Yeni Üyelik
7.
Bölüm

6/ Kim Masum?

@gulsahcan

Ertesi gün erkenden uyandım. Panik atağım, o hale gelmemi sağlayan esas nedeni kapatmaya yetmişti. Gece boyu düşüncelerim susmazken, Afra uzun zamandır içinde tuttuklarını anlatmayı sürdürmüştü ve onun bozuk olan morali, bendeki garipliği fark etmesini önlemişti. Bir ara neden durgunlaştığımı merak etse de bunun üzerinde durmadığı için şanslı sayılırdım.

 

Ne diyecektim?

 

Aradığımız katil Pamir olabilir, belki Semih'i de Aslı'yı da o öldürmüştür.

 

Başka birçok ihtimal daha kurcalıyordu aklımı. Örneğin, katil belki de Deniz'di ve ileride bu ortaya çıkacak, Pamir de sırf bu nedenden Deniz'i öldürmek isteyecekti. Ya da Deniz, Pamir'in katil olduğunu ispat edecek korkunç bir oyun daha oynayacak ve Pamir bu yüzden Deniz'den kurtularak cinayetlerine devam edecekti. Belki de bir Aslan olamadığı için yapıyordu bunları. Başta Karam olmak üzere Aslanlara mensup herkesi kıskanıyordu ve Ağaçlara yaptıklarının sorumluluğunu Aslanlara yükleyerek olayların içinden sıyrılıyordu. Ve belki de Karam'a olan tüm öfkesi bu sebeptendi.

 

Nasıl emin olacaktım?

 

Kendime bir taraf seçmişken, seçtiğim tarafın masum olup olmadığını nasıl karar verecektim?

 

''Günaydın Çaylak.''

 

Tezgâhın üzerinden kahve fincanımı alırken ellerim titredi. Bu sesin sahibini tanıyordum.

 

''Senin burada ne işin var? Buraya girmen yasak!''

 

''Biliyorum. Bu yüzden kısa keseceğim.''

 

Karam, yüzündeki tüm karanlık ve gizemle bana doğru yaklaşırken sırtımı tezgâha dayadım ve ellerimi arkamda birleştirdim. Fazla uzağımda olmayan bir noktada durdu. Alnını kaşıdı ve tek gözünü kırparak ''Bu saatte uyanmak bana göre değil.'' diye söylendi önce. ''Ama seni yalnız yakalamalıydım.''

 

''Uyanık olacağımı nereden biliyordun?''

 

Alaycı tavrı yüzünde can buldu. Gülümsemesini gizlemiyor oluşuna rağmen, sanki sahiden gülmek için değil de karşısındakini aşağılamak ya da küçümsemek için kullanıyordu bu mimiğini.

 

''Hala nerede olduğunun farkında değilsin, değil mi Çaylak? Unutuyorsan hatırlatayım. Burada geleceği istediği an görebilen birçok öğrenci var.''

 

''Ne istiyorsun?''

 

Ondan korkuyordum. Onu tanımıyordum ve hakkında söylenenler, ona güvenmek için hiçbir sebebim olmadığını fısıldayıp duruyordu kulağıma.

 

''Öncelikle buraya geldiğimden, Ağaçların yatakhanesine gizlice girdiğimden kimseye bahsetmeyeceksin. Anlaştık mı?''

 

''Ne söyleyeceğine bağlı olarak değişir bu isteğin. Sadede gelecek misin, yoksa bu kapıdan hızla çıkıp soluğu Nedim Hoca'nın yanında mı alayım?''

 

Karam'ın yüzündeki o gerçek şaşkınlığı birkaç saniyeliğine de olsa yakalamayı başarmıştım. Ona karşı gelemeyeceğimden emindi, ben de emindim. Ancak yılların bana kattığı tek bir özelliğim vardı.

 

Ben çok iyi rol yapardım.

 

''Tamam Çaylak, o halde direkt söyleyeceğim.'' dedi ve sesini iyice alçalttı. ''Pamir'le karıştırdığın şey her ne ise, ucu Aslanlara dokunduğu an karşında beni bulursun.''

