Yeni Üyelik
13.
Bölüm

Karanlıkta Bir Yerde: 12

@gulsumblgn

Merhabaaaağ 🤍

Okumaya başlamadan önce oy verir misin, lütfen? Şimdiden teşekkür ederim.🙏

KEYİFLİ OKUMALAR!

🔗🔗🔗

YILLAR YILLAR ÖNCE BİR KASIM GECESİ,

Henüz on ikinci yaşında olan bedenim yorgun, ruhum ise buz tutmuştu. O buzulların sarkan sivri uçları yüreğimi deşiyor, canımı yakıyordu. O acı evrimleşiyor içimi kemiren bir öfkeye dönüşüyordu. O öfke bakışlarıma yansıyor insanların sinirini bozuyordu. Siniri bozulan insanların ise bana verdiği karşılık şiddet oluyordu. O şiddet karşısında ağlamamam ise daha kötü boyutlara taşınıyordu… Nereden geleceğini bilmediğim darbeler.

Dün kesilen saçlarımın acısını yaşayamadan yeni bir cezanın kollarında buldum kendimi. Yine ve yine hiçbir şey yapmamıştım halbuki. Serpil’in açgözlülüğü ve hırsının kurbanı gitmiştim bir kere daha. Soğuktan titreyen bedenimi rahatlatmak için bacaklarımı karnıma doğru çekip kollarımı etrafına sardım. Pelüş oyuncağımı aldıkları için ona sarılamıyor, yokluğundan dolayı korkumun önüne geçemiyordum. O olsaydı korkmazdım. O olsaydı belki üşümezdim de.

Çenemi dizlerime yaslayıp bakışlarımı tavana yakın bir yerde duran küçük, demir parmaklıklı pencereye çevirdim. Küçücük çerçevenin içine resmedilmiş gibi duran dolunaya bakarken dudaklarım istemsizce yukarıya doğru kıvrıldı. Çok güzeldi. Benim hapsedildiğim karanlık odaya nazaran parlıyordu. Ama o da tıpkı kocaman gökyüzünde yapayalnızdı. Dudaklarımdaki gülümseme yavaş yavaş silinirken çıplak olan ayaklarımın parmaklarını içeriye doğru büktüm.

Kocaman dünyada yapayalnızdım.

Şimdi annem ve babam yanımda olsaydı, doğum günü gecem böyle mi olacaktı?

Belki bana aldıkları hediyeye sarılıyor, sıcacık yatağımda rahat bir uyku çekiyor olacaktım. Belki de saçlarım kesilmemiş, babam, uzun saçlarımı severek uyutacaktı beni.

Bulunduğum odanın demir kapısı büyük bir gürültüyle açıldı. Müdüre hanım beyaz geceliğiyle kapının önünde dururken korku filmlerindeki canavarı aratmayan huysuz bakışlarıyla önce yüzüme ardından kolundan sıkıca kavradığı küçük kız çocuğuna baktı. “Kal burada da aklın başına gelsin!” diyerek kızı savururcasına içeriye doğru itti.. “Zırla zırla uyutmadın kimseyi. Bari burada ağla da kimse sesini duymasın!”

Küçük kız belki yedi belki de sekiz yaşındaydı. Burnunu elinin tersiyle silip odanın köşesine doğru yürürken, korkudan dolayı ses çıkartmamak için iç çeke çeke ağlıyordu. Müdüre Hanımın kapıyı sertçe kapatmasıyla iki kimsesiz bu pis, buz gibi odada yalnız kalmıştık. Duvarın dibine sinip korkuyla etrafı incelemesi içimi dağlarken, “Adın ne senin?” diye sordum.

“Beyza,” dedi hem ağlamaktan hem de soğuktan dolayı titreyen sesiyle. “Senin?”

Gülümsedim. “Benim adım da Asya.”

Bir kere daha burnunu elinin tersiyle silip, “Müdüre Hanım neden bu kadar kötü, Asya?” dedi. “Sadece kâbus gördüm ve korkudan ağladım. Müdüre Hanım kabusumdaki canavardan bile daha korkunç, Asya. Biz zaten kimsesiz çocuklarız, o neden bize annelik yapmıyor ki? Biz kötü çocuklar mıyız Asya, anne ve babalarımız bizi o yüzden mi bıraktı?”

Peş peşe sorduğu her soru, ruhumdaki buz sarkıtlarından bir tanesini yüreğime düşürdü. Sorduğu her bir soru için zihnim cevapları haykırsa da dilim lal olmayı tercih etmişti. Çenemi tekrar dizlerime yaslayıp bakışlarımı dolunaya çevirdim. Beyza’nın bana doğru gelen paytak adımlarının sesini duyuyordum fakat bir tepki vermiyordum. Ta ki küçük ellerini eğri büğrü kesilmiş saçlarımda hissedene kadar.

“Saçını Müdüre Hanım mı kesti?”

Başımı onaylarcasına salladım.

“Karanlıkta çok anlaşılmıyor ama bence çok güzel saçların var, hem de yumuşacık.”

Masumiyetine gülümsedim.

Küçücük olmasına rağmen beni iyi hissettirmek için uğraşmasına gülümsedim.

“Bence hemen de uzar.”

Benim ilk defa saçım okşanıyordu.

Ve ben, kesilen saçlarım için ilk defa bir damla gözyaşı akıttım.

“Uzar değil mi, Beyza?” diye sordum, küçücüğün sözlerine sığınarak. “Sonuçta kökü bende yine uzar.”

Heyecanla kafasını sallarken, “Tabii ki uzar,” dedi kendi saçlarını küçük parmaklarının arasına aldı. “Bitlendim diye benimkini de kesmişti. Bak, uzadı.” Kıvırcık saçlarını sağa sola savururken dudaklarımdaki gülümseme büyüdü. “Senin de saçların çok güzelmiş, kıvır kıvır.” Yüzünü buruşturdu. “Banyo yaptıktan sonra tararken çok canım acıyor. Keşke benim saçlarımda düz olsaydı.” Bacaklarıma sardığım kollarımı çözüp saçını okşadım. “Kıvırcık daha güzel. Hem seninkiler de yumuşacık.”

Yanıma oturduğunda titreyen bedenini hissedebiliyordum ve üşümesine rağmen bir şey yapamamak canımı sıkıyordu. Bu odaya her kapatıldığımda zihnimi meşgul ederek üşüdüğümü düşünmemeye çalıştığımdan belki Beyza’ya da etkili olur diye, “Bugün benim doğum günüm Beyza.” dedim, bir gram hevesin olmadığı sesimle.

Gözleri kocaman açılırken, “Gerçekten mi?” diye sordu heyecanla.

