yatağımın ucunda beni izleyen bir çift gri gözle karşılaşmayı beklemiyordum. "Sen hala gitmedin mi?" Soruma karşılık alamayınca gözlerimi kapattım. Ne rüya gördüm ne de zihnimde bir hatıra belirdi. Gözlerimi kapatıp kendimi karanlığa geri teslim ettim. Uyumak istiyordum ama uyuyamıyordum. Geçmişi düşünmek istiyordum ama hatıralarım silikleşmişti. "Geçmişimi hatırlamıyorum." İstemsizce iki dudağımın arasından çıkan cümleyi geri alabilmek istemiştim. Kenan Emir'in ayak tabanının yere sürtüşünü duydum. Bana doğru gelişini hissettim. Gözlerimi açmamak için huzursuzca göz kapaklarımı kırpıştırdım. Bedenimin hemen yanında onun sırtını hissettim. Emin olmak için gözlerimi açtım. Yanı başında sırtı dönük şekilde oturuyordu. Yüzünü göremiyordum ama görmek istemiyordum zaten.

 

"Senin iyi olduğuna emin olmadan gitmek istemedim. Bu yüzden sabaha kadar seninle kalmak istedim. Hala da iyi olduğuna inanmıyorum... Yanında olmak istiyorum."

 

Sesindeki garip tınıya anlam yüklemek istememiştim. Seninle bir daha asla görüşmek istemiyorum. Ona bunu söylemek istemiştim ama yapmadım. "İyiyim. Artık git." Cevabımın net olduğuna inanmıştım.

 

Bana dönüp inanmadığını belli eden bakışlarını kısa süreliğine üzerimde tuttu. "Git," dedim sadece. "Git."

 

"Gidemem, iyi olduğuna inanmıyorum."

 

Gözlerindeki endişeyi görmüştüm ama artık bunun bir önemi kalmamıştı. "Keşke beni en başından beri düşünseydin. Şimdi pek bir anlamı kalmadı." Acı gülümsememle ona baktım. Bundan rahatsızlık duyduğuna emindim.

 

Bakışlarını kaçırıp pencereye doğru baktı. "Geçmişini hatırlamadığını söylerken ne demeye çalıştın anlayamadım?"

 

"Bir anda çıkıverdi ağzımdan. Önemli bir şey değildi."

 

Onu geçiştirdiğimin farkına varıp bedeniyle birlikte bana doğru döndü. "Hayır, önemliydi."

 

"Ciddiyim," diye ısrar ettim. "Küçüklüğüme dair ya da genel işte... Ne hissettiğimi çok iyi biliyorum ama bence yaşananların ağırlığını kaldıramadığım için zihnim unutmayı tercih ediyor. Yoksa neden her şey bu kadar silik gözüksün ki? Hazeni o gece kapıda ağlarken, onu bırakmamı istemezken bıraktığım an bile daha yeni aklıma geldi. Acısı, yaptıklarımın, yapılanların acısını sonuna kadar hissediyorum. Asla unutamıyorum hisleri... Ama anılar silikleşmiş."

 

Ellerimi tutup biraz daha yanaştı. "Neva, bayıldığını biliyorsun değil mi?"

 

Onu kafamla onayladığımda, "Yani doktor geldi, gitti ve sen uyudun. Şimdi de uyandın. Bunları hatırlıyorsun değil mi?"

 

"Bana salak muamelesi yapma."

 

"Hayır, yanlış anladın." Otuz iki diş gülümsedi. "Sadece emin olmak istemiştim... Benden bir şey ister misin? İhtiyacın olan ne varsa yapabilirim."

 

"Lütfen," dedim ve duraksayıp ellerinin arasından ellerimi çektim. "Git. Gitmene ihtiyacım var."

 

Suratındaki gülümseme düştü. "Neva, böyle yapma." Sesindeki acı kalbimde ağrıya sebep olmuştu. "Ben sana her şeyi anlatacaktım. Sadece öğrendiklerimi sana nasıl anlatacağımı bilemedim. Belki bir akşam yemeğinde olabilir diye düşündüm."

