Yeni Üyelik
19.
Bölüm

Karanlıkta Bir Yerde: 18

@gulsumblgn

Merhabaaaağ 🤍

Okumaya başlamadan önce oy verir misin, lütfen? Şimdiden teşekkür ederim.🙏

KEYİFLİ OKUMALAR!

🔗🔗🔗

Soğuğun iliklere kadar işlediği kış gecesinde, cılız bir ateşin yanında durarak ısınmaya çalışıyordu çocuk. Bakışları güçsüzce yanan ateşin kızıllığında takılı kalırken, biraz olsun ısınmak için kollarını bedenine sarmış iki büklüm şekilde oturuyordu. Bedenindeki taze yaralar soğuk yüzünden sızlayıp dururken, yine titreyen bedeni işini kolaylaştırmıyordu. Aralık dudaklarının arasından sızan buhar, yüzüne vuran sokak lambasının ışığı altında bir müddet süzülüyor ardından karanlığa karışarak yok oluyordu.

"Bugün de aç kaldık," dedi, yanında oturan arkadaşı. "Gerçi iki gündür açız."

Arkadaşı diyene kadar midesindeki kasılmayı düşünmemeye çalışan İlyas, hissettiği rahatsızlıkla yüzünü buruşturdu. Yeterli bir miktarda yapamadıkları hırsızlık aç karınlarını doyurmaya yetmemiş, önceliği küçük kız çocuğuna vermek istemişlerdi. Dudaklarında buruk bir tebessüm peyda olurken, "En azından o aç uyumadı," derken hem konuşmasıyla hem de gülümsemesi dudağının kenarındaki yaranın sızlamasına sebep oldu.

"Öyle." dedi arkadaşı.

İkisinin de bakışları buldukları kolinin üzerinde uyuyan kıza döndü. Bir ninenin acıyıp da verdiği battaniyeye sıkıca sarılmış, huzursuz bir uykunun kollarındaydı küçük kız.

"Korkuyorum İlyas," dedi arkadaşı. "Daha fazla dayanamayacak diye, korkuyorum. Çok küçük. Gücü yetmeyecek diye korkuyorum."

"Belki de dayanamayacak," dedi İlyas, boğazına oturan yumruya rağmen. "Belki de göreceği son kıştır."

Bu hayatta bir şey öğrendiyse İlyas, o da her daim en korkuttuğu şeylerin başına gelmesiydi. Sokaklarda yaşamak ona bunu öğretmişti. İyilik kavramına onun dünyasında yer yoktu, olacağına da inanmıyordu. Şimdi uyuyan küçük kız ya da onunla konuşan arkadaşı veya kendisi, bir gün göçüp gidecekti bu dünyadan. Ölüm onun için kurtuluştu. Ölüm, acı verse de tüm sokak çocukları için kurtuluştu onun gözünde.

Hatırlıyordu.

Geçen yaz, trafik lambalarının orada peçete satmaya çalışan arkadaşına çarpan ve bir an bile çarptığı çocuğu düşünmeden kaçıp giden adamın o pahalı arabasını hatırlıyordu. Arkadaşının küçük bedeni o çarpmaya dayanamamış orada ölüp gitmişti ama ona çarpan adam hiçbir ceza almamıştı çünkü yitip giden canın ardında adaleti arayacak bir anne baba yoktu.

Hatırlıyordu.

Geçen kış, soğuğa dayanamayıp ölen arkadaşını. Çünkü onu koruyup kollayacak, sıcak yatağında yatıracak bir anne baba yoktu.

Sokak çocuklarının kaderi buydu işte. Ya kazaya kurban giderlerdi ya soğuk bir kış gününde pis bir sokakta donarak ölürlerdi ya da açlıktan.

Bilirdi İlyas, onların ölümü de bunlardan biri olacaktı.

“Sence kurtulur muyuz bir gün?”

Arkadaşının umutla sorduğu soruya alayla gülerek cevap verdi, İlyas. “Ölürsek kurtuluruz.”

“Ya ölmezsek?”

“O zaman sürünmeye devam ederiz.”

Sinirle homurdandı arkadaşı. “Sende hep kötü düşün zaten!”

Pislikten kararan ellerini birbirine sürterek ısıtmaya çalışan İlyas sönmeye yüz tutmuş ateşten gözlerini ayırıp arkadaşına baktı. Ağladı ağlayacak şekilde dudakları titrerken bunun soğuktan olduğunu düşünüyordu. “Seni teselli etmemi istiyorsun ama bunu yapamam. Bir yalana inanmanı sağlayamam. Bu pislikten kurtulmanı umut edebilirim yine de bunu sana belli etmem.” Arkadaşının gözünden düşen bir damla yaşı gördüğünde oturduğu yerden kalktı. Bedeninde darbelerden oluşan morluklar sızlarken üzerindeki eskimiş battaniyeyi arkadaşına uzattı. “Ben yakılacak bir şeyler bulayım da ateş sönmesin.”

