@gulay.karademir
|
“Dünya edebiyatında modern romanın ilk örneği İspanyol yazar Cervantes'in 17. yüzyılda yayınladığı Don Kişot adlı eseridir. Bu yüzyılda ve daha sonraki yüzyıllarda roman türü İngiltere, Rusya, Fransa başta olmak üzere tüm dünyada büyük gelişim göstermiş ve yaygınlık kazanmıştır. Victor Hugo, Balzac, Flaubert, Stendhal, Dostoyevski, Tolstoy, Emile Zola gibi dünya çapında üne sahip yazarlar bu türün en başarılı örneklerini vermişlerdir. Evet arkadaşlar Türk Edebiyatında roman türü hangi dönem edebiyatımıza girmiştir?” Diye sordu. Gözlerini öğrencileri arasında gezdirdi. Masanın üzerindeki bilgisayara baktı. Asiye elini kaldırmıştı. Derslere katılan en aktif öğrencilerinden biriydi. “Evet Asiye, seni dinliyoruz.” “19. yüzyılda Tanzimat'la birlikte başlayan batılılaşma sürecinin bir parçası olarak roman türü edebiyatımıza girmiştir, öğretmenim.” “Aferin Asiye.” Saatine baktı, son ders zilinin çalmasına birkaç dakika kalmıştı. “Bugünlük bu kadar yeterli çocuklar. Ev ödeviniz...” Dediğinde hep bir ağızdan, “Aaaa” nidaları döküldü. Masaya vurdu. “Sessiz olun.” Kaldığı yerden devam etti. “Tanzimatla edebiyatımıza giren romanın ilk örneklerini kimler vermiştir? Ve eserleri nelerdir? Araştırmanızı istiyorum.” Zilin çalmasıyla eşyalarını toplayan öğrenciler çıkarken Zeynep Öğretmen genç kıza bir daha ki derste görüşmek üzere diyerek bilgisayarı kapattı. Asiye defterini kapatıp yerinden kalktı. Yavaş adımlarla yatağına geçti. Yastıkları arkasına koyup yaslandı. Yaşadığı büyük kaybın üzerinden bir aydan fazla zaman geçmişti. Hatırına düştüğü her an gözyaşları akmak için zorluyordu. Eli karnını bulduğunda bir damla firar etti. Tonlarca ağırlığı taşıyan gözlerini açtığında beyaz tavanla karşılaştı. Bip sesleri kulaklarını doldurdu. Ağır ağır kapanan gözlerini tekrar açtığında baş ucunda Adalet Hanım ve hemşire vardı. Hemşire seruma iğneyi enjekte ediyordu. “Asiye, iyi misin canım?” Cevap vermek için dudaklarını açmak istedi ama kuruluktan birbirine yapışmıştı. “Bekle canım dudaklarını ıslatalım daha rahat konuşursun.” Pamuk alıp ıslattı ve dudaklarında gezdirdi. Birbirine değdirip dudaklarını açtığında ilk sorduğu bebeğiydi. Gözlerinin içine acıyarak baktı. “Bebeğim iyi mi?” Diye tekrarladı. Yanına oturup elini tuttu. “Asiye son olanları hatırlıyor musun?” Asiye gözlerinin önüne gelen anılarla irkildi. Sanki birkaç saniye içinde yeniden yaşadı. “Kanamam... Bebeğim iyi mi?” Diye sordu hıçkırarak. “Asiye metanetli ol, hastanemize getirildiğinde çok kanaman vardı. Elimizden geleni yaptık ama maalesef kurtarmayı başaramadım çok üzgünüm.” “Ha-hayır!” Asiye başını sallayarak reddetti. “Bebeğim. Hayır...” Karnından tutarak kalkmaya çalışan kızı omuzlarından tutarak engelledi Adalet Hanım. Hemşireden yatıştırıcı vurmasını istedi. Sinir krizi geçiriyordu. Çığlık attı. “Yalvardım onlara bebeğime zarar vermeyin diye ama dinlemediler beni, amaçları bebeğimi öldürmekti. Katiller!” Hemşire iğneyi vurduktan sonra sesi boğuklaştı, kendi bile duyamıyordu sesini. “Katiller!” “Bunu da atlatacağını biliyorum