@gonulhanem
|
Merhaba arkadaşlar, Bir Kara Sevda kitabım şuan instagram hesabım @gonulhanem__ de yayınlanıyor. Güncel bölümleri kaçırmayın .... Yanyana yürüyerek Koyun Ağılı'na giden ince toprak yola saptılar. Yolun iki kenarı irili ufaklı bodur çalılarla kaplıydı. Asiye olduğu yerde durdu. O durunca Sülbiye'de durdu. Baktı kıza. "Eyy... Ne diye durdun Asiye, eyi misin?" Kızın yanakları anında kıpkırmızı oldu. Bilirdi Sülbiye, ne vakit utansa Asiye'nin yanaklarına olanca kan hücum eder böyle kıpkırmızı kesilirdi. Bıraktı ayak ucuna bakır helkileri usulca dokundu kızın koluna. "De hele Asiye, gorhutma gayrı?" "Şey... Sülbiye abla..." "De hele guzum?" "Benim acil uçkur çözmem lazım gelir" Birden bir kahkaha saldı Sülbiye, Asiye daha da bir utandı. "İlahi gız Asiye! Deminden beri kıvrım kıvrım kıvrandığın bu buydu gı? Her ne kadar sana yetiştik gız deseler de anam küçücük bebe gibisin ya. İnsan uçurunu çözüp çıhmaz mı yola. Hem her yer insan gaynıyo, bu vakitte olacah iş mi?" "Vallahi pek sıkıştım Sülbiye abla, anla işte halden." "Benim anlamam neyi değiştirir ki Asiye? Uluorta yer, biri neyim görür sonracığıma deyim Haydar Ağa'nın kulağına neyim gider, seni de gebertir beni de göz göre göre izin verdiğim için, anlıyon değel mi?" "Gözünü seveyim Sülbiye abla, altıma mı edeyim?" Kararsız kaldı kadın. Karşısında iki bacağını birbirine sıkıştırmış, boynu bükük Asiye'nin o haline dayanamadı. "Aman heri! Gebertirse gebertirsin ağan da ikimizi. Get öteye, gözden uzak münasip bir yerde gör işini. Ben davarı garşılayım. Gecikirsek çoban ağana duyurur. Bilin ki eyi olmaz ikimiz için de" Minnetle gülümsedi Asiye, kadına. Keklik gibi sekerek uzaklaştı, çalıların arasında gözden kayboldu. Sülbiye usul adımlarla sürünün geldiği yöne doğru yürümeye başladı. Ara sıra şalvarı yanından geçtiği karamık dikenlerine takılıyor, Sulbiye usulca dikenlerin hışmından şalvarı kurtarıp yoluna devam ediyordu. Her adımı her ne kadar usulca patika yoldan telaşsız seri bir şekilde ilerlerse de yüreği çarpana çalıyordu sanki. Asiye çobandan evvel dönmeliydi. Ya dönmezse, o vakit ne yapardı Sulbiye? Bilirdi ki geveze çoban sırf ağaya yaranmak için Asiye'yi gammazlamaktan bir nebze bile tereddüt ermezdi. Kalleş herif! Ağa yalakası ne olacaktı!
Güldü hırsına Sulbiye. Çobanın ne suçu vardı. Garibanın Asiye'den haberi bile yoktu. Kim bilir belki Asiye çabucak hacetini görüp gelebilirdi. Ah Asiye bir gelseydi... Sulbiye içi içini yiyerek beklemekten başka çaresi yoktu. Adımları binbir tonluk ağırlık varmış gibi sürükleyerek ilerledi. Patika yolun kenarında irili ufaklı sarı dikencikler boy vermiş, gelini geçeni selamlıyordu. Az ötesinde alıç ağacının öbek öbek dikenli dalları arasında bir cırcır böceği cırlamaya başladı. Erkenciydi mendebur! Daha alaca karanlık çekmeden neydi acelesi, diye düşündü Sülbiye. Sonra düşüncelerine güldü. Hayvandı bunun burası. Ötmenin de vakti mi vardı?
