@gulsahcan
|
Tüm gece boyunca bir kez bile gözlerimi yummamıştım. Koltuktaki pozisyonum bile en fazla birkaç kez değişmişti. Aklıma gelenler, beynimi yiyip bitiriyordu ve her bir ihtimal diğerinden daha saçma geliyordu düşündükçe.
Afra'nın başını hafifçe oynatıp koltuğun yastığına doğru ittim ve ayaklandım. Gece boyu içtiğim kahvelerin fincanları, zaten kalabalık olan masayı iyice dağıtmıştı. Bacaklarımdaki uyuşmadan dolayı bir süre adım atamadan öylece dikildiğim esnada odalardan birinin kapısı açıldı ve iki kız konuşarak dış kapıya doğru yürümeye başladılar.
''Evet, dün gece olmuş.''
''Açıklama yapacaklarına göre büyük bir olay. Acaba geçen yılki kadar büyük mü?''
''Olmasa hepimizi toplamazlardı. Bence yine oy verdirecekler.''
Sanki ben orada yokmuşum gibi fısıltılarıyla birlikte Ağaçların ortak kısmını terk ettiler. İçim daralıyordu. Daha kimseyi doğru düzgün tanımıyordum ve kimin ne gibi bir güce sahip olduğundan da habersizdim. Buna rağmen olanları önceden bildiğimi öğrenmemesi gerekenlerden nasıl saklayacaktım? Hele zihnimdeki jüri bir türlü susmazken, tehlike çanlarını elinde tutan Deniz'den nasıl gizleyecektim esas gücümü?
''Günaydın.''
Afra beni korkuttu.
''Uyandığını fark etmedim.'' dedim tıpkı az önceki kızların da yaptığı gibi fısıldar bir tonda. ''Kahve?''
Afra başını tutarak ayaklanmaya çalışırken ''İstemiyorum.'' diye söylendi. Sesi çatallaşmıştı. Bakışları dağınık masaya doğru kayarken bu kez biraz şaşırdı.
''Hepsini sen mi içtin bunların?''
Başımla onayladım onu, konuşmaya halim yoktu.
''Ne olacak şimdi? Dün olanlar... Aklımdan çıkaramıyorum Afra.''
''Eminim ki bugün herkes tarafından duyulacaktır. Aslı'nın ailesini çoktan çağırmıştır müdür.''
''Nasıl böyle normal karşılıyorsun?'' diye sordum daha önce de milyonlarca kez sorduğum gibi kendimi tekrar ederek. Bir faydası yoktu ancak dilimden dökülüveriyordu kelimeler, engel olamıyordum.
''Normal karşılamak değil yaptığım şey.'' dedi.
Ya neydi? Alışmak mı? Afra'nın da korktuğunu görebiliyordum. Gözlerinden okusam da bu korkuyu, ölüme nasıl alışılabileceğini almıyordu aklım. ''Bak Feride, sana gün gece de söylediğim gibi öylesine bir okulda, sıradan bir bölümü okumaya gelmiş biri değilsin artık. Ben yalnızca gerçekçi davranıyorum ve olanları kabul edip sindirmeye çalışıyorum. Çünkü her şeyin farkındayım, tehlikenin farkındayım ve tehlike arz etmemek için burada olduğumuzun da farkındayım.'' Koltuktan tamamen kalktı ve yanıma gelerek elimden tuttu. ''Artık sen de farkına var bunun, uyum sağla.''
#
Kahvaltı iptal edilmişti. Daha önce hiç görmediğim ancak kabul mektubumda adı yazan okul müdürü Gürkan Yenilmez, tüm eğitmenlerin ve öğrencilerin bahçede toplanmasını istemişti. Aslı'nın durumu hakkında yapacakları açıklamayı dört gözle bekliyordum. Tırnaklarımı kemiriyor, uğultuların beynimde çoğalmasına aldırış etmemeye çalışıyordum.
''Söylenene göre çaylaklardan biri dün gece oradaymış. Olanları görmüş.''
