@gulsahcan
|
Hafta sonu, benim için oldukça sakin geçmiş görünse de kalbim için aynı sakinlikten bahsetmek mümkün değildi. Yatakhaneden yalnızca yemek salonuna gitmek için ayrılmıştım. Çünkü yediklerimi sindirmek, duyduklarımı sindirmekten daha kolaydı.
Karam'ın sözleri kulaklarımla uğuldamaya devam ediyor, bir türlü aklımdan çıkmıyordu ve onun bu itirafı, kafamı karıştırmaya yetmişti. İlk kez Afra'ya olanları eksik anlattığım bir diyalog geçmişti Karam'la aramızda. Son derece yavaş ve sağlam adımlarla ilerleyerek uyguladığım bir planım vardı. Karam'a herkesten sakladığım gücümden bahsetmek, onun güvenini kazanmak ve bu sayede gerçeği öğrenebilmek. Takip etmem gereken adımlar basitti, bense planıma sadıktım ancak bu ani itirafın bende bıraktığı beklenmedik etkiyle yolumdan sapmaktan korkuyordum. Karam'a yakınlaşmaya çalışırken işin içine duyguların girebileceğini hiç düşünmemiştim.
Durmalı mıydım?
Mantığım, bu itirafın benim için hiçbir şey ifade etmemesi gerektiğini fısıldıyordu kulaklarıma. Neticede istediğim tam olarak buydu; Karam'a olabildiğim kadar yakın olmak. Bana karşı herhangi olumlu bir hissinin var olması, onun güvenli alanına girebilmemin en kolay yolu olacaktı şüphesiz. O halde neden onun duygularını bu denli önemsiyordum ve onu kandırdığımı öğrenirse neler olabileceğine ilişkin senaryolar canlanıyordu gözümde?
Onu istemeden kendime aşık etmekten ve üzmekten mi korkuyordum yoksa ona istemeden aşık olup, her şeyi elime yüzüme bulaştırmaktan ve hatta ona çaresizce kapıldıktan sonra olanları öğrendiğinde uğrayacağım gazabından mı?
Sorular iki gün boyunca bir balon gibi beynimin içinde şişerken tek yapabildiğim, dışarıdan kimsenin düşünceli halimi fark etmemesi için ders çalışıyormuş gibi gözükerek cevapları aramaktı.
Yine de bulamıyordum.
İkinci bir seçenek daha vardı. Karam'ın zekasını göz önünde bulundurduğumda ne kadar iyi rol yaparsam yapayım benden şüphe duymuş olabileceği bir gerçekti. Aslanların lideri, korkusuz ve sınırsız biriydi o. Sırf benden etkilendiği için mi yanına yaklaşmama izin vermişti yoksa bu da onun bana karşı oynadığı bir oyun muydu? En yakınlarına bile şüpheyle yaklaşan birinin, hele de önemli bir sırrı koruyorken bana koşulsuzca güvenmesini beklemek saçmalık olurdu. Bana karşı hisleri olduğunu söyleyerek, beni denemek istiyor olamaz mıydı?
Peki ya belki de öylesine kurulmuş bir cümle için tüm planı çöpe atmak ne kadar doğruydu? Kalbimi es geçip mantığıma mı kulak vermeliydim şimdi?
''Ne yapıyorsun Feride?''
Kitap sayfasının üzerine düşen gölge Barkın'a aitti.
''Ders çalışıyorum.''
''İki gündür kafanı kaldırmadın şu kitaptan. Ağaçların birincisi olma yolunda Afra'ya rakip olmak niyetindesin sanırım.''
Omuz silktim. ''Neden olmasın, en azından bir başarım olmuş olur.''
''İyi de daha sınava çok var. Sene sonunda değil mi bu yeterlilik testi?''
Barkın aslında sınavın umurumda bile olmadığını bilseydi ne düşünürdü acaba?
''Yapacak başka bir şey bulamıyorum,'' dedim ders çalışma muhabbetini kapatmak için. ''Sen ne yapıyorsun, bahçeden mi geliyorsun?''
Barkın başıyla beni onayladıktan sonra yüzü düştü. Ardından ''Sorma, bahçede tatsız olaylar dönmeye başlayınca kaçtım hemen.'' dedi. ''Keşke çıkmasaymışım.''
''Ne oldu?''
''Karam'ı tanıyordun değil mi?''
