Yeni Üyelik
2.
Bölüm

ANNEMİN HAYATI

@gul_turkbas

Gözlerimden yaşlar süzülüyor, gündüzün ışığında kendimi kapkaranlık hissediyorum. Yaşadığım olaylara dayanmakta güçlük çekiyorum. Herkes etrafımda fakat ben yapayalnızım, kimsesizim. Yüreğimdeki ağırlığı kimseyle paylaşamıyorum. Bu derdi, tek başıma yüklendim, tek taşıyorum. Kendimi bildim bileli, zorluklarla mücadele etmek zorunda bırakıldım. Akranlarım şımarık bir kız çocuğu iken, ben büyümek zorunda kaldım. Sanırım annemin yaşadıklarını üstlenmiştim, ama ben bu yaşanmışlıkları bozacağım. Annemin kaderini yaşamayacağım…

 

 

1.bölüm

Annem doğulu bir ailenin eline doğmuş, kız çocuklarının önemi olmayan bir yuvada büyümüştü. Dedemler için kız çocuklarının çöpten farkı yoktu. “Onlar için erkek doğmayan her çocuk suçludur.” Dedemin ilk çocuğu Hasan, ortanca çocuğu medet, küçük çocuğu sadık . Üç erkek çocuğun ardından, annem gülşah’ ın dünyaya gelmesi, dedemler için utanç kaynağı olmuştu. Annemi küçüklüğünden beri hiç sevmemişlerdi. Annemin ardından fadime adında bir kız çocuğu daha dünyaya gelmiş, fakat onu sevip bağırlarına basmışlardı ama annemi bağırlarına basacak yer bulamamışlar, daha doğrusu bulmak istememişlerdi. Dedem iş için İstanbul’ a gidiyor, orada çalışıp ev alıyor. İki büyük abisi Hasan ve medet’ te çalışmak için gidiyor. Babaanneleride yemek yapmak için onlarla gitmeyi tercih ediyor, annemde hem okumak için, hemde babaannesini sevdiği için İstanbul’a gidiyor. Çünkü annesi kızıyor, hor davranıyor ama babaanne, annesinin aksine güzel davranıyor, gönlünü hoş ediyormuş.

Annem bir dönem İstanbul’ da okuduktan sonra köye dönüyor ve okumaya köyde devam ediyor. İki sene daha köyde okuyor, geçen senelerin sonunda, o yaz her şeyi satıp hep birlikte İstanbul’ a yerleşmeyi düşünüyorlar. Bir gün dedem büyük dayım Hasan ’ la pazara gidiyor, dedem arabayı park edecek, dayıma; “sen bak, bana dur de” diyor. Dayım dalgın olduğu için “gel”komutunu veriyor, lakin “dur” demiyor ve dedem arkadaki araca hafif çarpıyor. O sinirle inip, dayıma herkesin içinde bağırıyor, hakaretler ediyor. Dayım körpecik bir genç, herkesin içinde bağırması ağırına gidiyor ve eve gidince “ben artık dayanamıyorum, intihar edeceğim”tarzında cümleler kuruyor. Dedem dayımın ciddi olduğunu fark edince bütün kesici aletleri saklıyor. Dayım o süreçte kendine bir zarar vermiyor. Bir kaç ay sonra ikindi vaktinde dayım evden çıkıyor ve bir daha geri gelmiyor. Her yerde arıyorlar, bulamıyorlar. Fırat nehrinin yanındaki taşta, ayakkabısını buluyorlar ama kimse intihar ettiğine ihtimal vermek istemiyor. Ne dirisi, ne cenazesi bulunamıyor. Bu süreçte anneannem oldukça fazla yıpranıyor, dedem bütün çocuklarını toplayıp İstanbul için hazırlığa başlıyor. Annem okumaya hevesli, öğrenmeye açık, hayalleri olan bir çocuk olduğu için, İstanbul demek onun hayallerinin gerçekleşmesi demekti. İstanbul’ da okuduğu dönemde, şartların daha elverişli olduğunu bildiği için, orada okuyacak olması onun umutlarını yeşertmişti. Artık köydeki bu esaretten tamamen kurtulacak, büyük şehre gidecek, orada okumayı, yazmayı, daha rahat öğrenip, çok iyi yerlere gelecekti. Kimbilir belki doktor, belki avukat olacaktı. Daha gitmeden bir çok hayal kurmuştu. Abisinin kaybı annem içinde oldukça büyük bir hasar olarak kalmıştı, ama bir umut çıkıp geleceğini düşünüyordu.

