Yeni Üyelik
5.
Bölüm

5. Bölüm: Büyük Risk

@gulhanedekiagac

Merhabalar herkeseee. Yeni bölüm yani 6. bölümü birazdan paylaşacam. Öpüldünüz.

 

 


5. Bölüm: Büyük Risk


"nasıl iş bu

her yanına çiçek yağmış

erik ağacının

ışık içinde yüzüyor

neresinden baksan

gözlerin kamaşır

oysa ben akşam olmuşum

yapraklarım dökülüyor

usul usul

adım sonbahar"

-Attila İlhan


Geçmiş. 6 harfli olan bu kelime; insanın aklındaki acı, tatlı, unutulmak istenen ya da hatırlanmak istenen anılardan oluşur.


Çocukluğumuzda ve ergenliğimizde geçirdiğimiz anılar bizim ileride kim olduğumuzu belirleyecek etmenler. Ya geçmişini ardında bırakıp ondan ders çıkartırsın ya da geçmişine takılıp öylece kalırsın.


Ben geçmişimi gölgeye benzetiyorum. Kötü şeyleri unutmaya çalışıyordum ama o benim peşimi bırakmıyor. Geçmişimden hızlıca kaçsam o da benimle beraber geliyordu. Ondan kurtuluşum yoktu.


Kanepeye bacaklarımı uzatarak Behzat Ç.’yi seyrediyordum. Tabağımdaki cipsler bitmişti. Tekrar doldurmak için mutfağa gidecekken telefonumun çaldığını duydum. Bülent Bey idi.


“İyi akşamlar Ezgin Hanım. Kusura bakmayın sizi bu saatte rahatsız ettim.” Evet, rahatsız ettin. En heyecanlı yerindeydim. Allah’ın cezası.


“İyi akşamlar Bülent Bey. Estağfurullah. Buyurun, sizi dinliyorum.”


“Bu dava işini nasıl halledeceğiz? Siz Korer’le konuşacağım demiştiniz.” dedi.


“Evet, konuştum. İlk başta savcılığın iddianamesine, delillere, Korer’in ve tanıkların ifadelerini incelemem gerekiyor. Fakat şöyle bir sorunumuz var Bülent Bey.” dedikten sonra derin nefes aldım. Söyleyeceğim şeyi söylemek o kadar kolay değildi. “Gözlemlediğim kadarıyla Korer’ in ciddi bir psikolojik rahatsızlığı var. Rapor almak için mahkemeye başvuracağım. Raporu alacağız ve bunu mahkemeye sunacağız. Şu an cezaevinde kalamaz. Onun suçsuzluğunu kanıtlayana kadar psikiyatri kliniğinde tedavi görmesi gerekiyor. Bu, ona iyi gelecektir.”


“Siz ne dediğinizin farkında mısınız Ezgin Hanım?” Sesi hem şaşkın hem de tahammülsüz geliyordu. “Yeğenime deli muamelesi mi yapılacak?”


“Ne dediğimin farkındayım Bülent Bey. Korer cinayetle alakalı bir şey hatırlamıyor. Davayı açtık diyelim. Sonuç ne olacak. Bana kardeşinin ölmediğini, onunla konuştuğunu söyledi. Sizce yeğeninizin ruhsal sağlığı iyi gibi mi geliyor?”


Bülent Bey sustu. “Haklısınız.” dedi.


“Davayı açacağım zaman size haber vereceğim. İyi akşamlar Bülent Bey.” dedikten sonra telefonu kapattım.


Bülent Bey’in üzülmesini anlıyorum. Yapacak bir şey yoktu. Yarın savcılığa başvurmayı planlıyordum. Mutfağa gidip cips paketini tabağıma boşalttım. Kanepeye oturup kaldığım yerden devam ettim.


Birkaç dakika seyredir seyretmez telefonum çalmaya başladı. Küfür ederek telefonu elime aldım. Kim olduğuna bakmadan telefonu açtım.


“Efendim.”


“Ezgin selam. Napıyorsun?” Sesten Şeyma olduğunu anladım.


“Dizi izliyorum. Sen?”


“Oturuyorum bende. Kusura bakma o şey için…” dediğinde derin bir sessizlik oluştu aramızda.


“Daha iyi misin?”


“İyiyim. Teşekkürler aradığın için.”


“Önemli değil. Yarın buluşsak olur mu? Müsait misin?”


“Yarın işlerim var. Müsait değilim.”


“Müsait olduğun zaman konuşalım istiyorum.” dedi.


Ağzıma cips alıp “Mesaj at bana.” dedim.


“Öpüyorum seni.”


“Bende. Hadi iyi geceler.”


“İyi geceler.” dedikten sonra telefonu kapattım.


Niye Behzat Ç. seyrettiğim zaman rahatsız ediliyorum?


Bölüm bittikten sonra ortalığı toparladım. Dağınıklığa dayanamıyordum. Dişlerimi fırçalayıp kedili pijamalarımı giydikten sonra odamdaki gece lambasını açtım. Kırmızı loş ışık odamı kapladı. Yatağıma girdim ve tavana doğru bakmaya başladım.