Cevabımı beklemeden sırtını yasladığı duvardan ayırıp, dizlerinin üzerine oturdu. Toz kaplayan zeminin üzerinde işaret parmağını gezdirmeye başladığında bir süre amacını anlamayıp, parmağını takip ettim. Dakikalar sonunda yaptığı şeyi tamamladığında nerede olduğumuzu umursamadan keyifle alkışlamaya başladı. “İyi ki doğdun Asya, iyi ki doğdun Asya.” Çok fazla ses çıkartmaktan kaçınarak şarkıyı kısık sesle söylemeye devam ederken benim gözlerim zemine çizdiği pasta figüründeydi. Üzerine mum eklemeyi de unutmamıştı.

“Mutlu yıllar, mutlu yıllar, mutlu yıllar sana!”

Şaşkınlıkla bir ona bir yerde toz birikintisiyle çizdiği pasta figürüne bakıyordum.

Benim ilk defa doğum günüm kutlanıyordu.

Ve ben, ilk defa doğum günümün kutlamasına bir damla gözyaşı akıttım.

“Hadi üfle!” dedi Beyza heyecanla. “Ama dilek tutmayı unutma.”

Ben ilk defa mum üfledim.

Ve ben, ilk defa dilek diledim ve o dilek için bir damla daha gözyaşı akıttım.

Beyza kollarını bedenime sarıp, “Musmutlu yılların olsun Asya,” dedi. “Umarım buradan hemen kurtulursun.”

Sarılışına karşılık verip üşüyen bedenini bedenime doğru çekerken ben ilk defa birine sarıldım.

Ama kim derdi ki; ilk defa saçımı okşayan, ilk defa doğum günümü kutlayan ve ilk defa bana sarılan kız çocuğu, gün gelecek gözlerimin önünde Gümüş Şehir Yetimhanesinin çatısından gülümseyerek kendini ölümün kollarına bırakacaktı.

Zihnimin puslu odalarının kapısı aralanmış, unutmaya çalıştığım o anları gözlerimin önüne getirmişti. Geçirdiğim panik atak krizinin üzerinden dört gün geçmiş, evdeki herkes o günden sonra daha çok üzerime titriyordu sanki. Endişeli bakışları, sürekli kontrol etme amaçlı odama Burçin’i göndermeleri…İstemiyordum. Ben bu şekilde bir ilgiye, bu şekilde düşünülmeye alışık değildim. Boğuluyordum. Bir yanım yetimhane sürecinde yaşadığım tüm o korkunç şeyleri biriyle paylaşma ihtiyacı duysa da diğer yanım güvenmiyor, kimse acını anlamak istemedi kimse seni görmek istemedi şimdi neden yapsınlar ki diyordu. Ve ben ikinci seçeneğin daha güvenli olduğuna inanıyordum.

Güven; yenemeyeceğiniz bir canavar misali bir duyguydu. Ne zaman pençelerini boynunuza geçirirdi bilinmezdi. Ben bu hayatta yalnızdım ve bunu kabullenerek büyüdüm. Bir insan evladının rahminde var olup onun bedeninden çıkmış olsam da benim nezrimde bu hayatta yalnız doğmuş, yalnız büyümüş ve tüm kötü şartlarla tek başıma savaşmıştım. Uzun lafın kısası yalnızlık dipsiz bir kuyu gibiydi ve ben o kuyuda mahkûm olmaya alışmıştım.

Şimdi yanımda olan bu beş insanın bilerek veya bilmeyerek kendilerini bana alıştırmaya çalışırken bunu kabullenmen imkânsız geliyordu. Onların yanında kalma düşüncesi beni aile olma kavramına itiyordu ve bilmediğim bu duygunun düşüncesi bile buzdan kalbimi üşütmeye yetiyordu.

“Daldın,” diyerek düşüncelerimi bir duman misali dağıtan Burçin’in sesiyle bakışlarımı önümdeki camdan ayırdım. Emniyet kemerinin izin verdiğince hareketlenip huzursuzluğumu geri planda tutmaya çalışırken, “Düşünüyordum,” dedim.

Bakışlarını kısa süreliğine yoldan ayırıp, “Neyi?” diye sordu merakla. “Asya, senin için bunun erken olduğunu biliyorum ama benimle konuşabileceğini, bir derdin varsa anlatabileceğini bilmelisin.”

“Bir dert mi?” diye sordum alayla. “Burçin, sana benim dertlerimi anlatsam Gümüş Şehre yeni bir otoban olur.” Yüzüne bakmaya devam ederken, dudaklarında beliren buruk tebessümü gözümden kaçmadı. Direksiyonu saran parmaklarını sıkarken beyazlaşan eklem yerlerine baktım önce, ardından temmuz sıcağına rağmen giyindiği uzun kollu kırmızı bluza.

İçimi kemiren meraka daha fazla dayanamayıp, “Dışarı artı bilmem kaç,” dedim bakışlarımı tekrar yüzüne kaldırırken. “Sen neden sürekli uzun kollu şeyler giyiyorsun, Burçin?”

Dudaklarındaki buruk tebessüm alaylı bir ifade aldı. “Bir tek senin dertlerin Gümüş Şehre yeni bir otoban olmaz, Asya.”

Merakım katlandı. Oturduğum koltukta bedenimi tamamen ona doğru döndürüp, “Neden bu işi yapmaya karar verdin?” diye sordum. “Yani, Gezgin olmayı neden kabul ettin?”

“Bunları sana anlatabilmem için Lotus’un bir üyesi olman gerekiyor.”

Hevesim bir aynanın paramparça olması gibi darmadağın olurken, “Bu hiç adil değil,” diye homurdandım. “Sırf merakımı gidermek için sizden biri olmayı kabul edemem ki.”

Başını onaylarcasına salladı. “Doğru. Sırf merak ettiklerin için bizden biri olmayı kabul etmemelisin. Gerçekten bizimle olmak istediğin için kabul etmelisin. Çünkü bunu kabul ettikten sonra bir dönüşün olmayacak.”

Kaşlarım çatıldı. “Diyelim ki sizden biri olmayı kabul ettim ve zamanla bunu yapamayacağım kanısına vardım. O zaman ne olur?”

Araba kırmızı ışıkta durunca siyah harelerini ela gözlerimle buluşturdu. Belki de onu ilk defa bu denli ciddi bir ifadeyle görürken, “Vazgeçenlerin sonunu biz bilmiyoruz,” dedi ve dile getirdiği bu gerçek kanımı dondurdu. “Daha önce vazgeçenler oldu fakat o insanlara ne oldu ne yapıldı, Başkan ve kurul üyeleri arasında bir sır gibi saklandı.”

“Sen hiç vazgeçmek istedin mi?”

Yüzündeki o ciddi ifade anında dağılırken, “Hayır,” dedi sevimli sevimli. “Akrep’ten ayrı kalmak ölmekten farksız benim için.”

Arkamızdan çalınan kornalar yeşil ışığın habercisiyken Burçin tekrar arabayı hareket ettirdi. Başımı koltuğa yaslayıp ellerimi bacaklarımın arasına aldım.

“Burçin?”

“Efendim tatlım?”

“Kara, beni istiyor.”

