@goncaince_genis
|
"Mia!" Dudaklarımı kıpırdatmadan arkadaşımın koluna sertçe dirseğimi geçirdim. Karşılık olarak, o da benim koluma dirseğini geçirdi hiç vakit kaybetmeden. Arkadaş seçimlerimi bir kez daha gözden geçirmem gerektiğini şimdi daha iyi anlıyordum. Çocukluk arkadaşım dahi olsa, sanırım böyle yerlere gelmeye ve beni de peşinden sürüklemeye devam ederse gerekten çok fena bozuşacaktık. Hangi arkadaş, medyum meraklısı olurdu ki? Daha önce de sürekli böyle yerlere gelir ve beni de peşinden sürüklerdi ama hiçbir zaman böylesine diken üstünde hissetmemiştim kendimi. Etrafımda ruhlar cirit atıyor ve sanki içimden geçiyorlardı. Tamam, bulunduğumuz yer, karşımızda oturan medyum kadının görünüşü, fısır fısır okuduğu bir şeyler ve önünde duran kâsede ki suya üfledikten sonra içine ellerini sokması ardından da suyu üzerimize sıçratması paranoyak hareketler sergilememde oldukça büyük etkenlerdi. Yıkık dökük bir harabelikte, camlarına tahtalar çakılmış ve neredeyse yıkılmak için an kollayan bir yapının içindeydik. Etrafta tütsü ve bir çok adını bilmediğim otlardan yanıyor, tüten duman odanın içine bir sis bulutu gibi yayılıyordu. Şunu da eklemem gerekirdi ki, bu kadının ölme vakti çoktan gelmişte geçiyordu. O kadar yaşlıydı ki, dünya da yaşamasam ve insanların ömürlerinin ortalama ne kadar olduğunu bilmesem kesinlikle bu kadına üç yüz hatta beş yüz yaşında damgasını vururdum. Ağzında tek bir diş bile kalmamış, birçok yabancı kelimeyi sarf ederken ağzından kaçan tükürüklere engel olamıyordu. Gözlerinin üzerini sarkan göz kapakları örttüğünden, bizi görmediğini düşünüyordum. Odanın içinde ki yoğun koku ve duman, nereden yayıldığını bilmediğim kırmızı ışıkla birleşip kadının yüzünü parlattıkça, kaçıp gitme isteğim artıyordu. Yaşlı medyum çatlak sesiyle sesli sesli kelimelerini söylemeye ve elini suyun içine batırıp çıkarma başlayınca, Mia'yı tekrar ve bu kez hiç acımadan itekledim. "Gidelim şuradan! Yoksa arkadaşlığımızı ciddi ciddi gözden geçirmemiz gerekecek!" Kadın kendi sesinden bizi nasıl duydu bilmiyordum ama bir anda durdu ve ciddileşen ifadesiyle başını bana doğru çevirdi. "Sessiz ol küçük hanım." dedi tıslar gibi. "Buraya gelmek istemediğini hissediyorlar ve seni burada istemiyorlar. Sessiz olmazsan, iletişime devam edemem." "Nora!" Mia'nın kedi gibi cırlayan sesi ve büyücünün adeta yılan tıslaması gibi çıkan sesi birleşince irkildim. "Bu benim için ne kadar önemli biliyorsun!" diye sitem eden Mia'ya gözlerimi devirdim. "Bilmez miyim?" dedim sesimi alaycı bir seviyeye taşıyarak. "Gerçekten, bahtının açılmasına çok ihtiyacın var." Mia, öfkeli bakışlarını yüzümde sabit tutarken omuz silktim. Şuan bana öfkelenmesi zerre umurumda değildi. Hem ruhlar da beni istemediğine göre burada durmamın anlamı yoktu bence, gidebilirdim. "Bak, buraya gelmek istemiyorsun ama bu ikimiz için de bir şans. Bahtımız açılacak, inanabiliyor musun? Uzun bir zaman oldu ve hala kimseyle çıkamadık!" "Yanlış hatırlıyorsam düzelt lütfen Mia. Sen daha dün gece Chris'ten ayrılmamış mıydın? Senin şu 'uzun zaman' anlayışın en fazla kaç saat?" Bir kez daha Mia'nın