Yeni Üyelik
2.
Bölüm

2. Bölüm, Kurumuş Gül

@gozlerinderyadeniz

İveet ben geldim hoş geldim.

 

Şuraya azıcık hatırım varsa bir kalp koy gardas ya

 

Simdi halini hatrını sorardım da bolume gecmemiz gerek. Hepinizi seviyorum.

 

 

 

 

"Aşk; görmekten çok özlemeyi sever,

Dokunmaktan çok özlemeyi...

Ve aşk öyle haindir ki;

Nerede imkansız varsa onu sever."

 

-Özdemir Asaf

 

İyi okumalar diliyoreem!

 

 

Günümüz

 

"Frappe plus fort!" (Daha sert vur!) dedi karşısındaki adam. Kendini Fransa'da bulmuş kız çocuğu karşısındaki Fransız boks hocası ile boks yapıyordu.

 

Sorguluyordu.

 

Neden bu hayat onu seçmişti?

 

Neden bunları o yaşıyordu?

 

"Je frappe déjà fort, idiot!" (Zaten sert vuruyorum gerizekalı!) dedi Bade. Boks hocası bir an duraksadı ama savunmaya geçti. Boks hocası Bade'nin ona dediğini umursamadan, "Vous pouvez rejeter votre colère sur moi." (Öfkeni benden çıkarabilirsin.) dedi.

 

Bade karşısındaki hocasının yüzünü tamamen Pamir'e benzetti. Yerinde pozisyonunu alırken boks hocası karşısında yok olmuştu. Pamir gelmişti sanki.

 

"Vur bana.." diyordu Pamir. "Seni terk ettiğim için özür dilerim. Hıncını al benden." dedi Pamir. Farklı renk gözleri daha da belirgin oldu. Çekik gözleri daha da çekildi.

 

Kıvırcık saçlarının her zamanki gibi bukleleri çözülmüştü. Buradan yumuşacık görünen dalgalı saçları ve heybetli boyuna baktı Bade. Kıyamazdı ki..

 

Boyu daha da uzamıştı Pamir'in. Farklı renk gözleri parlamıştı. Dolgun dudaklarının rengi solmuştu.

 

Bir gün bile unutmamıştı Bade Pamir'i.

 

Bade pozisyonunu değiştirdi. Öylece durdu. Boynundan gerdanına akan terlere izin verdi. "Neden?" diye mırıldandı Bade.

 

"Neden yaptın bunu bana? Biliyorum sebeplerin vardı. Ama birlikte aşabilirdik." dedi.

 

"Bade?" diye aksanlı bir tanıyla seslendi ona boks hocası. Duyamadı Bade. Birden boks hocasının üstüne öyle bir atladı ki Bade hâla onu Pamir zannediyordu.

 

"Pourquoi?" (Neden?) diyerek boks hocasına ama aslında Pamir'e atabildiği en sert yumrukları atmaya başladı. O kadar sert vuruyordu ki boks hocası zorla kaçabiliyor, kendini savunabiliyordu.

 

"İşte, böyle." dedi aksanıyla Boks hocası. Bade gülümsedi.

 

İşte böyle..

 

Pamir'i hala unutamadın mı Bade?

 

Seni zorbaladıkları gün Pamir'in seni kurtardığı günü daha unutamadın mı Bade?

 

On altı sene oldu Bade..

 

On altı sene..

 

Onun seni bıraktığı güne de dokuz sene oldu.

 

Dokuz sene..

 

Yanağını okşadığı, Badem diye seslendiğini unutamadın mı Bade?

 

Unutamadım. dedi Bade.

 

Unutmayacağım.

 

Gözünden bir yaş süzüldü ama umursamadı Bade. Sert yumruklar ve tekmeler savurmaya devam etti.

 

......

 

"Sikeyim!" dedi Pamir. Karnına o kadar sert bir tekme yemişti ki istemsizce gerilemişti. Kafes dövüşü yaptığı adam Pamir'in zayıfladığı anı yakaladı ve üzerine atlayacakken Pamir adamdan önce davranıp kafasını iki bacağının arasında aldı.

 

Çıkmaza düşürmüştü adamı lakin adam debelenmeye devam ediyorlardı. İkisi beraber takla attığında Pamir adam kaçmasın diye bacaklarını birbirine daha çok bastırdı.

 

Adam kaçamadığı için eli ile dövüştükleri mindere üç kere vurdu.

 

Bu pes ettiği anlamına geliyordu. Pamir anında bacaklarını serbest bıraktığında hakem düdüğünü çaldı.

 

"Tebrikler Kandemir!" dedi ve Pamir'le yumruklarını tokuşturdu. Pamir bir eliyle karnını tutarken Alper ve Çağatay koşarak yanına geldi.

 

Alper Akıncı, Rüzgâr Akıncı'nın biricik oğluydu. Ama babasından nefret eden bir çocuktu Alper. Babası Rüzgâr Akıncı'nın küçükken Pamir ve Pelin'e yaptıklarını biliyordu.

 

Ayrıca babasının da annesinden sonra başkasını bulmasını kaldıramıyordu.

 

Günler, aylar, seneler geçtikçe Alper Akıncı ile Pamir Alp Kandemir arkadaş olmuş ve Rüzgâr Akıncı'dan intikam almaya söz vermişlerdi.

 

Çağatay ise Pamir'in çocukluk arkadaşıydı.

 

Bu süre içerisinde Pamir ve Bade yollarını ayırmak mecburiyetinde kalmışlardı. Bunu Pamir ne kadar yapmak istemese de yapmak zorunda kalmıştı.

 

Çağatay ve Alper, Pamir'in kafes dövüşü yapmasına aşırı kızıp, engel olmaya çalışsalarda Pamir onları her zaman geçiştirip, stress attığını söylüyordu.

 

Dokuz Sene Önce, Bade Duman

 

"Pamir!" diye seslenmiştim Pamir'e. Koşarak yanına gittiğimde ona sarıldım. Lakin kendisi kollarını belimde birleştirmemiş, sarılmama karşılık vermemişti.

 

"Pamir?" diye sorguladığımda kendisi bakışlarını kaçırmıştı. "Badem..geçip oturalım mı?" dediğinde bankların birine oturmuştuk.

 

Ona doğru döndüğümde farklı renk gözleriyle göz göze geldim. Bakışlarını tekrardan kaçırdı. "Pamir? Ne oluyor? Neden bakışlarını kaçırıp duruyorsun. Bir şey söylemeyecek misin?" dediğimde benimle göz göze geldi.