Araba ani frenle yolun ortasında durduğunda taktığım emniyet kemerin varlığına şükrettim zira bu hamlenin ardından camdan dışarıya fırlamam kaçınılmaz bir son olabilirdi. Yaşadığım şaşkınlığı bölen korna sesleri o kadar fazlaydı ki, ardımızdan yediğimiz küfürler kulağımı çınlatmaya başlamıştı bile. “Deli misin, yolun ortasında böyle durulur mu?”

Gözleri kocaman açılmış, dudakları aralanmış şekilde yüzüme bakarken, “Asıl sen deli misin,” dedi şikâyet eder gibi. “Konuya böyle pat diye girilir mi?”

Omuz silktim. “Kendine düşünme fırsatı tanırsan aklındakileri dile getirmekte zorlanırsın. O yüzden aniden konuşmak hem stressiz olur hem de seni rahatlatır.”

Kaşları havalandı. “Ve karşındakini mal gibi kalır.”

Kornaların sesi artarken Burçin daha fazla beklemeden arabayı kenara çekmiş, emniyet kemerini açarak bedenini tamamen bana döndürmüştü. “Şimdi rahat rahat konuşabiliriz.”

“Yasmin?”

“Aman,” dedi elini gelişi güzel sallarken. “Beklesin biraz. Trafik vardı deriz.”

Ben sessiz kalıp yüzünü incelerken o ise dudaklarımın arasından çıkacak kelimeleri heyecanla bekliyor, devam et dercesine başını hafifçe sallıyordu. Bu hali komikti. Gülmek istiyordum ama sustuğum tüm saniyeler boyunca gözkapakları kısılıyor sessizliğimin sonunun iyi olmayacağını mimikleriyle anlatıyordu. “Kızım devam etsene, çatladım şurada!”

Gözlerimi devirdim. “Ne anlatayım ki Burçin, aradaki çekimin farkındasındır zaten. Hem size katılmamı istiyor hem de,” durdum. Ne diyecektim? Hem de hayatımın bir parçası olup benimle sevişmek istiyor mu?

“Hem de yanında olmak mı istiyor?”

En makul açıklama buydu. “Bir nevi.”

Gülümsedi. Ama bu gülümseme alay bulundurmuyordu. Samimiydi. Fazla samimiydi. Sanki gözlerime bakarak ne söylemek istediğimi anlıyormuş gibi. “Dediğin gibi farkındaydım. Bunu imalarla belli etmek yerine gelip konuşmanızı bekledim sadece. Yaman açısından bakılacak olursa bu konu hakkında konuşmaya karar vermesi biraz daha uzun sürecek gibi ama senin konuyu açmanı bekliyordum. Şaşırdım fakat bu beklemediğimden değil, bir anda dile getireceğini düşünmediğimdendi.”

“Yaman’ın bu konu hakkında sizden biriyle konuşacağını sanmıyorum.”

Başını iki yana sallayarak, “Yanılıyorsun,” dedi kendinden emin bir şekilde. “Konuşacak.”

Tek kaşım havalandı. “Ne diyecek? Karşınıza çıkıp ben Asya’yı istiyorum falan mı?”

Dudaklarını aşağıya doğru büzüp başını iki yana salladı. “Kısmen,” dedikten sonra yeni bir soru sormamı beklemeden devam etti. “Gelip diyecek ki, ben Asya’nın ruhunu ve kalbini istiyorum.”

Yüzümü buruşturdum. “Vampir mi bu adam Burçin, o nasıl bir konu açma şekli öyle?”

Kahkahası arabada yankılanırken, “Sen ve senin bu benzetmelerin,” dedi. “Çok eğlencelisiniz!”

Ben ona ters ters bakarken bunu umursamadan kahkaha atmaya devam ediyordu. Kollarımı göğsümde kavuşturup, koltuktaki yönümü değiştirip tekrar önümdeki camdan dışarıya bakmaya başladığımda, “Tamam tamam,” dedi gülüşünü bastırmaya çalışırken. “Ciddi olacağım.” Bunu derken bile kıkırdıyordu.

“Yaman senin ruhunu isteyecek Asya geçmişindeki tüm yaraları onarmak için, Yaman senin kalbini isteyecek içini kendisiyle doldurmak için.”

Dile getirdiği şeyler zihnimde uyarı çanlarını çalmaya başladığında, bir zehir gibi kanıma karıştı. Bunu kabul edemezdim. Kara Yaman’ın beni bu denli istemesini kabul edemezdim. Ne ona yaralarımı gösterecek kadar cesurdum ne de kalbimi tamamen onunla doldurabilecek kadar cesur. Bu zayıflıktı. Ben bu zayıflığı kaldıramazdım.

“Senin dediğin o şeyler bizi zayıf düşürür,” dedim dürüstçe. “Biz zayıf olamayız Burçin. Bizim zaaflarımız olamaz.”

“Birine veya bir şeye zaafın varsa bu seni güçsüz düşürmez Asya,” dedi sıcak bir ses tonuyla. “Aksine daha güçlü yapar. En basit örnekle kendimi göstermek isterim. Akrep benim en büyük zaafım ve o olmasaydı ben bir karış toprağın altında çürümüş olurdum.”

İnkâr edercesine başımı iki yana salladım. “Herkes senin kadar şanslı olmayabilir.”

“Doğru,” dedi. “Herkes benim kadar şanslı olmayabilir veya bile isteye o şansı elinin tersiyle de itmiş olabilir.” İmasıyla birlikte bakışlarım tekrar yüzüne döndüğünde ellerimi ellerinin arasına aldı. “Korkunu anlayabiliyorum Asya. Yalnızlığa alışmış ruhunun, bulunduğun şu durumda sana acı verdiğini biliyorum. Bakışlarında bile görebiliyorum. Seni zorlamak istemiyorum ama dürüst olmak gerekirse gitmeni de istemiyorum.” Gülümsedi. “Bu belki senin gözünde bencillik olacak ama tüm geçmiş yaşantından kurtulma şansını elinin tersiyle itmeni istemiyorum.”

Ellerimi ellerinin arasından kurtarım, “Geçmişimdeki kötülüklerden kurtulup yeni kötülüklere bulaşacağım Burçin,” dedim engelleyemediğim bir sertlikle. “Sizi izledim. Gözünüzü kırpmadan insanları öldürüşünüzü izledim. Evet masum hiç kimsenin canını yakmadınız belki ama o insanların neden bu yolu seçtiğini de bilemiyorsunuz. Belki mecburlar belki,” Durdum, derin bir nefes aldım. Gözlerimi sıkıca kapattım.

“Mecbur kalmak başka bir şeydir Asya,” dedi tıpkı benim gibi sert bir ses tonuyla. “Kimse mecbur diye insanları istismar edemez, kimse mecbur diye gencecik insanları uyuşturucu ile zehirleyemez. Kimse mecbur diye genç kızların, kadınların hayatını karartamaz!” Gittikçe yükselen sesiyle gözlerimi açtım. Şaşkınlıkla yüzüne bakarken, “Ne?” diye bildim sadece.