Dedemler hazırlanmaya başlamış, annemde eşyalarını topluyormuş, bavula ilk önce kalemini kağıdını koymuş. Ertesi gün okula gittiğinde heyecanlı bir şekilde, çok sevdiği öğretmeni Mecit beye, “Öğretmenim ben artık tamamen İstanbul’da yaşayacağım, eğitimime komple orada devam edeceğim, imamhitap’ e gideceğim, çok güzel yerlere geleceğim,” diye söylemişti.

Ama annemin habersiz olduğu bir konu vardı; dedem, annemi bu hazırlığa dahil etmemiş, onu kendi annesinin, yani annemin babaannesinin yanına köye bırakacaktı. Babaanne rüyasında dayımı görüyor ve dayım demiş ki; ikindi vakti gittim, ikindi vakti geleceğim.” Bu yüzden bir umut Hasan dayı belki çıkar gelir diye düşünüp, köyde kalmayı tercih etmiş. Dedemde anneme senin okulun burada diye bahane sunarak götürmemeyi yeğlemiş. Bunu duyan annemin başından aşağı kaynar sular dökülmüş, vücudu buz kesmiş. Hiç kimseye bir şey söylemeden sessizce hıçkıra hıçkıra ağlamaktan başka bir şey yapamamış. Dedem kendini sadece işe adamış, babalık sorumluluğunu yerine getirmeyen bir adammış. Dünyası sadece işten ibaret olmuş. Aradan geçen dört ayda annemin köydeki esareti devam ediyormuş. Hem okula gidiyor, hem bahçe işlerine yardım ediyormuş. Bir gün okuldayken öğretmeni Mecit; “Gülşah sen eve git” demiş. Annemde “ öğretmenim abime mi bir şey oldu” demiş. Mecit bey; “ sen git Zeynep teyzen sana anlatacak” diyince, abisine bir şey olduğunu fark etmiş. Eve gidip kalabalığı ve ağlayanları görünce abisinin vefat etmiş olduğunu anlamış. Gidip babaannesine sarılarak, hıçkırıklar içinde ağlamış. Dört ayın sonunda Fırat nehrinden cenaze çıkmış. Nehrin orada kazı çalışması varmış, nehrin içindeki kumları almak için kepçe dalınca, kumlarla birlikte dayımın cenazesi çıkmış. Onca ay geçmesine rağmen kıyafetleri üstünde duruyormuş. Adli tıp ekipleri bakıyor, boynunda bir mendil görüyorlar ve birinin boğup attığından şüpheleniyorlar, o yüzden otopsi yapacaklarını söylüyorlar, fakat köy halkıyla konuşunca işin doğrusunu anlıyorlar. Köydeki insanlar, yakaları kirlenmesin diye mendil koyarlarmış, dayımın yakasında da o yüzden mendil varmış. Dayımın cenazesini alıp, köye gelmek üzere akrabalar yola koyulmuşlar. Kışın ortası, kar insanların beline kadar geliyormuş. İki üç saat cenaze tabutta, tabut sırtlarında yürümüşler. Babaannesinin rüyasında gördüğü gibi, İkindi vakti köye varılmış. İnsanlar onca yoldan gelmişler, yorulmuşlar, üşümüşler, kimsenin mezarı kazmaya takati kalmamış. Cenazeyi eve almak istiyorlar, ama insanlar korkar diye, müsaade etmemişler. Evin hemen yanındaki camiye götürmüşler . Son kez görmesi için babaanneyi çağırıyorlar tabi annem durur mu, bende abimi göreceğim diye ısrar etmiş, insanlar “küçüksün korkarsın” desede aldırış etmemiş, “ o benim abim, korkmam ben” diyip, yanına girip,bakmış . Cenaze açıldığında, dayımın kıyafetleri üstünde, kafasındaki saçlar dökülmüş, sadece iki tutam saçının kaldığını görüyor, abisini o şekilde görmek anneme oldukça acı vermiş, hem yaşı küçük, hem en sevdiği abisi, hemde cenazede aileden tek kişi var, o da annem. Cenaze dört ay suda kaldığı için, dağılır korkusuyla yıkamamışlar