öldürücü bakışlarına maruz kaldım. "Kendim için istiyorsam erkeksiz kalayım, Nora!" dedi. "Hepsi senin için, tam üç ay, üç aydır bir erkeğin selamlaşmak için bile elini tutmadın! Bu büyü, kapanan bahtını açacak." Mavi gözlerini kocaman açarak beni inandırmaya ve biraz da işin içine sevimliliğini katmaya çalışıyordu ama bu numaraları yememeyi öğreneli çok oluyordu, Mia bunun farkında mıydı acaba? "Gençler," dedi medyum. Öyle bir dedi ki, eski bina sesinin gürlüğünden sarsıldı. "Konuşmaya devam ederseniz, büyü ters tepecek. Susun!" Mia, elini hızla ağzıma kapayıp, diğer elinin işaret parmağını dudağına koyarak susması işaret etti. "Siz devam edin, lütfen." dedi yaşlı medyuma - bence bir medyumdan çok, dolandırıcıya benziyordu. Yaşlı kadın tükürükler saça saça bir şeyler daha mırıldandı ve sonra kapalı gözlerini aralayıp, buruşmuş elini Mia'ya uzattı. "Elini ver," dedi. "Seninle iletişime geçmek istiyorlar." Mia'nın göz bebeklerinde gözle görülür bir büyüme ve o büyümenin içinde sonunda bir korku ışığı görebilmiştim. Gözlerini kocaman açıp, ne yapması gerektiğini sorar gibi gözlerime bakınca dudak büktüm. Buraya gelmek ve bu işlere bulaşmak onun isteğiydi ve şimdi sonucu öbür aleme karışmak bile olsa katlanmalıydı. Yüzünü buruşturup yardım etmem için dirseğiyle kolumu dürttü ama kendi başının çaresine bakması gerektiği için omuz silktim. Ben kararlı biriydim ve kesinlikle bir şeye tavrım olumsuzsa, asla olumluya çevirmezdim. Bazen Mia'nın bakışlarından etkilenip kararlılığımı bir kenara bırakıyordum ama beni sinirlendirdiği zaman da pişman oluyordum. Benden istediği yardımı alamayınca, gözlerinde sabırsızlık beliren yaşlı medyuma uzattı elini titreye titreye. Dokunsam ağlayacak vaziyetteydi ki bence ağlanacak bir durumdaydı. Bu büyü olaylarını fazla ciddiye aldığından şuan benden çok daha fazla korkuyor ve medyumun onu üç harfliler âlemiyle irtibata geçireceğini sanıyordu. "Gözlerini yum." dedi kadın ve Mia anında gözlerini yumdu. Bir süre öylece durdular. Sonra kadın Mia'ya gözlerini açmasını söyleyip elini bıraktı.
Mia'nın açılan gözleri bana dönünce, "Kandırıyor bu bizi," dedi fısıldayarak. "Öteki aleme geçemedim ama uyku alemine geçmeme az kalmıştı!" deyip kıkırdadı. Sonunda bu medyumluk işinin birer kandırmacadan ibaret olduğunu anlamasına sevinmiştim. "Sonunda, Mia!" dedim azarlar gibi. "En azından kadına elimizde ki son kuruş parayı vermeden bizi kandırdığını anlasaydın!" Mia, dudak büküp önüne döndüğünde yaşlı medyum elini bu kez bana uzattı. "Sıra sende." dedi. Mia'yla konuşurken ses tonunu normal tutuyor ama bana gelince yılan gibi tıslıyordu. Mia'ya bir kez daha aramızda gizli bir anlamı olan bakışı atıp, 'Seni öldüreceğim!' mesajını yolladım ve elimi kadının buruşmuş avucuna koydum. "Gözlerini kapat." deyince zaten uykum geldiğinden gözlerimi kapattım. Kadın Mia'nın aksine benim elimi sıkıca tutup bir şeyler mırıldanmaya başladı ve tam ben kalkıp gitmeyi düşünürken gözlerimi açmamı söyleyip, sıktığı elimi serbest bıraktı. "Açtınız mı sonunda kara bahtımızı?" diye alay ederek sordum yaşlı kadına. Gözlerinde aşağılayıcı