 

''Neden korkuyorsun bu kadar?'' diye sordum Karam sözlerinin devamını getirmeden. ''Madem masumsun, neden katil ortaya çıksın diye uğraşmak yerine, katilin peşine düşenleri tehdit ediyorsun?''

 

Aklımdan geçenleri olduğu gibi söylediğim an nefesimi tuttum. Bu soruyu yalnızca içimden geçiriyor olmalıydım ancak öylece çıkıverdi kelimeler ağzımdan. Karam bir süre sustu. Ardından uzaklaştı ve ''Bir Çaylak'a hesap vermeyeceğim.'' diyerek kapıya doğru ilerledi. Çıkmadan önceyse son kez savurdu tehditlerini.

 

''Söylediklerimi unutma. Aksi halde beni karşına alacaksın ve emin ol Çaylak, bunu istemezsin.''

 

#

 

Kime güvenecektim?

 

Afra dışında, iyi olduğuna inandığım kimse kalmamıştı. Pamir, Afra'ya güvenebileceğimizi söylüyordu ancak esas gücümü ondan bile saklamak istiyordu. Karam'sa Pamir'in peşinden gitmemi önlemek, katile ulaşmamı engellemekten yana oynuyordu kozlarını.

 

Kendimi sıkışmış ve çaresiz hissediyordum. Tek istediğim Aslı'nın katilini bulmak ve içimdeki suçluluk duygusundan biraz olsun arınabilmekti. Onun ölümü benim suçum olmasa dahi, yokluğunu fark etmediğim için kendime kızmaktan geri duramıyordum. Ölümüne engel olamayacak olsam bile, bir şeyleri değiştirebilir, Aslı'nın yokluğunu erkenden fark edip onu aramaya çıksaydım katilin kim olduğunu görebilirdim.

 

''Feride?''

 

Afra'nın derinden gelen sesiyle kendime gelirken korkuyla irkildim. Ellerim birbirlerine epeydir kenetlenmiş vaziyetteydi, parmaklarım uyuşmuştu. Kahve fincanı elimden kayıp yeri boyladı ve bembeyaz halı, bir tuvale rastgele vurulmuş bir fırça darbesine benzer bir biçimde lekelendi.

 

''Hay aksi!''

 

''Dur tamam, bırak sen!''

 

Yardıma gelen Afra ve adını henüz bilmediğim bir başka kız yerdeki lekeyi temizlemeye çalışırken, ''Su ister misin?'' diye sordu biri. ''İyi görünmüyorsun.''

 

Soruyu yönelten çocuğa baktığımda, onun kayıt günü ben girmeden önce test odasından çıkan çocuk olduğunu anlamıştım.

 

''Sağ ol Neşe.'' diyerek ayaklandı Afra. Ardından bana ısrarla su uzatan çocuğa döndü ve ''Adın ne Çaylak?'' diye sordu. Arada bir de olsa okuldaki tek çaylağın ben olmadığımı hatırlamak iyi hissettiriyordu.

 

''Barkın.'' dedi çocuk. ''Aslında ilk geldiğim gün tanışmıştık. Tabii olaylar karışınca ve dersler iptal olunca kaynaşma şansımız da olmadı.''

 

Afra, Barkın'la fazla ilgilenmeden uzattığı su bardağını aldı ve tezgâha bıraktı. Ardından bana doğru dönerek ''Ne oldu?'' diye sordu. Sesi ve gözleri hala uyku doluydu. Ortak kısım gittikçe kalabalıklaşırken ''Bahçeye çıkalım, orada anlatacağım.'' dedim. Karam'ın yatakhaneye gizlice girdiğini bir tek Afra'ya anlatabilirdim.

 

#

 

''Bir sorun mu var Feride?''

 

Etrafıma şöyle bir bakındım ve ''Ormanın girişine doğru gidelim.'' dedim. Konuştuklarımızı bir kişinin bile duyma ihtimali her şeyi mahvederdi. Geçen gün Pamir'le yürüdüğümüz yoldan geçerek, bir ağacın dibine çöktüm ve ''Neler oluyor?'' diye meraklı gözlerle yaptıklarımı sorgulayan Afra'ya diktim bakışlarımı.

