@gozyasimezarligi
|
Yatağımın ucunda aynadaki aksimi izliyordum. Bacaklarıma kadar uzanan simsiyah saçlarıma baktım. Esmer tenimdeki dolgun dudaklarıma, sol yanağımdaki belli belirsiz gamzeme. Bakışlarım gözlerime çıktığında yutkundum. İrislerim geceden bir parçaya benziyordu. Ben buydum işte. Siyahlar içindeki o kız.
Gece.
Siyahı severdim aslında. Kusurları gizlerdi, beyazın aksine içine başka bir renk karıştıramazdınız, güçlüydü bir kere. Sessiz isyanların rengiydi siyah. Kimi zaman bi çığlıktı.
Odada küçük duvar saatimin sesinden başka hiçbir ses yoktu. Kafamı pencereye çevirdiğimde ayı gördüm. Dolunay zamanına tam on saniye. İçimden saymaya başladım. Üç, iki, bir... Derin bir nefes aldım. Aynı anda kalbimde keskin bi acı hissettim. Tüm bedenime yavaş yavaş yayıldı.
Ellerim sıkıca yorganın kenarını kavradı. İçimde bi yangın var gibiydi. Gücüm dolunay zamanlarında kontrolden çıkıyordu. Gücüm bedenime sığmıyordu! Onu dışarı çıkarmamalıydım. Çıkarırsam yok ederdim. Çıkarırsam yerimi ifşa ederdim. Bu düşüncelerle çenemi biraz daha sıktım. Yorgana rağmen tırnaklarım avucuma battı. Yine de sesimi çıkarmadım. Alnımda biriken ter damlaları ince bi çizgi çizerek çeneme indi.
Gözlerimde önce beyaz bir nokta belirdi. Sonra bir tane daha ve bir tane daha. Simsiyah irislerim yıldızlı geceyi andırıyordu şimdi. Güzellerdi. Ama umurumda değildi. Bakışlarımı bi an olsun gözlerimden ayırmadım. Orda bir kadının yıkımı vardı. Öldürme arzusu... Hüzün aradım ama tek duygu nefretten ibaretti. Nefret en güçlü duygulardan biriydi, insana güç verirdi. Yaşama sebebimdi.
Kan bataklığında çırpındıkça biraz daha batıyordum. Öldürdüm, öldürdükçe öldüm. Bu bataklığı evim bildim çünkü kan bataklığının canavarıydım artık. Ama canavar olmayı ben istememiştim.
Bir saat öylece bekledim. İçimin yangını bedenimi terk etti. Kendimi yatağıma devirdim. Vücudum bunu beklercesine kendini uykuya teslim etti.
***
Gördüğüm kabusla gözlerimi açtım. Normalde ciddi uyku problemleri yaşardım. Uyuyabildiğim sayılı anlardan biri dolunay geceleriydi. Gece boyu uyumama rağmen kendimi berbat hissediyordum. Terden sırılsıklamdım. Söylenerek yataktan kalktım. Doğruca banyoya ilerlediğimde buz gibi su bedenimden aşağı indi. Soğuktan nefret etmeme rağmen kendime gelmek için ihtiyaç duyuyordum.
Su önce buz gibiydi. Kaynama seviyesine geldiğinde dışarıya çıktım. Saçlarıma hızla biçim verip siyah eşorfmanlarımı giydim. Saat henüz altıydı ve koşu için yeterli vaktim vardı. Normalde dışarıda koşmayı sevsemde bugün koşu bandını kullanmaya karar vermiştim. Evimde özel olarak oluşturduğum spor salonunda koştum, ağırlık kaldırma ve diğerleriyle uğraştım. Tekrar saate baktığımda sekize gelmişti. Orayı öylece bırakıp belime silahımı yerleştirdim.
Önder'e geleceğimi haber verecektim ama benden erken davranıp görevi merkezde açıklayacağını yazmıştı. Kaşlarımı olabildiğince çattım. Beni o heriflerin arasına sokmakta kesinlikle kararlıydı.
Yedi yaşımda gözlerimin önünde ailem katledildiğinde ve ilk cinayetimi işlediğimde dışarıya çıkıp sadece koşmuştum. Ara sokaklar o yaştaki bi kız için çok tehlikeli olabilirdi ama o an bunu düşünemiyordum.
Nefes nefese kaldığımda konuşma sesleri duymuştum. Sessizce oraya ilerlediğimde iki adam vardı. Birisi diğerine silah doğrultmuştu. Silah doğrultan adamın gözlerinde ailemi öldüren adamın gözlerindeki ifadenin aynısından vardı. Önder'le burada tanışmıştım.
Belki zarar görebilirdim, belki de oradan ağlayarak kaçmam gerekiyordu ama hayatta çoğu şey olması gerektiği gibi gitmiyordu zaten. Çok iyi hatırlıyordum. Bir an bile düşünmemiştim çünkü düşünürsem vazgeçerdim. Bana çok da uzak olmayan silahı yerden kaldırmıştım. Bu iki adam birbirlerine o kadar odaklanmıştı ki beni görmüyorlardı. Tetiği çektim. Tıpkı o adamın annemi öldürmek için çektiği gibi. Sadece karşıya doğrulttum. Korkmuyordum, ellerimin titremesi de durmuştu. Sadece bir el ateş ettim ve bacağına isabet etti.
Adam acıyla inlediğinde diğeri çevik bi hareketle elinden silahı aldı. İkisinin de bakışları bana döndüğünde onlara duygusuz gözlerle bakmıştım. Kurtardığım adam beni yanına çağırdı. Tereddüt etmeden kendimden emin adımlarla yanına gitmiştim. Ne yerdeki adamın bacağından sızan kan, ne de elimde sımsıkı tuttuğum silah beni korkutabilmişti. Ailem ölmüştü ve bundan sonra ne olacağı çok da umurumda değildi.
Tek bir cümle kurdu. "Başladığın işi bitir, çocuk."
Sakin ama bi o kadar da korkutucuydu. Küçücük bedenimle ona hayran olduğumu hatırlıyordum. Elimdeki silahı yerdeki adamın kalbine dayamıştım. Beni durduransa aklıma gelenlerdi. Çocukça bi merhametle "Çocuğun var mı?" diye sormuştum. Kahkaha atmıştı. Ben neden bu kadar eğlendiğini sorgularken "Öldürdüm!" demişti bi anda. Küçük bedenim kaskatı kesilmişti. Saniyelik duraksamamın sonucunda silahı yere atıp tereddüt etmeden minik ellerimi boğazına bastırmıştım. Annem ve babamın gücünü asla kullanma uyarısını ikinci kere suistimal ederek delicesine bi nefretle adamı yakmaya başladım. Yüzündeki alaylı ifade korkuya dönüştüğünde "Sen..." diyebildi.