''O saatte yasak olmasına rağmen bir çaylağın bahçede ne işi vardı?''
''Kızı çaylak mı öldürdü dersin?''
Aylar önce büyük bir umutla aldığım kabul mektubunu düşündükçe içim sıkılıyordu. Daha önce ruhuma uğramamış bir sıkıntıydı bu kez yaşadığım. Yalnızken, ağlarken, gücümle birlikte büyürken ve insanlardan köşe bucak kaçarken bile hissetmediğim kadar büyük bir sıkıntı...
Sözde derslere başlayacağım ilk günümde, bu okula devam edip etmeyeceğimin garantisi bile yoktu artık. İnsanların çoğunun benden şüphelendiğini duymak canımı yakıyordu. Ben daha olanların ciddiyetini yeni yeni kavrıyorken ve uyum sağlamakta zorlanıyorken, onlar Aslı'yı benim öldürmüş olabileceğimden bahsediyorlardı. Belki bir Ağaç olduğumdan habersiz olduklarından tehlikeli sanıyorlardı beni, belki de aslında bir Ağaç olmadığımı ve bunu sakladığımı bildiklerinden suçluyorlardı.
Gerçeğin her an ortaya çıkacağı korkusuyla baş edemiyordum ki o esnada biri beni kolumdan tutarak ormanın girişine doğru çekiştirmeye başladı. Kalabalık beni sarhoş etmiş gibiydi. Ayaklarım beni çekiştiren insana itaat ederek bulunduğum yerden anında uzaklaştılar. İtiraz etmeyi bırak, kafamı kaldırıp elin sahibinin kim olduğuna bile bakmaya cesaret edemedim bir süre.
Etrafımızdaki ağaçlar sıklaşıp, kalabalık dağıldığı an, elin sahibi kolumu bıraktı.
''Kendine gel, o kadar belli ediyorsun ki korkunu...'' Biraz duraksadı. Derin bir nefes aldı ve ekledi. ''Binlerce metre öteden bile düşündüklerini duyabilecek, korkunu hissedebilecek ve hareketlerini etkileyebilecek bir sürü insanla dolu bir okuldasın Çaylak! Toparlanmazsan dikkatleri üstüne çekeceksin ve seni suçlamaları için her şeyi vermiş olacaksın ellerine!''
Pamir öfkeden deliye dönmüş, arka arkaya cümleler savuruyordu ancak sesi kulaklarıma ulaşamadan belirsizliğe gömülüyordu sanki. Aklım Gürkan Yenilmez'in yapacağı açıklamada ve sakladığım büyük sırrımın açığa çıkıp çıkmadığındaydı.
''Sana diyorum!'' diye bağırdı. Sanki müdürün bizi toplayarak Aslı hakkında yapacağı açıklama, dün gördüklerimi tetiklemişti ve yeniden şoka girmiştim. Hiç sırası değildi. Kafamı usulca kaldırıyordum ki yeniden indirdim ve arkamı döndüm.
''Gözlerine bakamam. Az önce bana dokundun.''
''Ne oluyor Çaylak? Sakladığın şey ne ve bunun ortaya çıkacak olması seni neden bu denli korkutuyor?''
Ses tonu şüpheciydi. Pamir'in bana güvenmediği ortadaydı, sahi güvenmek için bir nedeni de yoktu.
''Aslı'ya zarar veren ben değildim. Olay olduğunda Afra yanımdaydı, yemek salonundaydım ve-''
''- O kıza senin zarar vermediğini biliyorum.'' diyerek kesti sözümü. Hışırtılardan bana doğru yaklaştığını anladım ve koca bir adım atarak aramızda yok olmak üzere olan mesafeyi açmaya yeltendim. "Semih'i kim öldürdüyse, Aslı'yı da o öldürdü. Sana inanıyorum ama yine de ne sakladığını bilmem gerekiyor.'' dedi. Bu kez sesi daha kontrollü çıkıyordu. ''Korkunu hissedebiliyorum. Dün gece neredeyse ağzından bir şey kaçıracaktın ve şimdi bana o şeyi anlatmanı istiyorum.''
