Yeni Üyelik
4.
Bölüm

3. BÖLÜM

@gokcelly

 

3. ‘’Mezarlık Hapishanesi’’

 

Bak bana zihni zehir.

 

Sen miydin gecesi zifir?

 

 

‘’Sevmek seni Tanrılar gibi. Seninle Tanrılaşmak.’’

 

Zehir sadece sıvıdan ibaret değildi.

Zehir bir fotoğraf karesi, bir şarkı, bir konum da sayılırdı. Seni öldürmek için damarına karışmasına lüzum yoktu hiçbir şeyin; onlar daima zihninde yaşayabilirdi.

Kendinle savaşırdın.

Kendinle savaşırken bütün hislerini kaybederdin ve o kadar çok kendine yaslanırdın ki kendinden başka kimseye sığınmayı bilmezdin.

Ben o’yum. Zehrine ev sahipliği yapan ve kimseye vermeyecek olan.

Ben Afra Kaner’im.

O zehir beni öldürecek olsa bile ben ölene dek onunla yaşayacağım.

 

Ayağımdaki pembe pabuçlarımla anneme koşmuştum. ‘’Anne bak! Avucum boyandı. Babamın gömleği boyama kalemlerim gibi beni boyadı. Ben bir defter miyim?’’

Annem o kadar korku dolu bakmıştı ki bana o an, hayatımın son anına kadar o bakış hafızamdan silinmeyecekti. Tebessüm ettim ve odama gittim.

 

Bunu. Benim bir adım var, Reha. Bana bu diyerek hitap edemez, bahsedemezsin.

Buruk bir bakışla yuttum o cümleyi. Acı bir cam kırıkları misali boğazımı yırtarak inerken geri çekildim ve sadece yarışmanın başlaması için Hale Hoca’dan komut bekledim. Beren o kadar nefret dolmuştu ki bana gözlerinden belliydi. Hakkı yoktu buna. O bana bir tokattan daha fazlasını yapmıştı.

Beklediğim komut ile havuza girdiğimde sanki tüm su bedenimi yakacak kadar kaynardı. Yanımda Beren ve başka bir kız ile yüzüyordum; hemen solumuzda ise rakiplerimiz vardı. Tüm taktikleri hatırlamalı geçmeliydim. Kimin nerede olduğunu göremiyordum ancak ben kendimin de nerede olduğunu bilmiyordum ki. Ben kimseyi kurtarmadım. Hayır Afra, tamam iyiyiz. Saniyeler öncesine göre o kadar üşüyordum ki sanki saatlerdir yağmurun altında kalmış gibiydim. Parmak uçlarım sızlıyordu. Beren bunu boğmadı. Hayır. Bunu. Bir yere tutunma ihtiyacı ile dolup taşarken yanlışlıkla ağzımı açarak su yutmaya başladım. Olduğum yerde kalırken buradan çıkmayı diledim. Buradan hemen çıkmayı, yalnız başıma kalmayı diledim.

Yüzmeyi bırakışım dibe çökmemi sağlarken biliyordum ki dibe inen sadece bedenim değildi. Boğuluyordum. Boğuluyordum ama çırpınmıyordum. Artık bir yarışma içinde değildim. Nefes alamıyordum.

Biliyordum. Yarışma çoktan bitmiş olmalıydı ama kim kazandığı hakkında bir fikrim yoktu.

Bilincimi kaybediyordum.

Ellerim iki yana düştüğünde kendimi tamamen suya bıraktım.

Bunu.

 

Uyandığımda kalın bir ses tonu karşıladı beni.

‘’Güzel olan her günü seninle tekrar tekrar yaşamak. Erimek yarını olmayan zamanlarda. Durdurmak bir yerde bütün saatleri. Bütün kuralları kırıp parçalamak. Sonra varmak o yerlere. Mevsimlere dur demek. Kar yağarken çiçek açtırmak ağaçlara. Güneşi bir akşam saatinde tutup bırakmamak. Sonra doldurmak ay ışığını kadehlere. Delicesine içmek.’’ Gözlerimi açmamıştım ancak kulaklarımdaki sesin kime ait olduğunu anlamıştım. O devam ederken yavaşça gözlerimi araladım. ‘’Ve unutabilmek her şeyi ansızın. Sevmek seni en yücesiyle sevgilerin. Birlikte geçmiş, gelecek bütün çağları aşmak. Güzel olan.’’ Ardından yüzünü inceleyen bakışlarımı yakaladığında okuduğu şiirin devamı getirdim.

‘’Sevmek seni Tanrılar gibi. Seninle Tanrılaşmak.’’ Her günüm seninle, Ümit Yaşar Oğuzcan

En sevdiğim şiirdi. Şaşkınlıkla bakan bakışlarını gördüğümde surat ifademi bozmadan yatakta doğruldum. Bana ‘bunu’ diyen kişi ile başımda en sevdiğim şiiri okuyan kişi aynı mıydı?

‘’Kendini komik mi sanıyorsun?’’ dedim kaşlarımı çatarak. Farkına vararak yaslandığı yerden çekildi ve elini yüzünde gezdirdi.

‘’Konu neydi?’’

‘’Ko, konu neydi?’’ Başımı sinirle sallayarak sesli bir nefes verdim. ‘’Yok bir konu. Ama bundan sonra karşıma çıkmanı istemiyorum.’’ Kaşlarını kaldırarak dalga geçen bir ifade takındı. Öfkeyle kalkmak için doğrulduğumda gözümün kararması ile elimi alnıma götürdüm. O da aniden kolumdan tutmuştu, düşerim diye.

Senin beni tutmana gerek yok ki Reha, bana bizzat çelme takan sendin.

‘’Bana dokunma.’’ Kolumu çekerek gözlerimi kaçırdım ve saçlarımı kulağımın arkasına sıkıştırarak yutkundum.

‘’Sana sormadım.’’ Aniden ona döndüm. Gülüyordu. Komik değilsin, Arslan.

‘’Bana bak, kendinle çelişme beni duyuyor musun? Biz bir filmin içinde değiliz, bir kitap başrolleri de değiliz. Bana böyle tuhaf tuhaf davranışlar sergileme çekemem seni.’’ Kafasını kapıya yatırarak kahkaha atmaya başladı. ‘’Gülme be!’’ Şaşkınlıkla bana dönerek gözlerini kocaman açtı.

‘’İçinden ne çıktı senin kızım? Kabadayı mısın sen?’’

‘’Evet. Tatar Afra’yım, başka soru?’’ O kadar sesli bir kahkaha patlatmıştı ki yüzümü buruşturarak önüme döndüm. ‘’Benimle oyun oynama Reha. Bak...’’ dedim sesim titremeye başlamıştı. Az önceki komik kızdan eser kalmamıştı çünkü rol yapıyordum. ‘’Bak Reha... insanlar çok kötüler tamam mı. Sen de üstüme gelme rica ediyorum.’’ Hala yüzüne bakmıyordum.

Saniyeler içinde yanıma oturarak öylece kaldı. Burnunu çekmişti ama neden çekmişti bilmiyordum. Ardından zihninden dökülenleri duydum: ‘’Biliyorum. Bilmez miyim Afra? İnsanlar çok kötüler. Belki ben de iyi değilim.’’

Uzun zaman sonra kafasından bir şey geçirdiğini düşünürken bu sefer gerçekten onun sesini duydum. Zihninden değil, dudaklarından. En yakıcı söz iki dudak arasından çıkandır.

‘’Özür dilerim, Afra. Çok özür dilerim.’’ Dolu gözlerim gözlerine çıktığında yutkunduğunu gördüm. ‘’Öyle söylemek zorundaydım.’’

‘’Neden? Neden Reha?’’

‘’Turnuvadan önce onu kötülemem nasıl bir sonuç doğururdu farkında değil misin?’’ dedi. ‘’Hale Hoca’nın yanında hem de, onu takımdan çıkarsaydı kaybederdiniz.’’

‘’Kazandık ne oldu? Daha doğrusu onlar kazandı. Ben yine hiçbir şey yapamadım.’’ Parmaklarını çenemde hissettiğimde başımı kendisine çevirdi.

‘’Bir saat sonra parti başlıyor, hazırlan.’’ Gülerek önüme döndüğümde anlamaz bakışlarla ekledi. ‘’Şaka yapmıyorum, hadi. Beraber gideceğiz.’’

‘’Keşke bir gidecek misin diye sorsaydın? Ayrıca dedikodu sayfasına düşmek istiyorsun sanırım.’’

‘’Başkasıyla mı düşeyim yani?’’

