Yeni Üyelik
10.
Bölüm

9. Domino Taşları (Part-2)

@gokce_sultann

 


Lütfen hikayeye oy vermeyi, takibe almayı ve yorum yapmayı unutmayın... İyi okumalar dilerim. :)


 

***
 

 

Serra benden önce hazırlanıp arabayı çalıştırmaya gittiği için aceleyle dış kapıyı çarptım.

 

Serra kafasını camdan çıkartıp bağırdı. "Nerede kaldın?"

 

"Mia ve Oscar acıkmışlar!"

 

"Kapıyı kilitle!"

 

"Ay, of..." Ağzımın içinde bir küfür geveledim. Kapıyı kilitleyip ona doğru koştum. "Arabayı kullanmamı ister misin?"

 

"Hayır, sorun değil."

 

"Yorulursan söyle."

 

Kafasını olumlu şekilde sallayıp hemen yola koyuldu. "Kurabiyeyi aldın mı?"

 

"Evet, burada." Elimdeki poşeti havada sallayıp ona gösterdim sonrasında arka koltuğa koydum. "Sence evdeler midir?"

 

"Bilmiyorum."

 

"Sahi benimki de soru mu... Belki de o evde yaşamıyorlardır bile ama yakınlarda bir tane hediyelik eşya dükkanı var. Beni tanıyorlar. Olmadı onlara sorarız."

 

"Evet, mantıklı bir fikir..." Gülümseyerek bana baktı. "Telefonun arabaya otomatik bağlandı sanırım. Bize şarkı aç bari. Bu yolculuk böyle geçmez."

 

Orman yolunda ilerledikçe yağmur daha da hızlı yağmaya başlamıştı. "Buradan düz mü?" diye sordu Serra.

 

"Evet, düz ama artık yolu göremiyorum. Ayrıca kendi sesimi bile duyamıyorum." Müziği kapattım. "Çok fazla yolumuz kalmadı."

 

Hediyelik eşya dükkanını işaret etti. "Hediyelik eşya dükkanındaki adama gidecek miyiz?"

 

"Evet, bak ışıkları açık. Hem adamın ne diyeceğini merak ediyorum."

 

"Açıkçası bende merak ediyorum."

 

Hediyelik eşya dükkanının önünde durduğumuzda içeriden asansör müziklerine benzer bir ses geliyordu.

 

Serra, "Adamın müzik zevkine hayran kaldım," diyerek gözlerini belerttiğinde arabayı durdurdu.

 

İkimizde arabadan çıktığımızda kabanımı ensemden yukarı kafama kadar çektim. "Hızlı ol Serra!"

 

Kapının önüne geldiğimizde kapıyı iteledim. Kapının üzerindeki zil tıngırdadığında tezgahın arkasında duran çocuğu gördüm. "Hoş geldiniz efendim."

 

Çocuğun duyabileceği yükseklikte kolay gelsin diyip, kendimi kar kürelerinin olduğu bölüme attım. Serra da yanıma gelip, "Hadi hemen sorup gidelim," diye fısıldadı.

 

"Adam burada yok."

 

"Çocuğa soralım o zaman. Sahi biraz garip bakıyor bize."

 

"Cevdet Beyin oğlu o. Gözleri görmüyor."

 

"Ay, ciddi misin?" Kafasını tavana kaldırdı. "Tanrım beni affet." Mahçup bakışlarını tavandan indirip çocuğa doğru yaklaştığında, "Bir şey sormak istiyorduk ama aradığımız kişi siz değilsiniz," diyerek konuya girdi. "Ama sizin de yardımcı olabileceğinizi düşünüyoruz."

 

Serra'nın yanında durup genç çocuğa baktım. "Cevdet Bey yok mu?"

 

"Hayır."

 

Kısa ve net cevabının beni yıldırmasına izin vermedim. "Nerede?"

 

"Burada değil."

 

"Buranın yaklaşık on dakika ilerisinde bir yazlık ev var..."

 

Çocuk konuşmamın devamını beklemeden atıldı. "Ben sizin zaman kaybı yaratacak sorularınızı duymak istemiyorum. Evet, orada bir cinayet işlendi ve hala yapan belli değil. Katil kim bilmiyorum ama canice öldürüldüğünü biliyorum. Ölen kişiyle tanışıklığım var. Arada sırada buraya gelir ve eşine kar küresi alırdı. Onun dışında bildiğim bir şey yok. Daha fazla söyleyecek bir şeyim yok ama beni daha fazla zorlamayın çünkü aradığınız cevap burada."