"Lavinya!" dedim. İsmimi hiç kullanmamama rağmen. Binlerce yıl önce insanlığın kıyameti olacağı söylenen o kız bendim.
Ölüm Çiçeği.
Yanımdaki adam önce bi adım gerilesede korkmadı. Beni kaldırıp başka bir yere götürdü. Sonrasını pek hatırlamasamda beni zor şartlarda eğitmişti. Bu becerilerimi ona borçluydum. İhtiyar beni evlatlık almıştı. Ünlü iş adamı aynı zamanda yer altı dünyasının büyük isimlerinden Önder Keskin'in manevi çocuğu, tek varisiydim.
Siyah deri eldivenlerimi elime geçirdim. Normal bi eldiven de işimi görebilirdi ama bunlar ihtiyarın özel tasarımıydı ve diğerlerine göre kat kat daha kullanışlıydı. Gücümü kontrol etmeyi öğrensemde ani duygu değişimleri beni zorluyordu. Bu eldivenlerse bi nevi yalıtım sağlıyordu. Lenslere gerek duymadım. Her ne kadar simsiyah irislerim dikkat çekse ve gücüm alevlendiğinde yıldızlı bir geceye benzesede.
Telefonu arka cebime sıkıştırıp evden çıktım. Asansör sadece iki kat aşağıda olduğu için kendimi şanslı sayabilirdim ama daha sonra yüz yedi kat inmem gerekeceği için bu pek mümkün olmadı. Evet yüz sekiz katlı bi gökdelenin en üst katında oturuyordum. Asansöre binerken avuçlarımın kaşındığını hissettim. Bütün hücrelerim kan istiyordu. Sonunda alt kata ulaştığımda hızlı adımlarla doğrudan motorsikletime ilerledim. Siteden çıkarken yapmacık bi şekilde selam veren güvenliğe boş bakışlar gönderdim. Acaba benim profösyonel seri katil ayrıca mucizevi güçleri olan şu meşhur Ölüm Çiçeği olduğumu bilse yine böyle selam verebilir miydi?
Kafamı belli belirsiz iki yana salladım. Motorsikletimi son gaz merkeze sürdüm. Rüzgâr saçlarımı savuruyordu. Kendimi tam anlamıyla huzurlu hissettiğim sayılı anlardan biriydi bu. Eski inşaatın yanına geldiğimde buranın aslında yüzlerce silahlı adamın eğitildiği bir yer olduğuna kendim bile inanamıyordum. İçeriye girdiğimde çoktan geldiğimden haberdar olmuş olmalıydılar. Adamların aksine burada eğitilmemiştim hatta ilk defa geliyordum. Önder'in tarif ettiği şekilde kırık dökük duvarların arasından geçerek yere devrilmiş kütüğün yanına ilerledim. Burası fazla büyüktü. O kütüğün aslında normal bir kütük olmadığını biliyordum. Eldivenimi biraz açarak bileğimin içini kütüğün yan tarafına yaklaştırdım. Derinin altında nabzı hissedebilen küçük bi çip vardı. Bu çipin varlığını sadece Önder'in adamları biliyordu ve hepsinde bunlardan vardı. Dünya üzerinde eşi benzeri olmayan bi teknolojiydi. Sadece merkeze giriş değil, iletişim, teknolojik aletlere veri aktarıp veri alma, takip gibi işlere de yarıyordu. Benim çipim diğerlerine göre daha gelişmişti. Belki de en iyi özelliği nabız durduğunda kendini imha etmesiydi. Böylece kimse çiplerin ne işe yaradığını anlayamıyordu.
Kütük çipi algılayınca yerdeki fark edilmesi neredeyse imkansız kapı yavaşça açıldı. Karşıma direk merdiven çıktığında kapı arkamdan kapandı. Ve bir kapıyla daha baş başa kaldım. Önder işini şansa bırakmıyordu. Kapıya parmak izimi ve çipi okuttum, şifre girdim. İçeriye girdiğimde beni geniş bi alan karşıladı. Evet asıl karargâh burasıydı. Çok geniş bir alanı kapsıyordu ve labirent gibiydi. Uzun boylu, yapılı bir adam yanıma geldi. Elmacık kemiğinde ürkütücü görünen bir yara izi vardı. Kumral saçları taranmıştı. Saygıda kusur etmeyen bu adam bi hayli yakışıklıydı. "Gece Keskin? Patron sizi bekliyor. Odasına kadar size eşlik edeyim."
Başımı hafifçe eğerek onu onayladım. Uzun koridorlar fazla karmaşıktı. Yine de normal bi insana göre üstün olan hafızama tek tek kaydetmiştim. Kapılardan birinin önünde durduğumuzda kapıyı çalmak için hamle yapan adama fırsat vermeden içeri girdim. Önder'e birçok konuda borçlu olsamda kapı çalmak pek tarzım değildi. İçeride masasında oturan Önderin karşısındaki koltukta tanımadığım bi adam vardı. Adama baş selamı verdiğimde bana gülümsedi. Önder'in yanına gidip arkadan sarıldım. "Babacığım, misafirimiz kim?"
Adam Önder'e fırsat vermeden konuştu. "Babanın ortaklarından birisiyim. Sizden çok bahsetti. Hakan Gündoğar."
Elini bana uzatan adamla gülümseyerek tokalaştım. "Gece Keskin. Sizinle tanışmak onur. İsminizi birkaç kere duymuştum Hakan Bey."
"Asıl ben memnun oldum Gece Hanım. Artık gideyim ben de Önder."
Önder sadece başını salladı. "Haberleşiriz."
Adam dışarıya çıkınca Önder'e döndüm. Yine o sert maskemi takınmıştım. "Evet babacığım, bugünkü avım kim?"
Gülerek kafasını iki yana salladı. "Bu hallerini seviyorum işte. Adı Poyraz Doğan. Yirmi iki yaşında uyuşturucu kaçakçılığı yapıyor. Mafyanın başına bir hafta önce geçmiş. Daha birçok suçu var. Hepsi dosyada yazılı. Adres gibi işine yarayabilecek diğer bilgileri bilgisayarına gönderdim. Bu sefer seni buraya çağırmamın nedeni ise tedbir almanı istemem." Tek kaşım havaya kalktı. "Bakma öyle çok risk alıyosun. Ne kadar profösyonel olsanda bazı konularda tedbir almamız gerekiyor. Gerekli görevlerde yanında küçük bir ekip bulunacak."