‘’Reha. Gidip başka kızlarla takılmayı düşünsene bir, hani eskisi gibi. Bıraksana peşimi ya.’’ Dudaklarını birbirine bastırarak öne doğru itti.

‘’Bunu mu istiyorsun?’’

‘’Uyumak istiyorum. Dinlenmek istiyorum.’’

Yanımdan kalkarak üzerini düzeltti ve telefonunu alarak revirden çıktı. Gerçekten halsizdim. Partiye gidecekti yani? Bensiz bile olsa. Bu kalkış öyle bir kalkıştı. O partiye takımı yarı yolda bıraktıktan sonra gidemezdim ama... istiyor muydum gitmek? Kendime bile ifade edemiyordum.

Evet, o orada diye gitmek istiyordum şaka değildi. ‘’Eee az önce tatar Afra diyordun ne oldu?’’ dedim kendi kendime. Yemişim tatarını.

 

Halsiz bir ifadeyle dakikalar içerisinde okul revirinden çıktım ve eve gitmeye zaman harcamak istemediğimden direkt büyük bir alışveriş mağazasına girdim. Sonuçta bir saat demişti ve hazırlanmalıydım. Çok fazla kıyafet denemedim. Beyaz kolları büzgülü bir elbise buldum ve hemen denedim. Sırtında ip detayları vardı ve diz üstümdeydi. Mini sayılmazdı ve çok hoştu. Rahat edebiliyordum içinde. Evet elbise alırken ölçütüm içinde rahat edebilmekti çünkü bundan birkaç sene önce lise mezuniyetimde öyle kısa bir elbise tercihi yapmıştım ki adım atarken dahi ayağımın altında karınca varmış gibi davranıyordum.

Elbisemi seçtikten sonra, beyaz bilekten bağlanan yine ipli bir topuklu tercih ettim. İpi neredeyse dizlerime kadar uzanıyordu ayakkabının, ne kadar uzun süredir alışveriş yapmadığımı anladığımda keyiflenerek oradan çıktım ve saç için kuaföre girdim.

Yarım saatlik bir sürenin ardından saçlarım dalgalandırılmış, makyajım yapılmıştı. Son dokunuş olarak kırmızı ruju dudaklarıma yedirdim ve elbise ile topukluyu giyinerek ayna karşısına geçtim.

Olmuştu. Güzeldim. Güzeldim işte. Neden çirkin olmalıydım ki? Fıstık gibiydim.

Kirpiklerim rimel ile kaşlarıma kadar uzanıyordu ve kaşlarım adeta bir ok gibi yukarı doğru taranmıştı. Yanaklarımda o kadar tatlı bir allık vardı ki saatlerce güneşe maruz kalmış gibi şeker kıza dönmüştüm. Ama bu makyajın asıl sırrı kırmızı rujdu. Kadınların silahıydı kırmızı ruj. Herkese yakışırdı.

Bir saati aştığımda geç kaldığımı fark ederek alışveriş merkezinden çıktım ve bir taksi çağırarak hemen atladım. Konum 45 dakikalık uzaklıktaydı. Taksicinin bakışları ile başımı öne eğdiğimde ofladım. O kadar rahatsız edici bakıyordu ki bir an önce inmek istiyordum.

Kadınlarımızın sokakta rahatça dolaşabilmesi için başka cinsel bir organa, mavi bir kimliğe sahip olması gerekmez. Bizler kadın olduğumuz için taciz edici bakışlara, münasebetsiz davranışlara maruz kalmak zorunda değiliz. Biz istediğimizi giyeriz, onların bakmaya hakkı yoktur.

Namus kadının bacak arasında değil sevgili halkım. Sevgilerimle.

 

Öder ödemez bakışlardan kurtulmak adına araçtan indiğimde taksici gitmeden önce açık cama eğilerek tiksinircesine baktım.

‘’Hiçbir kadın senin pis uçkurun uğruna o bakışlara katlanmak mecburiyetinde değil. Bir daha müşteri dikizlemek yerine yolu izlersin umarım.’’ Sinirlenmişti. Kapıyı açarak taksiden indiğinde yanıma geldi ve tam önümde durdu.

‘’Ne diyorsun sen bacım?!’’ dedi bağırarak. Yaşlı bir hali vardı ama inanın yaşı umurumda değildi.

‘’Niye? Beni duymuyor musun?’’ Elini bana vurmak için kaldırdığı an biri bileğinden tutarak araca doğru itti. Adam ne olduğunu anlamaya çalışırken engel olan kişiyi gördüm. Üzerinde kot bir pantolon, masmavi bir gömlek vardı. Ensesinden gördüğüm gümüş zincir onu tanımamı sağlarken parmaklarındaki yüzükleri gördüm. Kocaman elleri vardı. İriydi. Reha. Arslan.

‘’Sen kime el kaldırıyorsun lan sikik?!’’ Kolunu tutarak engel olmaya çalıştım ancak burnundan soluyordu.

‘’Reha dur tamam. Reha. Dur.’’

‘’Öyle güzel kırarım ki bu bileğini bir daha hiçbir kadına kaldıramazsın. Özellikle benim yanımdaki kadına.’’ Adam elinden kurtularak aracına bindiğinde hemen gaza bastı ve orayı terk etti. Reha hala arabanın arkasından bakıyordu.

‘’Tamam sakin ol.’’ dedim elimi kolundan çekerek. Aniden parmaklarımı yakalayarak elini elime kapadı.

‘’Çekme ellerini.’’ Anlamayarak geri çekildiğimde elini belime dolayarak beni hızlıca kendisine çekti. ‘’Dokun bana, Afra.’’ Bakışları dudaklarıma indiğinde utanarak ellerimi kaldırdım ve geriye sendeleyerek sertçe yutkundum.

Çantamı düzelterek telefonumu kontrol ettim ve binaya giriş yaparak asansöre yöneldim. Tuşa basarak gelmesini beklerken telefonumu açarak partiye giriş için verdikleri şifreyi bulmaya koyuldum. Yabancılar giremeyeceği için bizlere şifre veriliyordu ve girişte güvenliğe söyleyerek giriyorduk.

Ben onu ararken asansör kapıları açılmış beni bekliyordu. Bir adım attığım an belimden çekilişim ile dudaklarımdan korku dolu bir ses çıktı.

Portakal çiçeği kokusu. O.

Eli belimi sıkıca kavrarken diğer eli boynum ile çenem arasındaydı. Yüzümü inceliyordu. Kahve gözleri epey iriydi ve kalın dudakları aralanmıştı. Bakışları bir tabancaymışçasına dudaklarıma indiğinde kalbim duracak sandım.

Bu kez ondan kaçmıyordum.

Boynuna o kadar yakındım ki kokusu ile beynim bulanıyordu. Kapının açıldığını duyduğumda belimdeki elini çekerek tekrar tüm tuşlara bastı ve kapı kapanırken öyle sert kavradı ki belimi beni kendisine yapıştırdı.

‘’Sana,’’ dedi fısıldayarak. ‘’Kimse dokunamaz, Kaner.’’

‘’Sen kim oluyorsun Reha?’’ Bakışlarını boynuma indirdiğinde başını kulağıma yaklaştırarak çenemdeki elini saçlarıma çıkardı.

‘’Benim konumumu sen belirleyebilirsin Afra.’’ Yanağı saçlarıma değdiğinde tüylerim ürpermişti. ‘’Yakınında olmamı istersen olurum. Ama senden uzak durmamı istememelisin.’’

‘’Ya istersem?’’

‘’Neyi?’’

‘’Uzak durmanı.’’ Parmakları saçlarımın arasında gezerken metal yüzüklerinin soğuğu içimi gıdıklıyordu.

‘’İsteme, Afra.’’ Gözlerimi kapatarak başımı omuzuna değdirdiğimde o tanıdık ses bir kez daha geldi. Nabız uyarısı. Saati onu uyarırken o umursamıyordu bile.

‘’Kaçmadın.’’ diye fısıldadım. ‘’Nabzın yükseldi.’’

‘’Sanki sımsıkı tutuyorsun beni.’’ Uyarı sesi daha da yükseldiğinde artık tüm asansörden yansıyordu. Parmaklarımı çenesine çıkartarak sakallarında gezdirdim.

‘’Sakin ol, Reha.’’ O an ikimizde kapının tekrar açıldığını duyduk ancak bu sefer o da bir şey yapmadı. Hala nabız uyarısını duyuyorduk. Fotoğraf çekme sesleri duyduğumda ondan ayrılmam gerektiğini anladım ancak bu halde bırakmak istemiyordum. Ona yaklaştığımda kalp atışlarını duymaya başladım.