güzelim Allah yardımcın olsun!” Saçlarını okşadı şefkatle. “Gözün üzerinde olsun birkaç saat sonra yoğun bakımdan çıkartıp normal odaya alabilirsiniz. Uyandığında haberim olsun.” Onaylayan kadınla yoğun bakımdan çıktığında kızlarının acı feryadıyla yıkılan aileyle karşılaştı. Üzgün bakışlarla yanlarından ayrıldı. Asiye'nin yaşadıklarını hiçbir annenin yaşamasını istemezdi, kendisi de anneyken. “Hepsi benim yüzümden vaktinden önce yanında olmalıydım.” Deniz kendini suçladı. Suçlulukla başını eğdi Deniz. Kulaklarını kapattı. Asiye'nin çığlıkları kulaklarında çınlıyordu. “Senin suçun değil, bugün olmasa da kızımı yalnız yakalayacakları anı bekleyeceklerdi. Dertleri bebek.” “Ömer sen biliyor muydun bebeğin ölmediğini?” Acı içinde sordu Ayşe Hanım. “Evet.” “Neden bize söylemedin?” “Asiye'nin söylemesini istedim, şuan konumuz bu değil. Kızımızın sağlığı.” “Masum bebekle ne dertleri olabilir aklım almıyor.” Dedi Fadime Hanım. “Bilmiyorum abla. Deniz kızımı hastaneye getiren sen misin?” “Hayır Ömer baba bir noktada izlerini kaybettim.” Dedi bir kez daha kendine kızarak. Arabayı kaybetmeseydi vaktinde Asiye'yi kurtarabilirdi, bebeğini de kaybetmezdi. Şimdi bu acıyı yaşamazdı. Ömer Bey’in aklında kızını kimin bulup hastaneye getirdiği vardı. 🌗🌗🌗🌗🌗 Gözlerini ne kadar süre geçtikten sonra açtı bilmiyordu, zaman mefhumunu kaybetmişti. Yutkundukça ağrıyan boğazını ıslattı tükürüğüyle. Bebeğini kaybedişiyle sinirleri alınmıştı sanki, boş boş tavana baktı. Bebeğim beni bırakmıştı. Affet beni bebeğim seni koruyamadım. Usul usul döküldü incileri. “Bebeğim!” “Asiye, canım iyi misin?” Saçma soruyu duymaktan bıkmıştı. Fiziksel olarak evet ama ruhen iyi değildi. “Ne kadar olabileceksem o kadar.” Güçlükle döküldü dudaklarından. “Asiye düşükten sonra rahimde parça kalmış mı ona bakacağız." Gözlerine batan gözyaşları akmaya başladı. Hayal gözyaşlarını sildi. “Geçecek bunu da atlatacaksın biz hep senin yanındayız.” Atlatacak mı bilmiyordu. Ailesinin yanında olduğunu bilmek güç veriyordu. Karnını açıp jeli döktü, kardeşinin elini sıkıp Adalet Hanımın yanındaki yerini aldı. Asiye cihazın karnında, kasıklarında hareketini hissedince monitöre bakmak yerine tavana baktı. Bebeği ölmeseydi o monitöre heyecanla bakardı şimdiyse hiç ilgisini çekmiyordu. “Bu imkansız!” Asiye tavandaki bakışlarını ablasına çevirdi. Sesindeki şaşkınlık yüzüne de yansımıştı. Pür dikkat monitöre bakıyordu. Asiye'de monitöre baktı yalnızca gölgeliklerle karşılaştı ve hiçbir şey anlamadı. “Ne oldu?” Diye sordu merak ederek. “Bu mümkün olabilir mi?” Mümkün olan ne? Neden bir şey söylemiyorlar? Neden yokmuşum gibi kendi aralarında konuşuyorlar. “Bilmiyorum Hayal çok şaşkınım tekrar kontrol edeceğim.” “Neler oluyor konuşun artık.” Asiye sesini yükselttiğinde Hayal monitörden gözlerini ayırmadan konuştu. “Biz bir emin olalım sana da söyleyeceğiz Asiye.” Neye emin olacaklardı. Artık söylesinler kafayı yiyeceğim. “İlk muayenede bu durumu fark etmediniz mi?” “Hayır benim şaşkınlığımda bu...” “Yeter artık biri bana neler olduğunu söyleyecek mi?” İkiside sabrını