 

Serra ile aynı anda gösterdi rafa baktık. Fenerlerin ve kar kürelerinin olduğu rafa bakıp ne anlatmaya çalıştığını çözmeye çalışırken Serra bir anda çığlığı kopardı. "Seni aptal çocuk! Şu an bizi tehdit mi ediyorsun sen! Aptal, tüfeğin o tarafta değil. Sağ tarafında! Sen kim oluyorsun da bizi tehdit ediyorsun!"

 

"Serra sakin ol," diyerek onu kollarından tutmaya çalıştım ama Serra hızını alamayıp kendini önündeki tezgahın önüne attı. "Bu kız o evin sahibi! Bir şey sormak için geldik." Genç çocuğun yakasına yapıştığında Serra'nın elini kendime çekip genç çocuğu kurtardım.

 

Serra, "Neva bırak beni! Bu aptal daha bizi nasıl tehdit edeceğini bilmiyor bile," diye bağırdı. "Sıçtığımın tüfeği sağ tarafında!"

 

"Sakin olun lütfen," dedi genç çocuk tüm soğuk kanlılığıyla. "Kimseyi tehdit etmiyorum. Sadece sizi cinayetin işlendiği evi merak eden cinayet, gizem meraklısı aptallardan sandım. O yüzden o tarafı gösterdim."

 

"Nasıl yani?" diye sordu Serra. Sesi içine kaçmış gibiydi. Ne olduğunu çözmeye çalışırken bana baktı. "Anlamadım."

 

"Yani fener diyorum. Orada ışık olmadığı için fener almaya gelenler oluyor. Bence sizde alsanız iyi olacak."

 

"Ben," dedi Serra tüm utancıyla ve tekrardan bana baktı. "Tamam, fener iyi olur. Değil mi Neva?"

 

Havanın soğuk olmasına rağmen tüm bedenim yanıyordu. Serra'nın büyük şovundan sonra boğazımı temizleyip, "Evet. Fener alsak iyi olacak. Aslında bahçenin ışıklandırmaları iyiydi ama şu an hiçbir yerde ışık olacağını sanmıyorum," dedim ve genç çocuğun feneri getirmesini bekledim.

 

"İki tane olsun." Serra tüm nazikliği ve sanki genç çocuk onu görebiliyormuş gibi en içten tatlı gülümsemesiyle ona baktı. "Lütfen."

 

Genç çocuk fenerleri getirdiğinde cüzdanımdan parayı çıkartıp tezgaha koydum. "Üstü kalsın lütfen. İyi günler."

 

Fenerleri alıp kapıya yöneldim. Serra arkamdan bana yetişmeye çalışırken, "E daha sormadık ki?" diye fısıldadı.

 

"Serra," dedim iç çekerek. "Soracak yüz bırakmadın ki..."

 

"Haklısın." Kafasını eğip kapıyı açmak için elini uzatırken genç çocuğun seslenişiyle duraksadı.

 

"Serra Hanım, ne soracaktınız?"

 

"Görgü tanığını. Ablamın kaçtığını söyleyen yaşlı kadının evini merak ediyordum," diyerek araya girdim ve ona doğru yürüdüm.

 

"Yıllardır boş olan eve taşındılar."

 

"Tahmin ettiğimiz gibi!" diyerek heyecanlandı Serra. Bana dönüp, "Çok uzakta değiller yani değil mi?" diye sordu.

 

Kafamı salladım. "Bizim eve çok yakın."

 

"İlk defa mı geliyorsunuz buralara?" dedi genç çocuk gülümseyerek. Cidden etkileyici bir gülüşe sahipti. Gülüşünü uzun süre izleyip kapının önündeki Serra'ya döndüm. Serra gülümseyerek, "Evet, ilk defa," dedi ve kapıyı açtı. Soğuk hava içeriye girer girmez vücudum titredi.

 

"İlginç," dedi genç çocuk. "Kokunuz tanıdık gelmişti oysa ki."

 

"Parfümüm cidden özeldir. Herkeste olabilecek bir koku değil ama ilk defa rast geleceğiniz bir koku da değildir. Yoğun amber kokusu size tanıdık gelmiştir."

 

"Kesinlikle," dedi genç çocuk. "İyi günler."

 

"İyi günler," diye karşılık verdim.

