@gokcekaracao
|
İlahı Bakış Açısı
Kırmızıyla bezenmiş salonda seyirciler koltuklarına oturmuş, gösterinin başlamasını bekliyordu. Özel davetle geldikleri bu senfoni gösterisi onlarda merak ve heyecan uyandırıyor olsa gerek ki perdelerin açılacağı anı meraklı gözlerle bekliyorlardı. Salonda yüksek bir uğultu sesi hakimdi. Brosia ise sahne arkasında yayının keskinliğinden emin oluyor, kemanına son kez göz atıyordu. Siyah kıyafetleri adeta onun için yaratılmış gibiydi. Kendinden emin duruşu, yüzündeki soğuk ifade onun yüzüne taktığı koruyucu maskesiydi. Kıyafetleri ise sığındığı cepheydi.
Yayı onun silahıydı. Bedeninin bir parçası, ayrılamaz acısıydı. Yayının keskinliği ruhundaki yaraları temsil ediyordu. Vücuduna atılmış her kesiğin yansımasıydı . Kemanı ise acılarını saklayan bir kutuydu. Ruha adanmış tüm acıları her bir notanın arkasına saklamak için kullandığı bir sığınaktı.
Brosia nihayet kendini hazır hissettiğinde derin bir nefes aldı ve sahneye adımladı, bu gösteri tek kişilikti sanatçı sanatını sergileyecek , keman yaylarının arasından parıltılarını saçacaktı. Her bir notada kendi benliğini tekrar hatırlayacaktı. Her kesikte kendi acılarını başkalarının ruhlarına armağan edecekti. Gösteri acıları vardan yok etmek için tasarlanmıştı.
Küçük fakat kendinden emin adımlarla sahnenin ortasına geldiğinde derin bir nefes aldı ve kemanını omzuna yerleştirdi. Siyah ve kırmızı detaylı kemanı Brosia'nın omzunda adeta parlıyordu. Kemanı omzunda vahşeti çağrıştırıyordu. Ölümü simgeleyen kemanı, ölü birine yakışabilecek tek enstrümandı.
Kırmızı perdeler yavaşça aralandı ve spot ışıkları Brosia'yı aydınlattı. Brosia’nın göz bebeklerinin içerisinde kanlı bir ölüm ışıltısı parıldadı. Çenesi tek dayanağı olan kemanına yaslandı, sağ elindeki yayı ölümü çağırmak için hazır durumdaydı.
Seyirciler Brosia'yı görünce delirircesine alkışladı. Herkes meraklı gözlerle ilk defa gördüğü bu virtüözü inceliyordu. Oysaki henüz kimse farkında değildi. Bu bir gösteri değil, bu bir cinayetti. Gördükleri kişi virtüöz kimliğine saklanmış bir katilden başka bir şey değildi.
Brosia derin bir nefes aldı ve vahşeti andıran senfonisini notalara dökmeye başladı. Sahneye, elleri ve kolları bir tahtaya zincirlenmiş üç kurban tiyatro görevlileri tarafından sahnenin ortasına doğru çıkartıldı . Seyirciler hayret dolu gözlerle gösteriyi izlemeye devam etti. Ne olduğuna anlam verememiş olsalar dahi bunun gösterinin bir parçası olduğunu düşünüyorlardı. Brosia aldırmadı, notalarını çığlık atar şekilde salona duyurmaya devam etti. Acıları adeta kemanının yaylarının arasından akıyordu
Brosia'nın ölüm şarkısı nihayet dinginliğe ulaştığında yavaşça arkasında döndü ve adamlara doğru adımladı. Seyirciler sessizliğe gömülmüştü. Kemanın ölüm fısıltısı çoktan bu üç adamın yardım çığlıklarını bastırmış, kafalarının içine bir zehir gibi işlemişti.
Kurbanlarına yaklaştığında Brosia'nın yüzünde tiksinç dolu bir ifade belirdi. Her bir kurbanının gözünde vahşet ve korku vardı. Ölmek istemiyor belki de hayatları için bir şans daha istiyorlardı.
"Ne kadar da acizler." diye düşündü Brosia. Her seçimleri onları bu vahşete sürüklemişti ve seçimlerin ölümleri olacağını bilememişlerdi. Bu acizlikti. Ruhlarına sinmiş korku dolu kokuları sanki tüm sahneyi kaplamıştı. Bu vahşetti. Ruhlarındaki o iğrenç damgalar, bedenlerinde birer çürük haline gelmişlerdi.
Kemanının yayını yavaşça kaldırdı ve aralarından seçtiği kurbanlarından birinin boynuna yayıyla uzun bir kesik attı. Attığı kesikten kanlar fışkırıyordu, Brosia'nın yüzü kanla kaplanmıştı fakat o bundan zevk alıyor gibiydi. Yüzünde vahşi bir gülümseme belirdi.