Başını kaldırıp söyle bir bakındı etrafına Sülbiye. Üç beş adım önünde Anşa ile Döne kollarına bakır helkilerini takmışlar kol kola usul adımlarla yürüyorlardı. Gelin görümce, görmeyim ömrümce o hesaptı ikisinin yakınlığı. Ev içinde kanlı bıçaklı olsalar da dışarıda düşman çatlatan bir sahiplikle birbirlerinin ardını korur kollar kimseye en ufak laf vermezlerdi. Sülbiye, aralarına karışıp karışmamak arasında kararsız kaldı. Hızlanıp peşlerinden yetişip, aralarına karışadabilirdi amma ağanın bacısı Asiye'yi sormazlar mıydı, sahi ne cevap verirdi. 'En iyisi heç eşleşme, görünmeden yörü yoluna gız Sülbiye,' içinden geçirdi. Ardını döndü Asiye'yi görme umuduyla ama göremedi. Daha ne kadarcık zaman geçmişti ki? Asiye'nin ayağı tezdi, gelirdi elbet. Amma ki kimsecikler 'hani ağa bacısı, nirde, yoh mu,' deyin sormadan gelse iyi olurdu. ... Asiye sancıdan kıvrım kıvrım kıvranırak telaşlı adımlarla karamıh dikenlerine doğru yürüdü. Orası iyiydi. Koca öbekler halinde büyümüştü karamıh dikenleri. Önce karamıh dikenlerinin duvar gibi sıkı sıkıya bürünmüş dalların kenarına çözülmeyi düşündü ama olmazdı ki etraf açıklıktı. Görünmekten korktu. Karamıh dikenlerinin etrafını dolaştı. Dikenliğin ortasında dikenler yoktu. Dikenliğin açıklık alanında öbek öbek çoban yastıkları büyümüş, çevresini de çitlerle örülmüş gibi karamıh dikenleri çevirmiş, boy vermişti. O orta yere girebilirse işi kolaylaştırdı amma ki ne çare karamıh dikenleri çok sıktı. Küçücük bir seyreklik vardı oradan da geçmesi zor olsa da denemeye değerdi. Buradan daha münasip bir yer gözüne çarpmadı. Gergin bir şekilde karamıh dikenlerini eliyle aralayıp bacağının birini içeriye attı. İlk adımda dikenler bacağının dalamaya başlamıştı. Dişlerini sıktı, ikinci ayağını da içeriye çekmişti ki parmak ucuna sivri bir diken battı. Acıyla elini hızla çekince diğer elini de gergin bıraktığı karamıh dikenleri çizdi. Müthiş bir acıydı hissettiği. Izdırapla kıvranıyordu. Sıkışık bir durumdaydı şimdi ise acıdan altına yapması işten bile değildi. Bacaklarını birbirine kentledi. Sağ elinin üstü çizik çizik kan içindeydi. Sol orta parmağında ise irice bir damla kan düşmek üzereydi. Sımsıkı parmak ucunu sıktı kan yayılarak ayağının ucuyla üstüne bastığı çoban yastığının üstüne düştü. Parmağını ağzına götürüp biriken kanı emdi. İğrenç bir tadtı. Hemencecik tükürdü. Parmağının ucunda ki sarı dikeni görebiliyordu. Birazcık deneme sonrası tırnağının arasına sıkıştırıp çekip çıkardı. Şimdi biraz daha katlanır olmuştu acısı. Bunları yaparken bir çift hain gözün onu gözlediğinden zerre haberi yoktu. Her hareketini pür dikkat izliyordu. Bunu yaparken o kadar sinsice sokulmuştu ki ardına ne Sülbiye ne Asiye onu farketmemişti bile. Asiye hızlıca bandiğinin çukuruna uzanınca sinsi gözler ar edip ardını