 

Arkamı dönüp kapıya yöneldiğimde, "Serra Hanım kapının önündeki şemsiyeyi alınız. Hava çok yağmurlu," dedi genç çocuk.

 

Serra suratını büzüştürerek ona baktı. Suratındaki ifadenin aksine sesi pamuk şekerini andırıyordu. "Teşekkür ederim... Hediyeniz için."

 

Serra dışarı çıktığında kapının üzerindeki zil tıngırdadı. Koşarak ona yetişip omzumla kapıyı tuttum. Serra şemsiyeyi açmış beni bekliyordu. Şemsiyenin altına koştuğumda birlikte arabaya doğru yürüdük. "Lütfen bunu Denize anlatma," dedi ve kapımı açtı. Koltuğa oturduğumda koşarak sürücü koltuğuna geçti. Şemsiyeyi arkaya doğru fırlatırken, "Söz verir misin?" diye sordu.

 

"Açıkçası ne demek istediğini hiç mi hiç anlamadım."

 

"Bildiğin çocuk bana yazdı. Yok kokuma iltifatlar," diyip arabayı çalıştırdı. "Yok efendim şemsiye bizim hediyemiz..."

 

Arkaya doğru kafamı çevirip şemsiyenin koltukta yaptığı çamur lekesine baktım. "Haklısın, üstelik kendi şemsiyesini hediye etti."

 

"Denizle bir kıskançlık krizi yaşamak istemem."

 

"Tamam, bu bir sır ama o bunları sorun etmez."

 

Yola çıktığımızda, "Arkadaşlık başka sevgililik başka," dedi ve yüzünü cama doğru yaklaştırdı. "Göremiyorum... Arkadaşına kıskanç olmayabilir ama Deniz bana karşı kıskanç."

 

"İlginç," diyerek güldüm. "Ondan beklemediğim bir şey."

 

"Artık şu yol bitsin." Serra hızlandığında yağmurun cama daha sert çarpmasıyla neredeyse hiçbir şey göremiyorduk. "Yaşlı teyzenin evini teyit etmemize sevindim."

 

"Evet, cidden ama ışıkların olmamasına sinir oldum. Bahçemizin ışıklandırmaları gayet iyiydi. Yarın bahçıvanı aramalıyım... O halleder."

 

"Bence bırak öyle kalsın. Baksana birkaç meraklı evinizi ziyarete gidiyormuş. Onlara yardımcı olmana gerek yok."

 

"Haklısın," dediğimde ayağımın altındaki fenere ayağımı vurdum. "Bunları arkaya koyayım." Fenerleri alıp arka koltuğa yerleştirmek için emniyet kemerini açıp arkaya doğru uzandığımda ani fren sesi kulaklarımı doldurdu. Arabanın hakimiyeti kısa süreliğine Serra'nın elinden kaçtığında İki koltuğun arasında savruldum. Araba en sonunda durduğunda göğüs kafesimi tutarak yerime oturdum.

 

"Özür dilerim. İyi misin?"

 

"Çok kötü değilim." Suratımdan ne kadar canım yandığını görebiliyordu. "Ne oldu öyle?"

 

"Lastik patladı sanırım."

 

Acımı unutup endişeyle ona baktım. "Hayır ya. Sakın!"

 

Serra arkadaki şemsiyeye uzandı. "Çıkıp bakacağım."

 

"Bekliyorum."

 

Elim hala göğüs kafesimim olduğu yerdeydi. Canımın acısı zaman geçtikçe azalıyordu. Sırtımı dikleştirip Serra'yı izlemeye çalıştım ama camdan görebildiğim tek şey sarı şemsiyenin yağmur damlalarına yansımasıydı. Kapımı açıp dışarıya adımımı attığımda yağmur suratıma sert bir şekilde çarpmıştı. Ona doğru koşup şemsiyenin altına girdim. "Patlamış."

 

"Şaka yapıyorum de!"

 

"Hayır, maalesef ki yapamıyorum."

 

"Arabaya girelim. Servis çağıralım."

 

"Telefon çekmiyor ki."

 

"Doğru ya," dedim cebimden telefonu çıkartıp. "Ama bazen çekiyor. Eve doğru yaklaştıkça çeker."

 

Arabaya doğru koşup içeriye girdim. Aynı anda Serra da geldi. "Ne yapacağız Neva?"

 

"Hediyelik eşya dükkanında çekiyordu."