‘’Tenin parmaklarımı yakıyor.’’ dedi kulağıma sıcak nefesi değerken. ‘’Ama Afra... yanmak hiç bu kadar cazip gelmemişti.’’ Yanmak.

Etkilendiğin birine dokunduğunda nasıl parmakların yanıyordu anlamalıydım çünkü Franz Kafka da Milena yanında yürürken hayret içinde onu izliyordu.

Yanımda yürüyordun Milena, düşünsene, yanımda yürümüştün.

Çenemi omuzundan kaldırarak yavaşça geri çekildim. Bir temasımız kalmadığında alarm susmuş; sessizliğe bürünmüştük. Arkamı döndüğüm an partidekilerin kapıda bizi izlediğini gördüm. Birkaçı ise fotoğraf çekiyordu. Dedikodu sayfasına selam ver Afra, akşam boy boy fotoğraflarınız çıkacak.

Aralarından sıyrılarak kapıya ilerledim ve güvenliğe şifreyi söyleyerek içeri girdim. Mekan bir otelden farksızdı ve büyük ihtimalle burada sızacaklar için oda bulunduruyor olmalılardı. Salon krem ve koyu kırmızı renklerinden oluşmuştu. Yuvarlak tipli masaların üzerinde yarısına kadar dolu kadehlerde şaraplar vardı. Tavandan sarkan krem avizeler oldukça aşağı inmişti. Reha içeri girse kafasını bunlara çarpabilirdi.

Kendi kendime gülerek boş bir masaya geçtim ve ortada dolanan garsonlardan bir kadeh şarap kaparak az evvel kapıya çıkanların bir şey olmamışçasına içeri girişini seyrettim. Çantamı ve telefonumu masaya bıraktığımda şaraptan bir yudum alarak asansör anını düşündüm.

Kaçmamıştı. Temas ettiğimizde uyaran saatinin çalmasına izin vermişti.

Saçlarımı düzelterek çalan şarkıyı dinlemeye başladım. Az kişiydik. Dediğim gibi yabancı kişilerin girmemesi için şifre bile koyulmuştu. Salonda toplasan 20 kişi anca vardık.

Anıl’ın Beren ile konuşmalarını duymaya başladığımda etrafıma bakındım. Hemen arkamdalardı.

‘’Merhaba, adın ne?’’ dedi Anıl, Beren’e. Onu tanımıyor muydu? Şaşırtıcı.

‘’Beren, senin?’’

‘’Anıl.’’ Ardından çalan şarkının bitişi ile kısa bir sessizlik yaşanırken Anıl’ın sesli bir nefes verdiğini duydum. ‘’Adını unutmayacağım, Beren.’’ Ne? Dikkatimi onlardan çekerek tamamen önüme döndüm.

Telefonumun ekranından rujuma bakarak dağılmış mı diye kontrol ediyordum ki sınıftan olduğunu düşündüğüm sarışın bir kızın sesi ile kafamı sola çevirdim.

‘’Hey millet! Şişe çevirmece?’’ Herkes kızın etrafında toplanırken kahkaha atarak ekledi: ‘’Shot’ına ama.’’ Kimsenin umurunda değildi çünkü herkes alkol ile bir bütün olmuştu. Gidip gitmemek arasında kararsızdım; fazla alkol tüketen biri değildim ve çabuk çarpılabiliyordum. En son gittiğim partide üç beş shot dedikten sonra dozunu ayarlayamayıp sarhoş olmuş, sınıfımdan biri beni evime bırakmak mecburiyetinde kalmıştı.

En son Reha’nın da etrafa bakınarak yavaşça ilerlediğini gördüğümde salondaki herkesin katıldığını, sadece kendimin kaldığını gördüm. Artık herkes bana bakıyordu. İstemeyerek ilerledim ve esmer iki kızın arasına oturarak çağıran sarışını izledim. Hemen karşımda Reha oturuyordu ve Beren hemen önündeydi.

Arkalardakiler koltuklardaydı, öndekiler yani benim gibiler yere bağdaş kurmuştu. Anıl, Alena denilen kız, Beren’in arkadaşı ve kendisi. Beren’in önde oturmuş olduğunu farz edersek hemen Reha’nın dizlerinin önündeydi. Sakinim.

Şişeyi çeviren ilk isim herkesi buraya toplayan sarışındı. Soran kısım Anıl’a geldiğinde cevaplayacak kişi bir kızdı. Anıl tebessüm ederek öne doğru eğildi ve kızın gözlerine bakarak yutkundu.

‘’Hmmm.’’ diyerek çenesini kaşıdı. ‘’D, C?’’ Esmer kız gülümseyerek kendinden emin bir şekilde eğildi. Artık birbirlerine bir nefes kadar yakınlardı.

‘’D.’’

‘’Şu an,’’ Anıl parmaklarını kızın bileğinde gezdirirken dudaklarını yaladı. ‘’İç çamaşırın ne renk?’’ Sorusu ile kıza dikkat kesildiğimde normal bir soru gibi Anıl’ın kulağına eğildiğini fark ettim.

‘’Gecenin sonunda.’’ Burnunun ucuna dokunarak geri çekildi. ‘’Oda 4.’’ Kaşlarımı kaldırarak nasıl bir anda flörtleşebildiklerini düşünüyordum ki oyundan başından çekilmem gerekiyor gibi hissediyordum. Ama laf da edebilirlerdi. Şaşkın bir ifadeyle başımı kaldırdığımda Reha ile göz göze geldik. Sertçe yutkundum. Ne düşündüğümü biliyor gibi bakıyor; her an kalkıp gidecek gibi duruyordu. Gözlerimi kaçırarak şişeyi Anıl’ın çevirdiğini fark ettim. Bu kez ben ve Beren’e denk gelen şişenin soran kısmı ondaydı. Kaşlarını bilmişlikle kaldırarak dilini yanağına bastırdı.

‘’D, C?’’

‘’D.’’ Bakışlar üzerimdeydi ve ne soracağını deli gibi merak ediyordum.

‘’Az önce,’’ dedi sindirmeye çalışıyor gibi. ‘’Asansörde ne yaşandı?’’ Gerilerek başımı yana yatırdım.

‘’Derken?’’ Öfkelenerek sesli bir nefes verdi.

‘’Asansörde, Reha ile, ne yaşandı?’’ Yutkundum. Reha’ya baktığımda meraklı gözlerle bana baktığını gördüm.

‘’Hiçbir şey Beren, ne yaşanmasını isterdin?’’ İnanmayan bir ifade takınarak dudağını ısırdı. Yanındaki sarışın kulağına bir şeyler fısıldayarak geri çekildiğinde ellerini birleştirerek bana baktı.

‘’Kimi kandırıyorsun sen be?’’ diyerek çemkirdi aniden. ‘’Çocuk mu var karşında?’’

‘’Beş yaşında gibi davrandığından olabilir mi, Berenciğim?’’ Sinirlenerek böyle bir cevap beklemediğini belli ettiğinde karşısında onu kudurtucu şekilde güldüm. ‘’O asansörde ne oldu biliyor musun?’’ Kedi yavrusu gibi muhtaç baktığında cevap vereceğimi sandı ve daha çok eğildi. ‘’Hiçbir zaman öğrenmeyeceksin.’’ Herkes Beren’in kuduran surat ifadesine bakarken kahkaha atarak oyuna devam etmelerini bekledim. Reha’ya baktığımda kafasını sola çevirmiş, ağzını kapatmış olduğunu gördüm. Gülüyordu. Bingo.

Şişeyi gözlüklü bir çocuk aldığında Beren öfkeyle başını kaldırdı. ‘’Dur! Daha bitmedi.’’ Sakinlikle ona baktığımda tahmin ettiğim gibi bana döndü.

‘’Evet, seni dinliyorum.’’

‘’Reha bugün beni korudu.’’ dedi konudan tamamen bağımsız şekilde. Şu an sinirden ne dediğini bilmiyordu muhtemelen. Arkadaşları bile şaşkınlıkla ona bakarken o öldürecek gibi diktiği gözlerini benden ayırmadı.

‘’Bir cümle ile avunuş tam da senlik bir hareket biliyor musun. Senin gibiler o an ne döndüğünü anlamadan sadece tek bir şeye odaklanır. Sen de haklısın.’’ Bunları ben mi demiştim? Ne oluyordu bana?

Avucunu yumruk yaptığını gördüğümde tırnaklarının çoktan derisine geçmiş olduğunu anladım. Savaş mı istiyordu? Ben daha savaşa başlamamıştım. Başlasaydım şu an karşımda oturacak bir yüzü kalmazdı.