 

"Anladım," diyebildim sadece. O da anlamış olmalıydı çünkü ayağa kalktığını gördüm. Gözlerimi kapattım. Bir daha kimsenin gidişini görmek istemiyorum ama bunu yapmaya mecburdum. Yine de o giderken gözlerimi kapattım.

 

Öğle güneşi tepede olmasına rağmen soğuğu iliklerime kadar hissediyordum. Elimdeki telefonu kısa süreliğini hoparlöre alıp üzerime hırkamı giyerken Deniz'e laf yetiştirmeye çalışıyordum. En sonunda tekrardan telefonu kulağıma götürüp hızlı adımlarla merdivenlerden indim. "Hala oradalar mı?"

 

"Bakacağım bir saniye," diyerek kapıya en yakın olan pencereye yaklaşıp hafiften perdeyi araladım. "Hala buradalar."

 

"Neyi bekliyorlar? Hayır, site sorumlusu buna nasıl izin verir anlamıyorum!"

 

"Konuşacağım ama telefonlarını açmıyor. Kapımın dibindeler şu an ve buraya gelene kadar yüz kişinin iznini almış olmaları gerekiyordu. En başta da benim!"

 

"Ben saat beş gibi anca gelebilirim. Daha klüpten çıkmadım. Ben gelene kadar evden çıkma. Site sorumlusuna onu dava edeceğini yaz bende onu klüpten atacağım."

 

"Tamam, kapatıyorum şimdi." Telefonu kapatıp hemen site sorumlusuna mesaj attıktan sonra tekrardan perdeyi aralayıp kapımın önünde kameraya doğru konuşup evimi işaret eden spikerlere baktım. Dayan, nasıl olsa gidecekler, diye aklımdan geçirsem de hemen sonrasında aklıma bir fikir gelmişti. Durdum, bir süreliğine düşündüm. Kendi kendime gülüp sesli bir şekilde, "Kesinlikle kafayı yemiş olmalıyım," dedim ama ne kadar da uçarı bir fikir gibi gelse de yapmam gerektiğini hissediyordum. Aynanın karşısına geçip saçlarımı düzelttim ve son kez kendime baktım. Derin nefes alıp verdim. Bunu yapabilirsin!

 

Dış kapıyı açtığımda şaşkınlıkla bana bakan haber spikerlerinin gerçekten de benim orada olduğumu idrak etmeleri zaman almıştı. Merdivenlerin en üst basamağında durduğumda hızla bana doğru yaklaşan spikerler sorularını yöneltip mikrofonlarını ağzıma kadar sokmuşlardı. Midemin yandığını hissetmiştim. Kafam allak bullak olmuştu. Sorularına cevap veremeyeceğimi düşünüp bir adım gerilesem de tekrardan eski yerimi aldım. "Birkaç bir şey söylemek istiyorum... Hepiniz hep bir ağızdan konuştuğunuz için sizi anlamıyorum..."

 

Bir haber spikerinin, "Sizi dinliyoruz. Hazen Sonkoç ile alakalı söylemek istediğiniz bir şey mi var?" diye sorması üzerine ona doğru bakıp gülümsedim. Kafamı olumlu şekilde sallarken yutkunup konuşmak için kendimi hazırladım. Sessiz ve pür dikkat bana bakan spikerlere, "Ablamın şu an burada olmadığı doğru. Nerede olduğunu bilmiyoruz..."

 

"Ablanızın neden kaçtığını söyleyecek misiniz?"

 

"Kaçtığını kim söyledi? Kanıt var mı?" Gülümsedim ama kısa süreli gülüşümün ardından tüm ciddiyetimle, "Ablamın kaçırıldığını düşünüyorum," dedim. Spikerler ardı ardına kesilmeyen soruları tekrardan kafamı karıştırmıştı. Havada yakaladığım bir soruyu hemen cevaplamaya çalıştım. "Katil dışarıda ve hala bulunamadı. Katilin ablam olduğunu iddia edenlerin ayrıca onun bir katil tarafından kaçırılma ihtimali olmasını düşünmesini istiyorum... Lütfen onu sağ salim bana getirin."

