Yeni Üyelik
14.
Bölüm

Karanlıkta Bir Yerde: 13

@gulsumblgn

Merhabaaaağ 🤍

Okumaya başlamadan önce oy verir misin, lütfen? Şimdiden teşekkür ederim.🙏

KEYİFLİ OKUMALAR!

🔗🔗🔗

Hayatta yaptıklarımız kadar yapmadıklarımızdan da sorumlu sayılırdık. Zorlu geçen yaşamamım da hayata tutunabilmek için çabalarken yitip giden gençliğimin boynu büküklüğünden sorumluydum en çok. Bir yaşam borçluydum ona ama geçmişi değiştirmem imkânsızdı. O borç, son nefesime kadar omuzlarımda bir yük gibi kalacak ve ölü bedenim toprağa karıştığında beni yiyip bitiren şey; yaşayamadığım gençliğim olacaktı.

Zaten fazlasıyla yüklü olan omuzlarıma bir yenisini daha eklememek için ağırlaşan gözkapaklarımla savaş içindeydim. Duvarda asılan saat gece yarısı iki kırk beşi gösteriyordu ve ben, Burçin'i bekliyordum. İsteyerek yapmamış olsam da onda bıraktığım yıkıcı etkinin pişmanlığıyla kavruluyor, dudaklarımın arasından çıkacak iki kelime için sabırsızlıkla yolunu gözlüyordum.

Özür dilerim...

Kolay kolay dile getirmediğim bu iki kelimeyi yıllar sonra ilk defa dudaklarımın arasından özgür bırakacaktım. Bir kere sarılmıştım ama özür dilerken bir daha yapabilir miydim bilmiyordum. Samimiyetime inanmasını dilemekten başka şansım yoktu.

Kara ile yaşadığımız o sarsıcı ve ateşli andan sonra ikimizde odalara çekilmiş, bir daha karşılaşmamıştık. İyi de olmuştu. İkimizin de onayıyla gerçekleşmiş olmasına rağmen o tutkulu anları hatırlamak istemiyordum. Uykusuzluktan sızlayan gözkapaklarımı sıkıca yumup derin bir soluk bıraktım. Ona olan çekimi inkâr etmek, karşı koymak istiyordum ama lanet bedenim buna kesinlikle izin vermiyor, mantığımdan ayrı hareket etmeyi keyifle kabul ediyordu.

Sıkıca yumduğum gözkapaklarımı yavaşça aralayıp, önünde oturduğum pencereden dışarıya çevirdim bakışlarımı. Karanlık gökyüzünü parlaklığıyla ele geçiren yıldızları izledim bir süre. Tanrı, benim dileklerim için hiçbir zaman bir yıldızın kayıp gitmesine izin vermemişti. Aklımın ermeye başladığı o günden bugüne kadar tek bir dileğim vardı; kurtulmak. Fakat benim dileğim her daim yanlış anlaşılmış gibiydi. Yetimhaneden kurtulmuştum ama daha korkunç bir hayatın pençelerine bırakılmıştım. O hayattan da kurtulmuştum ama şu an içinde bulunduğum durum, daha karmaşıktı.

Neden hayatım sıradan bir sıkıcılıkla ilerlemiyordu ki?

Karnıma doğru çektiğim bacaklarımın etrafına doladığım kollarımı çözüp ellerimi saçlarımın arasına daldırdım. Saç diplerimde hissettiğim acının hafiflemesi için parmaklarımı hareket ettirirken, aşağı kattın gelen tıkırtılarla düşmüş omuzlarımı dikleştirdim. Şahan ve Murat, saatler önce gelmiş direkt odalarına geçmişlerdi ve şu an gelen kişiler Burçin'le Yıldıray'dan başkası olamazdı. Oturduğum yerden hızla kalksam da adımlarım hareketlerime nazaran daha yavaş, daha sakindi.

Kapıya ulaştığımda açmadan önce uğultulu şekilde gelen konuşma seslerini dinledim. "Sen çık, ben Selene'ye bakıp geleceğim sevgilim."

"Acelesi var mı güzelim?" diyen Yıldıray'ın sesi yorgunluk barındırıyordu. "Yarın bakarsın."

"Sen çık, uyumadan gelirim."

Kısa süren bir sessizlikten sonra tekrar adım sesleri duyuldu. Kapanan kapı sesinden sonra ben odanın kapısını araladım ve koridora kısa bir bakış attım. Burçin'i yalnız görmem daha iyi olacaktı çünkü Yıldıray'la karşılaşmaktan gerçek anlamda çekiniyordum. Çıplak ayaklarımı hızlı ama sessiz tutmaya çalışarak merdivenler inip, koşar adımlarla yılanın bulunduğu odaya ilerledim. Kapısı açık, ışığı yanıyordu.

Burçin’in içeriden boğuk sesi duyuluyordu. "Özledin mi beni güzelim?" dedi sevecenlikle.

Nasıl bir kadındı ki, etrafındaki tüm insanlara olduğu gibi soğuk kanlı hayvana bile sevgisini aşılayabiliyordu?

Odanın önünde duran adımlarımla birlikte hafifçe boğazımı temizleyip dikkatini üzerime çekmeye çalıştım. Koluna dolanan yılandan bakışlarını çekip aynı şefkatle yüzüme bakarken, "Saat çok geç," dedi yumuşak bir ses tonuyla. "Sen hâlâ neden uyanıksın, bak gözlerin bile kızarmış."

İleriye doğru attığım adımım şaşkınlıkla havada asılı kaldı. Ne yani, bana kızgın değil miydi?

"Ben," dedim üzerimden atamadığım şaşkınlığı ses tonuma da yansıtarak. "Seni görmeden uyumak istemedim."

Bağdaş kurmuş şekilde yerde otururken, boşta kalan elini yanındaki boşluğa vurdu. "Madem beni bekledin, gelsene?"

Başımı iki yana salladım. "Burçin bana iyi davranmana gerek yok. Kızgınlığını gizleme."

Kaşları çatıldı. "Neden sana kızgın olayım, Asya?"

Bir adım atıp, ellerimin parmaklarını birbirine geçirdim. Karşısında oldukça mahcup bir halde dururken, öfkesine karşılık hazırladığım bedenimi, hiçbir şey yaşanmamış gibi yansıttığı şefkatine alıştırmaya çalıştım. "Benim yüzümden," dedim kırık bir sesle. "Benim yüzümden kriz geçirdin. Bana kızgın olman gerekiyor."

Çatılan kaşları düz bir hâl alırken, "Asya," dedi. "Lütfen yanıma oturur musun?"

Bu kez itiraz edecek gücü kendimde bulamadım. Biraz uzağında, yere otururken tıpkı onun gibi bağdaş kurdum. Uzaklığım kesinlikle koluna sarılmış ve bana diktiği gözleriyle çatal dilini çıkartıp tıslayan yılan yüzündendi. Korkulu bakışlarımı yılandan çekemezken, Burçin evcil hayvanının başını usul usul okşadı. "Korkma. Sana bu şekilde bakması tehlike arz etmez, sadece seni ve sıcaklığını merak ediyor."

Kaşlarım havalandı. "Tekrar kalbini kırmak istemem ama o soğuk kanlı canlının vahşi bir tür olduğunu ve bana karş, bahsettiğin şeyleri hissetmediğine eminim. Sanki," Yutkundum. "Bedenini boğazıma dolayıp sıkmak istiyor gibi bakıyor." Bembeyaz rengine kıyasla kırmızı gözleri ölümü anımsatıyordu. Bedenim ürperdi.

"Eğer ona bir kere dokunursan asla vazgeçemezsin."

Başımı iki yana salladım. "Sağ ol, ben almayayım."

"Seninle bir anlaşma yapalım mı?"

Kırmızı gözlerinden ayırdığım bakışlarımı Burçin'e çevirdim. "Ne anlaşması?" Diye sordum merakla.

