Yeni Üyelik
3.
Bölüm
@gulcinustuner

 

 

 

Herkes hazırsa başlayalım? :)

 

 

 

♥♥♥

 

-Rüya Balım Çınar-

"Günaydın Rüya!" Furkan'ın bu coşkulu selamını soğuktan ayılan sesimle beraber tıpkı onun gibi coşkuyla karşıladığımda önüme dönmüştüm. Dediğim gibi iki ismim vardı, babamın anlattığına göre; Rüya onun çocukluğundan beri kızına koymak istediği bir isimdi, yani Rüya isminin kaynağı babamdı. Balım ise annemin koyduğu ismimdi. Babam bir keresinde bana 'Senden önce benim balım annendi, sen doğdun ve ikimizden bir parça oldun bu yüzden sen ikimizin de balısın ve çok değerlisin. Balım.' Demişti. O günden sonra yalnızca benim için çok değerli olan insanların bana balım demesine izin vermiştim. Benim ismimin hikayesi çok özeldi ve herkes bu özel hikayeme dahil olamazdı.

Bazen iki ismim olduğu için çok sinirleniyordum, özellikle optikli sınavlarda kodlama yaparken fakat bu zamanlar babamın bana Balım dediği anlarda önemini yitiriyordu. Evet ben babasına aşık bir kızdım.

Best of sis kategorisinin en iyisi olan kaknem Aslı kilitlenmiş gibi yan sıraların önüne bakıyordu. Baktığı yere döndüğümde henüz ayrılışlarının üzerinden iki hafta bile geçmeyen Kadir'e baktığını fark etmiştim.

Gözlerinden damlayan Sedat Peker nefret bakışlarını gördüğümde kolumla onu dürttüm. "Takma artık kafana, salağın tekiydi zaten. Zararın neresinden dönersen kardır," dediğimde gözlerini devirerek, "Haklısın." Demişti.

İstiklal marşının başlaması ile bakışlarımı gönderde asılı duran bayrağa çevirmiştim. İstiklal marşının ardından kesilmeyi bekleyen koyun sürüsü gibi okula girmiştik. Kapıda yapılan; saç-sakal, makyaj, kabul edilmeyen kıyafet taramasını başarıyla atlattığımda gözlerimi devirmiştim. Hayır rimel sürüp okula geldiğimde veya küpe takarak okula geldiğimde eksik bir eğitim almayacaktım, neydi bu tantananın sebebi?

Nihayetinde sınıfa giriş yaptığımızda kapının bulunduğu duvara dayalı olan en ön sıraya çantamı bırakmıştım. Şalımdan kurtulduğum esnada, "Aşko ver montunu asayım," diyen kaknem Aslı ile, "Olur," diyerek çıkarttığım montu kankacığımın ellerinin arasına bırakmıştım. Kendi yerime oturduğumda ellerimi saçlarıma geçirerek aklım sıra düzeltmeye başlamıştım.

Montlarımızı askılığa bırakan kankam yanıma tünediğinde çantamdan dersle alakalı defteri çıkartıyordum. "Ee ne diyorsun?" sorusuyla bir an duraksayıp Aslı'ya baktığımda anlamamıştım. "Neye ne diyorum?"

Bebitom gözlerini devirerek, "Ya kızım dün gece konuştuk ya!" dediğinde karın ağrısını anlamıştım. Yüzümü buruşturarak, "Ya biz o konuyu kapatmadık mı?" dediğimde dudaklarını bükerek, "Yiiooo" demişti.

Onu taklit ettiğimde omzuma vurarak, "Dalga geçmesene, ne diyorsun?" demişti. Onu tamamıyla ciddiye almaya başladığım bir noktada, "Yani çiçeğim, bence mantıklı bir çıkarım değil. Saçma yani..." demiştim. Gözlerini deviren arkadaşım, "Ya Rüya, sana göre zaten öyle bir şey hiç yok," dediğinde başımı ondan yana iyice eğerek, "Ya tamam Azat iyi hoş çocuk da neden benden hoşlansın ki, adam akıllı konuşmadık bile," dediğimde gözlerini büyüten arkadaşım, "Ama sana nasıl baktığını sen de gördün?" demişti.