 

"Ablanız Hazen Sonkoç sizi duyabilseydi ona neler söylemek isterdiniz?"

 

Bu soruyu duyar duymaz gözlerim sulanmıştı. Ağlamamak için kendimi tutarak, "Hazen," dedim ama çenemin titreyişiyle göz yaşlarımın dökülmesi aynı anda olmuştu. "Katil olmadığını biliyorum Hazen. Ben sana inandım. Her zaman... Lütfen kardeşimi bulun. O kendi başına markete bile giden biri değildi. Üstelik eğer biriyle kaçıp gitmek isteseydi o ben olurdum ama bakarsanız çevresinde onun gibi kaybolan bir arkadaşı yok. Ben buradayım, arkadaşları burada... Peki o zaman o kiminle? Lütfen, lütfen katili bulun ve ablamı sağ bir şekilde bana getirin."

 

Arkamı dönüp giderken spikerlerin soruları devam ediyordu ama hızlı adımlarla kapıya yürüyüp arkamdan kapıyı kapattım.

 

Dışarının aksine evde bir sessizlik vardı. Bu sessizlikten nefret ediyorum. Merdivenlerin yolunu tuttum. Yatak odama girdiğim an kendimi yatağa atıp hüngür hüngür ağladım. Burada yapayalnızım. Kimse ağladığımı fark etmeyecek.

 

Telefonun çalmasına kulak asmadım. Kendimi toparlayacak zamana ihtiyacım vardı. Birkaç kez daha çalan telefonu arayanın kim olduğuna bakmadan sessize aldım. Gözlerimi sımsıkı kapatıp kendimi tüm gerçeklikten soyutlamak istiyordum. Gözlerimi geri açtığımda hava kararmıştı. Uyuyakaldığımı anlayıp hemen saate bakmak istemiştim ama gözüme ilk çarpan bildirimler oldu. 39 cevapsız çağrı...

 

Deniz ve Kenan Emir'in bu kadar aramasını bekliyordum ama bilinmeyen numara içime kurt düşürmüştü. Ya Hazense...

 

Telefonu sessize aldığım için kendime kızmak istemiyordum ama bunun pişmanlığıyla hemen bilinmeyen numarayı geri aradım.

 

Telefon açılır açılmaz, "Alo, kimsiniz?" diye sordum.

 

"Benim," dedi ses.

 

"Kimsiniz? Hazen sen misin?"

 

"Özür dilerim," dedi ses. "Seni ümitlendirmek istemedim. Numaranı Denizden aldım."

 

"Serra," diye seslendim soru sorarcasına. "Sen misin?"

 

"Evet, benim... Ee, yanına gelmek istiyorum."

 

"Müsait değilim."

 

"Üzgün olduğunu biliyorum..." Sevecen ses tonuyla, "Ne dersen de Neva... Sana destek olmak istiyorum. Bu arada yemek getireceğim."

 

Telefon yüzüme kapandığında şaşkınlıkla ekrana baktım. Fazla sevecen, fazla yapışık bir tip... İkisi de benim tahammül edemediğim şeylerdi. Deniz'i arayıp bu durumu düzeltmesini isteyecektim ama zilin çalmasıyla dış kapıya doğru koştum.

 

Kapıyı açtığımda karşımda Serra duruyordu. Elinde yemek dolu poşeti havaya kaldırdı. "Gizli yeteneklerim var, nasıl bu kadar hızlı geldiğimi sorma çünkü gizli." Kahkaha atıp içeriye doğru adım attı. "Bunları mutfağa koyuyorum."

 

Onu izleyerek arkasından mutfağa ilerledim. "Hoş geldin... Cidden nasıl bu kadar hızlı oldu? Beş saniye falan sürmüş olmasının imkanı yok..."