 

"Evet ama oraya geri dönemeyiz. Çok uzakta."

 

İç çektim. "Evet, ev daha yakında."

 

"Yürüyebilir miyiz?"

 

"Bu yağmurda mı?"

 

"Evet, ne kadar yakın."

 

"Aslında yürüsek en fazla beş yedi dakika ama bu yağmurda çok zor."

 

Kafasını geriye doğru koltuğa vurdu. "Hepsi benim suçum!"

 

"Saçmalama! Nereden bilecektin ki?"

 

"Bilmiyorum ya!" Kafasını ellerinin içine gömüp ağlamaya başladı. "Çok aptalım, çok!"

 

"Saçmalama." Omzunu dürttüm. "Ağlama, bunun için ağlanır mı?"

 

Kafasını kaldırdı. Yüzü yağmur suyu ve göz yaşlarıyla karışmış, ıslaktı. Gözleri ve burnu hemen kızarmıştı. Sarı saçlarını geriye attı. "Sabaha kadar birinin bizi kurtarmasını mı bekleyeceğiz?"

 

Düşündüm... Cidden sabaha kadar birinin bizi kurtarmasını mı bekleyecektik? Yol o kadar da uzun sürmeyecekti ama bizi kim kurtarabilirdi ki? Telefonuma baktım. Sinyal hala yoktu. "Biraz yürüsek sinyal çeker ve Denizi ararız. Sonra arabaya geri döneriz."

 

Serra bir süre daha sessizliğini korudu. En sonunda bana baktı ve gülümsedi. "Bu yağmurda hasta olacağımızı varsayarak hastane masraflarını karşılamama izin ver, kabul ederim."

 

Kahkaha atarak, "Çatlaksın," dedim.

 

"Ciddiyim."

 

"Tamam, düşüneceğim."

 

"Söz ver, Neva."

 

Gözlerimi devirdim. "Tamam, söz... Çok ilginçsin cidden."

 

"Öyleyimdir," diyip gülümsedi. Arka koltuğa uzanıp fenerleri aldı. "Fener, şemsiye, telefon ve çanta... Başka eksik yok değil mi?"

 

"Ne olur ne olmaz şu kurabiyeden cebime koyacağım." Kahkaha atarken bir yandan da cebime birkaç kurabiye doldurdum. "Eve gidince bu kaban doğru kuru temizleyiciye..."

 

"Bence de," deyip gözlerini büyüttü. "Hazır mısın?"

 

Abartılı şekilde tüm nefesimi dışarıya verip, "Evet, hazırım... Üç deyince çıkıyoruz," dedim ve gülmeye başladım.

 

Benimle birlikte Serra da gülüp, "Cidden iki kafadan kontak birleşince ne olur diye düşünmemize gerek yok artık. Çünkü cevabı şu an tahmin edebiliyorum," dedi.

 

"Üç... Kendimi hiç hazır his," diyip gülmeye başladım. "İki..." Serradan onay almak için onu süzdüm.

 

Serra kahkaha attı. "Tamam, hazırım."

 

"Bir!"

 

İkimizde aynı anda dışarı çıktık. Sağanak yağmurdan ikimizde nasibimizi almıştık. Serra arkadan arabayı kilitledi ve karşı yola doğru koştuk. Yağmur suyu botumun içine kadar girmişti. Fenerlerimizi açıp yolu görmeye çalışırken bir yandan da şemsiyenin altında sinyalin çekip çekmediğini kontrol ediyorduk.

 

Birkaç dakika sonra ikimizde sırılsıklam ve yorgunduk. "Artık geri dönelim!"

 

"Hayır, o kadar yürüdük. Eve kadar yürümemiz daha mantıklı değil mi?"

 

"Serra emin misin?"

 

"Eminim," dedi titreyen bedeniyle bana sokulurken. "Geriye dönmemiz mantıksız. Üstelik önce eve gidebilir miyiz? Evde kıyafet varsa üzerimizi değiştirir sonrasında yaşlı kadını buluruz."

 

"Deniz bizi alana kadar o evde kalacağımı düşünmüyorsun değil mi? Eniştem o evde öldürüldü."

 

"Haklısın, bazen bu gerçeği unuttuğuma inanamıyorum."

 

Aramızda bir sessizlik oluştu. Üşüyen elimi ısınması için cebime attım. "Anahtar burada değil!"

