Yeni Üyelik
6.
Bölüm

6. Bölüm: Farkında Olmak

@gulhanedekiagac

Yeni bölümü yayımlıyorum şimdi canlarım. İyi okumalarrr.


6. Bölüm: Farkında Olmak

Seni düşünmek güzel şey, ümitli şey,


Dünyanın en güzel sesinden

En güzel şarkıyı dinlemek gibi bir şey...

-Nazım Hikmet

...


Ezgin Kunter’in anlatımıyla


Aşk, insanın gerçekleri görmesini engelleyen karşılıklı ya da karşılıksız duygudur. Çok karışık bir duygudur aşk. Aşk insanın doğasında vardır. Bir bakışında saklıdır. Kalbi hızlandıran bir heyecandır. Bir şarkının sözlerinde saklıdır. Şairin mısralarında bulursun aşkı. Gözlerine bakarsın hissedersin o aşkı. Çocuksu heyecanı içinde hissedersin.


  

Aşk bazen insanın ruhuna ve kalbine zarar verir. Acı kalbine bıçak gibi saplanır. Sevdiğin kişiyle geçirdiğin mutlu anlar birden hüzne döner. Bazen kavuşmak imkânsız olur. Ayrı kalınca zaman dururdu. Saliseler bile daha uzun sürer. Geçenlerde Attila İlhan’ın bir şiirini okumuştum. Şöyle diyordu: “Ayrılıklar da sevdaya dahil, çünkü ayrılanlar hâlâ sevgili…” Bence hayır, gitmek aşkta yer almaz. Aşk bir mücadeledir. Mücadele edeceksin ki gerçekten sevesin. Aşkından ayrı kaldığında kıymetini daha iyi anlarsın. Aşk basit gibi gözükse de bir labirentten daha karmaşıktır. Bunu Alp’ten anlamıştım. Bana çok zarar vermişti ama ondan çıkardığım ders buydu. Alp korkağın tekiydi. Çünkü o aşktan korkuyordu. Kazanmaktan korkmuştu.


Gökyüzünün maviliğine daldı gözüm. Bulutların şekillerine bakıyordum. Bir sesle irkildim. “Ezgin Hanım!” Bu ses Bülent Bey’e aitti. Kutlay Holding’in önündeydim. O ihtişamlı bina… Bülent Bey’le beraber abimi ziyarete gidecektik. Avukatla konuşmuştu. En kısa zamanda çıkacağını söylemişti. Ne kadar kısaydı? Kısa dediği bu süre 1 asırmış gibi gelmeye devam edecek.


Bülent Bey’e doğru baktım. Tebessüm ederek baktı. Gözünde pahalı bir markanın güneş gözlüğü vardı. Üstünde -her zamanki gibi- en iyi markanın gömleği ve ceketi vardı. Beraber otoparka doğru ilerledik. Siyah Audi’sinin yanına gelmiştik. Benim olduğum tarafa gelip kapıyı açtı. Bülent Bey beni şaşırtıyor âdeta. Teşekkür ederim anlamında gözlerimi kırptım.


Yola çıkmıştık. Solumda arabayı kullanan Bülent Bey’e baktım. Dün Korer’in halinden dolayı üzgün olduğunu düşünüyordum. “Nasılsınız Bülent Bey?” dedim.


Derin bir nefes verdi. “Korer’in halinden sonra pek iyi sayılmam. Siz nasılsınız?”


“İyiyim.”


Yola bakıp gülümsedi. “İyi olacaksın tabii ki. Abinle görüşeceksin.” Trafik lambasına takılmıştık. “En kısa zamanda çıkacak.”


Doğru söylüyordu. Onu uzun zamandır görmüyordum. Keşke Korer’in de çıktığını görebilseydim.


Trafik lambası yeşil yanmıştı. Birkaç dakika boyunca ikimiz sessiz kalmıştık. Yola dalmıştım. Evlere, arabalara ve dükkanlara bakıyordum. Bülent Bey sessizliği bozmuştu.


“Çok şanslısın Ezgin.” dedi Bülent Bey. Anlam verememiştim. Neden bunu demişti?


Kaşlarımı çattım. “Ne konuda?” diyince Bülent Bey’e baktım.


“Abi konusunda. Kıymetini bil.” Acı bir şekilde gülümsedi. “Ben abi konusunda şanslı değilim maalesef.”


“Korer’in babası mı?” Yoksa başka bir abisi mi vardı?


Kafasını olumlu anlamda aşağı yukarı salladı. Aralarında ne olduğunu sormayacaktım. Benim haddime değildi sormak. Fakat dürüst olacağım merak etmedim değil. Miras kavgası mı? Eğer öyleyse şaşırmayacaktım.


Bir şey sormak için bakmıştım. Herhalde gözlerimin ona baktığını fark etmiş olmalıydı. “İstediğini sorabilirsin Ezgin. Rahat ol.”