Arkadaşı ona uzatılan battaniyeyi hızla alıp titreyen bedenine sararken başını onaylarcasına sallayıp, “Dikkat et,” dedi. “Ve lütfen çabuk gelmeye çalış. Çok soğuk, ateşte sönmek üzere.”

O gecenin sabahı, güneş gökyüzünde hüküm sürmeye hazırlanırken uyanan İlyas, hayattan bir darbe daha yedi. Küçük kızın ölmesinden korkan arkadaşı, bu hayattan kurtulmayı umut eden arkadaşı donarak can vermişti.

Birine güvenmek için ne gerekliydi?

Söylediği sözler? Hissettiği duygular?

Hangisi yeterliydi, bir insana güvenmek için?

Beyza’yı çok severdim ama ona bile güvenmezdim çünkü içten içe biliyordum bir gün gidebileceğini. Hayal ettiğim bir gidiş gerçekleşmemiş olsa da sonuç olarak o da gitmeyi tercih etmişti. Benim dünyamda birine güvenirsen giderdi. Yaman’ın bana söylediği sözler ona güvenmem için yeterli miydi bilmiyorum, güvenebilir miydim bilmiyordum. Bu yüzden sorduğu soruyu cevapsız bırakmak daha mantıklı gelmişti o an için. Kırılmış mıydı yoksa kızmış mıydı onu da bilmiyorum ama sabah uyandığımda yanımda görmek isterdim.

Sabahın erken saatlerinde eve gelen diğerleriyle kısa bir kahvaltı yaptıktan sonra hazırlanmam istenmiş oylanmadan evden çıkmıştık. Merkeze gideceğimizi düşünsem de şehirden uzaklaştıkça merakım katlanarak büyümüştü. Ormanlık alanda seyir eden arabada Yaman’la karşı karşıya otururken bakışlarımız sürekli birbirine değiyor, sabit tutmaya çalıştığımız ifademizle dakikalarca birbirimizi izliyorduk. Duygularını gizlemeyi öyle başarıyordu ki, ne düşündüğünü anlayamıyordum ve bu gerçekten rahatsız ediciydi.

Sessizliğe daha fazla tahammül edemediğim bir anda, “Nereye gidiyoruz?” diye sordum.

“Pikniğe,” dedi Şahan, uyudu uyuyacak bir halde.

Gözlerimi devirdiğimde surat ifademe karşılık, “Aa,” dedi. “İnanmıyor! Kız gerçekten pikniğe gidiyoruz tabii ek olan şeylerde var.”

Tek kaşım havalandı. “Ek şeyler derken?”

“Bizim için değerli bir insanın yanına gidiyoruz,” diyerek araya girdi Burçin. “Hem seni görmek istiyor hem de bizimle konuşacak şeyleri varmış. Şahan’ın piknikten kastı da, yanına gideceğimiz adam sohbet ederken mangal ateşinde sucuk kızartmaya bayılır.”

Aklım, birkaç gün önce hepsinin diken üstü şekilde konuştuğu adama gitti. Sert sesiyle beni yanına götürmelerini istemişti. Neydi adamın adı?

Çok fazla düşünmeme fırsat vermeyen Yıldıray oldu. “Şefkat baba, biz ve bizden önceki time eğitim veren kişidir Asya. Hepimiz için değerlidir.”

“Beni neden görmek istiyor?”

“O ihtiyarın ne yapacağına akıl sır ermez,” dedi Yaman. “Seninle tanışmak istediği içinde olabilir, seni sınamak içinde olabilir.”

"Ne gibi bir sınama olacak bu?" diye sordum büyük bir huzursuzluk yaşarken. "Ve neden gerekli? Bahsettiğiniz adam, hâlâ daha eğitim veriyor mu?"

"Hayır," dedi, Murat. "Bizim eğitimimizden sonra emekliye ayrıldı diyebiliriz."

Bugün fazlasıyla asabiydim ve tek dileğim o adamın sabrımı çok sınamamasıydı. Bakışlarım tekrar Yaman'la buluştuğunda rahatlatmak istercesine gözkapaklarını ağır ağır kapatıp açtı. Onun bu tavrına karşılık kaşlarımı çattım. Yatakta tek başına bırakmasına ciddi anlamda sinirlenmiştim. Yüzümü dikkatle incelerken, elinde tutup dizine vurarak çevirdiği telefonuna indirdi bakışlarını. Parmakları ekranda hızla hareket edip durduğu anda kucağıma bıraktığım telefonuma bildiri düştü.

Gönderen: Yaman Eroğlu
'Beni öldürecek gibi bakmanın sebebini öğrenebilir miyim?'