 

''Karam bu sabah gizlice yatakhanemize girdi. Beni tehdit etti ve sonra da kayboldu.''

 

Afra kocaman gözleri, sanki daha fazlası mümkünmüş gibi büyüdüler. ''Şaka yapıyorum de.'' dedikten sonra cevap vermeme gerek kalmadan ekledi. ''Niye yapasın sahi!?''

 

Dizlerimi titreterek sakinleşmeyi umuyordum ancak beceremiyordum. İçimde çığ gibi büyüyen sırlarım, birbirine karışıp yuvarlandıkça daha büyük zararlara sebep olacağa benziyordu.

 

''Bir şey daha var.''

 

Kararımı vermiştim. Afra'ya güvenmeyi seçtim ve Pamir hakkında bildiğim her şeyi anlatmakla başladım işe. Önce aklı karıştı, ardından benim aslında bir Ağaç olmadığımı anladı ve parçaları yerine oturttu. Karam'ın katili bulmamıza engel olma isteğine anlam veremedi o da tıpkı benim gibi. İçine şüphe düştü. Hem Karam'a, hem Pamir'e karşı güveni sarsıldı. Biraz ağladı, biraz da beni teselli etmeye çalıştı. Bir saat kadar her ihtimalin üstünden geçsek de ne o ikna oldu aklımdakilere ne de beni ikna edebildi.

 

''İşin içinden çıkamıyorum.'' dedi oflayarak. ''Bilmiyorum Feride, Pamir böyle bir insan değil. Eğer bunu gerçekten yapacaksa, elinde sağlam bir neden olmalı.''

 

Ona cevap vermek yerine, kurduğu cümleyi fark etmesini bekledim ve gecikmeden devam etti.

 

''Kulağa saçmalıkmış gibi geliyor, biliyorum.''

 

''Her ne olursa olsun, Deniz katil bile olsa onu cezalandırmak Pamir'e düşmez Afra. Sağlam bir nedeni olsa, Pamir'i kafanda aklayacakmış gibi konuşuyorsun.''

 

''Aklarım. Çünkü o benim ailemden biri, ona güvenmek zorundayım.''

 

''Karam'a da güveniyordun. Ama o katili bulmamızı istemiyor, Pamir haklı. Belki de Karam katilin kim olduğunu biliyor ve onu koruyor.''

 

''Sanmıyorum. Karam'ın korumaya çalıştığı tek bir şey var, o da Aslanlar. Katil her kimse, suçu Aslanların üzerine yıkmayı kafaya koymuş. Belki de sahiden Aslanlardan biridir, bunu bilmiyorum. Ama katilin Karam olmadığına da Karam'ın katilin kim olduğunu bilmediğine de eminim.''

 

Afra, kendi içinde bir çelişkiye düşmüş gibiydi. Bunu ''Yine de katili bulmamızı istememesi mantığıma yatmıyor.'' deyişiyle anlamıştım ve konuşmaya devam etti. ''Tıpkı Pamir'in senin gücünü benden saklamak isteyişinin mantığıma yatmadığı gibi.''

 

''Ne yapacağız?'' diye sordum. Kafasını iki yana usulca sallarken ''Bilmiyorum.'' dedi. ''Tüm bunlar beni öyle aşıyor ki...''

 

Biraz daha düşüncelere boğulduktan sonra yemek salonuna gitmek üzere ormandan ayrıldık. Konuştuklarımızın en azından belli bir süreliğine aramızda kalmasına karar verdik ikimiz de. Afra onları benden daha iyi tanıyordu. Bu nedenle iyice düşünecek ve kime güvenmemiz gerektiğine o karar verecekti. Çünkü ailem dediği insanlar için doğru olan neyse, onu yapacağından şüphe duymuyordum. O nasıl Pamir'e de Karam'a da güvenmeyi seçiyorsa, ben de Afra'ya güvenmeyi seçiyordum.

 

Çünkü Afra da benim buradaki ailemin ilk üyesi olmuştu.