''Neden dün gece anlatmama izin vermedin?''
''Neden yüzüme bakamıyorsun Çaylak?''
''Önce sen cevap ver!''
Güldü. Alaycı bir gülüştü bu. O an aklıma Afra'nın Pamir hakkında söyledikleri ve gücünden bahsederken kurduğu cümleler geldi. Ancak o kibarlığından ödün vermedi, sanki dün gece Karam'ı yumruklayan kendisi değilmişçesine sakinliğini korudu.
''Pekala, bence nedenini biliyorsun. Karam'a güvenmiyorum ve söyleyeceğin şey her ne ise bunu Deniz denen o yılanın öğrenmesini de istemiyorum.''
Yılan kelimesini bu kez sıfat olarak kullandığı aşikardı.
''Ben...'' diyerek ıkındım bir süre. Anlatsam kurtulacaktım. Kelimeler düğüm düğüm olup boğazıma dizildiğinde ''Seni rahatlatabilirim.'' diye fısıldadı. Buna hiç duymadığım kadar ihtiyaç duyduğumu anlaması uzun sürmedi, daha ben bir şey söylemeden ''Gözlerini yum.'' emrini verdi, ona uydum. Ardından yalnızca birkaç saniye içinde korkumun azaldığını ve hatta az sonra uykuya dalabilecek kadar rahatladığımı hissettim.
''Bunu nasıl yapıyorsun?''
''Emin ol Çaylak,'' dedi. ''Öğrenmesi yapmasından daha uzun sürdü. İyi misin?''
''Evet. Daha iyi hissediyorum.''
Pamir'in elleri, bu kez omuzlarıma doğru ulaştı. Bu hareket irkilmeme neden olduğunda ''Bana az sonra anlatacağın şey bununla alakalı değil mi?'' diye sordu birden. ''Yüzüme bakamıyorsun. Üstelik sana dokunduğumu ve bu yüzden gözlerime bakamayacağını söyledin.''
Onu onaylarcasına birkaç mırıltı çıktı ağzımdan. Mayışmıştım, sanki elleri omuzlarımı sıktıkça daha da mayışıyor ve içimde kötü olan her neyim varsa onun ellerine bırakıp hafifliyormuşum gibi hissediyordum.
''Ben bir Ağaç değilim Pamir.'' diye atıldım söze. ''Ben bir Ağaç olamam.''
#
Giderek yalnızlaştığım dünyamda, gelen tek bir mektupla farklı bir evrenin var olduğunu ve esas ait olduğum yerin kendi dünyamın çok dışında yer alan o farklı evren olduğunu öğrendiğim an içimde mutluluk ve umut tohumları yeşermişti. Kayıt gününün gelmesini sabırla beklediğim aylar, çaresizliğimle büyümeye devam ettiğim senelere ait değildi bu kez.
Şimdiyse ne istediğimi bildiğimden eminken, istediğim şeyin beni yalnızlığımdan kurtarıp, hissettiğim bu suçluluk duygusuna hapsedişine tanık oluyordum. Yalnız değildim, daha şimdiden ölü bir arkadaşım, tehlikeli birkaç düşmanım ve yabancı bir sırdaşım vardı. Tüm bunlara sahipken sanki yetmiyormuş gibi dev gibi bir sırrı da üstlenmişti omuzlarım.
Yürüyemiyordum.
Yüküm azalmıyordu ve düzeleceğine inandığım hayatım daha beter çıkmazdaydı şimdi. Annemin olanları duyduğu an beni buradan çekip çıkarmak isteyeceğini biliyordum. Ancak bu dünyayı bırakıp gitmek, hissettiğim suçluluk duygusunun bile sebep olamayacağı kadar imkansız bir şeydi benim için.
Katillerin bulunduğu bu okul, yine de benim ait olduğum evrendi ve ben buradan kımıldayamayacak kadar korkuyordum.
''Bunu başka kim biliyor?''
''Kimse bilmiyor. Belki ilk fark ettiğimde anlatsaydım Aslı'yı kurtarabilirdim.''