Özlem, her insan ömründe defalarca bu duyguyu hissetmiştir. Bu çocukluktaki bir anı olur, bir yer olur ya da bir kişi olur. Özleyen insanın içinde bir boşluk oluşur. İçini dolduramayacağın bir boşluk… İçinde bir eksiklik olur. Eksikliği nasıl kapayacağını bilemezsin. Misal, bir anını hatırlarsın, tekrar o anın içinde olmak istersin. Fakat bunun imkânı yok. Ne yaparsan yap o anı tekrar yaşayamazsın. Yaşasan bile sana o hazzı veremeyecek. Bu hayatın bir gerçeği… Sadece o anın fotoğraflarına bakarak yaşarsın. Sadece bakacaksın. Ya fotoğraf yoksa?.. O zaman o andan kalan bir parçaya bakarak özlemini gidereceksin. Bu, hayatın bir gerçeğiydi. Bu gerçekle yüzleşmek insana o kadar acı veriyor ki… Sanki etinden bir parça koparıyorlardı. Yüzleştiğimiz şey kolay değildi. Ya da yüzleştiğimizi sanıyoruzdur…


Benim özlem duyduğum şey üniversite yıllarımdı. En net hatırladığım yıllar oydu. Arkadaşlarımla geçirdiğimiz zamanlar… Hâlâ görüşüyordum onlarla ama o zamanların tadını vermiyordu. Onları hatırlayınca içimde burukluk oluşuyordu. Ama bu güzel bir şeydi. Azcık bile olsa güzel anılarım olmuştu. Kendimi hiç bu kadar mutlu hissetmemiştim.


★★★★★★

Büroya geleli saat 7 olmuştu. Kendime kahvemi yapıp Korer’in psikiyatri muayene olması için başvurmam gerekiyordu. Dilekçeyi yazmaya başladım. Cümlenin yarısına geldiğimde gözlerimi dinlendirmek için tavana bakıp gözlerimi kırptım. Kahvemden yudum aldım ve masanın bir yerine gözlerim daldı. Zihnim tamamen boştu. Dışarda arabanın korna sesini duymamla irkildim.


Şu kornayı alıp… Devamı bende kalsın.


İşime odaklanmam gerektiğini hatırlamıştım. Dün geç yattığım için kendimde değildim. Kapının çaldığını duyduğumda “Gel.” diye seslendim. Kapının açılma sesini duyduğumda başımı kapıya doğru kaldırdım. Şeyma gelmişti. Enerjik gözüküyordu. Gerçi her zamanki haliydi. Neden garipsedim, bilmiyorum. Dilekçeyi kaydedip bilgisayarı kapattım.


Şeyma geldiğinde ona sarılmıştım. Gelirken en sevdiğim bitter çikolatadan almıştı. Bu kız gönlümü nasıl alacağını öğrenmişti.


Şeyma lafa girecekti fakat ne diyeceğini az buçuk tahmin edebiliyordum. O yüzden elimi “sakın” anlamında salladım. Özür dileyecekti. Şeyma bu tarz şeyleri kafasına takardı. Onu tanıyordum. Bir hata yaptığında defalarca özür dilerdi. Affettiğimi bile söylesem yine özür dilemeye başlardı. Neyse ki onu böyle bir durumdan kurtardım.


Şeyma mahcup dolu gülümsemesiyle “Bugün müsait olmadığını söyledin, biliyorum. Gönlünü almak için getirdim. Birazdan giderim.” dedi.


Başımı aşağı yukarı “anladım” şeklinde salladım. Elimi ileriye doğru buyurmaz mısın diye uzattım. Kırmızı dudaklarındaki tebessümü gördüm. Sarı saçlarına pembe tokalardan takmıştı. Saçları omzuna geliyordu. Onu sevimli gösteriyordu. Üstünde beyaz sporcu atleti vardı. Altına siyah şortunu giymişti. Yüzünde hafif bir makyajı vardı.


“Ne ikram edeyim sana?” Şeyma’ya doğru. Cevabını beklerken bilgisayarda dilekçeyi gözden geçiriyordum.


“Bir kahveni alırım.” Göz kırptı bana. Kafamı onaylama anlamında salladım. Telefonumdan Ada’ya iki tane sade Türk kahvesi getirmesini söyledim. Dilekçenin gayet düzgün olduğunu gördüğümde onu yazıcıdan çıkartmak için yazdır seçeneğine tıkladım. Çıktığında kâğıdı elime aldım. Adımın ve soyadımın altına mavi tükenmez kalemimle imzamı attım.


Ada kahvelerimizi getirdiğinde Şeyma’yla göz göze geldiğinde aralarındaki derin soğukluğu hissettim. Şeyma nezaketten “Sağ ol.” dedi. Ada bir şey demedi. Bunların arasında ne dönüyor bilmiyorum ama yakında açığa çıkacağından pek sorun etmedim.


Şeyma kahvesinden içerken elimdeki kâğıda bakmıştı. “Yine dava işleri mi?” dediğinde göz ucuyla ona doğru baktım. Başımı olumlu ifadeyle aşağıya ve yukarıya doğru salladım. “Korer’le mi alakalı?” Sıkıntılı bir ifadeyle bana bakıyordu. Bana küçüklükten beri arkadaş olduğunu söylemişti. Korer’in boğazıma yapıştığını duyunca şaşırmadan edememişti. Acaba Korer’e karşı ne hissediyordu? Bu mesele neden beni derinden alakadar ettiğini anlamış değilim. O sadece benim müvekkilimdi. Amcası abimi o lanet yerden kurtarsın diye kabul etmiştim. Bülent Bey’in eli kolu uzundu. Neden yeğenini kurtarmıyordu. Bana şunu dediğini hatırlıyorum


“Korer ‘in suçsuzluğunu kanıtlayamadığım için davaya bakmanı istiyorum.’’