Onun bu fuzuli yakıştırmalarına alışkın olduğumdan tepki olarak yeniden gözlerimi yuvarlayarak kafamı olumsuz bir şekilde sallamıştım. "Yavru, yalnızca bir iki defa kapının önünde bir iki defa da kantinde bana baktığını fark ettiğimiz bir insanın nasıl oluyor da benden hoşlandığını düşünüyorsun anlamıyorum."

Pes eder gibi arkasına yaslanan arkadaşım kollarını bağlayarak öne doğru kaykılmıştı. Gönlünü almaya çalışırsam konuyu kapatmayacağını bildiğimden hiç oralı olmamıştım. Yani sahiden, bir iki defa bana baktığını gördüğümüz bir insanın benden hoşlanması akıl karı bile değildi.

Hem zaten Aslı böyleydi, birinin benden hoşlandığını düşünmeyedursun kafasında 35 farklı senaryo kurardı. Yoksa 4 yıl boyunca varlığını bile fark etmediğim birinin benden elektrik alacağını hiç sanmıyordum.

İlk iki dersimiz inkılap tarihiydi, hocamız son sınıf olduğumuz için genelde ilk dersi işleyip ikinci dersi test çözüm saati olarak değerlendiriyordu. Önümdeki matematik sorularından başımı kaldırıp duvara yaslandım. İyi yerlere gelmek için matematik bilmenin zorunlu olması tamamen saçmaydı. Ben bir elmaydım ama sistem benden muz olmamı istiyordu.

Bu noktada sırtımızda şaklayan 'çalışında doktor olum guzum emi' cümlesiyle ağlaya ağlaya test çözüyorduk. Gerçi artık mezun olanında, okumayanın da işsiz olduğu bir dönemde olduğumuzdan o kadar da şey yapmamak gerektiğini düşünüyordum. Fakat umudun fakirin ekmeği olması gibi hayal de gencin ekmeğiydi ve ben ekmeklerimi gerçekten pişirebilmek istiyordum.

Gözlerimi dinlendirmek adına bir iki dakika kapalı tuttuğumda derin bir nefes alarak onları araladım. Elinde kalemi test çözmesi gereken kitaba resim yapan sıra arkadaşımı gördüğümde gülümsedim, Aslı ders çalışmaktan hiç hazzetmiyordu. Test çözme saatlerinde ilk başlarda azim gösterse de en sonunda sıkılıyor ve eninde sonunda bırakıyordu.

Her öğrencinin büyük hayalleri olmazdı, bunu cam kenarı en arka sırada oturan arkadaşlarımı gördüğümde anımsadım. Barış ve Baran genelde test çözüm saatlerinde uyuyordu. Bazen onların gelecekleri için endişelendiğim bile oluyordu. Düşüncelerimi dağıtan şeyse ders bitim zili olmuştu.

Başımı sallayarak kitabımı kapattığımda günlük matematik hedefimi tamamlamaya yüzde 25 bile yaklaşmamıştım. Ah, bilmiyordunuz, bugünün hedefi 150 matematik sorusuydu ama ben matematikten bir gram bile anlamayan biri olarak bunu tamamlayamayabilirdim. Bir sayısal öğrencisi için küçücük olan bu rakam benden saatler alıyordu. En basit çarpma işlemini bile en az 5 saniyede yapabiliyordum. Sekiz kere dokuzu hesaplamak 5 saniye sürmemeli değil mi? bir saniye 8 kere dokuz gerçekten kaçtı lan?

Bakın mesela bunu şu an bile hatırlayamıyorum sınavda nasıl hatırlayayım EY SİSTEM! Yanlış anlamayın sitemim size değil sisteme. Her neyse, matematik hakkında düşünmenin beni ne kadar irrite ettiğini anımsadığımda elim midemin üzerine gitmişti.

Malum günlerin yaklaşması sebebiyle, botumun ucuyla kaknem Aslı'nın bacağını tekmelerken "Kız, kantine inelim mi?" diye sormuştum. Oflayarak bacağını kaçıran arkadaşım, "Daha sert vur ki sakat kalayım o zaman camilerin Cuma çıkışlarında dilendirirsin beni," dediğinde alt dudağımı üst dişlerimin arkasına saklayarak "İğiğiği" yüz ifadesini yapmıştım.