Seyirci alkışladı çünkü bunu bir gösteri sanıyordu. Brosia ölüm ezgisini çalmaya devam etti. Her şiddetlendiğinde bir kesik daha attı. Her ruh için bir can alış daha gerçekleştirdi. Ta ki vücutlarında tek bir damla kan dahi kalmayana kadar, hiçbir uzvu tutmayana kadar, vücutları paramparça olana dek yayının keskin hareketleri hiç durmadı . Fakat bu Brosia’nın tatmin olmasını sağlamadı. Hiçbir bedenin içindeki acıyı söndüremeyeceğinin farkındaydı. İçindeki ölüm isteyen o sesi hiçbir beden susturamayacaktı.
Farkındaydı fakat bunları yapmaktan da kendini alıkoyamıyordu. Gerekliydi, Brosia için ölüm onun nefes alması için bir tutanak demekti.
Ruhlar bedenlerinden nihayet ayrıldığında Brosia derin bir nefes aldı. Vahşiliği onun kendi benliğiydi ve benliğinde olmak onun tek varlığıydı. Acılarından cephe örmek için bu kanlı bedenlerdeki ruhlar yardım edebilirdi ona . Bu sadece bir cinayet değildi Brosia’ya göre, bu yaşamdı. Bu ölüm ve yaşam arasındaki o ince çizgiydi. Bu kurtuluştu ve bu araftı. Bu seslerdi ve sessizlikti.
Brosia kandan yüzü gözükmeyen kurbanlarından nihayet gözlerini ayırdığında derin bir nefes aldı ve sanatına tekrar göz gezdirdi. Paramparça olmuş et parçaları sahnenin her bir tarafına saçılmıştı. Kan damlaları yerde bir gölet haline gelmişti. Vücutlarındaki tüm kan adeta kurumuştu. Bedenleri bembeyaz kesilmiş, kesiklerin etrafı morarmıştı. Brosia’nın gözleri adeta parıldadı . Sanatından ilk defa gurur duyduğunu hissetti.
Seyircilere doğru döndü ve kemanını yavaşça yanına doğru indirdi, kanla kaplı yüzünde vahşi bir gülümseme belirdi. Seyirciler alkışladı, bütün salonu alkış sesleri kapladı. Aralarında ayağa kalkıp alkışlayanlar dahi vardı. Brosia yavaşça reverans yaptı. Bir eliyle kemanın yayını yavaşça havaya kaldırdı . Sahnenin perdeleri usul usul kapandı ve oyun sona erdi. İlk senfoni 13 Ekim’de gerçekleşmişti. Kanla kaplı sahne, ilk cinayet mahalliydi.
*********************** Karan'ın Ağzından
Cinayet mahallinde ilerliyordum. O kadar titiz çalışılmıştı ki hayret ediyordum. Yaklaşık 3 saattir burada bulunmamıza rağmen adli tıp şuana dek herhangi bir delil bulamamıştı. Cinayet silahı yoktu, ya da bir parmak izi. Sanki hiç var olmadan bu vahşet işlenmiş gibiydi. Paramparça olmuş üç kurbanın cesedi tanınamaz haldeydi. Çoğu uzuvları kopmuş, sahnenin her yanlarına dağılmışlardı.
Her adım attığımda zeminde yayılmış kan ayakkabımın tabanına bulaşıyor, her iz bıraktığımda mideme daha da yoğun bir bulantı oturuyordu. Tiyatro salonunun büyük ağır kapıları mühürlenmişti. İçerisi soğuk bir sessizlikle kaplıydı. Bu gece parıltılı maskelerin ve gösterişli kostümlerin gölgesinde işlenmiş bir cinayet tüm ihtişamı kana bulamıştı. Bu olayın duyulması bir skandal yaratacaktı. Fakat savcılıktan gelen emirle olay gizli tutulacaktı, zorundaydı.
Ancak bu, sıradan bir cinayet değildi; bu tam anlamıyla bir vahşetti. Kan sıçramaları parçalanmış dekorların üzerine dağılmış; lüks kadife koltuklar dehşetle karışık bir kırmızıya boyanmıştı. Kurbanların bedeni parçalanmış; sahnenin her bir yanına dağılmışlardı. Sahneye gözlerimi gezdirdiğimde burada tek emin olduğum şey bu korkunç cinayeti işleyen kişinin akıl almaz bir hiddetle kaplı olduğuydu. Bunu yapanın bir insan olabileceğine inanmak neredeyse imkansızdı.
Adli tıptan Ceren yanıma doğru yaklaştı. Üstündeki beyaz koruma kıyafeti yer yer kanla kaplanmıştı. Eldivenlerinin beyazı yerini kırmızıya bırakmış, bir bütün haline gelmişti.
