Yeni Üyelik
17.
Bölüm

Karanlıkta Bir Yerde: 16

@gulsumblgn

Merhabaaaağ 🤍

Okumaya başlamadan önce oy verir misin, lütfen? Şimdiden teşekkür ederim.🙏

KEYİFLİ OKUMALAR!

🔗🔗🔗

"Kuzey cephesi sende," dedi Göz. "Güney cephesi bende. Anlaştık mı, Aykız?"

Dakikalardır elimde tuttuğum kulaklığı başıma geçirdiğimde, "Tamam." Dedim. Önümde yine bir fabrikanın kameraya yansıyan görüntüleri vardı. Bu sefer ilki gibi gergin değildim çünkü küçücük olsa da olayı kavramıştım ama en büyük rahatlığım, Göz'ün bu sefer kati suretle yanımdan ayılmayacak olmasıydı. Herhangi bir olumsuzlukta işi direkt ona devredecek, hiçbir mesuliyeti kabul etmeyecektim.

Ne? Ben daha çaylağım!

"Lotus, cihaz kontrol. Söylediklerimi açık ve net bir şekilde anlayabiliyor musunuz?"

"Akrep olumlu."

"Gezgin olumlu."

"Gazap olumlu."

"Kara olumlu."

Heyecanlı bakışlarım önünde duran birkaç bilgisayar ve Göz'ün üzerinde gezerken, "Anlaşıldı Lotus, iyi görevler dilerim. Kuzey cephesi birinci katta beş kapı ve her kapının önünde ağır silahlı iki adam mevcut. İkinci kat tamamen sakin gözüküyor ama çatışma sırasında bir yığılma olacaktır. Üçüncü katta ise tek bir kapının önünde bir adam bekliyor. Nazir Payaslı içerideyse, eminim yanında birkaç adamı vardır."

Göz'ün bakışları bana döndüğünde dudağında teşvik edici bir gülümseme varken başını bir kere kaldırıp indirdi. Derin bir nefes aldım. Bana verilen Kuzey cephesi fabrikanın dışı olarak kalıyordu. Araziyi beş farklı noktadan takip edebiliyorken, içimdeki gerilimi tetikleyen şey arazinin fazlasıyla büyük olmasıydı. Fabrikanın girişini gösteren kısmı büyütüp, "Girişte dört adam," dedim. "İkisinin elinde silah görünmüyor ama diğer ikisi ağır silahlı." Giriş kapısının görüşünü kapatıp kapının solunda kalan alanı açtım. "Girişin sol tarafında, maksimum beş metre ileride bir kapı daha var. Kapının önünde iki ağır silahlı adam." Giriş kapısının sol kısmını gösteren kamera ekranını açtım. "Girişin sol tarafında VİP bir araç bekliyor." Görüntüyü yaklaştırdım. "Aracın siyah camlarından görebildiğim kadarıyla içinde iki kişi var. Bir kişi de arabanın dışında. Ellerinde silah görünmüyor fakat dikkatli olun, arabada neler saklayabileceklerini bilemeyiz."

"Aykız," dedi Akrep. "Arazinin dışı bizim için çok önemli. İçeridekiler kolay ama dışarıdan kaç kişi gelecek belli olmaz."

Gözlerimi devirdim. "Germesen olmaz değil mi, Akrep?" Dedim huysuz huysuz. Aynı huysuzlukla da yanımda oturan Göz'e döndüm. "Seninde alacağın olsun, yine en olmadık kısmı bana verdin. Eve gidince hatırlat, seni havuzda boğacağım, Tepe Göz!"

Şahan'ın kahkahası kulaklığı aşıp kulağıma dolduğunda, "Tanrım," dedi. "Operasyonlara renk geldi, renk!"

"Gazap," dedi Kara Yaman aksi bir sesle. "Elimin tersindesin, kardeşim."

"Aman buna da bir haller oldu," dedi Gazap şikâyet eder gibi. "Ya koyuyor ya vuruyor. Hep bir haller hep bir edalar."

"Tartışmanızı sonraya bırakır mısınız?" dedi Gezgin sitemle. "Dikkatimi dağıtıyorsunuz!"

"Gezgin benimle geliyorsun," dedi Akrep, otoriter bir ses tonuyla. "Kara ve Gazap siz diğer taraftan dolanın."

Dört heybetli beden, simsiyah üniformalarıyla yüzlerini tamamen kapatan beyaz maskeleriyle benim kontrol ettiğim kameralardan birinin görüş açısına girdi. Ellerindeki uzun namlulu silahları kaldırmış, dikkatle ilerlerken tiz bir ses kulaklıkta yankılandı. Susturucu takılmış tüfekleri fabrikanın dışında bekleyen adamları tek tek vururken, Akrep ve Gezgin ön kapıya, Kara ve Gazap girişin sağında kalan kapıya yönelmişti.

"Göz?" dedi Kara Yaman. "Kapının ardı?"

"Temiz, girebilirsiniz."

Aldıkları onayla birlikte kapıyı açan Gazap içeriye ilk giren olurken, Kara, kaldırdığı tüfeğiyle etrafı kontrol ediyordu.

"Göz?" dedi bu sefer Akrep. "Kapının ardı?"

"Temiz Akrep, girebilirsiniz."

Benim kontrol ettiğim kameraların görüş açısından çıktıklarında, gözlerimi ekrandan ayırmasam da diğer ekranda olanları görmek için merakım baskınlık kuruyordu. Fakat yapamazdım. Bir anlık dalgınlık onları orada zor duruma sokardı. Kulaklıktan silah sesleri duyulmaya başladığında nefesimi tuttum. "Kara, arkanda!" Sadece kendi ekranıma odaklanma kararım buraya kadardı. İçimde yeşeren korkuyla birlikte bakışlarım Göz'ün önündeki ekrana kaydı. "Gazap, soldan geliyorlar!"

Gazap ve Kara bulundukları alanda sıkışmış sağdan soldan gelen adamlarla yoğun bir çatışmaya girmişti. "Akrep," dedi Göz, gerginlikle. "Fabrikanın orta girişine, diğerlerine desteğe gitmeniz gerekiyor. Sıkıştılar!"

"Anlaşıldı!" dedi Gezgin, soğukkanlılıkla.

Bakışlarım Göz'ün ve benim önümde olan ekranlarda mekik dokurken, odanın kapısı açıldı. Başkan, hızla içeriye girip arkamızda dururken ellerini koyu gri kumaş pantolonunun cebine sıkıştırdı. "Göz, bana bir kulaklık ver." Bana döndü. "Arazinin dış yoluna bak, gelen giden var mı?" Başımı onaylarcasına sallayıp, fabrika girişini gören kameranın küçük görüntüsünü büyüttüm. "Gelen giden yok ama oradan hemen çıkmaları gerekiyor. Her bir odadan en az beş adam çıkıyor! Tuzağa düştüler."

"Payaslı'yı almadan olmaz," dedi katı bir ses tonuyla. "O adama ihtiyacımız var, Aykız."

Tim operasyona gitmeden önce bir toplantı düzenlenmişti. Baskın yaptıkları Nazir Payaslı, Caner'in sürekli görüştüğü bir adammış. Yurt dışından kaçak şekilde getirttiği tarihi eserleri onun gemileriyle ülkeye sokuyor, aralarında yüklü bir para alışverişi gerçekleşiyormuş. Başkan'ın gözünde bu, Arslan Bozok'a bir adım daha yaklaşmaktı.

"Akrep," dedi Göz. "Katlara çıkan merdivenlerde iki adam var, dikkatli olun. Katın girişinde pusudalar."

İki ekranda mekik dokuyan bakışlarım başımı döndürürken, kulağımda yankılanan silah sesleri kalp ritmimi düzensiz bir hâle getiriyordu. Zorda olsa Kara Yaman'dan bakışlarımı ayırıyor fabrikanın arazisine girenler var mı diye kontrol ediyor aynı hızla Göz'ün önündeki ekrana dönüyordum. Yaman, üst üste dizilmiş kasaların ardında kendini korumak için silahını ateşlerken, tam üzerinde kalan asma balkonda gördüğüm gölgeyle çığlığımı zorda olsa bastırıp, "Kara!" diye bağırdım. "Üstünde!"

Takip edemediğim bir hızla arkasını dönüp silahını ateşlediğinde balkondaki adam bir çuval gibi zemine düştü. "Teşekkür ederim, Aykız."

"Gezgin," dedi Göz. "Merdivenden inenler var. İki kişi."

"Anlaşıldı!" dedi Gezgin.

"Lan bunlar nereden çıkıyor karınca sürüsü gibi!" diye bağıran Gazap'tı. "Tamam, eğleniyorum iyi hoşta açım ben aç! Aç ayı oynamıyor ki!"