“Neden uzun kollu giyiyorum diye merak etmiştin değil mi?”

Evet merak etmiştim ama şu an fark ediyordum ki bunları bilmeye hazır değildim. Başımı iki yana sallayıp, “Hayır,” dedim hızla. “Merak falan etmiyorum.” Beni duymazdan gelip giyindiği bluzun kollarını dirseklerine doğru itti. Karşılaştığım manzarayla çığlığım boğazımda birikti. Kolları… Kolları kesikler ve sigara yanıklarıyla doluydu. Kucağımda birleştirdiğim ellerim havalandı. Ona dokunmak istedim. Yapamadım. Ellerim tekrar hareket etti. Ona sarılmak istedim. Yapamadım. Dudaklarım aralandı. Ondan özür dilemek istedim. Yapamadım.

“Benim,” dedi titrek çıkan sesiyle. “Benim kurtulduğum şeye bir bak, Asya. Ben bundan kurtulmuşken bile isteye bir masumun canını yakabilir miyim?”

Kendimi çaresiz hissettiğim nadir anlardan biriydi.

Kendimi iğrenç bir insan gibi hissettiğim nadir insanlar biriydim.

Bencilce davranmış karşımdaki insanın travmasını tetiklemiştim ve bu beni iğrenç hissettiriyordu. Karşımdaki güzel kadın lanet olası çenem yüzünden şiddetle titrerken bakışları donuk, siyah gözlerinden peş peşe gözyaşı akıyordu. Havada asılı kalan ellerimle yanaklarını kavrarken, “Burçin,” dedim korkudan titreyen sesimle. “Burçin iyi misin?”

Başını iki yana salladı.

“Burçin korkuyorum, ne yapmam gerekiyor bilmiyorum!”

Emniyet kemerimden kurtulup koltukta dizlerimin üzerinde yükseldim. Titreyen bedenini kollarımın arasına alıp saçlarını okşamaya başladım. Ben, Beyza’dan sonra ilk defa birine sarıldım. Ben, Beyza’dan sonra ilk defa birinin saçlarını okşadım. Ben, Beyza’dan sonra ilk defa biri için korktum. “Şhhh,” dedim. “Buradayım.”

Arabada yükselen telefon sesine bir kurtarıcı gibi sarılırken Burçin, vitesin yanına bıraktığı telefonu elime aldım. Ekranda yazan isme bakmayı bile es geçip aramayı kabul ettim. “Alo, güzelim neden durdunuz?”

“Ak-Akrep.”

“Asya?” dedi ses tonu aniden sertleşirken. “Ne oluyor?”

Bakışlarımı Burçin’e çevirdim. Donuk bakışlarını bir noktaya sabitlemiş bir yandan ağlıyor bir yandan titriyordu. “Bilmiyorum,” dedim panikle. “Bilmiyorum galiba nöbet geçiriyor.” Telefonun diğer ucundan başka bir ses daha gelmedi. Aradan ne kadar zaman geçti bilmiyorum ama Burçin’in olduğu kapı ardından benim tarafımdaki kapı açıldı.

“Sevgilim?” diye Yıldıray panikle. “Bebeğim bana bak.” Bedenini kolaylıkla kendine doğru çevirip yüzünü ellerinin arasına aldı. “Sevdiğim, bana bak. Gözlerime bak aşkım.” Burçin başını iki yana salladı. Yıldıray’ın bakışları sevdiği kadının açıkta kalan kollarına indi. Sertçe yutkundu. “Sen,” dedi ürkütücü bir tonda. Koyulaşan mavi hareleri beni bulduğunda, gözlerinde gördüğüm alevler bedenimi cayır cayır yaktı sanki. “Sen ne yaptın?” Bağırmadı. Bağırsaydı bu kadar korkmazdım. Bağırsaydı bu kadar küçücük kalmazdım. “Sen ne yaptın, Asya?”

Dilim lal oldu.

“Onu buradan götür,” dedi arkamda kalan Yaman. “Eve geçin.”

Sesini bulan Burçin, “Yasmin,” dedi kesik kesik. “Yasmin, anlar.”

“Yasmin’in canı cehenneme!” diye bağırdı Yıldıray.

Korkuyla sıçradım.

Belime dolanan el bedenimi kendine doğru çekerken karşı koyamadım, ona sığındım.

Yıldıray, Burçin’i kucağına alıp hızla yanımızdan ayrıldığında titreyen ellerimin parmaklarını birbirine kenetleyip dizlerimin arasına sıkıştırdım. Oturduğum taraftaki kapıyı kapatan Yaman, arabanın etrafından dolanıp sürücü koltuğuna yerleşti. Motoru çalıştırmadan önce bakışlarının yan profilimde gezdiğini hissedebiliyordum. “Asya,” dedi yumuşak bir ses tonuyla. “Aranızda ne geçti, asi kız?” Yıldıray’ın suçlayıcı ses tonuna nazaran o daha rahatlatıcı, sakin bir ton kullanıyordu.

“Ben,” dedim titrek çıkan sesimle. Gerçekten ben ne demiştim? Ne söylemiştim de bu hale gelmiştik? Hatırlayamıyordum. Zihnim, geçmişten gelen alışkanlığını otomatik olarak devreye sokmuş, kendini kapatmıştı. Avuç içlerimi şakaklarıma bastırırken, “Şimdi değil,” dedim yalvarırcasına. “Lütfen, şimdi değil. Sakinleşeyim, kendime geleyim söz veriyorum anlatacağım.”

Üstelemeden, “Pekala,” dedikten sonra kontaktaki anahtarı çevirip arabanın motorunu çalıştırdı. “Sen ne zaman hazır hissedersen o zaman anlatırsın ama şunu bilmeni isterim ki,” Bakışlarım beklentiyle yüzüne döndü. “Bilerek yaptığını düşünmüyorum.”

“Evet,” dedim hızla. “Yemin ederim bilerek yapmadım. Bir anda oldu her şey.”

Gülümsedi. “Sakin ol, sarışın.”

“Yıldıray bana kötü mü davranacak artık?” diye sordum küçük bir çocuk gibi.

Dudaklarındaki kıvrım anında yok olurken kaşları kavislendi. “O ne demek öyle?”

Oturduğum koltukta küçülebildiğim kadar küçüldüm. “Burçin’i o halde görünce haklı olarak korktu ve sinirlendi. Kavga etmedik ama bir nevi o hale gelmesi benim hatam. Beni suçlayabilir.”

“Buna izin vermem,” dedi sertçe. “Aranızda olay şey sadece sizi ilgilendirir. Ne Akrep ne de herhangi birinin karışmasına ne ben ne de Burçin izin verir. Kaldı ki aranızda çok büyük bir şeyin geçtiğini düşünmüyorum. Öyle olsa bile bunu siz ikiniz çözeceksiniz.” Şaşkınlıkla yüzüne bakmaya devam ederken ciddi ifadesini bozmadan kısa süreliğine bakışlarımızı birleştirdi. “Bakma öyle şaşkın şaşkın. Dünyanın en tuhaf şeyini söylemedim küçük kız, olması gerekeni söyledim.”