Adını duyduğum an kalbimle midem arasında bir şeyler yaşandı. Ya kavgaya tutuştular ya da aynı taraftalardı, bilemiyordum. Yutkundum ve ''Evet.'' diyebildim yalnızca.
''Neden bilmiyorum ancak Turnalardan birine sataştı. Çok sinirliydi, çocuğu tehdit etti. Neşe ve Alkım Hoca araya girmese, olay büyüyebilirdi.''
Neden diye sormak istiyordum ancak gerçekleştiremediğim bu eylemi benim yerime Duru yaptı.
''Zoru neymiş?''
''Bilmiyorum.'' derken alt dudağını büzen Barkın'ı olaya şahit olmaktan daha çok rahatsız eden başka bir şey var gibiydi.
''Başka ne oldu Barkın?'' diye sordum bu kez dayanamayıp.
''Garip geliyor.'' dedi. ''Tüm bunlar yaşanırken herkes okulun olağan haline dönmeye başladığını konuşuyordu. Kimse Karam'ın yaptığı şeyi sorgulamıyor ve sanki olması gereken buymuş gibi davranıyordu. Bu beni çok üzdü. Yarın bir gün, ben de o Turna'nın yerinde olabilirim ve bana zorbalık yapan sırf bir Aslan diye birlikte eğitim aldığım insanlar tarafından bunun normal karşılanacak olması midemi bulandırıyor.''
Duru ayaklanarak Barkın'ın yanına gelirken ben de kalktım ve ona sarıldım. Bu kez oturduğu koltuktan bizi dinleyen Efe doğruldu ve ''Ne bekliyorsunuz ki?'' diye sordu umursamaz bir edayla. O ikinci dönemlerden bir Ağaçtı. ''Okula geldiğiniz günden beri böyle bir ayrımın var olduğunu biliyordunuz, üst sınıfların her biri bunu size aşıladı çünkü şaşırmanızı istemiyorlardı.''
''Yine de bu düzen böyle devam etmemeli.'' dedi adını henüz bilmediğim bir başka kız. ''Aslanlar ve diğerleri fikri tamamen saçmalık. Biz de varız, buradayız.''
Bu esnada Neşe ve Afra konuşulanları bakışlarındaki hüzünle dinliyorlardı. Okulun, öğrenciler arasında ayrım olmadığı zamanlarını anımsadıklarını hemen anlamıştım. Özellikle de Afra'nın arkadaşlarına karşı duyduğu özlem ve yaşananları kabullenmek zorunda olmanın verdiği ağırlığı taşırken nasıl zorlandığı gözle görülür derecede yüzüne yansıyordu.
Kalktı ve odaya doğru ilerledi. Fikrimce Karam'ın, Turna çocuğa sataşmasının bir nedeni olabileceğine inanıyordu. İstese bir şeyler söyleyebilir, sıradan bir kavga olabileceğine dair arkadaşını savunarak ortak kısımdakileri susturabilirdi. Ancak bildiği hiçbir gerçek, Karam'ı yaptıklarından sonra onu aklamaya yetmeyeceğinden sessiz kalmayı tercih etti.
#
Haftanın ilk günü, yalnızca Nesneler dersine girecek, ardından Nedim Hoca'nın bahsettiği şu sorgulama için sırayla müdürün odasına gidecektik. Birinci dönemlerin sorgusu kısa süreceğe benziyordu. Özel Olanlar, üzerimizde güçlerini daha rahat kullanabileceğinden olsa gerek, bizi pek de ciddiye almıyorlardı. Bunu Pamir'den öğrenmiştim. Anlaşılan Alef ona haber uçurmaya devam ediyordu.
Dersten önce biraz nefes almak için bahçeye çıktım ancak bahçe bomboştu. Yaşananların ardından Karam'ın herkesi kaçırdığı aşikardı. Aksi halde güzel havaların son demleri yaşanırken, hatta burada mevsim yarın kar yağabilirmiş gibi hızla değişirken insanların dersten ve sorgulamadan önce bahçede olmamalarına anlam veremezdim.
Merdivenlerden indim ve yürümeye başladım. Bilinçsiz olarak mırıldanmaya başladığım bir şarkıyla kamelyalardan birine oturdum. Tahta parçasının üzerine konan boş bardaklar dikkatimi çektiğindeyse gülümsemeden edemedim. Özel güçlere sahip olup, bambaşka bir dünyada yaşamaya başlamış olsak da pasaklı ve görgü kuralından yoksun olanlar burada da varlıklarını koruyordu ne yazık ki.