Bir kere daha kendi önümdeki ekrana döndüğümde, gördüğüm şey kalbimin ağzıma atmasına sebep oldu. Siyah, VİP tarzı minibüs hızla araziye girdiğinde içinden çıkan altı insan, bizimkiler gibi giyinmişti ama onlar maske takmak yerine kafalarına kar maskesi geçirmişti. "Birileri geldi!"

"Onları ben gönderdim," dedi Başkan, içimdeki paniği bir nebze olsun gidererek. "Destek ekip geldi, evlatlar. Artık işiniz daha kolay."

Koşarak fabrikaya ilerleyen altı kişiyi izlerken, "Bunlar hangi tim?" Diye sordum merakla.

"Henüz bir time üye değiller," dedi Göz. "Eğitim aşamasında olanlar. Ama merak etme, hepsini yetiştiren kişi bizi eğiten kişilerle aynı."

Sahi, onları kim eğitiyordu? Bu bilgi dosyada yoktu, hatta Başkan'ın adı bile yoktu.

Kulaklıkta yankılanan silah sesleri arttığında, zarar görenlerden hiçbiri bizimkilerden değildi. Derin, rahat bir soluk ciğerlerimi doldururken, sırtımı sandalyeye yasladım. "Payaslı fabrikanın bodrumuna doğru kaçıyor," dedi Göz heyecanla. "Yanında üç adam var ama biri kolundan yaralı."

"Koru beni!" diye bağırarak saklandığı kasaların ardından çıkan Kara Yaman, koşarak aşağıya inen merdivenlere yöneldi. Gazap, peş peşe ateş ederek adamların bulundukları yerden burunlarını bile çıkarmalarına izin vermezken, Başkan'ın gönderdiği destek ekipte yanlarına varmıştı.

"Siz buradakileri halledin," dedi Gazap. "Aşağıya kimsenin inmesine izin vermeyin." Ardından koşarak Yaman'ın peşinden gitti. Göz, kameranın görüş açısını değiştirdiğinde bu sefer hızla merdivenleri inen dört kişiyi izliyorduk.

"Kaçmasına izin vermeyin!" dedi Başkan, katı bir ses tonuyla. "O adama ihtiyacımız var."

Hep bir ağızdan, "Emredersiniz Başkan!" diyen kişilerden gözlerimi ayırıp, kendi önümdeki ekrana döndüm. Her bir bölümü teker teker izlerken, kararmaya başlayan havanın izleri gökyüzünü tesiri altına almıştı.

İki gün... İşi kabul ettiğimin üzerinden iki gün geçmişti. Tüm bu süre zarfında Merkez'le ilgili bilgileri öğrenmeye başlamış, bulunduğumuz katı ezberlemiştim. Burçin'le birlikte her bir odayı gezmiş bir nebze olsun büyük binanın işlevine alışmıştım. Hâlâ korkutan noktaları vardı. Yapılan işler tehlikeliydi. Peşinde olduğumuz adam tehlikeliydi.

Birkaç güne kendimi koruyabilmem adına savunma dersleri almaya başlayacaktım. Hayatımın ipi ellerimin arasından kaçmış, savrulurcasına hareket ediyordu. Tek bir darbe. Tek bir darbeyle yok olup gidebilirdim de tek bir darbeyle düştüğüm yerden daha güçlü kalkabilirdim de. Bir bilinmezliğin içinde sürüklenip dururken, zamanın bana getireceği şeylerden habersizdim. Korkutuyordu. Çok korkutuyordu ama uğruna savaşacağım şey beni kamçılıyordu. Beyza... Benim güzel küçücüğüm... Her şey senin için.

İçinde bulunduğum derin düşüncelerden çıkmamı sağlayan şey yükselen silah sesleriydi. Payaslı'nın kaçtığı bodrum katına ulaşan tim karşı tarafın adamlarıyla çatışırken savrulan kovanları görebiliyordum. İpin ucunda yaşıyorlardı. Ölüm onları korkutmazken, canları pahasına savaşıyorlardı.

"Gazap," dedi Akrep, boğuk bir ses tonuyla. "Sis bombasını at!"

"Hayır!" diye haykırdı, Kara. "Kaçırabiliriz!"

"Görmüyor musun Kara, her bir delikten çıkıyorlar!"

"Umurumda değil, buradan ya Payaslı ile çıkacağız ya hiç çıkmayacağız. Ben artık bu işten sıkılmaya başladım!" İtiraz istemeyen katı ses tonu kulaklarımızda yankılanırken, bakışlarım önümdeki ekrana değdi. İyi ki de değdi!

"İki araba geliyor," dedim hızla. "Çıkın artık oradan!"

Beklemediğim bir anda "Kara!" Diye bağıran Başkan'la yerimde sıçrasam da hemen kendimi toparlamayı başarmış, araziye giren araçlara odaklanmıştım. Arabalar büyük ve genişti, içinden çıkabilecek insan sayısını hesaba katamıyorum. "O adamı senden daha çok istiyorum ama evlatlarımı kaybetmek pahasına değil. Çıkın oradan, daha fazlası geliyor!"

Fabrikanın önünde duran arabalardan çıkan kişiler fazlaydı. Çok fazlaydı!

"Bozok'un ekibi," dedi, Göz neredeyse fısıldar gibi. "İnfaz ekibi!"

Gözlerim duyduğum şeyle birlikte irice açılırken, "Lanet olsun!" Diye bağırdım. "Çıkın şu cehennemden!"

Öyle bir ateş hattının içindelerdi ki, Gazap bile bunu eğlence olarak görmüyor keyifli tınısından ziyade zorlandığını belli eder gibi homurdanıyordu.

"Lotus!" Dedi Akrep. "Çıkıyoruz!"

"Sol tarafınızda dışarıya açılan bir kapı var, oraya doğru geliyorlar ama zaman sizin lehinize. Şimdi harekete geçerseniz, onlardan önce çıkabilirsiniz. Ormana doğru koşun, sizi oradan aldıracağım."

"Kaç dakika?" diye sordu Gezgin, yorgun bir ses tonuyla.

"Maksimum dört." dedi, Göz.

“Payaslı!” diye bağırdı Kara Yaman, boğazı yırtılırcasına. “Bekle bizi, senin için geri döneceğiz!”

Ardından Göz’ün tarif ettiği yöne doğru koşmaya başladıklarında peşinden gelen adamların sayısı fazla değildi ama kurşun yağdırıyorlardı. Bozok’un ekibi seri hareketlerle bodruma ulaşmaya çalışırken nefesimi tutmuş, kameraya yansıyan görüntüleri izliyordum. Dizlerim titrerken, “Hadi,” diye mırıldanıyordum. “Hadi, hadi, hadi!”

Göz, yukarı katta olan ekibi arabalara gitmeleri konusunda uyarırken ikimizin arasında kalan boşluğa Başkan bedenini sıkıştırarak ellerini masaya yasladı. Bakışları bodrumun ortasında, elleri cebinde keyifle sırıtan adamın üzerindeyken gergin bir nefes bıraktı. Adam, kameraya dönüp elini sallarken dudaklarındaki alaycı kıvrım, Başkan’ın masayı kavrayan parmaklarını sıkılaştırmasına sebep oldu. “Payaslı,” dedi duymayacağını bilse de. “Ah Payaslı ah, bakalım elime geçtiğinde de bu denli keyifli olabilecek misin?”

“Haberleri vardı,” dedi Göz, kendinden emin bir ses tonuyla. “Bu nasıl mümkün olabilir, Başkan?”

“Bilerek yaptılar,” dedi Başkan. “Payaslı’nın bugün orada olacağını bilerek duyurdular. Tuzağa çektiler.”

Ekibin bodrumdan çıktığını gördüğümde hızla önümdeki ekrana döndüm. Fabrikanın arkasını gösterecek kutucuğu büyütüp, görüş alanıma girmelerini sabırsızlıkla bekledim. “Nerede kaldı diğerleri?” diye sordum. “Hala hareket etmiyorlar.” Cevap vermelerine gerek kalmadan Başkan’ın gönderdiği yardım ekibinin geldiği araçlar ormanlık alanda belirdi. Diğerleri de görüş açıma girdiğinde rahat bir nefes aldım. Arabalar hızla ilerlerken Lotus’ta tüm gücünü kullanarak koşuyor, arkalarından gelen adamlara sırayla nişan alıyorlardı.

İlerleyen arabaların kapıları aralandı. Birkaçı bedenlerini dışarıya doğru sarkıtıp karşı tarafın adamlarına kurşun sıkarken, açıkta kalan dörtlüyü korumaya almaya çalışıyorlardı.

“Ah!” Fazla gürültüden dolayı birbirine karışan sesler yüzünden acıyla inleyenin kim olduğunu seçememiştim ama bu belirsizlik fazla sürmedi.

“Gazap!” diye bağırdı Kara, panikle. “İyi misin, kardeşim?”