Dedemlere telefonla haber gidiyor, yollar kapalı, gelme ihtimalleri yok. Annem,”başının sıvazlanacağı yaşta, başını dik tutmayı öğreniyor.” Bu yaşanılan acılı olaydan sonra bile dedem annemi almak için gelmiyor. Arada bir köye ziyarete gelirmiş, annemi almadan geri gidermiş.Dedem hiç bir zaman çocuklarının arkalarında dağ gibi duran bir baba olmamış, hatta dağ olmayı bırakın, çocuklarının arkasında duran bir adam olmamış. Büyük dayımın kaybından sonra, bir adam sadık dayıma saatimi çaldın diye iftira atmış bunu duyan dedem ve medet dayım, saatlerce sadık dayımı dövmüşler. “Benn çalmadım, ben yapmadım” desede durmamışlar sorgulamadan direkt şiddete baş vurup, ikiside ayrı ayrı, döverken üzerinde tahta kaşık kırılmışlar , dayım canının yanma şiddetiyle “ nolur beni kurtarın” diye bağırmış. Hatta karşı binada Ermeni bir adam varmış, bu olaydan sonraki gün, “ o çocuk o kadar acılı bağırdı ki, içim yandı,” demiş. Yani anlayacağınız dedem hiç bir çocuğunun arkasında durup kollamamış. Medet dayım da, kendi dayısı adem , yani anneannemin kardeşinin bakkalında çalışıyormuş. O zamanlar sağcı solcu davaları oldukça çok varmış, herkes birbirini vuruyor, ölen kişi kim vurduya gidiyormuş. Annemin dayısı adem’ in her iki taraftan da hasmı varmış, artık düşmanları o kadar artmış ki, canına zeval gelmesin diye köye kaçmış. Bakkalda ise medet dayım duruyormuş. Herkes bakkalın adem dayıya ait olduğunu biliyormuş, bakkalı tarasalar içeride medet dayım var, bunu bilen dedem hiç umursamamış, dayım orada çalışmaya devam etmiş. Tabi en ağır yükü, annemin omuzlarına yüklüyorlar, başta ana yok, baba yok, üstelik abisini yeni kaybetmiş. Hem bahçe işlerinde çalışıyor, hem okuyomuş. Annem tarlaya mahsulleri toplamak için giderken, yanında arkadaşı Fatma’ yı da götürüyor, fakat gizli gizli götürmek zorunda kalıyor, babaannesi yanında birini götürdüğü zaman kızıyormuş. Birlikte yürürken arkalarından bir arabanın geldiğini fark ediyorlar ve korkuyorlar. Tabi çocuk aklı, arabadakiler eğer hırsızsa ve bizi kaçırırsa diye düşünüp, annem fatma’ yı saklamaya çalışıyor ona bir zarar gelmesin de, kaçırırlarsa beni kaçırsınlar diye düşünüyor. Araba ilerliyor ama bakıyorlar ki, arabanın camından bir el, onlara işaret yapıyor ve yavaşlıyor. İçlerini vahim bir korku sarıyor, sonra araba yavaş yavaş geri doğru geliyor, içlerindeki korku gittikçe şiddetleniyor. Arabanın içine bir bakıyorlar ki; arabanın içindeki annemin babası derin bir oh çekerek rahatlıyorlar. Dedem yeğenini istanbul’ da hastaneye götürmek için almaya gelmiş. Annem bunu duyunca oldukça fazla içerliyor, sonuç olarak yeğeni için çabalayan adam, kızı için parmağının ucunu kaldırmıyor. Annemin kalp yangını gittikçe artıyor, abisinin gidişi onu sarsmıştı mamafih babasının yaptıkları kalbindeki yangının şiddetini artırmıştı.