‘’O zaman!’’ dedi ses tonunu kontrol edemeyerek bağırdığında. ‘’Tam şu an git ve Reha’yı öp.’’ Yok artık.

Utanmıştım. Gözlerimi yere indirerek ne yapacağımı düşünürken aniden tuzu alarak dudaklarıma götürdüm ve tekilayı kafama diktim. Ardından limonu ağzıma alarak shot’ı tamamladım. Beren ile göz göze geldiğimde ona düşman gibi bakıyordum, o da bana. Ortalık kısa bir sessizliğe büründüğünde şişeyi eline alan kişi çevirdi. Bakışlarım Reha'ya ulaştığında yerinden kalkacak gibi bir pozisyonda olduğunu gördüm. Onu öpmem için miydi bu?

Şişe onca kişi arasında yine Beren’e dönmek üzereyken hemen yanındaki sarışın arkadaşında durdu. O soruyordu ama... Reha yanıtlıyordu. Bu gece beni tetikliyordu.

Sarışın Reha’ya gülerek baktıktan sonra benim inadıma bir şey söyleyeceğini düşünüyordum. Tam o an bana döndüğünde dişlerimi sıkarak ne diyeceğini bekledim.

‘’Reha.’’ dedi cilveli bir tonda. Parmağını saç tutamına dolayarak kıvırmaya başladığında Beren’in keyfi yerine gelmişti. ‘’D, C?’’

Reha ellerini kucağında birleştirerek umursamaz bir tavır takındı. Herkese sanki onlardan iğreniyorcasına bakarak çenesini sıktı. Ademelması oynarken dikkatimi dağıtmıştı ama şu an olacak şey beni her şeye götürebilirdi.

‘’C.’’ Hayır, Reha. Hayır.

Kızlar bilmişlikle kahkaha atarak birbirlerine baktılar. Ardından boğazını temizleyerek kendini hazırladı.

‘’Beren’i öp.’’ Hayır.

Beren, Reha’nın dizlerinin arasında olduğundan daha fazla arkaya kayarak bacaklarının arasına girdi. Herkes gülüyorken benim gibi bakan sadece bir isim vardı. Anıl. Niçin? Az evvel kızla flörtleşen o değil miydi de Beren adı geçtiğinde bu kadar somurtmuştu. Beren, Reha’nın ellerini tutarak başını arkaya eğdiği an mide bulantısı ile öksürmeye başladım. Olduğum yerden hızla kalkarak kusma ihtiyacı ile lavaboya koştum. Üşüyordum. Buz gibi olmuştum, yeterliydi.

Mide bulantım artıyordu. Dudakları birbirine değmiş olmalıydı değil mi? Klozetin kapağını açarak öğürmeye başladım. Kusamıyordum. Çok üşüyordum ama, çok. Zaten içtiğim bir kadeh şarap ile küçük de olsa shot yanaklarımı kızartmaya yetmişti. Bulanık görüyorsun işte mutlu musun Afra?!

İçerideki manzaradan da mutlu musun?!

Bugün bitebilir mi? Lütfen bitsin.

Başım dönüyordu. Duvardan tutunduğum an bir şey oldu. Tüylerimi ürperten tek bir hareket.

Belimden yukarıya doğru tırmanan parmaklar enseme doğru çıkıyorken sırtım bir yay gibi gerildi. Koku. Portakal çiçeği.

Eli çıplak sırtımın her yerinde tavaf ediyordu. Okşayışı ile nefeslerim hızlanırken kulağıma eğilerek sıcak nefesini boynumda hissetmemi sağladı.

‘’Sakin ol, Afra. Seni ele veren bir saatin olmasa da kalp atışlarını sağır olsa duyar.’’ Sertçe yutkundum. Midem...

‘’Öptün mü?’’ dedim kesik nefeslerimin arasında. Parmakları hala geziniyorken belime indiği an beni kendisine çevirerek üzerime yürüdü. Arkaya sendeleyişim ile köşeye sıkıştığımda üzerime kapandı. Diğer elini duvara uzatarak etrafıma kendisini ördü ve artık gözünün önündeydim. Sık nefeslerim göğsümün hızla inip çıkışına sebep olurken beni baştan aşağı süzdü. Dudağının kenarı memnuniyetle yukarı kıvrılırken gülümsedi.

‘’Neden buradasın?’’ diye sordu, yüzünü bana yaklaştırarak kulağıma doğru sıcak nefesini üfledi. Yanıtlamak adına dudaklarımı araladığım an baş parmağını dudaklarımın üzerine bastırarak sürttü. Dudaklarını kulağımın arkasında hissettiğimde okşadığı dudaklarım daha da aralandı.

‘’Reha... aklımla oynama.’’ Parmağını elimle indirerek avucumu karnına yasladım. O an onun etkilendiğini anladım çünkü artık nabzı yeniden uyarı veriyordu...

Gözlerine baktım. O kadar koyuydu ki sanki herkesi öldürecek gibi bakıyordu az evvel içeride, oysa benimle öyle değildi. Kalkıyordu sanki bakışlarındaki öfke, küçük bir çocuk gibi bakıyordu. Annesini dinleyen küçük bir çocuk. Etkilenmesini kullanarak bir şiirden kısa bir cümle söylemek istedim ona.

‘’Seninleyken bu kadar yanlış olmak doğru olabilir ancak.’’ Ardından hala gözlerini üzerimden çekmediğini fark ettim. Saniyeler sonra daha da kötü olduğumu hissettim. Mide bulantım geçmemişti ve üşüyüşüm artmıştı. Kendimde değil gibiydim. Cayır cayır yanarken donuyordum da. ‘’Eee?’’ dedim cevap vermesini bekleyerek.

‘’Hatırlayamadım.’’ Dudaklarını ıslatarak halsizce bakan gözlerime odaklandı.

‘’Sen kitapları ezberlemiyor muydun?’’ Çok geçmedi, sanki uzun zamandır bunu sormamı bekliyorcasına yanıtladı.

‘’Şimdi de karşımdaki kitabı ezberliyorum.’’ Gözlerim halsizlikten kısılırken artık dik durmuyordum. Karnındaki elim biraz daha aşağı kaydığında avucunu duvardan çekerek beni sıkıştırdığı köşeyi açtı.

‘’Afra?’’ Alkolün bedenime iyice yayılışı da tuzu biberi olmuştu ve artık uyumak istiyordum. Kafamı daha fazla taşıyamayacağımı anladığımda bıraktım. Önüme geçerek başımın göğsüne çarpmasına yol açtı. Eli belimi kavrarken üzerindeki elim tamamen düşmüştü. ‘’Afra neyin var? Afra.’’

Son göz kırpışlarımda bedenimin kolları arasında olduğunu biliyordum. Beni kucağına almış bir yere götürüyordu. Işıklar kapalıydı ve, ve karanlıktı her yer. Mide bulantısı ile öksürdüğümde kaşlarım çatıldı.

‘’Elbise sana küçük gelmiş, o yüzden üşüttün sen di mi?’’ O halde bile ona o kadar çok gülmek istedim ki halsizlikten karşılıksız kaldım. Elbisem ile hastalığın ne alakası vardı şimdi?

Başımı boynuna yasladığımda cennette olduğumu sandım. Öyle bir kokuydu ki Tanrı şahidim olsun su olsa içerdim. Oradan hiç gitmek istemedim. Boynu hep bana kalsın, kokusunu sadece ben alayım.

Güvende hissettim. Bilmiyorum. Kendimi onun kollarında, onun kokusuyla yuvamda hissettim.

Kokun sığınağım olsun mu kuzey yıldızı?

Başım yumuşak bir şeye temas ettiğinde bedenimin rahat bir koltuk ya da yatak tarzı bir yere bırakıldığını anladım. Gözlerimi açamıyordum ve çok üşüyordum. Tüylerim saniye başı ürperirken titremeye başladım ve bir şeyler sayıklamaktan korktum.

‘’Ört.’’ dedim nefesim kesilirken. ‘’Üstümü ört. Çok üşüyorum.’’ Alnımda ıslak bir bez hissettiğimde tüm alnımı kapladığını fark ettim. Bir süre öylece kaldı ve kalktığında seviniyordum ki tekrar alnıma koyuldu.

Arada bir dalıyor, gözlerimi açamayışımın etkisinde bilincimi kaybediyordum. Bez vücudumun her yerinde dolanıyordu. Kollarım, boynum, karnım, bacaklarım. Bir de, bir de iğrenç kokuyordu.