Hah! Sabah yanımda olmadığı gibi diğerleri gelene kadar tek kelime konuşmayı geç, kahvaltı masasına kadar karşılaşmadığımız için ne olduğunu elbette anlamıyordu. Hıyar herif!

Gönderen: Asya Sönmez
'Öğrenebilirdin. Eğer benimle konuşma zahmetine girseydin.'

Gönderen: Yaman Eroğlu
'Bizimkiler geleceklerini bildirince odaya çıktım. Aynı odadan çıktığımızı gördüklerinde rahatsız olabileceğini düşünmüştüm.'

Gözlerimi devirdim. Bir gün bu hareketim yüzünden gözlerim kucağıma düşebilirdi.

Gönderen: Asya Sönmez
'Ne kadar da düşüncelisin sen öyle? Keşke, sabah tek başıma uyandığımda ne kadar rahatsız hissedeceğim konusunda da bu kadar ince düşünceli olabilseydin. Tek gecelik bir ilişki yaşamış gibi hissetmeme sebep oldun, Kara Yaman!'

Mesajı gönderip delici bakışlarımı yüzüne çevirdiğimde, yazdıklarımı okurken anbean kaşlarının çatılmasına şahit oldum. Yazdığım şeye karşılık olarak mesaj atmamış, öfkeli bakışlarını bana çevirmişti. "Sen ne saçmalıyorsun öyle?" Ani çıkışı diğerleri gibi beni de şaşkına uğratırken yanımda oturup uyuklayan Şahan sıçrayarak kendine geldi. "Ne oluyor lan, geldik mi?" Arabayı süren Murat, hızını biraz yavaşlatıp dikiz aynasından neler olduğunu anlamaya çalışırken Burçin ve Yıldıray bir bana birde Yaman'a bakıyordu.

"Saçmalamak mı?" Diye sordum tıpkı onun gibi çıkışarak. "Benim yerimde kim olsa aynı şeyi düşünürdü Kara Yaman, bunu yalanlayabilir misin?"

Sırtını koltuktan ayırıp biraz daha uca kaydığında, "Yalanlarım," dedi sıktığı dişlerinin arasından. "Ben sana, benim için ne ifade ettiğini anlattım. Sessiz kalmayı tercih ettiğin içinde sana zaman vermek istedim. Tüm bunlar olurken de rahatsız olabileceğini düşünüp yanından ayrıldım. Bunun neresi saçmalık?"

Onun gibi sırtımı koltuktan ayırıp öne kaydığımda artık dizlerimiz birbirine değiyordu. "Bana bunu uyandırıp da söyleyebilirdin! Yatakta tek başıma bırakıp gitmenin hiçbir açıklamasını kabul etmiyorum, Diyar!" Sinirlenmiştim. Ciddi anlamda sinirlenmiştim ve işin tuhaf yanı, bu yaşanan neden beni bu kadar sinirlendiriyordu ki? Gerçekten bu denli abartmama gerek var mıydı? Ama kendimi de tutamıyordum işte!

"Göz," dedi Yıldıray. "Çek kenara kardeşim." Murat, Yıldıray'ın dediğini yapıp arabayı ağaçlık alanda durdurduğunda otomatik kapı ağır ağır açıldı. "Siz mi inersiniz, biz mi inelim?"

Gerek olmadığını söyleyeceğim anda Yaman, "Biz ineriz," dedi. Çenesini kasmaktan dişlerini kırmak üzereydi. "Siz Şefkat babanın yanına geçin, zaten yakın. Bizde geliriz."

Koltuğa daha çok yayılıp inat edecektim ki, bileğime sardığı parmaklarını hafif bir baskıyla çekiştirdi. "Hadi." Oturduğu yerden kalıp kendisiyle birlikte çekiştirmeye başladığında ayak diretemeden kendimi arabanın dışında buldum. Bileğime sardığı elinden kurtulup ormanın içine doğru yürürken arkamdan geldiğini adım seslerinden anlayabiliyordum.

"Doğa yürüyüşü yapmayacağız, Asya. Konuşacağız!"

"Hah!" dedim alayla. "Konuşacakmışız. Biliyor musun, hiçte gerek yok Kara Yaman!"

Kollarımı göğsümde kavuşturup yürümeye devam ederken, bir anda belime sarılan ellerle ayaklarım yerden kesildi. Tiz çığlığım boş alanda yankılanırken, ben indirmesi için bağırıyor o ise oralı olmuyordu. En sondan pes edip debelenmeyi bıraktığımda, "Sakinleştiysen konuşabilir miyiz artık?" diye sordu.

"Beni yere bırakırsan, evet."

Ayaklarım tekrar yere bastığında tutuşundan kaynaklı yukarıya toplanan tişörtümü düzelttim. "Dinliyorum, konuş."