Bardakları ve bitmiş birkaç paketi topladım. Yeni oturmuş olmama rağmen kalktım ve binanın girişine doğru yürümeye başladım yeniden. Bir yandan neden tek çöp kutusunun bina girişinde olduğunu düşünüyordum ki ben çöp kutusuna varmışken Karam ifadesiz suratıyla karşımda belirdi.
''Yih!'' diye bir ses çıktı dudaklarımdan. Korkuyla geriye savrulmuş, çöpe atmaya hazırlandığım her şeyi yere düşürmüştüm.
''Ya neden insan gibi yürüyerek gelmiyorsun Karam? Ne bu, Vampir Edward hız testi mi?''
Sanki başka bir zaman olsa kurduğum cümleye gülecekmiş gibi hissettim ancak şu an başka bir şey vardı bakışlarında. Sinir miydi bu şey, yoksa hüzün mü? Emin olamıyordum.
''İyi misin?'' diye sordum elimde olmadan. Ancak bana cevap vermek yerine eğildi ve az önce yere düşürdüğüm çöpleri toplayarak kutuya attı. Bir kez daha ''Karam?'' dediğimdeyse ''Gel benimle.'' diyerek yürümeye başladı.
Gergindim. İyi olmadığını görebiliyordum ancak son karşılaşmamızdan bu yana ondan kaçtığımı düşünürsek, bu benim için hesap edilmemiş ve erken bir yüzleşme olacaktı. Oysa biraz daha vaktim olsaydı, kafamda Karam'ı gördüğüm ilk an nasıl davranacağımı kurgulayabilirdim.
''Nereye?'' diye sordum beni duyduğundan emin olmayarak. Ancak sorumu sözcükleriyle değil, adımlarını çevirdiği yönle yanıtlamıştı.
Klasiğimiz haline gelen orman girişi.
Her ne kadar içimde büyüyen kuşku ve heyecan karışımı hisle baş edemiyor olsam da peşine takıldım. Neden bu halde olduğunu öğrenme isteğim baskın gelmişti.
Karam ormana girdi, ben de onu takip ettim. Her zamanki ağacı teğet geçerek sola döndü, biraz daha içerilere yürüdü bu defa. Karam'ın yanında Engelleme kullanmak yeterince zor değilmiş gibi, tarif edemediğim bu garip hissin mideme uyguladığı baskı işleri daha da zorlaştırıyordu.
''Anlamıyorum.'' dedi bir anda durarak. Sesi sert ya da öfke dolu değildi. Aramıza giren dallardan yüzünü göremiyor, haliyle ifadesine hâkim olan duyguyu da okuyamıyordum. Sanki normalde okuyabiliyorum da diye geçirdim içimden, sonra boş verdim. Ona biraz daha yakın durabilmek için önümdeki tümseğe çıktım ve yüzü şimdi gözlerimin önündeydi.
''Anlamıyorum Feride,'' Bana adımla seslendiği nadir bir andı bu. Hemen ardından yüzünü acı çeker bir ifadeye büründürdü. ''Her şeyin sorumlusu olmak zorunda kalacak ne yaptım ben?''
''Canını sıkan bir şey mi yaşandı?'' diye sordum. Barkın'ın anlattıkları bir kez daha aklıma geldiğinde nedense Karam'ın canını sıkan şey bu olay olsun istedim. Başka bir şey olmuş olmasın, sırf o çocuğa kötü davrandığı için kendini suçluyor olsun, hatalı olduğunun farkında olsun istedim. Vicdanının ne denli baskın olduğunu görmek istedim.
''Yaşandı.'' dedi. ''Yaşanmasa bile sürekli bir şeylerden sorumlu tutularak yapmadığım şeylerin bedelini ödüyorum zaten.''
''Ne oldu?''
Derin bir nefes aldı. Başta kendini sakinleştirmeye çalıştığını sanmıştım ancak Karam daha çok ağlamaya direniyor gibi görünüyordu. Onu bu hale getiren şeyi benimle paylaşıp paylaşmayacağını merak ederken yeniden konuştu.
''Bugün, bir olay yaşandı.'' Sesi titremişti. ''Belki duymuşsundur, bilmiyorum. Derman, birinci dönemlerden bir çocuk. Turna.''
Sözünü kesmek istemiyordum ancak benden bir yanıt almak istiyormuş gibi yüzüme baktığında ''Evet,'' diyebildim. ''Duydum olanları.''