“Abiniz sizinle ve Korer’le görüşmüyor mu?”


“Hayır, ne benimle görüşüyor ne de Korerle görüşüyor.” Şaşırmıştım. Hadi tamam kardeşinle küssün ama insan oğlunu arayıp sormaz mı? Ayrıca ne alaka?


“Bir baba olarak oğlunu bu halde bırakmaz değil mi?”


Bülent Bey yutkundu. “Bırakır.” Başımı önüme eğdim. Bülent Bey’e kızıyordum ama Korer’i yalnız bırakmayan oydu. Bülent Bey’in söylediği şeyden şunu anlamıştım. Gerçekler maalesef acı verirdi.


“Korer de amca konusunda çok şanslı.” dediğimde gülümsedi. Gururlu bir şekilde bakıyordu. Bülent Kutlay ego konusunda zirvelerdeydi.


Sonunda o yere gelmiştik. En son Korer’le konuşmak için gelmiştim. Şimdi abimi görmek için buradaydım. İçimde bir hüzün vardı. Ben önden, Bülent Bey ise iki adım arkamdaydı. Bülent Beyle beraber cezaevi müdürünün odasındaydık. Cezaevi müdürü her zamanki yerindeydi. İlk Bülent Bey’in elini sıktı, sonra benim elimi sıktı. Bülent Bey’le sohbet ettikten sonra kimliğimi gardiyana vermiştim. Görüş yapılan yerde abimi bekliyordum. Açıkçası stresliydim. Şunu eklemek gerekirse abime kırgınlığım geçmiş sayılmaz.


Kapının açılma sesini duydum. Elleri kelepçeyle bağlı olan abimi gördüm. Ayağa kalktım. Abimin ellerindeki kelepçeyi çıkardılar. Sarılmıştım. Bu sarılmaya ihtiyacım vardı. Bırakmak istemiyordum. Gözümden bir damla yaş düşmüştü. Saçlarımdan öptü.


“Abi” dedim ağlamaklı bir sesle.


“Güzelim,” dedi ve elimi tuttu. “nasılsın?”


“İyiyim, sen nasılsın?” Elimi tutması yüzümde buruk bir gülümsemeye sebep oldu. Elleri sıcaktı. Bu sıcaklığı çok özlemiştim.


“Seni gördüm daha iyi oldum.” Gülümsüyordu. Ardından sitemkâr bir şekilde şunu ekledi. “Hiç gelmiyorsun bakıyorum. Unuttun mu abini?” Alınganlık vardı yüzünde.


Gözlerimi devirdim. “Biliyorsun, dava işleriyle ilgileniyorum. Avukat olmayı kolay mı sanıyorsun?”


Başını salladı. “Değil tabii ki. Fakat adım gibi eminim, sen bu zorluğun üstesinden geliyorsundur.” Geliyorum ama senin yokluğunun üstesinden gelemiyorum abi.


İkimiz bir süre sessiz kaldık. Abime bakıyordum. Baya değişmişti diğer yıllara göre. Hafif sakalları çıkmış, kalın kaşları ve o büyük koyu kahve gözleri -benim deyimimle zeytin gözlü- siyah saçlı, keskin yüz hatları ve belirgin çene çizgili yüzüyle buruk bir gülümsemeyle bana bakıyordu.


Artık dayanamayacaktım ve bunu abime söyleyecektim. “Abi neden bana yalan söyledin?” dedim tahammülsüz bir şekilde.


Abim neyi sorduğumu anlamıştı ama o bilmiyormuş gibi davranmaya başladı. “Ne konuda?”


“O şerefsiz yüzünden buradasın değil mi? Ben seni buradan çıkartmaya çalışırken o sürekli beni engellemeye çalıştı.” Gözlerimden yaşlar geliyordu. “Nasıl bunu bana söylemezsin? Kardeşin değil miyim?” Nasıl böyle bir şeyi benden sakladı hayret ediyorum.


Abim boş boş suratıma bakıyordu. O şerefsiz derken kimi kastettiğimi anlamıştı. Mahcup bir şekilde “O nasıl laf Ezgin? Tabii ki, kardeşimsin sen.” Onun da gözleri dolmuştu. “Evet, onun yüzünden buradayım. Ama inan bana Ezgin, senin için buna katlandım, mecburdum. Affet.”


Hıçkıra hıçkıra ağlıyordum. “Neden bunu zamanında söylemedin?” Abim parmaklarıyla gözyaşlarımı siliyordu. “O aşağılık adam bir şeyler yaptı da seni çıkartamadım değil mi?”


Abim gözlerini benden kaçırdı. “Söyleyemezdim Ezgin. Senin iyiliğin için… Hayatını doya doya yaşayasın diye sustum bir tanem.”


Acı içinde gülümsedim abime. “Sence bu doya doya yaşamış halim mi?”