bir bakış belirip buruşup içine göçen dudakları iki yana kıvrıldı. Bana cevap vermeyip masanın altından iki kutu çıkardı ve bize uzattı. "Bunlar kader kolyeleri," dedi. "İkiniz de bunu takacak ve çıkarmayacaksınız. Eğer çıkarırsanız, lanetlenirsiniz. Şimdi," deyip buruşmuş elleriyle içinde baht açan kolyeler olan kutuları uzattı. Mia, yine kendini ortama uydurmuş ve büyülenmiş gibi kadına minnetle bakarken kutuyu usulca aldı kadının elinden. Bense Mia'nın anında değişen tavırlarına göz devirip kadının elinden kutuyu çekip aldım. "Takın." dedi kadın ama Mia çoktan kolyeyi çıkarıp takmaya uğraşıyordu bile. Kolyesinde göz gezdirdim. Düz, mor renk bir yaprak şekliydi. "Açsana!" Mia elimdeki kutuya uzanıp hevesli bir şekilde açtı ve gördüğü her ne ise, gözleri kocaman olup şaşkınlık ve beğeni dolu nidalar atmaya başladı. “Bu çok güzel," dedi mavi gözlerini bana odaklayarak. Kutuyu bana çevirip kolyeyi gösterdi. Mia'nın kolyesine benziyordu ama rengi farklıydı. Mia'nın kolyesi mor renginin koyu tonuyken, benimkisi siyahtı. Üzerinde ki damarlar ise kan kırmızısı, birbirleriyle sarmal oluşturan damarlarla süslenmişti. Boyutları arasında bir farklılık yoktu ama Mia'nın verdiği tepki kadar olmasa da bana verilen kolye çok daha dikkat çekiciydi. "Bu benim olsun?" dedi Mia. Yalvarır gibi baktı gözlerime. Ben izin verecekken yaşlı medyum, "Hayır!" diye tıslayarak araya girdi. "Herkes kendine ait olanı takacak, sakın değiştirmeyin. Kaderleriniz birbirine girer." Mia başını sallayıp, "Pekii." dedi. "Herkesin kaderi kendine." Yaşlı kadın gözlerini bana çevirip, "Kolyeni tak." diyerek sert bir uyarıda bulundu. "Daha sonra takarım." deyip kadını geçiştirmek istedim. Elbette ki bu kadının yalanlarına inanmıyordum ve bu kolyeyi takmayacaktım. Ama maalesef ki medyumların her sözüne inanan ve her dediklerini yapan Mia gibi bir arkadaşım vardı. Kolyeyi kutudan çıkarıp daha ben ne yapmaya çalıştığını anlamadan arkama geçip kolyeyi boynuma taktı. Yerine oturunca da sanki yaptığı marifetmiş gibi ellerini çırpıp, "Çok yakıştı!" diye bağırdı kocaman sırıtmasıyla. Boş sokakların mı yoksa güneşin batmak üzere olması mı bilmiyordum ama içime kasvet çökmüştü. Kalbimin üzerinde büyük bir yük vardı sanki aldığım nefesler içimi şişiriyor, boğulacakmış gibi hissediyordum. Dediğim gibi Mia'nın medyum aşkı çok eskilerden beri vardı ve sürekli ismini duyduğu medyumlara gelip söyledikleri saçmalıkları uygulardı. Bu da yetmezmiş gibi beni de peşinden sürükler, saçmalıklara uymam için zorlardı. Onunla gitmemin en büyük sebebi, başına bir şey gelecek olmasından korkmamdı. Daha önceleri kapısını çaldığımız medyumların dolandırıcı olduğunu anladığımızda onlarla dalga geçer ve eğlenirdik. Bazıları ise onlarla dalga geçtiğimizi anlar ve bizi süpürgeleriyle kovarlardı. Bu kez, farklı hissediyordum. Kadına elbette ki inanmamıştım, hatta bu zamana kadar gittiğimiz dolandırıcı medyum çakmalarından bile daha fiyaskoydu kadının sözleri. Nedenini kestiremedim, belki de uzun süre eski binanın içinde havasız kalmamız beni etkilemiş olabilirdi. Soğuyan havanın rüzgârı yüzüme çarparken, derin