''Ne duydun? Olay ağızdan ağıza yayılırken ne kadar çarpıtıldı, merak ediyorum.''
''Bahçede bir tartışma çıktığını ve senin,'' derken biraz duraksadım. Kullanmak istediğim son kelime zorbalıktı. Ancak başka türlü nasıl ifade edeceğimi bilemiyordum. ''Senin Turnalardan bir öğrenciyi hırpaladığını, onu tehdit ettiğini duydum.''
Hırpalamak.
Sinirleri daha da bozulmuş gibi birkaç saniye boyunca güldü ve yüzünü sıvazladı. ''Peki kimse Derman'ı neden tehdit ettiğimi merak etti mi?'' diye sorduğundaysa kafamı iki yana salladım. Karam'ı ilk kez böyle görüyordum. Sanki savunmasız kalmıştı ve bir kez olsun güçlü görünmek istemiyormuş gibi davranıyordu.
İlginçtir ki duvarlarını kaldırdığı kişi bir kez daha bendim.
''O piç,'' derken bu kez kelimelerini seçmeye çalışan oydu. İşaret parmağını boşlukta bir yere doğrultarak saliseler geçmeden elini yumruk yaptı ve ''O çocuk,'' diyerek devam etti konuşmaya. ''Bana öyle şeyler söyledi, beni öyle bir kışkırttı ki kendime engel olamadım.''
Ve Karam'ın gözleri bir kez daha doldu. Duygu karmaşası yaşıyordum. Tam olarak şu an, tek adımla yanına ulaşmalı, onu teselli edecek birkaç şey söylemeliymişim gibi hissediyordum ancak bir yandan da Derman denen çocuğun ne yapıp da Karam'ı bu hale getirdiğini öğrenmek için hikâyenin devamını duymayı bekliyordum.
''Sana ne söyledi?'' diye sordum dayanamayıp.
''Çok şey.'' dedi kafasını iki yana sallarken. ''Bir Aslan'ı kışkırtmak zordur Feride. Ancak bu okulda herkes sanıyor ki Aslan olmak demek, diğerlerine zorbalık etmek demek. Aslan olmak demek, diğerlerinin varlığına bir tehdit oluşturmak demek.''
''Öyle değil mi?''
''Sen de mi böyle düşünüyorsun?''
Bakışlarındaki hayal kırıklığını görebiliyordum. Ancak varmak istediğim nokta bu değildi.
''Hayır,'' dedim çıktığım tümsekten inip karşısında durarak. ''Demek istediğim, Aslanlar ve diğerleri ayrımını başlatan sen değil misin Karam? Diğerlerine hükmetmek isteyen, onları hor gören senken, yeni gelenlerin de böyle düşünüyor olması normal değil mi?''
''Değil! Hiçbir şey bilmiyorsunuz, hiçbir şeyden haberiniz yok!''
Öfkelenmişti.
''O halde anlat bana.''
''Ben Aslanları diğerlerinden ayırdım, bu doğru.'' dedi. ''Ama bunu diğerlerine hükmedebilmek için, onları tehdit edip senin deyiminle hırpalamak için yapmadım. Bu onların düşündüğü gibi diğerlerini ezme isteği değil. Bu saçma sapan bir güç gösterisinden daha fazlası.''
''Anlamıyorum, o halde neden böyle bir şey yaptın? Neden en yakınlarından bile uzaklaştın?''
''Ben yalnızca kardeşlerimi korumaya çalışıyorum.''
''Kimden?''
''Katilden!''
Bağırtısı ormanın diplerine doğru süzüldü. Şaşkınlığımı gizlemek adına bakışlarımı kaçırdım ancak o konuşmaya devam ediyordu.
''Aslanlar sabırlıdır Feride. Hatta belki de sırf bu yüzden gücün başındayız, irademiz güçlü olduğu için...'' Bana hala adımla hitap ediyordu. ''Derman da tıpkı herkes gibi Semih'i ve notu öğrenmiş. Bunu kullanarak üstüme geldi. Bahçede, herkesin içinde bana öyle şeyler söyledi ki... Ben kendi dostumu öldürmüşüm, sırf Çaylak kız ölü bulunduğunda orada olduğum için katil benmişim.'' Aslı'dan bahsetmesi içimin burkulmasına neden olmuştu.