"Komiserim, herhangi bir parmak izi bulamadık.” Derin bir nefes aldı. “Sanki burada bulunmamış gibi, cinayeti işleyip iz bırakmadan kaybolmuş.” Gözlerini kısa bir an sahnenin kana bulanmış köşelerine kaydırdı.
“Kurbanların vücutlarındaki kesikler bıçak darbelerine hiç benzemiyor. Cinayet aleti hala bir sır. Neyle işlendiğine dair en ufak bir ipucumuz yok. İncelemeye devam edeceğiz, ama açıkçası bir şey bulabileceğimizden pek umutlu değilim.”
Haklıydı. Olay yerinde o kadar profesyonelce çalışılmıştı ki, geriye delil kalması neredeyse imkansızdı. Sanki katil, her detayı titizlikle planlamıştı. Ne bir iz ne bir ipucu kalacak şekilde sahneyi temizlemişti. Bu sahnenin ardında, yalnızca işlenmiş bir cinayet değil, korkunç bir zekanın ürünü olan titizlik yatıyordu.
"İncelemeye devam edelim en ufak bir saç teli, parmak izi…” derin bir nefes aldım.
“Ne bulursak kar. Böyle biri bir saniye daha dışarıda kalırsa herkes için büyük bir tehlike. Hiçbir detayı gözden kaçırmayın!” Sert ses tonum tüm tiyatro salonunda yankılandı. Ekipten birkaç kişinin kararlı bakışları üzerimde geziniyordu.
Ceren anladığını belli eden bir baş hareketi yaptı. Düşünceli bir ifadeyle gözlerini çevresinde gezdirdi; etrafta belki de sır perdesini aralayacak bir ipucu olabileceği ihtimalini göz ardı etmiyor, dikkatle inceliyordu. Derin bir nefes aldı ve ardından ekibine gerekli talimatları vermek için kararlı adımlarla onların yanına doğru yürüdü.
"Can!" diye seslendim. Koşar adımlarla polis memuru Can ekip arkadaşlarının yanından ayrılıp yanıma geldi. Gösteriye gelen kişilerin kimliklerinin bulunması gerekiyordu ve yapılıp yapılmadığı hakkında hala bir bilgi gelmemişti.
"Buyurun Komiserim." Ses tonunda burada bulunmaktan hoşlanmadığını belli eden bir tını vardı.
"Kimlikler, burada çalışan birileri, tiyatro salonun sahibi ?" Can'ın yüzünde sıkıntılı bi ifade oluştu. Sorduğum sorulara cevap veremeyeceği yüzünden okunuyordu.
"Komiserim biz bulmak için uğraştık ama-"
"Neyi bulmak için uğraştın Can!? 2 saat oldu çoktan bulmuş ve tanıkların ifadelerini getirmiş olman gerekiyordu." Sinirden başıma ağrı girmişti. 2 saattir olay yeri inceleme, sahneyi inceliyor ve en ufak bir detay arıyordu. Fakat ekibim gösteriye gelen tanıkları, çalışan kişileri bir türlü bulamıyordu.
"Komiserim, özel davetle gösteri düzenlenmiş. Davetler kime gitti bilmiyoruz, herhangi bir kayıt yok. Tiyatro salonunun sahibiyle konuştuk ama onun gösteri olacağından dahi haberi yokmuş yine de ifadesini almak üzere emniyete götüreceğiz." Bunu kim böyle profesyonelce planlamıştı? Karşımızda bir seri katil mi duruyordu? İlk cinayet mahali sandığımız yer aslında değil miydi?
Sinirle yüzümü sıvazladım. Hiç var olmamış gibi olan birini bulmak mümkün müydü?
Üç kurban sahnede seyircilerin gözü önünde katledilmişti. Vücutlarındaki uzun kesikler, Onları sadece öldürmek için değil, acı çekmeleri için atılmıştı. Gösteri bitene kadar hayatta kalmış olmaları, yaşadıkları dehşeti gözler önüne seriyordu. Bazı kesikler o kadar derindi ki iç organları dışarı çıkmış; sahnenin farklı yerlerine parçalanmış şekilde dağılmıştı. Her bir kesik, sahnede kalıcı bir iz bırakmış gibiydi. Bu vahşi cinayeti işleyen kişi, kurbanlarının acı çekmesinden açıkça zevk almıştı.
Dört yıldır bu meslekteydim, ama böyle akıl almaz bir cinayetle ilk kez karşılaşıyordum. Bunu çözmeden pes etmek gibi bir ihtimal yoktu. Onları birer birer bulacak ve bu sahnedeki insanları yaktıkları gibi onları yakacaktım.