"Belli ki geçirdiğim kriz yüzünden kendini suçluyor ve sana kızmam gerektiğini düşünüyorsun," dedikten sonra derin bir nefes alıp bıraktı. "Suçlusun demiyorum ama kriz geçirmem de payın olduğunu söylemek zorundayım."

Dik duran omuzlarım sıkıntıyla çöktü.

"Ama sana kızgın değilim, Asya. Kırgın hiç değilim. Bilemezdin. Bu saate kadar beni beklemen ve karşımda mahcup bir şekilde oturmanda özür dileyeceğini düşünmeme sebep oluyor." Tek kaşını kaldırdı. "Doğru mu düşünüyorum?"

Başımı onaylarcasına salladım. "Ben nasıl özür dilenmesi gerektiğini bilmiyorum, Gezgin. Bir kişi hariç kimseden özür dilemedim veya kimse benden özür dilemedi."

Bakışları merakla yüzümde gezdi. "O kişi kimdi?"

Sertçe yutkundum. Bedenime nüfuz eden, geçmiş dolu düşünceleri zorlukla geri plana itmeyi başarıp başımı öne eğdim. "Bunu sormasan, en azından kendimi hazır hissedene kadar?"

"Pekâlâ," dedi üstelemeden. "Anlaşmaya geri dönelim. Benden özür dileyeceksin ama nasıl yapacağını bilmiyorsun ya?" Başımı hızlı onaylarcasına salladım. Yılanın kıvrılarak sardığı kolunu bana doğru uzattı. "Onu sev."

Gözlerim şokla açılırken bedenimi geriye doğru büktüm. "Burçin! Biraz yardımcı olmayı seçsen? Ben senin kalbini kırdım o şeyin değil!"

Kaşlarını çattı. "Bebeğime o şey deme, onun bir adı var. Selene."

Yılan başını bana doğru uzatıp tısladığında çığlık atmamak için dudaklarımı sıkıca birbirine bastırdım.

"Hadi Asya, sev onu. Bir kere sevdikten sonra bağımlısı olmazsan bana da Gezgin demesinler."

Şu an da dünyanın en huzursuz insanıydım. Kendimi affettirmek için bunu yapmak zorunda mıydım gerçekten? Hem seni suçlamıyorum diyordu hem de kendimi affettirebilmem için yılanını sevmemi istiyordu. Deli kadın! Yılan besleyen, deli kadın!

Korkunun tüm bedenime yayılmasını anbean hissederken bakışlarım Burçin'le buluştu. Gülümseyerek bakıyor burnuma dayadığı vahşi hayvanının kolunda kıvrılmasını keyifle karşılıyordu. "İzin ver seni tanısın," dedi yumuşak bir tonda. "Sana zarar vermeyeceği üzerine yemin ederim."

Gözlerimi kapatıp derin bir nefes aldım. Yapmak zorunda değildim. Suçlu olmadığımı ve affa gerek olmadığını söylemişti ama ben, içimi rahatlatmak istiyordum. Bu lanet şeye neden bu kadar takılı kalmıştım dile getiremezdim fakat içten içe nedenini biliyordum. Beyza o çatıdan atladığında, tutmadığım için özür dilemiştim ve aldığım karşılık koca bir sessizlikti. Hatalı hissederken, Burçin'i de özrümü duymamasından korkuyordum belki de.

Yere yasladığım elimi çekip, kolumu korkuyla havalandırdım. Ellerimle birlikte bedenim de titriyordu. "Rahatla, gerginliğini hisseder."

"Söylemesi kolay!" Diye çıkıştım ve buna karşılık, yılanın çatal dilini meydana çıktı.

"Yavaş yavaş sana gelecek, ilk başta hareket etmemeye çalış. Sıcaklığına alışmasını sağla."

"Ya," dedim korkuyla. "Ya beni sevmezse, o zaman ne yapar?"

Bana kıyasla dudaklarındaki gülümsemesini büyüttü. "Eğer seni sevmezse benim kollarıma geri döner. Eğer seni severse de," Kolunu, kolumla eşit hizada tuttu. Aramızdaki yakın mesafeyi yavaş yavaş kapatmaya başlayan yılan, Burçin'in kolunda hareket etmeye başladı.

Çığlık atacaktım, çok az kalmıştı!

"Beni severse?" diye sordum.

"Kendin gör."

Bileğinden kayıp giden yılan elimin yüzeyine çok yaklaştığında nefesimi tuttum. Gözlerimi sıkıca yummak istiyordum ama... Nereden geleceğini bilmediğim darbeler... Eğer gözümü kapatırsam bir anda delirip beni öldürebilecek yılanın ani hareketine karşı koyamazdım. Gerçi ani bir hareketiyle kalp krizi geçirebilir, gözlerimi sonsuza dek kapatabilirdim.

İlk önce parmaklarımda hissettiğim soğukluğu. Sanki vücudumdaki bütün kan dondu. Sonra avuç içimde hissettiğim o soğukluğu. Kalbim, göğüs kafesimi kırmak ister gibi şiddetle atarken ciğerlerimi zorlayan, tuttuğum nefesi yavaşça bıraktım. Yılan bileğime doğru hareket ettiğinde, geride bıraktığı soğukluk rahatsız ediciydi.

Durdu.

"Bileğindeki nabzı hissetmeye çalışıyor," diyerek açıklama yaptı, Burçin. Yılan, birkaç saniye sonra tekrar hareketlendi. Kıvrılarak kolumda hareket ederken dirseğime kadar çıkmış, bedeniyle tenimi sarmıştı.

Yine durdu.

Bu sefer göz göze geldik.

Dilini çıkartıp tısladığında ölümümün yakın olduğunu hissetmiştim ki, yılan göz temasını kesmeden başını eklem yerimin birkaç parmak üzerine yasladı. Bedenini sıkıp, gevşetti. Titreyen koluma hissettirdiği soğukluk artık ilk an gibi rahatsız etmezken, tenim buna alışmaya başladı.

"Kolunu hafifçe bük böylelikle rahatça kıvrılmasına yardımcı olmuş olursun."

İtiraz etmeden dediğini yaparken, yılan koluma yasladığı başını kaldırdı. "Sıcaklığını aldı, şimdi seni tanımasına izin ver."

"Bu kadar yetmez mi?" Diye sordum titrek bir sesle.

"Seni sevip sevmediğini öğrenmek istemez misin?"

İnkâr etmeye çalışsam da bir yanım bunu merak ediyordu. Bir yılan tarafından sevilmek nasıl hissettirirdi, merak ediyordum. Bu delilik miydi? Kesinlikle! Kolumda kıvrılarak yukarıya doğru çıkan yılandan gözlerimi ayırmadım. Nefes alışverişlerim sık, bakışlarım titrekti. Soğukluğu hoşuma gitmeye başlamıştı. Bu delilik miydi? Kesinlikle, zır delilikti!

Koltuk altıma kadar çıktığında tekrar durdu ve başını yüzümün hizasına gelecek kadar kaldırdı. Nefesimi tuttum. Şu an delirip, beni ısırabilirdi. Tanrım, bu hayvan delirecekse şayet önce benim kalp krizinden ölmemi sağlayabilir misin?

Yılan yanaştı, yanaştı, yanaştı...

Sanki yanağıma bir öpücük bırakmak ister gibi yüzünü yanağıma sürttü. Tüm tüylerim dikleşirken, bedenime yaydığı soğuğa rağmen hiç beklemediğim bir şey oldu. Kalbim bu soğuk varlığın temasına karşı sıcacık kesildi. Annemin, babamın öpmediği yanağıma bir yılan sevgi izini bıraktı. Seks anındaki sertlikten ve tokattan farklı olarak başka türlü dokunulmayan yanağıma, bir hayvan sadıklığının izini bıraktı.

Ben heyecanla yılana bakarken, içimden kopup gelen bu his tüm korkumu alabora etti. Boşta kalan elim, benliğimden kopup itaatkâr gibi Selene'nin başına doğru hareketlendi. Büyülenmiş gibi gözlerine bakarken, sıcak parmak uçlarım soğukluğuyla kavuştu. "Merhaba Selene."