 

Sırt çantasından Victor Hugo'nun bir tane şiir kitabını çıkardı. "Badem.." dedi. Elindeki kitaba bakmayı bırakıp yüzüne döndüm. "Biliyorsun. Ben on sekizimi doldurmayı bekliyordum ve bir hafta önce doldurdum. Biliyorum beraber kutlamak istedin lakin.." sözünü bitiremedi.

 

"Gidiyorum." dediğinde donup kaldım. "Gidiyorum Badem..Çok uzaklara." Dudaklarım istemsizce aralandığında ne söyleyeceğimi bilemedim.

 

Gidiyorum ne demekti?

 

Ne diyordu bu?

 

"Ne?" dediğimde çenesini sıktığını fark ettim. Bunu belirginleşen çene hatlarından görebiliyordum. "Ne demek gidiyorum?" dedim. Sesim çıkmadı lakin.

 

Konuşmaya gücüm yetmedi.

 

"Badem.." dedi ellerimi tutarak. Ve yüzüme doğru yaklaştı. Bakışlarını tekrardan kaçırdığında bende kaçırdım. "Nereye gidiyorsun?" diye sordum. Bakışlarım tekrardan ona döndüğünde bana bakıyordu.

 

Gözlerimin dolduğunu fark ettim. Daha önce buralardan gideceğini söylemişti lakin hep sinirinden söylediğini düşünmüştüm. Ellerimi daha sıkı tuttu. Tutmasına izin verdim. "Lütfen beni bir dinle." dediğinde yapacak başka birşeyim yoktu zaten.

 

"Dinliyorum." dedim zor çıkan sesimle. "Gidiyorum çünkü bu evde kalacak, burada kalacak gücüm yok artık."

 

Elindeki kitabı bana doğru uzattı. Aldığımda kitabın içine baktım ve kurumuş kırmızı bir gül, ve dörde katlanmış bir kağıt parçası vardı.

 

"Badem.." dedi yüzüme yaklaşarak. O kadar yaklaştı ki..

 

"Badem.." dedi tekrardan. Göz yaşlarım yanağımdan düşmeye başladı. "Hayır! Gidemezsin!" dedim.

 

"Gitme, nolur.." dedim. "Badem.." dedi tekrardan ve tekrardan. "Pamir, gidemezsin. Beni herkes gibi yapayalnız bırakmazsın." dedim.

 

Bakışlarını gökyüzüne kaldırdığında onun yüzüne bakıyordum. Hafif çıkmış sakallarına bakıyordum. Sıkı çene hatlarına, farklı renk gözlerine bakıyordum.

 

Kıvırcık saçlarına bakıyordum. Bir kez daha ezberledim aşık olduğum adamın yüzünü. Çenesinden tutup yüzünü yüzüme çevirdim. Gözlerimden yaşlar akmaya devam etti. "Bana bunu yapamazsın, lütfen.." dedim.

 

Yüzünü yüzüme çevirdiğinde sağ eli yanağımı buldu. Yüzüme çok yakındı ve yüzlerimiz arasında çok az bir mesafe vardı. Gözleri dudağıma kaydığında seslice yutkundu.

 

Gözlerim gözlerini takip ederken birden dudaklarımın üzerinde dudaklarını hissetmem bir oldu. Beklemeden dudaklarımla karşılık verdiğimde sol elim omzunu buldu. Beni yanağımdan tutup kendine yaklaştırdığında Pamir Alp Kandemir beni öpüyordu.

 

O yumuşacık dudaklarıyla dudaklarıma baskı uyguluyordu.

 

Pamir Alp Kandemir bana veda öpücüğü veriyordu.

 

Beni ilk ve son kez öpüyordu.

 

Uzun, uzun tadımı alarak öpüyordu.

 

Beni keşfederek öpüyordu.

 

Dudaklarını dudaklarımdan çektiğinde alnını alnıma yasladı. Nefeslerimiz birbirimizin dudaklarında gidip gelirken dudaklarını konuşmak için araladı. "Badem..ben özür dilerim. Belki öpmemeliydim. Ama-" sözüne devam etmesini beklemeden dudaklarına kapandığımda bunu yapmamı beklemediği için bir anlık bocaladı.

 

Konuşmak için zaman bulup dudaklarına döktüm kelimelerimi, "Pamir, yanlış yapmadın. Arkadaş olduğumuz sekiz sene boyunca sana karşı hissettiklerimi asla söyleyemedim. Ve giderken beni öpmen, dudaklarını dudaklarıma kapatman yanlış değil. Ama hâla neden gitmek zorunda olduğunu anlayamıyorum. Biliyorum çok kötü şeyler yaşadın ama-"

 

Dudaklarını dudaklarıma tekrardan sertçe ittiğinde tekrar soludum o okyanus kokusunu. Okyanuslar gibi ferah kokuyordu ve kokusunu, herşeyi ile çok seviyordum.

 

"Badem.." dedi. Kucağımdaki kitabı gösterdiğinde içinde bir mektup olduğunu ve orada herşeyi anlattığını anlamıştım.

 

"Seni sekiz senedir öyle seviyorum ki...seni asla unutmayacağım. Unutamam anlıyor musun? Hayat bana seni unutturmayacak. Şimdi ayrılmamız gerekecek, ama buluşacağız. Sana söz veriyorum." diyip dudaklarımdan ayrıldı.

 

Göz yaşlarım yanaklarımdan düşerken baş parmağıyla yanaklarımdaki yaşları sildi. Yüzünü boynuma gömüp kokumu içine çekti ve yumuşacık dudaklarını boynuma bastırdı.

 

"Badem'im, Bade, Bade'm.." dedi tekrardan. "Seni çok seviyorum. Her zaman seveceğim ve bunu asla unutmamanı istiyorum güzelim. Ben on üç yaşında aşkı bulduğumu bilmiyordum."

 

Burnumu çekerek başımı salladığımda benden ayrıldı. Ayağa kalktığında onunla beraber kalktım.

O kadar uzundu ki küçükken aramızda böyle boy farkı yoktu.

 

Bende uzundum, bir yetmiş sekiz boylarındaydım ama başım anca göğsüne gelebiliyordu. Parmak uçlarıma çıkıp ona sıkıca sarıldığımda ona bana doğru eğildi ve kollarını belimde birleştirip sıkıca sarıldı. Dudaklarını bu sefer saçlarımda hissettiğimde yüzümü boynuna gömüp bende kokusunu içime çektim. Kollarımla boynunu daha da sarmaladım.