Sabır diler gibi derin bir nefes alıp bıraktı. "Amacım seni kırmak veya öfkelendirmek değildi, Asya. Tekrar söylüyorum. Rahatsız olabileceğini düşündüm. Yoksa bende meraklı değildim senin kokundan ayrılıp, odama gitmeye. O an için doğru gelen şeyi yapmaya çalıştım fakat olayı bu kadar alakasız yere çekeceğin aklıma gelseydi asla yapmazdım."

Omuz silktim.

Ne yapıyordum ben? Resmen trip atıyordum!

Pantolonumun kemer bölgelerine işaret parmaklarını sokup aramızdaki mesafeyi sıfırladığında göğsüm göğsüne çarptı. "Asya," dedi daha yumuşak bir ses tonuyla. "Güzelim, kafanda kurduğun şeylere inanmaktansa gelip benimle konuşaydın günümüz daha güzel başlamaz mıydı? Sabahtan beri gözünün içine bakıyorum."

"Sen mi gözümün içine bakıyorsun be? Kahvaltıya bile en son sen geldin!"

Dudağının bir kenarı kıvrıldı. "Kahvaltı da bir şeyler yemek yerine seni gözlerimle yedim Asya, fark etmemiş olman benim suçum olamaz."

Bakışlarım anında o kıvrıma inerken, dün gece yaşadığımız her an bir bir zihnimin içindeki beyaz perdede oynamaya başladı. Sadece dudaklarıyla bile kafayı yeme raddesine getiren bu adam, bana hiç hoş şeyler yapmıyordu. Yersizce sinirleniyor, trip atıyor birde üste haklı olduğumu düşündüğüm bu konuda gardımı indirmeme neden oluyordu. Kaburgalarımın arasında hareket eden şey neydi? Neden oradaydı ki?

"Kara," dedim neredeyse içime kaçmış sesimle. Dedim ama neden dedim ki? Ne söylemem gerekiyordu devamında?

"Söyle güzelim?"

Bakışlarımı kaçırıp bulunduğumuz alanı incelerken, "Güzelmiş," dedim. "Sessiz, sakin. Şehrin gürültüsünden uzak."

Durumumu yadırgamadan, "Evet," dedi devam ettirerek. "O yüzden sıklıkla geliriz buraya. Özellikle ben, Şefkat babayı dinlemeyi severim."

"Nasıl biri?"

"Kim, Şefkat baba mı?" Güldü. "Görüp görebileceğin en değişik insandır. Hani şu, bir limanda kayığında oturup ağ örerken maniler yapan ihtiyarlar vardır ya, sarı yağmurluklu? Onlar gibi düşün."

"Beni neden görmek istiyor?"

Suratı asıldı. "Büyük ihtimalle seni vazgeçirmeye çalışacak."

Kaşlarım çatıldı. "Neyden, sizden biri olmam konusunda mı?"

Başını ağır ağır sallayıp onaylarken, ellerini siyah kot pantolonunun ceplerine sıkıştırdı. "Evet," dedi huzursuzlukla. "Bizden biri olman konusunda seni vazgeçirmeye çalışacak ve korkarım ki aklını karıştırmayı başaracak."

Ona doğru bir adım atarken, "O zaman beni neden yanına götürüyorsunuz?" diye sordum merakla.

"Biz seni yanına götüremezsek o seni bulur, Asya. En azından şimdi yanında olursak bir şeylere engel olabiliriz aksi takdirde o seni bulursa, yine o isteyene kadar seni bulmamıza izin vermez."

İçimdeki huzursuzluk büyürken, "Gitmesek olmaz mı?" dedim. "Ben bu işe kendi çıkarım için girdim Kara, kafamın karışmasını istemiyorum. İstediğim sona ulaşana kadar kimse zihnimi bulandırmamalı."

Kollarını belime dolayıp sıcak nefesini yüzüme doğru bırakırken gözlerimi kapatmamak için kendimi zor tutuyordum. "İstediğin sona ulaştığında ne olacak, asi kız? Bizi bırakıp gidecek misin?"

Yutkundum. "Sizden biri olduktan sonra vazgeçersem ne olur diye Burçin'e sorduğumda, bilmediğini söyledi. Zamanında da vazgeçenler olmuş ama onlara ne olduğu bilinmiyormuş."

Başını onaylarcasına salladı. "Doğru demiş." Alnını alnıma yaslarken, burunlarımızı birbirine sürttü. "O yüzden vazgeçme, asi kız. Sakın vazgeçme. Nereye gideceğini, sana neler yapılacağını bilmezsem o merkezi yıkarım."

Kıkırdadım. "Abart Kara Yaman, biraz daha abart."

Tek kaşı havalandı. "Sen bana inanmıyor musun?"

Dilimi damağıma vurdum.

"Sen cidden bana inanmıyorsun?"

Tekrar dilimi damağıma vurdum.

"Bunun cezasını vermek hoşuma gider, Aykız."