Burçin kıkırdadı. "Seni sevip sevmediğini anladın değil mi, Asya?" Gözlerimi ondan ayıramadan başımı onaylarcasına salladım. "Sana söylemiştim, bir kere seversen vazgeçemezsin."

🔗🔗🔗

Dün gece geç uyumanın etkisiyle sabah uyanmakta zorlanmış, zorlukla araladığım gözkapaklarımı tekrar tekrar kapatıp durmuştum. Kimsenin gelip beni uyandırmaması bölük börçük olsa da güzel bir uyku çekmemi sağlamış, öğlen saatlerinde kendime gelmeyi başarmıştım.

Banyodaki ihtiyaçlarımı giderip, üzerimi değiştirmek için dolaptan çıkarttığım kıyafetleri yatağın üzerine bıraktım. Akşam kulübe gideceğimizden bir kere daha kıyafet değiştirmek istemediğim için ona göre bir şeyler çıkartmıştım. Siyah, bacaklarımı tamamen saran kot pantolon üzerine ise göğüs dekoltesi olan kırmızı bir crop tercih etmiştim. Sıradandı ama yapacak bir şey yoktu. Rahat hissetmek istiyordum. Zemindeki serinliği seven ayaklarıma bir şey giyinme gereği duymadan odadan çıktım. Dağınık duran saçlarımı gelişi güzel örüp, sağ omzundan aşağı sarkıttım.

Merdivenler bittiğinde evde hiçbir sesin duyulmaması kaşlarımı çatmama neden olurken, mutfağa girdim. İçerisi boştu ama bahçeye açılan sürgülü kapı sonuna kadar aralıktı. Ev halkı dışında daha önce duymadığım yabancı bir ses adımlarımı bıçak gibi kesti. "Kendi başınızı yaktınız, birde o kıza mı sebep olacaksınız!"

Başımı hafifçe öne doğru uzatıp, bahçe mobilyalarının görüş açıma girmesini sağladım. Burçin, Yıldıray ve Şahan büyük koltukta otururken, Murat ve Yaman o koltuğun arkasında durmuş sehpanın üzerinde duran bilgisayar ekranına bakıyorlardı. Aralarında yabancı bir adam yoktu. Demek ki bilgisayar üzerinden canlı bağlantı yapıyorlardı.

"Size Bozok'a bulaşmayın dedim bin kere!"

Adam ne kadar sinirlendiyse bağırışı bahçede yankılanıyordu.

"Şefkat baba," dedi Şahan huzursuz kıpırdanırken. "Karşı koyamıyoruz biliyorsun."

"Kes!" diye bağırdı adam. "Bahanelere sığınamazsınız. O kız başına gelecekleri kaldıramaz."

Yaman yüzünü buruşturup çenesini sıvazladı. Adamın bahsettiği kişi büyük ihtimalle bendim ve şu an, bu konuşmaları duymaya kesinlikle hazır değildim. Mutfaktan çıkmak için harekete geçeceğim sırada Yıldıray'ın sesi tekrar durmama sebep oldu. "Kız bizden biri olmayı kabul edecek gibi durmuyor, yüksek ihtimalle sürgünü kabul edecek. Şu an bize ettiği yardım Arslan Bozok'u alt etmemiz için yüksek bir basamak Şefkat baba, bunu elimizin tersiyle geri itmemizi bekleyemezsin."

Bir süre kimseden ses çıkmadı. Ardından yabancı adamın sesi tekrar duyuldu. "O kızı görmek istiyorum, bana getirin."

Huzursuz oldum.

Yüzümü buruşturup yavaş adımlarla girdiğim mutfaktan hızla çıktım. Koşar adımlarla merdiveni tırmanıp odaya geri döndüğümde, dağınık bıraktığım yatağı toplayarak düşüncelerime es vermeye çalıştım. O adam kimdi, neden beni görmek istiyordu ve neden, planın içine dahil olmama bu denli öfkelenmişti?

Yavaş hareketlerle yatağı toplayıp, gelişi güzel koltuğa bıraktığım pijamaları katlamaya başladım. Bakışlarım boş, hareketlerim yavaş, zihnimin içindeki ses gürültülüydü. O gürültüye adım sesleri eklendi. Odanın dışından gelen sesler yaklaşmaya başladı. Yanılmıyorsam duyduğum topuk sesiydi ve bu evde topuklu ayakkabı giyebilecek tek kişi vardı. Saniyeler sonra kapı tıklandı.

"Gel." dedim düz bir sesle.

Kapı yavaşça aralandı, Burçin başını o aralıktan içeriye uzattı. Dudaklarında büyük bir gülümsemeyle, "Günaydın," dediğinde az önceki konuşmaları duymadığımı belli etmek istercesine sahte bir tebessüm yerleştirdim dudaklarıma. "Günaydın, Burçin." Az önceki konuşma hakkında bir şeyler söyleyebileceği korkusuyla konuşmayı ben sürdürdüm. "Neden gitmedik bugün merkeze?"

Tüm bedenini odanın içine sokup kapının yanındaki duvara sırtını yasladı. "Bugün Başkan tarafından izinliyiz. Yani akşam mekâna gidene kadar gün bizim. Ne yapmak istersin?"

Karnımdaki kasılmayı göz ardı edemeden, "Kahvaltı," dedim hemen. "Karnım çok aç."

Gülümsedi. "Sen uyanamayınca ve bizimkiler açlığa tahammül edemediğinden seni bekleyemedik. Ben şimdi sana bir şeyler hazırlarım."

Başımı onaylarcasına sallayıp, "Teşekkür ederim ama zahmet etme," dedim. "Ben atıştıracak bir şeyler yaparım."

Sırtını yasladığı duvardan ayırıp kapı kolunu tuttu. "Olmaz öyle. Sen işlerini bitir, mutfağa gel. Bende sana sandviç hazırlarım." Tuttuğu kapı kolunu aşağıya doğru indirip açtığı aralıktan çıkarak beni odada tekrar yalnız başıma bıraktı. Zaman kazanmak istediğimden önce pencereyi açtım, ardından spor ayakkabılarımı giyindim. Tekrar odadan çıktığımda bu sefer adımlarım endişeliydi. Tanımadığım bir adamla tanışmaya gitmek ve bu konuda zorlanmak istemiyordum.

Merdivenleri bitirip mutfağa girdiğimde bu sefer hepsi buradaydı. Ada tezgâhın etrafında toplanmış kahvelerini içerken aralarında onlar için sıradan sayılan bir sohbet dönüyordu.

"Caner yeğeninin evine gitmiyor olacak ki, cihazda herhangi bir hareketlilik yok." diyordu Murat. "Kızda odaya pek girmiyor galiba."

"Cihazı fark etme ihtimalleri?" diyen Yıldıray'ın bakışları karşısında oturan Yaman'daydı.

Yaman başını iki yana salladı. "Cihazı perdenin dikiş bölgesindeki katlanma yerine soktum. Yıkamaya götürmedikleri sürece kolaylıkla bulamazlar."

"Tabii cihazları yoksa," diyerek düşüncesini ortaya attı, Şahan. "Kontrolleri dokunarak değil de cihazla yaptılarsa kolaylıkla bulabilirler."

Lavabonun önünde bana sandviç hazırlayan Burçin, gözlerini kısa kısa tüm arkadaşlarına dokundurdu. "Kontrol etmeliyiz." Hepsinin bakışları bir anda bana döndü. Kapının pervazına yasladığım omzumu çekip, kollarımı göğsümde kavuşturdum. "O kızın edepsiz konuşlarına zaten zor tahammül ediyorum birde pijama partisi yapmak için evine falan gidemem baştan anlaşalım!"

