@gulsahcan
|
Yorgunluk, bedenimi sandığımdan daha çok etkilemeye başlamış olacak ki ormandan döner dönmez yatağıma uzandığım gibi derin bir uykuya dalmıştım. Hava henüz aydınlıkken uyuyup, ertesi sabah erkenden gözlerimi açmayı beklemiyordum ancak güne dinlenmiş ve dinç olarak başlamak iyi hissettirmişti.
Ortak kısımda kimsecikler yoktu. Kahvesini alan Neşe, yeniden odasına döndü ve beni ortama hakim olan sessizlikle baş başa bıraktı. En azından Barkın'ı uyandırmayı ve derslerden önce onunla biraz sohbet ederek kafamı dağıtmayı istiyordum ancak diğer erkekleri rahatsız etmekten çekindiğim için beklemeye karar verdim. Nasıl olsa bir saate kadar herkes uyanmış olacaktı.
Koltuğa yerleşerek dizlerimi kendime doğru çektim ve Orman Tarihi kitabını okumaya koyuldum. İlginç gelen ve daha sonra Alkım Hoca'ya sormak istediğim bazı yerleri not alırken, bir yandan da yeşil çayımı yudumluyordum.
Zaman bir türlü geçmiyordu. Duvardaki saatin yelkovanı ancak yirmi dakika kadar ilerlemişken, dün akşam olanları yeniden düşündüğümde midemin kasılmasına engel olamadım. Deniz'in Karam'a hesap soracağını düşünmek beni bile geriyordu. Yılan'ın bunu yapacak cesareti olup olmadığını öğrenebilmenin tek yolu, onu gördüğüm ilk an Karam'la konuşmaktı. Sanki Deniz'i kışkırtacak bir şey yapmamışım gibi masum davranmalı ve aramızda geçen diyalogları ben anlatmaya başlamadan, onun sormasını sağlamalıydım. Hem Aslan Lider'in gece yarısı beni ormanda bekleyip beklemediğini de merak ediyordum.
O esnada odasından çıkan Kerem ''Günaydın.'' dedi. Gözlerini ovuşturuyordu. Kerem'den birkaç dakika sonra Barkın da odadan çıktı ve yalpalayan adımlarıyla koltuğa doğru ilerleyip kendini bir çuval gibi karşımdaki boşluğa bıraktı.
''Gün asla aymıyor Feride ve ben ne kadar erken kalkarsam kalkayım, sen hep benden önce uyanmış oluyorsun. Nasıl başarıyorsun bunu?''
Gülümseyerek kitabımın kapağını kapattım. ''Bilmem.'' diyerek omuz silktim. ''Uyku düzenim iyice şaştı. Siz uyanana kadar ikinci bir gün daha yaşıyorum sanki.''
''Dün akşam seni yemekte görmedim. Şanslısın ki son olaylar yüzünden zorunluluk kurallarını esnettiler. Yoksa ceza alabilirdin.''
''Uyuyordum. İyi ki de kimse uyandırmamış beni. Uzun zaman sonra dinlenmiş bir şekilde uyandım.''
''Kimse uyandırmamış mı?'' diye çıkıştı birden. ''Afra yemekhaneye geldiğinde burnundan soluyordu. Işık seni sorunca, tokat bile attım ama uyanmadı dedi.''
Barkın'ın cümlesine şaşırırken aynı anda kahkaha attım ve ''Ölmüşüm ben, uyumamışım.'' dedim sırıtarak.
Çok geçmeden ortak kısım kalabalıklaştı. Barkın kahvaltı öncesi öğünü olan badem ve fındıkları ceplerine sıkıştırıyor, Neşe'yse uyandığından beri kaç bardak içtiğini sayamadığım kahvesini fincanına dolduruyordu. Ayılmaya çalışan Ağaçların arasında cin gibi görünüyordum. Duru ve Kerem bir kenarda cilveleşiyorlardı ve bu yalnızca benim dikkatimi çekmemişti. ''Okul yavaş yavaş normale dönmeye başladı.'' dedi Neşe ikisine bakıp gülerken. Afra'nın kıyafetlerini değişerek odadan çıkmasıyla ayaklandım ve yemek salonuna gitmek üzere yatakhaneden ayrıldık.
Yemek salonu her zamankinden gürültülüydü. Kahvaltılık birkaç şey aldıktan sonra Pamir ve Anıl'ın çoktan yerleştiği masamıza doğru ilerledik. ''Günaydın.'' dedi Afra, Anıl'ın yanağından öptükten hemen sonra. Anıl da tıka basa dolu olan ağzına inat ''Günaydın.'' diyerek karşılık verdi ve kaşığını masaya bırakıp Afra'ya sarıldı. İkisini böyle görmeyi seviyordum.
''Günaydın Çaylak.''
Pamir'in sırf bana gıcıklık olsun diye Çaylak dediğini biliyordum. Ona yüzümü buruşturarak yanıt verdiğimde güldü ve kopardığı ekmek parçasını ağzına attı.
Anıl yüksek sesle ''Güzel! Bugün herkesin keyfi yerinde anlaşılan.'' dedi.