Sadece bunu söylemişti o kadar. Bu bir bahane miydi? Bir yandan düşündüğüm zaman bir nevi haklıydı. Neden yeğenini hapislerde çürütmek istesin.


“Ezgin.” Sondaki harfleri uzatarak söyledi. “Ne oldu?” gibisinden gözünü kırptı. “Korer denilince uzaklara dalıyorsun. Hayırdır.” Tek kaşı havalandı.


Şeyma’ya en kötü bakışımı atarak susmasını söyledim. Canım arkadaşımın beni çözmesi güzeldi. “Salak şey, kaç defa söyledim o benim müvekkilim diye? Anlamadıysan tekrar edeyim.” İmalı imalı gülümsemeye devam ediyordu. “Hem, sen ondan hoşlanmıyor musun?” dediğimde “ne saçmalıyor bu?” gibi bakıyordu.


“Nerenden uyduruyorsun Ezgin? Ne zaman ağzımdan öyle bir şey çıktı?” Burada hafif bir ciddileşmişti. “Hoşlansaydım bunu defalarca dile getirmez miydim?” Herhalde beni tanımıyorsun imasına girmişti.


“Ne bileyim canım? Küçüklükten beri arkadaşmışsınız. Belki hoşlanıyorsundur diye düşünmüştüm.”


Şeyma bana doğru yaklaştı. Dibime girecekti. “Yanlış düşünmüşsün.” Şeyma kahveyi masama bıraktığında yüzünü ekşitti. “Bir daha geldiğimde sen yap bu kahveyi. Kusacağım birazdan.” Öğürüyormuş gibi yaptı. Kahveyi Ada yaptığı için böyle davranıyordu. Umarım bu kavga bana sıçramaz. Şeyma’yı geçirmek için kapıya kadar gittim. Vedalaştıktan sonra sinsi bir gülüşle Ada’ya doğru baktı. Elini görüşürüz anlamında salladı. Ada da gergin bir şekilde gülümsedi. Sonra bakışlarını kaçırdı. Şeyma gitmişti. Ada ellerini çok şükür der gibi kaldırdı.


“Sizin aranızda noluyor? Birisi bana açıklama yapabilir mi?” Gergin bir şekilde Ada’ya baktım. “Tamam, birbirinizle anlaşamıyorsunuz ama bu bana garip geliyor.” Fehmi’nin adım seslerini duydum. Onun da bana açıklama yapmasını istiyordum. Kollarımı göğsümde birleştirdim ve çenem gerginlikle kasıldı.


“Bir nedeni yok Ezgin. Bunu arkadaşına sor bence.” dedi dalga geçer gibi. Kullandığı üslubu zoruma gitmişti. Ona kızmamak için kendimi zor tutuyordum.


“Ezgin Hanım diyeceksin. Şu an iş yerinde olduğunun farkındasın diye düşünüyorum Ada.” diyerek sertçe çıkışmıştım. Bunu dediğime pişman olmayacaktım. “Eğer aranızdaki meseleyi öğrenirsem o zaman üçünüz için de iyi olmayacak.” Ne tepki verdiğine bakmamıştım. Sinirli adımlarla odama doğru gittim. Dilekçeyi savcılığa verecektim. Gergin bir şekilde gitmek aşırı sinir bozucuydu. Dilekçeyi şeffaf dosyamın içine koyup çantama attım. Kapımı kilitlediğimde ikisi de bana bakıyorlardı. Bakışlarında ne vardı çözememiştim.


Derin bir nefes aldım. Arabamın yanına geldiğimde gri Mercedes’in kirlendiğini fark ettim. Normalde bu tarz şeylere takıntılıyımdır. Bu aralar yıkamaya üşeniyorum. Şimdi sırası değildi. Arabayı çalıştırdığımda benzinin iki saatlik yola yetmeyeceğini anlamıştım. En yakın benzin istasyonuna gidip pompacıya depoyu fullemesini söyledim. Fişi verince ödemek için markete girdim. Hazır girmişken kendime dolaptan soğuk kahvelerden almıştım. Benzinin ve kahvenin parasını ödedikten sonra yollara düşmüştüm. Stresimi atmak için radyoyu açtım ve en sevdiğim grubun şarkısı çalıyordu.


Al bu dünya, al senin olsun


Benim hiç gözüm yok, hepsi senin olsun

Ama son bir dileğim var senden şu gaybana dünyada

Varını, yoğunu al, hepsini al da


Beni benimle bırak


Beni benimle bu cehennemde

Ruhum senden çok uzak

Yabancıyım senin cennetine[1]


Şarkının mısralarında dediği gibi ruhum çok uzaklardaydı. Her şeyden… Uzaklaşmıştı. Neden uzaklaştığı hakkında hiçbir fikrim yok. Benden de uzaklaşmıştı. Artık tanıyamıyordum. Kendime bile yabancıydım. Git gide uzaklaşıyordum. Ruhum başkasında mıydı? Benim ruhumu aramam gerekiyordu. Arayacaktım. Bunu yapacaktım. Kendimde azcık bile olsa umudum vardı. Şarkıyı dinlemeye devam ettim.