Üzgündü abim. Üzmüştüm. Ben de üzgündüm. Ne diyeceğini bilememiş gibi bir hâldeydi. Kendini açıklayacak ama doğru kelimeleri seçmeye çalışıyormuş gibi bir hâli vardı. “Ezgin… Özür dilerim. Kızmakta çok haklısın.” Sesi çatallaşmıştı. “Kendimi nasıl affettiririm, bilmiyorum.”


Çenem titriyordu. Kızmamıştım. Abime asla kızamıyordum. “Benim yüzümden kendi hayatını mahvettin.” dedim gözlerimden yaşlar benden izinsiz dökülerek.


Abim de ağlıyordu. “Hayır Ezgin’im.” Her şeye rağmen gülümsemeye devam ediyordu. “Benim hiçbir zaman hayatım olmamıştı. Benim gibi olmanı istemedim.” Doğru söylüyordu. Abimin doğru düzgün bir hayatı olmamıştı. O hakkı elinden almışlardı.


Bir şey diyecektim ama abim sözümü kesti. “Bak, hayalini gerçekleştirdin. Hukuk fakültesinden mezun oldun. Benimde bir üniversiteden mezun olmak hayalimdi. Senin adına çok mutlu oldum.” Abimin hayali öğretmen olmaktı. Hayalini çaldı. Şimdi hapisteydi.


“Mezun olduğumda yanımda değildin. Hiçbir anımda yanımda olmadın.” dedim sertçe. “Ankara’daydım. Seni ziyaret edememiştim. Hep seni özledim. Cübbemi gösteremedim diye çok ağlamıştım.”


“Haklısın, çok özür dilerim.”


“Haklı olmam hiçbir şeyi değiştirmiyor. Özrünü kabul etmem de değiştirmeyecek.” Hiddetlenerek ayağa kalktım. Kafasını kaldırdı. Onu üzmek istemiyordum ama üzüyordum. Yanına gelip sarıldım. Kocaman kollarını bedenime sardı. Bir sıcaklık vardı bu sarılmada. İkimizde ağlıyorduk.


“Keşke şimdi evimize gitsek.” dedim. Abim hiç görmemişti evimi. Hatta odası hazırdı. Görünce seveceğini umuyordum.


“Gideceğiz, güzelim gideceğiz. Az kaldı sabret. Dayan azcık.”


Gardiyan geldiğinde görüş süresinin bittiğini söyledi. Ayrılmak istemiyordum. Yanağıma öpücük bıraktı.


“Kendine iyi bak Ezgin’im.”


“Sen de…”


Gardiyanlar abimin ellerine o lanet şeyleri bağlamıştı. Kafasını çevirip bana gülümsedi. Elimi salladım. Ondan ayrı kalmak istemiyordum. O da gitmek istemiyordu. Gitmişti. Bu yerde tek başıma kaldım. Artık çıkmam gerekiyordu.


Kimliğimi aldım ve çıktım. Çıktığımda gözlerim Bülent Bey’i arıyordu. Telefonundan birisiyle konuşuyordu. Beni görmüştü. Yanına doğru ilerlediğimde telefonunu kapatmıştı. Meraklı gözlerle bana bakıyordu. “Naptın, konuştun mu abinle?”


“Evet.”


“İyi bakalım. Evine mi bırakayım yoksa büroya mı?”


“Kendim giderim.”


Alınmış bir ifadeyle bana baktı. “Olmaz. Daha önce geldiğimizde de böyle yapmıştın.” Evet, yapmıştım. Tekrar yapacağım.


“Arkadaşım gelip beni alacak Bülent Bey.” dediğimde bana bakıyordu. Daha fazla ısrar etmedi. Vedalaştık sadece. Telefonumdan Fehmi’yi aramam gerekiyordu. Mahkeme arşivlerine bakacaktık. Telefonu çalıyordu. Allah bilir yine ne yapıyordu?


Telefon açıldı. “Ezgin Hanım?” dedi Fehmi. Adayla ikisine kızdığım için aramıza mesafe girmişti.


“Fehmi, napıyorsun?”


“İyi valla n’olsun. Adayla beraber yerleri sildik, daha yeni bitti. Siz naptınız? Abinizle görüştünüz mü?”


“Evet, görüştüm.” Duraksadım. “Fehmi, sana demiştim ya Korer’in dava dosyasına erişecektim. O yüzden arşiv dairesine gidecektik. Sen ve Ada da gelse olur mu?” Burnum tıkanmıştı.


“Tamam geliriz. Şu an cezaevinde misiniz?”


“Evet.”


“Tamamdır. Hemen geliyoruz Ezgin Hanım.”


“Görüşürüz.” dediğimde telefonu kapatmıştı.


Abimin o hâlini görünce kendime gelemedim. İlk defa onu bu kadar üzgün görmüştüm. O şerefsiz yüzünden böyleydik. Ayrı kalmıştık birbirimizden. Abime kırgınlığım bana bunu paylaşmamış olmasıydı. Eğer paylaşsaydı o şerefsiz herifin bunu yanına bırakmazdım.