 

Okyanus kokusunu tekrardan içime çektim. Gülümsediğini saçlarımdaki dudaklarının hareketinden anladığımda bende tebessüm ettim.

 

"Senden tek isteğim, bu şiir kitabını her okuduğunda beni düşünmen güzelim, ben seni unutmayacağım. Sende beni unutma.." dediğinde ayrıldık.

 

Başımı sallayıp göz yaşlarımı yanaklarımdan sildiğimde yenileri eklendi ama umursamadan yüzüne baktım. "Unutmayacağım. Seni asla unutmayacağım Pamir, istesemde unutamam ki seni.." dedim.

 

Gülümsedi. Gülümsemesiyle bende gülümsedim. "Beni dert etme tamam mı? Başımın çaresine bakacağım." dediğinde başımı salladım.

 

Banktaki sırt çantasını alıp tek omzuna taktığında arkasını dönüp ilerledi. Sadece ardından bakakaldım. Bir anlık durup tekrardan ilerlediğinde arkasına bile bakmadı.

 

Bakamadı. Baksaydı geri dönerdi.

 

Daha hızlı adımlarla ilerlediğinde gözlerimdeki yaşlar hızlıca yanağımdan düşmeye başladı.

 

Yapayalnız kalmıştım.

 

Yine..

 

Yalnız bir kuştum sanki. Yapayalnız bir kuştum. Kanatlarımı çırpıyordum ama uçmuyordum.

 

Daha hızlı çırpıyordum ama ilerlemiyordum.

 

Gökyüzündeydim ama karada olmak istiyordum. Okyanusun üzerinde uçmak istiyordum. Ama okyanusun içinde de olmak istiyordum. Yapayalnızdım.

 

Yapayalnız bir kuştum. Herkesten uzak.. Bir tek ona yakındım. Bir tek o vardı yanımda.

 

Pamir Alp Kandemir.

 

Şimdi o da yoktu. Herkes gibi o da bırakmıştı beni.

 

Geri geleceğini söylemişti.

 

Gelecek miydi?

 

Gelecekse ne zaman gelecekti?

 

Beni unutmayacağını söylemişti.

 

Unutacak mıydı?

 

Unutmayacak mıydı?

 

Sonunda adımlarımı kontrol edip az önce oturduğumuz banka geldiğimde o anlar gözümde canlandı.

 

Tekrardan ve tekrardan.

 

Pamir Alp Kandemir beni öpmüştü.

 

İlk kez..

 

Beni öpmüştü. O yumuşacık dudaklarını dudaklarıma yaslamıştı.

 

Ama şimdi de gidiyordu.

 

Ya son öpücüğüyse?

 

Beni ilk ve son kez öpmüştü.

 

Son kez öpmüştü.

 

Banka geri oturduğumda kitabın arasındaki mektubu hızlıca açtım ve okumaya başladım.

Lakin dikkatimi çeken şey son satırdaki mürekkebin dağılmasıydı.

 

Pamir benim için ağlamış mıydı?

 

Pamir beni gerçekten seviyordu.

 

İlk defa sevilip, sevmiştim.

 

Bu da Pamir Alp Kandemir'di.

 

Mektubu okumaya başladım.

 

Badem..

 

Şimdi gidiyorum. Uzaklara gidiyorum. Ama geleceğim. Bilmiyorum. Belki de hiç gelmeyeceğim. Sen geleceksin. Sen bulacaksın beni.

 

Ama biliyorum, biz geri kavuşacağız. Belki çok kızgınsın bana. Nefret ediyorsun. Haklısın Badem. Haklısın..

 

Şunu söyleyeceğim ki burada durmamı gerektirecek tek şey sendin. Ama artık dayanamıyorum Badem. Kız kardeşimin yokluğuna, dayanamıyorum.

 

Dayanamıyorum. Her zaman güçlü olan ben, şimdi olamıyorum. Ama affedersin beni değil mi? Affet lütfen beni. Dayanabildiğim kadar dayanmamın sebebi hep sendin Bade.

 

Bade'm seni seviyorum. Hem de tahmin edemeyeceğin kadar çok. Sekiz seneden beri çok seviyorum. O parlak sarı saçlarını, kahve gözlerini, portakal gibi kokan boynunu, dolgun yanaklarını, pembe dudaklarını..

 

Her şeyini ama en çok da o kalbini çok seviyorum. Seninle geçirdiğim onca süre boyunca benim her zaman yanımda olduğun için sana borçluyum.

 

Seni seviyorum Badem, çok seviyorum. Bu kitabı o gün almıştım. Beş sene önce..

 

Vermek bugüne kısmetmiş. Senden bir isteğim daha var güzelim..

 

O güzel, parlak, sarı saçlarını hep uzat. Hiç kesme..Bulunşunca hep koklayacağım.

Olur mu?

 

Bu satırları ağlayarak yazıyorum. Her zaman güçlü olan ben, şimdi olamıyorum. Senden ayrılacağım için çok pişman olacağım ama biliyorum, sen kendi ayakların üzerinde durabilirsin.

 

Sen güçlü bir kadınsın Bade. Daha da güçlü olacağına adım gibi eminim. Benim kızım güçlüdür, değil mi?

 

Agresifsin, agresif ol. Kimseye kendini sevdiremiyor musun? Ben seviyorum. Benim sevgim ikimize de yeter.

 

Sevdirmek için değişmen mi gerekiyor? Değişme. Kendin ol. Çünkü kendi gibi olan Bade'yi seviyorum. Kendin olmaktan asla vazgeçme Badem. Seni kendin olduğunda sevenlerin yanında dur.

 

Sayfanın arasındaki kurumuş gülü senin için kendi ellerimle kuruttum. Kurumuş gülleri seviyorsun biliyorum. Canlandırmak için seviyorsun. Canlandırmak da bizim elimizde.

 

Çok mu uzun yazdım? Umurumda değil çünkü uzun süre göremeyeceğim seni. Uzun süre hasret kalacağım o kokuna, sana.

 

Seni seviyorum.

 

Seni olduğun gibi seven

ve o uzun sarı saçlarına

hayran olan sevdiğin,

 

Pamir Alp Kandemir

 

Ağlayarak okuduğum mektuba bakıyordum. Uzun süre derken ne kadar bir süreden bahsediyordu?

 

Belki bir ay, belki altı ay, belki bir sene, belki beş sene...

 

Ama şunu biliyordum. Onsuz olacağım her gün, her saat, her dakika da onu o kadar özleyecektim ki..