Yüz ifadesi yeterli gelmemiş olmalı ki, "Gerekirse yaparım amele, gidiyoruz mu?" diye sormuştum. Soruma yanıt vermek yerine kalkıp askılığa doğru ilerleyen kankam montlarımızla yanıma geri dönmüştü. Dudaklarımı bükerek şaşkınca kafamı salladığımda, "Aman yarabbi kör müyüm yoksa sen gerçekten beni yalvartmadan kalktın mı?" diye sormuştum.

Yüzünü buruşturan kankam, "Ana vatan kan ağladığından canım çikolata istiyor yoksa seni süründürürüm," demişti. Elimi usulca koluna koyduğumda, "Acın acımdır gardaşım," diyerek usulca başımı sallamıştım. İşin özünde kankam ve ben kantine doğru yol almıştık.

Kantinde çikolata aldığımız esnada bakışlarım cam kenarının önünde yüzü bana dönük bir şekilde oturan Azat'a takıldığında onun da bana baktığını fark etmiştim.

Şimdi 4 yıldır farkına bile varmadığım dediğime bakmayın Azat benim dokuzuncu sınıfta sınıf arkadaşımdı, hayvan gibi yüzümü çevirmenin ayıp olacağını bildiğimden başımı hafifçe eğerek selam vermiştim. Aynı selamı karşıdan aldığımda, "Ben dedim işte," diyen bir ses ve ardından gözüme girmeye çalışan bir işaret parmağı ile geri çekilmiştim.

Kaşlarımı çatarak, "Ya bacım ne alakası var?" dediğimde, dudaklarımı büzerek, "Ni ilikisi vir," diyerek beni taklit etmiş ardından normal sesiyle devam etmişti. "Çok alakası var, bak sana bakıyor, seni izliyor hayırdır mı inşallah?" dediğinde ellerini iki yanında açmış bana bakıyordu.

Burnumdan nefes alarak çaktırmadan Azat'ın olduğu tarafa doğru döndüğümde yine göz göze gelmiştik, bu sefer öküzlük möküzlük umurumda olmaksızın yüzümü çevirip Aslı'ya bakmıştım. Usulca montunun altından belini çimdiklediğimde Ayy diyerek benden kaçmıştı.

Bilseydim böyle olacağını yemin ederim gelmezdim diye sitemlerde bulunan Bülent ablamız gibi bende yerlere yatarak ağlamak istiyordum, tabi başka bir yanım da rezil olduk diye dizlerimi dövmek istiyordu ama bendeniz burnu düşürmeyi sevmediğimden kibarca çikolataları alarak kaknem Aslı'yı yürütmeye başlamıştım.

"Bebeğim," diyen kaknemi, "Sus rezil rüsva olduk sus," diyerek bölmüştüm. Ciddi miydim? Asla değildim. Canım kankam da ciddi olmadığımı bildiğinden onu susturmama laf etmemişti.

Sınıf kapısından içeri döndüğümüz esnada burnuma; tanıdık ağır ve kesinlikle şekerli bir parfüm dolmuştu. Kokunun kaynağını tahmin etmek hiç de zor değildi. Şeyma gelmişti. Kendisi 12/A şubesindeydi. Anlarsınız ya hani şu okulun gözdesi olan sayısal sınıfı heh o!

Benim uzun süre tek bir yöne baktığımı fark eden arkadaşım başını bana doğru eğerek, "Kanka sence bu Şeyma bizim veletlerden mi hoşlanıyor, baksana bizim sınıftan hiç çıkmıyor," demişti.

Olabilirliği yüksek bir ihtimaldi, sınıf arkadaşlarım -Allah yüzlerini güldürsün- eli yüzü düzgün erkeklerdi. Hiçbirine sevgi ve aşk anlamında yaklaşmadığım için içlerinden hangisine âşık olabileceğini tahmin edemiyordum, bana göre hepsi katıksız öküzlerdi. Alt dudağımı sarkıtırken yüzümü Aslı'dan yana döndüm, "Valla bence olabilir ama kim, sence kimdir?" dediğimde Aslı olası kişileri sıralarken benim kulağım Şeyma'da kalmıştı.