''Sululuk yapıp da bunu bozmayacaksan, evet kardeşim. Herkes iyi görünüyor.''
Pamir'in cevabı beni güldürürken, ona karşı olan kırgınlığımı anımsadım ve yüzüm anında düştü. Saatlerdir uyuduğumdan olsa gerek, bir anlığına ona karşı olan burukluğumu unutmuştum. Yine de Afra ve Anıl'a bir şey belli etmek istemiyordum. Bu konuyu daha sonra, Pamir'le yalnız kaldığımda konuşacaktım.
Kahvaltı etmeye başladıktan birkaç dakika sonra Barkın, Kerem ve Duru yanımıza gelerek ''Oturabilir miyiz?'' diye sordular. Afra onları içtenlikle karşıladı ve yana kayarak oturmaları için onlara yer açtı önce. Ardından Pamir yerinden kalktı ve benim yanımdaki boşluğa oturdu. Masamız gün geçtikçe kalabalıklaşıyordu. Işık'ın ileride, kendi yatakhane arkadaşlarıyla oturduğunu gördüğümde biraz üzülmüştüm. Ancak göz göze geldiğimiz ilk an sıcacık bir gülümsemeyle bana el sallayışı, onun hala bir taraf olmadığını anlamama yetmişti. Herkesle arkadaş olabileceğini her fırsatta göstermesini ve bu konuda sağlam bir duruşunun olmasını takdir ediyordum.
Tam bir Gölge gibi davranıyordu.
''Kalbinden sevgi taşıyor sanki, hissediyorum. Kime karşı böyle yoğun bir sevgi beslediğini merak ettim doğrusu.''
Pamir'in kulağıma fısıldadığı cümleyle gözlerimi Işık'tan ayırdım ancak ona dönmedim. Çatalımla yuvarlaklar çizdiğim tabağıma diktim bakışlarımı. Pamir bu davranışımın ardından yeniden konuştu.
''Bana kırıldığını biliyorum Feride. Sana öyle bağırmamalıydım.''
''Yalnızca bana bağırdığın için kırgın değilim. Bunu şu an konuşmak istemiyorum.''
Net tavrım onu kolayca ikna ederken diğerlerinin sohbetine katıldı ancak kahvaltının geri kalanı boyunca tabağına dokunmadı. Benimse gözüm hala etrafta dolanıyordu. Aslanlar'ın masasına bilerek bakmıyordum. Karam'ın orada olup olmadığını deli gibi merak ediyor olsam da hevesli görünmemeliydim. Bakışlarım bana öldürecekmiş gibi bakan Deniz Yılanı'na çarptıklarında gözlerimi kaçırmadım. Sonunda pes ederek önüne dönen o olmuştu ve bu beni oldukça şaşırtmıştı.
Sahi, Karam'la konuşmuş olma ihtimali var mıydı? Konuştuysa bile Karam ona ne söylemişti ki bana ölümcül bakışlar atıp sonra da gözlerini kaçırmıştı?
''Bahçeye çıkalım mı biraz?''
Pamir'in teklifiyle düşüncelerimden sıyrıldım. Onu reddetmeyecektim elbette. Konuşarak aramızdaki problemleri çözmenin bir yolunu bulabileceğimize inanıyordum. Üstelik tehlikeli bir işbirliği içindeyken aramızdaki güvenin sarsılmasına izin vermek doğru olmazdı.
''Çıkalım.''
Gün geçtikçe serinleyen havaya inat hala incecik giyiniyordum. Normal Olanlar'ın dünyasında, hava böylesine hızlı değişmezdi.
Pamir ''Sakin bir yere gidelim istersen.'' dedi sorusunun üstünü kapatarak. Bahçe öylesine kalabalıktı ki herkesin havalar daha da soğumadan yeşil çimenlerin keyfini sürmek istediğini anlamak zor olmuyordu. Bunca şeyle uğraşmıyor olsam ben de yalnızca derslere girip çıkmak, boş vakitlerimde güneşe yüzümü dönerek kitabımı okumak ve belki de Kerem ve Duru'nun yaptığı gibi hoşlanabileceğim birini bularak flört etmek isterdim.
''Asansöre gidelim.'' dedim düşünmeden. Pamir ''Neden?'' diye sorduğundaysa omuz silktim. İçten içe eve mi dönmek istiyordum yoksa Karam'ın, Pamir ve beni göremeyeceği tek yer olabileceği için mi oraya gitmek istiyordum bilmiyordum.
''Kimse yoktur orada, rahat rahat konuşuruz.'' dedim ve Pamir'i beklemeden yürümeye başladım.
Asansöre yaklaştıkça hava ısınıyor, içim huzur doluyordu. Gerginliğimin omuzlarımdan sarkan ağır bir paltonun aşağı kayarak yok oluşu gibi kaybolması, beni hafifletmişti. Oysa ne hava ısınıyordu, ne de huzur dolacak bir nedenim vardı elimde. Hissettiğim bu rahatlamanın tek nedeni, Pamir'in duygularım üzerindeki etkisiydi şüphesiz.