Alaycı bir şekilde güldüm. "Yalnız çalışırım baba. Bunu kabul edeceğimi gerçekten düşünmüyorsun değil mi?"
"İşine burunlarını sokmayacaklar sadece dışarıda olağan dışı bir duruma karşı bekleyecekler. Onları görmen bile gerekmeyecek."
Kendime düşünmek için birkaç saniye tanıdım. Bir de ekibi başıma sarmaya hiç niyetim yoktu. Eğer istemiyorsam tüm ekibi öldürür yine de yanlız giderdim. Bunu o da biliyordu. Ama şu an Önder'i çekemezdim. "Bakarız." dedim kısa keserek.
"Benimle gel."
Ayağa kalkıp başka bir odaya girdi. İçeride sadece bir adam vardı ve Önder'i görünce ayağa kalktı. Beni yüzeysel olarak süzdü. Göğüslerimde fazla oyalanınca omuzumun üzerindeki gizli mini bıçağı hızla ona doğru attım. Bıçak kulağının dibinden geçti, delinmesi imkansız duvarda asılı kaldı. Adam ürksede bunu belli etmeyerek omuzlarını dikleştirdi. Ciddiyet maskesi takındı. Göz bebekleri kocamandı, kalp atışları hızlanmıştı. Benden korkmuştu, etkilenmişti ve şaşkındı. Buna rağmen iyi eğitimliydi ve sadece benim gibi zeka seviyesi normalin kat ve kat üstünde olanlar bunu görebilirdi.
Sadece iki saniye sonra kontrolünü tekrar eline alıp kulağına dokundu. Şey, kulağını biraz kesmiş olabilirdim. Eğer aynı hareketi tekrarlarsa korkarım kulağı yerinde olmayacaktı. Ama bunu bilmesine gerek yoktu öyle değil mi?
Bana kısa bir bakış atarak Önder'e döndü. "Patron?"
Önder bana bakarak konuşmaya başladı. Yüzünde gurur dolu bir ifade vardı. "Gece, bu arkadaş sadık adamlarımdan. Ekibin başında olacak. Sadece işlerini yapacaklar."
Tepki vermedim. Zaten şu işi sadece Önder'le uğraşmamak için üstelememiştim. O sırada odada Kuzey'in varlığını fark ettim. Beraber büyümüştük. Altın sarısı saçları küçüklüğünden beri böyleydi. Yeşil gözleri onu fazla masum gösteriyordu. Yakışıklı bi adamdı. Kuzey'e son bi bakış atıp dışarıya çıktım. Muhtemelen şu ekibi başımızdan savmaya çalışıyordu.
Kapının yanında bacak bacak üstüne attım. Kısa zaman sonra Kuzey dışarıya çıktı. "Önce sana burayı gezdireyim daha sonra eve gidip hazırlanırsın."
Önünde reverans yapıp gülümsedim. "Emrinizdeyim patron."
Dişlerini göstererek güldü. Sonra o benim önümde reverans yaptı. "Bayanlar önden, leydim."
Reveransı kesinlikle benimkinden iyiydi. "Ekip istemiyorum Sarışın."
"Merak etme bir yolunu bulacağım."
Yaklaşık bir buçuk saat Kuzey'le merkezi dolaştık. Çoğu zaman ben ona takıldım o ise ne kadar mükemmel olduğundan bahsetti.
İki kattan oluşan mekanın birçok bölümü vardı. Üst teknoloji bilgisayarların bulunduğu yerler, eğitim sahaları, adamların zaman zaman konaklayabilecekleri yüzlerce oda, toplantı odaları, hastane, hapishane, işkence odaları, bir çok gizli veya değil çıkış kapıları... Ayrı bir şehre benziyordu. Normal bi insanın burayı tek gezişte öğrenmesi imkansızdı fakat ben havalandırma deliklerine kadar her şeyi aklıma kazımıştım. Gücümün sevdiğim birkaç yanından biri de buydu. Sonunda hazırlanma vakti geldiğinde çıkış kapısına yöneldim.
Mekanı terk eder etmez motorsikletime atladım. Avım için hazırlanmam gerekiyordu.
Sadece bir saat sonra aynanın karşısında eserime bakıyordum. Plastik makyaja gerek duymamıştım. Yeşil lenslerim siyah gözlerimi gizlemişti. Kızıl kısa peruğum, bembeyaz tenimle bugün Fransız sekreter Liana Royer'dım. Poyraz Doğan'ın kumarhane açılışı vardı. Ben oraya işe alınan yeni sekreter olarak gidecektim. Avımı araştırmıştım. Uyuşturucu mafyasının başına geçen hafta geçmişti ve öldürmek çok da zor değildi. At yarışı bahsi, bıçak fırlatma gibi hobileri vardı. Oldukça çapkın olan bu adamı tuzağa çekmek kolay olacaktı.
Siyah, uzun kollu mini elbisemin derin sırt dekoltesi onu daha çekici gösteriyordu. Belimi çepeçevre sararak kıvrımlarımı belli ediyordu. Dudağıma kıpkırmızı bir ruj sürmüştüm. Tabii ki de ellerimde olmazsa olmaz eldivenlerim vardı. Baldırıma sabitlediğim bıçaktan başka bir silahım yoktu. Siyah kabanımı omzuma atıp evden çıktım. Gecenin karanlığında motosikletime atlayarak hedefime doğru yol aldım. Önceden Sarışın'la ayarladığımız yere gittim. Patlamış sokak lambasının altında beni bekliyordu. Kabanımı çıkararak çöp konteynerine attım. Önümde hafifçe eğildi. "Bugün sizin şoförünüzüm leydim." Hemen ardından yüzünü buruşturdu. "Daha doğrusu o itin senin için ayarladığı şoför. Daha havalı bir görev yok muydu ya?"
"Daha sonra bakarız Sarışın. Unutma, birinci kural sözümden çıkma, ikinci kural işime burnunu sokma, üçüncü kura-"
"Anladım yüz ikinci tekrar edişin, bu kurallara sadık kal ve onun haricinde kural yok."
"Aferin Sarışın. Çabuk öğreniyorsun."
Gözlerini devirdi. "Anlamıyorum neden ismimi söylemiyorsun ki, tüm karizma alt üst oluyor."