Geç öğrenmem ona hesap sormayacağım anlamına gelmiyordu.


O herif illa ki karşıma çıkacaktı. Karşıma çıkmasını bekleyemezdim. Onu kendim bulacaktım. Adımın Ezgin olduğu kadar eminim ki o iblis beni ininden izliyordu. Bana acı çektirmek için mi yapmıştı bunu? Fakat ben ona bir şey yapmamıştım. Çocuktum sadece. Bir çocuğun içinde kötülük olabilir miydi? Pekâlâ, abim ne yapmıştı? O da çocuktu.


★★★★★★

İki saattir aralıksız ağlıyordum. Gözümden yaşlar dökülüyordu. Artık kendimi gereksiz yere sıkmak istemiyordum. Rahatlamaya ihtiyacım vardı. İnceldiği yerden kopsun artık. Yere çöktüm. Çaresiz hissediyordum. Başımı eğdim. O adamın kazandığını kabul etmiştim. Bir şey yapamazdım çünkü biliyordum. Benim yüzümden başka birisinin hayatı mahvolamaz. O aşağılıkta anlamıştır kendisinin kazandığını…


İçimdeki acı sanki yüreğimi ağır taş gibi sıkıştırmıştı. Gözyaşlarım yanaklarımdan süzülürken yere düştüğünü fark ettim. Nefes aldığımda göğsümde bir boşluk hissi vardı. Bu boşluk yılların boşluğuydu. O şerefsizin bıraktığı bir boşluktu. Bu boşluk benim hayatımı çalmıştı, yıllarımı, ailemi… Hepsi gitmişti. İçimde bir yabancılık hissi vardı. Kendimeydi bu yabancılık hissi.


Gözlerim uzaklara dalmıştı, bir anlık geçmişe dönmüştüm. Anılarımın çoğunluğu acılardan oluşuyordu. O herifle ilk karşılaştığım an aklıma geldi. Adını anmak istemiyordum çünkü korkuyordum ondan. Her ne kadar onunla yüzleşmek istesem de içimdeki o derinlikte hâlâ korkuyu hissediyordum. İçimde tıpkı 7 yaşındaki küçük Ezgin’in hissettiği o korku vardı. Bacaklarımın tir tir titrediği o korku dolu an…


Ellerimi yumruk yapmıştım farkında olmadan. Tırnaklarımı avuç içime bastırıyordum. Kalbim, göğsümden fırlayacak gibi. Sakinliğimi koruyacak durumda değildim. Gözlerimi kırptığımda bir yanma hissi vardı. Normaldi çünkü aralıksız ağlamıştım. Elimin tersiyle gözyaşlarımı silerek çantamın fermuarını açtım. Çantamdaki pet şişeyi elime aldım. Şişenin kapağını açıp içmeye başladım. İçtikten sonra tekrar gözlerimden yaşlar akmaya başladı.


Yerde yuvasına yiyecek götüren karıncaları izliyordum. Canlıları izlemek beni daha iyi hissettiriyordu. Belki mutsuzluğum bir nebze bile olsa geçerdi diye düşündüm. Karıncalar çok yavaş ilerlediğinden sıkılmıştım. O kadar dalmıştım ki birisi bana seslendiğinde irkilmiştim. “Ezgin Hanım.” Fehmi gelmişti. Ne ara iki saat geçmişti. Başımım kaldırdım. Ada da yanındaydı. Gözyaşlarımı silip ayağa kalktım. Fehmi kaşlarını çatmıştı.


“Ağladın mı?” dedi şaşırmış bir şekilde. Ağlamaya devam ediyordum. Kendimi tutamadım ve Fehmi’ye sarıldım. İlk başta afallamış gibi oldu. Üçümüz kaldırıma oturmuştuk. Kafamı Fehmi’nin omzuna gömdüm.


“Abimin hayatı benim yüzümden mahvolmuş Fehmi.” Gözlerimin içi yanıyordu. Kıpkırmızı olmuşumdur kesin.


“O nereden çıktı Ezgin?”


Başımı kaldırıp Fehmi’ye doğru baktım. “Benim iyiliğim için hapse girmiş. Hayatımı doya doya yaşayayım diyeymiş.” Hıçkıra hıçkıra ağlamaya devam ediyordum. “Onun hayatını mahvettim.”


“Ezgin…” Nasıl teselli edeceğini bilemiyor gibiydi. “Apophis mi tehdit etmiş?” Apophis’i o da biliyordu.


Başımı ‘evet’ anlamında salladım. “O şerefsiz hayatımı mahvetmek için bunu yaptı.” Fehmi’nin mavi gözlerindeki o öfkeyi görebiliyordum. Koyu kumral saçlarından bir parçası rüzgârdan dolayı alnına düşmüştü. Abimi niye tehdit etmişti bu şerefsiz? Bunun cevabını da kendim bulmalıydım.