''Yapma.'' dedim aniden duraksayarak. ''Bırak gergin ve sinirli kalayım. Buna müdahale etmeye hakkın yok. Hele bu gerginlik ve sinirin sebebi senken!''
Bir şey söylemediğinde yürümeye devam ettim. Az önce hissettiğim sıcaklık ve huzurun bedenimden hızla çekilmesiyle tüylerim ürperdi. Asansöre varmıştık. Kapıların kilitli olduğunu görmek bir yandan içimi burksa da bu beklediğim bir şeydi. Dönem sonu gelmeden hiçbir öğrencinin okuldan ayrılamayacağını biliyordum.
''Evet, yeterince sessiz.''
''Bak,'' dedi ve tam önümde durdu. ''Sana bağırmamalıydım ve bu konuda sonuna kadar haksızım, biliyorum.''
Ona karşı fazla sert davrandığımı düşündüğüm her an, kırgınlığım az bile diyordu kulağıma fısıldayarak. Üstelik konuşmasının devamı, ona olan sinirimi iyice körüklemişti.
''Ama Karam'ın adını ağzına aldığın her an onu savunduğunu hissediyorum ve bu beni çok geriyor. Tepkilerim konusunda kendime engel olamıyorum Feride.''
''Ben Karam'ı savunmuyorum.'' dedim bir çırpıda. ''Yalnızca Karam'ı kafanda öyle çok suçluyorsun ki bazı şeyleri göremiyorsun. Ben de göremediğin şeyleri sana göstermeye çalışıyorum, hepsi bu.''
''Neden Karam'ın masum olabileceğine böylesine inanıyorsun? Onu birkaç hafta öncesine kadar tanımıyordun bile.''
''Sen neden inanmıyorsun?'' diye sordum. Ani sorum karşısında afallamıştı ve istediğim tam olarak buydu. ''Ona güvenmediğini ve seni hayal kırıklığına uğrattığını biliyorum. Bunu anlayabilirim ama daha bir sene öncesine kadar en yakının olan insan hakkında böyle kesin hükümlerin olmasını anlayamıyorum Pamir.''
Kafasını iki yana salladı. ''Hiçbir şey bilmiyorsun.''
''Biliyorum.'' dedim yeniden. Ona neden meydan okuduğumu bilmiyordum ancak Afra Karam'a güveniyorsa, ben bile bir şekilde Karam'a güveniyorsam, Pamir de güvenmeliydi.
''Yalnızca öfkelisin. Aslında Karam'ı öyle çok seviyorsun ki, sizden uzaklaşmasına veremediğin anlamı içinde büyüttüğün öfkeyle örtüyorsun. Karam'ın katil ya da katili bilen kişi olduğuna inandığın için değil, ona kızgın hatta kırgın olduğun için Karam'ın aklanma ihtimaline bile dayanamıyorsun.''
Hiçbir şey söylemedi. Tepkisini ölçemiyordum fakat ileri gitmeye devam ediyordum kelimelerimle onu uyandırmayı amaçlayarak. Bakışlarındaki pişmanlık yerini anlam veremediğim bir gize bırakmıştı ve Pamir'in duygularını gizlemekte herkesten başarılı olduğu bilinen bir gerçekti. Yine de susmadım.
''Semih için üzgünüm Pamir. Ama Aslı da benim burada tanıdığım, güvendiğim ve bir bağ kurabileceğime inandığım ilk insandı. Onu bunca bilinmezliğin arasındaki daha ilk günden kaybetmek ve buna şahit olmak omuzlarıma nasıl bir yük bindiriyor bilemezsin. Bu yüzden katili bulmayı ve tüm bunların hesabını sormayı en az senin kadar çok istiyorum.''
Sağ elim usulca havalandı ve Pamir'e doğru bir adım kadar yaklaştım. Buzdan prens, ona dokunduğum an kendini salıvermişti sanki. ''Ben bu oyunda ilk sana güvendim.'' Parmaklarım elinin üzerinde geziniyordu konuşmayı sürdürürken. ''Sen de bana güvenmelisin artık. Bir şey saklamamalı, Karam'ı savunduğuma inanmak yerine yaptıklarımın ya da söylediklerimin mantıklı bir sebebi olduğuna inanmalısın.''
Gözleri, kurduğum her bir cümlede haklı olduğumu kanıtlar nitelikteydi. Hüznü ve hırsı birbirine karışmıştı, bunu görebiliyordum. Yalnızca bana bağırdığı için değil, Alef'i benden sakladığı için de ona kırıldığımı anlamıştı artık.
''Güveneceğim.'' dedi fısıltıdan farksız çıkan bir ses tonuyla. Ve hiç beklemediğim bir şey yaparak beni kendine doğru çekti. Kolları bedenimi sımsıkı sarmışken bir kez daha fısıldadı.
''Artık sana koşulsuz şartsız güveneceğim Feride. Özür dilerim.''
#
Engelleme dersi gün geçtikçe daha çok işime yarıyordu. Farklı tekniklerle birlikte Engelleme kullanmayı her birimiz geliştirmiştik. Nedim Hoca da bu durumdan oldukça memnundu.
''Bugünlük bu kadar çocuklar, ancak size duyurmam gereken bir şey var.''