 

Yeni bulduğum aşkımı bir nevi kaybetmiştim belki.

.......

 

 

Günümüz, Bade Duman

 

Dokuz sene..

 

Koskoca dokuz sene..

 

Onun gelip beni bulmasını o kadar çok istemiştim ki. O zamanlar on yedi yaşındaki Bade değildim artık.

Yirmi altı yaşındaydım.

 

Bekledim..

 

Çok bekledim..

 

Beni gelip bulmasını, uzun sarı saçlarımı koklaması için çok bekledim.

 

Dokuz sene...

 

Kimse beklemezdi bu kadar..

 

Bekleyemezdi..

 

Madem gelip beni bulmadı dedim, ben onu bulayım.

 

Ben onu nasıl bulacaktım?

 

Bulamadım.

 

Kaderimiz ayrı kalmakmış dedim bende. Unut dedim Bade. Unut. Yeter. Sen acı çekiyorsun.

 

Yok, unutamıyorum.

 

Saçlarımı her taradığımda, her yıkadığımda, aklıma Pamir geliyordu. Anılarımızı saklıyordu saçlarım. Belki yaptığım delice bir hareketti. Ama yapmıştım.

 

Gidip saçımı kulağımın altına kadar kestirmiştim. Kalçama kadar gelen saçlarımı kulağımın altına kadar kestirmiştim.

 

Ve ilginç bir şekilde beğenmiştim.

 

Belki de geçmişimden kurtulduğum için sevmiştim. Onu unutmak için saçlarımı mı kesmem gerekiyordu, kesmiştim.

 

Umrumda mıydı?

 

Değildi.

 

Boks antremanımdan çıkmış, Fransa'nın en güzel şehirlerinden biri olan Nice'deki evime doğru gidiyordum. Toplu taşıma kullanıyordum çünkü araba kullanmayı uzun bir süre önce bırakmıştım.

 

Büyük bir kaza yapmıştım çünkü. Kazada belimden darbe almış, bir süre evden çalışmak zorunda kalmıştım. Çok acı çekmiştim ve bir daha araba kullanmamaya yemin etmiştim.

 

En azından bir süre.

 

Ya da çok uzun bir süre.

 

Evden çalışmak bir süre şehir ve yoğun tempomu özlememi sağlamıştı. Yeni yeni başlamıştım normal hayatıma dönmeye.

 

Ne mi iş yapıyordum?

 

Tercümanlık.

 

Belki kulağa basit bir iş gibi görünebilirdi şâyet altı dil bilmek o kadar da kolay değildi. Üstelik hiç birini unutmamak için her gün pratik yapmam gerekiyordu.

 

Türkçe, İngilizce, Rusça, Fransızca, İspanyolca ve Flemenkçe biliyordum. Dil öğrenmeyi zaten seviyordum. O yüzden tercümanlık benim için en güzel işlerden biriydi.

 

Ama en sevdiğim dil Fransızca olmuştu. On dokuz yaşımdan sonra da Fransa'ya gelmiştim ve bu zamana kadar hep Fransa'da yaşamıştım. Ve altı dil bildiğim için iş bulmakta zorlanmamıştım.

 

Devlet için çalışıyordum. Yabancı mâhkumlara, ya da her hangi bir belge de tercümanlık gerektiğinde çeviri yapıyordum.

 

Düzenli olarak maaşımı da alıyordum. Yani düzenli bir hayatım vardı.

 

Düzenli ama Pamir'siz bir hayatım vardı.

 

Annemsiz, babamsız bir hayatım vardı. Annemden ve babamdan zaten hiç bir sevgi görmemiştim. Bunun yokluğunu hep hissetsemde, küçükken ya da ergenken daha da zordu. Ama büyümüştüm. Bu acıyla yaşamayı öğrenmiştim. Annemin ve babamın yokluğunu Pamir'de bulmuştum.

 

Bulmuştum ama şimdi o da yoktu.

 

Arkadaşım yoktu. Zaten yalnız takılmayı seviyordum. Tek vakit geçirdiğim, baba tarafından kuzenim Nefes vardı. Amcamı da çok severdim. Beni babamın aksine sahiplenirdi. Zaten fransaya onların yanına gelmiş, sonrasından ayrı eve çıkmıştım. Kendisinin de Nice'nin en işlek caddelerin birinde pastanesi vardı.

 

Pamir'le tanıştığım günden beri kendimi en iyi Pamir'e anlatabilmiştim. Onun kalbine anlatabilmiştim. Çünkü beni hiç bir zaman sorgulamamış, her zaman yanımda olmuştu.

 

Hayatıma ondan sonra böyle biri daha girmişti.

 

Gölge..

 

Evime yakın bir Fransız çifliğinde sahiplendiğim atımdı. Beni sogulamayan, aynı Pamir gibi seven bir o olmuştu. Gölge beni her zaman anlardı.

 

Gölge benim tek dostumdu. Aynı Pamir gibi..

 

Simsiyahtı Gölge. Kara gözleri, siyah tüyleri, her şeyi siyahtı. Gölge benim kara sevdamdı.

 

Başka biri yoktu.

 

Ha birde...Boks Hocam Louis vardı. Ama onu saymıyordum bile.

 

"Je vais descendre ici!" (Burada ineceğim!) dedim şofor'e doğru. Başıyla onaylayıp beni trafik ışıklarının olduğu yerde indirdi.

 

Biraz önce inmiştim çünkü güzel havalarda yürümeyi seviyordum.

 

Pamir de severdi. Ama o yağmuru daha çok severdi.

 

Derin bir soluk verip yürümeye başladım. Omzumda da siyah büyük çantam vardı. İçinde devlet dosyaları falan vardı.

 

Birde...Fransız tostum!

 

Fransa'ya geldiğim günlerden beri sabahları yediğim tek şey buydu. Napayım? Adamlar bu işi çok güzel yapıyordu!

 

Birden çantam titremeye başladığında telefonumun çaldığını fark ettim. Telefonumu çantamın içerisinden çıkarıp elime aldım.

 

Bilinmeyen numara arıyordu.

 

Numara baktığımda Türkiye'nin numarası olduğunu gördüm ve kaşlarımı çattım.

 

Telefonu açtım. "Efendim? Kiminle görüşüyorum?" dediğimde arkadan kalın bir erkek sesi yükseldi.

 

"Bade Duman mı?" dedi karşı taraf. Kaşlarımı daha çok çattım. "Evet? Ben kiminle görüşüyorum?" dediğimde arkadan yüksek sesli gülmeler, ve bağırma sesleri geliyordu.