Şarkı bittikten sonra radyoyu kapatmıştım. Kahvenin kapağını açtım. Birkaç yudum aldıktan sonra bardaklığın olduğu yere koydum. Bugün fazla trafik yoktu. Şaşırmıştım. Korer’in yargılandığı adliyeye gelmiştim. Arabayı park edip içeriye girdim. Bu adliyeye birkaç kez gelmiştim. Asansöre binip savcılığın odasının bulunduğu kata gelmiştim.


Savcının odasının önündeydim. Girecektim fakat odanın önünde korumalar vardı. Savcıya dilekçe vereceğimi söyleyince savcının odasına girdiler. Kapıyı çaldım. “Gel” sesini duydum. Odaya girdiğimde savcı bilgisayarına bakıyordu. Kafasını bana doğru çevirdi. Konuşmaya başlayacağım kelimelerini önceden seçmiştim.


“Savcı Bey, merhabalar. Ben Avukat Ezgin Kunter. Korer Çağlar Kutlay’ın avukatıyım. Korer’in akıl sağlığıyla alakalı endişemiz var. Mahkeme için dilekçeyi size vereceğim.” dedim.


Savcı orta yaşlardaydı. Gözünde kare şeklindeki gözlüğü vardı. Saçları seyrelmişti. Bıyıkları vardı. Hafif göbeği çıkmıştı.


Dilekçeyi ona doğru uzattım. Konuşmaya başladı. “Mahkeme talep ediyorsunuz?”


Başımı olumlu bir şekilde salladım. “Evet efendim.”


Kaşlarını çattı. “Bu Korer Çağlar Kutlay Bülent Kutlay’ın yeğeniydi dimi?”


“Evet.”


Anladım der gibi başını salladı. O okurken mecbur araya girmek zorunda kaldım. “Savcı Bey, ne zaman muayene olur tahmini?”


“Durumunu inceleyeceğim. Çok sorun çıkarttığını duydum. Hatta sizin boğazınızı sıkmıştı değil mi?” diye sordu.


Bu olayın savcılığın kulağına gittiğine şaşırmamıştım.


“Maalesef evet Savcı Bey.”


“Ve siz bu duruma rağmen onun davasına bakacaksınız.” dediğinde gözlüğünün üstünden bakıyordu.


“Sağlıklı bir insan bunu yapmazdı. Kendisine zarar verme ihtimaline karşı bu dilekçeyi size vermeye geldim.”


Yüzüme baktı. Nedense bir durumu garipsemişti. Dilekçeye bir kere daha baktı. “Pekâlâ Ezgin Hanım çıkabilirsiniz.” dedi.


Çıktığımda harcı vezneden yatırdım. Telefonumdan Bülent Bey’i arayacaktım. Aradığımda telefon ikinci çalışında açmıştı.


“İyi günler Bülent Bey. Nasılsınız?”


“İyi günler Ezgin Hanım. İyiyim sizi sormalı.”


“İyiyim bende. Size Korer’in akıl sağlığıyla alakalı endişemizi savcıya ilettim. Daha doğrusu dilekçeyi verdim. En geç bir iki gün içinde ilgileneceklermiş.”


“Bilgilendirdiğiniz için çok sağ olun.”


“Rica ederim Bülent Bey. Sonuç için arayacağım. Büyük ihtimal Bakırköy’e gideceğiz.”


Bir tepki vermemişti. Yeğeninin bu hâlde olmasına canı sıkılıyordu.


“Anladım Ezgin Hanım. Ararsanız sevinirim.”


“Arayacağım sizi. Görüşürüz.” İnşallah görüşmeyiz.


“Görüşürüz.” dedikten sonra telefonu kapattım. Bu herife ayrı bir sinir oluyorum zaten. Yeğeninin davasına baktıktan sonra bir daha onun yüzünü görmeyeceğimin sevincindeyim. Kimse beni üzemezdi bu konuda.


“Ya görürsen Ezgin?” demişti içimdeki ses.


“Yok canım ne göreyim onu? Şeytan görsün onun yüzünü.” dediğimde adam ve kadın bana garip bakıyorlardı. Bunu sesli mi dile getirmiştim? Allah kahretsin! Adama ve kadına mahcup dolu bakış attıktan sonra arabama doğru ilerledim.


Bu olayı 1 asır geçse unutamazdım.


Sakince arabama doğru ilerledim. Pek sakin olduğum söylenemezdi. Biraz su içtikten sonra sakinleşmiştim. Sakinleşince arabamla yola koyuldum.


★★★★★★


3. ŞAHSIN ANLATIMI:


12 yıldır gün ışığından uzak, hapishane koğuşunun sert yatağına sırt üstü pozisyonunda uzanmış, boş boş tavana bakıyordu Korer. Alışmıştı bu soğuk yere. Neden bunu yaptım diye düşünüyordu. Kardeşini çok severdi. Onunla saklambaç oynardı. Babasından gizlice dışarı çıkıp ona en sevdiği dondurmadan alırdı. Eve geldiğinde babasından dayak yerdi. Sırf kardeşi mutlu olsun diye yüzü gözü morarırdı. Kardeşine fedakârlık yapıp neden onu öldürdüğünü sorguluyordu. Avukat Ezgin’in dediği gibi o öldürmüştü. Bunu duyduğunda çok şaşırmıştı. Fakat şöyle bir sorun vardı. Amcası Bülent ona söylemişti zaten. Hatırlamıyordu. Beyni geçmişini silmişti. Kardeşini ve çocukluğunu hatırlamıyordu. Çocukluğunun güzel olduğu söylenemez fakat kardeşi Kayra doğduğundan beri onun fırtınalı hayatına bahar gelmişti. O öldükten sonra bahar yerine tekrar o fırtına geri gelmişti.