Birinci dönemler olarak Nedim Hoca'nın ağzından çıkacak kelimeleri dört gözle beklemeye başladık. ''Bildiğiniz üzere geçtiğimiz haftalarda tatsız bir olay vuku buldu.'' dedi gözlüklerini çıkarıp boş masanın üzerine yarım yamalak oturarak.
''Tatsız olay diyerek basitleştirdiğiniz şey, okulda bir cinayet işlenmiş olması ve katil hala aramızda dolaşıyor.''
Arık'a hak vereceğimi düşünmezdim ancak gerçek buydu. Durumun ciddiyeti, ortaya çıkan notla birlikte kesinleşirken artık kurulun öğrencilerden bir şeyler saklayarak ilerlemesi imkansız görünüyordu. Bu duyuru da Alef'in ormanda söylediklerini kanıtlıyordu.
''Teşekkürler Arık, söz almadan ikinci kez konuşuyorsun ve bu, sene sonu yeterlilik sınavında sana geçer not vermemi zorlaştıracağa benziyor.''
Işık kıkırdarken, Arık arkasına yaslandı ve yüzünü buruşturdu. En azından yaptığımız her şeyin iyi ya da kötü bir yaptırımı olacağını bilmek, öğrencilerin rahat durması için güzel bir koz olmalıydı.
''Dediğim gibi, olayın Özel Olanlar tarafından araştırılması uygun bulunduğu için bir grup eski öğrencimiz bir haftadır okulda bulunuyor. Siz onları göremiyorsunuz çünkü okulun içinde size kendinizi rahatsız hissettirmek istemiyorlar. Araştırmalarını gizlilikle yürütüyorlar ancak son yaşanan bir gelişmeyle birlikte Özel Olanlar, birinci dönemler de dahil olmak üzere tüm öğrencilerle görüşmeye karar verdiler. Müdürümüz Gürkan Bey'in de katılımıyla gerçekleşecek olan bir sorgu süreci yaşayacaksınız. Bunu size derste anlatma sebebim, hafta başı geldiğinde sorguya çağırılacak olan ilk grubun birinci dönemler, yani sizler olması. Şaşırmanızı ya da korkmanızı istemiyorum. Sizden sorumlu eğitmen olarak, bunun yalnızca gereken bir soruşturma olduğunu bilmenizi isterim. Kimse sizi suçlamıyor.''
Nedim Hoca konuşmaya devam ettikçe, sınıfta ince bir uğultu kol gezmeye başladı. Her ne kadar olaydan bağımsız olsalar da herkesin bu süreçte sorgulanacak olması, özellikle adapte süreci yaşayan birinci dönemler için daha gericiydi.
''Sizlere hafta sonu ailelerinize göndermek üzere birer mektup yazma hakkı tanıyacağız. Böylece kendinizi daha rahat ve güvende hissedebileceğinizi düşünüyorum.'' diyerek bitirdi cümlelerini. Sınıftan çıkarken Nedim Hoca'nın peşine takılan birkaç öğrenciye inat oturmaya devam ettim. Işık yanıma gelmişti.
''Ne kadar saçma! Hem okulda diken üstündeyiz hem de sanki suçluymuşuz gibi sorguya çekileceğiz.''
''Bu gerekiyordu.'' dedim ifadesiz suratımla. ''Diken üstünde yaşamak istemiyorsak, katili bir an önce bulmak zorundalar.''
''İyi de bunu birinci dönemlerden birinin yapmış olabileceğine inanıyor musun sen?'' diye sordu bu defa. Kafamı iki yana salladım. ''Ama yapmamış olabileceğine de inanmıyorum.'' dedim.
''Feride haklı.'' diyerek bana hak veren Barkın'dı. ''Düşünsenize, belki de güçlerini kontrol altına alamayan bir Çaylak yüzünden ölmüştür Aslı. Nasıl emin olsunlar ki bundan?''
''Geçen yıl ölen çocukla, Aslı'nın ölümünün bir bağlantısı yok o zaman. Sonuçta bizler daha bu sene geldik okula.''
''Bu da okulda iki katilin olduğu anlamına gelir o halde.''
''Sanmıyorum.'' dedim. ''Bence katil ya da azmettiren tek bir kişi var. Ancak bunca özel gücün var olduğu bir okulda, katilin birinci dönemlerden herhangi birini kontrol altına alarak Aslı'yı öldürtmediğine de emin olamayız.''
''Bu da olabilir, mantıklı.'' dedi Işık. Teoriler havada uçuşuyordu ancak elimizde somut hiçbir şey yokken hangisini diğerinin önüne koyabileceğimizi kestiremiyorduk. En ilginç ve çarpıcı yorum ise Arık'tan gelmişti.
''Belki de katil birinci dönemlerdendir ve bu sene gelmemiştir. Yalnızca yeniden gelmiştir, olamaz mı?''
Bakışlarındaki sinir bozucu ifade midemi bulandırıyordu. Dalga geçtiği ve derste Nedim Hoca'ya kurduğu cümlenin aksine hiçbir şeyi ciddiye almadığı son derece belliydi. Büyük bir kahkaha atarak ''Kafanızı boşa yormayın.'' dedi ve sınıftan çıktı.