fazlasıyla tüketmişti. “Asiye sana söyleyeceklerim inanılması zor ama gerçek. Hastaneye yoğun kanamalı geldiğinde çoktan bebeğini kaybetmiştin.” Neden şimdi bunları söylüyor. “Ama şu an ultrasonda başka bir bebeğin varlığını fark ettik.” “Ne? Ama nasıl?” “İkizmiş bebekler.” Asiye'nin gözyaşları sel olup aktı. Sevinçle eli karnını buldu. Birkaç dakika önce tüm yaşam enerjisi bebeğiyle birlikte yok olmuşken şimdi kaybettiklerine geri kavuşmuştu. “Bebeğim yaşıyor abla.” Dedi buruk bir sevinçle. Gözyaşlarını sildi. “Evet canım, bebeklerden biri bizi terk etmemiş hala bizimle, kalbi yavaş atıyor.” Asiye'nin yüreği korkuyla attı. “Yoksa onu da mı kaybedeceğim?” “Kanamadan dolayı kalbi zayıf atıyor.” Kanamayı tam zamanında durduklarından diğer bebek rahimde kaldı. Kalbi zayıf atan bebek ilk başta fark edilmedi. Geçen zamanla kendini toparlayan vücutla birlikte bebeğinin kalp atışları da güçlendi. Düşük tehlikesi devam ediyordu. Birkaç gün hastanede kalacak, taburcu olduğunda ise mecburiyetler dışında yatağından çıkması yasaktı. “Bebeğim iyi olsun da ben ne istiyorsan yapmaya hazırım Adalet Hanım.” “Abla...” “Efendim kardeşim.” “Babamdan başkası bilmeyecek.” “Neden?” “Abla bebeğimin hayatı tehlikede, kaçırılmamın sebebi bebeğimin öldürülmek istenmesiydi. Eğer bebeklerimin ikiz olduğu ve birinin hala yaşadığı öğrenilirse bunu yapanın tekrar yeltenmesinden korkuyorum. O yüzden saklayabildiğim kadar saklamak istiyorum bana yardım eder misiniz?” “Elbette canım.” Masum bebeğin yaşaması bu sırra bağlıydı. İkiside seve seve ortak oldular. Asiye başta zorlanacağını biliyordu ama ailesi yanında olduğu sürece her zorluğun altından kalkacağına inanıyordu. 🌗🌗🌗🌗🌗 Destan telaşlı adımlarla atölyeye girdi. Hayat Hanımı beti benzi atmış bir halde buldu. Başında dört dönüp duruyorlardı. Hayat Hanım kısa süre içinde gerçekleşecek defileye hazırlanırken kendini ihmal etti. Yoğun tempoda çalışmaya bedeni dayanamadı. Fenalık geçirdi. Fenalaştığını gören Birce hemen koluna girdi ve diğerlerinden yardım istedi. Koltuğa oturttular. İçlerinden biri kolonyayla bileğini ovarken, diğeri tansiyonuna bakıyordu. Her ihtimale karşılık tuzlu ayran getirilmesini istedi. Birce kadının kendine gelmekte olduğunu görünce rahatladı. Nazlıgül'ü aradı. Hayat Hanımın rahatsızlandığını ve Destan Beye haber vermesini istedi. Hayat Hanım kendini iyi hissedince ayağa kalktı. Başı döndü. Elini alnına götürüp ovuşturdu. Birce Buket'le birlikte Hayat Hanımın kollarına girerek tekrar kalktığı yere oturttular. “Ben iyiyim kızlar, herkes işinin başına.” Diye itiraz etti. Kimse yerinden kımıldamadı. Gözlerinde endişe vardı. Yıkılmaz sanılan dağ, sallanmıştı. “Siz bir iyi olun, biz işimize döneriz.” “Hayat Hanım!” Genç adamın sesi sert çıktı. Birce'ye kısa bir bakış attı. Omuzlarını silkmekle yetindi. “İyi misiniz?” Destan önünde diz çöktü. Ellerini avuçlarının içine aldı. “İyiyim abartıyorlar.” “Destan Bey kendine dikkat etmiyor. Kaç kez söyledim dinlenmesini ama beni dinlemedi. Olacağı buydu.” Küçük çocuğu velisine şikayet eder gibi ortağına şikayet