“Sende bana kızarsın diye düşünmüştüm.” Dedim üzerimden atamadığım küçük çocuk suçluluğuyla. Ben hep böyle yaşamamış mıydım zaten? Hiçbir suçum yokken suçlu konuma getirilip cezalar alıp durmamış mıydım?

Kaşları olabilecekmiş gibi daha çok çatılırken, “Asya,” dedi agresif bir tonda. “Saçmalamasın mı artık?”

Dudaklarımı birbirine bastırıp bakışlarımı geçip gittiğimiz yola çevirdim. Aradan geçen dakikaların ardından araba bir otoparka girip yavaşladığında, “Torpidoyu aç,” dedi düz düz. İkiletmedim. Kapağı açtım. “Orada küçük bir kutu var, çıkartsana onu.” Bahsettiği kutuyu elime aldıktan sonra açtığım kapağı kapattım. “Burçin yanında olmadığı için kulaklık kullanacağız. Buluşacağınız mekân iki dükkân ötede. Ben burada olacağım ve tüm konuşmaları dinleyeceğim, yeri gelirse de seni yönlendireceğim.” Arabayı tenha bir köşeye park etti.

Başımı onaylarcasına sallayıp, “Çıkışta nasıl yapıyoruz?” diye sordum.

“Halledip sana haber vereceğim.”

Tekrar başımı onaylarcasına sallayıp ellerimin arasında tuttuğum kutuyu açarak kulaklığın bir eşini kendim için aldım. “Burçin’in telefonu burada. Sen arabadan indikten sonra Yasmin’e gelemeyeceğini bildiren bir mesaj atacağım. Gittiğinde Burçin’i sor. Sana değil ona mesaj atmış olması egosunu okşar, planının tıkır tıkır işlediğini düşünür.”

Evet. Yasmin bunu düşünebilecek bir potansiyeldeydi.

Kulaklığı takıp arka koltuğa bıraktığım küçük, siyah çantayı elime aldım. “Ben gideyim o zaman.” Kapı kolunu tutup çekeceğim sırada bileğime dolanan parmakları hareket etmemi engelledi. Merakla yüzüne bakarken, “Yalnızsın,” dedi. “Sana güvenebilirim değil mi, asi kız?”

Kaçıp kaçmayacağımı anlamaya çalışıyordu.

“Burçin,” dedim dürüstçe. “Bir an önce eve gidip onu görmek istiyorum, Kara Yaman.”

Yalan söylemiyordum. Hissettiğim suçluluk duygusu içimi kemirip dururken, Burçin’in nasıl olduğunu öğrenmek istiyordum. Hem ben bugün ona sarılmıştım değil mi? Yine sarılıp gerekirse özür dileyebilirdim. Yapabilirdim, değil mi?

Gülümsedi.

Bileğimi sarmalayan elini geri çektiğinde daha fazla beklemeden arabadan indim. İşten çıkıp geldiğimi yansıtmak için üzerime giyindiğim kıyafet daha önce giyinmediğim bir tarzdaydı. Bej rengindeki yelekli takım elbisenin buruşan pantolonunun üzerine gelişi güzel hareket ettirip ilerlemeye başladım. Kulağımda Yaman’ın sesi yankılandı: “Beni duyabiliyorsan dur ve sol tarafa bak, asi kız.” Adımlarımı durdurdum. Elimi açık saçlarımın arasına daldırıp sol tarafa doğru baktım ardından ilerlemeye devam ettim. Kavurucu sıcağa karışan sıcak rüzgâr insanı bunaltırken ellerimi yelpaze gibi kullanıp yüzümün önünde salladım. Kendimi tutamayıp, “Tanrım,” dedim isyan edercesine. “Bu nasıl bir hava?”

Kulaklıktan Yaman’ın sesi tekrar duyuldu. “Konuşma asi kız, seni deli sanacaklar.”

Gözlerimi devirdim. Burnumu kaşır gibi yapıp kısık bir sesle karşılık verdim: “Üzüm üzüme baka baka derler, Kara Yaman.”

“Sen bana deli mi diyorsun yani?” dedi huysuz huysuz.

Cevapsız bırakmak daha eğlenceli bir seçenekken Yasmin’in mesajda bildirdiği kafe görüş açıma girdi. Sıcaktan kurtulmak için adımlarımı hızlandırıp kafenin içine girdiğimde tenimin açıkta kalan kısımlarına çarpan serin havayı sevinçle karşıladım. İçeriye girdiğim anda bana dönen birkaç bakışı fark etsem de bakışlarım aradığım yüzü bulma umuduyla etrafta dolanıyordu. Benden önce gelmiş olması avantajımızdı çünkü şans eseri indiğim arabayı görebilirdi. Gözlerim aradığım yüzü pencere kenarındaki bir masada gördüğünde, elinde tuttuğu telefonu gördüm. Büyük ihtimalle Burçin’in yani Yaman’ın ona gönderdiği mesaja cevap gönderiyordu.

Adımlarımı ona doğru yönlendirip kısa sürede yanına vardığımda, “Selam,” diyerek dikkatini üzerime çektim. Bakışlarını telefonundan kaldırıp siyah, buğulu makyaj yaptığı gözlerini gözlerime çevirdi. “Ah, selam Güneş. Hoş geldin.”

Bu kız neden güzelliğini saçma sapan şeyler yaparak gölgelendirmeyi seviyordu? Hey! Sen daha küçüksün, bu günlerin kıymetini bilsen ve yaşından katça büyük görünecek makyajlar yapıp, kıyafetler tercih etmesen? Yersiz düşüncelerimi bir kenara bırakıp karşısındaki sandalyeye oturdum.

“Burçin gecicek mi?”

Başını iki yana sallayıp at kuyruğunu hareketlendirirken, “Gelemeyecekmiş,” dedi. “Az önce mesaj attı sana söylememiş miydi?”

Ve Kara Yaman haklı çıktı.

“Hayır,” dedim. “Bana haber vermedi.”

Dişlerini meydana çıkartacak kadar büyük bir gülümseme dudaklarında peyda olurken, “İyi yönünden bakalım beni sevmiş olmalı ki ilk bana haber verdi. Değil mi?”

Sahte bir şekilde güldüm. “Kesinlikle öyle.”

Yanımıza gelen garson konuşmamıza es vermemize neden olurken, “Hoş geldiniz efendim,” dedi saygıyla. “Ne alırdınız?”

Dışarıdaki soğuk havanın buhranını henüz atamayan bedenim soğuk bir şeyler için haykırırken, “Portakal suyu lütfen,” dedim samimiyetle. “Lütfen içine bolca buz atın olur mu?”

“Sonra hasta ol, Asya. Aferin.” Bir an için kulaklığımın varlığını unutmuş, beklemediğim bir anda Yaman’ın sesini duymamla ürkmüştüm. Neyse ki bu durumu karşımdaki kadın fark etmemişti.