 

"Deniz klüpten çıkamadı. Sana baya mahçup bu arada... Çok kez aradım ama açmayınca endişelenip geleyim dedim. Sen aradığında yoldaydım işte..." Poşeti açıp içinden hamburgerleri çıkardı. "Biraz fazla getirdim. Klüpte en sevdiğin şey buymuş diye duydum."

 

"Evet, bizim hamburgerlerimizi seviyorum." Sandalyeye oturduğumda Serra da karşıma geçmişti. Açtığı kolanın tekini önüne koydu, diğerini de bana uzattı. "Teşekkür ederim Serra."

 

İkimizde hamburgerlerimizi yerken Serra ağzındaki lokmayı hızlıca yutup, "Haberleri gördüm," dedi ve ağzının kenarını peçeteyle sildi. "Yaptığın çok cesurca bir hareketti. Tebrik ederim."

 

"Teşekkürler. Sanırım cidden deli cesaretiydi."

 

"Deniz ve Kenan Emir bundan hiç memnun değil ama..."

 

"Bunu sana onlar mı söyledi?" Elimdeki içeceği bırakıp gülümseyerek ona baktım.

 

"Deniz söyledi. Bizzat duydum... Kenan Emiri ise sadece hissettim. Tüm bu olanları düşünürsek asla hoşnut olmayacaktır..."

 

Onu kafamla onaylayıp büyük bir ısırık aldım.

 

"Ee bir de ablanın kayınvalidesi... Melahat Hanımın bu durumu hiç hoş karşılamadığını düşünüyorum."

 

Omuz silktim.

 

"O hoş karşılamıyorsa Kenan Emir de hoş karşılamaz..."

 

Duyduğum şeyle birlikte ağzımdaki lokmayı yutmak yerine peçetenin içine tükürdüm. "Çok saçma... Bu arada çok iğrenç bir görüntüydü, üzgünüm."

 

"Sorun değil," dedi elini havada sallayarak. "İğrenmedim. Saçma olan ne onu da anlamadım."

 

"Melahat Hanım hoşnut olmayabilir ama o hoşnut değil diye Kenan Emir neden hoşnut olmasın ki?"

 

Serra'nın yüzü düştü. "Ben çok büyük bir halt yedim değil mi? Pot kırdığıma inanamıyorum." Oflayarak elini alnına götürdü. "Özür dilerim ya cidden."

 

"Ne oldu Serra?" diye sordum. Onun bildiği ama benim bilmediğim ne olabilir, diye düşünüp tahmin yürütmeye çalışsam da bir türlü aklıma bir şey gelmiyordu.

 

"Ya ben Çilayla görüşmüyorum ama bilirsin. Düşmanımın düşmanı benim dostumdur misali... Elbet haberini alıyorum yani. Çilay hamile olduğu için Melahat Hanım onunla baya bir yakından ilgileniyormuş."

 

"Ya, öyle mi?" Ağzım açık ona bakıyordum. "Bilmiyordum."

 

"E haliyle başka bir sürü şey de duymuş olabilirim..." Endişeli surat ifadesinin yerini zoraki bir gülümseme aldı. "Hadi yesene. Açlıktan ölüyorum..." Hamburgerden büyük bir lokma aldıktan sonra yutmadan önce uzun süre oyalandı.

 

Onu sabırla bekledim. "Ben bu numaraları yemem Serra."

 

Ağzındakileri bitirmeden, "Anlamadım," demeye çalıştı. "Tadı da çok güzel bu arada."

 

"Serra, bana söylemediğin şey ne? Bilmem gerekiyormuş gibi hissediyorum." Tüm nefesimi dışarı verip arkama yaslandım. "Ben doydum. Anlatmanı bekliyorum." Kollarımı birbirine bağlayıp onu bekledim.

 

Ağzındaki lokmayı yuttuktan sonra içeceğini yudumladı. Bakışlarıyla beni inceledi. "Kızma, anlatmadan önce yemeği sindirmek istiyorum."