Koğuşa girdiğinde etrafı dağıtmıştı. Son zamanlarda kriz geçirmeye başlamıştı. Revirde sakinleştiricilerle ayakta kalıyordu. Etrafındaki mahkumlar Korer’e acıyan gözlerle bakıyordu. Mahkumlar gardiyanla Korer’in hakkında konuşuyordu. Karşısında birisi varmış gibi davranıyordu. Bunun farkında değildi. Ta ki Ezgin ona gerçeği söyleyene kadar…


Koğuşun kilidi açıldı. Gardiyanlardan bir tanesi içeriye girmişti. Diğeri kapının dışındaydı. Bir isim söyledi “Korer Çağlar Kutlay.” Korer gardiyana doğru baktı. “Gidiyorsun.” dediğinde şaşırmıştı. Acaba başka bir koğuşa mı alınacaktı? Yoksa yine mi sakinleştirici alacaktı?


Gardiyanlar Korer’in koluna girmişti. Uzun zamandır kimseyle konuşmamıştı. “Nereye gidiyoruz?” diye sordu.


Genç gardiyanlardan biri “Muayene olacaksın. Hastaneye gidiyorsun.” Korer’in kaşları çatıldı. Hasta değildi. Niye hastaneye gittiğini anlayamamıştı.


“Ben… Ben hasta değilim ki. Niye hastaneye gidiyoruz?” dedi şaşkın bir şekilde. Gardiyanlar birbirine bakıyordu. Korer hâlâ anlam verememişti.


Gardiyan durdu ve şunu söyledi. “Bedensel bir şeyin yok, biliyoruz. Seninki ruhsal tamamen.” Nutku tutuldu. Kalbi hızlı hızlı atmaya başladı. Bu onun iyiliği içindi ama o öyle düşünmüyordu. “Acaba Ezgin’in boğazını sıktığından mı?” diye düşündü içinden. Gözleri dolmuştu. Gözyaşlarını akıtmak istiyordu fakat yapamıyordu. Güçlü kalacağını düşündü.


Bir odaya geldiğinde ellerine buz gibi olan kelepçelerden takmışlardı. Başını öne eğdi. Jandarma arabasına bindirdiler Korer’i. Zihni tamamen boşalmıştı. Bir anlık kardeşinin sesini duydu. “Abi!” dedi neşeli bir ses. 13 yıl önce bu dünyadan gitmişti. Sakin kalmaya çalıştı. Onun gerçek olmadığını biliyordu. Yüzünden terler akıyordu. Derin bir nefes aldı. Araba durmuştu. Hastanenin önüne gelmişlerdi. Jandarmalar kolundan tuttu onu. Hastanenin psikiyatri kliniğine giriş yapmışlardı.


Solunda duran kişiler tanıdık gelmişti. Amcası ve Avukat Ezgin duruyordu. Bülent konuşmak için jandarmalardan izin aldı. İzin verince yeğeninin ellerinden tuttu. Bir şey fark etmişti Bülent. Korer’in kolları çizik içindeydi. İçinde kuşku vardı. Ya Korer kendisine zarar verirse? Soracaktı ama vazgeçti. Korer ellerini çekti. Amcası bir şey dememişti.


Bülent’in sesi titriyordu. “Korer, oğlum.” dediğinde Korer’in gözünden bir damla yaş döküldü. “Sadece konuşacaksın orda tamam mı? Bir şey olmayacak.”


Korer, amcasına şunu söyledi. “Amca neden bana söylemedin?” Bülent’in kaşları çatıldı ve ‘neyi?’ der gibi baktı. “Kayra’yı benim öldürdüğümü.”


Bülent hayretler içerisinde baktı. İyi olmadığını anlamıştı. Hastanede kalmasına göz yumacaktı. Onun iyiliği için. “Söyledim ya sana. Unuttun mu?”


“Öldüyse neden onu görüyorum amca?” diye sertçe sordu.


Jandarmalardan biri sürenin bittiğini söyleyip Korer’i içeriye götürüyorlardı. Amcasından ayrıldıktan sonra Ezgin’e baktı. Ezgin’e yaptığından çok pişmandı. İsteyerek yapmamıştı. Ezgin bunu anlamıştı zaten. Ona baktığında içinde bir şeyler hareket etmişti. Bu çok yabancı kaldığı bir duyguydu. Ezgin ona hafif tebessüm ediyordu. Tebessüm ederken çok güzel olduğunu geçirmişti. Sonra içeriye girmişti.


Korer içeriye girdiğinde gerilmişti. Başına ağrı girmişti. Bir heyet vardı içeride. Hepsi beyaz önlük giymişti. Korer’in hayalinde o beyaz önlüğü giymek vardı. Babası gibi başarılı bir doktor olmak istiyordu ama onun gibi baba ve eş olmak istemiyordu.


Heyet başkanı ortada oturuyordu. Yaşlıydı. Saçının ortası dökülmüştü. Doktor önündeki belgelere baktı. Korer’in mahkemesiyle alakalı kâğıdı inceliyordu. 6 doktorun önünde o kâğıttan vardı.