Şahan sırıttı. "Kız laf sokarken bile zekasını ortaya atıyor be, helal olsun!" Gaza getirmek için bu şekilde konuştuğuna yemin edebilirdim ama kesinlikle kanıtlayamazdım. "Biz sadece baktık ama o bir bakışımızla planı kafada kurdu. Tam biz laik takım arkadaşı!" Kollarını havaya kaldırıp ellerini birbirine vururken ses tonunu kalınlaştırarak, "Asi kız oley!" Diye bağırdı. "Asi kız oley!"

Bu tavrına karşılık gözlerimi devirip boş sandalyelerden birine oturdum. "Daha iyi bir fikrim Bay Psikopat. Eve sen git, zaten kız senden bahsederken ağzının akan sularına engel olamıyor. Eminim seve seve evine kabul edecektir."

Sırıtışı anında yok olurken, yüzünü buruşturdu. Havaya kaldırdığı kollarını indirip küskün bir tavırla göğsünde kavuştururken, "Hayatımda duyduğum en sikimsonik plan." dedi.

Omuz silktim. "Azcık kadınlardan anlıyorsam o kız Yaman'ı değil, seni istiyor."

Burçin hazırladığı sandviçi önüme bırakıp, "Haklı," dedi ve bu sefer buzdolabına yöneldi. "Yaman'ı plan için, seni arzuladığı için istiyor." Buzdolabın kapağını açıp portakal suyunu çıkarttı.

Şahan kollarını bedenine dolayıp, "Asla," dedi. "Planında değişiklik yapmaması için duaya oturmama sebep olacaksınız. Ben Asya ile anılmaktan mutluyum."

"Gazap," dedi Yaman, sıktığı dişlerinin arasından. "Elimin tersindesin, kardeşim."

Murat kıkırdadı. "Bu iş gittikçe eğlenceli olmaya başladı sanki?"

Şahan yanında oturduğu arkadaşına ters ters bakarken, "Sende benim elimin tersindesin, kardeşim." dedi.

"Didişmeyin," dedi Burçin bir bardak portakal suyunu önüme bırakırken. "Gerçekten o odada konuşmuyorlar mı yoksa cihaz ifşa mı oldu öğrenmemiz lazım."

"İfşa olsaydı," diyerek sessizliğini bozdu Yıldıray. "Çoktan Asya'ya bir zarar gelmiş olurdu."

Çiğnediğim ilk lokma ağzımın içinde kocaman olurken, sertçe yutkunup boğazımdan aşağıya gönderdim. Bakışlarımı çaprazımda oturan Yıldıray'a çevirdiğimde dünden sonra onunla ilk kez göz göze gelmek gerilmeme neden olmuştu. Bakışlarını inceledim. Herhangi bir sinir, herhangi bir hırçınlık görmek istedim ama o da tıpkı sevgilisi gibi beklediğim tepkileri vermedi. Her zaman ki Yıldıray gibi bakıyordu.

Bunlar nasıl insanlardı böyle?

Neden bana kızgın değillerdi ki?

Suçsuz olmasına rağmen onca cezaya maruz kalan çocukluğum, karşımdaki insanlara uzaylı görmüş gibi bakıyordu. Bu yaşım ise onları şüpheyle inceliyordu.

"Cihaz hâlâ aktif görünüyor," dedi Murat. "Bulsalardı imha ederlerdi. Tabii planlarından haberdar olmamızı istiyorlarsa orası başka."

"Nasıl yani?" diye sordum merakla. "İkili mi oynuyor Yasmin?"

Murat dudaklarını büzdü. "Bunu bilemeyeceğiz. Yasmin'i tamamıyla tanımıyoruz. Belki dışarıya gösterdiği kadar aptal değildir belki de dışarıya yansıttığından daha aptaldır ama onu yönlendiren adamlar kesinlikle aptal değildir."

"Bu da işimizi zorlaştırır," dedi Yıldıray. "Seni bile bile ateşe itmiş oluruz."

Yanımda duran Burçin destek vermek ister gibi elini omzuma yaslayıp, sıktı. "Ama o ateşin seni yakmasına izin vermeyiz."

İştahım anında kesilirken, bir ısırık aldığım sandviç tabağa bıraktım. "O nasıl olacak, Burçin?" Bedenimi hafifçe ona döndürdüm. "Ateşe düşüp yanmamamı nasıl engelleyeceksiniz?"

Ondan beklediğim cevap Yaman'dan geldi. "Çünkü biz her daim o ateşin başında bekliyor olacak ve senin düşeceğini fark ettiğimiz an, ateşi söndüreceğiz."

Bakışlarımız buluştu. Kara harelerinden akan inanç ela gözlerime ulaşmak istedi ama izin vermedim. Veremezdim. Evet, zarar görmemem için uğraşabilirlerdi fakat söyledikleri gibi tamamen sağlam çıkamayabilirdim. Bir is bile tarumar olmuş ruhumu alaşağı edebilirdi. Gözlerimizi birbirinden ayıran taraf ben olurken, portakal suyuna uzandım.

"Bir şekilde o cihazı kontrol etmeli ve ona göre planımızı tekrar gözden geçirmeliyiz. Gerekirse Burçin tek başına gidecek. Nasıl olsa Yasmin ona ulaşmaya çalışıyor. Hepimiz atakta bekler, Burçin'de görevini yapar."

Öne eğdiğim başımı hızla kaldırdım. "Bu delilik!" Diye çıkıştım, kendimden beklemediğim bir hızda. "O eve tek başına giremez." Burçin'e döndüm. Dudaklarında küçük bir kıvrım, bakışlarında minnet vardı. "Tamam, birlikte gideriz.” Dedim çokta içten olmayacak şekilde.

Bunu neden yapıyordum bilmiyordum, sadece yapmak istiyordum.

Yıldıray, Murat’a dönüp, “Cihaz takibini bırakma,” dedi ciddiyetle. “Ev ziyaretini hemen ortaya atmayın. En azından şu parti işi bitene kadar bekleyelim yine de tedbiri elden bırakmayalım tabii. Şöyle bir ihtimal daha var ki, ikinizin gitmesine bile gerek kalmayabilir. Yaman’ın o gece Yasmin’e eşlik etmesini de ikinci seçenek olarak tutabiliriz.”

Kaşlarımı çattım. “Eve götüreceği ne malum, orada bir ortam ayarlamaktan bahsediyordu.”

Bana neydi Asya!

“Doğru,” dedi Yaman. “Eve gitmek istemeyebilir.”

“O zaman sende üstün azdırıcı yeteneklerini kullan Yaman’ım Kara’m,” diyerek olaya en edepsiz noktadan giren kişi Şahan’dan başkası değildi. “Kızın ağzından gir burnundan gir, eve götürmeye ikna et. Eve gittikten sonra nereye gireceksen gir ama cihazı kontrol etmeyi unu-“ Bu sefer hepsini bozguna uğratan şeyi ben yapmıştım. Ensesine sert bir tokat atarken cümlesini tamamlamasına izin vermemiştim. “Seni edepsiz!” diye çıkıştım. “Yanında iki tane kadın var, koğuş arkadaşın mıyız biz senin?”

Şahan vurduğum yeri ovalarken yüzünü buruşturarak, “Ne ağır elin var lan,” dedi. “Ne yapıyorsun kızım boş zamanında mermer mi tokatlıyorsun? Bu nasıl eldir!”

“Abartma abartma,” diye söylendim. “Hak ettin ki vurdum. Kadınların yanında nasıl konuşulacağını öğrenmek gerekiyor senin. Pis edepsiz!”

Hepsinin şaşkın bakışları üzerinde gözümü gezdirirken, başımı ne dercesine salladım. “Hayır yani hak etmediğini söyleyebilir misiniz?”

Bu sessizliği bozan Murat’ın kahkahası oldu. Ardından Burçin, sonra da Yıldıray eşlik etti. Şahan yanımda huysuz huysuz ensesini ovalıyor Yaman ise, alt dudağını dişlerinin arasına almış sinsi bir gülüşle yüzüme bakıyordu. Boğazımı temizleyip tabağa bıraktığım sandviçi tekrar elime alarak büyük bir ısırık aldım.

