Yeni Üyelik
15.
Bölüm

Karanlıkta Bir Yerde: 14

@gulsumblgn

Merhabaaaağ 🤍

Okumaya başlamadan önce oy verir misin, lütfen? Şimdiden teşekkür ederim.🙏

KEYİFLİ OKUMALAR!

🔗🔗🔗

YILLAR YILLAR ÖNCE,

Gözlerimi açmakta zorlanıyordum. Buna birkaç saat önce yediğim dayak mı sebepti yoksa daha fazla acıyı kaldıramayarak kendinden geçen zihni miydi bilmiyorum. Saat kaçtı? Hâlâ daha o pis depoda mıydım?

Kirpiklerim titreyerek gözkapaklarımı açılmak için zorlarken alnımda hissettiğim soğuğa karşı acıyla inledim. Dayak yerken bile sesini çıkartmayan ben, hissettiğim soğukluğa ağlayabilirdim. Elimi kaldırmaya çalıştım ama kolumdaki acı buna engel oldu.

"Hareket etme, Aykız."

Beyza...

Yanımda olduğuna göre depoda değildim. Kuruyan dudaklarımı dilimle ıslatıp, "Neredeyim?" diye sordum.

"Revirdeyiz. Ateşin çok yüksek, Aykız. Sende annem ve babam gibi cennete mi gideceksin?"

Bedenimdeki acıyı unuttum. Alnıma değen soğukluğun rahatsız edici sızısını unuttum. Yüreğimi parmaklarının arasına alan canavarın sinsi sırıtışıyla baş başa kaldım. Gözkapaklarımı yavaşça aralayıp yanı başımda oturan küçük kızın yaşlarla parlayan mavi gözlerine baktım. Burnu ağlamaktan kızarmış, yanakları al al olmuştu. Sus çizgisinin üzerine doğru kayan sümüğü derin bir nefes çekerek geri gönderdi ama bunun yetmeyeceğini düşünmüş olacak ki, beyaz geceliğinin kol kısmını bir peçete gibi kullandı.

Zorda olsa gülümsedim. "Pislik yapma küçücüğüm, burnun akıyorsa peçete kullanmalısın geceliğini değil."

Omuz silkti. "Müdüre Hanım başından bir saniye bile ayrılmamamı söyledi, eğer ateşini düşüremezsem sende cennete gidermişsin. Peçetede çok uzak eğer onu almaya gidersem sende çok uzaklara gidersin."

Kaşlarımı çattım.

Daha dokuz yaşındaydı. Dokuz! Nasıl bir vicdansız küçücük çocuğun omuzlarına böyle korkulu bir yükü bırakırdı?

"Doktor nerede, niye seni başımda bekletiyorlar?"

"Yokmuş bu gece doktor abla." dedi, kabaca burnunu çekerek.

Alnıma yasladığı bez parçasını çekip yatağın yanındaki komodinin üzerinde duran su dolu kaba soktu. Küçük parmaklarının gücü yettiğince kumaş parçasını sıkıp tekrar alnıma yasladı. "Derece kaçı gösterirse ateşin düşmüş olur, Aykız?" Acıyan boğazımı rahatlatması umuduyla yutkunduğumda, hissettiğim acı azalmak şöyle dursun sanki onlarca iğne yutmuşum gibi hissettirmişti. Yüzümü buruşturdum. "Otuz altıyı gösterirse, ateşim yok demektir."

Yüzüne düşen kıvırcık saçlarını elinin tersiyle itti. Ağlamaktan kızarmış gözleri alnıma dayadığı bez parçasındayken gözyaşı dökmemek için alt dudağımı dişlerimin arasına aldım. Küçüktü. Çok küçüktü ama öyle bir yüreğe sahipti ki bu kötü dünya onun güzelliğini asla hak etmiyordu. Zor anlarımda yanımda olmaya çalışıyor yaralarıma kendince pansuman yapıyordu. Pansuman dediğime bakmayın. Yaptığı şey, ecza dolabında bulduğu yara bantlarını bedenimdeki morluklara yapıştırıyor üzerine renkli renkli çiçekler çiziyordu. Ona göre bu, iyileşmemi hızlandırıyordu.

Beyza, küçücük bedeniyle sahip olduğum en büyük şeydi.

"Yarın okula gitmeyeceğim," dedi kısık sesiyle.

"Nedenmiş o?"

Omuz silkti. "Sen olmayınca okula gitmeyi hiç sevmiyorum. Bana hep kötü davranıyorlar kimse de korumuyor. Üzülüyorum ağlıyorum, sonra yine böyle burnum akıyor bu sefer sümüklü diye dalga geçiyorlar." Omzunu birkaç defa indirip kaldırdı. "Gitmeyeceğim işte. Sen iyileşip okula gidene kadar bende gitmeyeceğim."

Kollarımdaki güce güvenmesem de ellerimden destek alıp doğrulmaya çalıştım. Kaburgalarımdaki acı anında şiddetlenirken Beyza'nın biraz daha ağlamasını istemeyerek mimiklerimi sabit tutmaya çalıştım. Dirseklerimi yatağa bastırıp, "Hayatının her anında yanında olmayacağım küçük," derken acıdan kaynaklı sesim titremişti. "Senin de birazcık tırnaklarını göstermeye başlaman gerekiyor."

Gözlerini kocaman açtı. "Senin müdüre Hanımın yatağına akrep koyman gibi mi?"

Gözlerimi kocaman açıp hissedeceğim acıyı umursamadan hızla hareket edip, elimi dudaklarının üzerine kapattım. Bakışlarım yüzü ve kapı arasında gidip gelirken, "Beyza," dedim kızgınlıkla. "Bunu dile getirmemen gerektiğini kaç defa söyleyeceğim? Yeterince dayak yiyorum zaten!"

Mavi gözleri tekrar yaşlarla parlarken başını onaylarcasına salladı. Dudaklarına yasladığım elini çekip yorgun bedenimi yatağa bıraktım. "Özür dilerim Aykız," dedi kısık bir tonda. "Ağzımdan kaçıverdi."

Ona çok uzun süre kızgın kalamıyordum. O kadar güzel ve masumdu ki, öfkeyi hak etmiyordu. "Tamam," dedim daha yumuşak bir ses tonuyla. "Bir daha yapmamaya çalış lütfen, eğer bu müdirenin kulağına giderse çok daha büyük cezalar alırım."

Mavi gözleri kolumdaki morluklara indi. "Bu sefer neden dövdü ki seni?"

Sinirle homurdandım. "Serpil asalağı," dedim hırsla. "Yaptığı şeylerin kötü olduğunun farkında ama yapmaktan asla vazgeçmiyor ve vazgeçemediği gibi arsızca suçu başkalarının üzerine atmaktan çekinmiyor!"

Kaşlarını çattı. "Yine ne yaptı o, cadı?"

"Müdirenin makyaj malzemelerini çalmış aptal," dedim sinirle. "Gece boyunca yüzünü gözünü boyadı sabahında çaldığı şeyleri yatağımın altına saklamış, ucube!"

Bakışlarını kapıya çevirip saniyeler sonra bana geri döndürdüğünde, "Aykız," dedi fısıldayarak. "O cadıya tırnaklarını az mı gösteriyorsun acaba, biraz daha mı uzatsan o tırnaklarını?"

Kıkırdadım.

Bundan birkaç yıl öncesine kadar Serpil'e karşılık vermiyordum. Bu korktuğum için değildi sadece fiziksel şiddet zihnimdeki sesleri susturuyordu ve yaşadığım acıya odaklanmak düşüncelerimin odağını değiştiriyordu. Ne zaman ki Beyza hayatıma girdi, yaralarıma ağlaya ağlaya kendince pansuman yaptı işte o zaman Serpil'e baş kaldırmaya başladım. Çünkü küçüğümün beni o halde görüp ağlamasını sevmiyordum ve dayak yemediğim sürece okula rahatlıkla gidiyor, onu diğer çocuklardan koruyabiliyordum. Ben ne zaman ağrılardan dolayı yataktan kalkamasam o gün Beyza okuldan harabe halde dönerdi. İşte bu yüzden artık Serpil'in tuzaklarına kolay kolay düşmüyor, Beyza için cezalardan kendimi kurtarıyordum.

Dudaklarımda sinsi bir sırıtış peyda oldu. "Haklısın küçüğüm, tırnaklarımı biraz daha uzatmam gerek."

Heyecanla kıkırdadı. "Bu sefer ne yapacaksın?"

Beyza'nın elindeki bez parçasını alıp suya soktum. Güzelce ıslattıktan sonra fazlalık suyu sıkıp yine kendime şifa olmaya çalıştım. Bezi eklem bölgelerime sürürken, "Suç üstü yakalanmasını sağlayacağım," dedim keyifle.

"Nasıl?"