 

#

 

Kahvaltı masası cansız, ruhsuz ve sessizdi. İlk günün aksine, cıvıltı doğru bağrışmalardan eser yoktu. Herkes ya çatalıyla önündeki tabaktakilere darbeler atıyor ve sessizliğini koruyor, ya da ağzını tıka basa doldurarak konuşmaktan kaçınıyordu.

 

''Neyiniz var sizin?'' diye sordu Anıl. Geçen gecenin ardından bu soruyu yöneltmesi biraz nahoş kaçsa da sustum ve aralarına girmemeye karar verdim. O esnada Pamir yemek salonundan içeriye girdi ancak tabağına bir şey almadan doğrudan yanımıza geldi.

 

''Bir şeyler yemeyecek misin?''

 

''Aç değilim.'' dedi önce. Ardından Afra ve Anıl konuşmaya daldığı an kulağıma eğilerek ekledi. ''Sence buna zamanımız var mı? Bir yerden başlamamız gerekiyor, unuttun mu?''

 

Lokmamı yutmakta zorlanmıştım. Afra'ya baktım ancak göz göze gelmedik bir süre. Ne yapmam gerektiğinden emin değildim. Pamir kahvaltım biter bitmez beni alıp götürmek istiyor gibiydi. Öyle ya, gözümün içine bakıyor, dizlerini titretiyor ve sabırsızlığını dile getirir bir şekilde oflayıp duruyordu.

 

''Sevgili öğrenciler! Sevgili öğrenciler, bir dakikanızı ayırın lütfen!''

 

Ağzıma attığım yulaf parçasıyla sağıma doğru döndüm ve Nilgün Hoca'nın o garip ifadesiyle karşılaştım.

 

''Biliyorsunuz ki tatsız birtakım olaylar yüzünden bu yıl derslere başlayamadık. Ancak okul binası artık güvenli, bu sabah aramıza teşrif eden mezunlarımız sizlerin rahat bir eğitim yılı geçirmeniz için bir süre burada olacaklar. Müdürümüz, derslere daha fazla ara verilmesini istemiyor. Bu nedenle, kahvaltının ardından yatakhanelerinize bırakılan programlarınızı alarak sınıflarınıza gitmenizi rica edeceğim. Teşekkürler.''

 

Nilgün Hoca'nın çıktığı kürsü, yine Nilgün Hoca'nın dokunuşuyla eriyip, küçük bir kutuya döndü.

 

''Nasıl yaptı bunu?'' diye sordum heyecanla. Pamir'in bacağına dokunarak sorduğum soru, onun irkilmesine neden olurken elimi hızla çektim.

 

''Nilgün Hoca, nesnelere dokunarak onları istediği şeye dönüştürebiliyor.'' dedi. Az önce elimi koyduğum bacağına koydu o da elini. ''Yalnızca cansız varlıklar için geçerli tabi. Örneğin, okula gelirken ve geri dönmek için kullandığımız bina onun eseri. Bu, normal olanların dünyasına fark edilmeden girip çıkmak için kullandığımız tek geçit artık.''

 

Pamir, tamamıyla bu dünyaya aitti. Normal olanlar derken öylesine rahattı ki, bir an bile bundan tereddüt etmedim. Bense hala kendimi buraya ait hissetmekte zorlanıyordum.

 

''Evet.'' dedi Afra birden. Konu ilgisini çekmişe benziyordu. ''Hatta biliyor musun, okulun kurulduğu zamanlar normal olanların dünyasıyla bizimkini ayırmak için binayı ilk oluşturan kişi Bulut Gölge'ymiş. Nilgün Hoca da bir Gölge. Hem de kategorisinin sahibiyle aynı gücü taşıyan bir Gölge. Okula öğrenci olarak ilk kez geldiğinde, geçidi yenilemeyi kafasına koymuş ve mezun olduğu sene üstlerinden izin alarak bunu gerçekleştirmiş. O zamandan beridir de eğitimci olarak okulda kalmaya devam etmiş.''

 

''Seviyorsun onu anlaşılan.''

 

Soruma ''En çok Nilgün Hoca'yı sever Afra, ona bayılır.'' diyerek cevap veren Anıl'dı. Afra'nın gönlünü almaya çalıştığı aşikardı ve bu beni gülümseten tek şeydi.