etti. Hayat Hanımın kızgın bakışları gecikmedi. “Birce'ye kızma, senin için endişelenmiş. Bende endişelendim duyduğumda. Şükrü seni eve bırakacak, dinleneceksin.” “Ama...” “İtiraz istemiyorum.” “Defileye yetiştirmem gereken parçalar var.” “Senden önemli değil!” Doğrulup Şükrü'yü aradı. Arabayı hazırlamasını söyledi. Birce'ye döndü. “Hayat Hanımın eşyalarını hazırla. Arabaya kadarda eşlik et.” Emirlerini sıraladı. “Destan gerçekten iyiyim, eve gitmeme gerek yok.” “Hayat Hanım bugün izinlisiniz. Yarın sizi dinç görmek istiyorum.” Diyerek son noktayı koydu. Sert ve itiraz istemeyen bakışlarıyla Hayat Hanım kabul etmek zorunda kaldı. Birce eşyalarını alıp Hayat Hanımın koluna girdi. Arabaya kadar eşlik etti. Destan Hayat Hanımla gerçekleştirdiği ortaklığı düşündü. Beş yıl önce... Yurt dışından döndüğü gün babası şirketin başına geçirmişti. Hayallerinden vazgeçmedi. Karahanlıyı tekstille tanıştırdı. Modaya ilk adımını attı. Kısa sürede tüm firmaların dikkatini çekti. Bunlardan biride Hayat Hanımdı. Farklı tarz ve stille rakiplerinden öne çıkıyordu. Hayat Hanım bir süre izlemeyi tercih etti. Destan yönetici işlerinden sonra gece gündüz çalışarak yepyeni bir kreasyonla karşısına çıktı. Fakat Hayat Hanım hem sabrını hem de azmini sınamak istedi. “Hayat Hanımla randevum var.” Birce karşısında Zeus’u görmesiyle küçük dilini yuttu. “Ha...” Adamın kekelemesine lanet etti. Boğazını temizledi. “Hayat Hanım toplantıda. Sizden özür dilememi istedi. Görüşme olmayacak.” “Ne zaman görüşeceğiz?” “Müsait olduğunda size haber verecek. Destan gözlerini kapatıp derin nefes aldı. Önce görüşmeyi kabul edip sonra... Gözlerini açtı, gece karası gözleri gecenin tonlarına boyanmıştı. Korktu... “Aramasını bekleyeceğim, iyi günler.” Genç adam öfkesini gizlemeye çalışsa da sesine yansımıştı. “Ta... Tabi efendim...” Destan kaç kez buluşmaya gitti ya da kaç kez eli boş döndü hatırlamıyordu. Her seferinde acil işi çıktı, toplantıda gibi bahanelerle geri çevrildi. Canına tak etti. Yine randevusu bahanelerle ertelenmişti. Artık sakinliği yerini öfkeye bıraktı. Binayı terk etsede, şirketin önünden ayrılmadı. Hayat Hanımın çıktığını gördüğünde harekete geçti. Aracını önüne kırdı. Arabadan indi. Birkaç adımda önünde durdu. Hayat Hanımla göz göze geldiler. Dosyayı sertçe kaputun üzerine koydu. Arabanın içinde metal sesi yankılandı. Gözlerini ayırmadan doğruldu. Geriye doğru bir adım atıp arkasını döndü. Arabasına bindi. Şirkete sürdü. Hayat Hanım dosyayı inceledi. Kendine has çizim tarzı... Yer yer sert darbeler... Yer yer yumuşak vuruşlar... Kreasyonun her parçasına ayrı ayrı hayran kaldı. Ve kararını verdi. Destan KARAHANLIYLA görüşmenin vakti gelmişti. Destan toplantıdayken Hayat Hanım şirkete girmişti. Nazlıgül heyecanla haber vermişti. Günlerce Hayat Hanımdan randevuyu kendisi almıştı. Kapıyı çalmadan girdi. “Destan Bey.” Nazlıgül kaşlarını çatan adamla hızlıca konuştu. “Özür dilerim efendim, Hayat Hanım geldi sizinle görüşmek istiyor.” Adamın sert bakışları yumuşamıştı. Saatine baktı. Daha bir saat bile dolmamıştı. Erken geldi. Dudağı