"Aramızda konuşuyor gibi yapacağız," dedim fısıldayarak. "Depoya yeni kıyafetlerin geldiğini anlatacağım sana ve biz bunu konuşurken Serpil'in bizi dinlediğinden emin olmalıyız. Adamların kolileri taşırken gördüğüm kırmızı elbiseden bahsedeceğim. Eminim aç gözlülüğün kurbanı olacak ve gece depoya girmeye çalışacak. Müdirenin kapısına, Serpil'in gizlice depoya girip kıyafet çalacağına dair bir not bırakacağız."

Plan istediğim gibi gerçekleşmişti. Ertesi gece Serpil depoya girerken yakalanmış ve cezalandırılmıştı. Pişman mıydım, asla. İstediğim intikamı almıştım ama bu bana attığı iftira yüzünden değildi. Ben, Beyza'nın döktüğü yaşların intikamını almıştım. Biliyordum, bir gün, Beyza'nın omuzlarına bıraktığı yüklerin intikamını müdüre hanımdan da alacaktım.

Gözlerimi açtığım yeni günün ışıkları aralık duran perdelerin arasından sızıp yüzüme vururken huysuzca mırıldanıp, kıpırdandım. Başımdaki korkunç ağrı her hareketimde gözlerime bir sızı bırakıyordu. Yüzümü sıvazlayıp uzandığım yerden kalkarken çıplak bacaklarımı saran ince örtüyü hırsla itekledim. Gecenin görüntüleri yavaş yavaş zihnimde belirirken bakışlarım hızla sol tarafa kaydı. Boştu. Ya ben uyuduktan sonra gitmişti ya da erken kalkmıştı.

Sanki günlerce soluksuz çalışıyormuşum gibi hissettiren yorgun bedenimi zor bela yataktan çıkartıp ayaklarımı sürüyerek banyoya girdim. Biraz olsun iyi geleceğini düşünerek kabine doğru ilerlerken üzerimdeki birkaç parça giysiyi çıkartıp soğuk suyu açtım. Çok fazla oyalanmadan kısa bir duş alıp bedenime sardığım havluyla tekrar odaya girdim. Alışverişe çıktığımızda aldığım siyah dantelli iç çamaşır takımını seçerek hâlâ daha üzerinde olan etiketleri koparıp ağır ağır giyinmeye başladım. Bacaklarıma geçirdiğim spor tayt ve üzerine giyindiğim siyah, kalın askılı atletle yeterince rahat hissediyordum.

Nemini almadığım saçlarımdan süzülen damlalar atletime koyu lekelerini bırakırken tepeden bol bir topuz yaptım. Spor ayakkabılarımı da elime alarak odadan çıktığımda karşı odanın da kapısı açılmış, Şahan görüş alanıma girmişti. Tişörtünün bir kolunu giyinmiş diğer kolunu da geçirmeye çalışıyordu. Yeni uyanmış olduğu dağınık duran saçlarından ve şişmiş yüzünden belli olurken bu sefer uyandığı için huysuz değil aksine keyifliydi. Beni fark ettiği anda, "Koş asi kız koş," dedi heyecanla. "Eğlence var!"

Koşar adımlarla ilerlemeye başladığında merakla peşinden gittim. Şahan'ın eğlence anlayışıyla benim lügatimdeki eğlence anlayışı kesinlikle bir değildi ve bu biraz olsun ürkmeme neden oluyordu. Hızla merdivenleri inip mutfak yerine salona girdiğinden onu takip ettim. Yıldıray camın önünde durmuş telefonuyla konuşurken, Burçin masanın üzerinde yığınla duran dosyaları inceliyordu. Murat, kucağına aldığı bilgisayarın klavyesinde hızla parmaklarını gezdirirken Yaman kaşlarını çatarak ekrana bakıyordu.

"Mailler ve dosyalar elimizde Başkan, Merkeze gelip zaman kaybetmek istemediğimiz için buradan hazırlanıyoruz," dedi Yıldıray katı bir ses tonuyla. Durdu, karşı tarafı dinledi. "Emredersiniz Başkan, planı oluşturup sizi bilgilendireceğim." Kulağındaki telefonu çekip arkasını döndü. Oyalanmadan sevgilisinin yanına oturduğunda, "Bir saatimiz var," dedi. "Bir saat içinde planı oluşturup Başkan'ı bilgilendireceğiz. Plan onay alırsa hemen işe koyulacağız."

Elimde tuttuğum ayakkabılarımı kapının yanına bırakıp, boş kalan tekli koltuğa oturdum. Neler döndüğünü anlayamadığım için, bağdaş kurup sessizce onları izlemeye başladım.

"Göz, o geceye ait kamera kayıtlarına ulaşabildin mi?" Diye sordu, Burçin ciddiyetle.

"Kayıtlarla oynanmış," dedi Göz, bakışlarını ekrandan ayırmadan. "Cinayetin işlediği saatle bir saat sonrası arasında kopukluk var. Muazzam şekilde oynanmış kayıtlarla, bu yüzden polislerin bir şey bulamamasına şaşmak gerek."

"Halledebileceğine eminiz."

Göz, muzipçe gülümsedi. "Bana birkaç dakika verin."

Yaman oturduğu koltuktan sırtını ayırıp masanın üzerine dağınık şekilde bırakılan dosyalardan birini aldı. "Geçmiş konuşmalarda sıklıkla görülen numaranın birçok sahibi çıkıyor. Elimde olan hiçbir isim Seyit Alemdar'ın etrafında olan insanlara ait değil ve en tuhafı, her aramanın konum bölgesi farklı farklı şehirler."

Kaşlarımı çattım. Bu nasıl bir karışıklıktı böyle?

"En tuhafı o değil," dedi Burçin, elinde tuttuğu dosyayı hepsinin görebileceği şekilde ortaya bıraktı ve işaret parmağını kâğıdın üzerindeki bir noktaya bastırdı. "Cinayet saatinde Seyit ve adamlarının konumu evde görünüyor fakat fabrikaya yakın bir mevkii de Seyit'in aracı mobese kameralarına yansıyor."

"Bir adam aynı anda iki yerde nasıl olabilir ki?" diye sordum merakla. Murat haricinde hepsinin bakışları beni buldu.

"Odaklanman gereken yer burası değil," dedi Yıldıray oturduğu koltuğun ucuna doğru kayarken. "Hadi, gel buraya."

Kaşlarım havalandı. Ne yani, o dosyalara bakmama izin mi vereceklerdi? Hem de hâlâ onlardan biri değilken? Fikrini değiştirmesini istemediğim için seri hareketlerle koltuktan kalkıp, sehpanın önünde yere oturdum. Ne yapayım, merak etmiştim?

Yıldıray kâğıdı önüme doğru itip, ince puntolarla yazılmış yazıyı gösterdi.

Saat 00:13, Seyit Alemdar'ın konumu: Gümüş Şehir, Doğu Yakası 58.Cadde. Adresin altında siyah beyaz bir fotoğraf vardı ve fotoğrafta adam, evinin bahçesinde oturmuş karısı olduğunu düşündüğüm kadınla konuşuyordu.

Ardından altındaki konum bilgisine indi bakışlarım. Saat 00:24, Seyit Alemdar'ın konumu: Gümüş Şehir Doğu Yakası Çıkışı 66.Sokak. Bu adresin de altında bir fotoğraf vardı ve adam bu sefer ağaçlık alanda park edilmiş bir arabanın önünde yanındaki birkaç adamla konuşuyordu.

"Adamın ev adresi ve cinayetin işlediği fabrika arasında en az kırk beş dakikalık bir mesafe var ama elimizdeki saat dilimleri arasında sadece on bir dakika var," dedi Yıldıray. "Sence bu ne demek oluyor, Asya?"

Kaşlarımı çattım. Kalbim göğüs kafesime şiddetle vuruyordu. Heyecanlanmış mıydım?

"Adamın ikiz kardeşi yoksa, elinizdeki konum bilgilerinden biri sahte."

"Evet," dedi Burçin gülümseyerek. "Peki, sence hangisi sahte?"

Bakışlarım Yaman'a döndü. Merakla dudaklarımın arasından çıkacak kelimeleri beklerken gözlerindeki parıltı doğru cevabı çözdüğünü gösteriyordu ama bunu benden duymak istiyordu. Kafa karıştırıcıydı ama mantığını yakalamak zor değildi. "Cinayeti ben işlemeyeceksem eğer evimde oturup, bahçe keyfi yapabilir, öldürmesi için tuttuğum adamlardan haber beklerim." Dudağının bir kenarı yukarıya doğru kavislendi. "Eğer aptal bir insansam cinayetin işlendiğine emin olmak içinde yakınlarda bekleyebilirim."

"İkisi de doğru ihtimal." Dedi Yıldıray.

"Peki sahte olan hangisi?" diye sordum merakla.