Aslına bakarsanız Şeyma'yı ne severdim ne sevmezdim, tam ortada bir yerdeydi benim için. Aslında sanırım bunun tek sebebi muhabbetimizin olmamasıydı. Ben sebepsiz yere sinir olduğum için birilerinden nefret etmezdim, Şeyma samimi olmadığım ama kesinlikle nefret etmediğim biriydi. Kurduğu salak cümleye tebessüm ederken telefonuyla oynayan arkadaşıma doğru yönelmiştim, bu kadar evrensel dedikodu yeterliydi.

 

 

 

♥♥♥

Son zil de çaldığında az ama gürültülü sınıfım teker teker alanı terk etmeye başlamıştı ben ise akıllı tahtadan kendine bakarak saçlarını düzelten kaknemi beklerken bir yandan sıranın üzerine oturuyor bir yandan ise telefonumla oynuyordum. Bakışlarım yanımdaki hareketle havaya kalktığından Aslı'yı uyarmaya bile vaktim kalmamıştı.

Barış bir elini Aslı'nın yeni taradığı saçlarına sokup karman çorman yaparken gülümsüyordu. Kafamı duvara yaslayarak bende gülmeye başladığımda bu durumu komik bulmayan tek kişi bağırıyordu fakat nafile, Barış Aslı'yı ekarte ediyordu. Zira Aslı karışan ama daha çok elektriklenen saçlarıyla Barış'ın ellerinden kurtulmaya ve dahi ona vurmaya çalışıyordu fakat Barış ortalamanın üstünde boyuyla onu gayet güzel ekarte ediyordu.

Yeterince karıştırdığına kanaat getirince ellerini çekti ve Aslı'dan kaçarken bağırdı, "İyi günler!" Sesi geride bıraktığı boş sınıfın duvarlarında yankılanırken sinirden çıldıran arkadaşıma bakarken gülmemi gizlemiyordum.

"Aptal yaratık ya! Aptal herif ya!" diye öfkesini dile getiren kankam sinirle bozulan saçlarını düzeltmeye devam ediyordu. "Hayır anlamıyorum bir insanın tek amacı nasıl muhalefetlik olabilir?" diyerek bana baktığında ağzının içinde 'cıklayarak' işine kaldığı yerden devam etmeye başladı. Bir yandan da söyleniyordu. "Lan yeni düzeltmişim belki buradan bir yere gideceğim, yemin ederim salak katıksız bir salak, biz bunu neden bu sınıfta barındırıyoruz ki!" Tam bu noktada yerimden ayrılarak yanına gitmişti.

"Ama o görecek intikamı..." derken ellerimi omuzlarına koyarak cümlesini yarıda kesmiştim. Fazla sinir insana zarardı. Sakin bir ses tonuyla konuşmaya başladığımda ellerimle yarım bıraktığı işi devam ettirmek adına saçlarını düzeltmeye başlamıştım.

"Kardeşim anlamıyor musun tek amacı seni sinir etmek, istediğini verdiğin sürece devam edecek," dediğimde dudağının sağ tarafını büzerek, "Diyorsun," demişti.

Başımı emin bir şekilde salladığımda, "Güven bana, hem bak artık benimle de eskisi kadar dövüşmüyor," dediğimde bana hak vermişti.

Kaknem Aslı yeterince sakinleştiğinde koluma girmişti ve biz sınıftan çıkmıştık. Aslında dışarıdan bakıldığında sadece saçını karıştırdı neden bu kadar sinirlendi ki diye düşünülebilirdi lakin o iş öyle değildi. Barış bugün Aslı'nın kalem kutusunu izinsiz alıp arkadaşlarıyla futbol oynamıştı ve bu, bugün yaptıklarından sadece biriydi. Aslında Barış'ı kışkırtan gerçekten de Aslı'ydı. Onu bir kere bile karşısına alıp, bak bu beni rahatsız ediyor, yapma, dememişti. Yaptığı tek şey karşılık vermekti. Bu da Barışı yalnızca tahrik ediyordu.

Okulun kapısından çıktıktan bir süre sonra da yollarımız ayrılmıştı. Bugün matematik hedefimi tamamlamıştım bu üzerimdeki stresi bir hayli azaltırken bana evde ekstradan bir saatlik mola kazandırmıştı.