 

"Ne demek burada değil!" diye bağırdı.

 

"Aldığıma emindim."

 

"Çantana bak, hemen!"

 

Şemsiyenin altında çantamı açmaya çalışırken Serra da görebilmem için telefonun fenerini açmıştı. "Burada!"

 

Serra heyecanla, "Buldun mu!" diye bağırdı.

 

"Evet ama sadece iki arka dış kapınınkisi var," diyip anahtarı elime aldım.

 

"Yani içeriye giremeyecek miyiz?"

 

"Arka güvenlik kapısından girebiliriz ve gizli giriş kapısından."

 

"Gizli giriş kapısı?"

 

"Evet, arkada gizli giriş var. Sadece aile üyelerinin bildiği bir kapı... Sahi normalde anahtarların hepsinin yan yana olduğunu hatırlıyorum."

 

"Neyse ne, lütfen artık gidelim. Dayanamayacak haldeyim," diyip bana sokuldu. "Çok üşüdüm."

 

Tekrardan yola koyulduğumuzda ikimizde öksürüyor ve burnumuzu çekiyorduk. "Cidden bu fikrin mantıklı olduğunu mu savunduk?"

 

Soruma karşılık bir yandan burnunu çekip bir yandan da gülen Serra'ya bakıp gülümsedim. "Ciddiyim, çok aptalım. Düşünmeden hareket ettim. Çünkü çok kızgındım."

 

"Kime?" diye sordu.

 

"Kenan Emir," dedim öfkeyle. "Çok sinirlendim. Beni arkamdan vurdu. Hemde ben ona güvenirken!"

 

"Haklısın, sonuna kadar haklısın!"

 

"Bu taraftan... Orman yolu daha yakın ve ağaçlar bizi yağmurdan korur."

 

"Ama çamur," diyerek isyan etti.

 

"Biraz yürüdükten sonra taşlı yola gireceğiz zaten."

 

Çamurlu yolda yürürken yağmur azalmıştı. Ağaçlar, sert esen rüzgarı kesmişti. Daha rahat nefes alabiliyorduk. Serra, "Burası çok korkutucu. Etraftan her an biri çıkar diye feneri sağ sola çevirmeye bile korkuyorum," dedi.

 

"Az kaldı. Hem bu saatte burada bizden başka kimse yoktur," diyip hem onu hem de kendimi avutmaya çalıştım.

 

"Biliyor musun o kör çocuğun bana ilgisi olduğunu düşündüğüm için şemsiyeyi almayacaktım ama hayatımızı kurtardı."

 

Yüzünü net göremesem de kıkırdayışından ötürü ona baktım. "Neyse ki inat edip almamazlık etmedin."

 

"İyi ki," derken sıkıca koluma yapıştı. "Orası mı?"

 

Kafamı çevirip fenerin aydınlattığı yere baktım. "Evet, bak az kaldı."

 

Adımlarımızı hızlandırıp demir sürgülü kapıya yöneldik. Kapının deliğine anahtarı sokup çevirdiğimde kapıyı yavaş bir şekilde öne doğru ittim.

 

"Bu evin güvenliği yok mu? Yani onca olan şeyden sonra?"

 

"Bu biraz benim eksikliğim sanırım ama şu an elimde olan bir şey değil. Buraya dönmek benim için kolay değil... Sonuçta onu burada bulmuşlar."

 

Kafamı kaldırıp feneri eve doğru tuttum. "Sana anahtarı vereyim. Ben içeri girmek istemiyorum."

 

"Ciddi olamazsın?"

 

"Hayır, ciddiyim," dedim tok bir sesle. "Buraya gelene kadar bu yaptığımızın mantıklı olduğunu düşünmem aptallık olmalı..." Pişmanlıkla evi izledim. "Korkuyorum. Oraya girmeyeceğim. Sadece görgü tanığının evine gitmemiz yeterliydi. Neden buraya kadar geldim ki?" Nefesim daralmıştı. Yere doğru eğilip feneri toprağın üzerine bıraktım. Elimle göğüs kafesimi tutarken gözlerimi kapattım.

 

"Korkuyor musun? Buraya kadar gelmişken hem de."

 

"Sadece ablamı istiyorum," diye itiraf ettim. "Buraya bu yüzden geldim. Yaşlı kadının söyleyeceklerini duymam lazımdı..."