"Dediğin gibi, adam cinayeti kendi işlemedi. Bir sokak çetesine kirli işini hallettirdi."

Kâğıdı elime alıp yazılarda bir kere daha gözümü gezdirdim. "Bu durumda ikinci konum sahte. Adam tuttuğu çeteye işini hallettirdi ve o da bahçesinde oturup haber beklerken keyif kahvesi içti. Neden gidip adamı almıyorsunuz, cinayeti çözmüşsünüz işte?"

Yıldıray başını iki yana sallarken, "Adamı alamayız Asya," dedi. "Çünkü adam ölü. Araştırdığımız cinayet Seyit Alemdar cinayeti." Aradıkları cinayet Seyit Alemdar'ın işlediği veya işlettiği cinayet değildi, bizzat Seyit Alemdar'ın cinayetini çözmeye çalışıyorlardı.

Şahan'a baktım. "Eğlence dediğin bu muydu yani?" Sen iflah olmazsın dercesine başımı iki yana sallarken, sırıttı. "Eğlenceli değil mi ama? Bir katilin katilini bulmaya çalışıyoruz." Önüme bir başka kâğıt itildi. Bakışlarım otomatik olarak aşağıya kaydığında Şahan, "Aha birazdan kesin kusar," dedi alayla. "Burçin kova getir, kusmuktan boğulmayalım. Hele ikinci fotoğrafı görse düşüp bayılır." Konuşmasıyla birlikte ona dönen gözlerimi devirip tekrar kâğıda çevirdiğimde dudaklarım hafifçe aralandı.

Bunda da bir fotoğraf vardı. Bir adamın vahşice katledilmiş halinin görüntüsü parmaklarımın arasındaydı. Seyit Alemdar'ı tamamen soymuş boynuna ince bir tel bağlamışlardı. Adamın gözleri kocaman açılmış, boğulmanın etkisiyle dili dışarı çıkmıştı. Etrafındaki yoğun kan ise, kesilip eline tutturulan cinsel organından kaynaklıydı. Çıplak üst bedenine kendi kanıyla yazılmış olduğunu düşündüğüm bir kelime vardı. Tecavüzcü.

Kanım dondu ama bu katledilmiş bir adamın görüntüsü yüzünden değildi. Bedenine yazılmış kelimeyi tekrar tekrar okurken parmaklarımı avuç içime doğru büktüm. Kâğıt anında kırışırken, "Hak etmiş," dedim soğukkanlılıkla. "Neden onu öldüren kişiyi arıyorsunuz ki? Bir pisliği yok ederken kim bilir kaç kadını kurtarmıştır. Bırakın özgürce yaşasın."

Merakım tamamen kaybolurken oturduğum yerden kalkıp koltuğa geçtim. Bacaklarımı karnıma doğru çekip kollarımı etrafına dolarken çenemi de dizlerime yasladım.

"Adam ne kadar kötü olursa olsun işin ucunda cinayet var Asya," dedi Yıldıray. "Bu cinayeti işleyen ilerleyen zamanda belki de masum insanların canını yakmaya çalışacak. Engellenmesi gerekiyor."

"Doğru mu anlıyorum," dedim olayı tam anlamıyla kavrayabilmek için. "Seyit Alemdar zamanında birini öldürdü ve bu kafa karıştırıcı deliller yüzünde polis davayı çözemedi. Şimdi de Seyit öldü ve yine karartılan deliller yüzünden onun katilini bulamıyorlar. Bu yüzden de işi size devrettiler?"

"Evet," dedi Burçin. "Tam olarak bu."

Kafam karışmıştı. "Peki o zaman siz neden Seyit'in işlettiği cinayeti araştırıyorsunuz da Seyit'i öldüreni aramıyorsunuz?"

"Çünkü," dedi Şahan kelimenin son harfini uzatarak. "Seyit'in işlettiği cinayetin parçalarını birleştirirsek onu öldüreni de buluruz."

Kafam daha çok karışmıştı. Başım yeterince ağrıyordu birde bu çengel bulmacayla uğraşamayacaktım. Oturduğum koltuktan kalkıp bezgin adımlarla salondan çıktım. Tam mutfağa girecektim ki, Şahan'ın sözleriyle adımlarım duraksadı. "Bu ne amına koyayım!" Dedi isyan eder gibi. "Adamın sikini kestikleri yetmemiş gibi bedenini kezzapla eritmişler. Bu benim gazabıma bile fazla geliyor şu an. Aç karnına da hiç çekilmiyorlar ha!"

Sokak çetesi... Kezzap... İntikam... Mert!

Beynimde yankılanan kelimeler başımdaki ağrıyı şiddetlendirirken durdurduğum adımlarımı tekrar hareket ettirdim fakat hedeflediğim gibi mutfağa değil, salona geri döndüm. "Buldum!" dedim panikle.

Hepsi bana döndü.

"Neyi buldun?" diye sordu Yıldıray, merakla.

Sertçe yutkundum. "Sokak çetesi dediniz, kezzap dediniz."

Burçin oturduğu yerden kalktı, "Asya," dedi yumuşak bir tonda. "Gel güzelim şöyle otur sakin sakin anlat." Kalktığım tekli koltuğu işaret etti. Başımı iki yana salladım. Sehpanın üzerine dağılmış kağıtlarda elimi gezdirirken, aradığım şey Seyit'in cesedinin olduğu fotoğraftı. "Seyit'in azmettirdiği cinayet hangi tarihe ait, üç ay öncesine mi?"

"E-evet," dedi Burçin şaşkınlıkla. "Bu basına sızdırılmadı sen nereden biliyorsun tarihi?"

Aradığım fotoğrafı buldum. "Seyit'in, adamı öldürmek için tuttuğu ve Seyit'i bu hâle getiren çeteyi galiba biliyorum."

Hepsi aynı anda oturduğu yerden ayaklanırken bir adım geriledim. Bunu nereden bildiğimi nasıl anlatacaktım bilmiyorum. Utanç vericiydi!

"Nasıl bildiğimi sormayın sadece bana güvenin. O çeteyi biliyorum. Kendilerine verdikleri isim, Adalet."

Şahan alayla güldü. "Ne büyük ironi."

"Öyle bir çetenin varlığını bilmiyorduk," dedi Murat. "Gümüş Şehirdeki tüm çeteleri bilir, takip ederiz. Verdiğin isimle bir çeteden haberimiz yok."

"Bunu bilemezsiniz çünkü iş almadıkları sürece bir araya gelmezler. Belirli bir yerleri yoktur, hatta bazıları birbirini tanımaz bile. Liderlerine iş gelir, takım kurulur, işi hallettikten sonra dağılır bir sonrakine kadar birbirlerinden uzak durmaya devam ederler."

"Bizim bile bilmediğimiz bir çeteyi sen veya diğerleri nasıl bilebilir, Asya?" diye sordu Yaman şüpheyle. "Özellikle sen, bu kadar detaylı şekilde nasıl bilebilirsin?"

Alt dudağımı dişlerimin arasına sıkıştırıp, bakışlarımızı birleştirdim. "Çünkü," dedim kısık bir sesle. "Çünkü lideriyle yatıyordum."

Yaman'ın kara harelerinde bir şimşek çaktı. Dişlerini kırabilecek güçte çenesini sıkarken, "Ne yapıyordun ne yapıyordun?" diye sordu buz gibi ses tonuyla. Sessiz kaldım. Bir adım daha geriledim.

"O çetenin üyesi miydin?" diye sordu Yıldıray, dümdüz.

Başımı hızla iki yana salladım. "Hayır. Yemin ederim üyesi falan değildim sadece," sesim gittikçe kısıldı. "Sadece bana aşıktı ve kendi tabiriyle benimle dertleşmeyi severdi."

"Mantıklı," dedi Şahan ciddiyetle. "Eğer üye olsaydı bizim bile bilmediğimiz bir çeteyi patlatmazdı. Haksız mıyım?"

"Haklısın," dedi Burçin hızla. "Gizlemek isteseydi çetenin bilgilerini paylaşmazdı."

"Otursun herkes." Yıldıray'ın komutuyla birlikte hepimiz kalktığımız koltuklara geri otururken, "Şimdi en başından anlat Asya," dedi. "Anlayabileceğimiz şekilde."

Derin bir nefes alarak bildiğim her şeyi anlatmaya başladım. "Liderleri," Gözlerimi devirdim. "Yani Mert, bu çeteyi iki sene önce kurmuş. Kendilerince adaleti sağlamaya çalışıyorlar. Verilen işler o bana yan baktı şu bana baktı işleri değil. Daha çok suçlu ve suçu kanıtlanmayan kişilerle ilgileniyorlar. İşler direkt Mert'e iletilir Mert'te işi sorunsuz halledebileceği üyeleriyle takım kurar."