derin nefesler alıp bu gün yaşadığımız olayı kafamdan silip atmaya çalıştım. Bir süre daha kendi kendimle kavga ederek kaldırımda ilerledim tek başıma. Sonra Mia'nın cırtlak sesini duydum. "Nora!" diye bağırıyordu arkamdan. "Beklesene beni." Adımlarımı daha da hızlandırdım. Şu an onunla konuşacak olursam ciddi anlamda kalbini kırabilirdim. Dediğim dedik bir insan olması başımızı ilk defa derde sokmuyordu ama bu gün benim adıma kararlar verip, benim ne istediğimi umursamadan kolyeyi boynuma takmıştı. Aptal bir kadının aptal sözlerine uyup, yaptığı saçmalığı ikiye katlamıştı. "Nora, yavaşla lütfen!" Omzumun üzerinden geri bakıp, "Peşimden gelme, Mia!" diyerek, yeterince kesin bir tavırla uyarıda bulundum. "Gerçekten bu kez haddini aştın. Eğer aramızın bozulmasını istemiyorsan, bir süre benimle konuşma." "Nora, neden olayı bu kadar büyütüyorsun?" diye sordu olduğu yerde kalıp. "Tamam, inanmıyor olabilirsin ama bu kadar sinirlenmen gereken bir durum yok ortada." Adımlarımı küçültüp duraksadım. Başımı kararmak üzere olan gökyüzüne kaldırıp, sakinleşmek adına derin bir kaç nefes aldım. "Mia," dedim olduğum yerde yüzümü Mia'ya dönerek. "Ben hiç eğlenmedim ama Mia. Sırf seni sevdiğim için her seferinde bu saçmalıklara katlanmak zorunda kalıyorum. Sırf sen istiyorsun diye saçma sapan mekânlara girip, o mekanlara yapılan baskınlar sonrasında kaç kez nezarette yattığımız oldu. Ama sen sürekli işi eğlenceye vuruyor ve benim ne istediğimi umursamıyorsun bile." "Bu kadar kızacağını bilseydim, seni hiç çağırmazdım, Nora. Tek arkadaşım sensin. Ve evet ben bencil bir insanım, senin kadar düşünceli olamıyorum. Seni bunca zaman peşimden sürüklediğim için üzgünüm, bundan sonra asla ısrar etmeyeceğim." dedi, Mia ilk defa bu kadar kesin ve ciddi konuşuyordu. "Mia, bu konuşmanın sonu kötü bitecek. Bu yüzden ben gidiyorum. Daha sonra, ikimiz de sakinleşince tekrar konuşalım, lütfen." Başını sallayıp, ciddi ifadesini koruyarak sözlerimi onayladı ve yürümeye başlayıp yanımdan geçip gitti. Yanımdan geçerken, mavi gözlerine yaşların dolduğunu gördüm. Bir an, onu durdurup sarılmak ve ondan özür dilemek istedim ama yapmadım. Her seferinde onu affediyordum ve o bir daha ki sefere başımıza daha büyük işler açıyordu. Onunla küs kalmak istemesem de bu kez alttan alan taraf olmamakta kararlıydım. İyiden iyiye kararıp soğuyan havada bir süre daha ilerledim. Ne yapmam gerektiğini düşündüm, eve gittiğimde Mia'nın nasıl bir tepki vereceğini ve bu tepki karşısında ne yapmam gerektiğini hesap edip, yürüdüm. Öyle köhne bir yere gelmiştik ki, uzun bir yürüyüşün ardından ancak caddeye çıkıp bir taksi durdurabilmiştim. Evin adresini verip taksi hareketlendiğinde az önce kendimin haklı olduğunu düşünürken, şimdi verdiğim tepkinin fazla abartılı olduğunu düşünüyordum. Mia, öyle kolay kolay arkadaşlık kurabilen biri değildi, aksi ve çekilmez tavırları vardı onun. Herkesle kavga eden biriydi ve anlaşabildiği sayılı insanların en başında ben vardım. İkimizin arkadaşlığı küçük yaşlarımıza dayanıyordu ve ikimiz de ailelerimiz olmadığı için yetiştirme yurdunda büyümüş