 

''Derslere bir süre daha ara verilir sanıyordum, bu iyi olmadı.'' dedi kolunu Afra'nın omzuna atarak. Ancak Afra eğilerek Anıl'ın kolundan kurtuldu ve ''Aylaklık etmek için mi okuyorsun burada Anıl'cığım?'' diye sordu. ''Ha eğer öyleyse, seni İşe Yaramazlar listesine eklemeleri için bir dilekçe yaz, okuldan ayrıl olsun bitsin.''

 

Pamir ''Of!'' diyerek gülerken ben meraklı bakışlarımla onları izliyordum. ''İşe yaramazlar listesi ne?'' diye sordum gülüşmeleri bittiğinde.

 

''İşe yaramazlar, güçlerini ilk senenin sonundaki testten geçiremeyenlerin girdiği bir listedir Çaylak. Yani bu yıl derslere katılım gösterip, güçlerin için çalışsan iyi edersin.''

 

''Uzun bir liste anlaşılan.'' dedim Anıl'ın imasının ardından. Ancak bu kez Pamir aldı sözü.

 

''Aslında öyle çok uzun bir liste değil diye duydum. En azından bizim ilk senemizde sınavdan geçemeyen iki öğrenci olmuştu. Biri Aslan, diğeri de Gölge'ydi. Gücü kendilerine ağır gelen, güçlerini yönetmek konusunda hiçbir gayret göstermeyenler girer bu listeye.''

 

Bu biraz olsun içimi rahatlatırken Afra ''Sen onlara bakma.'' dedi. ''İşe Yaramazlar'a girmek için hiçbir derse katılmaman ve sık sık disiplin cezası alman gerekir. Sen derslere odaklan yeterli. Hem bu ikisi geçtiyse, sen gözün kapalı geçersin sınavdan.''

 

''Ama sevgilim, sen de kızgınsın diye sürekli gömüyorsun beni.''

 

Anıl dudak büktü. Afra'ysa ''Bu daha hiçbir şey.'' dedi. Masadan kalktı ve tabağını bulaşıkhanenin önüne bıraktı. Anıl da onun peşinden kalktığında Pamir'le masada yalnızdık. Bakışlarım uzakta, hala masasında oturan Karam'a kayarken bizi izlediğini fark ettim. Pamir tam bir şey diyecekti ki masanın altından tekrar bacağına dokunarak onu susturdum. Kaşlarımı kaldırdım konuşmaması için, ardından ayaklandım.

 

''Gel benimle.''

 

Yemekhaneden uzaklaştığımız an ''Ne oluyor?'' diye sordu.

 

''Karam bizi izliyordu. Belki birine dinlettiriyordur ya da Deniz yılanı etrafımızdadır diye kalktım hemen.''

 

Pamir'in gözlerinde takdir eder bir bakış yakaladım o an. ''İyi yapmışsın.'' dedi ve ellerini çırptı. Koridordaki ayrıma geldiğimizde ''Görüşürüz.'' diyerek arkamı döndüm ancak tahmin ettiğim gibi gitmeme izin vermedi ve bu kez şaşkındı.

 

''Ne yapıyorsun Çaylak. Konuşmamız gerekiyor, anlamadın mı bunu?''

 

''Konuşacak vaktimiz yok. Yatakhaneye gidip programımı almalıyım, daha şimdiden yeteri kadar dikkat çektim zaten.''

 

''Daha düne kadar yardım istiyordun benden, vaz mı geçtin?''

 

Sinirlenmiştim. Ona doğru hırsla bir adım attım ve fısıltıyla bağırdım tabiri caizse.

 

''Vazgeçmedim Pamir! Sadece biraz beklememiz gerektiğini söylüyorum sana, mantıklı ol. Karam'ın gözü üzerimizde. Eğer dediğin gibi katili koruyan oysa, notun peşinde olduğumuzu bilecek kadar da zekidir. Notu sessiz sedasız, birlikte görünüp ortalıkta konuşmadan arayacağız. Anladın mı?''