''Öyle ya, bir teori daha varmış. Katilin kimliğini biliyor, bu nedenle kimseyi Aslanlara yaklaştırmıyormuşum. Sözde dostumun katilini koruyacak kadar onursuz bir adammışım. Kendi dostunun ölümüne sessiz kalan biri, onlara neler yapmazmış. Bla bla bla...''
Oradan oraya yürüyerek hırsla savurduğu kelimeleri, nefes alışverişini hızlandırdı. Sanki zihninde tekrar eden bu cümleler onu yaralamaya devam ediyor gibiydi. O an beklemediğim bir şey yaparak yere çöktü, başını ellerinin arasına aldı ve bu kez sesi ağlamaklı bir tonda devam etti sözlerine.
''Semih hakkında konuşmaya başladığı an gözüm karardı. Sanki o an ben, ben değildim. Derman'ın üstüne atıldım ve ona tehditler savurdum. Ben... Semih'in ölümünden beri ilk kez bu denli kendimi kaybettim.''
İçgüdüsel bir hareketle Karam'ın hemen yanına çöktüm. Kafasını kaldırması için elimi çenesine yerleştirdim ve onu bana bakmaya zorladım önce. Gözleri maviydi ve ben şu ana dek bunu fark etmemiştim bile.
''Ben Semih'e hiçbir şey yapmadım Feride.'' dedi birden. ''Biliyorum, katilin Aslanlardan biri olduğuna herkes emin. Hatta herkes beni suçluyor, Pamir bile. Ama ben değildim. Kim olduğunu bilmiyorum ama katil Aslanlardan biri değil, bunu biliyorum.''
Karam'ın ellerim arasındaki yüzünü incelediğimde onun aslında ne denli acı çektiğine ilk kez şahit olmuştum ve bu beni mahvetmişti. Onca şeyle uğraşırken bir de herkesin düşmanlığıyla baş etmek, onun gibi biri için bile zordu. Biri onu duysun istemişti sanki. Açıklama yapmak zorunda olmayışına rağmen aslında olanlardan nasıl etkilendiğini biri anlasın istemişti. O korkusuz ve gücün temsili biriydi ancak biri onun da ağlayabildiğini, ağlamaya değer bir şeylere sahip olduğunu görsün istemişti belki de.
''Tamam, sakinleş biraz.'' dedim ve parmaklarımı yanaklarında gezdirmeye başladım. Düşünmeden hareket ediyordum ancak yaptığım bu şey işe yaramışa benziyordu. Daha önce hiçbir erkekle bu denli yakınlaşmamıştım. Belki de onunla olduğum anlara dek gün yüzüne çıkmayan birtakım duygularımın değişimini fark etmekti beni bu denli korkutan. Bu zamana kadar hissetmediğim birçok duyguyu, bu dünyaya adım attığım an tatmıştım ancak bu hepsinden farklıydı.
Daha sıcak, daha yoğun...
Karam'ın bana hissettirdiklerini anlamlandırmanın bir yolunu bulmak istediğimdense emin değildim. Onunla yan yana olduğum her an, bir tezat koşturuyordu peşimden. Hem bir yerlere sürükleniyor hem de havada süzülüyor gibi hissediyordum kendimi. Hem karlı bir havada donuyor hem de sıcağın alnında kavruluyordum. Ben o karlı havada donmak üzereyken elimden tutuyor da beni otuz yedi derece bir havuzun içine bırakıyordu sanki. Hem tekinsizdi hem huzur verici. Hem hızlanmak hem yavaşlamak gibiydi. Hem siyahtan kaçmak hem de siyaha koşmak gibi tezat...
Karam kendini toparladığını belli edercesine doğruldu ve dakikalardır düşüncelere dalarak okşadığım yanakları, avuçlarımın arasından kayıverdi. En azından birkaç dakika öncesine göre daha iyi görünüyordu.
Bir süre konuşmadan orada öylece oturduk. Midemdeki baskı bir an olsun azalmamıştı. Yine de önceki kadar rahatsızlık vermiyordu. Doğru zamanın bu olup olmadığından emin değildim. İçimde ona itiraf etmek istediğim tonlarca şey varken susmak oldukça zor geliyordu. Üstelik düşüncelerimi dağıtan kokusu, son karşılaşmamızdan beri aklımdan çıkmayan cümlelerini de yüzüme vurup duruyordu. Yine de kendime engel olmayı başardım ve sessiz kaldım.
''Aslanları diğerlerinden ayırmaya karar verdiğim gün,'' dedi birden. ''Pamir'in, Semih'in avucunda bizimle ilgili olan notu bulduğu o iğrenç gündü.''