çocuklardandık. Ben sakin bir yapıya sahipken, Mia deli dolu biriydi. Birbirimize fazla zıttık ama her zaman orta yolu bulurduk. Şimdi de bir orta yol bulup, bugün ki kavganın üstesinden gelmeliydik. Gerekirse yine alttan alacaktım. Taksi evin önünde durduğunda ücreti ödeyip apartmana girdim. Dairenin önüne geldiğimde ise Mia'yı yerde oturup dalgın dalgın merdivenlere bakarken buldum. "Mia?" dedim neden burada oturduğunu sorar gibi. "Neden eve girmedin?" "Anahtar." dedi her zamanki neşeli sesinin aksine üzgün bir ses tonuyla. Unutkanlık, Mia'nın en belirgin özelliklerindendi. Anahtarını unutması ise üstesinden gelemediği tek durumdu. Bir şey demeden çantamda ki anahtarımı buldum ve ben kapıyı açarken Mia da oturduğu yerden kalktı. Ayakkabılarımızı çıkarıp içeri geçtiğimizde, Mia her zaman yaptığını yaparak mutfağa geçti. Kendine yine kahve yapacaktı. Ekmekten çok kahve tüketen bir kızdı. Küçükken de öyleydi, yemek yemez karnını kahve ile doyururdu. İlk önce odama geçip üzerimde ki kıyafetlerden ve en önemlisi üzerime sinen tütsü kokusundan sıyrıldım. Ellerim boynumda ki kolyeye gidince çıkarmak istedim ama Mia'yı üzmek istemediğimden onunla aramızı düzeltene kadar çıkarmamaya karar verdim. Salona geçtiğimde Mia, L koltuğa yatar gibi oturmuş, ayaklarını da küçük sehpaya uzatmış kahvesini yudumluyordu. "Konuşabilir miyiz, Mia?" diye sordum yanına ilerlerken. "Tabii." dedi yüzüne samimi olmayan bir gülümsemeyi yerleştirip. "Sinirin geçtiyse, konuşalım tabii." "Bak Mia, haklısın abartmış olabilirim ama cidden bu kez-" sözlerime devam ederken Mia'nın kırgın sesi beni susturdu. "Hatalıydım, Nora," dedi benim yerime. "Seni zorladığımın farkındayım. Yine de bağırmadan bu konuyu konuşarak halledebilirdik." "Haklısın." dedim mahcup bir ifadeyle. Mia'nın sert ve yıkılmaz bir duruşu vardı. İnsanlar onu katı biri sanırlardı ama aksine Mia, fazla kırılgan biriydi. En küçük söze bile alınırdı. "Seni zorladığım için tekrar özür dilerim." dediğinde mavi gözleri tekrar dolmuştu. "Söz veriyorum Nora, bundan sonra seni istemediğin şeyleri yapmaya zorlamayacağım." "Beni yanlış anlıyorsun, Mia." diye sözlerine karşı çıktım ama başını iki yana sallayarak beni dinlemeyi reddetti. "Nazım bir tek sana geçiyor. Beni anlayan ve bana katlanan tek insan da sensin. Seni ne kadar sevdiğimi biliyorsun." dedi. "Biliyorum." dedim içtenlikle. "Sen de benim seni ne kadar sevdiğimi biliyorsun." "Ama Nora," dedi başını yerden kaldırıp gözlerimin içine bakarken. Az önce gülümsemiş ama şimdi yine ciddi bir tavır sergilemeye başlamıştı. "Sence de medyum fazla buruşuk değil miydi? Ölmüş ama zavallıyı gömen olmamış." İkimiz bir süre birbirimize baktık ve sonra aynı anda kahkaha attık. "Nereden buldun bu kadını?" diye sordum kahkaha atarken. "Derin araştırmalarımın sonucunda öğrendim." dediğinde söylediğinin yalan olduğunu bildiğimden göz devirdim. Anlamış olacak ki; "Kapıcı Martin Amca söyledi." diyerek doğruyu söyledi. "Bu arada sen gidince medyum bana bir şeyler zırvaladı." Kaşlarımı çatıp Mia'nın ağzında gevelemeye çalıştığı şeyi sorguladım. "Onun zırvalıkları umurumda değil, Mia."