''Sanmıyorum Çaylak. Güçler vardır ancak gelişmezler.'' dedi Pamir. ''Güçlerini yalnızca kontrol edebilmeyi, onlara yalnızca istediğinde ulaşabilmeyi öğrenirsin burada. Hiçbirimizin gücü, zaten olacak olanı engellemeye yetmez, önceden olacakları görmüş olsak bile.''
''Nasıl bu kadar emin konuşabiliyorsun?'' diye sordum. Sesim öyle yüksek çıktı ki, ağaçlar arasında birkaç kez yankılandı. Pamir'e sert çıkışmak değildi istediğim, bana yardım etmeye çalıştığını ve güvenebileceğim tek insan olduğunu biliyordum ancak öfkemi dizginlemekte de zorlanıyordum.
''Biliyorum, çünkü böylesine özel bir güce sahip olan yalnızca sen değilsin Feride.''
İlk kez adımı kullanmış olması mı kalbimi tekletti, yoksa benimkine benzer güçlerin var olduğundan bahsetmesi mi?
Ellerini cebine attı, parmakları orada biraz oyalandı ve bir paket çıkardı. Ardından içinden bir dal sigara çıkarıp dudaklarının arasına götürdü. Bu kez diğer elini attı cebine, ancak bir şey bulamadı, kaşları çatıldı. Yüzü düştü ve dudaklarının arasındaki sigarayı alıp yeniden pakete yerleştirdi.
''Çakmağı unutmuşum.''
Sanki tüm hareketleri ağır çekimde ilerliyordu ancak beynim dün geceden beri aynı hızda düşünmeye ve sorgulamaya devam ediyordu. ''Kim var başka?'' diye sordum. ''Ne gibi güçler bunlar?''
''Mesela Alef Eroğlu diye bir çocuk vardı, ben bu okula yeni gelmişken o son sınıftaydı ve bir Aslan'dı.'' diyerek anında konuya dönüp anlatmaya başladı. ''Kendi kategorisinde yakın geleceği görebilen birkaç öğrenciden yalnızca biriydi. Okuldan mezun olduktan sonra çocuk intihar etti. Neden biliyor musun?''
Dehşetle başımı sallarken ''Neden?'' diye sordum.
''Bir kadına aşıktı, yalnızca Gölgelere ders veren eğitmenlerden birine. Onu yalnızca ders aralarında, bahçede ya da yemek salonunda görebiliyordu ve bu kısıtlılığa rağmen kadına tutulmuştu. Söylenene göre Alef, kadına olacakları önceden görmüş ve kurula çıkmış. Gürkan Hoca dahil herkes seferber olmuşlar kadına olacakları engellemek için.''
''Sonra?''
''Alef rahatlamış, kadın güvence altına alınınca sorunsuz bir şekilde mezun olmayı ve buradan ayrılmayı kabul etmiş. Ancak verilen güvence, kadını korumaya yetmemiş.''
''Nasıl yani?''
''Alef kadının dışarıdan birileri tarafından saldırıya uğrayarak acı bir şekilde hayatını kaybettiğini görmüş. Ancak bu ölümün gerçekleşeceği gün, kadını -önceden gördüğü kıyafetleri, saç stili, anla işte- her şeyi aynıyken bambaşka bir şekilde kaybetti.''
Kafam karışmıştı. ''Daha açık olur musun?'' diyerek oturduğum kovuğa iyice yerleştim. Pamir'se ayaklandı ve eline aldığı dal parçasını ağzına götürerek bir öğretmen edasıyla anlatmaya devam etti.
''Yani demem o ki, Alef kadının öleceğini görüp, bu ölüme engel olmaya çalışıyor ama olamıyor. Çünkü kadın, Alef'in gördüğü şekilde değil, başka bir olay yaşayarak yine de ölüyor ve Alef de buna dayanamayıp intihar ediyor. Bu da demek oluyor ki-''
''-Aslı'nın ölümünden insanları haberdar etseydim bile bu ölüme engel olamayacaktım, öyle mi?''