Dedemin gidişinin ardından bir kaç gün geçmişti. Annem üzüntüsünü dağlara, taşlara anlatsa, yıkılıp giderlerdi ama dedemin kalbi dağlardan, taşlardan daha sertmiş ki, annemi anlayamamış. Annem ot toplamaktan gelmiş oturuyormuş, babaanne de ahıra inmiş, gelmesi gecikince annemde ahıra gidiyor, birde ne görsün babaannesi yerde yatıyor, annem korku ve şaşkınlıkla gidip dürtüyor ama tepki vermiyor. Babaannesinin öldüğünü düşünüp hanım nenenin evine gidip, “babaannem öldü yardım edin” diye bağırıyor. Hanım anne ahıra gidip, yüzüne su çarpıyor, babaanne ayılıyor. Annem babaannesinin yaşadığını görünce boynuna atlayıp sarılıyor. Büyük ihtimalle tansiyonu düşüp, bayılmış çünkü herhangi bir hastalığı yokmuş. Bu haber dedeme gidiyor bir kaç gün sonra dedem babaanneyi almak üzere köye gidiyor, annemin içindeki umut tohumları yeniden yeşeriyor. Babaanne gidecekse annemde gidicek demek oluyor bu. Annem yavaştan eşyalarını hazırlamaya başlamış ama bu sefer dedem annemi kendi kardeşinin yanına bırakıyor, yani artık annem halasıyla yaşamaya başlıyor. Hala yemek yapmayı bilmeyen, kendine bakmaktan aciz, psikolojik sorunları olan biriymiş. Vakti zamanında evlenmiş, fakat hiç çocuğu olmamış. Eşi askere gittiği dönemde, komutanın eşiyle birlikte olmuş, halayı aldatmış. O sırada, kadından hastalık kapmış. Doktora gittiğinde, doktor; “ya hastalık üstünde kalıcak seni öldürecek, ya da ameliyat edicez çocuğun olmayacak,”demiş. Onlarda ameliyat olmasını seçmişler ve çocukları olmamış. Hala yemek yapmayı bilmediği için annem on bir yaşında pirinç pilavı yapmayı öğrenmiş, tabiri caizse hala biraz beceriksiz bir kadınmış. Annem okula gitmeden önce, tarlanın başında dururmuş ki; başkalarının geçen hayvanları malları telef etmesin diye. Annem her gün önce tarlaya gider hayvanları bekler onlar gidince koştur koştur okula gidermiş. Bir gün annemin dişi ağrımaya başlamış, önce hafiften ağrıyormuş annem ağrıya dayanabiliyormuş ama aradan geçen bir kaç günden sonra ağrıya dayanamaz hale gelmiş, önce hayvanlara bakmış, onlar gidince mahallenin bakkalı diş çekermiş, koşarak bakkala gitmiş. Bakkalda akrabaları görmüş nazif amca anneme “sen ne alacaksın kızım, bekleme al kasaya geç” demiş. Annemde ben diş çektirmeye geldim diyince, nazif amca karısı arife ablaya dönüp; “sen kızın yanında kal” demiş. Kimsesiz olduğunu bildiği için aslında anneme üzülüyor, fakat annem güçlü duracağım diye; “ gerek yok ben korkmam” diyor. Annem koltuğa geçip oturuyor, adam dişi çekmeye çalışırken çekemiyor, annem şiddetle bağırınca, bakkal Hamit abi, “Arife abla gel yardım et” diyor, kadının yardımıyla annemin dişi çekiliyor. İkisinede teşekkür edip, koşturarak okula gidiyor. Annemin çilesi bitmek bilmiyor, okuldan sonra halasıyla birlikte ot toplamaya gidiyor şiddetli bir yağmur yağıyor, etrafı sel götürüyor, annemin elbiseler sırılsıklam oluyor, halasının elbiselerinden giyiniyor, annemi öyle gören köyün genç kızları “şu eziğin tipine bakın” diyerek maytap geçiyorlar. Annem bu sefer ailem bile beni istemedi, başka insanlarda bana böyle davranıyor, demek ki ben sevilmeyi hak etmeyen bir insanım düşüncesine kapılıyor. Günler, aylar sonra annemin okulu bitiyor, dedem annemi götürmemekte ısrarcı ama annem dedemi her gördüğünde bende İstanbul’a geleceğim diye darlayınca dedem sonunda annemi götürmeye karar veriyor. Dedemin kararı üzerine annem öyle mutlu, öyle sevinçli ki. Otobüste giderken, bir çok hayaller kuruyor. Annesi kapıyı açacak, dayımın cenazesine katılamadıkları için, anneannem boynuna atlayacak “abinin kokusunu üstüne sinmiş kızım” diyip annemi bağrına basacak. Sonunda uzun süren yolculuk bitiyor. Dedem eşyaları yukarı çıkartmak için ayarlarken, annem hemen yukarı çıkıyor ve kapıyı çalıyor. İçinde dinmek bilmeyen bir heyecan var. Kapı açılıyor, açılır açılmaz kardeşi fadime ağlayınca, anneannem bırakın sarılmayı hoşgeldin bile demeden fadime ’ ye bakmaya gidiyor, annem o gün fazlalık olduğunu iliklerine kadar hissediyor. Annemde içeri geçip babaannesine sarılıp, onu öpüyor. İlkokul bitti, ortaokul var ama dedemler “kız kısmı okumaz” barbarlığını savundukları için annemi okutmuyor. Annem bir ümit belki izin verir diye düşünüyor ama nafile. Bir gün otururken annem dedemin yanına gidiyor ve “baba ben okumak istiyorum” diye ısrar ediyor, karşılığında dedem “okul Faslı kapanmıştır” diyor. O gün annem, orada okulu bırakmış ama öğrenmeyi hiç bir zaman bırakmamış. Yetiştiği yerin aksine, ezik olmayı değil, baş kaldırmayı, haksızlığa karşı susmayı değil, konuşmayı tercih ettiği için sevilmiyordu. Annem okula göndermiyorsan, kursa gideyim diyor, şaşılası bir durum ama dedem kurs teklifini kabul ediyor. Kayıt yaptırmak için giden dedem kontenjanın dolduğunu