"Kafandan sil at." dedim rica etmekten çok uzak bir tınıyla. Cevap vermeyip yanaklarının içini şişirdi ve başını masaya yasladı. Onun sessizliğinden faydalanıp sütümü bir dikişte bitirdim. "Duşa girip, uyuyacağım." dedim boşalan bardağımı tezgâhın üzerine bırakırken. Mia'yı öpmeden asla uyumazdım ama bu gece gerçekten onunla daha fazla sohbet etmek istemiyordum. Aramızı iyi tutmak ve yeniden alttan almak bir işe yaramayacaktı, Mia, inatçılığını bir kenara koymadığı ve bu medyum konusunu kapatmadığı sürece. "İyi geceler." diye mırıldandı başını masadan kaldırmadan. Mutfaktan çıkacakken, "Nora." diye seslendi. Omzumun üzerinden ona baktım. "Efendim?" dedim. "Öpmek yok mu?" diye sordu dudağını sarkıtıp. Başımı iki yana sallayıp banyoya ilerledim. Odamdan eşyalarımı alıp banyo ya geçecekken, Mia odaya girdi. Biraz sinirli, biraz da endişeli gibiydi. "Senin kaderin," dedi kekeleyerek. "Buraya ait değilmiş." "Ne diyorsun Mia?" Elimde ki kıyafetleri yatağımın üzerine atıp Mia'ya döndüm. "Senin kaderin, bu dünya da yazılı değilmiş ve zamanı geldiğinde kaderin seni olman gereken yere çekecekmiş." "Mia!" diye bağırdım en sonunda. "Yeter artık! Gerçekten artık seninle konuşmak istemiyorum." Attığım kıyafetleri almadan sinirle odadan çıktım. Banyoya girip hızla kapıyı çarptım. Arkamdan sesleniyor ve medyumun zırvalıklarını anlatmaya devam ediyordu. Sözlerini duymamak için suyu açıp üzerimde ki kıyafetleri hızla çıkardım ve kendimi uzun bir süre suyun altında kalmaya ikna ederek duşa kabine girdim. Sinirim Mia'ya değildi. Asıl sinirlendiğim kendimdi ve birileri kırılmasın diye onların duygularını kendi duygularımdan da, isteklerimden de önde tutmamdı. Doğruyu konuşmak gerekirse, medyumun benim hakkımda ki zırvalıklarını hiç merak etmemiştim ama Mia, kaderim hakkında içinde tuttuklarını benden izinsiz anlatınca içimde ister istemez bir merak oluşmuştu. Sinirimi bir kenara bırakıp, su üzerimden akıp giderken bir karar aldım; bundan sonra herkesten önce kendime ve kendi isteklerime değer verecek, kendimi herkesten öncelikli tutacaktım. Mia'nın peşine de takılmayacaktım artık, gitmek istediği yere tek başına gitmeliydi. Başına bir şey gelirse eğer, kendini de savunmayı öğrenmeliydi. İkimiz de kendimizi korumayı tek başımıza öğrenmek zorunda kalmıştık daha küçük yaşımızda. Mia'nın yetiştirme yurduna getirilmeden önce yaşadıkları çok kötü ve zor şeylerdi. Ne kadar kızsam da onu seviyor ve her ne kadar kendi başının çaresine baksın desem de yine onu koruyacağımı biliyordum. Gerek önce ki yaşadıkları olsun, gerek birlikte büyümüş ve bu zamana kadar hiç ayrılmamış olmamız olsun, Mia'nın içinde büyütemediği küçük ve korunmaya muhtaç bir yanı olduğunu görebiliyordum. Sinirim geçtiğinde de yine Mia'nın üzgün bakışlarına dayanamayıp, yine yaptıklarını sineye çekecektim. Yine de kendimi bilmeme rağmen, aldığım kararı kendime hatırlatıp saçlarımı duruladım. Mia'nın dediği gibi kadın tuhaftı ama öyle büyütülecek bir tuhaflığı da yoktu. Sanki ölümsüzdü ve yaşlanmaya lanetlenmişti. Benimle konuşurken ayrı âlemlere geçiyor ve yüzüme yılan gibi tıslıyordu. Komik