“İyiyim,” dedi Gazap nefes nefese. “Kolumu sıyırdı bir şey yok, koşun. Bana odaklanmayın, koşun! Kurşun yağıyor amına koyayım!”

Yüreğimde beliren sızı beni bile şaşırtırken, “Gazap,” dedim titrek bir sesle. “Gerçekten iyi misin?”

“Gerçekten iyiyim, Aykız.” Koşmaya devam ediyordu. “Kız yoksa benim için endişelendin mi, sen?”

Dudaklarımda buruk bir tebessüm peyda olurken, zihnim bu gerçek karşısında sarsılmıştı. Ben, Gazap için endişelenmiştim. Kalbimin kurak topraklarını şefkatleri, samimiyetleriyle sulamaya başlayan bu beş insan dikenli tellerle çevrelediğim yüreğime ulaşmak için çabalıyorlardı. O telleri aşıp, sevgisizlikle kuşatılmış kurak topraklarıma ulaşabilmelerine ne kadar izin verirdim bilmiyorum ama sıcak, aile ortamları beni içine çekmeye başlamıştı.

Yapım ve yaşam tarzım gereği sevgi nedir, dışarıya nasıl gösterilirdi bilmiyorum. Gerçek bir aile sahip olmanın da anlamını bilmiyordum. Tek bildiğim şey, bu beş yabancı beni ailenin içine seve seve kabul edecekleriydi. Gazap için endişelenmiştim çünkü yerinde olsam o da benim için endişelenirdi. Sevgiye çıkar karışır mıydı?

Beyza'yı severdim, çok severdim ama ona olan sevgim bambaşka bir kulvardaydı. O benim kardeşimdi. Benim asıl bilmediğim şey; bir yabancıyı sevmekti. Gerçi, Beyza'da sevgimi çok gösteremez, üzülmesine sebep olurdum. Birçok kez dile getirdiği cümle kulaklarımda çınladı. "Beni sevmiyor musun, Aykız. Neden hiç beni sevdiğini söylemiyorsun ki?"

Söylemiştim.

Ben, küçüğüme onu sevdiğimi söylemiştim ama çok geç kalmıştım. Belki de bu yüzdendir insanlara karşı iyi duygular beslemekten korkmam? Seversem kaybederdim. Seversem beni bırakırlardı. Sevdiğimi söylersem, giderlerdi.

"Yok," dedim sabit tutmaya çalıştığım sesimle. "Nazını niyazını çekemem de, o yüzden sordum."

"Sağ ol be asi kız," dedi eğlenircesine. "Çok iyi hissettiriyorsun."

Ani bir frenle duran arabalardan birine Gezgin ve Akrep, diğerine Kara ve Gazap binmişti. Duran arabalar hızla hareket ederken, arkalarından koşan insanlar silahlarını ateşlemeye devam ediyorlardı ama dün öğrendiğim bilgiye dayanarak, kasılan bedenimi büyük bir rahatlamayla sandalyeye yasladım. Arabalar zırhlıydı. Ne kadar ateş ederlerse etsinler, şu saatten sonra hiçbiri zarar görmezdi.

Kulaklığı çıkartıp masaya bıraktıktan sonra oturduğum sandalyeden kalkarak Göz'e baktım. "Benlik bir şey var mı?"

Başını iki yana salladı. "Hayır da, nereye?"

Alnımı sıvazladım. "Kahve içsem iyi olacak. Sizde ister misiniz?"

Başkan reddederken, Göz, "Sen geç," dedi. "Ben peşlerine kimsenin takılmadığından emin olduktan sonra yanına gelirim."

Başımı sallayıp odadan çıkarken, koridora yayılmış uğultuya karşılık yüzümü buruşturdum. Hep böyle gürültülü olmak zorunda mıydı? Bembeyaz döşenmiş koridorda ilerlerken birkaç gün öncesine kadar yabancı birinin varlığıyla şaşkınlığın mesken olduğu bakışlar artık kaybolmuştu. Yanından geçip gittiğim insanlar gülümseyerek baş selamı veriyor, üzerimde çok durmuyorlardı.

Küçük kafeteryaya girdiğimde temiz olduğunu düşündüğüm fincanı alıp, kavanozun içine yığılmış kahve paketlerinden birinin ambalajını yırtıp, bardağa döktüm. Su ısıtıcısının tuşuna basıp kaynamasını beklerken kalçamı tezgâha yaslayıp, kollarımı göğsümde kavuşturdum. Tam bu sırada içeriye giren Peri'yle bakışlarımız birleştiğinde gözlerimi devirme isteğine güçlükle karşı koydum. Kendi katlarında da kafeteryaları varmış, bu niye hep buradaydı ki sanki?

"Merhaba Aykız," dedi samimiyetten uzak ses tonuyla. "Nasılsın?"

Söylediklerini es geçip, günlerdir içimi kemiren soruyu sordum. "Seni bir yerden tanıyor muyum?"

Yüzündeki gülümseme sarsılırken tek kaşı havalandı. "Bilmem, tanıyor musun?"

Göğsümde kavuşturduğum kollarımı çözüp, ellerimi tezgâha yasladım. Bir bacağımı diğer bacağımın üzerinden geçirip daha rahat bir tavır takınırken, "Rahatsız edici derecede tanıdıksın." dedim dürüstçe.

Dudaklarındaki alaylı kıvrım tekrar gün yüzüne çıktı. "Benden neden rahatsız oluyorsun, Aykız? Belki de beni tanımıyorsundur bile?"

Başımı hafifçe sol omzuma doğru yatırıp, göz kapaklarımı kıstım. Dilimi damağıma vurup tiz bir ses çıkarttıktan sonra, "Hislerimde yanılmam," dedim. "Mizacın tanıdık geliyor, henüz çözemedim ama çözeceğim."

Su ısıtıcısından ses geldiğinde duruşumu bozup Peri'ye arkamı döndüm. Kaynamış suyu bardağa boşaltırken, "Ya sevmediğin biri çıkarsam?" diye sordu, alayla. "O zaman ne olur?"

Başka bir kavanozun içine boca edilmiş şekerlerden birkaç tane alıp, teker teker bardağın içine atmaya başladım. "O zaman Peri," dedim aynı alaycı yaklaşımla. "Seni daha fazla sevmemem için çabalamamanı tavsiye ederim." Plastik bardağa yerleştirilmiş tahta kaşıklardan birini aldım. "Çünkü pek insancıl biri değilimdir."

"Senden daha eğitimli olduğumu bile bile beni tehdit mi ediyorsun yani?"

Kahve karıştırdığım tahta çubuğu çöpe atıp fincanı elime aldım. Bedenimi ağır ağır ona döndürürken, alayın uzaklaştığı kahve harelerinde beliren öfke kırıntılarını gördüm ve bu beni keyiflendirdi. "Bunu tehdit olarak algılama," dedim. "Bir uyarı olarak düşün ve lütfen her şeyin beden gücüyle hallolmayacağını öğren. Benden daha eğitimli olabilirsin, benden daha çevik olabilirsin hepsi kabulüm ama asıl rakip olarak görmen gereken şey, zekâm."

Bakışlarını kıstı. "Yeterince zeki olmasam burada olamazdım değil mi, Aykız?"

Omuz silktim. "Haklısın. Yeterince zeki olmasan burada olmazdın ama," Durdum.

"Ama?" Dedi merakla.

Aması yoktu. Amacım onu daha fazla kışkırtmaktan başka bir şey değildi. Eğer yeterince sinirlenirse kendine hâkim olamazdı ve ben, bir insanı en iyi kavgada tanırsın sözüne inanan biriydim. Ona karşı hissettiğim tanıdık duyguların kaynağını bu şekilde bulabilirdim belki de. "Boş ver," dedim, rahatsız edici bir dinginlikle. "Çokta önemli değil. Hem burada çene çalmaktan daha önemli işlerim var."

"Hiç değişmemişsin biliyor musun?" dedi yüzüme tiksinircesine bakarken. "Aynı kendini beğenmişlik, aynı iticilik."

Bingo!

Ne kadar eğitimli olursan ol, hırsının kurbanı olursun. Ayrıca bu nasıl bir eğitimdi Tanrı aşkına? Bu denli kolay kışkırtılıyorsan o eğitimlerin amacı neydi? Hani herkesi aynı kişi eğitiyordu? Kara Yaman şimdiye ne yapmaya çalıştığımı anlamıştı bile. Sen Peri, sanırım bu dersten sınıfta kalıyordun.

Tek kaşım havalandı. "Neden bu kadar sinirlendin, Peri?" diye sordum, kahvemden bir yudum alırken. "Hâlbuki bir şey söylememiştim?"

Öne doğru bir adım attı. "Kendini çok zeki sanıyorsun, dimi?"

Şirin tutmaya çalıştığım bir gülümsemeyi dudaklarıma yerleştirirken, hevesle başımı salladım. "Pek tabii, yoksa Lotus Timinden biri olmam için neden ısrar etsinlerdi, değil mi?"