Ada, “Bu adamın abinle derdi ne?” diye soru yöneltti gerginlikle.


“Bilmiyorum.”


Fehmi, Ada’ya doğru kaş göz yaptı. Fehmi yanaklarımı avuçlarının içine alıp “Ezgin istersen şimdi arşiv dairesine gitmeyelim. İyi değilsin.” dediğinde kaşlarımı çattım.


“Hayır gitmemiz gerekiyor. Korer’in davasına bir yerden başlamamız gerekiyor. Bu iş daha fazla uzamasın.”


Ada gülümsedi. “Tamam, madem gideceğiz bir kahve içmeden gitmeyelim derim.” Bu teklifi duyunca Fehmi’nin yüzünde güller açtı. Bana baktı, benden cevap bekliyordu.


“Tamam, gidelim.” dedim tebessüm etmeye çalışarak.


Üçümüz oturduğumuz yerden kalktık. Fehmi’nin Tofaş’ını gördüğümde yüzümü ekşittim. Fehmi bunu fark edince bozuldu.


“Ezgin Hanım.” dedi imalı bir ses tonuyla ve imalı gözlerle bana baktı. “Sizi almaya Ferrari’yle gelecek değiliz.”


Gözlerimi devirdim sinirle. “Arabanda örümcek kabilesi yaşıyor. En son bindiğimde kafam kadar örümcek görmüştüm. Dalga mı geçiyorsun?”


Ada beni onaylamıştı. “Evet, Fehmi. Ben de görmüştüm. Dana gibiydi.” dediğinde ikimizde birbirimize bakıyorduk.


Fehmi bayılıyormuş gibi yaptı. “Abartmayın ikinizde. Onlar minicik kime ne zararı var? Geçen gün arabayı oto yıkamacıya verdim. Cillop gibi oldu içi.” dedi arabasının kaputuna yaslanarak.


Gülmemek için kendimi zor tutmuştum. Eminim cillop gibi olmuştur canım. Fehmi öldürücü bakışlarıyla beni korkutmaya çalışıyordu. Çok korkmuştum(!)


Fehmi’nin muhteşem(?) Tofaş’ına geçmiştik. Beni şaşırtan şey arabanın içinin güzel kokmasıydı. Hayret etmiştim. Oturduğumda arabanın altına baktım. Örümcek var mı diye kontrol etmiştim. Neyse ki yoktu. Eğer olsaydı Fehmi’ye yedirirdim o örümceği.


Ben arkaya, Ada da önde kafeye gidiyorduk. Arabadan değişik sesler gelmeye başladı. “Bana bak Fehmi, arabayı tamire götürdün, değil mi?


Fehmi dikiz aynasından bana baktı ve başını olumlu anlamda salladı. “Herhalde yaptırdım Ezgin. Senin Mercedes’in gibi değil. Hatta manuel vitesli.” Arabasının manuelliğini övmese şaşırırdım. Sanki biz manuel vitesli araba kullanmadık.


Kafeye vardığımızda fazla sıra yoktu. Hesabı ödeyecektim fakat Fehmi kesinlikle bunu kabul etmemişti. Fehmi’yle inatlaşacak modda değildim. Ben ve Ada, Fehmi’ye ne içeceğimizi söyledik. Boş bir masaya geçtik. Geçen gün Ada ve Fehmi’ye sert çıkışmıştım. Bu yüzden pişmanlık duyuyordum. Ada’ya bir şey söyleyecekmiş gibi baktım.


“Ada, bir şey söyleyeceğim.” dediğimde ela gözleriyle meraklı bir şekilde bakıyordu. “Sana sert çıkıştığım için özür dilerim. Şeyma’yla aranızda olan gerginliği merak ettim sadece.”


“Sorun değil Ezgin. Ayrıca iş yerinde mesafemizi korumamız gerekiyor.” Yani, doğru söylüyordu. Arkadaş olabilirdik ama iş yerinde mesafeli olmamız gerek.


Ada’nın yeni aldığı makyaj malzemeleri hakkında konuşuyorduk. Bende niye beni çağırmadığıyla alakalı ona sitemde bulunuyordum. Biz konuşuyorken Fehmi kahvelerimizi getirmişti. Fehmi azcık Ada’yla şakalaşıyordu. Eee insan sevdiğiyle uğraşırdı mantıken. Yazılı olmayan bir kural.


Fehmi beni hedef olarak gördü ve korumacı abi gibi konuşmaya başladı. “Bana bak, şu Fırat denen herifle görüşmüyorsun değil mi?”


Onu uyuz etmek için şaşırmış gibi yaptım. “İyi ki hatırlattın. Ona mesaj atacağım en kısa zamanda. Eksik olma Fehmi’ciğim.” dediğimde Ada kahkaha atıyordu. Fehmi ise tahammülsüz bir ifadeyle bana bakıyordu.