"Seyit'in verdiği işi de biliyor musun?" diye sordu, Burçin.

"Hayır," dedim net bir sesle. "Genel olarak onlara gelen işleri bilmem. Eğer ortada Mert'in canını sıkacak bir iş varsa kendini rahatlatmak için benimle konuşur, sakinleşmeye çalışırdı." Sevişerek... Tabii bu ek bilgiyi bilmelerine kesinlikle gerek yoktu. Hele ki Kara Yaman beni yiyecekmiş gibi bakarken.

Göz, huzursuzca kıpırdandı. "Peki nasıl bu kadar kusursuz hareket edebilirler, arkalarında hiçbir delil bırakmıyorlar." Sanırım bir konu hakkında hiçbir şey bilememek canını sıkıyordu.

"Bilmiyorum," dedim dürüstçe. "İşleri nasıl ilerletiyorlar nasıl bu kadar görünmez hareket ediyorlar bilmiyorum."

"Seyit'i onların öldürdüğünü nasıl anladın?"

Gözlerim boşluğa takıldı. Geçmiş gözlerimin önünde bir film gibi oynarken zihnim o anıların içinde kayboldu sanki.

Terin ince bir tabaka halinde biriktiği bedenimi yatağın üzerine bıraktığımda ayakucumuzda kalan örtüyü göğsüme kadar çektim. Yanımda boylu boyunca yatıp nefes alışverişlerini düzene sokmaya çalışan Mert'in bakışları tavandaydı. Yine huzursuz yine düşünceliydi. Gerçi çokta umurumda olduğu söylenemezdi. Merakta etmiyordum çünkü biliyordum daha fazla kendini tutamayacak ve anlatmaya başlayacaktı.

"Bu sefer olmadı, yavrum." dediğinde kaşlarım çatıldı.

"Ne olmadı?"

"Sana olan aşkım zihinimin içindeki sesleri susturamadı, yanıp kavrulduğum bedenin içimdeki yangını söndürmedi."

İşte şimdi merak etmiştim.

Dirseğimi yastığa bastırıp, başımı avuç içime yasladım. "Ne oluyor, Mert?"

Uzandığı yerden kalkmadan komodine bıraktığı sigara paketinden bir dal çıkarttı. Ucunu ateşlerken gözkapaklarını hafifçe kısmış, ateş yüzümü saniyelik olarak aydınlatmıştı. Yakışıklı adamdı Mert. Onca kızı peşinden koşturan ama bir tek benim peşimden koşan adam; omuzlarına kadar uzanan siyah saçlarıyla, bebeksi yüzüyle ve çekik kahverengi gözleriyle gerçekten bakanı bir daha baktıracak kadar yakışıklıydı. Bir tane sakalı bile olmayan yüzü o kadar bebeksiydi ki yaptığı işe inanmakta güçlük çekiyordum.

"Aylar önce bir iş almıştık," diye başladı söze. "Yüklü bir miktar verdi adam. Araştırdık soruşturduk öldürmemizi istediği adamı." Yüzünü buruşturdu. "Pisliğin tekiydi gerçekten. Ne bok ararsan vardı amına koyduğumun herifinde." Sigarasından derin bir nefes aldı. Dumanı dışa üflemeden önce bir süre bekledi. "İşi hallettik." Dumanı serbest bıraktı.

"Zihnini bu denli meşgul eden şey ne?"

Sigarasından bir nefes daha çekti. Boşta kalan elinin işaret parmağını omzumdan dirseklerime doğru indirip çıkartmaya başladı. Bu onu rahatlatıyordu. Eğer birine âşık olabilseydim bu kesinlikle Mert olurdu. Sevgisi güzel hissettiriyordu.

"Birkaç gün önce bir iş daha geldi," derken, sesi git gide yaşadığı öfkeyi meydana çıkarır gibi tehlike barındırıyordu. "Bir önceki işte bizi tutan adam için. Genç bir kadına tecavüz etmiş."

Kaşlarımı çattım.

"Yani siz bu kalleş herif için çalışıp birde parasını aldınız?"

Kaşlarını çattı. "Bilerek yapmışım gibi konuşma, Asya. Evet adam çokta masum biri değildi ama bizim adaletimize ters bir şeyde yapmamıştı. Kendi bokunda boğuluyordu ta ki birkaç gün öncesine kadar."

"Sizi tutan kim?"

"Tecavüz edilen kadının kardeşi. Adam delil yetersizliğinden serbest bırakılmış, kardeşi de bize ulaştı. Para veremeyeceğini ama o adamın ölüsü karşılığında bizimle çalışıp istediğimiz her şeyi yapmayı teklif etti."

Huzursuzca kıpırdandım. "Kaç yaşında bu kadının kardeşi?"

Sigarasından büyük bir nefes çekip, başını yatak başlığına yasladı. "On yedi."

Yattığım yerden doğruldum. "Sizinle çalışmasını kabul etmediğini söyle Mert," dedim yüksek bir tonda. "O çocuğu işine bulaştırmayacağını söyle!"

Yüzünü buruşturdu. "Elbette ki öyle bir şey yapmayacağım Asya, cırlamayı keser misin lütfen?"

Omzuna vurdum. "Benimle düzgün konuş! Çete liderisin demem-“ İfadesindeki gerginlik kaybolurken, dudak kenarları yukarıya doğru kavislendi. "Ne yaparsın, bebeğim?"

Gözlerimi devirdim. "Cozutma. Anlat, işi yapacak mısın?"

Dudaklarındaki kıvrım anında silindi. "Elbette ki yapacağım. O şerefsizin sikini kesip eline vereceğim, etini kezzapla kavuracağım, Asya. Bir kadının kendine canına kıymasına sebep olan o puştun Azrail’i bizzat ben olacağım!"

Göğsümü kapattığım örtüye sıkıca sarılıp sırtımı tekrar yatağa bıraktım. "Bu işi bırakmalısın," dedim bakışlarımı rutubetten rengini kaybetmeye başlayan tavana sabitlerken.

"Neden böyle bir şey söyledin?"

"Yanılabilirsin," dedim. "Bir gün yanılabilir ve hiç öldürmemen gereken birini öldürebilirsin Mert. İnsanlar kötü, kötülükleriyle kafanı karıştırabilir seni kaldıramayacağını bir vicdan azabının içine atabilirler. Bak mesela, bu şerefsiz seni tutup adamı öldürtmeseydi belki de birbirilerini öldürecek bir savaşa girecek masum bir kadının hayatını elinden alamayacaktı."

Biten sigarasının izmaritini boş bira şişelerinden birine atarken, "Böyle konuşma," dedi huysuz bir tonda. "Kendimi iğrenç hissetmeme sebep oluyorsun."

Gülümsedim. "Amacım sana kendini iğrenç hissettirmek değil, Mert. İnsanların ne kadar iğrenç olduğunu anlatmak. Bunu görüyorsun ama anlamıyorsun."

"Ben adaleti sağlamak istiyorum," dedi üzerime çıkarak. "Bozduğum adaleti de düzelteceğim, Asya. O herif yaptıklarının bedelini ödeyecek." Bir şey daha demeden, dememe izin vermeden dudaklarını dudaklarıma yaslayarak tüm hırsını çıkartırcasına sertçe öpmeye başladı.

Bildiğim gerçekleri anlatırken hepsinin bakışlarını üzerimde hissediyor, Yaman haricinde hepsinin bakışlarına karşılık veriyordum. Neydi beni bu kadar rahatsız edip utandıran şey? Hayatım ve kararlarım hakkında kimseye hesap vermezdim ben.

"Benim bunları Başkan'a anlatmam lazım," diyerek ayaklanan Yıldıray'a baktım.

Dudağımın bir kenarı alayla kıvrıldı. "Anlatacaklarından sonra beni ikna etmeniz gerekecek bir konu kalmaz sanırım?"

Yıldıray dümdüz yüzüme bakarken, "Aksine," dedi Şahan. "Seni daha çok isteyecekler Asya. Bizim bile bilmediğimiz şeyleri biliyor olman hem Başkan'ı hem de Kurulu cezbedecek."

Aradan on dakika geçmişti. Herkes sessizlik içinde Yıldıray'dan gelecek haberi beklerken, açlıktan kasılan midemi rahatlatmak için mutfağa geçmiştim. Sandviç ekmeğini istediğim malzemelerle doldururken, arkamdaki hareketliliği fark ettim. Bakışlarım hızla kapıya döndüğünde Yaman'ın mutfağa girip ardından kapıyı kapattığını gördüm. Bakışlarım sert, hareketleri kasıntıydı.

"Bir sokak çetesi lideriyle mi yatıyordun yani? Ne iş yaptığını bile bile!"

Gözlerimi üzerinden çekip, dilimlediğim salatalığı ekmeğin içine dizmeye başladım.