Buğday teni kırmızıya çalmaya başladığında kahkaha atmamak için kendimi zor tutuyordum.

"Beni karşına almak istemezsin Asya," dedi sıktığı dişlerinin arasından. "Yapabileceklerimin hiçbir zaman sınırı olmadı. Çekinmem, ikinci kere düşünmem. Seni alaşağı ederim."

Tek kaşım havalanırken, "Bu bir tehdit mi?" diye sordum.

"Hayır," dedi. "Ben tehdit etmem, yaparım."

Boş boş yüzüne bakmaya devam ederken, "Elinden geleni ardına koyma lütfen," dedim. "Neler yapabileceğini görmek isterim."

Sinsice gülümsedi. "Zamanında çok gördün, Aykız. Zamanın da çok gördün."

Bir şey daha dememi beklemeden arkasını dönüp gittiğinde, karşısında sabit tutmaya çalıştığım yüzüm anında gerildi. Kim olabileceği konusunda zihnimi zorlasam da odaklanamıyor, tüm dikkatim sahada olanlara kayıyordu. Peri'nin kim olabileceğini düşünmeyi sonraya bırakıp kafeteryadan çıktıktan sonra operasyon takip odasına doğru yürümeye başladım. Elimde buhar tüten kahveden küçük yudumlar alıyor, kaçamak bakışlarım etrafta dolanıyordu. Merkez'in Kalbi'den çıkıp koridora girecektim ki ileriden gelen Göz'ü görmemle adımlarımı durdurdum.

Gözlerim yüzünde geziyor, herhangi bir tepki arıyordum. Gergin değildi, telaşlı değildi. Aksine rahattı ve bu benimde rahatlamam demekti. Hiçbir problem yok demekti. Yanıma ulaştığında, "Ekip yolda," dedi. "Herhangi bir problem yok, yirmi dakikaya burada olurlar. Revire haber vermeye gidiyordum. Benimle gelmek ister misin yoksa dinlenme odasına mı beklersin?"

"Seninle gelsem daha iyi olur." dedim.

🔗🔗🔗

Ekip, Merkez'e geldiğinde Gazap'ın doktor kontrolünden geçmesinin ardından toplantı odasında birleşmiş, bu akşam katılacağımız parti hakkında konuşmuş, çok geçmeden de binadan ayrılmıştık.

Yasmin'in, Kara ile yakınlaşabilmek adına kendine yapacağı sahte doğum günü partisi bugündü. Ayarladığı mekânı Burçin öncesinden incelemeye almış, gelişebilecek olumsuzluklara karşı kaçış planı hazırlanmıştı. Partinin amacını düşündükçe içimi kemiren bir şeyler rahatsız edici boyuta gelmiş, huysuzluğumu dışa yansıtmaktan geri duramamıştım. Neydi bu illet? Niye bu kadar sinir ediyordu beni?

Aynadaki suratsız yansımamı dikkatle incelerken, dönüştüğüm kişiye hayret etmemek elde değildi. Üzerimde yıllarımı verip çalışmadığım sürece asla alamayacağım aldığımda bile günlerce para sıkıntısı yaşabileceğim kadar pahalı bir abiye elbise vardı. Yasmin yine yersiz gösteriş merakını göz önüne sermiş, partinin temasını 'Gala' yapmıştı. Alt tarafı sahte bir doğum günü kutlamasıydı, bu kadar gösterişe gerek var mıydı? Zenginlerinde derdi bir başka oluyordu.

Kan kırmızısı, bedenimi sıkıca saran kumaş satendi. Ayak bileğime kadar uzun, göğüs dekoltesi göbek deliğimin bir parmak üstüne gelecek kadar V şekilde iniyordu. Cesur bir dekolteydi ama hoşuma da gitmişti. Saçımı balerin topuzu şeklide toplayan Burçin, koyu tonlarda ela gözlerimi ortaya çıkartacak bir makyajda yapmıştı. Dolgun göğüslerim dekoltenin arasında dik bir şekilde dururken, Kara Yaman'ın beni gördüğündeki yüz ifadesini merak etmiştim. Zihnimi ele geçiren yersiz düşünceleri başımı iki yana sallayıp dağıtmaya çalıştım. "İyice çığırından çıktın sen!"

Aynanın karşısından ayrılıp, yine Burçin'in verdiği elbiseme yakışacağını ve ayakkabımla uyumlu olduğunu düşündüğü parlak, küçük çantayı elime alarak odadan ayrıldım.

Evdeki sessizlik herkesin odasında olduğunu düşündürürken merdivenleri inip, Selene'nin olduğu odaya girdim. Teraryumun önüne geldiğimde kıvrılarak ilerleyen yılanı görünce içim ürperse de kapağını açtım. "Umarım aç değilsindir güzel kız," dedim kolumu içine doğru uzatırken. "Yanımda hiç kimse yok, lütfen kalbime indirecek bir atakta bulunma, olur mu?"

Uzattığım elimi fark etmesiyle hareketlerini hızlandırıp bana doğru geldiğinde gerilmiştim ama onu huzursuz edebilecek bir harekette bulunmamaya çalıştım. Soğukluğunu tenimde hissettiğimde gülümsedim. Avuç içimden bileğime doğru ilerlerken tamamen kolumu kavramasını bekledim. "Aferin sana, böyle uslu ol ki seni sevebileyim." Dirseklerime kadar çıktığında düşmeyeceğine emin olup, kolumu cam fanustan çıkarttım.

Pencerenin önüne doğru yürürken yavaş, yılanı kışkırtmayacak kadar da temkinliydim. Kolumu kavradığında duracak sanmıştım ama beni şaşırtıp boynuma yöneldiğinde çığlık atmamak için dudaklarımı birbirine bastırdım. Hangi cesaretle yılanı yalnız başıma sevmeye kalkmıştım ki zaten?

Omzumdan süzülerek ilerleyip diğer omuzdan baş gösterdiğinde çatal dilini meydana çıkartıp, tısladı. Kırmızı gözleri gözlerime kilitlenmiş durumdayken nefes almıyor, korkumu bastırmaya çalışıyordum. Tuhaftı. Bu soğukkanlı yırtıcı, beni ölümüne korkuturken yine onu sevmek için can atıyordum. Başını omzuma yaslayıp hareketsiz kaldığında, "Beni daha fazla korkutmadığın için teşekkür ederim," dedim. Kalçamı pencere pervazına yaslayıp işaret parmağımla hafifçe başını okşamaya başladım.

"Nasıl oluyor da hem bu kadar vahşi hem de bu kadar masum görünebiliyorsun? Sen bir yılansın." Dilini çıkartıp tısladığında gülümsedim. "Tamam tamam, sana yılan demeyeceğim. Sen Selene'sin."

Soğukluğu tenimde tarifi imkânsız bir his yaratırken dalgın bakışlarımı yere sabitledim. "Korkuyorum Selene," dedim kısık bir ses tonuyla. "Dönüşebileceğim insandan korkuyorum. Bir hırsla girdiğim bu yolda zarar görmekten korkuyorum. Onlara bağlanmaktan da korkuyorum. Kimsesizliğe o kadar alıştım ki, etrafımda insanların olması," Bir kere daha tısladı. Gözlerimi devirdim. "Kıskanç mısın acaba sen?" Başını okşadığım parmağımın hızını biraz daha arttırdım. "Tamam, etrafımda insanların ve senin," diyerek baskıladım. "Özellikle de senin olmana alışkın değilim. Bu yüzden korkuyorum. Size alışırsam gardımı indirmekten, gardımı indirdiğimde de yok olmaktan korkuyorum."

Gözlerimi kapatıp derin bir nefes aldığımda burnuma dolan tanıdık koku, içimdeki huzursuzluğu gölgeledi. Bu bile korkutuyordu. Neden kokusu zihnimi bulandırıyordu ki?

Sıkıca yumduğum gözlerimi ağır ağır aralarken, kara hareleri ela gözlerimde tutuklu kaldı. "Bir yere ait hissetmek seni bu kadar mı korkutuyor, asi kız?"

Sessiz kaldım. Benim sessizliğime karşılık teraryuma yasladığı bedenini dikleştirip küçük adımlarla yürümeye başladı. Bakışlarım giyindiği takım elbiseye kaydı. Siyahlara bürünmüştü. İri cüssesine oturan takım elbisesinden, ayakkabısına, bileğine taktığı saatine kadar her şeyi siyahtı. Gözleri gibi karaydı... Karanlık ise hiç bu kadar cazip gelmemişti.

Yanıma geldiğinde işaret parmağının tersini bir kere yanağıma sürttü. "Belki de bir yere ait olmak korktuğun kadar kötü bir şey değildir?" Teninin tenimde bıraktığı uyuşukluğa odaklanmamaya çalışıp kara harelerini izlerken, “Belki de,” dedim içime kaçmış sesimle. “Ama ben bir bilinmezliğin içinde yaşamayı sevmem, Kara Yaman.”