Ona öyle ters bir bakış attım ki susmak zorunda kaldı. Gerçek şoförü arayıp sahte adres verdim. Biz de verdiğim adrese gittik. "İyi izle Sarışın."
Sarışın arabanın arkasına saklandı. İki dakikalık beklemenin sonucunda oldukça lüks bir araba yanımıza yanaştı. Şoför sürücü koltuğundan kalkıp hızla benim kapımı açmak için dolaştı. "Bayan Liana?"
Yüzüme kocaman tatlı bir gülümseme ekledim. Bozuk bir türkçeyle heyecanlanmış gibi yaparak cevap verdim. "Ah evet."
Dışarıdan bakan birisi önemli bir işte ilk günü olan hevesli ve heyecanlı genç bir kız görürdü fakat gerçekler her zaman sahtelerin ardına saklanırdı. Koltuğa oturmak için hamle yaptığımda dirseğimi adamın burnuna geçirdim. Kırılma sesi bana sadece daha fazlasını arzulattı. Pekâlâ amacım kırmak değildi ama elimin ayarı biraz fazla kaçmıştı işte! Elime gizlediğim iğneyi hızla arkamı dönerek boynuna batırdım. Adamın gözleri kocaman olup bana korkuyla baktığında saymaya başladım. "Bir, iki, üç." Ve adam bayıldı. Bu koca herifi tutmak içinse baya çaba sarf etmiştim. Sarışın arabanın arkasından fırladı. "Hey hey hey onun bir suçu yoktu!"
"Endişelenme Sarışın sadece bayıldı. Burnuna gelince, yanlışlıkla oldu..."
"Yanlışlıkla mı oldu!"
"İkinci kuralı unutuyorsun."
Sustu.
Adamı evin duvar kenarına yasladım. "Kağıt kalemin var mı?"
Hızla arabadan küçük bir kağıtla kalem getirdi. El yazımı değiştirerek yazmaya başladım.
"Bir daha böyle adamların şoförlüğünü yapacak olursan bu kadar şanslı olmayacaksın. Patronun öldü. Yeni bir iş bulana kadar bankana yatırdığım para sana ve ailene fazlasıyla yeter. Ayrıca burnun için üzgünüm. Şey, aslında pek de değilim.
Ölüm Çiçeği"
Kağıdı adamın cebine sıkıştırdım. Sarışın arkamdan yaklaştı. "Vay be, vicdanlı seri katil ha?"
"Emin ol sadece çocuklarına yazık olmasın diye. Ve son derece vicdansız da olabilirim."
Ben konuşurken Sarışın'ın gözü anlık olarak baygın adamın burnuna kaydı, sonra da bana döndü. "Başka bi iş var mı?"
"Burada yok. Hadi gidelim."
Arabaya yerleştiğimizde Sarışın son sürat sürmeye başladı. "Söylesene Sarışın şu Önder'in bahsettiği ekip nerede?"
"Ekip istemediğini söylememiş miydin?"
Bana dönerek göz kırptı. "Birinci kuralın gerektirdikleri."
Gülerek başımı iki yana salladım. Kısa süre sonra kumarhaneye vardık. Sarışın ilk önce inip kapımı açtı. Aşağı inerken ona kısa bir bakış attım. Başka bi adam geldi. "Size eşlik edeyim Bayan Liana."
Onu başımla onaylayıp peşinden gittim. İçerisi çok kalabalıktı. Adam beni en göz önünde olan masaya doğtu götürdü. Arkası dönük adamın koyu kumral saçları dikkat çekiyordu. Poyraz Doğan o olmalıydı. Tam karşısındaki sandalyeyi çekip oturdum. Beni görünce baştan aşağı süzdü. Düşündüğümden daha kolay oltaya gelecekti. Telefonda ona bir tık ümit vermiş olabilirdim. "Bayan Liana."
"Ah merhaba Poyraz Bey. Sizinle telefonla görüşmüştük."
Bozuk türkçeyle söylediğim kelimeleri büyük bir dikkatle dinledi. Elimi zarifçe tutarak dudağına götürdü. Hafif bi buse kondurdu. Her ne kadar bu hareketinden iğrensemde çekici bi şekilde gülümsedim. "Telefonda bu kadar güzel olduğunuzdan bahsetmemiştiniz."
Ölüm Çiçeği içimde kahkahalar atıyordu. Liana ise adamı baştan aşağı süzdü. "Siz de anlatılanlardan daha fazlasıymışsınız. Değişik hisler uyandırıyorsunuz."
Çapkınca gülümseyip boynunu yalamaya çalışan sarhoş kadına kısık sesle bir şeyler söyledi. Dikkat çekmemek için dudağını okumadım. Kadın sarsak adımlarla yanından ayrılınca tekrar bana döndü. "Ne gibi hisler?"
Bunu söylerken gereğinden fazla yakınlaşmıştı. Bir bacağımı diğerinin üzerine atıp çıplak tenimi yavaşça alttan ona sürttüm. Biraz da ben ona yaklaştım. "Üst katta çok eğlenceli odalarınız olduğunu duymuştum. Belki deneyebiliriz."
"Pekâlâ bu küçük hanımı eğlendirmekten gurur duyarım daha sonra iş konuşabiliriz."
Ayağa kalkıp elini uzattı. Elimi elinin üzerine koyup yerimden kalktım. Merdivenleri kullanarak yukarı kata çıktık. Uzun koridoru geçtikten sonra bi odanın önünde durdu. Cebinden anahtarı çıkarıp aceleci hareketlerle kapıyı açtı. Biz içeri girince tekrar kilitledi. Anahtarı masaya bırakıp önümde durdu. Elimi gömleğinin yakasına koyup yavaş hareketlerle ilk üç düğmesini açtım. Göğsü inip inip kalkmaya başladı. Cürretkar bakışlarım onu çıldırtıyordu. Kesik nefeslerinin arasından konuştu. "Tehlikeli sularda yüzüyorsun güzelim. Dikkat et."
Bakışlarımı gözlerine kilitledim. "Ben o suyu kurutacak ateşin ta kendisiyim." Ben kan bataklığının canavarıydım. O daha ne olduğunu anlamadan bacağımın üst tarafına sabitlediğim bıçağı çıkarıp kalçasına sapladım. Acıyla çığlık atıp geriye birkaç adım attı. Bu oda ses yalıtımlı olduğu için engel olmadım. Çığlıkları içimdeki öldürme arzusunu alevlendiriyordu. Gülümseyerek ona doğru yaklaştım. Tatlılıktan çok uzaktı. Ayaklarımla kollarına bastırıp hareket etmesini engelledim. Şanslıydı. Diğerlerine göre daha zararsız olduğu için kolay ölecekti. Bir şarkı mırıldanarak müthiş bir zevkle baldırındaki bıçağı sertçe çekip yavaş hareketlerle yanağına büyük bi çarpı kazıdım. Çığlıklarının arasından benim kim olduğumu yeni anlamıştı.