"Hım," dedim cilveyle. "Nasıl bir cezaymış bu?"

Belime sardığı ellerini kalçalarıma indirip sıktığında dudaklarımdaki gülüş soldu, gözkapaklarım anında kısılırken kasıklarımda bir hareketlenme başladı.

"Gece odama gel de, anlata- Ah, pardon. Göstereyim."

"Sen," dedim. "Sen ne arsız adamsın, Kara Yaman!"

Başını geriye atıp sessiz arazide yankılanan tok kahkahasına karşılık duraksadım. Neden bu kadar güzel gülüyordu ki?

Bazı hisler vardır, varoluşsal bir durum olarak insan evladı o hislerle yaşamaya mahkûmdur. Peki, ben neden o hisler birikmiş bir hâlde bir anda üzerime çullanıyormuş gibi hissediyordum? Niçin gülüşü beni büyülüyordu, niçin iki lafına hemen gardımı indiriyordum, niçin ona olan öfkemi sürdüremiyordum. Dönüp baktığımda, ben hiçbir zaman Kara Yaman'a uzun süreli bir öfke duyamamıştım. Bir şekilde aklımı dağıtmayı başarmıştı. Şu an da olduğu gibi. Arabadan inerken ona duyduğum kızgınlığın kırıntısını bile hissedemiyordum artık. Zeki bir adamdı ve bu zekâsını kullanıp karşısındaki insanı manipüle etmekte zorlanmıyor, bundan açıkça keyif alıyordu.

"Korkutucusun." dediğimde dudaklarındaki kıvrım donuk bir hâl aldı. Saniyeler önce kara hareleri karanlık bir gecede parıldayan yıldızlar gibiyken şimdi dipsiz bir kuyuyu andırıyordu.

"Neden?"

"Aklımı dağıtıyorsun Yaman," dedim dürüstçe. "Arabadan inerken sana öfke doluyken şimdi neden kızgın olduğumu unutacak raddedeyim. Beni manipüle ettiğini düşünüyorum ve bu konuda başarılı olman gerçekten korkutucu."

"Senin," dedi. "Benim üzerimde yarattığın etki kadar korkutucu değildir, Asya." Hafif esen meltemle birlikte yüzüme doğru savrulan birkaç tutam saçımı iki parmağının arasına alıp, çevirdi. "Manipüle etmekse mevzu sen âlâsını yapıyorsun. Benim gibi eğitimli bir adamı, ekarte edebiliyorsun. Benim, senin üzerindeki etkimden kat be kat daha korkutucu çünkü hata yapmaya meyilli hale geliyorum." Parmaklarının arasında döndürdüğü saçımı burnuna yaklaştırıp derin bir nefes çektiğinde, mideme kramplar girdi. "Birde en korkutucu olan şey ne biliyor musun, sarışın?"

Yutkundum. "Nedir?"

"Sana aç olan ve sen diye ruhumu kemiren canavarı gördüğünde benden kaçıp gitmen."

Başımı hafifçe sol omzuma doğru yatırıp iki yanımda güçsüzce duran ellerimden birini yanağına yasladım. Gözlerini kapatırken dudaklarında belli belirsiz bir kıvrım belirdi. "O canavar bana zarar verir mi?"

Sorduğum soruyla birlikte gözkapakları hızla açılırken, bakışlarında gördüğüm korku geçmişin kırıklarına yuva yapıyordu. "Asla," dedi. "Asla sana zarar vermem, Asya.

Babası gözlerinin önünde annesini öldürdü.

Söylediklerimin pişmanlığı anında benliğimi ele geçirirken gülümsedim. "Biliyorum," dedim, yumuşak tutmaya çalıştığım sesimle. "Biliyorum Kara Yaman, bana asla bile isteye zarar vermezsin."

Küçük bir çocuk gibi başını onaylarcasına salladı. "Vermem Aykız, asla vermem."

Bu hâli, tavırları yüreğime bir ok gibi saplanırken bakışlarında gördüğüm küçük çocuk sarılmaya muhtaç gibiydi. Kara Yaman, yüzüne yerleştirdiği maskesinin altında küçük bir çocuk saklıyordu ve ruhunu kemiren şeyin canavar olduğunu düşünüyordu. Yanılıyordu. Ruhunu kemiren şey, kesinlikle çocukluğuydu. Istırap çeken çocukluğu.

Parmak uçlarımda yükselip kollarımı boynuna doladığımda yüzünü hemen boyun girintime gizledi. Belime sardığı kollar baskısını arttırırken gülümsedim. Ben Kara Yaman'a sarılmıyordum şu an, ben, annesi gözlerinin önünde öldürülen o küçük, korkmuş çocuğa sarılıyordum.

