Yeni Üyelik
20.
Bölüm

Karanlıkta Bir Yerde: 19

@gulsumblgn

Merhabaaaağ 🤍

Okumaya başlamadan önce oy verir misin, lütfen? Şimdiden teşekkür ederim.🙏

KEYİFLİ OKUMALAR!

🔗🔗🔗

"Gizem!"

Kapının aniden çarpmasıyla ve peşi sıra adının haykırarak söylenmesinin ardından başını kitaptan kaldıran genç kız, korku dolu bakışlarını odanın kapısına çevirdi. Yine gelmişti. Yatağın üzerine serdiği kitapları aceleyle toplarken buruşan sayfalar rahatsız hissetmesine neden olsa da korku daha ağır basıyordu. Gelişi güzel topladığı kitapları yatağının altına atmasıyla birlikte odanın kapısı gürültüyle açıldı.

"Neredesin kız sen, iki saattir seni çağırıyorum!"

Yutkundu. "Uyuya kalmışım, o yüzden duymadım." Oturduğu yataktan kalkıp karşısındaki adamdan en uzak mesafede durup ellerini önünde birleştirdi. "Sen ne is-istiyordun?" Tüm korkulu rüyası beden bulmuş hâlde karşısındaydı. Heybetli bedeni aldığı onca alkolle orantısız şekildeydi. İri göbeği giyindiği gömleğin düğmelerini zorlarken, bir omzuna attığı ceketini işaret parmağıyla destekliyordu.

"Git aşağıda büfeden bana rakı al. Oyalanmadan da gel, yiyecek bir şeyler hazırla. Açım."

Genç kız başını onaylarcasına sallayıp üzerini değiştirmeyi umursamadan koşar adımlarla odadan çıkmak üzereydi ki koluna dolanan ellerle adımları olduğu yerde kalakaldı. Adamdan gelen ter ve alkol kokusu anında midesini harekete geçirirken burnundan nefes almayı kesti. "Kimseyle konuşmak, gözlerini kaldırıp kimseye bakmak yok. Anlaşıldı mı?"

Bulunduğu andan bir an önce kurtulmak istercesine hızla başını aşağı yukarı salladı, Gizem. "Ta-mam." Adam cebinden aheste aheste çıkarttığı parayı genç kızın eline tutuşturup gönderdiğinde koridor boyunca yürüyen Gizem'in ardından ahlaksız düşüncelerine set çekmeden baktı. Güzeldi genç kız. Çok güzel. Beyaz teninde kara bir inci gibi parlayan siyah hareleri, beline doğru salınan siyah saçlarıyla aklını alıyordu adamın. Bir genç kıza, birde her gece karı diye koynuna aldığı kadını düşündü. Gizem'in annesi de çok güzeldi ama şeref yoksunu adam genç kıza çekilmekten kendini alamıyordu.

Gizem, sırtında hissettiği rahatsız edici bakışlardan evden çıkarak kurtulduğunda derin bir nefes aldı. Anneannesinin rahatsızlanmasıyla annesi evden ayrılmış, iki gündür yoktu ve bu iki gece, genç kız için kabir azabı gibiydi. Okulu olmasaydı o da gider en azından kendini güvende hissederdi. Aldığı soluğu sıkıntıyla bırakırken yazın sıcağına rağmen giyindiği hırkasının kollarını çekiştirerek kumaşı avuç içinde topladı. Eski püskü apartmandan çıkıp sokağa girdiğinde evlerinin önünde oturup sohbet eden kadınların odağına girdi genç kız.

Hepsinin acıyan bakışlarını üzerinde hissediyor ama başını kaldırıp hiçbirine bakamıyordu.

"Şu kızcağızın çektiği nedir, çok üzülüyorum vallahi. Bir mucize olsa da kurtarabilse kendini."

Kadının söylediğini duyan genç kızın adımları ağır bir hâl aldı.

"Bir mucize olması için Nalân karısının o herifi bırakması gerekiyor. Ben anlamadım yahu, adamın ne yakışıklılığı var ne bir işi. Neyden vazgeçemiyor sanki? Her gece her gece dayak hoşuna mı gidiyor nedir?"

"Kendi gitti anasının yanına bıraktı bu sabiyi o ayyaşla. Ey gidim ey, doğurmakla ana olunmuyor işte."