Aramızdaki mesafeyi biraz daha kapattığında ayakkabısının ucunu ayakkabımın ucunda hissetmiştim. Bu hareketiyle birlikte omuzlarımda sessizce duran yılanda hareketlenmiş aramızdaki küçük aralığı fırsat bilip Yaman’a doğru yönelmişti. Başı Yaman’ın omzunda gövdesi ise benim boynuma sarılı şekilde dururken, aramızdaki mesafe artık bir nefeslikti. Gözleri, koyu bordo rujla renklendirdiğim dudaklarıma indi. Derin bir nefes aldı, saniyeler sonra bıraktı. Sıcak ve ferah nefesi tenimi yalayıp geçerken titremek için kavrulan bedenimi sabit tutmakta zorlanıyordum.

“Bir bilinmezlik içinde değilsin,” dedi kısık bir tonda. “Her şey gün gibi ortada.”

“Nasıl yani?”

“Burçin’in sana olan tutumu, diğerlerinin sana olan yaklaşımı, benim sana olan çekimim. Her şey ortada, Asya. Bilinmezlikle savaşmak zorunda değilsin. Mantığın seni yönetmesine izin verme, kalbini dinle.” İkimizin arasında mekik dokuyan yılanın tıslayan sesini duymazlıktan gelerek, “Ben etrafımın bu denli kalabalık olmasına alışık değilim,” dedim dürüstçe. Elini kaldırdı. Az önce yanağıma sürttüğü işaret parmağını bu sefer çıplak kolumda aşağı yukarı gezdirmeye başladı. Titredim. “Biliyorum,” dedi boğuk sesiyle. “Yalnızlığa ne kadar alıştığını o yalnızlığı ne kadar sevdiğini biliyorum Aykız ama bir şey daha biliyorum.”

Dilimi dudaklarımın üzerinde gezdirdim. “Neymiş o?”

Bu hareketimi takip eden harelerinin içinde bir şimşek çaktı.

“Yalnızlığı sevdiğin kadar sevmediğini de biliyorum,” dedi sıktığı dişlerinin arasından. Derin bir nefes bıraktığımda aynı anda gözlerini kapatıp derin bir nefes aldı. “Kokun,” dedi boğuk bir ses tonuyla. “Beni nerelere sürüklediğini bilsen arkana bakmadan kaçarsın.” Bacaklarımın arasında bir bomba infilak ettiğinde hissettiğim ıslaklığa odaklanmamaya çalışıyor, içine düştüğüm bu durumdan çıkmak için çabalıyordum ama bedenlerimizin arasındaki mesafe yok denecek kadar azken işim zordu. Çok zordu!

“Yalnızlığı severim,” dedim zihnimi başka noktalara çekmeye çalışarak. “Ama haklısın bir o kadar da sevmem fakat bu düşüncelerimi değiştirmeye yetmiyor. Ben hep yalnız bir çocuk oldum. Ta ki Beyza hayatıma girene kadar. Ona kadar hiçbir şey umurumda olmaz, sessiz sakin bir köşede durur her şeye boyun eğerdim ama o hayatıma girdikten sonra sırf üzülmesin diye sesimi çıkartmaya başladım. Onu koruyabilmenin yolu kendimi korumaktan geçiyordu. Çabaladım, hiçbir şeye boyun eğmedim. Ayşen’e bile.” Dik tutmaya çalıştığım omuzlarım düştü. “Sonra ne oldu? Yeniden yalnız kaldım. O zaman kendime söz verdim Kara Yaman, bir daha kimseyi sevmeyeceğim diye. Çünkü sevdiğin insanı kaybetmek benim nezrimde kendini kaybetmekle eş değer.”

“Kendine verdiğin bu söz yine kendine yapmış olduğun bir haksızlık değil mi?”

Selene uzun bedeniyle ikimizi de tam anlamıyla sarmalamıştı.

“Kendini yalnızlığa mahkûm etmen sana haksızlık değil mi, asi kız? Hepimizin hayat hikâyesini okudun, hiçbirimiz güllük gülistanlık bir yaşamdan buralara gelmedik. Kabul, ilk başlarda birbirimizi kabullenmekte zorlandık çünkü hepimiz tıpkı senin gibi yalnızlığa alışmış çocuklardık ama zaman geçtikçe,” Kolumda hareket ettirdiği parmağını Selene’nin bedeninin izin verdiğince boynumda gezdirmeye başladı. “Birbirimizden başka kimsemiz olmadığını anladık. Birimiz hastalandıysak diğerimiz başında bekledi, birimiz mutsuz olduysak hepimiz yan yana durduk, birimiz mutluluktan güldüyse sırf o gülüyor diye güldük. Çünkü öğrendik, bu kalabalık dünyada yalnız olmayı seçmek intihar etmekle aynı şeydi. Korkunu, endişelerini anlayabiliyorum Asya ama denemezsen de hiçbir şeyi öğrenemezsin.”

Sessizliğim onu devam etmeye itti.

“Bırak,” dedi. “Bırak, Burçin bize nasıl annelik yaptıysa sana da yapsın. Bırak, Yıldıray bize nasıl baba olduysa sana da olsun. Bırak, Murat ve Şahan kardeşliğin nasıl hissettirdiğini sana öğretsin.”

“Peki, sen?” diye sordum saf bir merakla gözlerinin içine bakarken. “Sen bana ne öğreteceksin, Kara Yaman?”

Dudağının bir kenarı yukarıya doğru kıvrıldığında uzun ve nasırlı parmaklarıyla çenemi kavradı. Ciğerlerim yeterli oksijene sahip olamıyormuş gibi kasıldı, midemin içinde onlarca karınca bir anda hareket etti. Kalbim, varlığını belli edercesine göğsümü dövmeye başladı. Yutkundum.

“Bırak,” dedi içimi titreten bir ses tonuyla. “Bırak, sana yaşamayı öğreteyim, Aykız.”

Ben sustum o devam etti.

“Düşünceler duyguları, duygular ise hisleri var eder,” dedi kısık tuttuğu sesiyle. “Ve sen asi kız, düşüncelerinin duygularını benim için yoğurduğunu inkâr edebilir misin?”

Bilinçsizce başımı iki yana salladım. Kalbim öyle hızlı atıyordu ki, göğsümü yarıp çıkacak diye ödüm patlıyordu. “Güzel,” dedi içimi gıdıklayan bir tonda. “Şimdi dudaklarının tadına bakmama izin ver, Aykız.” Dudaklarındaki gülümseme tehlikeli bir hal alırken, Selene varlığını belli etmek istercesine tısladı ama Yaman onu umursamadı. Günlerce çölde mahsur kalmışta en sonunda aradığı can suyuna kavuşmuşçasına dudaklarıma yapıştı. Yüreğimden kopup giden parçaların külleri kasık bölgeme dökülürken, cılız bir ateş harlanıyordu sanki.

Hoyrat öpüşüyle birlikte dizlerim titremeye başladığında düşmekten korkarcasına omuzlarına tutundum. Tenime değen Selene’nin soğuklu, hem alevlerin arasında hem de buzullarla sarmalanmış gibi hissetmeme neden oluyordu. Dudaklarımı araladığım an dilinin ıslaklığı ağzımın içine yayılmış, muazzam tadı başımı döndürmüştü. Parmaklarım dağınık duran saçlarının arasında yerini alırken Yaman belime yerleştirdiği elleriyle bedenimi kendine doğru çekiyor, vücutlarımızın bir bütün olmasını istercesine baskı uyguluyordu. Dudaklarımın üzerinde sertçe gezen dudaklarının sıcaklığı, nefesime karışan nefesinin kavuruculuğu o kadar yoğundu ki, dakikalardır titrememesi için üstün bir çaba harcadığım bedenim şimdi bir yaprak gibi titriyordu.

Belimde duran ellerinden biri kalçama inip sıktığında, boğuk inlemem ağzının içinde kayboldu. Nefes almak için geri çekildiğimde o nefeslenmek şöyle dursun geri çekilmemden dolayı kızgın bakışlarını yüzümde gezdirmişti ama kara hareleri değdiği noktalarda çok oyalanmadı. Yüzünü elbisenin kayık yakasından dolayı açıkta kalan gerdanıma indirdi. Islak ve arzudan delirmeme neden olabilecek dudakları göğüs oluğumda gezinirken, “Sen,” dedi. “Nasıl bir şeysin böyle?”

Gülümsedim. “Nasıl bir şeymişim?” Parmaklarımın arasında hapsettiğim saçlarını yavaşça okşarken, alan tanıyabilmek için başımı geriye doğru yaslamıştım.