🔗🔗🔗

Oturduğum yerde huzursuzca kıpırdanıp dururken, karşımdaki yaşlı adamın ürkütücü mizacına odaklanmamaya çalışıyordum. Beyaz saçı ve sakalı birbirine karışmış, güneşli bir gökyüzünü andıran mavi gözü sert yüz ifadesini asla yumuşatmaya yetmiyordu. Tabii buna, sol gözüne takmış olduğu korsan bandı da neden olabilirdi elbette. Elinde tuttuğu keskin olduğu bir bakışta anlaşılacak bıçağıyla diğer elinde tuttuğu odun parçasının ucunu sivriltiyordu.

‘Bey baba! Elimizde mızrak, götümüzde yaprak devrini çoktan aşmadık mı?’ dememek için kendimi zor tuttuğum şu anlarda beni durduran kesinlikle adamın ürkütücülüğüydü. Eğer onu sinirlendirsem o sivri uçlu odun parçasını bedenime saplamaktan çekinmeyecek gibi duruyordu.

Önünde oturduğumuz tahta kulübeye çevirdim bakışlarımı. Büyük değildi. Etrafında renkli hiçbir şey barındırmaması ise şaşılacak bir durum değildi. Evden çıkan Burçin elinde tuttuğu şeyleri ilerideki tahta ahşap masaya taşırken, Yıldıray, Yaman ve Murat mangal başındaydı. Şahan ise… Yanıma gelmektense uyuklamayı tercih ediyordu. Dengesiz, Bay Psikopat!

“Mahlasını Aykız olarak seçmişsin,” dedi, tıpkı fiziksel görüşünü gibi ürkütücü olan kalın sesiyle.

Başımı sallayarak onayladım. “Doğrudur.”

“Neden peki?”

Kucağımda birleştirdiğim ellerimin parmaklarını birbirine dolayarak sıktığımda bakışları anında ellerime indi. Dudağının kenarında alaylı bir kıvrım belirirken, “Geçmiş travması.” dedi.

“Öyle,” dedim, takındığı tavra sinir olduğumu ses tonuma yansıtmaktan çekinmeden. “O yüzden saygı duyulmasını isterim.”

Dudaklarını aşağıya doğru büzdü ve tekrar işine döndü. “Saygısızlık edecek bir şey söylediğimi düşünmüyorum.”

Çenemi dikleştirdim. “Sormadınız ama olayı kavradığınızda dudağınızın kenarında beliren o kıvrım hoş değildi.”

Kaşları havalandı. “O kıvrım ne barındırıyordu, Aykız?”

“Alay?”

“Belki öyle,” dedi. “Belki değil.”

Bu adam benimle dalga mı geçiyordu?

“Beni neden görmek istediniz?” Daha fazla sinirlenmek istemediğimden asıl konuya direkt olarak geçiş yapmayı tercih ettim. Aksi takdirde bu herife ne kadar tahammül edebilirdim bilmiyorum.

“Seni,” dedi, elinde tuttuğu bıçağın ucunu bana doğrultarak. “Tanımak istedim, Aykız.”

“Neden?” diye sordum, inatla.

“Yeterli olup olmadığını görmek istiyorum, diyelim.”

Meydan okurcasına tek kaşım havalandı. “Seni ikna etmek isteyeceğimi de nereden çıkarttın? Yeterli olmasaydım kurul üyeleri de Başkan’da beni istemezdi değil mi? Sonuç olarak yeterli olduğumu gerekli kişilere kanıtladım. Seni ilgilendiren kısma gelebilir miyiz artık?”

“Ah şu Başkan’ınız,” dedi, alaycı tavrına devam ederken. “Ama haklısın, yeterli olmasan o herif seni bir dakika bile tutmazdı.” Sessiz kalmam onu devam etmeye teşvik etti. “Düzeltmeme izin ver. Benim amacım tüm yaşanacaklara katlanabilir misin onu görmek.”

“Buraya gelirken beni vazgeçirmeye çalışacağını söylemişlerdi, galiba haklılar.”

Başını onaylarcasına salladı. “Haklılar. Asıl amacım tam da bu. Seni vazgeçirmek.”

“Neden?” diye sordum merakla. Çenemle arkasında bulunanları işaret ettim. “Onları eğiten sendin, eğer bu oluşuma baş kaldırmaya çalışıyorsan niye zamanında birçok insanı eğittin?”

“Baş kaldırmaya çalıştığımı da nereden çıkarttın?”

Omuz silktim. “Beni vazgeçirmeye çalışıyorsun. Bunun iki nedeni var; ya Merkez’in yeni üyeler almayıp yavaş yavaş yok olmasını istiyorsundur ya da bana bir garazin vardır ki ikinci şık gayette saçma. Seni tanımıyorum, beni tanıdığını da düşünmüyorum.”

Mimiklerinde alaycılık kaybolurken, tek gözüyle yüzümün her bir milimini inceledi. “Ya da daha fazla kişinin gerçekliğini kaybetmesini istemiyorumdur?”