Ellerini birbirine çarptı ve alaycı sırıtışı yüzünden silindi ''Bingo!'' diye bağırırken. ''Olay sen değilsin Feride. Bu yüzden kendini suçlamayı bırak.''
''Neden bana yardım ediyorsun?'' diye sordum birden. Onu bu iyiliği, beni kendimi suçlamaktan kurtarmış olsa da merak uyandırıcıydı.
''Sadece haksızlığı sevmiyorum.'' diyerek omuz silkti. Ardından gözleri kısıldı ve ''Ee, benim nasıl öleceğimi de gördün mü?'' diye sordu.
''Hayır.'' dedim. ''Nasıl işlediğini anladığımı sanmıştım ancak durum farklı sanırım. Belki de zaman aşımına uğruyordur. Bana dokunduğun anda gözlerine bakmam gerekiyordur görebilmek için, bilmiyorum.''
''Başka kimlerin ölümünü gördün?''
Bu soruya yakalanacağımdan başından beri emindim. ''Deniz Yılanı.'' dedim düşünmeden. ''Omzuma çarpmıştı. Sonra onu bahçedeyken görmüştüm ve göz göze geldiğimizde öleceği an zihnimde canlandı.''
''Gebersin yılan.'' diyerek ağzındaki dal parçasını tükürdü kenarda bir yere. Ardından ''Demek ki zaman aşımına falan uğramıyor gücün, Deniz omzuna çarpmış ama ona olacakları daha sonra, sen bahçeye çıkıp da göz göze geldiğinizde görmüşsün.''
Haklıydı. Ancak daha okulda hiçbir derse girmemiş biri ve onların deyimiyle daha bir Çaylak olarak, gücümün nasıl işlediğine yönelik üretebileceğim herhangi bir teorim yoktu.
''Yine gerildin.''
''Bunu yapma.''
''Neyi?''
''Duygularımı sürekli kontrol edemezsin, bu adil değil.''
Güldü. Ardından ''Biraz ciddiyet, burada bir katil arıyoruz.'' diye söylendi. Yeniden rahatladığımı hissederken ciddi olup olmadığını anlamak için yüzüne bakakaldım. ''Gülen sensin.'' diye çıkıştım ardından.
''Tamam pes ediyorum Çaylak, anlaşılan seninle baş edemeyeceğim.'' Gözleri kısıldı. Aklına bir şey geldiği belliydi ve zaten dağınık olan saçlarını iyice karıştırdı. ''Madem baş edemiyorum, ben de iş birliği yaparım o halde.''
''Tam üstüne bastın.'' dedim oturduğum kovuktan kalkmakta zorlanırken. ''Aslı'nın katilini bulmak istiyorum Pamir. Hem üzerimdeki şüpheci bakışlardan kurtulmak hem de esas gücümü eğitmenlere açıklamadan önce katili onlara vermek istiyorum. Bana yardım eder misin?''
Kafasını salladı. ''Edeceğim.'' dedi ancak aklına takılan başka bir şey varmış gibi görünüyordu. Çok geçmeden dile döktü soru işaretini. ''Ama gücünü neden saklamak istediğini bir türlü anlayamıyorum.''
''Ben de anlamıyorum.'' dedim. Çaresizdim, yorgundum, aldığım kafein miktarı yüzünden kalbimin deli gibi hızlandığı dakikalara girmiştim. ''Sadece korkuyorum ve daha hiçbir şeye uyum sağlayamamışken başıma gelenleri kaldıramıyorum, anladın mı? Biraz zamana ihtiyacım var, hepsi bu.''
Pamir hiçbir şey söylemeden yalnızca omzumu sıvazladı. Onun bana gösterdiği bu anlayışın birazını kendime gösterebilsem, belki de düştüğüm yerden kalkmayı başaracaktım ancak ellerime uzanan bir başka el olmadan bunu yapabilecek gücü kendimde bulamıyordum.
Hem de daha önce hiç olmadığım kadar güçlüyken.