 

"Pardon?" dedim bir kez daha. Bu sefer arkadaki sesler kesildi. Ne olduğunu anlayamamıştım. "Hayır yani eşek şakası yapacak başka birisini bulamadınız mı?" dedim bunun bir şaka olduğunu düşünerek.

 

"Hayır, hayır!" dedi aynı erkek sesi. "Size bir defa soracağım, kiminle görüşüyorum!" kaç kere sorduğumu hatırlamıyordum lakin. En ufak bir şeye dahil sinirlenmeye başlamıştım son zamanlarda.

 

"Alper Akıncı." dedi karşı taraf. O sırada karşıdan karşıya geçiyordum. Omzumdaki çantamı sıkıca tutarken avuç içlerimin terlediğini hissettim.

 

Bu ismi duymamla beraber adımlarım kesildiğinde arkamdaki orta yaşlı kadın bana çarptı. Kadın'ın bana çarpmasıyla kadına döndüm. "Désolé, je suis désolé." (Pardon, kusura bakmayın.) dedim kadına doğru.

 

O sırada telefondan garip garip sesler geliyordu. Ben ve kadın hâla yolun ortasında duruyorduk lakin yeşil ışık yanmıştı. Arabalar bizim yüzümüzden ilerleyemiyor, kornaya basıyorlardı.

 

"Pardon, bir sorun mu var?" dedi telefondaki adam. Adama cevap veremiyordum lakin. Kadın ve ben hemen hemen karşı kaldırıma geçtik. "Ce n'est pas important." (Önemli değil.) dedi kadın bana doğru ve hışıyla yanımdan ayrıldı. Bende hızlı adımlarlarla kaldırımda Nice sokaklarında yürüyordum.

 

Derin bir nefes verip telefondaki adama cevap verdim. "Yok, yok bir sorun yok. Afedersiniz kiminle görüşüyorum demiştiniz?" dedim tekrardan.

 

"Alper Akıncı." diye yeniledi adam. Yutkundum. Bu soyismi biliyordum. Biliyordum ve kafam çok karışıktı.

 

Sorgulamadan -kendi içimde sorguluyordum- telefondaki adama cevap verdim. "Anladım. Beni tanıyor musunuz? Ve neden aradınız acaba?" diye sordum. O sırada kalabalık Nice sokakları yüzünden yürürken birilerine çarpıyordum.

 

Adam ne cevap verecekmiş gibi kendi kendine mırıldanırken yine arkadan sesler yükselmeye başlamıştı.

 

Ne oluyordu? Ve bu adam kimdi?

 

Adam boğazını temizledi ve konuştu. "Eee ben-" adamın sözünü yarıda kestim. "Beyefendi eğer önemli değilse kapatacağım, çünkü cevap vermiyorsunuz." dedim.

 

Adam aceleyle, "Hayır, kapatmayın!" dediğinde bir tane sokak lambasının önüne geldim ve soluklandım.

 

"Beyefendi!" sesim yükselmeye başlamış, sinirlenmiştim. "Hızlıca söyleyin. Beni tanıyor musunuz? Ya da ben sizi tanıyor muyum?" dedim.

 

"Sizi tanıyorum." dedi adam. "Nereden?" diye sordum. "Türkiye'den babanızın arkadaşlarından biriyim." dedi. Kaşlarımı çattım. "Babamın arkadaşısınız, peki beni neden arıyorsunuz ki?" diye sordum.

 

"Çünkü babanıza ulaşamıyorum." dedi adam. O sırada yerimde doğruldum. Sebepsizce adam yalan söylüyor gibi gelmişti ama yalanını devam ettirdim. "Benim numaramı nereden buldunuz?" diye sordum.

 

"Babanızdan daha önce almıştım." dediğinde kesinlikle yalan söylediğini anladım. "Babama mı ulaşmamı istiyorsunuz?" diye sordum bende yalan söyleyerek.

 

"Eee," dedi adam ki yine sözünü kestim. "Benim numaram babamda yok. Ayrıca eğer babamı tanıyor olsaydınız, kızından nefret ettiğini bilirdiniz." dediğimde arkadan terbiyesiz bir küfür yükseldi.

 

"Pardon!" diye bağırdım sokağın ortasında. "Kimsin lan sen! Kimsin oğlum? Ne istiyorsun?" dedim bağırarak. Sokaktaki bazı gözler beni bulduğunda bazılarıyla göz göze geldim ve atabildiğim en öldürücü bakışları attım.

 

Adam cevap vermeyince sesimi daha da yükselttim. Böyle tipler beni bulmak zorunda mıydı? "Madem cevap vermeyeceksiniz kapatıyorum ve sizi engelliyorum. Kardeşim," kendi sözümü kestim ve Fransızca bir küfür söyledim.

 

Telefondan delice sesler gelirken telefonu suratına kapattım ve yürümeye geri başladım.

 

Hay amına koduklarım niye bunlar beni buluyordu ya?

 

Pamir bulamıyor, böyle itler buluyordu beni!

 

Şâyet Akıncı soyadını biliyordum. Pamir'le birbirimizden hiç birşey saklamadığımız gibi bu konuya da hakimdim.

 

Düşündükçe iyice sinirlerim bozuluyordu. Hışımla yürümeye devam ederken bana doğru gelen bir adamla çarpıştık. Başım adamın başıyla tokuştuğunda acıyla inledim.

 

Adamın elinde tuttuğu dosyaların hepsi yeri boyladı. Lakin bugün o kadar herkese çarpıyordum ki patlamıştım artık. "La tête haute!" (Dikkat et!) diyip önüme dönecektim ki adam arkamdan resmen saydırmaya başlamıştı.

 

Hem de Türkçe! Ana dilimle!

 

Geri dönüp adama doğru yürüdüm. Hâla yere düşen eşyalarını topluyordu. O sırada telefonum defalarca çalmış hiç birine bakmamıştım.

 

Adam benim geldiğimi fark etmeden bana küfretmeye devam etti. Adama doğru eğilip elimi tehtihkâr bir şekilde kaldırdım. "Lan!" Adamın bakışları beni buldu ve alt dudağını dişledi.

 

"Kimsin lan sen bana böyle sövebiliyorsun!" Telefonum bir kez daha çaldı. "Kimsin lan sen! Orospu çocuğu!" Adam eşyalarını zar zor toparlayıp ayağa kalktı ve benimle yüz yüze geldi.