 

Hiçbir şey demedim. Büyük bir kararlılıkla onun bana anlatmaktan kaçındığı şeyin ne olduğunu öğrenmek için bekliyordum. En sonunda ellerini silip bana baktı. "Bundan kaçışım yok değil mi?"

 

Kafamı iki yana salladım. "Sanmıyorum."

 

"Tamam ama benden duyduğunu söylemesen olur mu? Denize bunu anlatmadım çünkü."

 

"Peki," dedim sabırsızca. "Artık ne olduğunu anlatır mısın?"

 

"Yani şimdi ortada bir katil var sonuç itibariyle... Bu kişiye Hazen demek istemiyorum," dedi kendini açıklamaya çalışarak. "Çünkü kim olduğunu bilmiyoruz ama sonuç itibariyle bir katil var. Melahat Hanım doğal olarak oğlunun katilini bulmak istiyor ve çevrede özel dedektiflik yapabilecek..."

 

"Sus lütfen," dedim ayağa kalkarak. Bir ileri iki geri adımlarla kendi eksenimde dolanıp, "Lütfen düşündüğüm şey olmasın," dedim ve onaylanma ihtiyacıyla Serra'ya baktım.

 

Serra'nın suratı düşmüştü. Mahçup bir ifadeyle, "Keşke benden öğrenmeseydin," dedi ve ayağa kalkıp yanıma geldi. "Bildiğini düşünmüştüm."

 

"Ne zamandan beri?"

 

"Bunu ben söylemesem olmaz mı?"

 

"Serra lütfen!" Ellerimi havaya kaldırıp sonrasında alnıma götürdüm. Kafam eğikken, "Özür dilerim. Sana bağırmak istemedim," dedikten hemen sonra omzumda bir el hissettim. Kollarını bana doladı. "Lütfen, her şeyi anlat."

 

"Önce otur ama," dedi zarifçe beni sandalyeye yönlendirirken.

 

Sandalyeye oturdum. Karşıma geçtiğinde, "Bu olaylardan çok önce diye duydum," dedi ve susup beni izledi. Oflayarak, "Sanırım o kaybolduktan birkaç gün sonrasında," dedi.

 

Gözlerim büyüdü. Şaşkınlıkla ağzım aralandı. "Bir dakika ya." Ayağa kalktım. "Ben anlamıyorum. Yani kaybolduğundan beri mi?"

 

"İlk kayıp olduğu için işe almış sonrasında olayın cinayet olduğu anlaşılınca Ceren Hanım yüklü miktarda para teklif etmiş ve ona katili getirmesi için bir zaman vermiş."

 

"Ben şu an cidden anlamıyorum. O yüzden mi bana ablamı bulmamda yardım ediyordu!"

 

"Belki de."

 

"Ablamın katil olduğu ihtimalinden ötürü onu arıyor! Benim için yaptığını sanmıştım..."

 

Durup son söylediğim cümleyi düşündüm. Neden benim için yapsın ki? Ne büyük aptallık... Böyle düşünmemeliydim.

 

Serra'nın bağırışını duyup ona baktım. "Sana sesleniyorum duymuyor musun?"

 

"Buradayım... Duyuyorum."

 

"Acayip korkuttun beni. Hadi geç içeri otur. Bize kahve yapıp biraz da buraları toparlayıp geleceğim. Sonrasında sormak istediğin bir şey varsa konuşuruz zaten."

 

Salona geçip oturduğum süreçte elim birkaç kez telefona gitti ama yine de onu aramadım. Yüz yüze geldiğimizde onunla yüzleşecektim. Her şeyi bildiğimi söyleyip bana tüm yüreklilikle anlatmasını isteyecektim. Şimdi zamanı değil...

 

Serra elindeki kahveleri getirirken, "Bunları benden duyman hiç doğru olmadı," dedi ve kahveyi bana doğru uzattı. Elindeki kahveyi alıp yudumlarken onu izledim. "Yani açıkçası şaşırıyorum." Yanıma oturdu. "Sırf bir görgü tanığı yüzünden mi ablanı katil olarak görüyorlar?"