Üşüyüşüm azalırken üzerimde hissettiğim hafif bir çarşafa sarıldım ancak saniyeler içinde kollarımın arasından kayboldu. Nereye gitmişti.

 

Beni sürekli yanına çağırıyordu bakkal amca. Her gittiğimde bana çikolata veriyor; çok iyi davranıyordu. Ama ona çikolata sevmediğimi söylememiştim hiçbir zaman. Eve gitmeden önce mezarlığa uğrar, babamın mezar taşına bırakırdım hepsini; bazen toprağına gömer oradan alacağını düşünürdüm çünkü babam... babam çikolatayı çok severdi.

‘’Baba bak yine ben geldim.’’ Sessizlik. ‘’Sen çok seversin diye sana getirdim hepsini.’’ Yine sessizlik. ‘’Sana çikolata getirdim.’’

Mezarlıktaydım. Babam benimle konuşurdu şimdi neden yanıt vermemişti.

‘’Bana kendini getirdin, Afra.’’ Alnımda hissettiğim el ile gözlerim aralandığında karşımdaki babam değildi. Reha.

‘’Ne?’’ Konuşmaya halim yoktu. Gözlerim doluydu ve burnum akıyordu.

‘’Rüya gördün, hadi tekrar kapa gözlerini. Dinlenmen gerek.’’ Yaşlar gözlerimden benden izinsiz aktığında ağlamaya başlamıştım. Her şeysizlikten. Olan annemin yok gibi davranmasından, babasızlıktan, arkadaşlıktan, yalnızlıktan, birçok şeyden.

Yanıma yaklaşarak yanağımı okşadığında başımı dizine bırakarak gözlerine baktım.

‘’Neden ağlıyorsun?’’ dedi tek solukta, üzülmüş müydü benim için? O an her şeyi unutarak aklıma gelen şarkıya ağlamaya başladım. Küçük kurbağa.

‘’Ben çok üzgünüm zaten.’’

‘’Ne oldu?’’

‘’Küçük kurbağa şarkısına.’’

‘’Nasıl yani?’’

‘’Kuyruğu olmayan kurbağaya kuyruğun nerede diyorlar. Çok kötüler. İyi ki küçük bir kurbağa değilim.’’

Gülerek alnımdaki saçları geriye attı ve dudaklarını birbirine bastırarak yüzümü incelemeye başladı.

‘’Çok tatlısın, koca gözlü kız.’’ Ben anlamaz gözlerle hala ona bakıyordum.

‘’Sirke kokuyorum, yaklaşma bana.’’ dedim ellerini alnımdan almak için kaldırdığım ellerimde bile kırgınlık hissediyordum. Daha sesli gülerek karnımda olduğunu dahi hissetmediğim sirkeli bezi aldı.

‘’Sirkeli Afra.’’ Elini çenesine götürerek düşünüyor gibi gözlerini kaçırdı. ‘’Hmm... en sevdiğim salata çeşidi.’’ Dudağımı büzerek gözlerimi kaçırdım.

‘’Sensin salata.’’ Hala gülüyordu, aradan saniyeler geçti. Bir dakika, iki dakika, üç dakika... Susuyorduk.

‘’Afra.’’ Sessizliği bozan o’ydu. Uykuya dalıyordum ki son anda seslenmişti.

‘’Efendim.’’ dedim uyku sarhoşluğu ile, gözlerim tam açık değildi ama bana nasıl parlayan gözlerle baktığını görebiliyordum.

‘’Hiç,’’ Sesli bir nefes verdi ve ekledi. ‘’Birine karşı yoğun duygular besledin mi?’’

‘’Eğer kastettiğin aşık olmak ise... hiç aşık olmadım.’’ Durdu. Şaşırmış gibiydi ve sertçe yutkunduğunu gördüm.

‘’Belki aradığın aşk gözünün önündedir.’’ Gözlerinde anlam veremediğim bir duygu barınıyordu. Mutluluk mu acı mı ne olduğunu bilmediğim bu his onu ele geçirmişti ama elim kolum bağlıydı. Bilmiyordum. Ben hiçbir şey bilmiyordum.

 

Sessizdik. Belki bir, belki iki saat boyunca sessizdik ve artık sabah olmuş gibiydi. Dışarısı aydınlanıyordu; sokak lambası sönecekti. Uykum onun, belki aradığın aşk gözünün önündedir, cümlesi ile yerle bir olurken derdimi unutmuş dediklerini anlamaya çalışmıştım. Ama sonuç bir hiçti. Belki de ciddi değildi değil mi. Değildi, evet.

Yaklaşık bir saat önce arkamı döndüğüm için uyanık olup olmadığını göremiyordum. Tam arkama döneceğim an kısık sesle açılan bir şarkı duydum. Melodisi tanıdıktı. Can Koç- Gökyüzünü Tutamam.

‘’Senin de hiç sevmediğin gibi
Bıçaklar, silahlar, kanlar ve yaralar
Havalarda uçuşurken’’ Kaşlarımı çatarak arkamı döndüğümde yanımda yatmış bana bakıyordu. Şarkıya eşlik ettiğini fark ettiğimde her harf için şekil alan dudaklarına kaydı gözlerim.

‘’En sevdiğin gibi
Şaraplar, yataklar, öpüşler ve düşler
Havalarda uçuşurken’’ Kalındı dudakları. Güzeldi. Adımı ilahlaştıran o dudakları.

Eşlik ettiğimde beraber söylemeye başlamıştık. Artık birbirimizin gözlerine bakıyorduk.

‘’Kırgınım sana ben
Yalnız beni değil
Kendini de kandırmışsın

Kırgınım sana ben
Üstelik bu ana dek
Hiç kırılmadığım gibi’’

Şarkı devam ederken ikimizde sustuk. Yutkunarak dudaklarımı birbirine bastırdım ve tekrardan gözlerine bakarak ciddileştim.

‘’Kırgınım sana ben.’’ dedim tek nefeste. ‘’Beni kandırdın.’’ Dudakları bir şey söylemek adına aralandığı an parmaklarımı dudaklarına koyarak engelledim. ‘’Seni farklısın sanmıştım.’’

Tam o an dudaklarının üzerindeki parmaklarıma küçük bir buse kondurdu. Tüylerim ürpermişti. Her dokunuşuna nefesini tutamazsın Afra, sakin olur musun.

‘’Ben gökyüzünü tutamam
Yıldızları çalanlar var
Bu karanlığın sebebi onlar

Sözlerimi tutamam
Hayalleri çalanlar var
Bu vazgeçişimin suçlusu onlar’’

‘’Afra.’’ dedi soluk vererek, kalbim durdu. Fısıltıları ile elimi çekecekken sımsıkı kavrayarak bu sefer kendisi bastırdı dudaklarına parmaklarımı.

‘’Bırak gidiyim, Reha.’’ Başını yavaşça sallayarak doğruldu, hala parmaklarımı dudaklarından indirmiyordu. Koca eli avucumu kapatıyordu. Üzerime doğru eğilerek avucumu yavaşça yatağa bıraktı. Sıcak nefesi boynuma değdiğinde kulağıma yaklaşarak üfledi.

Zihninden bir şey geçir artık, Reha. Artık seni anlamam için bana bir işaret ver.

‘’Neden benden kaçıyorsun?’’ Nefesimi tuttum. ‘’Benden kaçan ilk kişi sensin... çirkin miyim Afra?’’ Çenesinden tutarak gözlerimi gözlerine diktim.

‘’Benim kadar olamazsın.’’ dedim dalga geçercesine. ‘’Hiçbir kalıba uymuyorum, hiçbir güzellik algısına, popülariteye.’’ Dudağımı bükerek elimi indirdiğimde şaşkınlıkla bana baktığını gördüm.

‘’Ne?’’ Anlamaz bakışları üzerimde gezerken, ‘’Sen kendine çirkin mi diyorsun?’’ diye sordu. ‘’Kocaman, kahve gözlerin var. Minik, şekilli dudakların. Kemerli burnun ve kaşların da.’’ Parmakları saçlarıma değdiğinde iki parmağının arasına sıkıştırarak burnuna götürdü ve gözlerini kapatarak kokladı. ‘’Afra... çok güzelsin.’’ Sonra ne dediğini yeni idrak olmalıydı ki boğazını temizleyerek hafiften geriye çekildi. O an uzun zaman sonra zihnini duydum.

‘’Çok hızlı gittim ayıp oldu ya!’’ Gülmek istedim ancak kendimi tutarak parmaklarımı saçlarıma daldırdım. Tebessüm ederek düzelttim ve doğrularak yavaşça yanından ayrılmaya koyuldum. Hala şaşkınlıkla ne yapacağını düşünüyordu muhtemelen. Çantamı ve eşyalarımı alarak kapının önüne vardığımda ona döndüm. Ağzı açık halde bana baktığında ona gülümseyerek oradan çıktım.