Görebiliyordum. Kara harelerinden akan tehlikeyi, dudaklarındaki kıvrımdan dökülen inadı, zihninin içinde dolanan kuyrukları birbirine dokunmayan onlarca tilkiyi, bedeninden yükselen arzuyu. Hepsini görebiliyordum ve bu gördüklerim arkama bakmadan çığlık atarak kaçma isteğini tetikliyordu. Yapabiliyor muydum? Hayır. Yapmam gereken şey buyken, adamın kucağında oturup yanınızda kalmam için beni ikna et demiştim.

Kendime gözlerimi devirip büyük bir hırsla sandviçimi bitirdim. Karnımın doymuş olması biraz olsun iyi gelirken, kafamı kurcalayan yabancının sesi kulaklarımdan gitmiyordu. Onun yanına götürülmemi istemiş hatta emretmişti. Bu huzursuz ediciydi.

Kirlettiğim tabağı ve boşalan bardağımı alıp oturduğum yüksek tabureden kalkıp tezgâha doğru yürürken hepsi sessizdi. İşte bu daha huzursuz ediciydi. Bunun etkisinden kurtulmak için, “Akşam mekâna nasıl gideceğiz?” diye sordum, suyun altında tuttuğum bardağı çalkalayarak. “Yani daha doğrusu kiminle gideceğim?”

“Gazap’la gidersen Yasmin garipsemez.” Diyen Burçin’di. “Dönüşte de aynı şekilde çıkarız.”

Yıkadığım tabakla bardağı tezgâhın üzerine ters bir şekilde bırakırken, kıstığım gözlerimle Şahan’a baktım. “Demek yalnız kalacağız, Bay Psikopat?”

Gözleri şaşkınlıkla aralanırken bana cevap vermek için hazırlanıyordu ki aralanan dudaklarının hareketleri, “Yasmin’in telefonu ne durumda, Göz?” diyerek konuyu bambaşka yere çeken Yaman’dı. Huysuz ve huzursuzdu.

“Onda da herhangi bir hareketlilik yok. Telefonuyla sadece sosyal medya hesaplarında gezip, arkadaşlarıyla mesajlaşıyor. İkinci bir hattı olduğuna netlik kazandırabiliriz artık. Gerçi o hattı bulsak da bir işe yarayacağını sanmam. Caner nasıl güvenlik ağıyla tüm sistemlerini koruyorsa yeğeninkini de korur. Uzun lafın kısası telefon takibinden bir şey çıkmaz.”

“Başkan kızın evini sürekli gözetim altında tutuyor, Caner asla eve girip çıkmıyor,” dedi Yıldıray. “Kız da amcasına gitmiyor. Bu işin sonu nasıl olacak cidden merak ediyorum.”

Şahan oturduğu yerde daha fazla yayılarak, “Hadi ama dostum,” dedi alayla. “Her zaman kolay işlerle uğraşıp durduk. Bu işin zorluğu beni keyiflendiriyor, biraz olsun sizde eğlenmeye bakamaz mısınız?”

Adım kadar emindim ki, kolay iş diye bahsettiği şeyler kesinlikle kolay değildi. Şahan mesleğinden keyif alan biriydi ve bu mevzuyu çözememek onu cezbediyordu.

Kollarımı göğsümde kavuşturup, “Nasıl oluyor da bu denli kapsamlı bir sisteme sahipken o adamı yakalayamıyorsunuz?” diye sordum merakla. “Şehrin tüm kameralarına ulaşabiliyorsunuz, elindeki imkanlar fazlasıyla geniş. Bu Arslan Bozok kim ki, bunca güce rağmen alt edilmesi zor oluyor?” Hepsi kaçamak bakışlarını birbirine gönderirken sessiz kalmalarına rağmen cevabımı almıştım. Gözlerimi devirdim. “Tabii ya. Sizden biri olmadığım takdirde bunları bana anlatamazsınız.”

Kalçamı yasladığım tezgâhtan ayırıp kendime kahve yapabilmek için makinanın öne geçtim. “Peki o zaman yanıtlayabileceğiniz bir soru sorayım.” Makinanın yanındaki kahve fincanlarından birini yavaş hareketlerle çevirip, yeteri kadar tatlı olacağını düşündüğüm miktarda tatlandırdım. “Bu Arslan Bozok veya Caner, benim varlığımı, Yasmin’e yaklaşma amacımı öğrenirse bana yapar?”

“Sana söyledik Asya,” dedi uysal bir ses tonuyla konuştu Yıldıray. “Sana zarar vermelerine izin vermeyiz.”

Makinada hazır bekleyen kahveyi bardağa doldururken, “Velev ki yetişemediniz,” dedim inatla. “O adamlar beni öldürür mü yoksa sizin hakkınızda bilgi alabilmek için beni yanlarında mı tutarlar?”

“Öldürülürsün,” dedi Yaman soğukkanlılıkla. “Arslan Bozok sana merhamet etmez. Tabii işine yarayacak biri değilsen.”

Fincanı elime alarak onlara doğru döndüm. “Ne konuda işlerine yararım, Kara Yaman? Sizinle alakalı bilgileri almak için mi mesela?”

Dudağının bir kenarı alayla kıvrıldı. “Bizden biri olmadığın sürece bizimle alakalı hiçbir şey bilemeyeceğini bilir.”

Kahvemden büyük bir yudum aldım. Yoğun şekerin ağzımda bıraktığı tat, bu acınası hayatımda sevdiğim en tatlı şeydi.

“Her inanın zayıf noktası vardır, Asya,” dedi Burçin, sevgilisinin kolları arasına girerken. “Arslan Bozok kadar cani bir inanın bile.”

Tek kaşım havalandı. “Bunu bilmeniz güzel bir şey değil mi?”

“Evet,” dedi Şahan. “Bilmek güzel ama bulmak daha güzel olurdu.”

“O ne demek öyle?”

“Şu demek asi kız,” dedi ayağa kalkan Yaman. “Bozok’un zaafı olan biri veya bir şey var ve o her neyse yıllar önce âşık olduğu kadın tarafından çalındı. Bildiğimiz tek şey, kadın çaldığı şeyi kimsenin bulamayacağı bir yere saklayarak kendi hayatını güvence altına aldı.”

“Bir çocuğu olabilir mi?”

Murat başını iki yana sallayarak bu teorimi çürütürken, “Arslan Bozok’un ergenlik çağında geçirdiği bir hastalıktan kaynaklı çocuğu olmuyor,” dedi. “Bu yüzden kadının çaldığı şeyin bir nesne olduğunu düşünüyoruz.”

Bakışlarım boş bir noktada sabit kalırken, “Peki kadının kim olduğunu biliyor musunuz?” diye sordum kısık bir ses tonuyla.

“O kadını sen bile tanıyorsun, Asya.”

Kaşlarım aniden çatılırken, yere sabitlediğim bakışlarım sesin sahibi Yaman’a döndü. “Kimmiş o benim bile tanıdığım kadın?”

“Gümüş Şehir yetimhanesi, kızlar bloğunun müdiresi, Ayşen Kazlak.”

Parmaklarımın arasında sıkıca tuttuğum fincan büyük bir gürültüyle yere düşerken, bacağıma sıçrayan sıcak kahvenin acısına bile odaklanamamıştım. Kulaklarımdan sızıp zihnime ulaşan o isim, bedenimdeki tüm gücü söküp aldı. Olduğum yere yığılıp kalmamak için arkamdaki tezgâhtan destek almaya çalışsam da başarılı olamadım. Sendeledim.