Kurbanlarımın gözündeki o korkuyu seviyordum. Belki sağlıklı değildi ama öldürmek için doğmuştum ve öldürüyorum. Bıçağı bütün gücümle kafasının üstüne soktum. Saniyeler içinde ölürken gözlerindeki korku silinmemişti. Bıçaktaki kanları üstünkörü silerek yerine yerleştirdim. Eldivenlerimi çöp kovasının içine atıp yaktım. Üzerimi düzelttim ve yanımda getirdiğim eldivenlerimi geçirip hiçbir şey olmamış gibi odadan çıktım. Kameraları bloke ettiğim için endişelenmeme gerek yoktu. Alt kata inerek korumalardan birini durdurdum. Oldukça iri adamın bana bakmak için başını eğmesi gerekmişti. "Poyraz Bey konuşmak istiyordu. Tuvalete gidip geldim ama ortalıkta yok beni ona götürebilir misiniz?"
Koruma başını onaylarcasına sallayıp "Benimle gelin bayan." dedi. Beraber az önce indiğim merdivenleri çıktık. Birkaç odayı kontrol etti. Cesedin bulunduğu odanın önünde durduğunda Ölüm Çiçeği'nin daha fazla sabrı kalmamıştı. İçimdeki canavar kaos istiyordu. Ses yalıtımlı odadan içeriye girebilen tek ses olan zile bastı. Herhangi bir değişim olmayınca kapıyı açtı. Kilitli olmayan kapı kolayca açıldığında yerde kanlar içinde yatan bedeni gördü. Sesli bir küfür savurup içeriye koştuğunda tiz bir çığlık atıp merdivenlerden koşarak inmeye başladım.
Kalabalığın arasından hızla kapıya ilerlerken dehşet içinde, "Poyraz Bey, o iyi değil. Yerde kanlar içinde. Yardım edin. Birisi ona saldırmış!" diye bağırıyordum. Tüm o kalabalık panik olurken küçük bi grupla beraber kendimi dışarıya atabilmiştim. Bir yığın adamsa çıkışları kapatmayı çok geç akıl etmişti. Ölüm Çiçeği az önce bir isim daha silmişti yeryüzünden. İnsanlar katilin adına efsanelere konu olan ateşin temsilcisi Ölüm Çiçeği'nin ismini vermişlerdi. Kimi böyle birinin varlığına inanır, kimisi inanmazdı ama hiçbiri Ölüm Çiçeği'nin ismini verdikleri seri katilin, Ölüm Çiçeği'nin ta kendisi olduğunu düşünememişti.
Sarışın'a verdiğim işaretle arabaya bindi. Ben ise biraz ileriye durdurduğu sahte plakalı araçla gidecektim. Arabayı bulup kabanımı attığım çöp konteynerinin yanına sürdüm. Üzerimdekilerden kurtulup kabanımı giydim. Liana Royer'e dair her şeyi konteynerin içine koyup yaktım.
Ateş yok ederdi, arındırırdı. Cehennem ateşi günahları temizlerdi. Yanan bir cesetin DNA'ları yok olur, kimliğinden arındırırdı. Acı verirdi ama aydınlatır, yol gösterirdi. Temizleyemeyeceği hiçbir şey yoktu. Tek bir şey hariç.
Göğüs kafesimin içinde gücünü ateşten alan bir kalbim vardı ama bu saatten sonra üzerindeki kanlardan onu arındırmak imkansızdı. Her an cayır cayır yansa bile.
Sarışın'a arabalardan kurtulması gerektiğini söyleyen kısa bi mesaj atıp motorsikletimle eve sürdüm. İnanılır gibi değildi ama Sarışın cidden işlerimi kolaylaştırıyordu. Bunca zaman tek ortağımdı.
Evime vardığımda duş aldım. Bugün benim doğum günümdü. On dokuz yaşıma giriyordum. Akşamki ufak çaplı partiye gitmem gerekiyordu. Uzun kırmızı elbisemi giydim. Kalçamın hemen altında biten derin yırtmacı vardı. Saçlarıma maşa çekip salık bırakmıştım. Dudağımı bordo rujla belirginleştirip kirpiklerime rimel sürdüm. Yarına iş almamam gerekiyordu çünkü babam düzenleyeceği davette ondan sonraki varisin ben olduğumu açıklayacaktı. Bir tek mafya babası olmadığım kalmıştı!
Magma, ülke genelindeki en büyük topluluklardan biriydi. İsmini liderden, yani babamdan alıyordu. Arkasında bir çok müttefiki vardı. Önder'den sonraki varistim. Koltuğa oturmak gücüme güç katacaktı.
Kapımın önünde beni bekleyen arabayı es geçerek motosikletime yöneldim. Yüksek ihtimalle Kuzey göndermişti ama binmeyeceğimi de bildiğine emindim. Normalde yarım saatlik yolu yirmi dakikada bitirerek babamın evine geldim. Etkinlik bahçede düzenlenecekti. Şimdiden çok kalabalıktı. Birkaç aile dostu daha doğrusu babamın ortakları, isimlerini bile hatırlamadığım liseden insanlar, üvey ailemin akrabaları falan vardı. Uzaktan Kuzey'i seçebildiğimde yanına gittim. Beni görür görmez "Neden arabaya binmedin?" dedi. Sorusunu duymazlıktan gelerek uzanıp yanağına sulu bir öpücük kondurdum. Çatık kaşları anında yumuşarken bana sen iflah olmazsın bakışı attı. Ona sevimlice gülümsediğimde beni hızla kollarına çekip etrafında birkaç tur döndürdü. O karizmatik gülüşüne bakarken sayılı içten kahkahalarımdan birini attım. Sonunda beni yere bıraktığında burnumun ucuna fiske attı. "İyi ki doğdun prenses. Çok güzel olmuşsun."
Etrafımda bir tur attım. "Gerçekten mi, güzel olmuş muyum cidden?"
"Varya çok fenasın sen."
Ona dil çıkarttığımda başka bir yüz takıldı gözüme. "Hadi Sarışın ben babamların yanına gidiyorum."
Önder'in yanına gittim. Manevi annemin yanağına öpücük kondurdum. "Anneciğim."