geliyordu aslında ama Mia'nın sözlerinden sonra içime bir kurt düşmüştü. Benim hakkımda söyleyecekleri varsa eğer, Mia'ya değil de bana söylemeliydi. O bu işleri ciddiye aldığından kadının sözlerinden etkilenmiş ve korkmuş olmalıydı. Bana anlatmak istemesi de beni korkutmak istediğinden ya da medyuma inandığından değildi belki de, benim için korkmuş ve bu yüzden anlatmak istemiş olabilirdi. Mia'nın üzgün ve ne yapacağını bilemez halleri de düşüncelerimi doğrular nitelikteydi. Mia'yı bu zamana kadar belki ikinci kez üzgün görüşümdü bu. Kadını anlatıp gülerken bile gözlerinde bir buğu vardı. Evet, yine yumuşamaya başlamıştım. Duşa kabinden çıkıp, havluya sarındıktan sonra odama geçtim. Koridordan odama geçerken, Mia'yı hiç görmedim. Sinirlerim yatışana kadar da görmesem daha iyi olacaktı. Saçlarımı kurutup yatağıma uzanana kadar saat ilerlemiş ama ilerleyen saate inat, merakım azalmamış; aksine, Mia'nın sesi kulağımda yankılandıkça, büyümüştü. Mia'ya olan öfkem de, merak duygum arttıkça katlanmıştı. Kaderimin bu dünya üzerinde yazılı olmadığı ve en yakın zamanda kaderimin beni ait olmam gereken yere çekeceği de nasıl bir saçmalıktı öyle? Kim bilir daha neler uydurmuştu. İnsan kendi kaderini kendi yazardı. Benim düşüncem buydu; önceden belirlenmiş şeyleri yaşamıyorduk, her şey bizim elimizdeydi ve bu yüzden gelecek diye bir kavramın bilinmezliği vardı. Daha önceden belirlenmiş veya yazılmış şeyleri yaşıyorsak eğer, insan değil de kukla olurduk. Özgürlük diye bir şey olmazdı. Ve önceden yazılmış bir şeyi yaşamak için dünyaya gönderiliyorsak, bu hayat değil, tutsaklık olurdu. İyi veya kötü yaşadığım her ne varsa, bunun hayat olduğuna inanıyordum. Bu bir tutsaklık olamazdı. Yatağıma geçip yorganımı başıma kadar çektim. Uyumak ve daha fazla beynimi anlamsız düşüncelerle boğmak istemiyordum. Elim boynuma gittiğinde kolyeyi avucumun içine aldım. Duşa girdiğimde çıkarmayı akıl edememiştim. Artık Mia'nın kızıp kızmayacağı da umurumda değildi. Daha fazla bir medyumun oyuncağı olmayacaktım. Yatağımda doğrulup kolyeyi çıkarmaya uğraşırken, kapım açıldı ve Mia odama girdi. "Nora." dedi sesinde anlayamadığım, belki de anlamak istemediğim duyguların yoğunluğuyla. "Konuşmayalım, Mia." diyerek yorgunluğumu ve onunla konuşmak istemediğimi sakince belirttim. "Sadece beş dakika," dedi. "Sonrasında seni rahatsız etmeyeceğim." "İnadından asla vazgeçmeyeceksin değil mi?" diye sordum kolyeyi çözmeye çalışırken. "Gel," dedim. "İçindekileri dök." "Bana böyle davranma, Nora," dedi ağlamaklı bir ifadeyle. "Kadının sesi aklımın içinden çıkmıyor ve ben, korkuyorum." Yatağımın kenarına oturunca, kolyeyi çözmeye uğraşmaktan vazgeçip, sırtımı başlığa yasladım. "Biliyorum, benim suçum. Gitmemeli ve gitsem bile seni peşimden sürüklememeliydim." "Senin için endişeleniyorum, Mia." dediğimde, mavi gözlerini gözlerime sabitledi. Ağlamış mıydı? "Sürekli başına dert açıyorsun. Seni korumaya çalışıyorum ama o kadar inatsın ki, yapacaklarından geri kalmıyorsun." Gözleri daha da parlaklaşınca ağlayacağını anladığımdan, "Ağlama." dedim, rica ederek. "Başıma açılacak dertler