"Bana cevap ver, asi kız?"

Kaşlarımı çattım. "Buna neden bu kadar çok takıldın, Kara Yaman? Sende seks yapıyordun sonuçta."

Kaşları ortada birleşecek kadar çatılırken, "Evet," dedi sıktığı dişlerinin arasından. "Bende seks yapıyordum ama kendine adalet bekçisi gibi gören bir vahşiyle değil!"

Elimdeki salatalıkları hırsla bırakıp, "Sen ne yapıyorsun Yaman?" diye sordum tıpkı onun gibi dişlerimi sıkarak. "Sende adalet için çabalamıyor musun?"

"Bu benim görevim!"

Bahaneye bakın hele...

Alayla güldüm. "O bunu resmi bir görevle yapmadığı için mi takılıyorsun bu kadar? Ne farkınız var ki Kara Yaman, sen legal bir şekilde o ise illegal şekilde yapıyor. Söylesene bundan başka bir farkınız var mı?"

Öne doğru bir adım işaret parmağını yüzüme doğru salladı. "Ne demek istediğimi çok iyi biliyorsun, Asya. Laf kalabalığı yapma bana." Önce bana salladığı parmağına ardından kara harelerine baktım. "Düşüncelerin de anlatmak istediğin şeyde zerre umurumda değil, Yaman. Hayatım hakkında sana hesap vermeyeceğim!"

Ellerini hırsla saçlarının arasına geçirip sert nefesler bırakırken burun delikleri genişliyor, alnındaki damar kabararak belirgin hâle geliyordu. "Asya," dedi. "Asya, Asya, Asya!" Her seferinde ses tonu biraz daha artmış, mutfakta yankılanmıştı.

"Ne var Asya Asya!"

"Beni delirtiyorsun!"

"Delir bana ne!"

"Ona karşı bir şeyler hissediyor muydun?"

Gözlerini asla bana değdirmiyor, bahçe kapısından dışarıyı izliyordu. Bunu öyle bir tonda sormuştu ki tüm öfkem dağılmış yerini şaşkınlığa bırakmıştı. Az önce bağırıp çağıran o değildi sanki.

"Hayır." dedim yaşadığım şaşkınlığı ses tonuma da yansıtarak. "Öyle bir şey yoktu."

Kara hareleri dakikalar sonra elalarıma takıldı. Takip edemediğim bir hızda yanaklarımı kavrayıp dudaklarını dudaklarıma bastırdı. Sert aynı zamanda içimi titreten bir öpüştü. Uzun sürmedi. Alt dudağımı dişlerinin arasına alıp çekiştirdikten sonra geri çekilip alnını alnıma yasladı. "İyi," dedi sıcak nefesi az önce öptüğü dudaklarıma çarparken. "Çünkü Kurul, o herifi istiyor. Ulak olarak."

🔗🔗🔗

Gözlerimi kırpmadan karşımdaki manzarayı dikkatle izliyordum. Sorgu odasında karşı karşıya oturmuş Mert ve Yıldıray sürekli iletişim halindeydi. Yıldıray soran, Mert ise cevaplayan taraftı. Buna rağmen gergin değildi. Çünkü eninde sonunda bu sorgu odasında olacağını her daim biliyordu.

"Çetenden bahset," dedi Yıldıray. "Daha detay vererek."

Mert, oturduğu sandalyede daha yayvan bir oturuş sergilerken sorgu odasının karanlık köşesinde kalan Şahan, bulunduğu yerden çıkarak Mert'in ensesine vurdu. "Düzgün otur lan, göt. Kahve mi burası?" Mert, ters bakışlarını başında bekleyen Şahan'a çevirse de karşısında olan adamın bundan asla etkilenmeyeceğini bilmiyordu tabii.

"Çete mete yok," dedi Mert, gözlerini ağır ağır Yıldıray'a çevirirken. "Ben işlerimi tek başıma yapıyorum."

"Yalan söylemeye devam ederse işi zorlaşacak," dedi Burçin.

"Yanına gidebilirim?" diye bulabildiğim tek çözümü dile getirdim.

Başını iki yana sallayarak, "Olmaz," dedi. "Bu Başkan'ın hoşuna gitmez ayrıca Kara'nın da. Geldiğimizden beri o herifle Asya karşılaşmayacak dedi durdu!"

Gözlerimi devirdim. "Bir kıskançlığı eksikti, sanki hakkı varmış gibi!"

Kıkırdadı. "Yok mu?"

Ters bakışlarımı sandalyede oturan Burçin'e gönderdiğimde hayali bir fermuarı dudaklarına çekiyormuş gibi parmaklarını hareket ettirdi. Aklıma gelen düşünceyle, "Sahi," dedim. "O nerede?"

Omuz silkti. "Bilmiyorum." Şüpheyle yüzüne baktığımda, "Gerçekten bilmiyorum." dedi.

"Bizim elimizdeki deliller bunun tam aksini söylüyor ama?" Diyen Yıldıray'la bakışlarım tekrar önünde durduğumuz cama döndü.

Mert'in bir dudağı alayla kıvrıldı. "O delilleri bende görebilir miyim, amirim?"

"Polis değiliz."

İşte şimdi başlıyordu.

Mert'in rahat ifadesi anında yok olurken omuzlarını dikleştirdi. "Ne demek polis değiliz?" Kalkmak için hareketlenmişti ki, arkasında duran Şahan'ı hesaba katamamıştı. Omzuna elini bastırıp, güç uygulamış olmalı ki Mert'in yüz ifadesi kasıldı.

"Polis değiliz demek, polis değiliz demektir."

"İstihbarat mısınız?"

"Hayır."

"Nesiniz lan o zaman!"

"Şihht," dedi Yıldıray eğlenen bir ifadeyle. "Yükselme genç, uslu uslu konuşuyoruz işte."

"Size hiçbir şey anlatmam!" dedi Mert hırsla. "Ne yapacaksınız yapın."

"Polis değiliz ama katilde değiliz Mert," dedi Yıldıray. "Ne olduğumuzu sana anlatmak zorunda da değiliz."

Mert'in bakışları cama çevrildiğine mümkün olmayacağını bilsem de göz göze gelmiş, gerilmiştim. Tek kaşı havalandı. "Orada kim var, sizin lideriniz mi?"

"Lider benim," dedi Yıldıray kendinden emin ses tonuyla. "Orada olanlarda seni ilgilendirmiyor. Ben soracağım sen cevaplayacaksın, aksi takdirde buradan çıkamazsın, Mert."

"Mert, Ulak olmayı kabul etmezse," dedim. "Sürülecek mi?"

Burçin başını iki yana salladı. "Hayır. Bu mevzu seninkinden farklı. Eğer Ulak olmayı kabul etmezse, hapishaneye gönderilecek."

Kollarımı göğsümde kavuşturdum. Bu sırada sorgu odasının kapısı açıldı. Yaman, içeriye girdiği an bakışları Mert'in yüzünde gezdi. "Başkan haber bekliyor." Verdiği haberden sonra odadan çıkmak yerine sırtını duvara yaslayıp kollarını göğsünde kavuşturdu. Bakışlarını bir saniye Mert'ten ayırmıyor sabırsızca sona ulaşmayı bekliyordu.

"Şimdi daha fazla uzatmadan istediğimiz cevapları ver ki, sana olan teklifimize gelelim ve kimseyi bekletmeyelim."

"Ne teklifi bu?" diye soran Mert'e cevap, Yaman'dan geldi. "Burası bir sorgu odası ve sorgudaki senken, ne bu havalar?" Mert'in bakışları Yaman'a döndü. "Polis ya da istihbarattan değilken beni sorguya almanız yasadışıyken, ne bu havalar?"

Yaman alayla güldü. "Biz çok daha iyisiyiz, Mert. İçinde bulunup liderlik yaptığın sokak çetesinden çok daha iyiyiz."

"Çetenden bahset," dedi Yıldıray daha fazla beklemeye tahammülü yokmuş gibi. "Ha diyorsan ki ben ağzımı açmam seni göndeririz hapishaneye bizde istediğimiz bilgileri kendimiz buluruz."

"Diğer çeteler gibi değiliz," diyerek konuşmaya başladı Mert. "Sırf para için verilen her işi yapmayız. Eğer elime bir iş geliyorsa önce kurban olarak önüme atılan kişiyi araştırırım. Azılı suçlular veya suç işlemesine rağmen ceza almayan kişilerse verilen işi kabul ederim. Ardından yanımda olan arkadaşlarımdan bir ekip kurar, iş bittikten sonra dağılır bir daha görüşmeyiz. Ta ki bir sonra ki işe kadar."

"Kendinize Adalet diyormuşsunuz?" dedi Yıldıray teyit etmek istercesine.

Mert başını onaylarcasına salladı. "Evet. Adaletin yeterli gelmediği noktalarda devreye gireriz."