Heyet başkanı konuşmaya başladı. “Korer Çağlar Kutlay.” dedi. Aklında Ezgin’le tanıştığı an gelmişti. Bir tek o anı net hatırlıyordu. “Hangi adını kullanıyorsun?”


“Çağlar.” dedi net bir sesle. O 13 yıldır Çağlar olmuştu. Sadece amcası Korer diyordu. Amcasına izin veriyordu sadece.


“Korer de kulağa hoş gelen bir isim niye onu kullanmıyorsun?” Doktor net bir teşhis koymaya çalışıyordu.


“Korer öldü.” dedi net bir şekilde.


Doktor emin olmak için ona bazı sorular soracaktı. “İkisi de farklı kişiler mi?” Korer ‘evet’ anlamında kafasını salladı. Doktor kâğıda birkaç not aldı.


“Bize çocukluğunu anlatır mısın Çağlar?” Korer durdu ve düşündü. Neyi hatırlıyordu? Hiçbir şeyi hatırlamıyordu.


“Ben… Bir şey hatırlamıyorum.” dediğinde doktorlar birbirine baktılar. Net bir teşhis yapmaları gerekiyordu. Korer anlık dalmıştı. Gerçeklikten kopmuş gibiydi. Gözleri bulanık görmeye başladı. Doktor onun kollarına bakıyordu. Kollarındaki çizikleri fark etmişti. Korer’in kendisine karşı zarar verme eğiliminde olduğunu anlamıştı.


“Kız kardeşini de mi hatırlamıyorsun?” Korer yutkundu. Stresliydi. Ellerini sıkmaya başladı. Ayakları titriyordu.


“Hatırlıyorum.”


Doktorun bu söylediğinden sonra Korer için zaman duracaktı. “Öldürdüğün anı da hatırlıyorsun?” Korer sinirlenmişti ama kendini tutmalıydı. Duygularını dışarıya yansıtmayı pek sevmezdi.


Kahverengi gözleri hüzünlü bakıyordu. “Hayır, hayır ben… Ben yapmadım. Neden kıyayım ona? Ben Kayra’yı çok seviyordum. Ona kıyamazdım.” dediğinde ayağa hiddetlenerek kalkmıştı. “Neden kimse bana inanmıyor?” Toprak gözlerinden yaşlar akıyordu. Yüzü kıpkırmızı olmuştu.


Doktorlar kesin bir teşhis koymuşlardı.


Dissosiyatif kişilik bozukluğu


Aşırı unutkanlık, dalgınlık, söylediğini ve yaptığını inkâr etme…


Kendisine zarar verme eğiliminde olduğu için psikiyatri kliniğinde kalacaktı. Koğuşta intihara kalkışmıştı. Bunu göz önünde bulundurulması gerekiyordu.


Korer tekrar daldığında kardeşinin sesini duymuştu yine. “Abi!” dedi arabada duyduğu neşeli kız çocuğu sesi. Korer onun gerçek olmadığının farkında değildi. “Kayra git.” dedi fısıldayarak. Doktor garip bir şekilde Korer’i izliyordu. Bu şizofreni mi yoksa dissosiyatif kişilik bozukluğu mu diye düşünüyordu.


Küçük Kayra buna bozulmuş gibiydi. “Niye beni öldürdün abi? Yaramazlık mı yaptım? Yoksa sevmiyor musun beni?” Korer’in çenesi titriyordu. Gözlerinden yaşlar akıyordu?


Korer kontrolden çıkmıştı. “Hayır dedim sana. Ben yapmadım. Başka bir şey var. BEN YAPMADIM.” dediğinde önündeki su şişesini yere fırlatmıştı. Sağlık görevlilerinden ikisi Korer’i tuttu ve ona deli gömleğini giydirirler.


Doktor Korer’in akıl sağlığının yerinde olmadığına dair heyetle beraber o kâğıdı imzaladı.


Korer’i bu hâlde gören amcası Bülent ve Avukat Ezgin hayretler içinde kalmıştı. Bülent, yeğeninin yanına gidecekken sağlık çalışanları onu engeller. Bülent “Korer!” diye bağırdığında gözlerinden yaş akar. Koridorun ortasında ayakta kalamaz ve dizlerinin üstüne çöker. Ezgin, Bülent’i ne kadar sevmese bile omzuna destek amaçlı elini koyar. Sol omzunun üstündeki eli hissedince Ezgin’e doğru bakar. Ona hafif tebessüm eder. “Ezgin Hanım.” dedi boğuk bir şekilde. Ezgin ne diyeceğini bilemedi. Nasıl teselli edebilirdi? Korer’in o hâlde olmasını beklemiyordu. Üzülmüştü.


Heyet başkanı Bülent ve Ezgin’i çağırmıştı. Ezgin duyacaklarına hazırdı fakat Bülent için aynı şeyi söylenemezdi. Doktor onları çağırdığında ikisinin de elini sıkmıştı. Doktorun ağzından çıkacakları Bülent’i derinden sarsacaktı.


“Bülent Bey size pek iyi şeyler söylemeyeceğim. Duyduklarınıza hazır olmalısınız.” dedi sıkıntılı bir sesle.


Bülent boş boş doktora bakıyordu. “Dinliyorum.”