Sarmaşık'ın Ağzından
Telefonu sinirle kapattım. Gazete için yazmam gereken makaleyi düzenlemek için sabahlamıştım, başım çatlayacak gibi ağrıyordu. Telefonun sesi, sanki baş ağrımı daha da körüklüyordu.
Telefon tekrar çalmaya başladı. Arayan Tuğçe’ydi. Açmazsam durmadan arayacak, uykumu tamamen bölüp beni daha da sinirlendirecekti. Derin bir iç çekerek aramayı cevapladım.
“Ne var kızım ya, sabahın köründe niye arayıp duruyorsun” dedim, isyan eden bir ses tonuyla. Tuğçe’nin kahkahası telefonun diğer ucundan duyuldu.
"Sarmaşık! Çabuk kalk, müthiş bir haber yapacağız." Dedi heyecanla. İçimden bir kez daha ofladım. Yine kim bilir hangi magazin haberi için çağırıyordu? Daha geçen gün, ünlü iş adamı Bora Yankı’nın haberi için gece üçte uykumdan uyandırmış, apar topar yatların olduğu marinaya sürüklemişti. Peki sonuç? Bora Yankı, şarkıcı Pelin Aksu ile görüntülenmişti, ama haber sonrası başımıza bir sürü tehdit yığılmıştı.
Yine böyle bir durumla karşılaşacak olmak beni geriyordu. Fakat Tuğçe’nin sesindeki heyecanlı ton merakımı arttırmakla kalmıyor, gerçekten altında büyük bir şeyler olduğunu adeta bağırıyordu.
"Ya kimsenin magaziniyle ilgilenemem şu an, Tuğçe. Daha geçen aldığımız tehditleri hatırlamıyorsun herhalde." Dedim sabırsızca.
Tuğçe üzgün bir tonda mırıldandı. “Geçen gün olanlar için üzgün olduğumu biliyorsun, Sarmaşık. “ Başımıza gelenlerin sorumluluğunun kendisinde olduğunun farkındaydı, sesi ekranın diğer ucundan bile mahçup bir şekilde yankılanıyordu.
"Kızım ne magazini . Bomba haber diyorum sana , büyük ses getirecek. Bak dinle beni gel gidelim." Dedi, sesindeki heyecan merakımı daha da körüklemişti. Haberi her kimden duyduysa, sağlam bir kaynaktan gelmiş olmalıydı.
"Ne olmuş?" diye sordum, merakla.
Tuğçe sanki duyulmasından korkar gibi, fısıldadı. “Cinayet, tiyatro salonunda işlenmiş. Duyduğuma göre kurbanların hiçbir uzvu yerinde değilmiş.” Duyduklarım adeta bedenimi buz gibi bir soğukla kapladı. “Kurbanlar derken… kaç kişi?” dedim, sesim titreyerek.
"Söylenilenlere göre üç, cinayet silahı dahi bulunamamış. İnanabiliyor musun? Bu haber fena para getirecek bize, Sarmaşık." Tüylerim ürpermişti. Bir seri katilin haberini yapmak hayatımı tehlikeye atar mıydı? Kafamda dönüp duran düşünceler arasında korkuyla heyecan arasında gidip geliyordum. Derin bir iç çektim.
"Bak, başımız belaya girmez, değil mi? Kimden duydun sen bunları?" Tuğçe minik bir kahkaha attı, sesi odanın içinde yankılanıyordu. "Küçük mavi kuşlarım var içeride, Sarmaşık. Bir şey olmaz, merak etme. Geliyor musun, yoksa tek başıma mı gideyim?" Oflayıp yataktan yavaşça kalktım.
"Geliyorum, kapat, yarım saate yanındayım." Tuğçe yavaşça güldü, ama bu gülüşün ardında bir belirsizlik vardı. Telefonu kapatıp komodinin üstüne koydum ve yataktan kalktım. Odamdaki boy aynasından resmen bir ölü gibi gözüküyordum. Uykusuzluktan çökmüş göz altlarım, rengi solmuş bir çift mavi göz ve turuncu dağınık saçlar, ruhumun ne kadar dağınık olduğunu gösteriyordu. Korkularım bir türlü peşimi bırakmıyordu.
Sıkıntıyla ofladım. Sabaha kadar haber yapmak için uğraşmak beni gereğinden fazla yoruyordu. Paraya ihtiyacım vardı, ama bu işin beni daha fazla yıpratmasından da korkuyordum. Tüm bunların üzerine bir de belki de arka planda bir katilin varlığı, içimdeki tüm dengeyi sarsıyordu.
Tuğçe’nin heyecanı beni de çekiyordu; belki bu, hayatımda bir dönüm noktası olabilirdi. Karar vermek zorundaydım. |
0% |