 

Pamir sustu. Verdiğim tepkiyi haklı bulduğunun kanıtı, sessizce kafasını sallayarak merdivenlere yönelmesi olmuştu. Onu bu sayede biraz olsun kendimden uzak tutabilecektim ve Afra'yla durumu değerlendirmek için vakit kazanmış olacaktım. Bu sayede Karam da onu ciddiye alarak Pamir'den uzak durduğumu ve bu işin peşini bıraktığımı sanacaktı.

 

Belki de bu dünyaya ayak uydurmak, sandığım kadar zor olmayacaktı.

 

#

 

Kafamdan her şeyi atmak istediğim, hiçbir şey düşünmeden heyecanıma kapılmak istediğim bir andaydım. Bu okuldaki ilk dersim olacaktı. Elimdeki programa göre olmam gereken sınıfın önünde dikiliyordum ve yanımdan sürekli öğrenciler geçiyordu. Kiminin elinde birkaç kitap ve defter vardı, kimiyse elleri ceplerinde oflayarak sınıfa giriyorlardı.

 

Yatakhaneden tanıdığım birkaç yüz vardı ancak geri kalan herkes yabancıydı. Buna rağmen heyecanları ve hiçbir şey bilmez bakışlarla etraflarını süzüşleri, onların da tıpkı benim gibi birer Çaylak olduğunu düşündürtüyordu.

 

''Girecek misin, yoksa dikilmeye devam mı edeceksin?''

 

Barkın'dı bu. Yatakhanede bana su uzatan, benim aksime gerçek bir Ağaç olan diğer Çaylak.

 

''Gireceğim, dalmışım.''

 

Birlikte sınıfa girerek boş sıralardan birine oturduk ve onun kitabını masaya koyuşunu izledim.

 

''Bende yok bundan, nereden alıyoruz?''

 

''Girişteki test odasını hatırlıyor musun? Oraya kategorini ve kaçıncı sınıf olduğunu bildirerek kitapları alabilirsin. Acelesi yok aslında, ilk ders için istememişlerdi ama ben yine de aldım. Biraz sabırsız bir öğrenciyim sanırım.''

 

Barkın, kısa boylu, gözlüklü ve tatlı bir çocuktu. Gözlerinden okunuyordu saflığı. Onca şeytanlığın arasında en azından bunu ayırt edebilecek kadar tanıyordum insanları artık. ''Teşekkür ederim.'' dedim ve önüme döndüm.

 

Sınıfta tam on bir kişiydik ve o eksik sayı, canımın acımasına neden oluyordu.

 

''Bence biraz saçma bir sistem bu.'' dedi Barkın. ''Birinci sınıfların hepsi aynı dersi alıyor. Kategorileri farklı, güçleri farklı. Niye böyle bir şey yapıyorlar ki?''

 

''Programa baktım. Ayrı ayrı alacağımız dersler de olacak. Hem vardır bir bildikleri, öğreniriz.''

 

O esnada Nedim Hoca içeri girdi ve kapı arkasından kapandı. Diğer eğitimcilere göre daha ılımlı gözüken mizacı, kaskatı kesilmişti sanki. Olayların onu ne denli etkilediği ortadaydı.

 

''Kitaplarını alanlar, sayfa yirmi yediyi açabilirler. Almayanlar ise lütfen boş bir yaprak çıkarsınlar.''

 

Barkın kitabını ortamıza çekerek ''Buradan bakabilirsin.'' dedi. Sırada biraz ona doğru kayarak yeniden gülümsedim.

 

''Evet, gördüğünüz üzere bugün engellemeden bahsedeceğiz çocuklar. Bu okulda öğrenmeniz gereken ilk şey, güçlerinizi kullanırken bir diğerinizin sizi etkilemeye çalışmasını engellemektir. Şimdi, iki gönüllü istiyorum!''

 

Hızla sıraların arasında dolaştı ve önce karşı sırada oturanlardan birinin, sonra da benim omzuma dokundu.

 

''Siz ikiniz, ortaya gelin bakalım.''

 

Heyecanla yerimden kalkarken yumruklarımı gevşettim ve sıranın ortasına doğru ilerledim. Beklediğim an sonunda gelmişti.

Loading...
0%