''Peki nereden başlayacağız?'' diye sordum. Karşımdaki yabancı, ellerini çenesine dayadı ve gözlerini yumdu. Biraz sonra ayakkabısının ucuyla toprağı eşelemeye başladı. Odaklanmaya çalışıyor gibiydi ve o an dikkatini bozacak bir şey yapmamak adına nefes almamayı bile düşündüm.
''Not.'' dedi birden. ''Semih öldüğünde, ailesi onu götürmeye gelmeden önce gizlice yanına girmiştim.''
Bu hikâyeyi biliyordum.
"Avucuna sıkıştırılmış, tortop olmuş bir kâğıt buldum. Üzerinde Aslanlara biat edeceksiniz ve etmeyenler, cezalarını çekecek yazıyordu. Eğer Aslı'nın katili düşündüğüm gibi Semih'i öldüren kişiyse, buna benzer bir not bırakmış olabilir. Önce bunu araştıralım.''
''Afra'ya güvenemez miyiz Pamir, ona olanları anlatıp yardım istesek? Hem ne kadar çok kişi olursak, katili bulmaya da o kadar çok yaklaşırız.''
Biraz düşündü. Ardından ''Afra'ya gözüm kapalı güvenirim, ona anlatabiliriz.'' dedi. ''Ancak Anıl tam bir boşboğazdır. Kötülüğüne yapmaz ama ağzından katilin peşine düştüğümüzü ve bu işi kurcalamaya devam ettiğimizi kaçırırsa, bir de Karam ve tayfasıyla uğraşmak zorunda kalırız.''
Anlamıyordum. ''Madem Karam katil olmadığını iddia ediyor, o halde neden katilin peşine düşmemizi istemesin ki?'' diye sordum. Sorumla birlikte Pamir'in boynundaki damarlar belirginleşti, yumrukları bir top halini aldı. Onu böylesine kızdırmak istememiş olsam da başarmıştım.
''Çünkü.'' dedi dişlerini sıkarak. ''Karam piçi, bunu yapanın kim olduğunu biliyor. Biliyor ve saklıyor Çaylak. Ona asla güvenemezsin!''
#
Yapılan açıklamayı dinlememiş olmam, yemek salonundakilerin dağılmış ve korkmuş hallerini gördüğümde şükretmeme neden oldu. Afra'nın dediğine göre güvenlik önlemleri sıkılaştırılacaktı ve artık yemek salonuna giderken bile gözetmenler bize eşlik edecekti.
Aslı içinse bu hafta içinde bir anma töreni gerçekleştirilecekti. Cenazesine tüm okul katılacak ve katilin bulunması için okula farklı güçlere sahip, en özel öğrenciler çağrılacaktı.
''Gürkan Hoca bu kez ciddiyetin farkında olmalı.'' dedi Afra. Çatalını sert bir şekilde tabağının yanına bırakıp çayına uzandı. ''Semih öldüğünde bunların hiçbirini yapmadılar. Ne okula mezun olmuş öğrenciler çağrıldı ne de farklı bir güvenlik önlemi alındı. Tek yaptıkları okulun kapanıp kapanmayacağını oylamaya sunarak belirlemeleri oldu.''
Öyle kızgındı ki, parmaklarını kenetlediği fincan kulpu, az sonra avucunda un ufak olacak gibiydi.
''Bulacağız.'' dedi Pamir. Afra'ya her şeyi anlatarak ondan yardım istemişti ancak ne benim gücümden bahsetmişti bunu yaparken, ne de olası notun peşine düşeceğimizden. Bunlardan yemek salonunda, Anıl'ında olduğu bir masada söz edemeyeceğini biliyordum gerçi. Düşünmemeye ve zihnimi boşaltmaya çalışıyordum. Böylece kimse neyin peşinde olduğumuzu anlayamayacaktı.
''Anıl, sen de hiç konuşmuyorsun bu gece. İyi misin?'' diye sordu Afra, Anıl'a doğru dönerek. Sanki olanlardan sonra sevgilisinin nabzını ölçmek istiyordu. Olay gecesi yaşananların şokuyla sevgilisinin, Deniz ve Karam hakkında söylediklerine yeterli tepkiyi verememişti ve sırf bu yüzden içi içini yiyordu besbelli.