döndü. Kızın ne edeceğini tahmin etmesi zor değildi. Onu kıvrım kıvrım kıvranırken de görmüştü. Sıkıntıyla sakallı yüzünü ovuşturdu. Bu kız mıydı Haydar Ağa’nın bacısı? Peki bu ettiği neydi, namı yedi düvele yayılmış şanlı Haydar Ağa’ya yaraşır mıydı? Ya biri görseydi onu? Haydar Ağa’nın rezilliği zerre umurunda değildi. Onun ilgilendiği Asiye'ydi, ilmek ilmek işlediği planın nadide bir motifiydi sadece. Gözünün ucuyla dönüp ardını baktı adam. Kızcağız her şeyden bir haber çekmiş bandiğini paçalarını düzeltiyordu. İçi bir nebze rahatladı adamın. Karamıh dikenlerinin içinde uygunsuz bir vaziyette iken Asiye'nin başını beklemiş olmak gururuna dokunmuş olsa da nihayetinde Asiye o planın merkeziydi. Omuzunda çiftesi olduğu halde yakınına birilerinin sokulmayacağını biliyordu. Yabancıydı, kimsecikler tanımazdı onu hem herkesin kullandığı patika yoldan da epey uzaktaydılar. Bir çoban köpeğinden başka uğrayan yoktu onu da tüfeğin ucunu sallamasıyla ürküttü. Köpek bayır aşağı koşup giderken gözlerini Asiye'nin üzerine kilitledi. Yazık olacaktı, ne güzel kızcağızdı oysaki... Yüreğini yokladı, merhamet mi sunardı yoksa? Aklını karıştırmıştı orası muhakkaktı! Dam başında gördüğü o an gözlerinin önünden silinmiyordu. Al yazmanın sabun kokusu hala burnunun uvundaydı. Mis gibi berrak sabun kokusu burnunun direğini sızlattı.Sonunda kazıyıp atacaktı o anları! Kız çabuk adımlarla karamıh dikenlerinin arasında ki Küçücük açıklığa yöneldi. Karamsar bir hali vardı. Çember halinde çevrili karamıh dikenlerinin etrafında döndü durdu. Tek münasip yer o küçücük açıklıktı. Girerken tek hamlede girmiş ve yaralanmıştı. Belki çıkmaya aklı kesmiyordu. Daha ne kadar sürecek diye beklerken kız tereddütle karamıh dikenlerini araladı. Ama takıldı kaldı dikenlerin arasında. Acıyla karışık kendi kendine söylenirken olduğu yerde duramadı. Hızla kızın takılı kaldığı açıklık alanın önünde durdu. Uzattı tüfeğin ucunu, yardı dikenlerin arasını. Kız korkuyla hafif bir çığlık attı. Bu oydu! Dam başında gördüğü yağız delikanlı imdadına yetmemişti. Rüya mı görürdü gündüz vakti! Öğlen vakti daha nerede göreceğim derken akşamına karşısında duruyordu. İn miydi cin miydi? Birden bire karşısında nasıl da belirevermişti? Anasından çok duymuştu koyun ağılının tepesinin başında cinler toy kurup düğün yaparlarmış. Ürpertiyle olduğu yerde kalakaldı. Ugrağa mi uğramıştı açep. Tereddütle ardını döndü. Besmelesiz girmemişti dikenlerin içine ama korkmadan da edemedi. Oğlan ona gözlerini dikmiş bakıyordu. Korkuyla ellerine baktı. Sonrasında usulca gözlerini yüzünü yokladı. Yok, ağzı gözü de yapmulmamıştı! Korkuyla oğlanın gözlerine baktı. Sıfatı insan sıfatıydı. Hele gözleri baktıkça içinde kaybolası vardı.
"Heyde, durma öyle!" İki kelimeydi işittiği ama ne güzel bir sesle konuşuyordu.
|
0% |