 

"Sanırım öyle."

 

"Ama kadının ucube biri olduğunu duydum. Yani biraz kafadan kontak... Kim ona inanır ki?"

 

"Kim olduğunu biliyor musun?" diye sordum. Kaşlarımı çattığımı fark ettiğim an kendimi düzelttim.

 

"Orada yaşayan yaşlı bir çift diye duydum ama emin değilim de... Yakınlarda oturuyorlarmış." Kahvesinden bir yudum daha alıp kenara koydu. "Belki de tanıyorsundur."

 

"Olabilir. Sonuçta oraya birçok kez gittim. Yakınlarda yaşayan birileri olduğunu fark etmemiştim ama elbet denk geldiğim komşularımız oldu. Biraz ıssız bir yerdir orası. Evler de birbirinden uzakta."

 

"Yani evinin penceresinden bakıp görebilecekleri bir mesafede değiller. Orada herhangi bir şey olsa kimse ne görür ne duyar diyorsun. Doğru mu anlıyorum?"

 

Kafamı olumlu sallarken, "Aynen, öyle," dedim. "Bana pek güvenilir gelmedi. Kimin lafına inanarak Hazen suçlu gibi gösterebildiler merak ediyorum... Sahi, yakınlarda sadece bir ev var aslında. Bizi görebilirler ama yine de o ev daha satılmadı bile. Yıllardır boştu."

 

"Belki de satılmıştır. Kadın zaten onunla tanışmak için gittiğini söylemiş. Bahsettiğin evi satın alan birileri olmuş olabilir," dedi ve ayağa kalktı. "Lavaboya gireceğim ne taraftaydı?"

 

"Üst katta sağ koridorda."

 

Odanın içi havasız gibiydi. Ayağa kalkıp bir tane pencere açtım ve rüzgarın suratıma çarpmasına izin verdim. Kasım yağmurunu seviyordum. Benim mevsimimdi. Bir süre yağmurun yağışını izlediğimde Serra'nın hala gelmediğini fark ettim. Kapıya yaklaşıp koridora doğru bağırdım. "Serra, lavaboyu bulabildin mi?" Sesim evde yankılansa da ondan ses seda yoktu. Belki de işi uzun sürmüştür, diye düşünsem de merak edip merdivenlerden çıkarken salondan gelen telefonumun sesini duydum. Geri dönüp telefonumu alana kadar ekrana bir cevapsız çağrı bildirimi düşmüştü bile. Arayan kişinin Kenan Emir olduğunu gördüğümde yüzümde sinirden bir gülümseme oluştu. Ona o kadar sinirliydim ki tüm gerginliğimi telefonda atmak yerine yüz yüze görüşmeyi bekliyordum.

 

Telefonu kenara bırakacakken tekrardan çaldı. Arkamdaki ses, "Kim arıyor?" diye sorunca ona dönüp gülümsedim.

 

"Kenan Emir arıyor."

 

Telefonu meşgule atıp telefonu koltuğa fırlattım.

 

"Açmayacak mısın?"

 

"Hayır, açmayacağım. Onunla yüz yüze geldiğimde konuşmak istiyorum ama artık bunun da gerçekleşeceğini hiç sanmıyorum."

 

"Belki açsan daha iyi olurdu. Eminim ki bir açıklaması vardır."

 

"Üzgünüm Serra ama ben olaylara senin kadar iyimser bakamıyorum." Telefondan gelen bildirim sesini duyduğumda koltuğa oturup mesaja baktım.

 

Serra merakla yanıma sokuldu. "Ne yazmış?"

 

"Telefonu aç. Konuşalım."

 

"Bu kadar mı?"

 

"Evet, neden garipsedin?" Surat ifadesinden ötürü gülmemi durduramam diye suratımı çevirdim. Tekrardan bildirim sesi geldiğinde bakmayarak telefonu yanıma koydum.

 

"Yani ben Denizle bu kadar resmi konuşamam. Sen fazla düzsün."