 

"Hanımefendi, kusura bakmayın ama sizde önünüze baksaydınız." dedi sakin bir tonla. Alayla güldüm. "Ulan sen çok mu bakıyordun önüne! Arkamdan saydırmaya başladın lan! Kimsin sen be! Hanımefendi diyor bir de. Kimsin! Bana nasıl böyle konurşun lan! Bilmediğin bir ülkede, bilmediğin bir kadına saydırmak mı sizin adamlığınız lan!" diye bağırdım adamın suratına. Sinirden ellerimi saçlarımın arasından geçirdim.

 

Cadde iyice kalbalıklaşmıştı ve zar zor hareket edebiliyorduk. Neredeyse herkesin üzerime doğru yürüdüğünü hissediyordum.

 

"Hanımefendi," elimi susması için yüzüne kaldırdım. "Sakın, Sakın!" dediğimde telefonum tekrardan çalmaya başladı. Adamın suratına öfkeyle bakarken adam Türkçe bilmeme şaşırmış, yaptığından pişman duyuyor gibi bakıyordu.

 

Öfkeli ve sinirli bakışlarım adamın yüzünde gezerken artık dayanamayıp telefonu kimin aradığına bakmadan açmıştım. Tahminimce yine Alper Akıncı denen adam arıyordu.

 

Agresif bakışlarımı kaçırmadan telefonu açtım ve ağzıma ne geldiyse söyledim. "Bana bakın zaten sinirlerim tepemde, sövdürtmeyin ananıza bacınıza bana! Siktirin gidin beni bir daha aramayın!" diyip telefonu suratına kapatacaktım ki duyduğum ses kulaklarımın çınlamasına ve donup kalmama sebep oldu.

 

"Badem.."

 

Adamı orada burakıp evime doğru hızlıca yürümeye başladım. Adeta koşuyordum. "Pamir!" dedim bağırarak. O kadar yüksek sesle bağırmıştım ki..

 

Seslice nefes almaya başladım. Kalp ritimlerim hem koşmaktan hemde bana Badem demesinden hızlanmıştı. O kadar hızlanmıştı ki bayılcağımı bile hissetmiştim.

 

"Bade.." dedi tekrardan. "Pamir sensin değil mi?" diye sordum. Sesim çok yüksek çıkıyordu ve kendi heyecanımdan korkmaya başlamıştım.

 

"Benim Bade.." dedi benim askine sakin çıkan ses tonuyla. Ama sesinden hızlı bir şekilde nefes alıp verdiğini duyuyordum.

 

"PAMİR!" diye bağırdım kalabalık sokağın ortasında. Zaten zar zor yürüyordum. Şimdi de milletin bakışları beni buluyordu . "Bugün o kadar bağırdım ki millet deli zannedecek beni ama," diyip telefonu göğsüme bastırdım.

 

Fransızca, "PAMIR M'A TROUVÉ!" (PAMİR BENİ BULDU!) diye bağırdım sokakta.

 

Ardından telefondan onun kalınlaşmış, erkeksi sesi doldu kulağıma. "PAMIR VOUS A TROUVÉ!" (PAMİR SENİ BULDU!) dedi. İnanamıyordum.

 

Pamir beni bulmuştu.

 

PAMİR ALP KANDEMİR BENİ BULMUŞTU!

 

Koşmaya devam ederek evime doğru gittim. Çantamdan aceleyle anahtarımı çıkarıp evime girdim. O sırada kala kulağımda telefonum vardı. "Neredesin? Geliyorum." dedim.

 

Ciddiydim. Onu o kadar özlemiştim ki..

 

Dokuz sene az bir süre değildi.

 

"Söyle hemen ilk uçağa atlayıp geleceğim." dedim. "Söyle Pamir! Söyle neredesin?" dedim odama çıkıp valizimi toplayamaya başlarken.

 

"Badem dur!" dediğinde derin bir soluk verdim.

 

Haklıydı..

 

Durmalıydım..

 

Daha ona hesap sormam gerekiyordu.

 

Belki de çok kızacaktım. Çok öfkelenecektim. Ama bu onu özlediğim gerçeğini hiç değiştirmiyordu.

 

Beni bir kere bile aramamıştı.

 

Tamam duruyorum. Duruyorum. Sakin ol Bade!

 

"Tamam. Şimdi bana söyle, neredesin Pamir sen!" diye çıkıştım birden. Birden kapı çalındı. "Sana nerede olduğumu söyleyeceğim Bade. Sadece," kapı bir daha çalındı.

 

"Hay! Çalıcak zaman buldu!" diye söylendim. "Ne oldu? Biri mi geldi?" dedi. "Bekle." diyip kapıya doğru yürümeye başladım.

 

Kim olduğunu sorgulamadan direk kapıyı açtığımda olduğum yerde kalmıştım. Kulağımdaki telefon istemsizce elimden kayıp yeri boyladığında, onu görmeyi hiç ama hiç beklemiyordum.

 

Gözlerimin dolmasına engel olamadım lakin. "Pamir..."

 

Ne olup bittiğini anlamaya çalışıyordum. Az önce onunla konuşuyordum. Telefonum Türkiye'den aranmıştı. Üstelik onun hattı değildi ve şimdi karşımda olması...

 

Saçı hâla eskisi gibiydi. Kıvırcık bukeleleri vardı ama bazıları çözülmüştü yine yüzüne düşüyordu bukleleri, çok az sakalı vardı, boyu daha çok uzamıştı...

 

Üzerine giydiği asker yeşili tişörtten bile sol omzuna kadar uzanan dövmeleri olduğunu görebiliyordum.

 

Ayrıca omuzlarının ne kadar geniş olduğunu da!

 

Kilo almamıştı, ama kas yapmıştı.

 

O kesin belliydi!

 

Dudaklarının rengi koyulaşmıştı, çekik gözleri daha da belirgindi. Sol gözü her zamanki gibi gökyüzü, okyanuslar gibi içimi ferahlatan bir mavisi varken, sağ gözü aynı benim gözlerim gibi, toprağı anımsatan bir kahverengiydi.

 

Gözleri beni gördüğünde parıldadı. Boynundan göğüs kaslarına süzülen gümüş rengi zincire takıldı gözlerim. Üzerinde B harfi vardı.

 

İsmimin baş harfi..

 

"Pa.."

 

Konuşamadım. Dudaklarım buna izin vermedi. Gözlerim bir ona, bir de salondaki masamın üzerindeki bana dokuz sene öncesinden verdiği Victor Hugo'nun Demain dès l'aube şiir kitabına baktım.