“Büyüleyici,” dedi boğuk bir tonda. Tenime dokunan dudakları daha sıcak bir hale gelmişti ya da artık ben alevler içindeydim, bilmiyorum. Elbisenin açıkta bıraktığı dolgunluklarıma sırayla öpücük bıraktı. “Akıl karıştırıcı,” Az önce dudaklarının değdiği yere dişlerini sürttü. İnledim. “Delirtici.” Selene, Yaman’ın sırtından ilerleyip bana doğru süzülmeye başladı. Onun soğuk bedeni, Yaman’ın sıcak dudakları. Deliyordum!

“Sen hepsisin, asi kız.”

Alt dudağımı dişlerimin arasına sıkıştırıp, “Senin de,” dedim nefes nefese. “Benden bir farkın yok gibi.”

Muzip bakışlarını bana çevirirken yüzünü olduğu yerden çekmeden alttan alttan bakıyordu. “Seni büyülüyorum yani?” Cevap vermemi beklemedi, kendi sorusuna kendi yanıtını verdi. “Gerçi bir şey söylemeden gerek yok, Aykız. Dudaklarımın altında hissettiğim delicesine atan kalbin, dokunuşumla titreyen bedenin bana istediğim cevapları veriyor.”

Saçlarının arasında kaybolan parmaklarımla yüzünü kavrayıp kendime çektiğimde karşı koymadı. Yüzlerimizi eşit bir noktaya getirdiğinde, “Yaman,” dedim titrek bir sesle. “Kurak bir toprağın üzerinde yalnızım ve sen o kuraklığı sulayarak yeşertmeye çalışıyorsun. O topraklar yeşerir mi?”

Dudaklarını dudaklarıma sürttü ama öpmedi. “Denemeden bilemezsin, asi kız.”

“Cesaretim yok.” dedim kirli sakallarıyla çevrelenen yanaklarını okşarken.

“Cesaret denen şeyi yöneten sensin,” dedi. “En basit örneğiyle. Selene’yi sevebilir miydin, onun böyle üzerinde gezmesine izin verebilir miydin?” Bakışlarım omzumda duran yılana kaydı. Kırmızı gözleri gözlerimde, çatal dilini belirli aralıklarla dışarıya çıkartıyordu.

“Hayır,” dedim. “Burçin sayesinde oldu.”

“Hayır,” dedi kendinden emin ses tonuyla. “Senin sayende oldu. Burçin sadece sana destek oldu.”

“Bu demek oluyor ki, size destek olursam o kurak toprakları yeşertebilirim.”

Burnumun ucunu öptü. “Akıllı kız.”

Kıkırdadım. “Sana destek olursam neler olur, Kara Yaman?”

Alt dudağımı dişlerinin arasına alıp emdi, çekiştirdi, ısırdı ve en sonunda küçük bir öpücük bırakıp geri çekildi. “Az önce de dediğim gibi, Aykız. Ben sana yaşamayı öğretirim.” Parmaklarımı çenesine sarıp hafif bir baskıyla sıktıktan sonra saniyeler önce bana yaptığı şeyi yaparak alt dudağını önce emdim, çekiştirdim ve ısırdıktan sonra küçük bir buse kondurup geri çekildim. “Bana yaşatmayı öğretirken öldürürsen, seni öldürürüm Kara Yaman. Bunu kabul ediyor musun?”

Kara hareleri mümkünmüş gibi daha çok karardı. “Bana meydan okumana bayıldığımı daha önce söylemiş miydim? Acayip tahrik edici.” Sertleşmiş erkekliğini kasıklarıma bastırdığında inlememek için dişlerimi alt dudağıma geçirdim. “Sence kabul ettim mi, Aykız?”

Geri durmadım. Kasıklarımı baskılayarak erkekliğine sürtündüm, “Buradan bakılınca kabul etmiş gibi duruyorsun,” dedim muzip bir ses tonuyla.

“Anlaşmayı ne zaman imzalıyoruz o zaman? Dilersen bu anlaşmanın maddelerini bu gece benim odamda ki küvette, çıplak bir halde tekrar konuşabiliriz.”

Gülümsedim. “Kara Yaman, dokunmak için fırsat kolladığını düşünmeye başlayacağım artık.”

Gülümsedi. “Aklımı çelmen ne zamandan beri fırsatçılık oluyor, asi kız? Ayrıca, teninin bu kadar yumuşak ve güzel kokması benim suçum değil. Ben alışkanlıklarına bağlı olan bir adamım.” İlk sefere göre daha sert bir şekilde beni kendine çektiğinde artık bedenlerimizin ateşi birbirine karışıyordu. “Aklımı karıştırmandan nefret ediyorum Asya,” dedi ciddiyetle. “Ama bunun hoşuma gittiğini de inkâr edemiyorum.”

Tırnaklarımı ensesine bastırdığımda erkeksi bir hırıltı dudaklarının arasından sızıp tenime çarptı. “Bana bu denli yakın olmandan, beni bu denli etkileyebilmiş olmandan nefret ediyorum Kara Yaman ama bunun hoşuma gittiğini de inkâr edemiyorum ve bunu, tüm bedenimle belli etmekten kendimi alıkoyamıyorum.”

“Sana karşı zihnimde hastalıklı bir adam yatıyor,” dedi, boşta kalan elini yanağıma yaslarken. “Ben takıntılı bir ruha sahibim Asya Sönmez ve o takıntılı ruh, beni öldürme pahasına seni istiyor.”

Tek kaşım havalandı. “Bu beni korkutmalı mı?”

Kaşları çatıldı. “Bilmem, korktun mu?”

Başımı iki yana salladım, “Hayır,” dedim. “Daha cazip geldin.”

Çatılan kaşları düz bir hal alırken, dudakları yukarıya doğru kıvrıldı. “Diyorsun?” dedi keyifle. Tam dudaklarımızı tekrar birleştirecekti ki, odanın dışından gelen Şahan’ın sesi aramızdaki tüm o büyülü anı tuz buz etti. “Gerçekten bir galaya gitsek bu kadar geç hazırlanmazdınız herhalde! Hadisenize alt tarafı çakma sarışının çakma doğum gününe gideceğiz!” Sesi gittikçe yaklaşırken aramızdaki o tutkulu dokunuşlar kaybolsa da yakınlığımızı bozmamıştık. Aslında bozamamıştık çünkü Selene bizi çepeçevre sarmalamıştı.

“Kız Selene, kız kenafir. Ben geldim!”

Odaya girdiği an da bakışları bizi bulurken, gözleri kocaman açıldı. “Koş Burçin, koş! El kadar bebeğin önünde yaptıklarına bak. Çocuğunun ahlakı elden gidiyor, Akrep! Yetişin komşular!”

Bu hali, yersiz yaygarası beni güldürürken Yaman arkadaşına çattığı kaşlarının altından öfkeli bakışlar atıyordu. “Zamanlamanı sikeyim, Gazap!”

Elini göğsüne yerleştirip alınmış gibi bakarken, “Üstüme iyilik sağlık! Ortak alanda sevişmeye kalkarsan böyle baskın yersin. Benim burada suçum nedir, Kara’m Yaman’ım?” dedi.

Üzerine bordo bir takım elbise giyinmeyi tercih ederken, dışarıda görsem alay edebileceğim renkteki kıyafet onun üzerinde o kadar hoş duruyordu ki. Saçlarının yarısını topuz yapmış, yarısı ise ensesinden omuzlarına dökülüyordu. Kaşındaki piercing diğer günlerde taktığının aksine bugün gümüş renkteydi.

“Gazap,” dedi Yaman, sıktığı dişlerinin arasından. “Elimin tersindesin, kardeşim.”

Şahan alayla gülüp, ellerini pantolonunun ceplerine sıkıştırdı. “Bu halde bana vurman biraz hayal kardeşim. Sen önce prangalarından kurtul.” Bana baktı. “Asi kız, sende pek fenasın ha. Yılan fantezisi he?” Aklına bir şey gelmiş gibi durdu, kaşlarını çattı. “Ulan bu benim aklıma nasıl gelmez, amına koyayım!” Bir şey daha dememizi beklemeden odadan çıkarken bağırmaya devam ediyordu.

“Burçin, yarın evcil hayvanımızı yürüyüşe çıkartabilir miyim? Söz veriyorum bu sefer tasma takmayacağım!”

Gözlerim şaşkınlıkla açılırken, “Selene’ye tasma mı taktı?” diye sordum.

Boynuma sarılmış yılanı dikkatle omuzlarımızdan kaldırıp teraryuma doğru yürürken, “Salak herif,” dedi alayla. “Yılanın boynuna ip bağlamış sitenin içinde gezdirmişti.”

Bastıramadığım kahkaham odada yankılanırken odanın dışından Burçin’in bağırışı duyuldu. “Kesinlikle hayır!” dedi itiraz istemediğini belli eden tonda. “Kızımı, kendi emellerine alet edemezsin.”