"Seyit Alemdar'ı siz mi öldürdünüz?"

İnkâr etmedi. "Evet," dedi soğukkanlılıkla. "Tecavüzcü puştun tekiydi, bende öldürdüm."

Yıldıray'ın tek kaşı havalandı. "Tek başına?"

Mert tekrar başını onaylarcasına salladı. "Tek başıma. Bu işte yanıma kimseyi almadım."

"Taşaklı adamsın," dedi Şahan. "Sevdim."

Bay Psikopat, kendine göre birini bulmuştu ve bunun keyfini göstermekten geri durmuyordu. "Körler sağırlar birbirini ağırlar," dedim. "Şundaki keyfe bak, keyfe."

"Yeterince değilmişim ki yakalandım," dedi Mert, aynı alayla.

"Nasıl bu denli gizli kalabildiniz?" diye sordu Yaman. "Hakkınızda hiçbir bilgi yok, cinayet saatlerinde mobese kameralarından dükkân kameralarına kadar ustaca ekarte edilmiş. Bu konuda size kim yardım ediyor?"

"Hiç kimse," dedi Mert. "Hepsini ben yapıyorum. Duyulmamış olmamızda bu sayede zaten. Çeteyi gizliyorum. Her açıdan."

"Hayda," dedi Şahan, kendi eğlenceli yorumlarını eklemekten geri duramayarak. "Göz 2 doğuyor amına koyayım!"

Mert, dünyanın en tuhaf şeyine bakar gibi Şahan'ı izlerken, "Göz 2?" dedi anlam veremeyerek.

"Cıvıma Gazap," dedi Yaman, sert ifadesini bozmadan.

Mert neler olduğunu anlamak istercesine bakışlarını üçünün de üzerinde gezdirirken, "Gazap, Göz," dedi. "Siz nasıl manyaksınız lan?"

"Dedi kendi çapında adaleti sağlamaya çalışan sokak çetesi lideri, Mert Keskin."

Kapı tekrar açıldı. Bu sefer içeriye giren Göz'dü. Önce bakışları bizim ardında olduğumuz cama kaydı, başıyla hafifçe işaret verdi. Ben bu işareti anlamasam da Burçin anlayarak oturduğu sandalyeden ayaklandı. "Bizim gitme vaktimiz," dedikten sonra Göz'ün sesi duyuldu. "Başkan geliyor."

Bu da demek oluyor ki; Mert'in iki seçeneği vardı. Ya hapishaneye girecekti ya da onlardan biri olmayı kabul edecekti.

🔗🔗🔗

"Hayır Kara Yaman!" Diye bağırdım. "Hayır!" Karşımda eğlenen ifadesi daha çok sinirime dokunurken hızlı adımlarla yanına gidip kaslı koluna vurdum. "Sırıtma! Sırıtma canımı sıkıyorsun, sırıtma!" Durmadı. Yüzündeki sırıtışı büyütürken koluna vurduğum darbelerin seriliğini arttırdım. "Seni öldürmek istiyorum!"

"Engelleyen nedir? Kaslı vücuduma karşı narin bedeninin yetmeyeceğini düşünmen mi yoksa kıyamaman mı?"

Ayağımı sertçe yere vurup yanından ayrılmak için arkamı dönmüştüm ki buna izin vermeyerek az önce tokatladığım kolunu belime sardı. Göğsünü sırtıma yaslayıp çenesini omzuma bastırdığında derin bir soluk bıraktım. Her daim soğuk olan elimi, karnımın üzerinde duran eline koyup ittirdim. "Bıraksana be!"

Dilini damağına vurup tiz sesi kulağımın dibinde yankılanırken, "Yok," dedi. "Bırakamam."

Gözlerimi devirdim. "Çocuk musun Yaman, ne bu haller?"

Nerede bana hata gözüyle bakan adam nerede şu an ki Yaman? Bu neydi böyle canım!

"Sende kabul et o zaman?"

Belime sardığı koluna bir kere daha vurdum. "Sen deli misin be adam! Sanki çok normal şey istiyormuş gibi davranmaz mı birde? Git başımdan ya!" Kollarından kurtulmak için çırpınıyordum ama her hareketimde gücünü artıyor, alanımı kısıtlıyordu.

"Ne istedim ki? Alt tarafı bu akşam odama çıkıp birlikte küvette vakit geçirelim dedim. Bunun neresi anormal?"

Gözkapaklarımı kısıp ona yandan bakış atarken, "Arsız mısın sen?" diye sordum hayretler içinde. "Hayır yani anlamıyorum da bir adam nasıl bir anda bu kadar değişir, anlamıyorum."

Tek kaşı havalandı. "Ne bakımdan değişmişim?"

"Yıllardır sevgiliymişiz gibi davranıyorsun."

"Seni ikna etmemi istemiyor muydun?"

Evet de bu ne alakaydı şimdi?

"Birlikte küvete girince ikna mı olacağım yani?"

Tekrar dilini damağına vurdu. "Yok. Seni kendime bağlayacağım ve ikna olacaksın."

Ciddi misin der gibi bakarken, "Ne?" dedi. "Bence mantıklı."

"Pembe dizi mi çekiyoruz, Kara Yaman? Hem ayrıca ben sana nasıl ikna olacağımı söyledim. Kabul edin, sizden biri olayım. Bu kadar basit." Eğlenen ifadesi anında kaybolurken belime doladığı kolunu çekip, saatlerdir üzerinde oturduğum koltuğa yayıldı.

Mert'in sorgusu hâlâ devam ediyordu. Bu yüzden Burçin beni her zaman ki odaya bırakmış, yanımdan ayrılmıştı. Dakikalar sonra da Yaman gelmişti.

Sıkıntılı bir soluk bırakırken, "Bunun sözünü kendi kafama göre veremem, Asya," dedi. "Evet, bizim nezdimizde Arslan Bozok elimize geçtiğinde öldürülmeli ama bu bir anda gerçekleşemez. Prosedürler çok fazla. Belki de ölüm emri verilmek yerine özel bir hapishaneye gönderilme kararı çıkacak."

Ondan uzak bir köşeye oturup kollarımı göğsümde kavuşturdum. "Peki ya Ayşen Kazlak?"

"Arslan Bozok'la bir ilişkileri kalmamış olsa da aşklarının bittiğini sanmıyorum. Görüşmüyorlar ama Bozok, kadını gerisinde bırakmıyor. Kendisini koruyan her kimse onun gücüyle Ayşen'i de koruyor. Elimizdeki deliller yetersiz kalıyor o kadını tutuklamamız için."

"Tek seçeneğiniz Ayşen'in sakladığı o şey değil mi?"

Başını onaylarcasına salladı. "Maalesef. O şey her neyse, Bozok'u bitirebileceğimiz tek çare."

"Ne aradığınızı bile bilmiyorsunuz. Bu samanlıkta iğne aramakla eş değer."

Oturuşunu dikleştirip bedenini bana doğru çevirdiğinde bir bacağını kalçasının altına aldı. "Sana açık konuşmak istiyorum," dedi ciddiyetle. "Elimizdeki en büyük koz sensin. O kadınla büyüdün, hiç mi dikkatini çeken bir şey olmadı? Sürekli etrafında olan ya da ne bileyim özenle sakladığı bir şeye hiç mi denk gelmedin?"

Bakışlarım boş bir noktada sabitlenirken zihnimi zorlamaya çalıştım ama yoktu. Dikkatimi çeken hiçbir şey yoktu. "Benim yok ya da hatırlayamıyorum şu an bilmiyorum," dedikten sonra bakışlarımızı birleştirdim. "Yetimhanede bir kız vardı. Adı Serpil. İtiraf etmek gururumu zedeliyor olsa da benden daha cin fikirliydi. Kurnazdı. Kesinlikle dikkatini çeken bir şeyler olmuştur."

"Serpil işe yaramaz," dediğinde, kaşlarımı çattım. "Serpil'in varlığından haberdarsınız yani?"

Başını onaylarcasına sallarken yüzünde memnuniyetsiz bir ifade vardı. "Fazlasıyla haberdarız."

"Bu ne demek?" Sessizliği cevabımı almama neden olmuştu. Ses tonumu kalınlaştırıp, "Bizden biri olmadığın sürece bilemezsin." dedim alayla.

Güldü. "Aferin, öğreniyorsun."

Gözlerimi devirdim. "Birde kırmızı kurdele tak?" Konuyu anında değiştirerek saatlerdir sonucunu merak ettiğim konuya çektim. "Mert'in kararı ne yönde olacak gibi görünüyor?"

"Kabul edecek."

"Nereden biliyorsun?"

"Adam polisçilik oynamaya meraklı. Sunulan şartlar onu cezbedecek."

