@gokcelly
|
GÖKYÜZÜNÜN KÜLLERİ
‘’Zihnini saran yılanları yut. Dudak arası silahı.’’
Çağan Şengül, Kuzey Yıldızı
‘’Şiddetle başlayan hazlar, şiddetle son bulurlar. Ölümleri olur zaferleri, Öpüşürken yok olan ateşle barut gibi’’ der William Shakespeare, dünya klasiklerinden birinde. Onu tanıdığımda sadece 19 yaşındaydım. Sık sık gördüğüm gözlerini o gece sınıfça geldiğimiz konserde daha fazla incelemek zorunda kalmıştım. Tüm alan doluydu ve herkes birbirini tanımamış olsa dahi dip dibeydi, tıpkı benim ona olduğum gibi. Arkadan gelen sesler o ve arkadaşlarına aitti. ‘’Abi ne işimiz var şöyle romantik konserlerde? Hep Anıl’ın işi.’’ ‘’Kafana silah mı dayadım birader gelmeseydin.’’ Onun böyle şarkılardan hoşlanmadığını o ilk cümlesinden anlamıştım. O şarkıları sadece eğlenmek için, ben ise kendimi bulmak için dinlerdim. Tam da şu an olduğu gibi. En sevdiğim sanatçının, Çağan Şengül’ün konserindeydim. Üstelik en sevdiğim şarkısını söylemeye başlamıştı bile. Kuzey Yıldızı. Şarkının nakaratına gelmeden bir şarkıya bir onun sesine kulak kesiliyordum. ‘’Şu Aleda değil mi?’’ ‘’Ya sen olmasaydın hiç Yarım kalır, tüm renklerim Bildiklerim’’ ‘’O galiba.’’ ‘’Sevmek buysa, bir yaprağım nehirdeki Hep dolan gözümsün, en güzel şiirlerim.’’ Ardından asla beklemediğim bir şey oldu. Sesini bu konserde sürekli duymak zorunda kaldığım, üniversitenin kantininde sıkça rastladığım, aynı sınıfta olmamıza rağmen tek kelime etmediğim bu kişinin parmakları avucumun içine yavaşça kaydı ve saniyeler içerisinde beni kendisine çekerek kollarının arasına aldı. Saniyelerce ne olduğunu idrak edemeden göğsünde durdum bu kişinin, ardından kokusunu duydum. Portakal çiçeği... evet evet, kesinlikle o portakal çiçeği kokuyordu. Nerede olduğumu anlayabildiğimde aniden geri çekildim. Bana bakıyordu fakat anlamadığım şey kaşlarının bile çatılmamış olmasıydı. Bilerek mi yapmıştı? Hayır. ‘’Yorgun düşmem ben, aşk yoldan dönmez Kurşunlar yağdır, aşıklar ölmez’’ Gözleri tıpkı kahveyi andırıyordu. O kadar koyu bir kahveydi ki onu kahve ile bütünleştirebilirdim. Tüm galaksiyi gözlerinde barındırıyordu sanki. Dudakları bir kalemle çizilmiş, kaşları özenle şekillendirilmiş gibi. Belki de öyleydi, kim bilir. Tanrı tüm güzellikleri onun yüzüne saklamış, tüm hatlarına sunmuştu. Yukarı doğru kıvrılan dudakları ben de tuhaf bir hisse yol açtı. Onu tanımıyordum. ‘’Portakal çiçeği.’’ dedim oldukça kısık bir sesle. Şarkının arasında kendi sesimi dahi zor duyuyordum. Gözlerimin içine öyle dikkatli bakıyordu ki bir an kendimde bir tuhaflık olup olmadığını düşündüm. Yüzümde bir şey mi vardı? Sanki öylece kalmıştı ki saniyeler içerisinde yüz hatları sertleşti. Hafiften çatılan kaşları bana kuşkuyla bakmasını sağlarken gözlerimi kıstım. ‘’Tanışıyor muyuz beyefendi?’’ Konuşmak için dudaklarını araladığı an omuzunda beliren el bir kıza aitti. Az önce bana sarılan çocuğun yanına gelerek yanağından makas aldı ve flörtöz hareketler ile çocuğa yanaştı. Beni fark ederek durduğunda yüzündeki tüm neşe giderek önce bana ardından ona baktı. Konuşmamızı bekleyen gergin bir ortam oluştuğunda elimi gözlerinin önünde sallayarak dikkatini çekmeye çalıştım. ‘’Hey?’’ Yutkundu ve ademelması oynadı. Çene kasları belirdiğinde bakışlarım ister istemez çenesine indi. ‘’Ben sizi başka biri sandım.’’ dedi kalın, hoş ama tuhaf bir ses tonuyla. Sanki kafası karışıktı. Başımı sallayarak onayladım ve dudaklarımı ıslattım. Bir insana yüzünü görmeden sarılamazdı. ‘’Bir daha sanma.’’ O kadar sert bir cevaptı ki bu bir an omuzları dikleşti. Ortamlara girebilmek için yanından ayrılmayan yalaka kızlardan değildim, benim onlarla asla bir alakam yoktu. Dediğim gibi, aynı sınıftaydık ve tek kelime etmemiştik daha önce. Şu an böyle bir an yaşanmasaydı ben onunla hala diyalog kurmamış olacaktım. Elini saçlarının arasına daldırarak dağınık saçlarını daha fazla dağıttı. ‘’Hep sendin belki, yaktın hiç sönmez Nolur üzülme, yüzüm hiç gülmez’’ Arkamı dönüp geri gideceğim sırada bileğime dolanan el ile durdum. Bileğim avucunda kayboluyordu ve o sımsıkı tutuyordu. Nefesini boynumda hissettiğim an içim gıdıklandı. ‘’Bir daha sanacağım, koca gözlü kız.’’ Kalp atışım bir anda hızlanmıştı ve ne olduğunu bilmiyordum. Tek bildiğim kokusunun ciğerlerime kadar ulaşmasıydı. Ona dönerek bileğimi elinden çektim ve dik dik gözlerinin içine baktım. ‘’Benimle iddialaşma.’’ Güldü. Öyle hoş güldü ki yanağında o koca çukur oluştu. Bu gamzeden daha öte bir şeydi. Çok daha öte. Üzerime daha fazla eğildiğinde bir adım geriye attım ve boşluğa geldi. Konser alanının en köşesinde bulunuyorduk ve arkamız bir uçurumdan farksızdı. Dengemi kaybettiğim an belime dolanan elini hissettim. Beni daha fazla çekerek yüzlerimizin yakınlaşmasını sağladığında nefesini dudaklarımda duydum. Yüzü şimdi daha parlaktı. Gökyüzünde kocaman bir yıldız vardı ve parıltısı yüzünü görmeme olanak sağlamıştı. Artık daha net görebiliyordum. Boynunda bir dövme vardı: ay. ‘’Seninle iddialaşacağım.’’ ‘’Kuzey yıldızı tarihte milyonlarca kayıp ruha yol gösteren Asla yer değiştirmeyen bir yıldız Tüm samanyolu altüst olsa bendeki yerin asla değişmez Milyon yıl geçse ışığından tanır bulurum seni Sen benim en parlak yıldızımsın’’ Doğrularak direkt oradan ayrıldım. Mekanın lavabosuna girerek hızla musluğu açtım ve suyu sertçe yüzüme çarptım. Kafamı kaldırıp kendimi gördüğümde rengimin attığını fark ettim. O sırada içeriye giren iki kız kahkaha atarak birinden bahsediyordu. ‘’Of çocukla aynı sınıfta olduğumuza hala inanamıyorum. Bu erkekse diğerleri ne?’’ Sınıfa yeni gelen kızlardı ve iki gündür falan görüyordum kendilerini. ‘’Sevgilisi var sanırım, yanındakini görmedin mi?’’ ‘’Öyleyse de çok sürmez ayrılmaları.’’ Kahkahaları lavaboyu sararken ayna karşısına geçerek makyaj çantalarını açtılar. Dudaklarına kırmızı ruj yediren sarışın saniyeler içinde beni gördü ama umursamayarak rujuna tekrar odaklandı. ‘’Yine de emin olma.’’ dedi yanında saçlarını düzelten diğer sarışın. Saçları o kadar bitkin duruyordu ki muhtemelen sürekli ısı uyguluyordu. ‘’Neydi adı?’’ ‘’Şu boynunda dövme olan di mi?’’ Başını salladı. ‘’Evet.’’ ‘’Reha.’’ dedi kız, ardından sesli bir nefes verdi. ‘’Reha Arslan.’’ Durdum. Adını ilk kez duymuyordum. Sürekli başka kızlar ile anılan çocuktu bu. Gözü kendinden, çevresinden ve birkaç arkadaşından başka kimseyi görmeyen biri. İten, acıtan, yakan. Kızların basketbol esnasında vücudunu izlemesinden tatmin olan, barlardan barlara koşan, her gece başka biriyle görüntüleri çıkan, kötü ama tapılası. O an dudaklarımdan bir cümle döküldü: ‘’san kuzey yıldızı...’’
‘’Kestiler bile baba, bir haftadan fazla oldu, şeker portakalı fidanımı kestiler.’’ Şeker Portakalı, Jose Mauro De Vasconcelos |
0% |