Garson adam gülümsedi. “Tabii efendim.” Yasmin’e döndü. “Kahvenizi yenilememizi ister misiniz, Yasmin Hanım?” Yasmin önündeki silindir şeklindeki bardağı masanın üzerinden adama doğru itekleyip, “Olur,” dedi düz bir sesle. “Ama bu sefer kreması az olsun. Biraz önce kahveden çok krema içtim.”

Huysuz zengin züppeleri… Garsonların korkulu rüyaları.

Garson yanımızdan uzaklaştığında, “Eee,” diyerek konuya girdi. “Şahan’la aranız nasıl? O geceden sonra tekrar yattınız mı?”

Huysuzca yerimde kıpırdanıp, dururken bir an ne diyeceğimi bilemedim.

“Onayla,” dedi Yaman. Bunu öyle bir tonda söylemişti ki, görmesem bile dişlerini kıracak kadar çenesini sıktığını anlayabiliyordum.

“Yani şey,” dedim ve çekinmiş imajı vermek için hafifçe boğazımı kaşıdım.

“Yatmışsınız!” dedi heyecanla. Bu kız hasta mıydı? “Anlatsana yatakta nasıl?”

Gözlerim şaşkınlıkla açılırken, “Yasmin,” dedim. Aynı anda kulaklığın öteki tarafından Yaman’ın huysuz sesi duyuldu. “Manyak lan bu karı!”

“Belli ki seks hayatını konuşmayı sevmiyorsun tamam seni zorlamayacağım,” dediğinde rahat bir nefes bıraktım. Sadece şu an değil, ben hiçbir zaman cinsel hayatım hakkında kimseyle konuşmazdım. “Ama lütfen şuna cevap ver, sert mi?” Kıkırdadı. “Gerçi o adamın yatakta nasıl olduğunu tek bir bakışla anlayabilirsin de.”

“Konuyu değiş, Asya.” Dedi Yaman.

İşime geldi.

“Sen beni boş ver, asıl sen ne yaptın? Yaman’la karşılaştın mı o geceden sonra?”

Cevabı biliyordum ama bunu bildiğimi o bilmiyordu.

Suratı asıldı. “Yer yarıldı yerin içine girdi sanki. Bir o değil, hiçbirini görmedim o günden sonra. O kokuşmuş mekâna gitmekten de sıkıldım.”

Yaman araya girdi: “Akrep’e bunu bildireceğim.” Dedi keyifle. “Çok hoş karşılayacak.”

Söylediklerine gülmemek için dişlerimi yanak içlerime geçirirken, “Ne yapmayı planlıyorsun?” diye sordum. “Var mı aklında bir şeyler?”

“Aslında bir fikrim var,” dedi düşen modunu hemen toparlayarak. “Burçin’in gelmemesi bir yandan iyi oldu, senden fikir alabilirim. Merakla yüzüne bakarken, siparişlerimizi getiren garsonu umursamadan konuşmaya devam etti. “Bir mekân ayarlayıp erken doğum günü partimi vermeyi planlıyordum. O gece Yaman ile yakınlaşmaya çalışacağım.”

Bedenimin ücra bir köşesinde beliren sızı, gözlerini dünyaya ilk defa açan bebek gibiydi. Varlığını daha önce hissetmediğim o sızının kaynağına inemeden Yasmin dikkatimi tekrar üzerine çekti. “Benim o gece kesinlikle Yaman’la yakınlaşmam gerek Güneş, sabırsız bir kadınım ve beklemek hiç hoşuma gitmiyor.”

Kuruyan boğazımı rahatlatmak için portakal suyumdan büyük bir yudum alsam da soğuk olmasına rağmen beklediğim etkiyi karşılayamıyordu. Boğazımı temizledim. “Güzel plan. Dikkatini çekebilecek uygun bir ortam yaratabilirsen işin sonu istediğin gibi bitebilir.” Dile getirdiğim şey neden beni rahatsız ediyordu?

“En kısa zamanda hazırlıklara başlayıp birkaç güne partiyi vereceğim. Yarın akşam bir işin yoksa kulübe gidelim ve onları davet edeyim.”

“Onayla,” dedi Yaman düz bir sesle.

“Olur,” dedim gülümseyerek. “Gidelim.”

Hevesle ellerini birbirine vurup, “Harika!” dedi. “Bu parti için sabırsızlanıyorum. Gecesi içinde ayrı sabırsızlanıyorum tabii.”

Densiz.

“Yüksek ihtimalle yine konseptli bir parti olur,” dedi keyifle. “Sen ve Şahan içinde bir şeyler ayarlayacağım canım arkadaşım.”

Cevap vermemeyi tercih edip gülümsemekle yetimdim.

“Asya,” dedi Yaman. “Birkaç saniye sonra telefonuna Şahan’dan mesaj gelecek.”

Cümlesini tamamladıktan hemen sonra masanın üzerine bıraktığım telefondan bir bildiri sesi yükseldi. Bir kaçış yoluna sığınırcasına hızla çantayı açıp telefonu çıkarttım.

Gönderen: Şahan
‘Arkadaşlarına ayırdığın zaman umarım son bulmuştur, güzelim. Seni bana getirecek araba, birkaç dakika içinde mekânın önünde olacak.’

Gülümsedim fakat bu gülümseme samimiyetten uzaktı. Tamamen karşımdaki kadına uyguladığım bir oyundu. Camdan dışarıyı izlediği bakışları bana döndüğünde hemen gözlerimi kaçırdım. “Nedir seni bu kadar güldüren şey, Güneş Hanım?”

Telefonun ekranını kapatıp, “Şahan,” dedim cilveyle. “Beni alması için birilerini göndermiş. Birkaç dakikaya gelirmiş, sana ayıp olmaz değil mi tatlım?”

“Git ve ateşli çıtırın tadını çıkart bebek, beklemen hata!”

Edepsiz.

Elimdeki telefonu tekrar çantaya koyup oturduğum sandalyeden kalktım. “O zaman yarın görüşmek üzere. Sabahtan haberleşiriz.”

Başını onaylarcasına sallayıp, “Tamam,” dedi ve uzaktan öpücük attı. “Hesabı da ben halledeceğim, sen uğraşma.” Öpücüğüne karışlık gözlerimi devirmemek için üstün bir çaba sarf ederken, el sallayıp hızla masadan ayrıldım.

“Yaman,” dedim kısık bir sesle. “Biraz daha kalsaydım bayılacaktım. Lütfen hemen al beni buradan.”

“Kapıdayım,” dedi. “Siyah, filmli araba.”

Mekândan çıkıp bahsettiği arabayı bulabilmek için etrafıma baktım bir süre. Selektör yapan arabayı fark edince adımlarımı o yöne çevirdim. Koşar adımlarla arabaya varıp kapıyı açtığımda tabiri caize kendimi içime attım. Elimdeki çantayı arka koltuğa savurup, kulaklığı çıkarttım. “Kız beni öldürecek,” dedim isyan edercesine. “Üç lafından biri seks, biri sen!”