Koşar adımlarla aramızdaki mesafeyi kapatan Yaman kollarını belime dolayıp ayakta durmam için yardım edinci kasılan bedenimi, sıcak göğsüne yasladım. Elim istemsizce karnımın etrafına doladığı koluna gittiğinde tırnaklarımı çıplak tenine batırdım. “Asya?” dedi endişeli sesiyle. “İyi misin güzelim?” Konuşmak istiyordum ama sesimi bulamıyordum. O kadının en az Arslan Bozok kadar kötü kalpli bir canavar olduğunu söylemek istiyordum ama yapamıyordum. Tek yapabildiğim şey başımı iki yana sallamak olmuştu.

Diğer yanımda beliren Burçin,” Yaman kucağına al ve salona götür, çabuk!” dediğinde, Yaman beklemedi. Pelte kıvamına gelen bedenimi rahatlıkla havalandırıp koşar adımlarla salona girdi. Koltuğun yumuşak yapısını kalçamın altında hissetsem de Yaman’ın belime doladı kolları geri çekilmedi. Tabii buna etine sapladığım tırnaklarımda bir neden olabilirdi.

“Bir Ayşen Kazlak enkazı daha,” dedi Şahan, nadiren ciddiyetini koruduğu anlardan birindeyken. “Kıza her ne yaşattıysa adını duyduğu an ruhunu teslim etti!”

Sağ tarafımdaki boşluğa oturan Burçin, elinde tuttuğu dolu bardağı dudaklarıma yanaştırdı. “Bir yudum al tatlım, iyi gelecek.” Dilim, dudaklarım, boğazım hepsi kuru kalmıştı sanki. İtiraz etmeden sudan bir yudum alırken, ikincisine midem izin vermedi. Yüzümü buruşturup dudaklarımı bardaktan ayırdım.

Yıldıray, oturma grubunun ortasına bırakılmış geniş sehpaya oturmuş endişeyle yüzüme bakarken, “Doktor çağırmamızı ister misin Asya?” diye sordu. Sessiz kalıp başımı iki yana salladım. Sırtımı koltuğa yaslayıp böyle anlarda her zaman ne yapıyorsam aynısını yaptım. Gözlerimi sıkıca yumup, derin nefesler alıp bırakmaya başladım. Kulaklarımda yoğun olmasa da rahatsız edici bir uğultu, zihnimde karıncalanmalar vardı. Kasılan bedenim ise, Ayşen Kazlav’ın ruhumda bıraktığı izlerin birer yansımasıydı.

“O kadının vicdansızlığı erkenden tespit edilmeliydi,” dedi Burçin sitemle. “Görevden ihraç edilene kadar çok geç kalınmış!”

Ayşen Kazlav, Beyza’nın intiharından günler önce görevinden ihraç edilmişti. Kimsenin onu şikâyet etmeye cesareti yokken bir anda ortaya çıkan şikâyet doğrultusunda tüm yetkileri elinden alınmıştı. Şikâyet eden kişi veya kişiler hiçbir zaman kendini ifşalamamıştı ve bu cesareti gösteren kimse büyük bir merak uyandırmıştı. Belki ben şu an, onların kim olduğunu öğrenebilirdim.

Sıkıca kapattığım göz kapaklarımı aralayıp, “Alınan şikayetle görevden uzaklaştırıldı değil mi?” diye sordum zar zor çıkan sesimle.

Burçin onaylarcasına başını salladı. “Evet, Emniyet müdürünün arabasının camına bir mektup bırakılmış zamanında.”

Kaşlarımı çattım. “Mektup mu? Kimin bırakıldığı biliniyor mu?”

Tekrar başını aşağı yukarı salladığında bakışlarını kaplayan hüznü elimi uzatsam tutabilirdim. “Kamera kayıtlarından kızı tespit etmişler, yetimhaneden biriymiş. Bir kız çocuğu. Mektupta Gümüş Şehir Yetimhanesinin kızlardan sorumlu müdüresinin hem fiziksel hem de ilkel cezalarla psikolojik şiddet uygulandığını yazmış. Birkaç gün sonra,” durdu, sertçe yutkundu. “O kız çatıdan atlayarak intihar etti.”

Nefesim boğazımda tıkanıp kaldığında gözlerim kocaman açıldı. Ciğerlerime dolmayan havanın etkisiyle beynim uyarı çanlarını çalmaya başlayıp nefes almam için haykırsa da başaramıyordum. Kocaman açtığım gözlerimi Burçin’den ayıramıyordum.

“Aldığımız bilgiye göre Ayşen, Arslan Bozok’un gücünü kullanarak onu şikâyet eden kişiyi öğrenmiş,” diyerek beni yeni bir şok dalgasının içine itti Murat. “Kızı tehdit etmişler. O da dayanamamış olacak ki intiharı kurtuluş sandı.”

“Bu benim kurtuluşum, Aykız. Bırak özgürlüğümün zaferini kutlayayım.”

Bir çatının kenarından sarkarken dile getirdiği şeylere yaşadığım korku yüzünden bir anlam verememiştim ama şimdi anlayabiliyordum. Benim küçük kız kardeşim, kimsesiz olmanın yüküne dayanamadığı için değil korktuğu için kendi nefesini kesmişti. Yanağımdan kayıp giden gözyaşı geçtiği yeri yaktı. Devamı gelmedi. Tek bir damla yaş önce çene kemiğimde asılı kaldı ardından sol göğsümün üzerine şiddetle düştü.

Beyza’nın intiharından sonra yüreğimde beliren ve yıllardır geçmeyen kıvılcım, şu an öğrendiğim gerçeklerin acıyla döktüğüm tek damla gözyaşını o kıvılcımın üzerine düşürerek, ateşimi harladı.

Ciğerlerimin muhtaç olduğu nefesi içime çekerek, titreye titreye bıraktım. “O kız benim sahip olduğum en güzel ve en özel şeydi,” dedim. “Ve siz bana onun ölümünden Ayşen ve Arslan’ın sorumlu olduğunu mu söylüyorsunuz?”

🔗🔗🔗

İçtiğim kaçıncı kadehti bilmiyordum. Tamamen dağılmıştım ve umurumda değildi. Öğrendiğim gerçeklerin ağırlığını kaldıramıyordum bu yüzden zihnimin uyuşmasına, bulanmasına ihtiyacım vardı. Mekânda yankılanan yüksek sesli müzik rahatsız edici olsa da aldığım alkolle buna da tahammül etmeye çalışıyordum. Birkaç beden uzağımda oturan Yasmin’in de benden bir farkı yoktu. Sarhoş olmuş, taşımakta zorlandığı bedenini Yaman’a yaslamıştı.

Kadehteki şeffaf sıvıyı tek nefeste içip, boşalan bardağı yanımda oturan Şahan’a uzattım. “Bir tane daha.”

“Dut gibi oldun asi kız, yetmez mi?”

Ters bakışlarımı ona çevirdiğimde sıkıntılı bir soluk bırakıp isteğimi yerine getirmek için önümüzdeki kısa bacaklı sehpaya eğildi. Yaman’ın delici bakışlarını üzerimde hissediyor, inatla ona bakmamaya çalışıyordum. O Yasmin’iyle ilgilensindi!

“Al bakalım ama yavaş iç Asya,” dedi Şahan dolu kadehi elime bırakırken. “Komaya girmene ramak kaldı.”

Söylediklerini umursamadım.

İçkiden büyük bir yudum aldım. Hala Beyza’yı düşünebildiğime göre yeterince sarhoş olmamıştım. Benim küçüğümü deli gibi korkutup ölümüne sebep olmuşlardı. Küçüğümü, Aykız’ından söküp aldılar.

Yasmin’in şuh kahkahası kulağımı doldurduğunda dalgın bakışlarımı karşımda oturan ikiliye çevirdim. Yasmin’in bir eli Yaman’ın yanağındayken, o, bu hareketine karşılık kaşlarını çatarak bakıyordu. Bakışlarımı onlardan ayırmadan içkiden bir yudum daha aldım. Başparmağıyla tenini yavaşça okşayan Yasmin ağır hareketlerle Yaman’a yanaştı. Kaşlarımı çattım. Yasmin daha çok yanaştı. Dudaklarının dudaklarına yakın olduğu bir anda, duyamayacağım bir şeyler söyledi. Nefesimi tutmuş olabilecekleri beklerken hissettiğim rahatsızlıkla kaşlarım ortada birleşebilecek kadar çatıldı.