''İyiyim. Sadece biraz başım ağrıyor. Onca şeyden sonra uyuyamıyor tabii insan.''
''Deniz'i Karam'la görmüş olmamızın bir etkisi yok yani bunda, öyle mi?''
Anıl da tıpkı az önce Afra'nın yaptığı gibi çatalını masaya sertçe bıraktı. Çınlama bu kez daha uzun sürdü ve birkaç göz üzerimize döndü. Buna rağmen sakince konuşması şaşırmama neden olmuştu.
''O defter kapandı Afra. Sen de kapat artık, yeter.''
Afra'nın gözleri dolu doluydu ancak öyle dik duruyordu ki hayran kaldım asilliğine. Hiçbir şey söylemeden peçetesiyle ağzının kenarlarını silip usulca ayaklandı.
''Afiyet olsun, ben yatmaya gidiyorum.''
Anıl'ın kımıldamadığını gördüğüm an acele bir tavırla kalktım ve Afra'nın peşinden koridora çıkıp onu takip ettim. Yalnız kalmasını istemiyordum çünkü o en zorlandığım günde beni yalnız bırakmamıştı.
''İyi misin?'' diye sordum ortak kısma girerken. ''Konuşmak ister misin?''
Az önce kuyruğu ne kadar dik tutmuş olsa da insanlardan uzaklaştığı an gözyaşlarını daha fazla tutamadı. Ona sarılarak kendime çektiğimde ''Neden?'' diye sordu. Ardından birkaç hıçkırık takip etti sorusunu. ''Hala o kıza aşık, bunu biliyorum Feride. Ama nedenini anlamıyorum.''
''Belki de sahiden uyuyamamıştır, belki de Deniz'le bir ilgisi yoktur. Lütfen düşüncelere boğma kendini, inanmaya ve güvenmeye çalış.''
''Dün geceye kadar bunu yapıyordum. Görmezden geliyordum ve ona güvenmek için kendimi zorluyordum. Ama dün gece emin oldum Feride. O kız orada yatarken, katil aramızda cirit atarken, Anıl'ın tek derdi Deniz ve Karam'ın birlikte ormanda olmalarıydı. Ne anlamalıyım ki başka, sen söyle!''
Yorumda bulunmamam gereken hassas bir konuya çatmıştım. Ağzımı açsam sanki kelimeler bir silah etkisi yaratacaktı ve dönülmez bir yola sürükleyecekti Afra'yı. Bu nedenle sustum. Onun ölümünü gördüğüm an geldi gözümün önüne. Gülümsedim. Anıl vardı yanında. Yaşlıydı, saçları bembeyaz olmasına rağmen bakışları genç ve canlıydı hala. Bu nedenle Anıl'ın Afra'yı sevdiğine inanıyordum.
Ve Deniz'in ölümünü de anımsadım bir anda. Pamir'in ormandaki sorusunun üzerine ona Deniz'in ölümünü gördüğümü söylemiştim ancak nasıl gerçekleşeceğinden bahsetmemiştim. O an bir şimşek çaktı sanki, irkildim. Afra'dan ayrıldım ve birkaç adım uzağımdaki duvara tutundum. Bacaklarım titriyordu.
''Feride, iyi misin?''
''Afra.'' diyebildim kesik nefeslerimin ardından. Paniğim arttı ve ayakta durmak gittikçe güçleşti. Bahçe turunda Deniz denen kızın gözlerine bakarak nasıl öleceğini gördüğüm an, bir film gibi başa sardı sürekli. Deniz'in dizlerinin üzerinde beton zemine dayandığını, ağladığını yeniden hatırladım. Ve arkasından elinde bir bıçakla Deniz'e yaklaşan o dağınık saçlı, yara izli adamı...
Pamir'di.
Deniz'i öldürecek olan kişi Pamir'di. |
0% |