kıvrıldı. Günlerce bekletmesine dair bir tahmini vardı. “Odama al bende geliyorum.” “Peki efendim.” “Beyler toplantıyı bir saatliğine erteliyorum.” Destan odasına girdiği sırada Nazlıgül kahveyi Hayat Hanımın önüne koydu. “Başka bir arzunuz var mı?” “Hayır teşekkürler.” “Kahve Nazlıgül...” Hemen efendim.” Nazlıgül belli etmese de yerinde sıçramıştı. Ne zaman geldi anlayamadı. “Sizi bu kadar erken beklemiyordum.” Derken yerine oturdu. Hayat Hanım kahvesinden bir yudum aldı. Uzatmadan gelme amacını dile getirdi. “Ortaklığımızı konuşmaya geldim.” “Buyurun sizi dinliyorum.” Hazırladığı ortaklık dosyasını genç adamın önüne koydu. Kaşlarını çattı. Bu kadar hızlı mı? Tahminim doğru. Çoktan ortaklık belgesini hazırlamış. Sadece beni deniyordu. Destan kağıtları incelemeye başladı. “Ortak olduğumuz sürece ikimizde kendi markalarımızı kullanmayacağız. Ortaklığımızı simgeleyen yeni markanın adı altında çıkaracağız.” “Makul.” “Kararını ne zaman verirsin Destan?” “Maddelerden sonra...” Hayat Hanım arkasına yaslandı. Kahvesini içmeye devam etti. Destan'ın hazırlattığı anlaşma metnini inceledi. “Bir iki madde dışında her şey uygun.” “Benim içinde...” Destan dosyayı kapattı. Ellerini masanın üzerinde birleştirdi. “Ortaklığımızı kesinleştirdiğimizde, markamızın adına karar vermeliyiz.” “Aslında aklımda bir isim var. Senide hoşuna gideceğini düşünüyorum. NEW STYLE... Yeni Tarzın." Ortaklığın üzerinden neredeyse beş yıl geçmişti. Kısa süre sonra NEW STYLE -L kadın figüründe- altı yaşına yeni kreasyonla girecekti. 🌗🌗🌗🌗🌗 Murat ve Osman Bey dakikalardır genç adamı izlediler. Geldiğinden beri ağzını bıçak açmamıştı. Gözlerini belli bir noktaya sabitlemişti. Kendini dış dünyadan soyutlamıştı. Sohbete dalan ikili Destan'ın sessizliğini geç fark ettiler. Birbirlerine neyi var dercesine baktılar. Hayat Hanımın rahatsızlığına üzülmüş olamaz. Osman Bey oğluyla eve dönerken Hayat Hanımı arayıp durumunu sormuştu. Bir şeye ihtiyacı olursa haber vermesini isteyip kapattı. Bizim bilmediğimiz ne yaşamış olabilir? Önceden olsa siyah irislerinden acısını anlardı. Ama şimdi kapkaranlık bir kuyuyu andırıyor. Ne yaptı, nasıl yaptı? Hiçbir fikri yoktu. Gözlerinden duygularını okuduğu oğlu; sert, öfkeli, ateşli, hırçın hatta acımasız bakışlarıyla perdelemişti duygularını. “Destan.” Murat'ı duymadı. “Oğlum...” Osman Bey sesini yükseltmek zorunda kaldı. Destan yüksek sesle kendine geldi. İlk başta nerede olduğunu algılayamadı. Salonda gezen bakışları babasıyla Murat'ı buldu. Yerinde hareketlendi. Sırtını dikleştirdi. “Efendim.” “Bir sorun mu var kardeşim?” Destan kaşlarını çattı. “Seslendik duymadın. İyi misin oğlum?” “Endişelenmenize gerek yok. İyiyim.” Ayağa kalkıp merdivenlere yürüdü. Basamakları çıkarken, “Nereye oğlum?” Sorusunu geçiştirmeyi tercih etti. “Duş almaya...” Nefes aldığı her gün canı yanıyordu. Başta unutacağını, acısının hafifleyeceğini düşünmüştü. Yanıldı... Acısı ne hafiflemiş ne de unutmuştu. Alışmıştı... Bir bebek ya da çocuk gördüğünde taş gibi boğazına oturan yumru kendini gösteriyordu. Yutkundukça geçmeyen daha