 

Mektubunu hâla saklıyordum.

 

Onunda beni süzdüğünü fark ettim. "Bade.." dedi en sonunda. Gözleri saçlarımda geziniyordu. Cümlesini zar zor tamamladı. "Beni içeri almayacak mısın?"

 

Onu duyamayacak kadar şaşkındım. Gözlerim bir onda bir de yerdeki telefonuma kaydı. "Sen..Pamir.."

 

Konuşamıyordum!

 

Benim onu içeri almayacağımı anlamış olmalı ki içeriye girdi ve kapıyı kapattı. Kapıyı kapatmasıyla beraber bana kalın ve geniş kollarını açıp sımsıkı sarıldı.

 

Bir anlık şoku üzerimden atlatıp ona bende onun bana sarıldığı gibi sımsıkı sarıldım. O kadar sıkı sarıldım ki..Onu o kadar özlemiştim ki..

 

Kendimi kaldırıp bacaklarımı beline doladığımda, bocalamış ama benim ona tüm ağırlığımı vermeme izin vererek beni taşıyıp, sımsıkı sarılmaya devap etmişti.

 

Sağ elini saçlarıma bastırıp dudaklarını saçlarımla buluşturduğunda gözlerimi yumdum.

 

Birbirimizden ayrıldığımızda beni indirecekti ki omuzlarından tutup onu engelledim. Yanaklarını tutup sakallarını okşadığımda alınlarımızı birbirine yasladım.

 

"Pamir..geldin! Sen geldin!" Yaşadığım şoku hâla üzerimde atlatmaya çalışıyordum.

 

"Bade," Elleri belimi kavradı. Gözleri tüm yüzümde gezinirken daha sıkı tuttu bedenimi. "Saçlarını kesmişsin." dedi.

 

Alnını almımdan çektim ve kucağından inmeye çalıştım. İlk başta zorlansam da bırakmıştı bedenimi. "Napayım sen söyle! Bir dokuz yıl daha mı bekleseydim!"

 

Ellerimi saçlarımdan geçirdim ve derin derin nefes almaya başladım.

 

"Sakinim...sinirlenmiyorum...özledim....ona bağıramam.." diye kendi kendime mırıldandım. Gözlerim masanın üzerindeki kitaba takılıp baştan onun yüzünü buldu.

 

Mektubuna şimdi karşılık verebilirdim!

 

"Agresif miyim? Agresif oluyorum. Sinir hastası yaptın beni!" diye bağırdım suratına. "Gülü canlandırmam mı gerek? Canlandırdım! Ama sen gelmedin!" Önüme gelen saçımı hışımla kulağımın arkasında attım.

 

Bir kez daha ellerimi saçlarımın arasından geçirdim. "Sen canlandıramadın, sen..."

 

Ağlamaya başladım. Hemde deli gibi ağlamaya başladım. Pamir suratıma endişeyle bakarken ağlamam daha da şiddetlendi. Ağlamaklı sesimle, "Sen gittin. Sen beni terk ettin! Sen güçlü mü olmamı söyledin, daha güçlü oldum. Ben...ben seni unutamadım. Ben hayata küstüm!"

 

Yanaklarımdaki yaşlar o kadar hızlanmıştı ki elmacık kemiklerimin üzeri kaşınmaya başlamıştı. Birden bana yaklaşıp bileklerimden tuttu. "BIRAK!" diye çemkirdim.

 

Bırakmadı.

 

"Bu sefer bırakmayacağım." dedi sakin ve erkeksi ses tonuyla. Beni sakinleştirmeye çalışıyordu. Onca hap sakinleştirememişti Pamir mi sakinleştirecekti!

 

"Bırakacaksın! Yine gideceksin! BIRAK!" diye bağırdım. Bileklerimden daha sert çekti ve beni kendine bastırdı. "Bade..sakin ol." dedi. Kafamı olumsuz ve hızlıca salladım. "NE SAKİNİ BE!"

 

Bileğimi tutsa bile elimi tehtihkârca kaldırdım. Lakin o kadar yakındık ki parmak uçlarım göğsüne değiyordu. "Ne sakininden bahsediyorsun! Saçlarımı neden mi kestim! Unutayım diye! Duydun mu?"

Bunu dememle bileğimi tutan avuç içleri bir anlık yumuşadı ama bırakmadı.

 

"Hasta yaptın sen beni! Ne sikimden haberin vardı lan senin! Sakin ol diyorsun!" diye çemkirdim. Her küfrettiğimde kendime kızıyordum çünkü bir kadın olarak kendime yakıştırmıyordum. Lakin kendime hakim de olamıyordum. "Küfretmeyeyim mi? Etmeyeyim ayıp olur şimdi! Çok da sikimde!"

 

Ağlamam daha da şiddetlendi. "Bade.." dedi sakin ses tonuyla. Alayla güldüm. Ne dediğini umursamadan, "NE BADE! NE!" dedim.

 

"SEN NEREDEYDİN LAN! SEN BEN NE ÇEKİYORDUM BİLİYOR MUYDUN?" Yanaklarımdaki yaşlar tişörtünü ıslatmaya başladı.

 

Bileklerimi çekiştirmeye devam ettim. "Sakin ol, Bağırma!" diye bağırdı. Ellerimle göğsünü ittirmeye başladım ama hiç bir işe yaramadı. "Bağırırım!" diye bağırdım. "Bağırırım.."

 

Bileğimi ondan ayrılmamam için çok sıkı tutuyordu ve canımı acıtıyordu. "CANIM ACIYOR BIRAK!" diye çıkıştığımda bırakmadı. Ağlamam çok daha sesli bir hale geldi. "Bırak!" diye terkardan bağırdığımda daha sert tuttu ve beni kendine daha çok bastırdı. "Bırakmıyorum!" diye o da çıkıştı.

 

"Bırakmıyorum!" diye tekrarladı ve bir anlık burnumda sızı hissetmemle duraksadım. Dudaklarını dudaklarıma öyle bir itmişti ki dudaklarım sızlamıştı. Dudaklarımı emiyordu..

 

Emdikçe dudaklarımızdan çıkan ıslak öpücük sesleri karnımda bir kasılmaya yol açıyordu. Hâla bileklerimi tutuyordu lakin buna izin verip ellerimi yumruk yaptım ve göğsüne bastırdım. Kendi dudaklarımı dudaklarında sert bir baskıya uğratırken alt dudağımı dişlerinin arasında aldı.