öğreniyor böylelikle annemin kurs hayalleride akan su gibi akıp gidiyor, aslında dedem ilgilenip bir kere daha gidip baksaydı, gelmeyen öğrenciler yerine yeni öğrenciler alınıyormuş ama her zamanki gibi öteleyip durmuş. Annem öğrenmeye açık ve dindar da bir insan, kuran öğrenmeye hevesli. Arkadaşı yasemin’ e gidiyor ve kuran öğretmesini istiyor. Yasemin abla seve seve kabul ediyor, kuran dersi vermeye başlıyor çok geçmeden annem öğreniyor. Annem kuranı öğrenmeye başladığı sıralarda mahalleden taşınıp, başka bir semte gidiyorlar, öğreniyorlar ki, orada da bir kurs var annem hemen gidip kaydını yaptırıyor. İki sene kursa gittikten sonra kurs tadilat nedeniyle kapanıyor, bu sefer annem dikiş kursuna gidiyor. O sırada dayım nişanlanıyor, sonrasında evleniyor, kısa bir sürede dedemler bakkal açınca annem her şeyi bırakıp, orada çalışmaya başlıyor. Sabah kalkıp evi temizleyip, ardından bakkala gidip çalışıyor ve bu çalışmanın karşılığında herhangi bir ücret almıyor. Annemin bütün hayatını dükkana adamasını bekliyorlar bakkalda çalıştığından beri ordan çıkamaz hale geliyor. Arkadaşları buluşuyor, bunu gören annem çok üzülüyor çünkü hayatı sadece ev ve dükkandan ibaret olmuş.Artık o kadar çok bunalmış ki, bir kere arkadaşlarıyla buluşup, oturmak istemiş, medet dayımında işi varmış ben gidip geleyim öyle çık demiş. Uzun aradan sonra bakkaldan farklı bir yerde nefes alacağı için, annemin içi kıpır kıpırmış ama dayım bir türlü gittiği yerden gelmemiş. Aradan saatler geçmiş dayım gelmiş, annemin suratının asık olduğunu görüp, aceleci tavrını da fark edince, “gitmesen ne olur sanki” demiş, annemde dayanamayıp, “sen gitmesen ne olurdu”demiş. Zaten kadınların konuşmasını istemeyen bağnaz bir insan olduğu için anneme şiddetli bir şekilde sinirlenmiş. Annem çıkıp arkadaşlarının yanında gitmiş. Ne kadar acı ki, o kadar dükkanda çalışmasına rağmen üstüne giyecek doğru düzgün bir kıyafeti yokmuş çünkü almıyorlarmış. Dükkanda durduğu sırada akrabalardan biri pardüse getirmiş, annem gittiği her yerde onu giyiyormuş. Arkadaşlarıyla buluşan annem buluşmadan döndükten sonra bakkala geçiyor, tabi hava soğuk olduğu için tüpün yanına gidiyor , tüpün üstündeki çay annemin üzerine dökülüyor ve ayağında derin bir yanık oluşuyor. Bunu gören ailesi hiç bir şey demiyor ve annemi bakkalda çalıştırmaya devam ediyorlar. İki ay annem ayağı yanık halde çalışıyor, kışın ortası ayakkabıda giyemiyor hem ayağı üşüyor, hem canı yanıyor. Yara tam kabuk bağlıyor çalıştığı için bir yerlere takılıp, kanıyor tekrar yarının iyileşmesi başa sarıyor. İki ayın sonunda, dedemin yeğeni annemi o halde görünce içi acıyor , yumurta yağı yapıyor annem ayağına sürüyor ve yarası iyileşiyor.Annem ev işi, dükkan derken evlilik yaşı geliyor, aslında daha on yedi yaşında küçük bir kız çocuğu, ama çevreye göre evlilik yaşı gelmiş. Annemin yakın arkadaşı serap’ ın, dayısı Yakup annemi bakkalda görüp beğenmiş ve konuşmak istediğini serap’ a söylemiş. Annem bu tarz olaylara karşı olduğu için reddetmiş ve bir daha bu konuyu açmamasını söylemiş .Bir sabah annem uyurken seslere uyanmış anne ve babasının konuşmasını duymuş ama uyandığını belli etmeyip konuşmalarını dinlemiş. Dedem anneanneme diyor ki; “Faruk abinin oğlu yakup’ a, Gülşah ’ı istiyorlar, ben verelim diyorum, hem kendileri hemde durumları oldukça iyi.” Anneannem dedemin aksine “vermeyelim”diyor, sonrasında medet dayıma soruyorlar. O da “kesinlikle bu iş olmaz, bizim o sülaleyle yıldızımız barışık değil, kardeşim onlarla mutsuz olur” diyor, çünkü daha önceden iki taraftan birileri evleniyor fakat sonları hep hüsranla, hep ayrılıkla bitiyor. Annemin dedesi, yani anneannemin babası, medet dayımı ikna etmek için uğraşıyor ama mutlak bir kararla dayım“hayır” diyor. Bir gün Beyazıt’ta gideceklermiş o sırada arabaya binerken annemin dayısı dedemin yanına doğru geçip, “olur mu, ne diyorsunuz?” demiş. Dedem “konuyu kapatın zaten abisinin de rızası yok,” diye cevap vermiş. Annem babasının söylemi üzerine rahatlamış, aslında evlenmek istemiyor ama sorduklarında “siz bilirsiniz” diyormuş. Annemin arkadaşları hepsi nişanlı oldukları için insanların evde kaldı gözüyle bakmasını da istemiyormuş. Hatta annemin bir arkadaşı; “herkes nişanlı, nişanlısıyla buluşuyor bir sen kaldın” diyince annemin ağırına gitmiş. Dedemin yok demesi üzerine, şansını son kez denemek için anneannemin babası geliyor ve medet dayımı bir kez daha ikna etmek için uğraşıyor. Konuşmaların sonucunda dayım; “tamam verin ama bu saatten sonra ben sorumluluk almam, siz verelim diyorsunuz, bir şey olursa bana gelmeyin , ben uyardım” diyor. Annem evlenmek istemiyor ama bunu ailesine söylemek istemediği içinde sorduklarında siz bilirsiniz cevabını veriyor.