da ağırlaşan yumru. Avını en savunmasız, en zayıf anını bekleyip saldıran avcı gibi gözyaşları da zayıf anını kolluyordu. Gözünden akan damlalar sakallarını ıslattı. Soğuk suyla vücudu ürpersede çekilmedi. Islanan kıyafetlerinden tek tek kurtuldu. Yere çarptıklarında çıkardıkları şap sesi banyoda yankılandı. Altı yıl önce... Destan büyük ekranın karşısına köşe takımına kurulup maç tekrarlarını izliyordu. Hazal yüzünden maçları izleyememişti. Magazin izlemekten bıkmıştı. Kim kiminle yakalandı... Kim kimle aldattı... Ne duymak ne de görmek istiyordu. Gına gelmişti. Gol pozisyonu kaçtığında her erkek gibi saydırdı. Çerezlerden ağzına attı. Telefonu çaldı. Ekranın sesini kısıp açtı. “Sevgilim.” “Sevgilim.” “Seni çok özledim.” “Bende, ne zaman geliyorsun?” Diye sordu Destan merakla. Özlemişti. “Yarın akşam yanındayım sevgilim. Bol bol hasret gidereceğiz.” “Kesinlikle...” “Şimdi kapatmalıyım sevgilim, provaya çağırıyorlar. Görüşürüz...” “Görüşürüz.” İki sevgili aynı anda kapattı. Yarına kadar sabretmesi gerekecek. Dudağı kıvrıldı. Keyfi yerine gelmişti. Birkaç günün acısını yarın çıkartacaktı. Ekranın sesini açtı. Maçı izlemeye başlamanın üzerinden birkaç dakika geçmişti ki kapı çaldı. Kumandayı bırakıp kapıya gitti. “Yarın geleceğim diyerek bana sürpriz mi yaptı Hazal.” Heyecanla kapıyı açtı. Gelen Hazal değil kuryeydi. “Hazal Dinçer...” “Kendisi yok.” “Siz...” “Sevgilisiyim.” Elindeki zarfı genç adama uzattı. “Size teslim edebilirim. İmzalamanız yeterli.” Destan kağıdı imzaladı. Kapıyı kapatırken zarfın üzerindeki hastanenin amblemini gördü. Hazal adına endişelendi. Sevgilisinin özel hayatına her zaman saygı göstermişti. Ama elinde tuttuğu zarf, sağlığıyla ilgili endişelenmesine sebep olmuştu. Zarfı açtı. Okuduklarıyla beyninden vurulmuşa döndü. Bir hafta önce gerçekleşen kürtajın faturasıydı. Kanı dondu. Tüyleri diken diken oldu. Ensesinden sırtına doğru yol alan ter soğuk buz etkisi yarattı. Elindeki kağıtlar kayıp yere düştü. Beyni okuduklarını algılamaya çalıştı. Hazal hamileydi ve bana sormadan aldırdı mı? Bana sormadan bebeğimi nasıl aldırır? Neden yaptı? Sağlığı için mi? Kariyeri mi? Bir an gözlerini yumdu. Açtığı vakit, iki damla yaş yeni çıkan sakalına yuvarlandı. Güçlükle iki üç adım daha attı. Sonra dizlerinin bağı çözüldü. Oracığa çöküverdi. Titreyen ellerini dizlerine dayadı. Ellerinin, dizlerinin sarsılması bir zaman sonra kesildi. Gözyaşlarını elinin tersiyle sertçe sildi. Bebeğinin katiliyle ilişki yaşamaya devam edemezdi. Kafasında ve yüreğinde bitirdi. Destan baba olacağını öğrendiği gün, aynı zamanda kaybettiğini öğrendiği gündü. Bebeğim, seni koruyamadığım için affet babanı. 