"Gece! İyi ki doğmuşsun kelebeğim."
"Serpil biraz da biz mi konuşsak Gece'yle."
"Kıskanma Önder."
Annemin kollarından çıkıp babama da sarıldım. Aramızda tuhaf bi bağ vardı. Beni en zor şartlarda eğitmişti. Koltuğuna hazırlamıştı ama katil olmuştum. İçimdeki canavarı ortaya çıkarmıştı. Acımasızdı ama kollarında baba şefkatini alıyordum. Sıkıca sardı beni. Saçlarımdan derin bir nefes çekti. Burda bana kimse zarar veremezdi. Bu his bir tek onda vardı. Cebinden küçük bi kutu çıkarttı. "Çiçeğime." dedi sadece. Kutuyu açtım. Elmaslarla süslenmiş bir yüzüktü. Üzerinde lavinya çiçeği figürü vardı. Beyaz taşlarla çok saf ve temiz görünüyordu. Benim aksime. Önder gücümle gurur duymam gerektiğini savunuyordu. Kutuyu elimden alıp yüzüğü parmağıma taktı. "Ölüm Çiçeği'me." dedi bu sefer sadece benim duyabileceğim şekilde.
Tek tek konuklarla selamlaştım. Çok sıkıcıydı! Annem renk renk elbiseler almıştı. Babamın müttefiklerinden bazıları da buradaydı. Varisliğimi kutluyorlardı fakat yarınki kurtlar sofrasında herkesin beni desteklemeyeceğini biliyordum. Dostumuz kadar düşmanımız da fazlaydı.
Kocaman bahçeye kurulmuş bar bölümüne ilerledim. Masalardan birinde gördüğüm simayla suratımda seytani bi tebessüm oluştu. Sarışın masada oturuyordu ve yanında ise ağzının içine girmek için can atan melez güzeli vardı. Kız liseden yüzüne aşina olduğum biriydi. Adının Aleyna olması gerekiyordu. Ben yanılmazdım. Yanlarına sessizce yaklaşıp arkadan kollarımı Sarışın'ın boynuna doladım. "Sevgilim, Alya'yla tanışıyor muydunuz?"
İsmini bilerek yanlış söylemiştim. Aleyna'nın rengi mora çalarken zoraki bi şekilde gülümsedi. "Şimdi tanışmıştık Kuzey Bey'le. Bu arada adım Aleyna."
Çantasını alarak ayağa kalktı. Üzülmüş gibi dudağımı büktüm. "Pardon canım Ayhan'ın kırıklarından biriyle karıştırmışım. Görüşmek üzere."
Hızlı adımlarla yanımızdan ayrıldığında Sarışın'ın yanındaki sandalyeyi çekip oturdum. "Bu neydi şimdi. Kaçırdın manken gibi kızı ben onunla eğlenecektim. Hem Ayhan da kim?" dedi oyuncağı elinden alınan çocuk gibi. Rahat bi tavırla bacak bacak üstüne attım. "Liseden gıcık bi kız. Ayhan onun sevgilisiydi deli gibi hoşlanmasına rağmen aldatıp duruyordu. Ayhan'da bunu yollayıp Alya diye bi kızla çıktı. Hanımefendi gururuna yediremedi."
"Yine de korkutman gerekmezdi."
"Gazel seni haşlasın mı istiyorsun? Bu tür ortamlardan nefret ederim zaten. Biraz daha ortalarda gözüküp giderim. Bunaldım iyice ve şanslısın ki klavye olarak seni seçtim."
Yerinden kalkıp elini uzattı. "Madem partnerinim." İğrenç bir şeyden bahsedermiş gibi yüzünü buruşturdu. "Oyuncağımı da korkuttun. O zaman bence bir dans edebiliriz."
Elini tutup ayağa kalktım. Uzun bir süre çılgınca dans ettik. Kuzey etraftaki insanlarla dalga geçti, komik olduğunu düşündüğü espiriler yaptı. Yarım saat sonra sakin bir yere geçmiştik.
"Söylesene Sarışın nasıl battın bu bataklığa?"
Doğrudan ileriye bakıp içkisinden koca bi yudum aldı. "Babam annemi öldürdü." dedi konuşabildiğinde. İlk tanıştığımızda da böyle bir yerde tam olarak bunları konuşmuştuk. Şimdiyse geçmişi yad ederken yüzümde buruk bi tebessüm vardı.
"Çok kan vardı, sadece on yaşındaydım. Sokakta ölmeyi beklerken bir adam beni aldı. Sokaktaki çocukları alıp asker olarak kullanıyordu. Yazılıma yeteneğimi gördüğünde bu alanda eğitti. Çok kötü şartlardaydım ama en azından karnım doyuyordu. On bir yaşımda profösyoneldim. Benden Önder'in bilgisayarına sızmamı istedi."
Dudağında yarım bir tebessüm oluştu. "Başardım. Sonra Önder bizim mekanı bastı. Bilgisayarını heckleyenin ben olduğumu öğrendi. Yanında çalıştırdı. Beni o bataklıktan çıkarıp başka bir bataklığa sürükledi ama bu bataklıkta nefes alabiliyorum. Sırf bu yüzden bile ona minnettarım."
Sorgularcasına bana baktı. "Peki sen? Nasıl bu hâle geldin? Önder aynı zamanda senin şey olduğunu-"
Sözünü sertçe kestim. "Ölüm Çiçeği."
İrkildiğini hissettim. Her söylediğimde irkiliyordu. "Annemi ve babamı öldürdüler. Gerçek kimliğimi bilen tek kişilerdi onlar. Yedi yaşındaydım. Eve gittiğimde o adamı gördüm. Güçlerimi kullanarak öldürdüm. Sokağa kaçtığımda Önder'le rast geldik. Hayatını kurtardım."
Suratımda kibirli bi gülüş oluştu. "Kimliğimi öğrendi. Koltuğu için eğitti, seri katil oldum."
Sözlerimle kıkırdadı. Ayağa kalktığında zil zurna sarhoştu. "Pezevenk Önder'e bak sen. Bulmuş süper kahramanı koltuğa oturtacak!"
Sözleriyle gür bir kahkaha attım. Sarhoşken kesinlikle çekilmiyordu. Elini omzuma atıp destek oldum. Eve doğru yürümeye başladık. Dili dönmeye dönmeye masasından kaldırdığım kızı anlatıyordu. Aleyna'da aklı kalmıştı. Onu yanımıza yaklaşan korumalardan birine bıraktım. "Bugün burda kalsın. Odalardan birini ayarlayın."