Adımlarım hızlandığında gelen taksiyi görerek el kaldırdım. Şoför önüme geldiğinde taksiye binerek doğruca evin yolunu tuttum. Hala halsizdim ama artık ateşim yok gibiydi ve dün geceye göre mide bulantım kalmamıştı. Reha tüm gece ateşimi düşürmek için sirkeli su ile bedenimi silmişti... saatlerce uğraşıp başımda uyuyakalmıştı. Bu benim için çok önemliydi çünkü annem hastalandığımda bir gece olsun başımda sabahlamamıştı. Kendi kendime iyileşmiştim, hep.

Pekala.

 

Kapının önünde durdum ve çantamı anahtarı bulmak adına karıştırmaya başladığım an omuzumda hissettiğim el ile yerimden sıçradım. O, Sarp denen adam.

‘’Merhaba Afra.’’ dedi neşeli şekilde. Baştan aşağı simsiyahtı.

‘’Siz benden ne istiyorsunuz?’’ Cıkcıklayarak esnedi.

‘’Çok ayıp, hiç yakıştıramadım.’’ Sesi o kadar kalın ve tuhaftı ki ona odaklanarak ne diyeceğimi unuttuğumda devam ettiğini gördüm. ‘’Hayatın hakkında hiçbir şey bilmiyorsun... belki kendini bile.’’

‘’Ne?!’’ Elini aşağı sallayarak güldü.

‘’Dur acele etme, anlatacağım.’’ İri elini cebine sokarak saniyeler içinde bir telefon çıkarttı ve kilidi açarak hızla bir yerlere girdi. Tuş sesleri beynimi uyuştururken diyeceği şeyden korkuyordum. Bu yabancı benimle nasıl böyle konuşabiliyordu. Yabancı değil miydi.

Dakikalar sonra bir kadın sesi işittim. Kulaklarıma ulaşan tını yabancıya ait değildi, annemdi.

‘’Afra nerede?’’

‘’Siz kimsiniz?’’

‘’Söyler misiniz? Hemen.’’

Sessizlik.

‘’Kimsiniz bilmiyorum ama en fazla zarar verebilirsiniz. Kaldı ki Afra’nın zarar görüşü içime soğuk su serper.’’
‘’Kızınız değil mi?’’

Ses kaydını kapattığını gördüğüm an üzerine yürüyerek dolu gözlerle Sarp’a baktım.

‘’Devam et! Ne dedi?’’

‘’Yok.’’ dedi tekdüze bir tonda. ‘’Devamı yok.’’ Öfkeme yenik düşerek yakasına yapıştım.

‘’Nasıl yok?! Yalan söyleme aç şunu.’’ Telefonuna ulaşmaya çalıştığımda duyduklarımı hazmedemiyordum da. Sonraysa duyabileceğini düşünerek durdum ve Sarp’a baktım.

‘’Sen kimsin?’’ dedim ağlamaklı bir sesle. ‘’Sen benden ne istiyorsun? Ben mutluydum tamam mı? Ben onu annem sandığım için mutluydum.’’ Burnumu çekerek dolu gözlerimi gözlerine diktim ve bir adım daha yaklaştım. ‘’Ben şimdi ne yapacağım Sarp?’’ Tepkisizce bana baktığında gözlerinde duygudan yoksun bir şey vardı, neden yaşamıyor gibiydi...

Geri çekilerek anahtarımı aldım ve kilide takarak kapıyı açtım. Yine o ses geliyordu. Annem. Biriyle konuşuyor olmalıydı. Sabahın en erken saatleriydi ve annem asla bu saatte uyanık olmazdı. Odasına yaklaşarak kapının ardında durduğumda artık onu duyabiliyordum.

‘’Bana bak,’’ dedi kızar tonda. ‘’Yıllardır kendi kanımdan olmayan bir beslemeye annelik rolü oynuyorum. Bıktım anlıyor musun?! Bıktım!’’ Dizlerimden çekilen güç ile yere düşecekken duvardan tutunarak yavaşça odama girdim ve kapıyı kilitleyerek yere çöktüm. Tek bir adım daha atamazdım. Tek. Rüyada mıydım? Tanrım... yalvarırım uyandır beni bu kabustan. Lütfen. Yalvarırım Tanrım.

Afra’nın zarar görüşü içime soğuk su serper.

Annelik rolü oynuyorum.

Beslemeye.

Bıktım.

‘’Anne...’’

 

Saat 11. Odamdayım. Burada, çöktüğüm yerde. Bacaklarımın uyuşup adım atamadığı yerde. Kapım kilitli, ses yok, fayansın çizgilerini ezberledim. Üç sene önce boyanmış duvarın çiziklerini ve halı desenini de.

Bu kadardı. Yıllardır bildiğimi sandığım şeyin başıma yıkılışı ile zaten yarım kalbim, artık yoktu.

Ellerimden destek alarak ayağa kalktım ve boş evden çıkarak ruhumu özgür bırakmak istedim. Rüzgara karşı yürümek, saçlarımın dağılmasına izin vermek ve daha da hasta olmak için durmadan adım attım. Kalbim beni kendi bankıma getirdiğinde park her zamanki kadar sessizdi ancak bank öyle değildi. Uzaktan birinin oturduğunu gördüğümde bir ölü gibi donuk ifadeyle ilerlemeye başladım.

Babam yoktu ya, annem de yokmuş benim. Ne ala.

Bankın ardında durduğumda ayaklarımın altında kalan yapraklar hışırdadı. O Reha’ydı biliyordum, banktaki oturan kişi o’ydu. Bana döndüğünde benim gözüm sadece yerdeydi.

‘’Afra.’’ dedi şaşırmış bir tonda, ‘’Hoş geldin, sen bu rüzgarda neden dışarı çıkıyorsun? Daha kötü olacaksın.’’ Ayağa kalktığı an dizlerimdeki gücü kaybederek yere düştüm. Yerinden fırlayarak beni kucakladığında banka bırakarak elimi tuttu. ‘’Neyin var Afra?’’

Gözyaşlarımı tutamadığımda birer birer süzüldü yanaklarıma her biri.

‘’Reha...’’ Sesim o kadar cılız çıkmıştı ki küçük bir çocuk gibi hissetmiştim kendimi. ‘’Bana sarılır mısın?’’ Bunu sormamı bekliyorcasına o an beni öyle sıkı sardı ki kafam göğsüne çarptığı an hıçkırarak ağlamaya başladım. ‘’Hiçbir şey sorma olur mu? Çünkü cevapları ben de bilmiyorum.’’ Başımı boynuna bastırdığı an kokusu ciğerlerime ulaştı. Muazzamdı.

‘’Hiçbir şey sormayacağım çünkü sorular hiçbir zaman cevapları duymak için sorulmaz.’’

‘’Devam et! Ne dedi?’’

‘’Yok.’’ ‘’Devamı yok.’’
‘’Nasıl yok?! Yalan söyleme aç şunu.’’

‘’Ben sordum.’’ Hıçkırıklarım birbirini kovalarken çenemden tutarak yüzümü incelemeye başladı. Parmakları gözyaşlarımı silmek adına yanaklarımda gezdiğinde avucunun sıcaklığına yüzümü dayayarak gözlerimi kapattım. Kapatışım ile gözyaşlarımın akması bir olmuştu.

Dakikalarca sustuk. Daha sakindim ve hıçkırıklarım geçmişti. Gözlerimi açarak başımı avucundan kaldırdım ve gözlerine baktım.

‘’Saklambaç oynadığımızda...’’ diye başladım anlatmaya ancak kısık gözleri hala gözlerimle buluşmamıştı. Kaldırım taşının her milimini ezberlemek istercesine inceliyordu. Kafasında bir şeyler döndüğünü biliyordum ancak zihnini okumak adına gram gücüm yoktu.

‘’Hı?’’ Yüzüme baktığında dudağımı dişleyerek etini koparmaya başladım.