Ellerimle ona kalp yaptım. Bir karşılık vermedi. -hiç şaşırmadım- Boncuk gözleriyle bana dik dik bakmaya devam ediyordu. “Ezgin delirtme beni. Zaten dün büroya uğramıştı. Bende onu medenice kovmuştum.” Ada, Fehmi’ye ‘emin misin?’ der gibi bakıyordu.


Umarım çocuğu dövmemişsindir Fehmi.


Kaşlarım havalandı. “Sen ve medeniyet?” Ada’yla ikimiz buna güldüğünde Fehmi iyice bozulmuştu.


“Sen git konuş o yavşakla. Hiç gözüm tutmadı zaten.” diyerek gözlerini devirdi.


“Niye ya? Hem karizmatik hem de doktor yani. Çalışkan birisine benziyor. Doktorlar çalışkan olur.” Fehmi ‘ay götüm’ bakışı attı.


“Avukatlar ne oluyor?”


Ada lafa atladı. “Avukatlar da öyle. Özellikle Ezgin gibi.” dediğinde bana gururlu bir bakışla baktı. Fehmi, Fırat’a uyuz olmuştu. Sinirden pipeti bükmeye başladı. Bu sinirin arkasında çok şey var. Daha fazla ortamın gerilmemesi için gitmeliydik.


“Hadi kalkalım artık. Şu işi halledelim.” Ayağa kalktım. En son Fehmi ayağa kalktı. Neyse ki Fehmi birazcık sakinleşmiş gözüküyordu. Arabaya bindiğimizde ortam daha da gerilmişti. Sessiz kalmam en iyisiydi.


Biraz içim geçmişti. Normalde kahve içtikten sonra uyuklamazdım. Biraz gözlerimi kapadıktan sonra arabanın ani freniyle ve Fehmi’nin bağırmasıyla ödüm kopmuştu.


“NİYE SİNYAL VERMİYORSUN AMINA KODUĞUM.” Gözlerimi açtığımda Ada da benim gibi şok içindeydi. Adam el kol yaparak bir şeyler söylüyordu. Fehmi yoluna devam etti. Dudaklarından belli belirsiz ettiği küfürleri duyuyordum. Ben hâlâ olayın etkisindeydim. Fehmi’ye bir şey diyemezdim bu gerginlik içinde.


Çok şükür sağ salim adliye binasına varmıştık. Üçümüzde karizmatik bir şekilde adliye binasına giriş yapmıştık. Dışarıdan üç şapşal gibi gözüküyordum, eminim. Ağır ağır yürüyerek mahkeme arşiv dairesine gelmiştik. Öncelikle sakin kalmam için derin bir nefes aldım. Ada destek amaçlı elini omzuma koydu. Gülümsedim. Ada bizi dışarıda bekleyeceğini söyledi. Fehmi’yle ikimiz Korer’in davasına baktığımız için beraber inceleyecektik dosyayı. Kapıyı çaldım ve açtım.


İçerideki arşiv memuru üçümüze baktı. “Buyurun.” dedi soğuk bir sesle.


“Merhaba, ben Avukat Ezgin Kunter. Müvekkilim Korer Çağlar Kutlay’ın yargılandığı davanın dosyalarına erişmem gerekiyor.” dedikten sonra kimliğimi uzattım. Fehmi de kimliğini uzattı.


Arşiv memuru bilgisayarından bir şeyler yazdığında bana doğru baktı. “Hangi dosyayı arıyorsunuz?” dediğinde karar kâğıdını çıkardığımda dosya numarasını söyledim.


Arşiv memuru bilgisayarından bir şeyler yazdı. “Dosyanın nerede olduğunu göstereyim size.” Memuru takip etmeye devam ediyorduk. Geldiğimizde bir raftan dosyayı alıp bana verdi. Bu belgeden davayla alakalı birkaç şeyi anlayabilirdik.


“Fotokopi çektirmemiz mümkün mü?” diye sordum.


“Tabii ki, ama fotokopi için izin belgesi imzalamanız gerekiyor.”


Fehmi ve ben imzaladıktan sonra memurdan fotokopileri aldığımızda teşekkür edip kimliklerimizi aldık.


Ada koridorda bizi bekliyordu. Ona ilerlediğimizde adliye binasından çıkmıştık. Ben inanıyorum ki Korer’in bu davasını çözecektik.


★★★★★★

3. ŞAHSIN ANLATIMI:


Karanlık odada elleri kolları bağlanmış, yatakta yatıyordu Korer. Üzerindeki deli gömleği vücuduna tam uymuştu. Geleli 48 saat olmuştu. Burası hapishaneden daha mı kötüydü, karar verememişti. Saçlarını gelir gelmez üçe vurmuşlardı. Hiçbir şey yapamıyordu. Gerçekten delirmiş miydi? En son sakinleştirici yaptıklarını hatırlıyordu. Normalde yalnız kalmayı severdi fakat bu sefer yanında birisinin olmasını istiyordu. Birisinin onun elinden tutmasını içinden geçiriyordu. İçini dökmek istiyordu güvendiği birisine. Kime güveniyordu ki?