“Vicdanın mı seni yoklayan? Tekrar ediyorum, zamanında birçok insanı eğitmişsin. Gerçekliklerini yok etmek pahasını hepsini sen eğitmişsin. Şimdi neden bunun olmasını istemiyorsun?”

Başını hafifçe çevirip omzunun üzerinden diğerlerine baktı. Derin bir nefes alıp bıraktığında bakışlarım kısıldı. "Kötü olmak bir seçimdir Aykız," dedi diğer konuşmalarının aksine daha yumuşak bir tonda. "Daha da kötü olmak ise zorundalıktır."

"Onlar kötü değil."

Savunmaya geçmem beni bile şaşırtırken karşımdaki yaşlı adam tekrar bana doğru döndü.

"Onlar kötü değil evet, onlar kötü olmaya zorlananlar. Yanlış anlama, karakter anlamında veya yaptıkları iş konusunda demiyorum. Zaten asıl görevlerinin ne olduğunu biliyorsundur?"

Başımı onaylarcasına salladım.

"Geçmişlerini de biliyorsun demektir."

Tekrar başımı salladım.

"Kötü olmak sadece etrafındaki insanlara kötülük yapmak değildir, Aykız. Onlar kötü, çünkü en büyük kötülüğü kendilerine yaptılar. Şimdi yine diyeceksin, o zaman niye onları eğittin?"

"Diyeceğim."

"Onları eğittim çünkü yok olmasınlar diye."

Ruhsuz bir ifadeyle karşımdaki adamı dinlemeye devam ederken, bilmece gibi konuşması içten içte öfkemi kaynatıyordu.

"Onları eğitebilmen için yok olmaları gerekmiyor muydu zaten?"

Gülümsedi ama bu içtenlik barından bir gülümseme kesinlikle değildi.

"Yanlış taraftan bakıyorsun, Aykız."

Elinde ustaca çevirdiği bıçağı takip edemediğim bir hızda ayaklarımın dibine savurduğunda korku dolu çığlığım arazide yankılandı. Sinirle oturduğum banktan kalkıp, "Sen ne yaptığını sanıyorsun!" diye bağırdım var gücümle. Bakışlarım Yaman'a döndü. Kaşlarını çatmış adama hırsla bakarken bize doğru gelmek için hamle yapmıştı ki, Yıldıray tarafından durduruldu.

"Ben onları eğittim çünkü benim elime gelmeden önce hepsi o bıçağın önüne atlar ve ölmeyi dilerdi."

"Derdin ne o zaman be adam! Madem onları şu bıçaktan nasıl kaçılacağını öğretmek için eğittin, şimdi neyin peşindesin?"

Benim aksime oturduğu yerden ağır ağır kalkıp, yaptığı sivri uçlu odun parçasını toprağa sapladı. "Görmüyor musun? Hepsi kayıp, Asya. Gerçeklikleri yok."

Ellerimi saçlarıma geçirip hırsla çekerken, "Bunu o zaman düşünseydin! Sen onların gerçekliğini yok edipte burada bana vicdan muhasebesi yaparak bir şeyleri değiştiremezsin. Amacın ne anlamıyorum, ihtiyar. Anlamakta istemiyorum. Tek istediğim benim karşımda günah çıkartma!"

Kaşını çattı. "Anlamadığını görebiliyorum, Asya. Anladığında da çok geç olmamasını diliyorum."

"Şefkat baba?" dedi, Burçin çekinceyle. "Zorlamasan mı artık?"

"Onu zorladığım falan yok, Gizem!"

"Hah!" dedim alayla. "O bıçağı santimlerle ileriye atmış olsaydın ayağımın üzerinde koca bir delik olacaktı!"

"Ama olmadı?"

"Teşekkür ederim ya!" dedim. "Sırada ne var, mızrağını mı savuracaksın? Dur mamutunu bulayım da onun üzerine binerek kaçayım!"

"Asi kız style!" diyerek evden keyifle çıktı Şahan. "Aman Şefkat baba, ona bulaşmanı pek tavsiye etmem. Selene'nin çatal dili bir, asi kızın ki iki."

"Ben gidip sucukları hazırlayayım." diyerek yanımızdan ayrılan ihtiyarın ardından şaşkınlıkla baktım. Herif hâlâ midesinin derdin miydi, ben burada deliriyorum!

Onun eve girmesiyle hepsi yanımdaki yerini alırken, Yaman'ın bakışları toprağa saplanmış bıçaktaydı. "Neden yaptı bunu?"

"Güya sizi neden eğittiğini anlatmaya çalıştı, deli bunak! Şimdi de sucuk diyor. Ayağımı deliyordu ayağımı!"

"O amaçla yapmamıştır," diyen Murat'a devam etmemesi için ters bakışlarımı gönderdiğinde dudaklarının üzerine görünmez bir fermuar çekti.