''Aptal mahluk. Bu acınası duygusal zekasıyla nasıl bir Gölge olabiliyor, hala bunu düşünüyorum.''
Işık'ın cümlesiyle gergin ortam dağılarak yerini neşeli bir sohbete bırakırken ayaklandım. ''Yine nereye gidiyorsun?'' diye sordu Barkın. Işık'la yalnız kalmaktan ölesiye çekiniyordu.
''Halletmem gereken bir iş var. Sizinle yemek salonunda buluşurum.''
#
Ağaçların yatakhanesi her zamanki gibi kalabalıktı. Ortak kısımda birlikte vakit geçirmekten oldukça hoşlanıyordu hepsi de. Gözlerim Afra'yı arıyordu ancak onu ne bahçede ne de yatakhanede görememiştim. Yeniden koridora çıktığım an Anıl'ın birileriyle konuşarak merdivenlerden çıkıyor olmasıysa şansım olmuştu.
''Anıl!'' diye seslendim biraz koşturarak. Basamakların henüz yarısına gelmişken durdu ve arkasını döndü.
''Ha! Feride.'' Beni gördüğüne memnun olmuş bir ifadeyle ''Nasılsın?'' diye sordu bu kez. ''İyiyim, sağ ol.''
''Bir şey mi oldu?''
''Aslında Afra'yı arıyorum ama kahvaltıdan beri göremedim, hiçbir yerde yok.''
''Kütüphanede ders çalışıyor olmalı.''
Bunu düşünememiş olmamın verdiği salaklık hissini, zihnimin şu sıralar fazlasıyla dolu olmasına bağlayarak ''Doğru, sınavlar.'' diye söylendim. ''Peki okulda tek bir kütüphane mi var?''
Anıl kahkaha atarak güldükten sonra ''Alt kata in.'' diyerek merdivenleri işaret etti. ''Tek bir kütüphane var ve tüm kategoriler orayı kullanır. Okulda yeterince ayrımcılık varken bir de kitapları bölmek doğru olmazdı, değil mi?''
Teşekkür ederek alelacele basamakları inmeye başladım. Daha önce bu katı hiç görmemiştim. Pamir'le yaşadığım o adrenalin dolu anı saymazsak, kurallara uymuş, kendi katım ve yemek salonu dışında hiçbir yerde bulunmamaya özen göstermiştim. Başımın bir de disiplin cezalarıyla derde girmesi riskini göze alamazdım.
Kütüphane, olması gerektiği gibi sessizdi ve uzunca masalara kitaplarını yaymış, kulaklıklarıyla ders çalışan birkaç öğrenci dışında boştu. Buranın, Normal Olanlar'ın dünyasındaki kütüphanelerden hiçbir farkı olmamasına gözlerimi devirdim. En azından kitaplarda okuduğum gibi devasa büyüklükte rafların, merdivenlerle ulaşılabilen yükseklikte binlerce kitapla dolu olduğu, büyülü bir yer hayal etmiştim.
Gözlerim Afra'yı buldukları an, adımlarım hızlandı. Sandalyeyi çekerek yanına oturduğum ana dek geldiğimi fark etmemişti.
''Ne yapıyorsun be, aklımı aldın!''
''Şş!'' Elindeki kalemi alarak masaya bıraktım ve kitabını önünden çekerek ''Karam'ı bulmam gerekiyor.'' dedim konuya doğrudan girmeyi tercih ederek.
''Bul o zaman Feride. Ben ne yapayım?''
''Bulamıyorum işte. Sabah yemek salonunda yoktu. Bugün okulun hiçbir yerinde de rastlamadım ona.''
''O bir yarasa gibidir Feride. Belki de canı derslere girmek istememiştir, ortalık sakinleşince çıkar odasından.''
''Odasında da yok.''
Afra'nın kaşları çatıldı. ''Nereden biliyorsun?'' diye sordu telaşla. ''Yoksa?''
Ellerimi savurarak ''Hayır!'' dedim. ''Onların aksine ben hala kurallara uymakta kararlı olan bir Yalancı Ağaç'ım.'' Afra gülerek arkasına yaslandı ve kollarını önünde birleştirdi. Devam etmemi bekliyordu.
''Bugün derse girmeden önce Aslanlardan birkaç kişiyi bahçede gördüm. Hani şu sürekli peşinde dolanan, Karam ne derse yapan ikinci dönemlerden bir çocuk var ya, Yaşar.''
''Ee?''
''Aralarında konuşuyorlardı. İçlerinden birisi Yaşar'ı görünce şaşırdı, nasıl geldin sen bahçeye diye sordu. Diğeri de sahibi bugün ortalarda yok, izinli sayılır deyince hep bir ağızdan gülmeye başladılar.''
Afra anladığını belirtircesine kafasını salladı. ''İnan bilmiyorum.'' dedi dudaklarını büzerek. ''Karam bu, ortadan kaybolmak istediğinde onu Aslanlar bile bulamaz.''
''Nereye gitmiş olabilir ki?''