Beklemeden arabayı şehir merkezine doğru sürmeye başladı. Bakışları sürekli dikiz aynasındayken günlerdir aklımı kurcalayan o soruyu sormak için bedenimi hafifçe Yaman’a doğru çevirdim. “Bir şeyi anlamıyorum,” dediğimde bakışlarım çatık kaşlarında oyalandı. “Kızın yanına rahatlıkla gidip, rahatlıkla ayrılıyorum. Bunun asalak amcasının beni takip ettireceğini düşünmüştüm ama böyle bir şey olmadı. Olsaydı siz fark ederdiniz sonuçta.”

Başını onaylarcasına salladı. “Fark ederdik, biz fark etmezsek her adımımızı izleyen Göz fark ederdi. Şu an olduğu gibi. Sorduğun soruya gelecek olursak bunun iki mantıklı seçeneği var; Ya senin varlığını amcasıyla paylaşmadı ki bu yüzde beşlik bir ihtimal,” Araya girdim. “Yüzde doksan beşlik ihtimal nedir?”

“Kendi imkanlarıyla seni araştırmıştır ve amcası gibi akıllı olmadığı için bir şey bulamamak onu işkillendirmemiştir.”

“Bu çok saçma,” dedim, yüzümü buruşturarak. “Ben bir iş içinde olacağım ve tam bu iş üzerinde çalışırken hayatıma biri girecek ve bana yardım edecek. Bu başlı başına bir şüphe durumu.”

Arabaya bindiğimden beri çatık olan kaşları düz bir çizgi halini alırken dudakları alayla kıvrıldı. “İşte bu yüzden seni aramıza almak istiyorlar ya, asi kız. Akıllısın.”

Gözlerimi devirdim. “Bunu düşünmek için sizden biri olmama gerek yok Kara Yaman, aklım olsun yeter bence.”

“Akıl ve mantık insan evladına bahşedilmiş en güzel şeydir küçük kız,” dedi alayla. “Ama herkes kullanmayı bilmez.”

Konuyu değiştirmek için “Haber var mı?” diye sordum. “Burçin’den.”

“İyiymiş,” diyerek kestirip attı. “Torpidoyu aç.” İstediğini yaptım. Görüş açıma giren kırmızı kumaşı gördüğümde ne isteyeceğini anlayıp, saten kumaş parçasını elime alıp gözlerime bağladım.

🔗🔗🔗

Sessizlikle geçen yolun bittiğini yavaşlayan arabadan anlamıştım. Çok geçmeden tamamen durduğumuzda kapı kolunu arayan ellerim, Yaman’ın, “Bekle,” demesiyle durdu. Bir kapının açılıp kapanma sesini takip ettim. Saniyeler içinde benim tarafımdaki kapıda açıldı. İnmek için elimi havalandırdığımda asla beklemediğim bir şey olarak, koltukta oturan bedenim bir anda çekilip alındı. Tiz çığlığım bulunduğumuz sokakta yankılanırken, düşme korkusuyla kollarımı boynuna doladım. “Ne yapıyorsun Kara Yaman, aklım çıktı!”

“Benimde kulak zarımı siktin, sarışın!”

Kapının kapanma sesini duydum.

“Ben mi dedim sana beni kucakla diye?”

“Söylenme!”

Gözlerime bağladığım kumaştan kurtulmak için elimden birini yüzüme yaklaştırmıştım ki bir kere daha onun sözleriyle hareketlerim kesildi. “Çıkartma.”

“Neden?” diye sordum merakla.

Cevap vermedi. Adımları durdu. Zorlanmadan kapının kilidini açtığını duyduğumda, tenime vuran serin havayla eve girdiğimizi anladım. “Eve girdik Kara Yaman, benim gözlerim neden hala bağlı?” Kucağındaki bedenimi dikkatle yere bıraktığında, “Bana bir sözün vardı,” dedi boğuk bir ses tonuyla. “O sözü tut, asi kız.”

Kaşlarım çatıldı. “Ne sözü?”

Belime koyduğu elleri anında tüm bedenimi ürpertirken bir adım geriledim. Sırtım duvarın sert zeminiyle buluştuğunda, yüzünün yüzüme çok yakın olduğunu sıcak nefesinden hissedebiliyordum.

(Yetişkin içerik barındıran sahne. Bu sahneyi okumak istemeyenler diğer bölüme geçiş yapabilir.)

“Bana bir öpücük sözün var, Asya. Ben sözlerimi tutmayı severim ve biri bana söz verdiyse onunda sözünü tutmasını isterim.”

“Kori-koridordayız Yaman,” dedim titrek çıkan sesime lanetler savurarak. “Her an biri gelebilir.”

Dudaklarını dudaklarıma sürttü. Soluk alışverişim tekledi.

“Burçin ve Yıldıray gece gelir, Şahan ve Murat’ta merkezde. Ayrıca bir öpücük asi kız, koridorun ortasında seks yapmayacağız,” durdu. “Yani sanırım.”

İtiraz etmek için dudaklarımı aralamıştım ki buna müsaade etmedi. Dudaklarını sertçe dudaklarıma bastırdığında inlememe engel olamadım. Beklediği şey buymuş gibi öpüşünü hoyratlaştırırken bacaklarımdaki güç çekildi sanki. Belime yerleştirdiği parmakları giyindiğim yeleğin kumaşını geçip tenime değdiğinde bedenim karıncalandı. Günlerce susuz kalmış, o susuzluğu dudaklarımızla giderirmiş gibi öpüşürken yavaşça dilini ağzımın içine doğru itti. Dilinin ıslaklığını kabul eden dilim dudaklarımızın arasında ahenkle dans etti.

Belimdeki parmakları baskısını arttırırken, kasığını kasığıma sürttü. Bu hareketi ikimizin de aynı anda inlemesine neden olurken çamaşırımda hissettiğim ıslaklığın bu denli erken olmasına şaşırmıştım ama bu şaşkınlık o kadar kısa sürdü ki, bir an için zihnimin bir oyunu sandım. İki yanımda hareketsizce duran kollarımı kaldırıp boynuna doladım. Gözlerimin bağlı olması, her an birinin kapıyı açabilecek olmasının heyecanı, hırsla birbirini sömüren dudaklarımız… Hepsi bedenimi pelte kıvamına getiriyordu.

Nefes almak için geri çekildiğimde, az önceki öpüşmemize rağmen anında kuruyan dudaklarımın üzerinde dilimi gezdirdim. “Şu andaki halini keşke benim gözlerimle görebilsen asi kız,” dedi nefes nefese. “Bu manzaradan mahrum kalman haksızlık. Belki sana gözlerimin önündeki şaheseri gösteremem ama bana nasıl hissettirdiğini sana kanıtlayabilirim.”

“Nasıl yapacaksın onu?” diye sordum tıpkı onun gibi nefes nefese.