Doktor yutkundu. “Korerde dissosiyatif kişilik bozukluğu var. Koreri ve Çağları farklı kişiler olarak görüyor. Hangi kişiliğini nasıl gördüğünü bilmiyoruz. Onu terapilerde anlayacağız.” Doktor gözlüğünü düzeltti. “Bu rahatsızlıkta nadir de olsa halüsinasyon görebiliyor. Korer de de bu var.” Ezgin şizofreni olduğunu düşünmüştü ölü kardeşini gördüğünü söyleyince. “Kendisine zarar verme tehlikesi ve başkalarına vereceği zarardan psikiyatri servisinde kalacak. Cezaevinde kalması kesinlikle sakıncalı.” Doktor belgeyi Ezgin’e uzattı.


“Çok sağ olun.” dedi Bülent.


“Rica ederim.”


Bülent doktorun odasından çıktığında koridordaki boş koltuklara oturdu. Gözleri dolmuştu. Ezgin yanına geldiğinde aynı şekilde o da fazlasıyla üzgündü. Bülent bir şeyler düşünüyordu. Abisinden çok Korer’e Bülent babalık yapmıştı. Onu öz evladı gibi seviyordu.


“Şimdi n’olacak Ezgin Hanım.” dedi titreyen sesiyle.


“Bu belgeyle suçundan beraat edemez fakat doktorun dediği gibi cezaevinde de kalamaz. Korer’in geçmişini hatırlaması gerekiyor Bülent Bey. İyi ya da kötü yardımcı olması gerekiyor.” Ezgin gözlerini kıstı. “Bülent Bey. Korer’in çocukluğunu hatırlıyor musunuz? Annesi ve babasıyla arası nasıldı?”


Bülent durdu. Korer’in yaşananları unutması gerekiyordu. Hatırlarsa daha da kötüleşecekti. “Abim onu sevmedi. Neden bilmiyorum. Annesi de aynı şekilde. Bir türlü onu kabullenemediler.” Korer, amcası yurt dışından geldiğinde Korer’le oyunlar oynardı. Sevdiği çikolatalardan getirirdi. “Kayra doğduğunda temelli yurt dışındaydım. Türkiye’ye Korer için gelmiştim.” Cebinden mendilini çıkartıp gözyaşlarını sildi. “Korer bunları hatırlamamalı.” dediğinde Ezgin şoka uğradı.


“Sebep?”


Ezgin’e kafasını çevirerek “Çocukluğunu hatırlarsa mahvolur da ondan.” dedi sertçe. Ezgin bu adamın yeğeninin iyiliğini mi yoksa kötülüğünü mü istediğine anlam verememişti. Kıyamıyordu aslında.


“Onlarla yüzleşmesi gerekiyor. Yoksa daha kötü olacak. O yüzden burada kalacak Bülent Bey.”


Bülent, Ezgin’e hak vermişti. Ezgin’in aklına abisi gelmişti. Ona bazı gerçekleri söyleyemediği için kırgındı. Bülent çkartacağına söz vermişti. Ona söyleyecekti fakat vazgeçti. Şimdi sırası değildi.


“Kardeşiyle arası iyi miydi?”


Bülent evet anlamında başını salladı. “Şahit olmadım ama mektupta iyi olduğunu söylemişti.”


Ezgin anladım der gibi başını salladı. Kafasında eksik kalan parçaları birleştiriyordu. “Abiniz ve yengeniz Korer’i istemiyor dediniz. Korer hiç şiddet gördü mü, biliyor musunuz?”


Bunun cevabının evet olduğunu biliyordu Bülent. “Bilmiyorum.” dedi.


“Ailesi nerede?” diye sordu Ezgin.


Bülent bu sorulardan rahatsız olmuştu fakat rahatsızlığını belli etmedi. “Annesi intihar etti. Abim yurtdışında.” Annesinin intiharından etkilendiğini düşündü Ezgin.


Ezgin, Bülent’ten iş çıkmayacağını anladı. Zaten ondan öyle bir umudu yoktu. Bu kadar bilgiyle ne yapacaktı bilmiyordu. İkisi sessiz kaldıktan sonra Bülent konuşmaya başladı.


“Ezgin. Sen verdiğin sözü tuttun. Şimdi ben verdiğim sözü tutacağım.” Gülümsemişti. “Teşekkür ederim.” dedi Bülent. Neden teşekkür ettiğini anlamıştı Ezgin. Abisini hapisten çıkartacaktı. Bunu duyduğuna sevinmişti.


“İyide Korer’in suçsuzluğunu henüz kanıtlayamadık. Nerden biliyorsunuz kazanacağımızı?” dediğinde bilmiş bir ifadeyle Ezgin’e baktı.


“Evet, biliyorum başındayız. Ama yeğenimi o yerden kurtardın. Allah senden razı olsun.” dedi Bülent. “Yarın saat 11 de şirkete gel. Oradan abinin yanına gideceğiz. Tamam mı?”


Ezgin bunu duyduğuna çok sevindi. Mutluluktan havalara uçacaktı. “Tamam.” Bülent’in gözlerinin içine bakarak. “Çok sağ olun Bülent Bey.”


Teşekkürüne karşılık veren bir gülümsemeyle baktı. “Abin sana kırılmış.” dedi sitem ederek.


“Niye?”


“E hiç ziyaretine gitmiyormuşsun. Özlemiş seni.” İkisi de gülmüştü. Ezgin’in artık gitmesi gerekiyordu.