((Annem küçükken on iki yaşındayken, bir kaç kere babamı görmüş, babamın ablası ile annemin dayısı evliymiş. Tabi annem dayısına gidince babamda orda olursa görüyormuş, hatta annemin yakın arkadaşı Serap, babamın yeğeni, yani annemin dayısının kızı oluyor. Bir keresinde dayının çocukları sünnet oluyor, köyde düğünleri var annem ve serap’ ı da çocukların başında beklemeleri için serap’ ın babaannesinin evine yolluyorlar. Yani babamın yaşadığı eve, babamla birlikte evde bir kaç kuzenide varmış. Bir kaç dakika sonra babam film izleyelim demiş, tabi o dönemde kimsede televizyon yok, babamların durumuda oldukça iyi, evlerinde televizyonları var, babamın göğsü kabarmıyor da değil. “Babam korku filmi izleyelim ama kızlar korkar” diyerek dalgavari bir şekilde anneme bakıyor, annemde “ ben hayatta korkmam, aç izleyelim” demiş. Filmi izlemeye başlamışlar ama annem çok korkmuş, ben korkmam diyerek diklendiği için, korktuğunu hiç çaktırmayıp, dik duruşundan taviz vermeyerek izlemeye devam etmiş. Film bitikten sonra dedemlerin annemi gelip almasıyla eve dönmüş. Ertesi günde babaannemlerim evinde oynamalı bir sünnet düğünü tarzında bir eğlence düzenlenmiş, annem ailesi ile birlikte gitmiş, gençler küçük odada oynuyormuş. Herkes dans ediyorken annem oturuyormuş, arkadaşları anneme kalk sende oyna deselerde annem kalkmıyormuş, en son babam “o dans etmeyi bilmez ki” diyerek annemle uğraşmaya başlamış, annemde babamın uğraşını tepkisiz bırakmayarak “ dans etmeyi biliyorum ama şuan etmek istemiyorum “ diye tepki vermiş. Toplum içinde oldukları için daha fazla birbiriyle uğraşmamışlar. Annem uzun bir sire babamı görmüyor. En son bakkala annemden sigara almak için geldiğinde görüyor, sonrasında zaten babam annemle konuşmak istemiş.))))