Manevi annem yüzünde kocaman gülümsemeyle yanıma geldi. "Gece, bugün burada kalsana."
"Kalayım anne. Ama önce biraz dolaşmak istiyorum."
"Tamam kızım geç kalma."
"Kalmam." Odama çıkıp elbisemi çıkarttım. Siyah, vücudumu saran tulumumu giydim. Silahımı yanıma alarak dışarı çıktım. Motosikletime atlayarak hızımı arttırdım. Kaskımı takmamıştım. Takmayı da pek sevdiğim söylenenezdi zaten. Rüzgâr saçlarımı uçuruyordu. Kaçıyordum. İşlediğim cinayetlerden, belki de kendimden.
İzbe bir sokağa girdiğimde beni durduran iki el silah sesi oldu. Motosikletimi park ettim. Sessizce sesi takip ettiğimde silah sesleri de artmıştı. Silahımı çıkarıp tetiği çektim. Duvarın arkasına sinip neler olduğuna baktım. Çok sayıda araba vardı. Plakayı tanıyordum. Kuzgun'un adamlarıydı. Magma'ya karşı gelen büyük bir mafyanın lideriydi Kuzgun. Karşısındakileri ise tanımıyordum. Kuzgun'un adamları gözla görünür bir şekilde baskındı. Kıdemli olduğunu düşündüğüm bi adamı hedef alıyorlardı. Kimdi bu adam? Silahımı Kuzgun'un adamlarına çevirdim. İki tanesini indirdiğimde kargaşadan dolayı fark edilmemiştim. Hızlı adımlarla hedef alınan adamın yanına gittim. Yüzünü göremiyordum. Onu hedef alan birini vurduğumda bana dönmek için hamle yaptı. Çok kısa bir an gözleri gözlerime çarptı. Hangi ara bu kadar yakınlaştığımızı bilmiyordum.
Siyah tutamları asice alnına dökülüyordu. Kemikli yüz hatları, dolgun dudakları vardı. Lacivert irisleri geceye meydan okuyor, safir gibi parlıyordu. İmkansız, ulaşılmaz ve eşsiz.
Hikayemin sonuna çok yakın olduğumu düşünürdüm hep. Ama her şeyin o an başladığının farkında değildim. Gözleri gözlerime kilitlenmişti. Dikkati dağılmıştı, dikkatim dağılmıştı. Benim, dikkatim dağılmıştı! Sadece saniyeler sonra karşımdaki adamı hedef alan bir kurşun algılarımı açtı. Müthiş bi hızla sadece içgüdülerimle adamı tuttuğum gibi arkama çektim. Aynı anda sol omzuma acı dalgası yayıldı. Vurulmuştum.
Sadece vurulmamıştım da, adamla temas ettiğim an kalbime o tanıdık ateş düşmüştü. Dolunay zamanlarında olduğundan daha hafifti. Acı sorun değildi alışkındım ama nedenini anlayamamıştım.
Yanımdaki adam beni vuran adamı indirdiğinde beni arabanın arkasına çekti. Cebinden çıkardığı çakıyla kıyafetimin bir parçasını keserek kurşun yarasını açığa çıkardı. "Pisikopat mısın kızım sen! Ne halt yemeye atlıyorsun."
Çok kibar bir beyefendiydi kendileri. Yarayı görmesiyle sessiz bir küfür savurdu. Yerimde doğrulup sert bir şekilde yüzüne baktım. "Kemerini ver."
"Ne?!"
Afallamış suratıyla karşılaşınca bir an kıkırdadım. Gölgeli bakışlarıyla karşılaştığımda ciddiyet maskemi tekrar takındım. "Bak, kurşunların içindeyiz ve adamların azalıyor. Çıkmamız gerek. Belli ki sizi hazırlıksız yakalamışlar. Kemerini istiyorum çünkü kan kaybediyorum be adam!"
Dikkatini tekrar yarama verdi. Eğilip yan tarafımızdaki ölen bir adamın tişörtünü çıkardım. Kemerini bana uzattığında şaşkınlıkla bakıyordu. "Ben bakarım başımın çaresine, bizi koru."
"Kahretsin! Bu halinle nasıl bakacaksın?"
"Eğer ateş etmezsen ikimizi de vururlar."
Söylediğimi yapıp arkasını döndüğünde tişörtü yarama bastırıp kemeri çapraz bir şekilde sardım. Çok kan kaybetmiştim. Yanımdakinin bütün adamları ölmüştü. Arabanın arkasından kafamı çıkarıp arkayı kontrol ettim. Siper aldıkları üç kurşun geçirmez araba vardı. Yerime oturup gözlerimi kapattım. Yapabilirdim. Arabalardan bir tanesinde gaz kaçağı vardı. Oraya odaklanırsam arabayı patlatabilirdim. Zordu ama kesinlikle imkansız değildi. Zaten kan kaybetmiştim üstüne bir de bunun için güç harcıyordum. Kalbime o tanıdık ateş düştüğünde karanlıkta gözlerimdeki beyaz noktaların görünmemesini umuyordum. Yakıt tankını tutuşturabildiğimde araba patladı. Yabancı hızla yanıma gelip elimi tutarak beni kaldırdı. Ona ayak uydurup kalktığımda müthiş bir acı hissediyordum. Dudaklarımdan kısık sesli bir inilti döküldüğünde kendimi birden safir gözlerin sahibinin kollarında buldum. Yeni geçen acı dalgası temasıyla tekrardan kalbimde yerini almıştı. Burnuma gelen vanilya kokusu ile derin bir nefes aldım.
Arkamızdan adamlar geliyordu. Savunmasızdık. Silahımı arkaya doğrultup birkaç adamı vurdum. Yabancı, yanına ne ara geldiğimizi bilmediğim arabanın ön koltuğuna beni bırakarak kendisi sürücü koltuğuna geçti. Gazı köklediğinde adamlar da hemen arkamızdalardı. "Nereye gidiyoruz?"
"Önce peşimizdekilerden kurtulmamız gerek. Yaran ağır nasıl hâlâ bayılmadın sen?"
Silah seslerini duyar duymaz camı açtım. Arkadaki arabaları patlatacak gücüm kalmamıştı. Patlatsam da dikkat çekerdim zaten. Ki gaz kaçırmayan bir arabayı patlatmak deneyimlerim arasında yoktu. Camı sonuna kadar açtığımda büyük bir zorlukla bedenimi tamamen dışarı çıkararak sürücü koltuğundaki adamlardan birini vurdum.