Tek kaşımı havalandırıp, "Bana şart falan sunmadınız," dedim sitemle. "Niye ona kıyak geçiliyor?"

"Sana şartları sunsak kabul edecek misin sanki? Sen Mert gibi değilsin, asi kız. İstediğin normal bir hayat sürmek. Bizim hayatımızda normallik yoktur. Önüne yüzlerce maddelik bir liste koysak bile sen sıradan, normal bir hayattan taraf olursun."

Haklıydı.

Benim tek istediğim sıradanlığından sıkılacağım, geçim sıkıntısı çekmeyeceğim bir hayattı ama bunu asla elde edemeyeceğimin de bilincindeydim. Sürgünü kabul etsem dahi, bu sefer özgürlüğümden feragat etmek zorunda kalacaktım. Tam bir şey söylemek için dudaklarımı aralamıştım ki, kulakları sağır eden bir gürültü koptu. Odanın içi yanıp sönen kırmızı ışıkla renklenirken yankılanan alarm sesi kulaklarımı kapatma isteğiyle dolup taşmama neden oluyordu.

"Bu ne böyle?" Diye bağırdım sesimi duyurabilmek için.

Yaman oturduğu yerden hışımla kalkıp koşar adımlarla odadan çıktığında kapıyı kapatmayı tamamen unutmuştu. Koridordaki sesleri, odanın önünden telaşla koşarak geçip giden insanları görüyordum. Ellerimi kulaklarıma yaslayarak bu rahatsız edici sesi biraz olsun tahammül edilebilir seviyeye getirmeye çalıştım. Aynı anda koltuktan kalkıp kapıya ulaştım. Koridorda koşturan hiç kimse bana odaklanmıyor bazıları ise bedenime çarpıyordu.

"Tüm hackerler üs odasına! Tüm tim üyeleri toplantı odasına! Çabuk çabuk çabuk!" Koridordaki insanları tabiri caizse yararak bana doğru gelen adam, bağırarak emirler vermeye devam ediyordu. "Biri sorgu odasındaki adamı alsın, kilitli odalardan birine götürsün. Çabuk!"

Adam tam önümden geçip gidecekti ki önünü kesen minyon kadın yüzünden durmak zorunda kaldı. "Efendim, ikinci hatta kadar sızılmış durumda. Hackerler hemen devreye girdi ama sızıntı içeriye ne kadar hasar bıraktı bilmiyoruz."

"Üçüncü hatta ulaşmalarına izin veremezler, söyle onlara bu şey her neyse çabuk durdursunlar! Hemen!"

Minyon kadın, burnunun üzerinden kayan gözlüğünü yukarıya doğru ittirip koşar adımlar adamdan uzaklaştı. Kırmızı ışık yanıp sönmeye devam ederken gözlerim, ürkütücü derecede mizaca sahip adamın yüzünde takılı kaldı. Adamın yüzünün sol tarafında derin bir yara izi vardı. Alnından başlayan iz göz etrafından çene kemiğine kadar uzanıyordu. Kısa saçlarının kulak üstü bölgeleri kırlaşmış, keskin yüz hatlarına ayrı bir hava katmıştı. Çatık kaşlarının altında parlayan buz mavisi gözleri daha önce asla görmediğim bir renkti. En fazla elli yaşında olduğunu düşündüğüm bu adam hem ürkütücüydü hem de çok yakışıklıydı.

Yanıp sönen kırmızı ışık kayboldu, yüksek sesli alarm sustu.

Ben ellerim kulağımda öylece dururken adamın gözleri gözlerimi takılı kaldı. Bir bana bir de arkamda kapısı açık kalan odaya bakarken, "Kara, Kara," dedi kalın ama tarazlı sesiyle. "Akıllanmıyorsun evlat." Ne demek istediğini anlayamayarak yüzüne bakmaya devam ederken, elini bana doğru uzattı. "Sana karar verebilmen için bir süre tanımıştım ama," dedi. "Belli ki Kara'nın ikinci dikkatsizliği, senin merakın bu süreyi bir anda sıfırladı." Başını hafifçe sol omzuna doğru yatırdı. "Merhaba Asya, ben Başkan."

Etrafımızda olan tüm insanlar, sesler silik bir hâle geldi sanki. Buz mavisi hareleri elalarımdan kopmazken eli hâlâ daha havada bekliyordu. Yaptığım şeyin kabalık olduğunu biliyordum ama içine düştüğüm durum ne düşünmeme ne de hareket etmeme izin veriyordu.

"Korkma," dedi az önceki bağırmalarının aksine daha yumuşak bir tonda. "Yüzümü görmüş olsan da seni bir şeylere zorlayacak değilim."

"Pe-Peki," dedim. "Şimdi ne olacak? Sizin yüzünüzü görene kadar bir karar vermiş olmam gerekiyordu ama ben hâlâ daha nasıl bir yol çizeceğimi bilmiyorum."

Havada asılı kalan elini indirdi. Giyindiği koyu gri takım elbisesinin ceketini düzeltip, yanından geçmek üzere olan adamı kolundan yakaladı. "Asya Hanımı benim odama götür, evlat. Birazdan bende geleceğim."

"Emredersiniz, Başkan."

Başkan bir şey daha demeden yanımızdan ayrılırken görevlendirdiği genç adam, "Buyurun," diyerek Başkan'ın gittiği yönün aksini eliyle işaret etti. Genç adamın gösterdiği yöne doğru ilerlemeye başladığımda içimdeki korku giderek büyüyordu.

Hazır değildim.

Bir karar vermeye henüz hazır değildim.

Titreyen elimin parmaklarını içe doğru büküp yumruk haline getirirken genç adam birkaç adım önüme geçerek koridorun sonunda bulunan odanın kapısını araladı. Bakışları bana döndüğünde, dikkatle yüzümü inceledi. "Siz iyi misiniz, Asya Hanım?"

Değildim. "İyiyim, teşekkür ederim."

Araladığı kapıdan içeriye girip gözlerimi odanın içinde gezdirdim. Kahve tonların hâkim olduğu mobilyalar eskitme tarzındaydı. Büyük masanın arkasındaki duvarı kaplayan bir tablo vardı. "La Mappa Dell’inferno," diye fısıldadım. Yaşadığım korkuyu unutturan tabloya büyülenmiş gibi bakarken adımlarım otomatik olarak hareket etti. Masayı geçip devasa boyutta ki tablonun önünde durduğumda, titreyen ellerimi tablonun yağlı kağıdında gezdirdim. Elimi tablodan çekmeden bakışlarımı odanın diğer alanlarında dolandırdım. Karşı duvara yaslanmış uzunca bir konsol, konsolun üzerinde heykeller vardı. Oda tamamen sanat eseri gibiydi.

Karşılıklı konumlandırılmış kahverengi deri koltukların ortasında bulunan yuvarlak cam sehpanın üzerine atıştırmalıklar bırakılmıştı.

"Sahte olsa da büyüleyici değil mi?"

Bir anda duyduğum ses korkuyla yerimden sıçramama sebep olurken, elimi tablodan çekip hızlı adımlarla odanın ortasına doğru yürüdüm. "Lütfen rahatsız olma," dedi. "İstediğin kadar inceleyebilirsin."

Başkan, omzunu yasladığı kapı pervazından ayırıp bana doğru gelirken ellerini kumaş pantolonun ceplerine sıkıştırdı. Benim bakışlarım onun üzerindeyken, onun buz mavisi hareleri duvara asılı devasa tablodaydı. Sanki ilk defa görüyormuş gibi hayranlıkla bakıyordu.

"İnferno," dedi tarazlı sesiyle. "Ürkütücü ama bir o kadar da büyüleyici."

Bedenlerimiz artık yan yanayken benimde bakışlarım tabloya kaydı. "Gerçek dünyayı yansıtan tek eser. Yani bence."

"Haklısın," dedi tarazlı sesiyle. "Bence de dünyamızı tüm çıplaklığıyla yansıtan tek eser." Bakışlarımızı aynı anda birbirine döndü. "Sanat emek ister Asya, sabır ister, tutku ister. Bu biraz bizim işimizi andırıyor."

"Yani yaptığınız işi bir sanat olarak mı tasvipliyorsunuz?"

Dudağının kenarında küçücük bir kıvrım oluştu. "Sadece biraz," dedikten sonra büyük koltuklardan birini eliyle işaret etti. "Geç otur lütfen, daha rahat konuşalım."

Koltuğa oturup ellerimin parmaklarını birbirine kenetlediğimde üzerimdeki çekinceyi atamıyordum. Bu duruşuma, bakışlarıma hatta ses tonuma bile yansıyordu.

"İnferno'nun katmanlarının ne anlam ifade ettiğini biliyor musun?"

Başımı onaylarcasına salladım.