‘’Çocukken... saklambaç oynadığımızda beni saklandığım yerde unuturlardı, her defasında. Yerimden çıkıp gülerek yanlarına giderdim ve susama bahanesi ile hiçbir şey olmamışçasına eve giderdim. Beni istememişlerdi hiçbir zaman, biliyordum. Dışlanıyordum, eziliyordum. Üstelik nedenini de bilmiyordum. İnsanlar kötüydü; buna o zaman karar vermiştim. İnsanlar çok kötüydü ve hepsinin kalp yerine taş vardı göğsünün solunda... Ben sadece-’’

‘’Sen sadece oyun oynamak istiyordun.’’ diyerek kesti cümlemi sert ses tonuyla, ama titremişti de. Üzülmüş müydü benim için? ‘’Sadece eğlenmek istiyordun, koca gözlü kız. Ama insanlar böyledir, kötü.’’ Yaş yanağıma süzüldüğü an görmemesi adına elimin tersiyle siliverdim ancak görmemesi için bakmaması gerekirdi. Oysa tam karşımda, dikkatle izliyordu beni.

‘'Babam onlar kadar tez canlı olmadığımı, hep utangaç kaldığımı ve geride kaldığımı söylerdi bana.’’

‘’Babalar her zaman haklı değildir.’’

‘’Ne?’’

‘’İncir reçeli, Afra. İzlemedin mi?’’ Kafam karışmış halde ona baktım.

‘’Hayır. Orada mı geçiyor bu söz?’’ Başını onaylarcasına salladığında haklı olup olmadığını düşünüyordum.

‘’İzleyelim mi, Afra?’’ Cümleyi düşünürken dalışım sorusu ile başımı kaldırmama neden oldu.

‘’Hı?’’

‘’İncir reçeli izleyelim mi, zihni zehir kadın?’’ Zihni zehir kadın.. Beni on ikimden vuramazsın, Reha Arslan. Bu kadarı hiç adil değil.

‘’İzleyelim. İzleyelim Reha.’’ Başımı göğsüne koyduğumda beni itmedi, aksine avucunu saçlarıma yerleştirerek okşamaya başladı. Elimi koluna sararak gözlerimi kapattım. ‘’Bazı parklar ağlamak için vardır değil mi Reha? Bazı banklar sarılmak ve bazı gerçekler duyulmak içindir. Buralara çocuklar gelmez çünkü anneleri onları üzmek istemez.’’ Sesim tekrar titrediğinde ağlayarak konuşmaya devam ettim: ‘’Annem... annem.... değilmiş. O benden bıkmış biliyor musun?’’ Gözyaşlarım sweatshirt’ünü ıslatırken kendimi geri çekmek istedim ancak tam o an elimin üstüne bir damla düştü. Gözyaşı? Kafamı kaldırarak ona bakmak istediğimde başımı kendi elleri ile göğsüne yasladı çünkü görmüştüm. Ağlıyordu. ‘’Ben seni ağlatmak isteme-’’ Başımı kendine bastırarak burnunu çekti.

‘’Şşş.’’ O an parmaklarımı kavrayan elini gördüm, üstünde bir iz vardı. Yaralanma ya da herhangi bir şey ama yeniye de benzemiyordu. İşaret parmağım yarayı bulduğunda kalbimde sızı hissettim. Elinin üstündeki cam kesiğini öpmek istedim defalarca, belki çok öpersem geçer gibiydi. O iz aşk olur dudaklarıma karışırdı ama o, o geçmese de kusurlarıyla kusursuz olurdu. ‘’Afra.’’

‘’Reha.’’

‘'Sen gittikten sonra şey oldu.’’ Kaşlarımı çatarak doğruldum ve gözlerine baktım.

‘’Ne oldu?’’

‘’Orada yangın çıktı.’’

‘’NE?!’’ Yerimden sıçrayarak endişeyle yüzüne baktım ve ellerimi yanaklarına yerleştirerek onu inceledim. ‘’İyi misin?! Herkes iyi mi?’’ Ellerini ellerimin üzerine koyarak tebessüm etti, yanaklarında kuruyan gözyaşlarını görebiliyordum ve canım acımıştı. Bir daha onun yanında ağlamayacaktım çünkü onun üzülmesindense içime atar delirirdim.

‘’Beren’in kolu alçıda, üzerine tahta parçası düşmüş.’’

‘’O kadar çok mu yandı Reha?! Nasıl?’’ Beni yanına oturtarak daha sakin anlatmaya kalkmıştı.

‘’Evet, bina baya yandı. Ufak tefek yaralılar var Beren gibi, Anıl falan biz iyiyiz.’’ O an korku ile doldum ve ona o kadar hızlı atıldım ki kollarım boynunu sımsıkı kavradı.

‘’Reha... iyisin di mi gerçekten? Bir şeyin yok, iyisin, her şey yolunda.’’ Parmakları belimi kavradığında onu daha sıkı sardım, bir kişi dahi zarar görsün istemiyordum çünkü ben kaybın en büyüğünü yaşamıştım zaten. Babamdan sonra bu tarz şeylere gelemiyordum ve gelemezdim.

‘’İyiyim.’’ dedi boğuk çıkan bir sesle, gözlerimi kapatarak sakinleşmeye çalıştım. ‘’Sakin ol, tamam, tamam güzelim.’’ Güzelim. Reha o gece bana ilk kez güzelim dedi.

‘’Ben... ben etrafımdan bir kişi daha zarar görsün istemiyorum, gerçekten. Beren iyi mi?’’

‘’Beren’in iyi olup olmadığını merak edecek kadar iyi bir kalbin var, beni her gün şaşırtıyorsun.’’

‘’O her şeyden önce bir insan Reha, sorunum olması ölmesini istediğim anlamına gelmiyor.’’ Saçlarımı okşamaya başladığında tüylerim ürpermişti ve ona daha çok çekilmiştim.

‘’Biliyorum güzelim, biliyorum.’’ Ayrılmam gerekiyordu ondan, kollarımı boynundan çekmem ve güzelim demesine izin vermemem gerekiyordu işte. Ama öyle bir andaydım ki tek istediğim boynunda soluklanmaktı. Bu yanlış, Afra. Kafayı mı yedin kızım.

Sessizdik. O da. Ben de. Ağaç dalları rüzgarın şiddetinden kırılacakmışçasına sarsılırken hışırtılarının parkın öbür ucuna gittiğine emindim. Tek bir adım sesi yoktu, bir insan, araba kornası, kedi ya da kuş. Rüzgar vardı, hışırtı, belimi saran o, boynunda gözleri kapalı ben. Her şey bu andan ibaretti. Kelimenin tam anlamıyla anı yaşıyordum ve sanki saatler durmuştu.

Geçmişin nasıl, Reha?

Senin annen de... pardon senin annen gerçekten annendi değil mi. Benimki öyle değil de.

Yemek saatinde masada olmak zorunda mıydın ya da mavi giymen yasak mıydı senin de.

Çikolata iznin yoktu ve sonradan tadına baktığında sevmedin mi çikolatayı.

Dışlanıyor muydun? Güzellik algılarına uymuyor, iğrenici bakışlara maruz kalıyor muydun.

Özür dilerim. Seni benim kadar eksik biri ile arkadaşlık ettirdiğim için. Çok özür dilerim. Sen en güzel şeyleri hak ediyorsun, bense hayatıma devam etmeliyim.

Kollarımı boynundan çekerek geriye çekildiğimde ne kadar süredir öyle durduğumuzu hatırlamıyordum. Tek bildiğim susmaktı.

Gitmek adına geri çekildiğimde artık birbirimize temas etmiyorduk ancak üzerimden gözlerini çekmeye niyeti yoktu. Ayağa kalkarak ne yapacağımı bilmeyerek ona baktım. Eve gidip hiçbir şey bilmiyor gibi nasıl davranılır bilmiyordum ama yapmak zorundaydım.

Hemen belli etmemeliydim. Zaten gidecek yerim de yoktu, evimden olamazdım.

Bankın ardına ilerlediğimde artık ona sırtım dönüktü. Adımım havada kaldığında onun güzel sesini duydum.

‘’Vişne suyu zehir, Afra.’’ Vişne suyu zehir değil, Reha. Yanlış biliyorsun koca adam. Yanlış.

 

Kapının önüne geldiğimde ayaklarım girmemek adına direniyordu ancak zorundaydım.

İnsan bazen öyle zorunda kalır ki şaşar.

Eve anahtarımla girdim. Karanlıktı. Annem odasında olmalıydı. Klasik. Umurunda değildim.

Eve gelmeseydim de aramazdı beni, aramıyordu işte. Ne yapsaydım ki zorla mı arattırsaydım kendimi. Anne deseydim. Anne beni neden hiç aramıyorsun, belki kaza geçirdim anne. Olmuyordu.

Odama geçerek üzerimi değiştirdim ve kendimi yüzüstü yatağa atarak ağzımı yastıkla kapattım. Ardından tahmin edilen hıçkırış, ağlama, uyku.