“Ama Kara ve Aykız yapıyor?” dedi çocuksu bir küskünlükle.

“Ne yapıyorlar ki?” diye sordu Burçin, şaşkınlıkla.

“Oho,” dedi Gazap gereksiz bir abartıyla. “Ne yapmıyorlar ki? Et ete değiyor, et ete! Kızının ahlakı kesin bozuldu ben sana diyeyim.”

Yanaklarıma hücum eden utançla, “Gazap!” diye bağırdım.

“Ben burada değilim ki?” dedi Gazap. “Lan Göz, sesimi taklit etmeye utanmıyor musun sen?”

“Yahu ben daha yeni geldim mevzuyu bile bilmiyorum.” dedi Göz kendini kurtarma çabasıyla.

Yaman tekrar yanıma gelip elini belime koyduğunda kendiyle birlikte yürümem için hafif bir baskı yaptı. Yan yana odadan çıktığımızda koridorda bekleyen diğerlerinin bakışları anında bize döndü. Şahan kollarını göğsünde kavuşturmuş küskünlükle bakarken, Burçin ve Yıldıray Yaman’ın belimdeki eline bakarak bıyık altından gülüyorlardı. Murat ise… Zavallım hala daha ne olduğunu çözmeye çalışıyordu.

Ben ve Şahan dışında hepsi siyahlara bürünmüştü. Burçin bile, bana verdiği dikkat çekici renge kıyasla siyah, mini, kolları uzun bir elbise tercih etmişti. Uzun siyah saçlarını geniş dalgalarla omuzlarının üzerinden göğüslerine doğru dökmüş, esmer tenine yakışan koyu bir makyaj yapmıştı.

“Bir an önce gidip gelelim.” dedi yanımda duran Yaman. “Şu gereksiz gece bir an önce bitsin.”

🔗🔗🔗

Partinin yapılacağı mekâna geldiğimizde yol boyu yanımda olan Yaman, plan gereği benden uzaklaşmışken artık yanımda Şahan duruyordu. İçerideki kalabalık ve yüksek sesli müzik anında beni boğmaya başlasa da dışarıya keyifli olduğumu düşündüren gülücükler saçmakta zorlanmıyordum. Yasmin bizi gördüğü andan itibaren yanımızdan daha doğrusu Yaman’ın yanından bir saniye bile ayrılmamıştı.

“Bu kızın pembe aşkı gözlerimi kanatma derecesine geldi,” diyerek dikkatimi çeken Şahan’a yandan bir bakış attım. Partinin yapıldığı mekân tamamen pembe renklerle süslenmiş, köşede büyük bir masa kurulmuştu. Üzerindeki hediyeler sayamayacağım kadar çokken masanın ardında duran devasa panoda büyük harflerle Barbie yazıyordu. “Partinin teması gala değil miydi,” dedi somurtarak. “Biz niye Barbie’nin oyuncak evine düştük böyle?”

Güldüm. “Eminim Yasmin, Ken olarak seni bekliyordur.”

Yüzünü buruşturdu. “Ken, benim yanımda bok yesin.”

Bakışlarım tekrar karşımdaki ikiliye döndüğünde, midem kasıldı. Yasmin, elini Kara’nın omzuna yaslayıp bir yandan kulağına fısıldarken bir yandan da şu kahkahalar atıyordu. Kara ise bitse de gitsek bakışlarıyla etrafı incelerken Yasmin’in anlattıklarına karşılık başını sallamakla yetiniyordu. Önümdeki yuvarlak, yüksek masanın üzerine bıraktığım kadehi elime alıp içinde ne olduğunu bilmediğim sıvıyı tek nefeste mideme indirdiğimde, tatlımsı tadı yüzümü buruşturmama neden oldu. “Bu neydi be böyle?”

“Malibu,” dedi Şahan gülerek. “Bakma öyle tatliş haline. Ebenin fotoğrafını tersten gösterir. Alkol oranı yüksektir, yavaş iç.”

Bardağı elimin tersiyle ittim. “İçmem ben bunu. Hindistan cevizli içki mi olur?”

“Ne getireyim ablama?”

“Votka. Sek.”

Başını bir kere onaylarcasına sallayıp yanımdan ayrıldığında Şahan’ın oluşturduğu boşluğu Burçin doldurdu. “İyi misin canım?”

Tek kaşım havalandı. “Kötü olmam için bir sebep mi var?”

Kaçamak bakışları karşımızdaki ikiliye dokunduğunda, “Yok mu?” diye sordu şüpheyle.

İçimde cızırdayan bir şeyler vardı evet ama bunların ne anlama geldiğini kendim çözemezken, Burçin’e ne söylemem gerektiğini bilmiyordum.

“O zaman şöyle yapalım?” dedi tebessüm ederek. “Şu manzara karşısında nasıl hissediyorsun veya ne yapmak istiyorsun?”

Kaşlarımı çattım. “Gidip aralarındaki küçücük mesafeye sıkışıp, siz hayırdır demekten başka bir şey aklıma gelmiyor.”

Burçin’in kahkahası kulaklarımı doldururken, sinirle ona döndüm. “Niye gülüyorsun, sordun cevapladım. Komik mi sanki?” Bakışlarım arkasındaki bir noktada takılı kalırken gülme sırası bu sefer bendeydi. “Hem sen bana gülmeyi bırak da, sevgilini yiyecek gibi bakan Çiğdem’den kurtar.” Gülüşü yüzünde donuk bir hal alırken, salık bıraktığı saçlarını savuracak hızla arkasını döndü. Çiğdem kalçasını sallaya sallaya Yıldıray’a bir şeyler anlatırken cilveyle gülüyor, elindeki bardağın içinde oynattığı pipeti dudaklarına dokunduruyordu.

“Eee Gezgin Hanım, şu an nasıl hissediyorsun veya ne yapmak istiyorsun?”

“O kızı dövmemek için kendimi zor tutuyorum, Asya,” dedi sıktığı dişlerinin arasından. “Bak bak nasılda cilve yapıyor. Ben bunu yolarım!”

“Çakma Barbie’ler darbe üstüne darbe gibi geliyor,” diyerek aramıza giren Şahan, istediğim içki dolu bardağı elime bıraktı. “Çekirdek olsaydı ne güzel olurdu.”

Gülmemek için dudaklarımı ısırırken Şahan’la kafa kafaya vermiş, Çiğdem’i öldürmek istercesine ilerleyen Burçin’i izliyorduk. “Döver mi?” diye sordum merakla. Tam o sırada Çiğdem sarhoşluğun verdiği cesaretle mi bilemem ama arkasını dönüp, kalçasını Yıldıray’in ön kısmına sürttü. Ellerini kaldırıp müziğin ritmine ayak uydurup dans ederken, Yıldıray hemen kaçmış ama Çiğdem Burçin’den kaçamamıştı. “O son hareketi yapmasaydı dövmez derdim de, sürtünmek biraz şey kaçtı. Fazla. Artık dövebilir, pek güvenemedim.”

Kız öne doğru savrulurken, ne olduğunu anlayamamıştı ama Burçin kulağına her ne söylediyse bakışlarındaki korkuyu ve sertçe yutkunmasını buradan görebilmiştim. Çiğdem kaçarcasına yanlarından uzaklaşırken, Yasmin çattığı kaşlarının altından arkadaşının ardından bakıyordu. “Tüh be,” dedi Şahan keyfi kaçar gibi. “Mahvoldu güzelim eğlence.”

“Hiç sorma,” dedim aynı keyifsizlikle. “Biraz renk gelirdi partiye.”

“Yeterince renkli değilmiş gibi,” dedi diğer yanımda duran Göz. “Fenalıklar geliyor artık, pembeden!”

Bu hali beni güldürürken, “Seninde işin zor be Tepe Göz,” dedim alayla. “Siyahtan başka bir rengin varlığını öğrenmen travma etkisi yaratmış olmalı.”

Gözlerini devirdi. “Komik misin sen?”

Gülümsedim. “Değil miyim?”

Kendini tutamayıp gülümsediğinde, “Birdi iki oldunuz ya,” dedi gözleri benim ve Şahan’ın arasında gidip gelirken. “Hepimize sabır diliyorum.”

Elimi omzuna koyup, sıktım. “Beni sevdiğini biliyorum, Tepe Göz.”

“Bana Tepe Göz demeyi kesersen daha çok severim.”

Dilimi damağıma vurdum. “Yok,” dedim içkimden bir yudum daha alırken. “Fazlası bünyeme zarar.”

Bakışlarımı karşıya çevirmemeye çalışıyor, kulağımda yankılanan, Yasmin’in gecenin sonu için planladığı edepsiz şeyleri şu kahkahasıyla anlattığı anları duymamaya çalışıyordum. Şahan’a döndüm. “Sana bir şey soracağım.”

Kadehi ağzından çekip, dudaklarının üzerindeki içki kalıntılarını elinin tersiyle sildi. “Sor bakalım.”