 

 

 

♥♥♥

Evimin kapısından girdiğimde yüzüme vuran kek kokusuyla gülümsedim, annem ıslak kek yapmıştı, babam çok mutlu olacaktı. Babam tatlı yemeyi çok severdi ama favorisi annemin ıslak kekiydi. Kokuyu içime çekerek mutfak masasında bir şeylerle uğraşan anneme doğru, "Ben geldim nuniş," diye seslenmiştim.

Annem, "Hoş geldin Balım, nasılsın?" dediğinde montumu ve çantamı çıkartıp dış kapının önüne bırakarak su içmek adına sürahiye yönelmiştim.

"Yorgunum sen nasılsın?" dediğimde iki lafın belini kırmaya başlamıştık. He bu arada yanlış anlamayın, annemin adı Gülçin fakat ben ona nuniş diyordum, çok tatlı bir kelime olduğundan bunu tercih ediyordum. Kaldı ki annem de kendi annesine nuniş diyordu, yani bizde kadınlar arasında bir gelenek gibi bir şeydi. Herkes annesine nuniş diyordu.

Kısa sohbetimizin ardından montumu ve çantamı aldığımda yolum kendi odama düşmüştü. Babam gelene ve tabi akşam yemeğini yiyene kadar biraz daha ders çalışmak için felsefe soru bankasını çıkartıp masama koydum ve en sevdiğim ders video serisini başlatıp dinlemeye koyuldum. Okuldaki her öğretmen her öğrenciye hitap edemiyordu, mesela bizim felsefe öğretmenimiz kesinlikle dersini benim anlayabileceğim şekilde anlatamıyordu. Bu savımın doğrulunu ise onuncu sınıftan on birinci sınıfa geçince fark etmiştim.

Onuncu sınıfta tarih dersinde hiç iyi değildim fakat on birinci sınıfta değişen tarih öğretmeniyle her sınavdan 100 almıştım, öğretmenin dili, o dili kullanışı, tonlaması... Her şey bir fark yaratıyordu. Bu yüzden masasında oturup filozoflardan bahseden felsefe öğretmenimin bana tek katkısı daha fazla uykuydu.

Videonun sonunda test çözerken annemin seslenmesiyle içeri gittim, babam gelmişti ve yemek hazırdı. Masadaki yerime kurulduğumda annem tabağıma makarna koymuştu. Bizim evde en çok makarna yenirdi bunun sebebi annemin beceriksiz olması değildi, sebebi babam ve annemin birer makarna tutkunu olmasıydı. Ah tabi bir de ben, biz ailecek makarnaya bayılırdık. Bazı günler babamdan ayrı değişik soslu makarnalar bile yapardık çünkü canım babam makarnayı 'antin kuntin' soslu sevmiyordu.

"Okul nasıldı Balım?" Babamın sorusuyla ona baktım, bazen öyle bir balım diyordu ki sanki ismimle değil de bana yüklediği sıfatla sesleniyormuş gibi geliyordu.

Ağzımdaki yemeği hemencecik bitirmek adına yutkundum ve "İyiydi baba, test çözdüm dersi dinledim aksiyon yoktu yani," demiştim. Babam, başını sallarken elindeki çatala makarnasını doluyordu.

"Biliyorsun, bir sorun olduğunda ilk işin bana gelmek, senin aslan gibi bir baban var," dediğinde gülümseyerek başımı sallamıştım. Babamın bana ne kadar değer verdiğini söylemiş miydim?

O akşam yemek masasında keyifli konulardan konuşmuştuk. Annem sınıfındaki konuşamayan çocuğun bugün kendisine ilk defa öğretmenim dediğinden bahsederken babamda işledikleri garip bir plakadan bahsetmişti. Ben mi? Bende napayım işte çözeceğim testleri düşünüp durmuştum.

İşte, hikayeme hoş geldiniz. Ben; Rüya Balım Çınar herhangi bir Anadolu Lisesinde son sınıfa giden herhangi bir kızım. Beni diğerlerinden ayıran hiçbir şeyim yok. Ne zenginim ne de çok kötü bir hayatım var. Ortalama bir Türk ailesinin sıradan kızıyım. Babam bir fabrikada makine operatörü, annem anaokulu öğretmeni bendeniz ise tatlı aşk meyveleri.

 

 

 

♥♥♥

 

 

 

-Sevgilerle, G.

Loading...
0%