 

"Hala o kadını bulup görüşebiliriz... Denizi arayıp bizi almasını söyleyeceğim. O gelene kadar kadının evini bulabiliriz. Hem Deniz bize engel olmaz." Elini omzuma koyup sırtımı sıvazladı. "Hadi kalk. Eve doğru yürüyelim. Telefon çeken bir yer olmalı."

 

"Evin içinde kesin çekiyordur ama içeri girmesek mi?"

 

"Korkaklık etme Neva." Serra hızlı adımlarla benden uzaklaşırken onu izledim. Telefonunu cebinden çıkartıp havaya doğru tutuyordu. "Neva, hadi gel!" Bana bakıp ardından önüne döndü. Eve doğru yürürken ona yetişmek için arkasından koştum.

 

"Bu evin kapısı nerede?"

 

"Arka kapı köşeyi dönüce sarmaşığın arasında kalıyor," dediğimde bir çıtırtı duydum. Endişeyle etrafıma bakınıp, "Kim var orada?" diye bağırdım. Serra korkuyla yanıma yaklaştı. Fısıltıyla, "Biri var. Katil burada olabilir mi?" diye sordu.

 

"Saçmalama. Katilin burada ne işi olacak?" Endişelerimin yerini korku kaplamıştı. Ama isteğim katili bulmak değil miydi? Katil bana ablamı geri verecekti...

 

"Neden saçma olsun ki? Sonuçta "

 

Sağ taraftan vuran ışıkla birlikte aynı anda önce ışığa sonra birbirimize baktık. Işığın bize doğru hızla yaklaştığını fark ettiğimde, "Kapıya koş!" diye bağırdım. Kolumu sıkıca kavrayıp koşmaya başladığında onunla birlikte sarmaşıklara doğru koştum.

 

Köşeyi döndüğümüzde karşımıza çıkan iki kişiyi fark ettiğimde korkuyla nefesim kesildi. Sonumuz geldi, diye düşündüm. Serra çığlık atıp arkama geçtiğinde karşı taraftan gelen tanıdık sesle afalladım. "Kimsiniz?" Serra'nın elinden feneri alıp tam karşımda duran kişinin suratına yönelttim. Elleriyle gözüne gelen ışığı engellemeye çalışan Kenan Emir, "İndir şunu!" diyerek kızdı.

 

"Senin burada ne işin var?"

 

"Asıl siz ikinizin burada ne işi var!" Kenan Emir'in arkasından bize doğru yaklaşan Deniz'i gördüğümde şaşkınlığımı gizleyemedim. Deniz kaşlarını çatmış önce bana sonra arkama saklanan Serra'ya büyük bir öfkeyle baktı. "Bana bir açıklama borçlusunuz!"

 

Serra titreyen sesiyle, "Deniz!" diye bağırıp Deniz'in kollarına attı kendini. "Katil burada. Bir ses duyduk!"

 

"Duyduğunuz ses bizden geliyor olabilir mi?"

 

Kenan Emir'in küçümseyici bakışlarına bir de ses tonundaki ima eklenince ona doğru yaklaştım. "Karşında aptal mı var senin? Üzerimize doğru koşan biri vardı."

 

"Ciddi misin?" diyip kaşlarını çattı. "Deniz, kızlar seninle kalsın. Geliyorum hemen."

 

Ağzımı açıp bir kelime edebilecek zaman bulamamıştım. Kenan Emir köşeyi dönüp gözden kaybolduğunda arkasından bakakaldım.

 

"Daha arkasından bakacak mısın Neva?"

 

Deniz'in bize olan öfkesini hala üzerinde taşıyordu. Ona döndüm. "Burada ne işiniz vardı? Üstelik ikiniz birlikte..."

 

"Bizi sorguya çekmeden önce bence ilk siz burada ne halt yediğinizi anlatın!"

 

"Bu ne biçim konuşmalar böyle! Kendine gel lütfen."

 

"Neva haksızsınız! Daha da fazla uzatmadan," derken Kenan Emir'in yanımıza gelmesiyle sözünü yarım bırakıp kollarının arasında duran Serra'yı kendinden uzaklaştırdı. "Birini gördün mü Emir?"

 

"Hayır, sadece fener vardı ve ayak izleri..."

 

"Ne yapacağız?" diye sordum merakla. "Kim olduğunu bulabilir miyiz?"

 

"Ben bulabilirim," dedi iğneleyici ses tonuyla. "Ama sizi şu ilgilendiren bir konu yok o yüzden arabaya doğru yürüyün."