İçerideki ses yüksekti ama her ihtimale karşı yüzümü yüzüne biraz daha yaklaştırdım. “Şu Peri denen kız, gerçek adı ne?”

Kaşlarını çattı. “Kuralları okudun, bunu sana söyleyemem.”

“Tanıyorum, nereden bilmiyorum ama çok tanıdık geliyor Şahan ve bu beni rahatsız ediyor.”

“Tanıyorsun,” dedi başını sallarken. “Bakma öyle yağmurda ıslanmış yavru köpek gibi. Söyleyivereceğim.”

“Benden sır çıkmaz be Bay Psikopat, söyle işte. Bildiğimi belli etmem.”

Yarım bir gülümseme dudaklarında peyda oldu. “Geçmişini kurcala Aykız. Aptal bir kadın değilsin, geçmiş anılarını kurcala ve kim olduğunu çöz.”

Tam dediğini yapmak için kendimi zorlayacaktım ki arkamdan aldığım beklemediğim darbeyle öne doğru savruldum. Göğüs bölgem masaya çarparken, elimde tuttuğum içki üzerime döküldü ve dekoltem yüzünden tenimde kaymaya başladı. Anında Kara ile göz göze geldik. Kara harelerini elalarımdan çekip aşağıya indirdiğinde, göğüs oluğumdan kayan votkayı kararan bakışlarıyla izledi. “Ne oluyor amına koyayım? Ağzınla içemiyorsan içme, yıktın geçtin ortalığı!” Şahan’ın gür sesi müziği bile bastıracak kuvvette çıkarken, DJ içeride yankılanan şarkının sesini minimum seviyeye düşürdü.

Bana çarpıp sendelememe neden olan adam hırsla arkasına döndüğünde, üzerinde sadece sarhoşluğun etkisinin olmadığı kızarmış gözlerinden belliydi. “Ne diyorsun oğlum? Dengemizi kaybettik işte, büyütülecek ne-“ Bakışları bana döndü ama yüzümde çok durmadı. Odağı tamamen göğsümdeyken, “Hanımefendi,” dedi, pişkince sırıtarak. “Kusura bakmayın lütfen, temizlenmenize yardımcı olmamı ister misin?”

Kaşlarımı çattım. “İşine bak, git başka yerde zıkkımlan.”

Gülümsemesi büyüdü. “Sert,” dedi keyifle. “Heyecan verici.”

“Ne oluyor burada?” diyerek araya giren Kara ile, Şahan kahkaha atarak adama bakıyordu. “Şimdi naneyi yemedin mi sen?”

“Bir şey yok,” dedi karşımızdaki adam, anında ciddileşerek. “Bir yanlışlık oldu, hanımefendinin elbisesine,” Yutkundu, bakışları tekrar göğüslerime kaydı. “Zarar verdim de, telafi etmek istedim.”

Yanımda biten Burçin elini koluma sarıp, bedenimi hafifçe bedeninin arkasına aldı.

“Siktir olup gidecek misin yoksa ağzını burnunu dağıtma mı istersin,” dedi Kara alaycı bir tutumla. “Lütfen ikinci seçeneği seç, elim kaşınıyor.”

“Ne abarttın birader,” diye bağırdı adam kükrercesine. “Alt tarafı yardım edeyim dedim. Hanımefendi bu kadar laf etmedi, size ne oluyor?”

Durumdan keyif alan tek kişi Şahan’dı ve aradığı eğlenceyi bulmuş gibi rahat bir tavırla ellerini pantolonunun ceplerine sıkıştırıp etrafında bir tur döndü. “Kim açtı lan bunun tasmasını? Kızışma dönemi gelmiş gibi bağırıyor, uzak durun. Maazallah ısırır.” Bir atakta bulanamıyordu çünkü kolundan yaralıydı ama olabilecekleri tahmin ediyor, bundan büyük bir keyif duyuyordu. Yaptığı ima adamı daha çok sinirlendirirken, Şahan’ın üzerine yürümeye başladığında Kara faktörünü tamamen gözden çıkartmıştı ve bu, yaptığı en büyük hataydı. Yaman adamın gömlek yakalarından tutup kafasını adamın yüzüne gömdüğünde, kemiğin kırılma sesiyle birlikte kızlardan çığlık sesi yükseldi.

“Deccal misin amına koyayım,” dedi Şahan gülerek. “Tek vuruşta mevta ettin. Ee biz daha eğlenecektik!”

“Yaman!” diye bağırdı Yasmin, korkuyla. “Ne yapıyorsun Tanrı aşkına? Arkadaşım o benim!” Yerde acı içinde kıvranan arkadaşının yanında dizlerinin üzerine çöküp, “Taylan?” dedi. “İyi misin canım?”

“Burnumu kırdı amına koyayım! Ah! Burnum lan!”

Yasmin’in hırs dolu bakışları Yaman’a döndüğünde, “Sevgilisi bir şey yapmıyorken sana ne oluyor?” dedi. “Bir sorun varsa da konuşarak çözülürdü, bunu yapmak zorunda mıydın?”

Yaman omuz silkti. “Canım sıkılmıştı,” dedi sıradan bir andaymışız gibi.

“Biz,” diyerek araya girdi Akrep. “Gitsek iyi olacak. Hadi.”

Yasmin, “Güneş?” diyerek hayal kırıklığı dolu bakışlarını bana çevirse de bundan etkilenmedim. Birincisi, gözlerine yansıttığı duygunun gerçek olduğuna inanmıyordum ikincisi ise suçun Yaman’da olmadığını anlaması gerekiyordu.

“Arkadaşın için endişelenmeni anlıyorum ama işlerin bu boyuta gelmesi yine arkadaşının suçu,” dedim buz gibi bir ses tonuyla. “Özür dileyip yoluna gitseydi olay bu kadar büyümeyecekti.”

“Ne yapmış olabilir ki?” dedi arkalardan bir kız araya girerek. Sarhoştu ve bazı kelimeleri yutuyordu. “Yardım etmek istiyordu bu durumda hak ettiği şey burnunun kırılması mıydı?”

“Çok düşünceli arkadaşınız,” dedi Şahan. “Aç bir kurt gibi kız arkadaşlarımın göğsüne bakıp yardım etmeyi teklif etmeseydi evet, burnu kırılmazdı.”

Yaman’ın bedeni gerildi.

“Madem senin sevgilin, arkadaşın niye karışıyor?” diye sordu bir başkası.

“Siz neden şu an arkadaşınızı savunuyorsanız,” dedi Göz. “Aynı sebepten.”

“Hadi,” dedi bir kere daha, Yıldıray. “Bizim için parti bitmiştir.”

Saniyeler sonra hep birlikte mekânın arka çıkışına vardığımızda Yaman yanımda ilerliyor, atamadığı siniriyle homurdanıyordu. “Yavşaklığı yetmemiş gibi birde savunmaları yok mu o keşi? Şeytan diyor ver mekânı ateşe!”

“Ama ne koydun kafayı?” dedi Şahan, eğlencesinden geri durmayarak. “Dedim aha, Rabbine kavuşacak.”

“Şahan,” dedi Yıldıray, uyarırcasına. “Daha fazla gazlamasan mı, kardeşim?”

“Sen kendi derdine yan, Akrep kardeş. Burçin’in gözleri ateş ediyor ateş. Sürtünmeli dansı unutmamış daha.”

Mavi gözlerini belerte belerte, “Gazap!” dedi. “Yeminle dayaklıksın, oğlum.”

“Ne kızıyorsun çocuğa?” diye yükseldi, Burçin. “Yalan mı söylüyor sanki?”

Ondan destek alan Şahan, “He,” dedi. “Ne kızıyorsun benim gibi çocuğa? Yalan mı konuştum sanki?”

“Hayatım ben ne yaptım? Geldi deli deli hareketler yaptı bende kaçtım. Sende gördün.”

Burçin kollarını göğsünde kavuşturmuş ter ters sevgilisine bakarken, benim bakışlarım Yaman’a kaydı. Yanımızdan çok ulaşmadan bir sağa bir sola yürürken daha önce şahit olmadığım bir şeyi yaparak, cebinden çıkarttığı sigarayı dudaklarının arasına sıkıştırıp ucunu ateşledi. “Şimdiye kadar hiç görmemiştim,” dedim kısık bir sesle. “Sigara kullandığını bilmiyordum.” Kokmuyordu bile.

“Çok daraldığı, içindeki savaşla baş edemediği zamanlarda içer.” Dedi Göz.

Şu an da, içinde verdiği savaşın nedeni neydi?

 

 

-BÖLÜM SONU-

Lütfen oy verdiğinizden emin olup yorum bırakmayı unutmayın canımlar

Yeni bölümde görüşünceye dek kendinize çoook iyi bakın...

Instagram: gulsumm.bilgin

Loading...
0%