Annem geçmişe gitmiş, yaşadıklarını hatırlamıştı. Ertesi gün söz vardı, bütün hazırlıkları yapıyorlar, babamın bütün ailesi ve bir kaç kuzeni istemeye yola çıkmışlar, tabi damat söze gitmezmiş, babam gitmemiş. İnsanların gelmesine yakın annem sırtında kömür taşıyıp eve çıkarıyor, hiç kimsede bugün senin sözün var diyip yardım etmemiş. Dedemin oğullarıda kıymetli olduğu için kömürü her zaman anneme taşıtırlarmış. Kömürleri taşırken “geldilerr” diye bağırışmaları duyunca hızlı hızlı merdivenlerden çıkmış ki, annemi o şekilde görmesinler. Annem gelen misafirleri hiç biraz önce kömür taşıyan o değilmiş gibi karşılayıp ve “hoşgeldiniz”demiş. Kız isteniyor, yüzük takılıyor ikramlar ve kahve faslının ardından misafirleri uğurlamışlar. Tabi annem sözlüsünü göremiyor ta ki, bir hafta sonrasına kadar. Bir hafta sonra babam kuzeni aynı zamanda en yakın arkadaşı olan Mehmet ile birlikte akşam yemeği vaktinde anneannemlere gitmiş. Aynı zamanda mehmet amca ve yasemin ablada nişanlı. Yani iki arkadaş, iki kuzen ile nişanlanmışlar. Babam kapından içeri geçerken bile çok utanıyor, annem mutfakta duruyor odaya geçip babamların yanında oturamıyor, yemek vakti olduğu için sofra hazırlanıyor, annem utangaçlığından içeriye geçemediği için arkadaşı ve yengesi odaya geçiyor ki, annem sofrayı getirmek zorunda kalıp babamın yanına gelsin. Annem hemen gidip, kırmızı renk başörtüsünü takıyor, aynadan kendine bakıyor ve sofrayı alıp odaya geçiyor. İkisi birbirinden utanıyor, yemek yeniyor babam utanmaktan yemek bile yiyemiyor, keza annemde. Yemek faslı bittikten sonra hep birlikte biraz muhabbet ediyorlar ve babamlar gidiyor. Artık geçen bir kaç aydan sonra nişanları oluyor, evliliğe karşı olan annemin zaman geçtikçe kalbi babama ısınıyor. Artık nişanlı da oldukları için babam haftada bir annemi görmeye eve gidiyor. Bir akşam annemlerin aile dostu olan hemşire hanım, babam ile annemi akşam yemeğine çağırıyor, dedemler hemşire kadını yakından tanıdıkları için ve babamın ablası fidan’ da gideceği için izin veriyorlar. Üçü birden hemşire kadının evine gidiyor, ev sahile yakın bir yerde olduğu için annemlere “siz sahile gidin biraz hava alın” diyorlar. Onlarda kabul edip sahile gidiyorlar, orada babam annemin elini tutmak istiyor ama annem utanıp sert bir şekilde elini çekip, izin vermiyor babamda saygı duyduğu için bir şey demiyor. Sahilde çiçek satan kadınları görüyorlar, çiçek alma konusu olunca annem babama; “eğer sen bana çiçek alırsan kafana fırlatırım” diyor. Babam o günden sonra anneme pek fazla çiçek almıyor. Aylar geçip gidiyor annem ve babam herkesin huzurunda dünya evine giriyorlar..

Loading...
0%