''Birçok yere.'' dedi Afra. ''Bu dünya yalnızca Beş'ten ibaret değil Feride. Ormanın ötesinde, özel güçlere sahip ailelerin yaşadığı bir kasaba, yalnızların ve dışlanmışların, dünyamızdan insanların mücadele içinde olduğu bir yaşam var.''
İşte bu kulağa ilginç geliyordu.
''Okulu bitirenlerin Normal Olanlar'ın dünyasına dönmek istemediklerinde burada kalabileceklerini okuduğumda bunu düşünmemiştim.''
Omuz silkti. ''Şimdi izninle dersim başlamadan biraz çalışmak istiyorum.'' dedi ancak onu rahat bırakmadım.
''Arkadaş olduğunuz dönemleri anımsa. Nereye gitmekten hoşlanırdı okulda olmadığı zamanlar?''
Bıkmış bir ifadeyle kalemini yeniden masaya bıraktı ve ''Birkaç yer var ama bilmen bir işe yaramaz.'' dedi. ''Olanlar yüzünden güvenliği sıkı tutuyorlar, tüm kapılar kilitli. Okuldan çıkamazsın.''
''Ya ormanı kullanırsam?''
Afra ciddi olup olmadığımı ölçmek ister gibi baktı önce. Ardından ''Saçmalama Feride.'' dedi. ''Ne bu kadar acil olan? Deniz'le ne konuştuklarını öğrenmek için bir gün daha bekleyebilirsin.''
Karam'ı böylesine arzuyla görmek isteme nedenim yalnızca Deniz'le konuşup konuşmadıklarını öğrenmek değildi. Durup dururken ortadan kaybolmasının önemli bir sebebi olmalıydı ve içimden bir ses bu sebebin peşine düşmem gerektiğini söylüyordu. Sakladığı büyük bir sırrın olduğunu söyledikten hemen sonra okuldan kaçmış olması, başının dertte olduğunu düşünmeme neden oluyordu. Bu düşünceyse içimi huzursuz ediyordu ve bu huzursuzluğu görmezden gelemiyordum.
Karam'ı, geçirdiğimiz vaktin azlığına rağmen önemsemeye başlamıştım ve Pamir bu konuda haklıydı.
#
Gözümü karartmıştım. Ormanın girişinde derin nefesler alarak dikiliyordum ancak henüz yürüme cesaretini bulamamıştım kendimde.
''Hava daha aydınlık. Hem kararmasına da çok var. Bir şey olmaz.''
Kendi kendime konuşarak gerginliğimi en aza indirmeye çalışıyordum ancak Pamir'in ormanda yürüdüğümüz gece söyledikleri, kulağımda yankılanıyordu.
''Yok ya, ben iyisi bekleyeyim gelmesini. Hem hani kurallara uyuyordum ben? Böyle kurallara uymak mı olur?''
Biraz düşündüm. Beş dakika kadar ağacın dibinde oturduktan sonra yeniden ayaklandım.
''Kesin içime bir şey kaçtı benim. Ne bu haller, meraklı tavırlar, birilerinin peşine düşmeler falan?''
Volta atmaya başladım. Zaman geçiyordu.
''Korkağın tekisin Feride.'' dedim. Sırada kendimi azarlamak vardı anlaşılan. ''Alt tarafı ormandan geçip kasabaya gideceksin. Ne var bunda?''
Yeniden cesaretlendiğim an adımlarım hızlandı. Bu kez etrafımda dönmüyor, volta atmıyordum. Ormanın içine doğru yürümeye başladım. Her adımımda kurumaya başlayan yaprakların çıtırtıları duyuluyordu etrafta. Sonbahar kapıdaydı.
''Şarkı söylesem işe yarar mı acaba?'' diye geçirdim içimden. Ancak ses çıkarmak, ormanda yaşayan varlıkların dikkatini daha çok çekerdi. Bu nedenle nefes alırken bile sessiz olmaya çalışarak yürümeye devam ettim.
Afra'yı böyle bir delilik yapmayacağıma ikna ederek yanından ayrılmış olsam da yatakhaneye girdiğimden emin olana kadar yanımdan ayrılmamıştı. Sonunda koltuğa oturarak Duru'yla sohbet ediyor gibi yapmış, Afra kütüphaneye döner dönmez ormanın girişine gelmiştim.
Artık çok geçti. Yürümeye devam ediyordum. Yer yer yolu bilmiyor oluşuma lanet okuyarak, yer yerse koruların arasında bir çıkış arayarak sessizce ilerlemeye devam ettiğim esnada arkamdan bir şey yaklaştı ve beni hızla itekledi. Yaprakların arasına düşen bedenimi toparlayamadan arkamı döndüm ancak kimse yoktu. Korkudan titremeye başlayan vücudumu kontrol altına alamıyordum.
Artık sahiden de çok geçti.
Ayaklanmak için bir hamlede bulundum ancak bu kez de kendim tökezledim ve bir kez daha yeri boyladım. Düşüşümün ardından bir kahkaha çalındı kulağıma.
''Ne işin var burada Çaylak?''