“Geri çekil Kara Yaman,” diye fısıldadım.

Bunu neden yapmıştım bilmiyorum ama bir anda dökülüvermişti dudaklarımdan.

Tam dudaklarının birbirine değeceği anda, Yaman beni duymuş gibi geri çekildi. Tuttuğum nefesimi bıraktım. Yasmin geri çevrilmenin rahatsızlığıyla kıpırdanıp, homurdandı. Yaman’a yasladığı bedenini geri çekip koltuğun kenarına bıraktığı kadehini eline alıp hırsla içti. Dudağımın bir kenarı alayla kıvrılırken, Yaman’la göz göze geldik. Kara hareleri bir süre elalarımda dolanırken ağır ağır dudağımın kenarındaki kıvrıma indi. Gözkapakları kısıldı ve gülüşüme karşılık verdi. Yayık bir pozisyonda oturan bedenini dikleştirip, bir ayağının bilek kısmını diğer bacağının dizine yasladı.

“O sırıtışı sil suratından,” dedi Şahan oldukça yakın bir mesafede dururken. “Kızın dikkatini çekeceksiniz!” Dudağımdaki kıvrım anında yok olurken, Yaman’ın da keyifli hali aynı anda kaybolmuştu. Kıstığı gözkapaklarının ardından tehlikeli bakışlarını arkadaşına gönderiyordu. “Ayrıca ne bu imalı bakışlar göz süzmeler, ne bokuma cilve yapıyorsunuz lan birbirinize?”

Gözlerimi devirdim.

“Kes sesini Bay Psikopat, sarhoş olmaya devam etmek istiyorum ve senin sesin beynimi kemiriyor.”

“Kurban ol lan sen benim sesime, sarı şeytan!”

Huysuz bakışlarımı ona çevirirken, ensesinde topladığı saçlarını parmaklarımın arasına hapsettim. “Saçını başını yolarım senin!”

Gözlerini kocaman açarken, “Ne yapıyorsun be abla?” dedi şaşkınlıkla. “Mahalle karısı gibi ne diye yapıştın saçıma bıraksana!”

“Ne yapıyorsunuz siz öyle?” diye bağırarak konuşan Yasmin, dikkatimizi üzerine çekmeyi başardı. “Şaşırtıyorsun beni Güneş, sertsin demek.” Dedi imayla. Hadi ama, her şeyi cinselliğe bağlayamazsın!

“Saçımı yoluyor sen ne anlatıyorsun sarı kafa,” diye mırıldandı Şahan, benim duyabileceğim bir tonda. “Aklı fikri bel altı!” Güldü. Yasmin’in duyabileceği tonda konuşarak, “Ya ya,” dedi samimiyetsiz bir tavırla. “Çok serttir. Ne yaparsın işte, bizde böyle anlaşabiliyoruz.” Burçin, Yıldıray ve Murat asıl gerçeği bilenler olarak gülmeye başladı. Yaman ise çattığı kaşlarının altından bakmaya devam ediyordu. Yasmin’in kıskançlık dolu bakışları üzerimde gezerken, dudaklarındaki sahte gülümsemeyi fark etmediğimi sanıyordu ama büyük yanılıyordu.

“Ne güzel,” dedi bakışlarını Şahan’a çevirerek. “Anlaşmanıza sevindim.” Kadehini dudaklarına yaslayıp büyük bir yudumla içindeki sarı sıvıyı bitirdikten sonra ayağa kalktı. Oturuşundan kaynaklı yukarıya doğru kıvrılan eteğini düzeltme gereği duymadan, “Ben lavaboya gidiyorum,” dedi ve kimseden cevap beklemeden bir basamaklık yükseklikten indi. Bir süre dengesini sağlayamayıp yanından geçtiği insanlara çarpsa da sanki suç onlardaymış gibi söylene söylene ilerlemeye devam etti.

“Amına koyayım, deli lan bu sarı kafa!” dedi Şahan. “Dudaklarıyla Yaman’ı, bakışlarıyla beni yemek istiyor.”

Sarhoşluğun verdiği rahatlamayla kıkırdadım. “Yemesine izin ver, vicdansızlık etme.”

Kaşlarını çattı. “Kara izin verirse bende veririm.”

Kaşlarımı çattı. “Kara’yı ne karıştırıyorsun?”

“Sen beni niye karıştırıyorsun?”

“Çünkü canım istiyor!”

“Benimde canım istemiyor!”

“Tanrı aşkına,” dedi Murat hayretle. “Siz neyin kafasını yaşıyorsunuz?”

“Beni deli ediyor!” diye bağırdık Şahan’la aynı anda. Bu sefer Yaman’da güldü. Şahan’la birbirimize huysuz bakışlarımızı gönderirken kucağıma bıraktığım telefonun titreşimini hissettim. Gözlerim merakla ekranı indiğinde gördüğüm isme çokta şaşırmamıştım.

Gönderen: Yaman Eroğlu
‘Daha fazla içme.’

Görüşüm bulanık olsa da parmaklarım otomatik olarak ekranın üzerinde hareket etti.

Gönderen: Asya Sönmez
‘Beni eve götür.’

Bakışlarımı telefonun ekranından kaldırıp karşımda oturan Yaman’a döndüğünde gönderdiğim mesajı okumasını izledim. Cevabını yazmak yerine başını bir kere aşağı yukarı salladı. Bu sırada lavabodan dönen Yasmin, Yaman’a trip atar gibi benim yanıma oturdu. Telefonun ekranını hızla kilitledim.

“Gitsek mi artık, benim uykum geldi.” Diyen Burçin’e bir kurtarıcı gibi bakarken, Yıldıray anında ayaklandı. Kız arkadaşı benim kadar sarhoş olmasa da beline sarılıp destek vermeyi ihmal etmedi. Henüz istediği kıvama gelemeyen Şahan, “Murat,” dedi içkisini yudumlarken. “Biz biraz daha kalır mıyız, birader?” Murat onu başını sallayıp onaylarken yanımda oturan Yasmin, Yaman’a döndü. “Sende gidecek misin?”

“Evet,” dedi Yaman ciddiyle. “Yarın sabah erkenden işlerim var.”

Sonra bana döndü. “Güneş, sen?”

Baygın bakan gözlerim Yasmin’i bulduğunda yüzünü tam seçemesem de lensli gözlerine odaklanmaya çalıştım. “Sanırım fazla sarhoşum gitsem iyi olacak,” dedim kelimeler ağzımın içinde yuvarlanırken. “Sen kalacak mısın?”

Kaçamak bakışlarını Şahan’a dokundurdu. “Ben biraz daha dağıtmak istiyorum.”

Omuz silktim. “Sen bilirsin.”

“Hoş davetin için tekrar teşekkür ederiz Yasmin,” diyerek araya girdi Burçin. “Hepimiz orada olmaya çalışacağız.”

Keyifle gülümseyip, “Hepiniz gelirseniz çok sevinirim,” dedi cilveli tutmaya çalıştığı sesiyle. “Parti sizinle daha eğlenceli olacaktır.”

Daha fazla burada kalmak istemediğim oturduğum koltuktan yavaşça kalktım. Bir an için tüm mekân etrafımda dönmeye başladığında ayaklarımı zemine daha sert basmaya çalıştım. “Yaman,” dedi Yıldıray. “Kardeşim Güneş’e sen yardım eder misin, çıkışta biz bindirelim taksiye.” Burçin erkek arkadaşının ne yapmaya çalıştığını anlamış gibi gözkapaklarını kısmış, sarhoş edasıyla başını koca adamın geniş göğsüne yaslamıştı. Sinsi şey…

Yaman yanıma gelip bir elini belime yasladığında diğer elini havalandırıp, “Hadi,” dedi. “Basamağa dikkat et.”