🌗🌗🌗🌗🌗 Asiye uzun zamandır beklediği on bir ayın sultanını sevinçle karşıladı. İlk gece ramazan davulunun sesiyle uyandı. Uyanmaması imkansızdı. Davulcu gür sesiyle manilerini bağırdı. “Sabah erken çık yola!” Davula art arda vurdu. “Dikkat et sağa sola! Ramazan ayı geldi, oruç mübarek ola...” Asiye sırt üstü yatakta dönüp kollarını açarak gerindi. Gözlerini ovuşturdu. “Ramazan sultan ayı, almayız duayı...” Davulun sesi yavaş yavaş uzaklaşıyordu. Yatakta doğruldu. Davul sesi... Mani... Ramazan... Bu yıl Ramazan genç kız için bambaşkaydı. Bebeğinin ilk Ramazanıydı. Düşündükçe kalbi huzur ve coşkuyla doluyordu. Karnını okşadı. “İlk Ramazan şerifin kutlu olsun bebeğim. Nice Ramazanlara birlikte bebeğim...” Başını sağa çevirdi. Hayal nöbetten geç vakit dönmüştü. Davulun sesine uyanamamıştı. “Abla uyan!” Ablasını dürtükleyerek uyandırmaya çalıştı. “Az daha uyuyayım anne ne olur?” Diyerek yastığına sarıldı. Asiye başını sallayıp yataktan ayaklarını sarkıttı. Pofuduk terliklerini giyinip ayağa kalktı. Esneyerek yavaş adımlarla banyoya yöneldi. Elini yüzünü soğuk suyla yıkayarak kendine geldi. Uykusu tenine değen soğuk suyla açılmıştı. Kaç gündür yatıyordu. Yataktan ihtiyaç haricinde kalkmamıştı. Son birkaç gündür belli aralıklarla odada yürüyüş yapıyordu. Genelde yanında annesi oluyordu. Odaya geri döndüğünde ablası hala uyuyordu. Çalar saatin alarmını kurup odadan çıktı. Merdivenlerin tırapzanına tutunarak basamakları temkinli adımlarla indi. Mutfağa girdiğinde halası ve annesi çoktan sahur hazırlıklarına girişmişlerdi. “Hayırlı sahurlar...” “Hay Allah canını almasın hemi, ödümü kopardın!” Fadime Hanım damağını yukarıya kaldırdı. “Kızım dinlenmen gerekiyor.” Kızının koluna girip oturmasına destek oldu. “Yatmaktan sıkıldım anne, hem bugün Ramazanın ilk sahuru.” “Ablan uyanmadı mı?” “Hayır, beni sen zannetti.” “Masa hazır olana kadar uyusun.” “Birazdan uyanır hala.” Fadime Hanım yeğeninin yaramazlık yaptığını anladı. “Yine ne yaptın bakalım?” “Hiç!” Dedi alayla. Dilimlenmiş salamdan bir tanesini ağzına attı. Hayal söylene söylene mutfağa girdi. Kardeşine kötü bakışlar atıp annesine döndü. “Yardım edeceğim bir şey var mı anne?” “Yok kızım her şey hazır. Ben babanızı uyandırıp geliyorum.” Ayşe Hanım mutfaktan çıkamadı. Çünkü kocası karşısında duruyordu. Arkasını döndü. “Abla görüyor musun kocamı, ben uyandırmadan uyandı. Keşke bu istikrarı Ramazanın diğer günlerinde gösterseler ne güzel olurdu.” Ailenin diğer üyelerini de iğnelemeyi ihmal etmedi. “Hatun, on bir ayın sultanı Ramazansa sende benim gönlümün sultanısın.” Deyip karısının gönlünü aldı. Masadaki yerini alıp kızlarına göz kırptı. Sucuklu yumurta bile vardı. Fadime Hanım sucuğun kokusuna katlanamazdı. Fakat yeğeni için elleriyle pişirdi. Ve önüne koydu. “Kendi ellerimle yaptım. Az pişmiş, sarıları patlamamış, sevdiğin gibi.” Saçlarından öptü. Yaşadıkları kolay değildi. Ayakta durmaya çalışıyordu. Başkası olsaydı dayanamazdı. Belli etmesede Asiye'yle gurur duyuyordu. Asiye bir parça ekmekle sarısını patlatıp sucukla birlikte ağzına attı. “Ellerine sağlık hala.” Belki oruç tutamayacaktı ama ailesiyle birlikte zaman geçirmek paha biçilemezdi. Kapının aniden açılmasıyla yerinden sıçradı. Başparmağını damağına koyup başını yukarıya kaldırdı. Aklı çıkmıştı. Bakışlarını kapıya çevirdiğinde tüm sevimliğiyle Ayda duruyordu. Bakışları hiç hayra alamet değildi. Başına geleceklerinin habercisiydi. “Ayda...” “Kalk bakalım kukuma kuşu, eğlenmeye gidiyoruz...”
|
0% |