"Gir içeri! Canına mı susadın?"
Her zaman soğukkanlı olan adam ilk defa panikliyordu. Alayla güldüm. "Bana bir şey olamaz güzellik."
Bunu yaparken çapkınca göz kırpmayı da ihmal etmemiştim tabii. Şimdi de dehşet içinde bana bakıyordu. Gülmek ve bağırmak arasında kalmış gibiydi. O öylece bana bakarken başka bir arabanın tekerleğini patlattım. Bir el daha eteş ettiğimde silahın mermisi bitmişti. "Daha yeni başlamıştım ama!"
Yüksek sesli isyanımın ardından boş silahı sürücü koltuğundaki herifin tekine attım. Silah camı kırarak kafasına çarptı. Kaza yapmaktan son anda kurtuldular. O sırada bizim araba keskin bi viraj yapınca dışarı savrulabilirdim. Kolumdaki yabancı ama bir o kadar da tanıdık eller olmasaydı tabi. Beni yerime çeker çekmez camı kapattı. Kan vardı. Çok fazla kan. Tarifsiz bir yorgunluk ağır ağır damarlarımdan vücuduma yayılıyordu. Ve bilincim kapanmak üzereydi. Kapanırsa ölürdüm. Aslında çok da kötü bir şeye benzemiyordu. Ama kendimi ölümün kollarına bırakırsam pes etmiş olurdum. Ve pes etmek yapacağım en son şey bile değildi.
"Çok kan kaybettin. Az daha dayan sakın uyuma anladın mı beni?"
Göz kapaklarım bana ihanet ediyordu. Sakin çıkarttığı sesine olumlu anlamda kafa salladım sadece. Sessizliğim karşısında yabancı hızını arttırdı. Arada başını çevirerek beni kontrol ediyordu. Telefonundan birilerini aradı. Bağırıyordu. Söylediklerinin çoğunu seçemedim. Sanırım durumum hakkında bilgi veriyordu. Doktor hazırlatmalarını söylüyordu va bolca acele edin demişti. Sesler iyice boğuklaştığında araba ani bi firenle durdu. Kendimi yeniden yabancının kollarında buldum.
"Hey hey hey az kaldı. Bana bak aç gözlerini ismin ne?"
Sanırım buraya kadardı. Gözlerimi son kez aralayamadım. Dudaklarımdan izinsiz bir kelime firar etti beni bile bozguna uğratan. "Lavinya."
Duyup duymadığından bile emin değildim. Sonrası karanlıktı.
***
Şiddetli bir acıyla inledim. Üzerimde bir bedenin ağırlığını hissediyordum. Vücudum uyuşmuş gibiydi. Sesler geliyordu ama seçemiyordum. Gözlerimi açmam gerekiyordu. Bilincim yerine gelirken son yaşadığım anılar film şeridi gibi zihnime doluştu. Tüm bedenim tehlike sinyalleriyle uyarılırken gözlerimi araladım. Safir bakışların sahibi çok yakınımdaydı ve... Bir dakika üstümdeydi! Bir şeyler mırıldanıyor, elleri beni sıkıca tutuyordu. Kalbimdeki yanmanın kurşun yüzünden olmadığının bilincindeydim. Başka bir ses duydum. "Anestezi işe yaramıyor! Kurşunu çıkarmamız gerek."
"Ne demek işe yaramıyor uzaylı mı bu kız? Uyanıyor bir şey yap doktor!"
Artık olayları tamamen ayırt edebildiğimde eğer yapabilseydim kahkahalarla gülerdim. Belki de haklıydı. Uzaylı olabilirdim. Ne olduğumu ben bile bilmiyordum. İlaçlar bana fayda etmezdi. Yara aldığımda amaleyatları canlı canlı olurdum. Eğer fazla ciddiyse acıdan bayılırdım fakat güçlü bünyemle bu da pek mümkün değildi. Başka bir acı dalgası omzumdan tüm bedenime yayıldığında tepkisizliğimi korudum. Dişlerimin arasından zorlukla konuştum. "İşini yap doktor."
Yüzümde ifadesizlik maskesi vardı. Büyük bir sakinlikle safir gözleri es geçerek doğrudan doktora baktım. Onay almak isteyerek hâlâ üzerimde(!) olan yabancıya baktı. "Korel, çok kan kaybetmiş. Müdahale etmezsek dayanamaz."
Korel. Adı buydu demek. Ateşli demekti. Bana kısa bir bakış attı. Gözlerini yumarak derin bir nefes çekti. Kafasıyla onayladı sonra. Her zamankinden daha otoriter sesle konuştu. "Bora, ayaklarını tutun."
Aynı anda ayaklarımda kuvvetli eller hissettim. Rahatsız olsamda ani bir reflekse karşı gerekli olduğunu biliyordum. Korel ani bir hareketle indi, yine de elimi tutarak hafifçe üzerime eğildi. Gergindi. Bir taraftan da birileri vücudumu yatağa bağlıyordu. Derin bir nefes aldım. Gözlerim bana bakan safir gözleri buldu. Sanki oraya aitlermiş gibi. "Yalnızca birkaç saat. Dayanabilirsin. Hemen yanı başında olacağız." Omuzumda doktorun eldivenlerini hissediyordum. İğrençti. Katlanılmaz bir acı hissederken yüzümü olabildiğince ifadesiz tuttum. Tırnaklarım elime battı. Elimin üstünü başka bir el okşadı. Nazikçe. Sonra da yavaşça açıp baş parmağını elimin içine yerleştirdi. Diğer elini yanağıma koydu. "Dayan, güzelim. Geçecek."
Kendime geçecek dediğimde inanmazdım ama o söylediğinde inandım, belki de inanmak istedim bilmiyorum. Sadece bir an gerçekten geçecekmiş gibi gelmişti.
Gülümsedim.
Kocaman gülümsedim, hep gülerdim zaten. Acılarımın üstünü kocaman gülümsemelerimle kapatırdım.
O gülmedi, ama mavileri gülümsememde takılı kaldı. Amaliyat boyunca inledim, kasıldım. Doktor dikiş atmaya geçtiğinde acıdan bayılmadım belki ama yorgunluktan uykuya daldım. Saçımda dolanan parmaklar zihnimin oyunu olmalıydı. Kimse okşamazdı saçımı. Uykuya dalmadan hemen önce duyduğum cümle ise kulaklarımda çınlıyordu.
"Uyu, Ölüm Çiçeği." |
0% |