“Benim gitmem gerekiyor. Asıl olay daha sonra başlayacak.” Olay derken mahkemeyi kastettiğini anlamıştı Bülent.


“Görüşürüz. Tekrardan teşekkür ederim.” Bülent elini uzattı. Ezgin de karşılık vermek için elini sıktı.


Ezgin arkasını döndükten sonra içinde bir kuşku oturmuştu. Bu kuşku nereden gelmişti. Bülent’in sakladığı bir şeyler vardı. Korer’e soramazdı, onun durumu malum. Şeyma’ya sormuştu, ondan da hiçbir şey çıkmadı. Annesi ölmüş, babasını nereden bulacaktı? Onun yakın tanıdıklarını bulması gerekiyordu. Amcasının bundan haberi olmamalıydı. Bir işler çeviriyordu. Ezgin saksıyı çalıştırıyordu. Bu işi tek başına çözemeyecekti. Aklına onun yardım edecek birisini arıyordu.


Birden aklına bir isim gelmişti.


Gürol Bey


Gürol, Ezgin’in müvekkiliydi. “Bir sıkıntı olursa hemen beni ara” dediğini hatırlıyordu. Arabaya bindiğinde arayacaktı. ‘Yerin kulağı vardır’ diye içinden geçirdi.


Sevinçle arabasına doğru ilerledi. Telefonunu alıp kişilerden Gürol Bey’in adını buldu. Arıyordu. Telefon üçüncü çalışında açılmıştı.


“Alo, Ezgin?”


Ezgin derin bir nefes aldı. “Merhaba Gürol Bey! Nasılsınız?”


“İyiyim Ezgin’ciğim seni sormalı?”


“İyiyim bende.” Durdu. Biraz utanıyordu. “Gürol Bey, siz bana şey demiştiniz. Ne zaman bir ihtiyacın olursa hiç çekinme demiştiniz. Hatırlıyor musunuz?”


“Evet, evet hatırladım. Hayırdır, bir sıkıntı yoktur umarım?” dedi.


“Yardımınıza ihtiyacım var diyelim. Birisini araştırmanızı istiyorum. Onun yakın çevresidir… Bana yardım edecek misiniz?” Gürol Bey’in eli uzun bir adamdır. İlk o aklına gelmişti Ezgin’in. Yardımcı olacağını umuyordu.


“Tabii. Kimi araştırmak istiyorsun?”


Ezgin’in ağzından bir isim çıkmıştı. “Korer Çağlar Kutlay.”


Gürol şaşırmıştı. “Bülent’in yeğenini mi araştıracaksın? Niye?”


“Evet o adamın yeğeni. Kendisi benim müvekkilim olur.” Ezgin derin bir nefes aldı. “Gürol Bey sizden rica ediyorum. Bunu kimse bilmeyecek. Aramızda kalacak.”


“Tamam, söz veriyorum. Kimse bilmeyecek.” dedi. “Büroya uğrayacağım.”


“Çok teşekkür ederim Gürol Bey.”


“Ben teşekkür ederim Ezgin. Görüşürüz.”


Telefon kapanmıştı. “Umarım kötü şeyler olmaz.” diye düşündü. Öğreneceği şeylerden endişelenmişti. Korer’in o hâlini gördüğünde içinde bir parça kopmuştu. Bu merhamet miydi? Boğazına yapıştığı an aklına gelmişti. Bunu bilinçli olarak yapmamıştı. Toprak gözlerindeki acı görmüştü. Gözleri bir şeyler söylemek istiyordu. Korer için savaşacaktı. Mecburdu. Fazla diyalogları olmadı fakat en yakın arkadaşıymış gibi hissediyordu. Ya da hissettiği duygu arkadaşlıktan öte miydi? İlk defa birisine karşı böyle bir duygu hissetmemişti. Hissettiğinde neler olduğunu görmüştü. Bu tarz konular moralini bozuyordu. Korer sadece müvekkiliydi. Avukat müvekkil ilişkisi vardı ve bu sınırı korumalıydı.


Ya koruyamazsa?


Ezgin arabayı çalıştırıp camları açmıştı. Bu tarz şeyleri düşünmemeliydi. Düşündüğünde daha kötü oluyordu. Aklına başka şeyler getirmeliydi. Bülent’in ona söylediği şey. Abisi sonunda o yerden kurtulacaktı. O yüzden çok mutluydu. Aklına bir şey takılmıştı yine. Bülent’in bunu nereden bildiği? Ona çok kaçamak bir cevap vermişti. Ne demişti sahiden?


“Bir şekilde öğrendim işte. Önemi yok.’’


Neden söylememişti? Acaba abisi mi söyledi? İyide, abisini nereden tanıyordu? Abisine sorsa söyler miydi? “Bu Bülent çıkar için iş yapmaz” diye düşündü içinden. Daha fazla dayanamayacaktı. Arabayı hemen sağa çekti. Arabadan aşağıya indi.


Gereksiz düşünüyordu Ezgin. İlk defa bir dava için büyük bir riski göz önüne almıştı. Bu işin dönüşü yoktu. Onun farkındaydı. Bu davada neleri kazanıp neleri kaybedecekti?


[1] maNga – Beni Benimle Bırak


Oy vermeyi ve yorum yapmayı unutmayınız.


Loading...
0%