 

Şiş gözlerle alarmın sesine uyandığımda bedenim yataktan kalkmak istemiyordu. Okul...

Banyoya giderek yüzümü yıkadım; dişlerimi fırçaladım ve içeri geçerek üzerime siyah bir büstiyer, siyah bir tayt giyindim. Üşümemek için oversize siyah bir hırka aldım; şiş gözlerimi kapamak için yüzüme birkaç makyaj uyguladım ve yavaşça hazırlandım. Her şeyi tamamladığımda odamdan hızla çıkarak salondaki varlığını hissettiğim annemin yanından geçerek kapıdan çıktım. Oradaydı ve bana tek kelime etmemişti yine, ben de etmemiştim. Artık böyle mi olacaktık.

Anne artık hep susacak mıyız?

 

Toplu taşıma ile üniversiteye vardığımda hala ruh gibi yürüyordum; yaptığım başka hiçbir şey yoktu. Kantinden sert bir kahve alarak ders başlayana kadar kütüphaneye gitmeye karar verdim. Kahvemi içer iki kafa dağıtırdım.

Boş bir masaya geçerek eşyalarımı bıraktım ve kahvemden bir yudum alarak çantamdan şeker portakalını çıkardım. On sayfa anca kalmıştı, bitirirdim şimdi.

Yanımdaki sandalyeyi çekerek oturan kişi için kafamı kaldırdığımda Anıl’dan başkası olmadığını fark ettim ama neden sinirli bakıyordu anlamıyordum.

‘’Günaydın.’’ dedim yumuşak ama bir o kadar durgun bir ifadeyle. Karşılık vermedi.

‘’Benimle kırtasiyeye gelir misin yardımına ihtiyacım var.’’

‘’Kırtasiyede benimle ne işin var Anıl?’’ Öyle ciddi bakıyordu ki kalkarak çantamı ve kahvemi aldım. Benimle birlikte kalktı ve önden giderek onu takip etmemi sağladı. Uzun koridorları geçerek merdivenlere ulaştığımızda alt kata inerek kırtasiyeye ilerledik. Kolay kolay kimse olmazdı, aynı şimdiki gibi. ‘’Ne yapacağız?’’ dedim Anıl’a bakarak, kantinci bile yerinde değildi. Ardından üzerime yürüyen onu gördüm. Gözlerini kocaman açarak kolumu sıktığında burnundan soluyordu.

‘’Demek Reha’ya vişne suyu içirdin?!’' Of Beren. Ama en çok bana of, yakın arkadaşına sazan gibi ağzımdan kaçırdığım için bana of. Belliydi böyle olacağı ne bekliyordum ki.

Alçılı kolunu görerek, ‘’İyi misin?’’ dedim. Cevap vermemişti ancak gergin bir sessizlik olmuştu. Saniyeler içinde Anıl’ın eli boynumu sıkarak beni duvara ittiğinde boğmaya başlamıştı. Nefes alamıyordum. Kahve tamamen üzerime boşalmıştı ve vücudum yanmaya başlamıştı.

‘’SEN ÇIKARDIN Dİ Mİ YANGINI?! BİLİYORUM KIZIM. BİLİYORUM. BİR TEK SEN YOKTUN ORADA!’’ Konuşamıyordum, üstelik iyice hareket edememeye başladığımda daha da bastırdı. Üstüme iyice ilerlemişti ve Beren müdahale etmiyordu. Boğuluyordum. ‘’SEN YAPTIN SÜRTÜK!’’ Boğazımı bıraktığı an yere düşerek nefese muhtaç halde boğazımı tuttum. Acıyordu.

‘’Geber.’’ dediğini duydum Beren’in, bilincimi kaybetmemek için yerde çırpınırken adım sesleri duydum. Kime aitti bilmiyordum ancak Beren ile Anıl’ın toz oluşunu görmem için başımı kaldırmama gerek de yoktu.

Bana koşarak yaklaşan kişi başımı kaldırdı ancak ona bakamıyordum. Kokusu. Reha. Ellerim tir tir titrerken tek istediğim oksijendi.

‘’AFRA!’’ Başımı biraz daha kaldırarak tavana bakmamı sağladığında parmakları boynumda geziyordu. Muhtemelen kızarmıştı. Bacaklarım hala kahveden yanıyordu ve bedenim öylece olanları yaşamakla meşguldü.

Etraf bulanıklaşırken çantasından su çıkartarak avucuna döktü ve yüzümü ıslatarak kendime gelmeme yardımcı olmaya başladı.

‘’Kim yaptı sana bunu Afra?! AFRA KİM YAPTI?!’’ Arkadaşların, Reha. Senin arkadaşların. İyi sandığım Anıl ve hemcinsim Beren.

İçime düşen korku ile az önceki ayakkabıları tekrar gördüm. Yukarıya bakmadığımdan yüzlerini göremiyordum ancak tanıyordum. İkisiydi. Beren endişeli bir sesle yanıma koşarak konuştu.

‘’Afra neyin var?’’ Ardından Anıl, Reha’nın omuzuna dokunduğunda Reha sinirlenerek omuz silkti ve Anıl’ın eli sertçe düştü.

‘’Puşt.’’ diye bir fısıltı çıktı dudaklarından. O lafı yedirsinler sana Anıl.

Beren az önce onlar yapmamışçasına kahve şişesini toplayarak çantasından ıslak mendil çıkarttığında geri çekilmek istedim ancak hala toparlanamamıştım.

‘’Reha.’’ diye bir kelime çıktı dudaklarımdan, o kadar cılızdı ki nefessiz kalışım ile can verir gibi seslenmiştim. ‘’Götür. Beni.’’ Reha’nın ellerini dizlerimde ve belimde hissettiğim an Beren’in burnundan soluduğunu duymuştum. Siz gerçekten kötüsünüz. Gerçekten.

Reha beni revire getirdiğinde ilk getirişini anımsadım kafamda. Didişiyorduk hep değil mi. Şimdi neden didişmiyoruz, ne değişti? Neden ona güveniyordum ya da beni götüreceğine inanarak bir şey istiyordum.

Soğuk sedyeye uzanan bedenim daha fazla titremeye başlamıştı.

Annem. Babam. Yasaklar. Kurallar. Reha. Konser. Beren. Anıl. Besleme. Bıktım. Mavi. Saat. Çikolata. Kitap. Park. Bank.

Son duyduğum şey bir mesaj bildirimiydi ve benim telefonuma gelmediğine yemin edebilirdim. Burada benden başka sadece bir kişi vardı.

 

‘’Zedan’ın kemikleri sızlıyor, Reha Arslan. Bu kadar kolay unutulacaksa kardeşim neden toprağın altında? Kimden uzak durman gerektiğini biliyorsun. Yoksa sittin sene bulamazsın. Ya uçurumda. Ya mezarda.’’

-S

 

Evimde uyandığımda kim tarafından, ne zaman bırakıldığımdan haberim yoktu ve yalnızdım. Daha iyiydim. Banyoya ilerleyerek aynaya baktığımda boynumda beş parmak izi vardı ve kıpkırmızıydı. Üzülerek içeri döndüm ve telefonuma baktım.

Bir yeni mesaj.

Kuzey Yıldızı: ‘’Evden çıkmak yok. Bir yere çıkmadan önce bana sor.’’ (14.00)

Sana mı soracaktım?

Baş ağrısı ile üzerimi düzelttim ve telefonumu alarak doğruca evden çıktım. Gideceğim yeri biliyordum.

Ağlayarak soğuk taşların arasından geçerek babamın mezarına geldiğimde yol kenarından aldığım çiçekleri toprağının üzerine bırakarak yattım.

‘’Baba.’’ Sesim titriyordu. ‘’Beni hala sevmiyorlar. Yoksa hala çok mu geç kalıyorum?’’ Hıçkırıklarımın arasında sıklaşan nefeslerim düzensizdi artık. ‘’Bu kez geç kalmadım baba, beni duyuyor musun?’’ Gözyaşlarım yanaklarımı yağmur gibi sırılsıklam yaparken iki büklüm halde kenarda yatıyordum. Ellerimi yere koyarak gözlerimi kapattım ve içimden babam için dualar etmeye başladım.

‘’Bu kez de geç kaldın küçük kız.’’

Gözlerimi açmama izin vermeden iki kişinin kolumdan sertçe tutuşu put gibi kalmama nedendi.

Çok geçmedi.

Artık iki elimde yanıyordu.

Benzin ve zippo.

Buraya kadar, Afra Kaner.

Bitti.

 

Avuçlarımı sigara sandığın için senden nefret ediyorum, Sarp.

Loading...
0%