Gülüşü büyüdü. "Etkilendim." Tam karşımdaki koltuğa oturup kibar bir şekilde bacak bacak üstüne attı. "Biz Tanrı değiliz Asya, dünyayı değiştiremeyiz ama gücümüzün yettiğince daha yaşanılabilir yer kılmaya çalışıyoruz. Dışarıdan bakılınca ürkünç gözüktüğünün farkındayım. Üstün zekalarıyla seçilen, eli silahlı insanlar ne kadar iyi olabilir diyorsundur? Sonuçta polis veya kolluk kuvvetlerinden değiliz." Cevabımı beklercesine yüzüme bakarken, "Evet," dedim. "Kafa karıştırıcı yerleri var ve bu bilinmezliğin içinde kalmışken benden bir seçim yapmamı istiyorsunuz.”

İki elini de avuç içleri yukarı bakacak şekilde kaldırdı, "Şu şekilde düşün," dedi. "Senin önüne iki seçenek bıraktım. Biri tehlikeli ama istediğin çoğu şeyi kolaylıkla elde edebileceğin, ikinci ise eski yaşamınla aynı fakat daha kontrollü bir hayat."

"Ve başka bir şehir ya da ülkede."

Başını onaylarcasına sallayıp, ellerini kucağında birleştirdi. "Evet."

"Anlamadığım bir şey daha var," dedim düşük tuttuğum omuzlarımı dikleştirirken. "Bir bilgisayar ekranının karşısına oturup insanları yönlendirerek fabrikadan çıkarmış olmam veya Yasmin'le olan iletişimim, bunlar sıradan insanlarında kolaylıkla yapabileceği şeyler. İleri zekaya gerek yok. Beni neden bu denli istediniz?"

Dudaklarını aşağıya doğru büzüp, "Belki de," dedi. "Belki de sana verilen görevler sıradan bir insanında yapabileceği kadar kolay ama bir insanı manipüle edebilmek herkesin başarı sağlayabileceği bir iş değil."

Kaşlarımı çattım. "Hâlâ anlamıyorum?"

İşaret ve orta parmağını birleştirip bana doğru uzattı. "Sen Asya. Sen benim timimi bile manipüle edebiliyorsun. Özellikle bir kalbi olmadığını düşünen Kara'yı bile."

Alayla güldüm. "Kara Yaman'ı manipüle etmek ve ben? Adam tek bakışımla her şeyi anlayabiliyor. Bunu yapabildiğime inanmanız onu tanımadığınızı düşünmeme sebep olur.”

"Peki Gezgin?" dedi. "Şu zamana kadar sadece benim ve ekip arkadaşlarının gördüğü yara izlerini sana nasıl açtı, Asya?"

Dikleştirdiğim omuzlarım tekrar çökerken, "O bilerek yaptığım bir şey değildi," dedim utanç dolu sesimle. "Öyle bir anın yaşanmasını istemezdim."

"Ters psikoloji uygulayarak travmalarını açığa çıkardın Asya," dedi kendinden emin ses tonuyla. "Evet amacın Gezgin'e zarar vermek değildi ama amacın istediklerini öğrenmek için her yolu denemekti. Bilerek veya bilmeyerek, yaptığımız işin küçükte olsa bir detayını öğrendin mi?"

"Kimse mecbur diye insanları istismar edemez, kimse mecbur diye gencecik insanları uyuşturucu ile zehirleyemez. Kimse mecbur diye genç kızların, kadınların hayatını karartamaz!"

Burçin'in kriz anında söyledikleri kulaklarımda yankılanırken, karşımdaki adam donuklaşan bakışlarımdan istediği cevabı almıştı bile. "İşte böyle," dedi keyifle. "Seni bu yüzden istiyorum. Bizim işimizde en ufak detayı yakalamak bir adım önde olmamızı sağlar ve sen o detayı farkında olmadan bile alabiliyorsun."

"Diğerleri gibi değilim, onlar eğitimli. Yapabileceklerinin onda birini bile yapamam. Kendimi koruyamam. Onlar kendini koruduğu gibi birbirlerini de koruyabilirler. Ben buna cesaret edemem."

"Yalnız büyüyen her insan kendini korumayı bilir, Asya."

Başımı iki yana sallayarak reddettim. "Yeterli gelmez."

"Fiziksel olarak belki ama ya zekâ?"

Duraksadım. Sessizliğim onu konuşmaya itti. "Benim ihtiyacım olan şey senin fiziksel gücün değil Asya, benim ihtiyacım olan şey senin zekân."

"Kara'yı manipüle ettiğim kanısına nereden vardınız?"

Oturduğu koltuktan kalktı. Ellerini cebine yerleştirip ağır adımlarla duvarı boydan boya kaplayan cama doğru yürüdü. "Belli ki Kara'yı etkiliyorsun. Benim bildiğim Kara buna izin vermez, işi her daim kendinden ön sıradadır ama mevzu sen olduğunda hem işini hem de seni istiyor. Yanında kalmanı istiyor. Açık konuşmak gerekirse bu hoşuma gitmiyor Asya, dikkati dağılıyor. En basit örneğiyle bugün odanın kapısını açık bırakması gibi ve en tuhaf örneğiyle, gelip benimle konuşması gibi."

Arkamı döndüm. Bakışlarım adamın iri omuzlarında gezerken, "Sizinle ne konu hakkında konuştu?" diye sordum merakla.

"Arslan Bozok," dedi katı bir ses tonuyla. "Onu bir çatıdan aşağıya atmana izin verirsek bizden biri olabileceğini söylemişsin."

Oturduğum koltuktan kalkıp, "Evet," dedim cesaretle. "Bunu istiyorum."

"Arkadaşının ölümüne bu şekilde sebep olduğu için mi?"

Bakışları bana döndüğünde, yüzüme vurulan gerçek bir an için bocalamama sebep oldu ama duruşumu bozmadım. Omuzlarım dik, kararım netti. "Evet." dedim sıktığım dişlerimin arasından. "O adam benim en güzel şeyimi elimden bu şekilde aldı, bende son nefesini aynı onun gibi vermesini istiyorum."

Buz mavisi harelerinde anlık gelişen parlamayı görebildim. "Sana Arslan Bozok'u öylece öldürme hakkını veremem ama," dedikten sonra ağır adımlarla yanıma gelerek tam önümde durdu. Boyu fazla uzun olduğundan gözlerimizin temasını kesmemek için başımı hafifçe geri yatırmak zorunda kaldım.

"Ama?" Dedim birazcık heyecan, birazcık merakla.

"Arkadaşının ölümünden sadece Bozok sorumlu değil Asya, Ayşen'de bu işin içinde ve ben sana Ayşen'i verebilirim."

"Na-nasıl?"

"Ayşen Kazlak planını sen yönetebilir, o kadını ele geçirebilirsin. Biz istediğimiz şeyi aldıktan sonra da," Omuz silkti. "Ne yapmak istersen yapabilirsin."

Dudağımın kenarında tehlikeli bir kıvrım belirdi. "Ne istersem?"

Buz mavisi harelerinde tekrar bir parlama geçti. Neydi bu, inatla beni kendilerinden biri yapmak konusunda verdiği karardan duyduğu gurur mu?

Başını onaylarcasına salladı. "Ne istersen."

Geçmişin puslu duvarlarının arasında yankılanan sesim kulaklarımı doldurdu. Ağlıyordum. Beyza'nın soğuk bedenine sarılıp, ilk defa hıçkıra hıçkıra ağlıyordum ve diyordum ki; "Yemin ederim. Sana yemin ederim küçüğüm, pes etmene neden olan herkesten bunun hesabı soracağım."

Durmadım. Susmadım. Korkunun, hırsımın önüne geçmesine izin vermedim. Omuzlarımı dikleştirip, çenemi öne çıkardım. "Kabul," dedim. "Sizden biri olmayı kabul ediyorum. Küçük kardeşimin intikamı için."

İkimizin de dudaklarında bir kıvrım belirirken önümden çekildi. Az önceki hareketlerine nazaran daha hızlı adımlarla masasına ulaştı ve açtığı çekmecelerden bir kâğıt çıkarttı. "Öğrenmen gereken ilk gerçek." Elinde tuttuğu kâğıt parçasını bana uzattı. Merakla aldım. Bu bir kâğıt değil, fotoğraftı. Bakışlarım şaşkınlıkla fotoğraftaki adamın yüzünde gezerken, karşımdaki adamın tıpa tıp yansıması olan gözlerine baktım. "Bu," dedim şaşkınlıkla.

"Arslan Bozok," dedi. "Peşinde olduğumuz adam, benim kardeşim, Asya."

 

 

-BÖLÜM SONU-

 

Lütfen oy verdiğinizden emin olup yorum bırakmayı unutmayın canımlar

 

Yeni bölümde görüşünceye dek kendinize çoook iyi bakın...

 

Instagram: gulsumm.bilgin

Loading...
0%