Son kez Yasmin’e baktığımda amacım sadece yakınlığımıza karşı vereceği tepkiyi anlamaktı ama o kadar umurunda değildik ki. Elimi kaldırıp abartıyla sallarken alkolün verdiği sersemlikle sırıtıyordum. “İyi eğlenceler güzellik, gecenin keyfini çıkart!” Yaman, belimdeki eline hafif bir baskı uygulayıp yürümemi sağlarken basamağı inmiş çıkış kapısına doğru ilerlemeye başlamıştık. Temiz hava için sızlayan ciğerlerim, içerideki alkol ve sigara kokusuyla hareketleniyordu. “Kara Yaman,” dedim yüzümü buruştururken. “Midem bulanıyor.”

“Gece boyunca süzgeç gibi içtin,” dedi huysuzlukla. “Şimdiye kusmaman bir mucizeydi zaten.”

Kalabalıktan kurtulup mekândan çıkabildiğimizde yüzüme çarpan temiz hava ciğerlerimde bayram etkisi yaratmıştı. Dönen başım, kulaklarımdaki uğuldama ve acımaya devam eden kalbim… Adımlarım olduğu yerde dururken, sızlayan gözlerimi sıkıca yumdum.

“Ne oldu, kusacak mısın?”

Başımı iki yana sallayıp, titreyen dudaklarımı fark etmemesi için ağzımın içine doğru yuvarladım.

“İyi misin, Asya?”

Burçin’in sesi, zorda olsa gözlerimi açmama sebep olurken bedenimi bugün ikinci kez Yaman’ın kolları arasına bıraktım. Sıcaklığı mayıştırıyor, hissettiğim sertliği içimi titretiyordu.

“Gümüş Şehir dönüyor, Burçin.”

Yıldıray halimi gülerek izlerken, “Sek votkayla devirdiğin kadehleri bir yerden sonra saymayı bıraktım,” dedi alayla. “Bence sadece Gümüş Şehir değil, senin tüm dünyan dönüyordur.”

Kaşlarımı çattım. “Cimri misin sen, kadehlerimi niye sayıyorsun?”

Mavi gözlerini sarmalayan sarı kirpiklerini bozguna uğradığını belli edercesine hızla kırpıştırırken Burçin kahkaha attı.

“Eve gidince Selene’yi tekrar sevebilir miyiz, Burçin? Severiz severiz, severiz bence?”

Kolları arasında durduğum Yaman’ın bakışlarını yüzümde hissettim. “Sen Selene’yi mi dokundun?”

“Dokunmak ne kelime,” dedi Burçin keyifle. “Bildiğin âşık oldu bebeğime, aşık!”

Gülümsedim. “Hatta beni öptü, Kara Yaman. İlk başta çok korktum kalpten gideceğim falan sandım ama beni öpünce sevdim. Çok sevdim.”

Bir Yaman, iki Yaman, üç Yaman… Kaçta tane vardı yahu bu adamdan, hangisine bakacaktım ben!

Bütün Yaman’lar kaşlarını çattı. Bu hali kıkırdamama neden olurken, “Ama üzülme,” dedim son harfleri uzatarak. “Senin öpüşün kadar güzel değil. Dizlerimi titretmedi.” Kirpiklerimi hızla kırpıştırdım. “Yine öpsene beni Kara Yaman, aklımı başımdan al.”

Çatık kaşları şaşkınlıkla havalanırken, dudakları aralandı. Kolumun altında hissettiğim göğsü kasıldı, belimi saran parmakları sıkılaştı. “Sabah uyandığında bunları hatırlamazsan o zaman görüşürüz, asi kız.” Elinin baskısını arttırdı. “Yürü Asya, yürü. Sokağın ortasında beni zıvanadan çıkartma, güzelim.” Olduğum yerde durmaya devam ettim. Yardım istemek için Burçin’e döndüğümde karşılaştığım boşluğa bir anda anlam veremedim. “Yürüsene Asya!”

Bacaklarımı bulamıyordum ki!

Başımı iki yana salladım. “Hiç sanmıyorum.”

Gözlerini devirdi. “Yürüyor musun, omzuma mı atayım seni?”

Tepe taklak durma düşüncesi bile midemi bulandırıyordu. “Aklından bile geçirme!”

Derin bir nefes aldı. “Aklımdan geçenleri bir bilsen.”

🔗🔗🔗

En sonunda eve ulaştığımızda, zaten bir adım ötemi göremeyeceğimin onlarda farkındayken gözlerimi bağlamamışlardı. Geçip gittiğimiz yolları görmeye çalışmak şöyle dursun, üzerinde tonlarca ağırlık varmış gibi hissettiğim gözkapaklarımı aralayamamıştım bile.

Sırtım yumuşak zeminle buluştuğunda huzursuz kıpırdanıp daha rahat bir pozisyon arayışına girdim. Biri bedenime sürekli dokunuyor, uykuya dalmama bir türlü izin vermiyordu. “Bırak,” diye söylendim kısık çıkan sesimle. “Bırak uyuyayım ya!”

“Ayakkabı ve pantolonla mı uyuyacaksın Asya, rahat dur. Söylenip durma!”

Kulaklarım o kadar güçlü uğulduyordu ki sesin sahibinin kim olduğunu anlayamamıştım. “Yaman?”

“Söyle?”

“Hiç,” dedim mırıldanarak. “Kim olduğunu anlamaya çalıştım sadece.”

“Ulan bende başka kim soyabilir seni bu evde!”

Yüksek çıkan sesi başımda keskin bir ağrıya sebep olurken yüzümü buruşturdum. “Bağırma be!” Uyuşan beynim yüzünden söylediklerine bir anlam yükleyemiyordum zaten birde bağırınca, daha çok huzursuz oluyordum.

“Hay sikeyim,” dedi sert bir ses tonuyla. “Kabir azabından hallicesin şu an!”

Boş boş gülümsedim. Dol tarafıma dönüp birleştirdiğim ellerimi yanağım ve yastığın arasına sıkıştırdım. “Yaman,” dedim tekrar.

“Söyle Asya, söyle!”

Kaşlarımı çattım. “Ne bağırıyorsun, salak!”

Derin bir soluk alıp bıraktığını duydum. Ya da öyle sandım bilmiyorum. “Söyle güzelim, söyle Asya?”

Kasılan ifadem gevşedi. “İkinci ve son kez, benimle uyur musun?”

Sessizlik.

Uzun süren bir sessizlik.

Hatta o kadar uzun sürdü ki gittiğini düşünüp gözlerimi aralamaya çalışmıştım ki yatağın sol tarafındaki çökmeyle açılmak için titreyen kirpiklerimi zorlamayı bıraktım. Sıcak nefesini hissedebilecek kadar yakın, dokunuşlarını hissedemeyecek kadar uzaktık.

Zihnim, uykun karanlığına teslim olmak üzereyken, “Yaman,” dedim bir kere daha.

“Efendim Asya?”

“Arslan Bozok’u elinize geçirdiğinizde ne olacak?”

“Ölecek.”

Gülümsedim. Bedenimi ele geçiren rahatlama uykunun kolları arasına sızdığım için miydi yoksa duyduğum gerçek yüzünden miydi, bilmiyorum. Sadece rahatlamıştım işte.

“Eğer,” dedim mırıldanarak. “Eğer o adamı elinize geçirdiğinizde, yüksek bir çatıdan itmeme izin vereceğinize dair söz verirseniz,” kuruyan dudaklarımın üzerinde dilimi gezdirdim. “Sizden biri olmayı kabul ederim.”

 

 

 

-BÖLÜM SONU-

 

 

Lütfen oy verdiğinizden emin olup bir tanecik dahi olsa yorum bırakır mısınız? Şimdiden teşekkür ederim canımlar

 

 

Yeni bölümde görüşünceye dek kendinize çooook iyi bakın...

 

 

Instagram: gulsumm.bilgin

Loading...
0%