 

Kapının hemen önündeki duvara sırtımı yasladığında kendimi istemsizce ona bastırdım ve üst dudağını emmeye başladım. Onun sıcak teninin askine benim soğuk tenim buluştuğunda onun alev gibi yanan teni tenimi yakıyordu.

 

Aynı dudakları gibi.

 

Üst dudağını dişlediğimde boğazından erkeksi bir mırıltı yükseldi. Bu kasıklarımın daha da yanmasına sebep olmuşken sırtımı duvara daha çok yasladı.

 

Aramızda yumruk yaptığım ellerim kendini bana bastırmasına engel olurken birden iki elini de bileklerimden çekti. Yumruk yaptığım ellerim hâla göğsünde duruyordu. Ardından hızlı hareketlerle tek avucunun içine iki bileğimi alıp başımın yukarısındaki duvara sertçe yasladı.

 

Kollarım kafamın üzerinde birleştirdiğinde diğer eli ile belimi sıkıca kavramış, kasıklarını kasıklarımın üzerine yaslamıştı. Dudaklarının baskısı artarken o kadar sert, hızlı ve delice öpüşüyorduk ki birbirimize yetemiyorduk.

 

Ona o kadar öfkeliydim ki..Beni bırakıp gittiği için, beni yapayalnız bıraktığı için, zaten agresif bir kız iken beni sinir hastası yaptığı için..seni gelip bulacağım diyip bulmadığı için o kadar sinirliydim ki..

 

Ama çok seviyordum. Onu çok seviyordum.

 

On altı senedir başka kimseyi böyle sevmemiştim.

 

Hızla kalkıp inen göğsüm her seferinde onun göğsüne çarpıyordu. O nasıl benim dudaklarıma yaklaşıyorsa ben daha sert çıkışıyordum.

 

Dudaklarını dudaklarımdan çekecekken izin vermeyip yüzümü yüzüne doğru ittim ve dudaklarımızı tekrardan birleştirdim. Bunu yaptığımda belimdeki eli sıkılaştı ve boğazından erkeksi bir hırıltı daha yükseldi.

 

Bunu her yaptığında alev gibi olan kasıklarımı daha çok yakıp, kalp ritmimi bozuyordu. Kolunu belime dolayıp sol avcunu kalçalarıma doğru götürdü.

 

Kalçalarımı okşamaya başladığında bende ona dokunmak istiyordum ama bileklerimi duvara bastırmış, ona dokunmamı engellemişti.

 

Dudakları dudaklarımdan ayrıldığında yüzünü boynuma gömdü ve boynumdan gerdanıma kadar ıslak öpücükler ve dilinin izlerini bıraktı. Bunu daha rahat yapabilmesi için istemsizce başımı kaldırıp duvara yaslamıştım.

 

"Bırakmıyorum.." diye mırıldandı. Yüzü yüzüme denk geldiğinde o kadar hızlı nefes alıyordum ki birden gözleri hızlıca kalkıp inen göğsümü buldu. Bunu yapması yutkunmama sebep olurken bileklerimi hala bırakmayarak yüzüme daha da yaklaştı.

 

Ona karşı olan öfkem hâla dinmemişken gülümsedim. Lakin alayla gülümsedim. Sert öpüşlerimizden dolayı sızlayan dudaklarımı umursamadan anî ve hızlı hareketlerimle o kadar çevik davrandım ki..

 

Bileğimi tutan avuç içinin serçe parmağını dışa doğru katladım ve bu acıyla inlemesine sebep oldu. Bileklerimi bırakırken bana anlamaz gözlerle baktı ama bakışlarına cevap vermeden bocalamasını kaçırmadan onu göğsünden sertçe ittim. Bu gerilemesine sebep olmuşken suratına sert bir yumruk geçirdim.

 

Başı yana kaydığında ne yaptığımı anlamış olmalı ki kendini savunmaya geçirdi. Dudağının patlamış olduğunu umursamadan ona bir yumruk daha geçiretim ki bileğimi tuttu. Bileğini ters çevirip onunkiyle beraber dışa katladığımda beraber acıyla yüzümüzü buruşturduk ama umurumda olmadı.

 

Bileğini beline katladığımda bileğimi çekip omuzlarına atlayıp bacaklarımla başını sıkıştıracaktım ki buna engel oldu. Bileğimi ondan çekemeden kendisi bileklerimizi önüne getirdi ve sırtımı sertçe duvara yasladı. Onu göğsünden itmemle çok az geriledi ama sonra tekrardan bana doğru yaklaştı ve aramızdaki mesafeyi yok etti.

 

Gözleri dudaklarımdayken dudaklarını araladı. Gözlerimi yumduğumda o kalın erkeksi sesi kulaklarımı doldurdu. "Napıyorsun Bade? diye sormayacağım bebeğim. Ama elin ağırmış." dediğinde gülümsedim. Baş parmağı ile dudağına dokunduğunda başını eğip güldü.

 

Bu içten bir gülümsemeydi. "Şimdi o kasığına dizimi geçirirdim de kıyamıyorum. O kadar da değil." dediğimde gülümsedi. İçten bir şekilde ona yaptığım gibi gülümsedi. "Anlayışınız için teşekkür ederim hanımefendi." diyip dilini boynuma gezdirmeye devam etti.

 

Tamam.

 

Hıncımı biraz almıştım.

 

Biraz.

 

"Nasıl sakinleştirebiliyorsun beni? O kadar hap sakinleştiremiyor, sen sakinleştirebiliyorsun." dedim. Tebessüm etti. "Psikoloji okudum." dediğinde kaşlarımı kaldırdım. Ellerimi boynunda birleştirip, "Her hastanı sakinleştirmek için dudaklarına mı yapışırsın?"

 

 

 

Bölüm sonuu

 

Geçmişten ilerleyeceğim demiştim ilerlemedim DKSKFNEKDN.

 

Sorun yok, üçüncü bölüm nasip. Bakalım.

 

Bade'nin neden Pamir'e vurduğunu sogulayan olursa sorgulamayın karsım

 

Sorgulamayın. Koskoca dokuz sene sonuçta. Ben olsam daha fazla yapardım da hadi neyseee

Çünkü dokuz sene boyunca birine hasret kalmak, ve sizi terk ettiği için ona aynı zamanda öfke duymak anca böyle aktarılır diye dusunuyorum

 

WQEKWPWKANF

 

Hepinizi çoook seviyorum bir dahaki bölümde göürüsürüz

 

🗞️🌹

Loading...
0%