Ereksiyon olmuş organını hırsla kasığıma sürttüğünde başım geriye düştü. Bunu fırsat bilerek dudaklarını boynuma bastırdığında, dudağımı dişlerimin arasına aldım. Tenimde bıraktığı ıslaklık kasık bölgemdeki alevi harlıyordu. Boğazından yükselen erkeksi bir hırıltı dudaklarından sızıp tenime çarptığında boynuna doladığım ellerimden biri ensesindeki saçlarına ulaştı. Canını acıtmayacağım şiddette çekiştirirken, bu yaptığıma karşılık köprücük kemiğimin olduğu noktayı ısırdı. Isırdığı yerdeki acıyı almak istercesine yaladığında koridorda yankılanan bir nefes bıraktım.

“İzin ver,” dedi yüzünü boyun girintimden çıkartmadan.

“Ne için?”

“Seni rahatlatmama izin ver, asi kız.” Bunu bir istek gibi sormamıştı. Buna ihtiyacı varmış gibi konuşmuştu ki, buna en çok ihtiyacı olan şu an bendim!

“Yap ne yapacaksan,” dedim bedenim ihtiyaçla titrerken. “İzin veriyorum.”

Bir elinin parmağını göğüs oluğundan aşağıya doğru kaydırmaya başladığında sertçe yutkundum. “Seni öpmemi ister misin?”

“Sadece öpecektin zaten Kara Yaman,” dedim alayla. “Ama bak sonu nereye gitti.”

“Pişman mısın?” diye sordu boğuk bir sesle.

Başımı iki yana salladım. “Şu an umurumda bile değil.”

Parmağı pantolonumun düğmesine ulaştığında beni delirtmek istercesine bir yavaşlıkla hareket ediyordu. Bir yandan dudaklarını dudaklarıma sürtüyor, ardından diliyle boydan boya yalıyordu. Sonunda işkencesini bırakıp düğmeyi açtığında, elini pantolondan içeriye soktu. Yeni engeli iç çamaşırım olurken onun üzerinde çok durmadan parmaklarını en hassas noktamda hissettim. Parmağının yarattığı baskı kalbimde coşkulu bir ritme sebep olurken, kulaklarım çınlıyordu. Sertçe yutkundum.

“Sırılsıklamsın,” dedi dudaklarının hareketini dudaklarımda hissederken.

“Senin yüzünden.”

“Evet,” dedi keyifle. “Benim yüzümden ve ben, sadece bir öpücükle seni bu hale getirmişken daha fazlasını yaptığımda daha ne kadar ıslak olabileceğini deli gibi merak ediyorum, asi kız.” İki parmağını dairesel hareketlerle hassas noktamda gezdirirken titreyen dizlerimin gazabına uğramamak için omuzlarına sıkıca tutundum.

Dişlerini çeneme geçirdi.

Bir noktada hareket edip duran parmakları aşağıya doğru kaydığında ona alan açmak için bacaklarımı ayırdım. Belim bükülürken, parmaklarına yöne veriyor kendimi ona daha çok bastırıyordum. Beklemediğim bir anda içime kayan iki parmağı koridorda yankılan bir inlemeye neden olurken, “Sıcacık,” dedi. “Sikeyim, delireceğim. Sıcacıksın!” Parmaklarını geri çekip daha hızlı itti. Bağırmamak için dudaklarımı birbirine bastırırken, bağlı olmasına rağmen gözlerim geriye doğru kaydı.

“Bu sıcaklığa gömülmek için tüm Gümüş Şehri ateşe verebilecekmiş gibi hissediyorum,” dedi titrek bir sesle. “Ama biliyorum, zamanı var ve Asya, o zaman geldiğinde sana asla acımayacağım!” Tahrik edici konuşmasıyla, içimde hızla gidip gelen parmaklarıyla hazzın doruklarına sürükleniyordum. Göğsümü göğüslerine yaslarken, iki büklüm olmamak için kendimi zor tutuyordum.

“Yaman,” diye inlediğimde, “Kabul et Asya,” dedi.

“Ne-neyi?”

“Sen böyle inlerken gerçek adımı dudaklarından duymak istiyorum, asi kız.”

Söylediklerini anlamaya gücüm yoktu.

Kalçamı hafifçe sallandırıp parmaklarının hareketine uyum sağlarken, “İçine ne zaman gömüleceğim biliyor musun asi kız?” diye sordu nefes nefese. “Sen gerçek adımı öğrendiğinde. Benim varlığımı bu sıcaklığının en uç köşelerinde hissederken gerçek adımı inleyeceksin.”

Cevap vermemi beklemedi.

Zaten benimde cevap vermeye gücüm yoktu.

Dudaklarımızı tekrar buluşturduğunda içimdeki parmakları hızını arttırdı. Kasılan bacaklarıma eşlik eden baskının kaynağı kadınlığımdayken, içimde bir bomba infilak etti. Parmaklarının arasından akıp giden ıslaklığıma karşılık gülümsediğinde bunu dudaklarımın üzerindeki dudaklarında hissedebilmiştim.

Geri çekildiğinde, boşta kalan eliyle gözlerimi kapatan kumaş parçasını çekip çıkarttı. Işığa alışmaya çalışan gözlerimi kısıp bir süre beklerken, parmaklarını bulunduğu noktadan ayırmıyordu. Saniyeler sonra görüş açım netleşince dağılmış yüzü gözlerimin önüne serildi. Alnında biriken ter damlası şakaklarından kayıp giderken, yaşadığı arzudan dolayı kara gözleri daha da koyulaşmıştı.

Dudağının bir kenarı kıvrılırken, “İyi misin?” diye sordu.

Başımı onaylarcasına sallarken sesimi bulamıyor, nefes alışverişlerimi düzene sokmaya çalışıyordum. Elini pantolonumun içinden çıkartıp parmaklarına bulaşmış ıslaklığı umursamadan, “Ben duşa gidiyorum,” dedi, dudağının kenarında beliren sinsi bir sırıtışla. “Sende girsen iyi olur, asi kız. Dağılmış görünüyorsun.”

Gözlerimi devirdim.

“İyi yönünden bak,” dedi. “Seni rahatlattım ama ben bir ergen gibi kendi işimi kendim halledeceğim. Ta ki sen gerçek adımı öğrenene kadar.”

Ve beni bu halde bırakıp merdivenleri çıkmaya başladı.

Bedenimdeki yangına iyi geleceğini düşünüp sırtımı soğuk duvara yaslasam da bir fayda etmedi. Gözlerimi kapatıp, başımı da duvara yasladım. “Tanrım,” dedim hala daha düzensiz çıkan soluk alışverişlerimin arasından. “O nasıl bir şeydi öyle?”

 

 

 

-BÖLÜM SONU-

 

 

 

Lütfen oy verdiğinizden emin olup bir tanecik dahi olsa yorum bırakır mısınız? Şimdiden teşekkür ederim canımlar

 

 

 

Yeni bölümde görüşünceye dek kendinize çooook iyi bakın...

 

 

 

Instagram: gulsumm.bilgin

Loading...
0%