Amcasına mı yoksa Ezgin’e mi?


Ezgini hiç tanımıyordu, neden ona karşı bir güven hissi olduğunu düşündü.


Mesleğinden ötürü mü?


O zaman diğer avukatlara da güvenirdi.


Farklı bir şeyler hissediyor gibiydi.


Korer’in zihni anlık olarak bulanmıştı. Gözleri bulanık görmeye ve başına bilinmedik bir ağrı girmişti. Sanki bir şeyi hatırlamak üzereydi.


Annesinin kahverengi saçlarını, yemyeşil gözleriyle oğluna gülümseyerek bakan kadını hatırladı. Şöyle bir sorun vardı. Annesi, Korer’e hiç gülümsemezdi. Neden annesini gülümseyerek hatırlamıştı? Babasını da hatırlamıştı. Babasının koyu saçları, kahve gözleri ve kalın kaşlı, heybetli boyuyla oğluna bakıyordu. Babası, Korer’in saçlarını okşamıştı. Fakat babası onun saçlarını okşamazdı. Ondan tiksinirdi. Yüzüne bile bakmazdı babası.


Ailesini hatırlayınca titremeye başlamıştı. Sakinleşmek için gözlerini kapattı ve derin bir nefes aldı. Amcası onu görmeye neden gelmemişti? Amcasına özlem duymuştu. “Keşke gelseydi.” diye içinden geçirmişti. Ezgin’i de görmek istiyordu. Fakat göremeyecekti. Konuşmak yasaktı. Tıpkı küçükken babası tarafından kardeşine ve ona evden dışarıya çıkmasına izin vermemesi gibiydi. Biraz dinlenmek istiyordu. Böylesinin daha iyi olacağını düşündü. Gelecekte onu nasıl bir hayat bekliyor bunu merak ediyordu?


★★★★★★

Ezgin, Fehmi ve Ada; Ezgin’in evine varmışlardı. Üç arkadaş bir davanın peşindeydi. Normalde davalarını tek başına halleden Ezgin, dostlarından yardım istemek zorundaydı. Bu işi tek başına halletmesi zor olacaktı. Dosyanın çıktılarını incelemeye başladı Ezgin. Ciddi bir şekilde Korer’in ifadesine bakıyordu, Fehmi tanıkların ifadesine, Ada ise savcılığın iddianamesini inceliyordu. Korer’in ifadesinde şunlar yazıyordu:


Sanığın adı: Korer Çağlar Kutlay


Tarih: 12 Ekim 2012


Olay: Suçlama- Cinayet


İfadesi:


Odamdaydım. Kardeşimle dışarı çıkacaktık, hazırlık yapıyordum. Evde birileri var mıydı, bilmiyorum. Başım döndü. Birden gözlerim karardı. Midem kaynamaya başladı. Yanma hissi vardı. Bir şeyler olmuştu sanki. Odamdan çıktım. Kardeşimi gördüm, kanlar içindeydi. Ellerimde onun kanı vardı. Bıçak elimdeydi. Evin içinde bağırdım, kimse yoktu. Sonra polise ihbarda bulundum. Bilerek yapmadım, kazaydı. Onu ben öldürdüm. Neden yaptığımı bilmiyorum.


Başım döndü ve birden gözlerim mi karardı? “Korer’in psikolojik rahatsızlığı yeni değil miydi?” diye düşündü. Tabaktaki kuruyemişlerden ağzına attı. Ezgin ağzını araladı bir şey söylemek için. “Korer’in ifadesi çok çelişkili sanki…”


Fehmi ve Ada sorgulayarak Ezgin’e baktı. “Bir diyor ben yapmadım, öldürdüm sonra neden yaptığımı bilmiyorum diyor.” Fehmi sol tarafa gözlerini çevirdi. Bir şey düşünüyordu. “Eğer öldürdüyse bir nedeni olmalı değil mi? Zevk için insan öldürülmez. Eh, tabii sosyopat değilsen…”


“Yani… normaldir Ezgin. Sonuçta şoka girmiştir. Kardeşini kanlar içinde yerlerde görmüş. Kolay değil.” dediğinde Ezgin, Fehmi’ye katılmıştı. “Ve evet, dediğin gibi. Hangi niyet için bunu yapmış bilmiyoruz. O da bilmiyor.”


Fehmi kâğıdı eline aldığında kahverengi tonlarındaki sakallarını kaşıyordu. Fehmi tanıkların ifadelerini okurken bir şey dikkatini çekmişti. Hepsinin ifadesi aynıydı. Hizmetçilerin, korumaların, Kerem Kutlay’ın…


“Kerem Kutlay kimdi lan?” dediğinde Fehmi, Ezgin’e baktı.