 

"Ama siz Denizle sevgilisiniz."

 

"Siz değil misiniz?"

 

"Hayır, eskiden öyleydik ama şimdi ablam kaybolduğunda onu birlikte bulmak için sözleşmiştik. Bana ablamı getirecekti."

 

Serra kahkaha attı. Ardından ne yaptığını anlayıp şok olmuş gibi bana baktı. "Özür dilerim. Komik geldi çünkü... Yani aslında ne yaptığını düşündüğümüzde... Sinirden güldüm." Suratı düşmüştü. "Cidden çok aptalcaydı."

 

"Hayır, tam yerinde bir hareketti," diyerek onu düzelttim. "Bence de tüm olanlar çok komik çünkü ben kolay kolay ayakta uyutulacak biri değilimdir. Beni kandırıyor."

 

"Sana yalan söyledi," diyerek beni destekledi. "Senden sırlar sakladı. O tam bir yavşak!"

 

"Ne?" dedim son dediği şeyi duyduğumda.

 

"Eee, ne yapabilirim? Arkadaşımın eski sevgilisi ve şimdi ki yalancı eski sevgili slash yalancı sözde arkadaşını savunacak halim yok ya!"

 

Gözümden yaş gelene kadar kahkaha attım.

 

"Ne oldu?" diye sordu kedi gibi ses çıkartarak. "Haksız mıyım?"

 

"Hayır, çok komiksin. Sırf ben sevmiyorum diye hemen ondan nefret etmene inanamıyorum! Cidden garip birisin."

 

"Bence bu yapılması en doğru şey," diyip gururla bana baktı. "Daha mesaj attı mı?"

 

"Hayır, sanırım atmadı."

 

"Şu an gidip ne yapmak isterdim biliyor musun? Biraz aptalca ama..." Kahkaha attı. "Hani Amerikan filmlerinde olur ya. Gidip kapısına yumurta atarlar. Kenan Emirin kapısına gidip yumurta fırlatmak isterdim... Sen istemez miydin?"

 

"Yani ben..."

 

"Sen ne?"

 

"Açıkçası Kenan Emirle uğraşacağıma gidip o kadını bulmak isterdim. Teyit etmek isterdim. O yazlık eve gidip onu tam olarak nerede gördüğünü ve davranışlarını, giyimini sormak isterdim. Belki de kadın birini görmüştür ama gördüğü kişi o değildir."

 

"Aslında haklısın," dedi Serra ve bir anda sessizleşti.

 

"Benim sessiz biri olmam normal ama sen bir anda sessizleşince ürktüm... Dünyanın sonu mu geliyor?"

 

Esprime kahkaha atıp elini hayır der gibi salladı. "Dünyanın sonu gelmiyor. Sadece cidden bu dediğini yapsaydık ne olurdu merak ediyorum."

 

"Nasıl yani?"

 

"Yani gidip sormak istiyorsun ya hani... Çaya gider gibi yanımızda bir kek, kurabiye götürsek olmaz mı? Çay bahane yani. Sorularımızı sorar sonra kalkarız."

 

"Aslında iyi fikir," dedim söylediği şeyi düşünerek. "Ama geç olmadı mı?"

 

"Yani çok değil ama yarın gideriz istersen."

 

Olumlu şekilde kafamı salladım.

 

Serra soğumuş kahvesini yudumlayıp yüzünü ekşitti. "Hem Kenan Emirle de konuşuruz. Büyük ihtimalle bizden çok şey biliyordur. Gidip konuşmuştur bile."

 

Hışımla ayağa kalktım. "Olmaz!"

 

"Ne olmaz?" Korkuyla ayağa kalktı. "Olmayan ne?"

 

"Şimdi gidelim. Saat o kadar da geç değil."

 

"Aklımı çıkardın Neva!" Sağına soluna baktı. "Tamam ama... Of tamam hadi hazırlanıp çıkalım hemen."

 

"Hazırım, kabanımı giyeyim."

.

.

.

12.08.2024 13:58

Loading...
0%