umurumda bile değil, Nora." dedi. "Senin için endişeleniyorum." "Endişelenecek bir durum yok." dedim ağlamasını engellemek ve ikimizin de endişesini yok etmek için. "Var, Nora!" diyerek yine inadını sürdürdü. "Seninleyken kadın hiç inandırıcı değildi, kabul ediyorum. Ama sen gittikten sonra çok garip şeyler söyledi." "Kaderim hakkında olan şeyler mi?" diye sorduğumda başını sallayarak onayladı. "Anlat." dedim. "Yaşam ve ölüm. Doğarız ve ölürüz, öyle değil mi?" diye sorduğunda bende başımı sallayarak onayladım. "Peki, rüyalar?" diye sorduğunda ise, kaşlarımı çatarak Mia'nın ciddileşen ifadesine baktım. "Rüyalar da bir çeşit hayat demektir, Nora. Yaşamın ve ölümün tam ortasında duran ince bir çizgi." "Yani, Mia?" diye sordum sözlerinden bir şey anlamayınca. "Orada da bir hayat var." dedi. "Bazılarımızın kaderi Dünya'ya, bazılarımızın Ölüme ve bazılarımızın kaderi de Rüyalar Ülkesine yazılır." "Bunlar senin sözlerin değil, değil mi Mia?" diye sorduğumda, "Değil," dedi. "Medyum söyledi." "Ne yani rüyalar da bir ülke mi? Rüya ülkesi, öyle mi? Lütfen Mia, bunlar tam bir deli zırvası." "Devamını dinlemek ister misin?" diye sorduğunda "Devam et bakalım, daha ne saçmalıklar dinleyeceğiz duyalım." dedim hafif alayla. "Kaderi Dünya'ya yazılanlar doğar ve kaderleri bitene kadar yaşamaya devam ederler. Ölüme yazılanlar, cennet katında kalır." "Peki, benim kaderim nereye yazılmış?" diye sordum ciddiyetten uzak. "Senin kaderin yazılmamış, Nora." dedi. "Senin kaderin, mühürlenmiş. Sen ne Dünya'ya, ne de Ölüler Ülkesine ait değilmişsin. Senin kaderin, Rüyalar Ülkesinde yazılıymış." "Vay canına!" diyerek yalancı bir şaşkınlık havası yarattım. "Dalga geçme, Nora. Dinleyeceksen anlatayım ama dalga geçeceksen-" Derin bir nefes alıp, "Bizler insanız, doğarız, yaşarız ve ölürüz, Mia. Eğer kaderimde ölüm varsa, bunu engelleyemem. Ama sence de saçma değil mi? Bir düşünsene, Rüyalar Ülkesi diye bir yer mi olur? Çocuk masalı gibi!" "Bilmiyorum." dedi Mia. Sesi yorgunluğun ve uykunun etkisini taşıyordu. "Hangi ülke olursa olsun, nerede yaşam varsa ve sen oraya gideceksen eğer, beni de götür." "Götürürüm." dedim kıkırdayarak. "Biraz da o ülkeyi birbirine katarız." "Yine dalga geçiyorsun!" diyerek koynumdan kalkmaya çalışınca daha sıkı sarıldım. "Nora, ben ciddiyim." dedi mavi gözlerini gözlerime dikerek. "Beni bırakıp gitme, bizim birbirimizden başka kimsemiz yok. Sensiz olmak filan istemiyorum ben!" "Uyuyalım, Mia." dedim yorganın altına biraz daha girerek. "Gideceğim zaman söz, seni de bavulumun içine tıkar gittiğim yere götürürüm." "Söz verdin!" dedi sesini yükselterek. "Söz verdim, Mia. Şimdi uyuyalım ve ben kaderimin yazıldığı rüyalar ülkesinde sabaha kadar bir tur atayım." "Espri yapamıyorsun, Nora." dedi bıkkınlıkla. Evet, espiri anlayışından biraz yoksundum. Bir süre sessizce durduğumuzda aniden, "Mia." dedim. Korkuyla başını kaldırıp, "Neyin var?" diye sordu. "Aklıma bir şey geldi." dedim kıkırdayıp. İyi olduğumu anlayınca öldürücü bakışlarından sonra koynuma geri yatıp belime sıkıca sarıldı. "Ne geldi o güzel aklına?" deyince, yine kıkırdadım.
|
0% |