Karam'ın eğlenir bir ifadeyle ellerini cebine sokmuş, karşımda dikiliyor oluşu beni hem rahatlatmıştı hem de sinirimi öyle bozmuştu ki gözlerim dolmuştu. Halim karşısında ifadesi hemen değişti. Kaşları çatıldı. Gözlerimden birer damla yaş yanaklarımdan boynuma doğru süzüldüğünde hızla yanıma eğildi.
''İyi misin Feride?''
Suratına öfkeyle bakmak istesem de gözlerime dolan yaşlardan yüzünü net bir şekilde görememiştim. Bu da çaresizce daha çok ağlamama sebep olmuştu.
''Tamam, gel hadi.''
Beni kolumdan tutarak ayağa kaldırdı önce. Ardından ''Yürüyebilecek misin, bir yerin acıyor mu?'' diye sordu. Kolumu elleri arasından kurtardım ve ''Sen psikopat mısın?'' diye bağırdım olanca gücümle. Birden fazla duyguyu aynı anda hissediyordum ve sinir boşalması yaşıyordum. ''Madem beni gördün, neden itiyorsun düşmem için? Beni korkutmak size zevk mi veriyor, anlamıyorum ya!?''
Siz derken kastettiğim bir diğer kişi Pamir'di ancak Karam bunu bilmese de olurdu, sorgulamadı da zaten.
''Seni itmedim Çaylak. Biraz korkutmak istedim, hepsi bu.''
''Gücünü kullandın yani üzerimde, öyle mi?''
İyice sinirlenmiştim. Ben onu merak ediyor ve tüm riskleri göze alarak peşine düşüyordum, o ise biraz eğlence uğruna benim aklımla oynuyordu.
''Büyütme. Nereden bileyim bu kadar korkacağını?''
Şimdi o da ciddiydi. Yanaklarımdan süzülen yaşları elimin tersiyle sildikten sonra bir adım atmak için yeltendim ancak bileğime giren kramp, yalnızca inlememe neden oldu.
''İyi misin?''
''Şunu sorup durmasana Karam! İyi gibi mi görünüyorum oradan bakınca?''
Omuz silkti. ''Ne huysuz bir şeysin sen.'' diye söylendi ve tek adımda yanıma ulaşarak sağ kolunu bacaklarımın altından geçirdi. ''Ne yapıyorsun?'' diye sormama fırsat kalmadan kendimi onun kucağında bulmuştum.
''Harika! Önce sakatla, sonra da fikrimi bile sormadan kucakla. Ben senin kuklan mıyım?''
''Biraz daha konuşmaya devam edersen seni burada bırakıp öyle döneceğim okula.''
Yapardı. Karam'ın öfkesi söz konusu olduğunda ondan her şeyi bekliyordum. Bu nedenle susmaya karar verdim ancak içim susmamakta kararlıydı. Onun da beni önemseyeceğini bekleyerek hata ettiğimi bir kez daha anlamıştım. Pamir kafamda bir kez daha haklı çıkmıştı.
''Ne yapıyordun burada?'' diye sordu bir süre sessizce beni taşıdıktan sonra. ''Ormanda yalnız başına yürüyecek kadar cesur biri değilsin göründüğü üzere.''
Bir an için ona yalan söylemek istedim ancak saklamaya ihtiyacım yoktu. Neden ormanda olduğum açıktı ve bunu söyleyerek Aslan Lider'in vicdanını biraz olsun rahatsız etmekten bir zarar gelmezdi. En azından bileğimi sakatladığı için öcümü böyle alacaktım.
''Seni arıyordum.'' dedim. Cevabım karşısında gözlerini, gözlerime çevirdi ancak uzun sürmedi bakışmamız.
''Pekala komikti, şimdi doğruyu söyle Çaylak.''
''Doğruyu söylüyorum.'' dedim. ''Seni arıyordum.''
''Nedenini sorabilir miyim?''
''Keşke hep böyle kibar olsan.''
''Şansını zorluyorsun.''
Küçük bir çocuk gibi huysuzlandım. ''Bileğimi sakatladığın için biraz daha kibar davranmalısın Aslan Lider. Bu kadarını hak ediyorumdur herhalde.''
''Seni dakikalardır kucağımda taşıyorum, daha ne kadar kibar olabilirim Kırılgan Ağaç?''
Beni yukarı kaldırarak duruşumu düzelttikten sonra gözlerini gözlerime dikti. ''Seni dinliyorum.'' dedi onu neden aradığımı öğrenmek istediğini bir kez daha vurgulayarak.
''Kahvaltıda yoktun, derslere girmedin, bahçede yardakçılarını gördüm. Onlar da ortalarda olmadığından söz ediyorlardı.''
''Yardakçılarım mı?''
''Yaşar ve diğerlerinden bahsediyorum.''
''Onlar benim kardeşim.''
''Tabii, kardeşlerin ama aynı zamanda hizmetkarların değil mi?''
Kafasını iki yana salladı. ''Buranın düzenine hiç alışamayacaksın değil mi?'' diye sordu bu kez. Aramızdaki çekişmeyi daha fazla uzatmak istemiyordum.
''Tamam, neyse ne!'' dedim. ''Seni merak ettim, bu yüzden de gidip Afra'dan nerede olabileceğini öğrenmeye çalıştım. Oldu mu?''