"Sana tam olarak ne dedi?" diye sordu, Yıldıray.

"Saçmaladı. Sizi eğiten o değilmiş gibi şimdi de yaptığı şeyden pişmanlık duyuyor. Gerçekliğinizi kaybettiğinizi, yok olduğunuzu düşünüyor." Durdum. Mantığım öfkemin önüne geçtiğinde o deli ihtiyarın ne demek istediğini biraz olsun anlayabilmiştim. Yaman'ın gözlerinde gördüğüm küçük çocuk, Burçin'in kollarındaki izler, Şahan'ın deli hâllerinin altında yatan hırçın çocuk, Murat'ın sessizliği, Yıldıray'ın hepsine bir baba gibi yaklaşması. Hepsi bir bomba etkisiyle zihnime düşerken yüzümün aldığı hâl her neyse hepsi çekinceyle bakıyordu.

"Asya?" dedi Yaman, bir adım öne doğru gelerek. "İyi misin, güzelim?"

Elimi kaldırıp durmasını belirttiğimde, "Burada bekleyin, hemen geliyorum." dedim ve koşar adımlarla ihtiyarın girdiği eve girdim.

"İhtiyar!"

"Sola dön, Aykız."

Verdiği komuta uyup mutfak kısmına girdiğimde, "Anladım," dedim hızla. "Ne demek istediğini anladım."

Küçük kare masanın etrafındaki taburelerden birine oturmuş, kesme tahtasında sucukları dilimliyordu. "Biraz geç oldu sanki ha?"

Gözlerimi devirdim. "Ayağımı delmek isteyip beni delirtmeseydin ve bilmece gibi konuşmasaydın çoktan anlamıştım!"

Dudağının bir tarafı yukarıya doğru kıvrıldı. "Ayağını delmek isteseydim, delerdim. Amacım sana zarar vermek değildi."

Bu konunun hırsını sonraya bırakıp, "Yok olan onlar değil," dedim. "Çocukluklarında yaşadıkları acıların hırsını çıkaramadıkları için yok olduklarını düşünüyorsun. Çünkü o acıları geri planda tutarak akıllarını dağıttınız ve sen, bir zaman sonra o hırslarının patlak vereceğini düşünüyorsun. Değil mi?"

Başını onaylarcasına salladı.

"Bu yine aynı kapıya çıkıyor, ihtiyar. Onlara eğitim verirken düşünmen gereken şeylerdi bunlar. Şimdi hiçbir şeyi değiştiremezsin."

"Gençlik," dedi, yaptığı işten başını kaldıramazken. "O zamanlarda en iyi timleri oluşturma hırsıyla dolup taşıyordum. Öyle hırslı bir insandım ki Asya, bu hırsım hem sol gözüme hem aileme mâl oldu. Bir şeyleri kaybedene kadar değer bilemiyor işte insan evladı. Aklım başıma geldiğinde yaptığım işi bıraktım ama faydası yoktu. Ben eğittim her bir çocuktan acılarını yaşamayı aldım." Derin bir nefes aldı verirken de gözünü bana çevirdi. "Aynı baskınlığı kendi evladıma da gösterdim. Onu da eğitmeye çalıştım ve işin sonunda kendi ellerimle mezarını kazdım."

"Şimdi de kurtarabileceğin her bir kişi için çabalıyorsun, öyle mi?"

"Öyle, Asya."

Yine de bu yeterli bir sebep değildi. İçimden bir ses bu ihtiyarın çok daha başka şeyler gizlediğini haykırıyordu ve dile getirememesi onu içten içe yiyip bitiriyordu. Başımı iki yana salladım. "Geç kaldın, ihtiyar. Çok geç kaldın."

Bir soluk daha alıp bıraktı. "Öyle Asya, onlara çok geç kaldım." Oturduğu taburen ağır ağır kalkıp yanıma geldiğinde uzunca boyundan sebep başımı hafifçe geriye yaslayarak yüzüne baktım. Bakışlarımı korsan bandına dikmemek için kendimi zor tutarken, dizlerimi titreten o sözleri ince dudaklarının arasından sızdı. "Ama sana geç kalmış sayılmam. Herhangi bir şeye imza attın mı?"

Başımı iki yana salladım. "Henüz değil."

"Güzel," diyerek, dudaklarında tehlikeli bir kıvrım belirdi. "Babanın kim olduğunu biliyorum, Asya. Senden haberi bile yok ve varlığından haberdar olursa ne pahasına olursa olsun seni buralardan götürebilir."

-BÖLÜM SONU-

Lütfen oy verdiğinizden emin olup yorum bırakmayı unutmayın canımlar

Yeni bölümde görüşünceye dek kendinize çoook iyi bakın...

Instagram: gulsumm.bilgin

Loading...
0%