Anlatacaktı. Ellerim, duyduğum heyecanla titremeye başladıklarında yutkundum. Karam bana olanları kendi penceresinden anlatmak üzereydi. Sakladığı o büyük sırrı ve belki de daha fazlasını...
Aslan Lider artık bana güveniyordu.
Başarmıştım.
#
Ormanın derinliklerine doğru yürümeye başladık bir kez daha. Aramızda hatırı sayılır bir mesafe vardı ancak yine de teninden yayılan sıcaklığı hissedebiliyordum.
Ağır adımları, kurumuş yapraklara bile öyle nazik değiyordu ki zarifliğine hayret ettim. Kendime bir söz vermiştim, ne olursa olsun bana bir soru yöneltmediği sürece sözünü kesmeyecek, söylediklerine hak vermiyor olsam bile onu sonuna kadar dinleyecektim.
Karam olduğu yerde durdu ve benden emin olmak ister gibi yüzüme baktı. Konuşmasa da söylemeye çalıştığı şeyi anlıyordum. Yorgundu, suçlanmaktan bıkmıştı ve bana sahiden de güvenmek istiyordu.
Bense duyacaklarımdan sonra Karam'ın arkasından iş çevirmeye devam edecek olan bir yalancıydım.
''Bana güvenmek zorunda değilsin.'' dedim birden. ''İstersen olan biten hiçbir şeyi anlatma.''
Ne yapıyordum? Bu kadar yaklaşmışken, her şeyi mahvetmek üzere olan cümleler kurmamın sebebi neydi?
Buna rağmen ''İstiyorum.'' dedi. Ben bakışlarımla güvenme bana, hiçbir şey anlatma derken o tam aksi için yanıp tutuştuğumu görüyordu sanki gözlerimde.
''Sana karşı başından beri adını koyamadığım, sebebini anlayamadığım bir yakınlık duyuyorum.'' dedi bir başka itirafta bulunarak. Ancak bu itirafın duygularla bir ilgisi yoktu. ''Bunun yalnızca Aslanlara karşı hissettiğim bir şey olduğunu sanıyordum ancak sen karşıma çıktığın ilk an değiştirdin bunu.'' deyişiyle anlamıştım.
Aslında bir Aslan olduğumu hissediyor gibi konuşuyordu. Benden uzak duramayacağını söylediğinde de bunu mu kastediyordu diye düşünmeden edemedim. Yalnızca yakınlık duyduğu için güvendiği bir arkadaşı mı yapmak istiyordu beni?
''Kimse bana inanmıyor ve inan bu umurumda bile değil Feride. Aslanlar güvende olduğu sürece suçlanmaya razıyım ama,'' Kısa süreli suskunluğu bakışlarımızın yeniden birbirine değmesiyle bozuldu. ''Senin bana inanmanı istiyorum. Her şeyi öğrenmeni ve yaptıklarımın bir nedeni olduğunu bilmeni istiyorum.''
''Neden?'' diye sordum. ''Neden bu kadar önemli sana inanmam?''
''Dedim ya, bilmiyorum. Tek bildiğim hissettiğim şeyi, senin de hissettiğin.''
''Ne hissediyormuşum ben?''
''Bana doğru çekiliyorsun Çaylak.'' dedi. ''Bir Ağaç olsan da, Pamir'in gölgesinde kalsan da, diğerlerinin anlattıklarıyla beni suçlasan da bir tarafın benden yana. Bunu görebiliyorum.''
Hayır, yalnızca güvenmek istediği bir arkadaş değildim onun için. Konuşurken bana iyice yaklaştı ve bakışları, dudaklarımı esir aldı önce. Ardından ''Sana güvenmem için hiçbir nedenim yokken aynı zamanda birçok nedenim varmış gibi hissediyorum.'' dedi. Burnu, burnuma değiyordu. Aramızdaki çekim öyle kuvvetliydi ki mavileri dışında hiçbir şeye odaklanamıyordum.
Beni öpecekti.
Dudaklarını dudaklarıma değdirmeden hemen önce, parmaklarıyla çenemi kavradı. Dokunuşu belli belirsizdi ancak fısıltısı oldukça gürültülü geldi o an.
''Benden kaçamıyorsun Feride. Senden kaçamıyorum. Bir Ağaç olamayacağın kadar aynıyız sanki. Aynı ve eşsiz...'' |
0% |