“Korer’in babası.” Fehmi başını salladı.


“Evdeki çalışanların ve babasının ifadesi birebir aynı.” Üçü de aynı fikirde buluşmuşlar gibiydi. Hepsi aynı şeyi düşünüyordu.


Ada da savcılığın iddianamesinde bir şeyleri fark etmişti. Bazı tanıkların ifadeleri yoktu. Kerem Kutlay da ifade vermişti fakat onun ifadesi iddianamede yer almıyordu.


“Kerem Bey’in ifadesi iddianamede yazmıyor?” Üç arkadaş bu işte bir şeylerin döndüğünü anlamıştı. Bunu kimin yaptığını nasıl bulacaklardı?


“Kendimi Sherlock Holmes gibi hissetmem normal midir aşkolar?” dedi Fehmi sesini incelterek. Saçlarını geriye atmış gibi hareket yapmıştı. Ezgin ‘ya sabır’ diyerek ellerini açmıştı. Camdan atlama arzusu gelmişti.


Ezgin ters ters bakarak “Sherlock Holmeslikten değil de… İşin içinde bir dava vardır. Belki avukat gibi hissediyorsundur.” dedi. Fehmi, Ezgin’in bu ciddiliğine gıcık oluyordu. Fakat bu haklı olmadığı gerçeğini değiştirmiyordu.


Fehmi ofladı “Aman be Ezgin, gına geldi şu ciddiliğinden.” Ada onaylayıcı bir bakış atmıştı Fehmi’ye. Aşkından onay aldığı için gururlu bir şekilde Ezgin’e bakıyordu.


“Şu an şaka yapmak için toplanmadık farkındaysan. İş için buradayız.” Ezgin gözlerini devirdi. Fehmi içinden “Klasik, Ezgin işte.” dedi. Ada da Fehmi de onun bu hallerine alışmıştı. Ezgin idealist bir kadındı. İşinin en iyisini yapmak istiyordu. Bir dava vardı ve bunu çözmeleri gerekiyordu. Eğer istediği sonuca ulaşamazsa bu durum onu sinirlendirecekti.


Fehmi kuruyemişlerden alarak “Benim anlamadığım şey Bülent niye yok bu soruşturma sürecinde?” Ağzı doluyken konuşuyordu.


“O dönem yurt dışındaymış. Korer için Türkiye’ye dönmüş.” Fehmi bir yandan ağzında sevdiği bademleri çiğnerken bir yandan Ezgin’i dinliyordu. Kaşlarını çattı Ezgin. “Ayrıca ağzın doluyken konuşma Fehmi. Sinir oluyorum bu huyuna. Azcık kibar ol.” diye yükseldi. Fehmi gözlerini devirdi. Ada güldüğünde Fehmi hayranlıkla onu izliyordu. İçinden elini tutma isteği geldi. Kendisine engel olamayacağını anladığında çoktan Ada’nın elini tutmuştu. Ada elini çekmemişti. Ela gözleriyle Fehmi’nin mavi gözlerine bakıyordu. Maviliğinde kaybolmuştu. Ezgin bu durumu fark edince ikisine imalı bakmaya devam etmişti. Fehmi ve Ada başını Ezgin’e doğru çevirdiğinde hâlâ imalı bakışlarını sürdürüyordu. Bu demek oluyor ki işinize odaklanın. İkisi de bu mesajı anlamıştı.


Ezgin boğazını temizledi. “Bakın, bu işte bir şeyler var. O yüzden şu işe odaklanalım.” dedi uyarıcı ses tonuyla. “Sonra ne bok yerseniz yiyin.” Çenesi kasılmıştı. Gerginliği bakışlarından anlaşılıyordu. Ezgin iş başındayken böyle şeylere tahammülü yoktu. Bu huyunu bilmelerine rağmen uyuz olduğu suratından belliydi. Belli belirsiz bir sesle “Ne var bu işte?” diye mırıldanmıştı. Bu cinayeti gerçekten Korer mi işlemişti, diye düşünmüştü ilk başlarda. Fakat içinde onun yapmadığına dair bir his vardı. Ezgin’e göre bu hislerin bir önemi yoktu. İnanmazdı. Önemli olan gerçeklerdi. Bu sefer çok farklı bir şey vardı. İçindeki hisse önem verecekti.


“Bunu zaman gösterecek arkadaşlar.” dediğinde neyi kastettiğini anlamışlardı. Bu cinayeti onlar değil, Korer çözecekti. Er ya da geç hatırlayacaktı.


“Korer yapacak bunu.” diye düşündü içinden. Ezgin’in tek umudu Korer’in geçmişini hatırlamasından yanaydı.


Eeee yeni bölümü nasıl buldunuzzz.


Ezgin abisiyle vakit geçireceği için çok mutluyummm.


Oy vermeyi ve yorum yapmayı unutmayınızz.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 


Loading...
0%