''Bir düşüneyim.'' dedi mırıldanarak. ''Kahvaltıda beni aradın, gizlice Aslanların konuşmalarını dinledin, Afra'dan yardım istedin, ormana tek başına dalıp okuldan kaçmaya kalkıştın ve bunların tümünü beni merak ettiğin için yaptın.''
''Evet.''
''Neden?''
Nedendi?
Bir cevabım yoktu. Karam'a onu önemsediğimi söylemek istemiyordum. Akıllı bir insan, bunu zaten anlardı. Ancak o, kimseye güveni olmayan biri olarak ağzımdan duyacağı somut nedenlere ihtiyaç duyuyordu.
''Bir sırrın olduğundan söz etmiştin. Bugün de ortadan kaybolunca başının belaya girmiş olabileceğini düşündüm.''
''Ve başım belada olsaydı beni sen kurtaracaktın, öyle mi?''
Yeniden güldü. Alaycı tavrı yüzünde can bulurken burun kıvırdım. ''Gerçekten iyilik de yaramıyor.'' diye çıkıştım bu defa. Ormanın girişine gelmiştik. Yol, konuştuğumuz için mi kısa gelmişti yoksa beni taşıdığı için mi, emin olamıyordum.
''Madem beni bu kadar merak ettin, neden dün gece ormana gelmedin?'' diye sordu birden. Adımları yavaşlamıştı. Anlaşılan konuşacak şeylerimiz henüz bitmemişti ve bu sorusuyla dün gece beni ormanda beklediğini de itiraf etmiş oldu. Bu kalbimin deli gibi hızlanmasına neden olurken ''Bekledin yani gelmemi?'' diyerek muzipçe sırıttım. Cümleme cevap vermek yerine beni aniden yere bıraktı. Bu hareketiyle sendeledim ancak düşmedim çünkü kolumdan tutmuştu. Yüzüme sıradan birine bakıyormuş gibi baktı ve arkasını döndü. Bu hareketi nedense kalbimi kırmıştı. ''Uyuyordum.'' dedim gideceğini anladığım an. ''Uyandığımda çoktan sabah olmuştu. Yoksa gelecektim.''
Birkaç adım attı ve aramızdaki mesafeyi kapattı.
''Neden?'' diye sordu bir kez daha. ''Neden peşimde dolanıp duruyorsun Çaylak?''
Alay edercesine güldüm önce. ''Peşinde falan dolanmıyorum.''
Dolanıyordum.
Amacım başkaydı ancak bu Karam'ın peşinde dolandığım gerçeğini değiştirmiyordu.
''Dolanıyorsun. Herkes böyle düşünüyor.''
''Bana ne insanların düşüncelerinden. Sadece sohbet eden iki insan olamaz mıyız?''
''Öyle miyiz?''
''Değil miyiz Karam?'' Benimle sohbet etmekten keyif aldığını inkâr edemezdi. Bilmem dercesine bir hareket yaptıktan sonra elini kolumdan çekti ve ceplerine yerleştirdi.
''Deniz sana ne söyledi?'' diye sordu birden.
Afalladım. Konunun aniden Deniz'e gelmesini beklemiyordum. Yüzümü kötü bir koku almışım gibi buruşturdum. ''Saçmaladı.'' dedim. ''Aramızda bir şeyler olduğunu düşünüyor, beni tehdit etti.''
''Ne için?''
Sorduğu soruların cevabını zaten bildiğinden emindim. Yine de beni deniyordu, benimle oynuyordu. Bense bu oyunda beni yönlendirmesine izin veriyordum.
''Ne için olduğunu biliyorsun. Onunla konuşmuş olmalısın.''
''Evet.'' dedi umursamaz bir edayla. ''Geldi, zırvaladı, ağzının payını aldı ve gitti.'' Ardından yüzüne geniş bir gülümseme kondurarak ''Benden hoşlandığını düşünüyor.'' diye devam etti cümlesine. ''Sana tam olarak ne söylediğini duymak istiyorum.''
''Senden uzak durmam gerektiğini söyledi.'' dedim.
''Durmalısın.''
Nefesimi tuttum. Duyguları saniyeler içinde değişiyordu ve ifadelerini okumakta zorlanıyordum. Sanki iki gün önce dertleştiğim adam o değilmiş gibi davranıyordu. Deniz'in bu konuda bir etkisi var mıydı, bilmiyordum ancak Karam'ın gözlerinde gördüğüm şey kesinlikle Deniz'le ilgili değildi.
Bu kez ''Neden?'' diye soran ben oldum.
''Çünkü Çaylak, eğer benden uzak durmazsan...'' derken biraz daha yaklaştı ve dibime kadar girdi. ''Ben senden uzaklaşamayacağım.''
İşte bu cevap Karam gibi dengesiz biri için bile beklenmedikti. Tuttuğum nefesimi yuttum. Boğazım düğümlendi, kalbim tekledi. Esas sorguladığım şey, bu cevabın beni neden bu denli etkilediği olurken bir konuda daha karara varmıştım.
Pamir bu kez haklı çıkmamış, yanılmıştı. |
0% |