 

Serra, "İkiniz birlikte mi geldiniz?" diye sordu çekinerek.

 

"Hayır, ayrı arabalarla geldik." Deniz'in bakışları, ses tonu fazla sertti. İkimize de kızgın olduğu aşikardı.

 

Gözlerimiz buluştuğunda en az Serra kadar çekingendim. Bir hata yaptığımı düşünmüyordum. Tam olarak neye kızdığını bile bilmiyordum ama yolda giderken sorunumuzu çözebileceğimizi umut ettim. "Bende sizinle geleyim o zaman."

 

"Olmaz biz buradan başka yere gideceğiz."

 

Suratımda hiç mimik oynamamıştı. Aramıza duvar örmeye çalıştığının farkındaydım. Benimle şu an görüşmek istemediğinin de farkındaydım. Ama Serra'yı evine götürecek... Beni de götürebilir.

 

"Arabanın lastiği patladı sen yardım edersin diye düşünmüştüm."

 

"Adam çağırırız onlar yapar, yarın getirirler. Biz gidiyoruz." Serra'yı koluna takıp arkasına dönüp gittiğinde Kenan Emir'in bakışlarını yakaladım.

 

"Telefon çeken bir yer bulunca arabayı yaptırır eve dönerim," dedim kaşlarımı çatarak. "Lastik değiştirmeyi bilmiyorum."

 

"Tanıdık birilerini gönderirim. Gidelim."

 

Fazla soğuk, fazla mesafeliydi. Bakışlarında Deniz'in aksine öfke yoktu ama yine de bu durumdan memnun olmadığının farkındaydım. "Ben seninle gelmek istemiyorum."

 

Birkaç adım yaklaştı. "Neden?"

 

"İstemiyorum."

 

"Gecenin bu vakti eniştenin öldürüldüğü eve gelecek kadar kafayı yemişsin. Yolda lastiği patlatmışsınız. Buraya kadar nasıl geldiğiniz bile belli değil. Ama belli ki bu kadar yağmur yediğinize göre yürüyerek gelmişsiniz. Bizi ne kadar telaşlandırdığınızın farkında bile değilsiniz... Şimdi de benimle gelmek istemiyor musun?"

 

"Evet."

 

"Bunun mantıklı bir açıklaması vardır diye umut ediyorum. Aksi takdir de cidden kızmaya başlayacağım."

 

"Bana gerçeği anlat," diyebildim sadece.

 

"Ne gerçeği?" Kaşlarını çatıp kafasını bana doğru uzattı. Yüz yüze geldiğimizde bakışlarını benden ayırmadı. "Evet, seni dinliyorum."

 

"Benim bilmem gereken ama söylemediğin başka bir şey var mı Kenan Emir? Tüm olanlardan sonra sana güvenmiyorum... Bana hiçbir zaman gerçeği anlatmıyorsun!" Sonunda canıma tak etmişti. Bağırıp çağırmak istiyordum ama bu bile içimdeki yangını söndürmüyordu. "Sana daha bu sabah sadece git dedim ama yine dibimdesin. Neden?"

 

"Çünkü seni korumaya çalışıyorum!"

 

"Yalan söyleme!"

 

"Söylemiyorum," dedi sakince. "Sana yalan söylemiyorum. Sana her şeyi anlatacaktım ama ben anlatamadan sen öğrendin."

 

"Neyi anlatacaktın bana?" diye sordum. Tüm gerçeği itiraf etmesini istiyordum. Bana Melahat Sonkoçla iş yaptığını, ablama katil gözüyle baktığını ve aslında benim yanımda durmasının tek sebebinin bunlar olduğunu itiraf etmesini istiyordum...

 

"Haberlere düştüğünü, ablanı katil gibi gösterdiklerini anlatacaktım."

 

"Bu kadar mı?"

 

"Evet, bu kadar."

 

Israrla bir daha sordum... "Başka bir şey yok değil mi?"

 

"Hayır."

 

Sabırla bekledim. Bana gelmen için tüm yolu senin için aydınlattım. Yine de gözümün içine baka baka bana yalan söylemeyi tercih ettin...

 

"Peki," diyip gülümsedim. "Beni evime götür."

 

Acaba bu son domino taşı mıydı yoksa altında ezilmem için yeni dizilecek taş var mıydı?

.

.

.

19.08.2024 00:00

Loading...
0%