Bilirdi Gizem, annesinin onu ne kadar çok sevdiğini ama savunamıyordu işte. Evet, annesi onu seviyordu ama o adamı da seviyordu işte. Acıyla düşen omuzlarını biraz daha büzüştürüp sokağında sonundaki büfeye doğru daha hızlı adımlarla ilerledi. Yol boyunca başını bir saniye bile kaldırmamış, kaldırdığı an kulağına gider diye ödü patlıyordu. Narin bedeni yeni bir darbeyi daha kaldırabilir miydi orası şüpheliydi. Giyindiği hırka yüzünden terlerken kollarındaki taze yaralar sızlıyordu. Bir an önce eve dönmek hırkadan kurtulmak istiyordu.

Büfeye vardığında Selami Bey oturduğu yerden ağır ağır kalktı. "Hoş geldin Gizem kızım," dedi babacan bir tavırla. Severdi Selami amcasını. Hem erken yaşta yitip giden babasının en yakın arkadaşı olduğundan hem de ona pek çok açıdan yardım ettiğinden sevgisi de saygısı da büyüktü.

"Merhaba Selami amca," dedi genç kız, günlerin ardından ilk defa sahici bir tebessümle kıvrıldı dudakları. "Nasılsın?"

"İyiyim kızım, sen nasılsın?"

Omuz silkti genç kız. "İyiyim."

'İyi değilim!' diye bağırdı içinden bir ses. 'İyi değilim, kurtarın beni!'

Selami Bey ise kızın dile getirdiğiyle hislerinin gerçek olmadığının yıllardır farkındaydı. Genç kız için elinden geleni yapmıştı ama nafile. O ayyaş üvey babası her zaman bir yolunu bulup kızı yanında tutmaya devam etmişti.

Utangaç bir bakışla karşısındaki yaşlı adama bakarken, "Şey," dedi kısık bir ses tonuyla. "Ben şey alacaktım, Selami amca. Rakı." Yumruklarını sıktığı elindeki buruşmuş parayı kasanın üzerine bıraktı hızla. Yaşlı adam sıkıntılı bir soluk bırakıp başını iki yana sallarken rakıları dizdiği reyona doğru ilerledi.

"Annen ne zaman gelecek, Gizem kızım?"

"İki gün sonra, Selami amca. Anneannem yavaş yavaş toparlamaya başlamış."

Koca iki gün, bu kızcağınız başına neler gelir kim bilir diye düşünmeden edemedi Selami Bey. Eline aldığı şişeyi siyah bir poşete koyup genç kıza uzattı. "Gizem," dedi. "Eğer bir sorun olursa kapımın sana açık olduğunu biliyorsun değil mi?"

Genç kızın dudakları anında titrerken, siyah harelerini parlatan yaşları gizlemek adına bakışlarını yere eğdi. Yaşlı adamın elindeki poşeti alıp sıkarken başını salladı. "Sağ ol, Selami amca." Ardından bir şey demeden hızla koşup çıktı büfeden. Saniyelerdir ağlamamak için gözyaşlarına direnirken havanın kararmaya yüz tutmuş olmasını görmek o yaşları serbest bıraktı.

Geç kalmıştı.

Geç kalmıştı işte!

Geldiği yolu koşar adımlarla geri gitmeye başladığında alnından akan terler, yanağından kayan gözyaşlarına karışmaya başlamıştı. Geç kalmıştı. Kesinlikle bunun hırsını alacaktı. Apartmanın önüne geldiğinde, yanaklarını ıslatan yaşları silip büyük, paslı demir kapıyı aralayıp hızla merdivenleri tırmanmaya başladı. Nefes nefese merdivenleri çıkarken elini hırkasının cebine attı. İstediği şeyin orada olmadığını fark ettiğinde bir umut diğer cebine de baktı ama... Yoktu işte, geç kaldığı yetmemiş gibi anahtarını da almamıştı! Eğer uyuya kaldıysa ve zili çalıp uyandırsa da dayak yiyecekti, uyumadıysa da geç kaldığı için dayak yiyecekti genç kız.

Omuzları bu gerçeklik karşısında düşerken, biraz sonra yaşanacak şeylere kendini hazırlamaya çalışıp titreyen parmaklarıyla zile bastı. Bir süre açılmayan kapı korkusunu körüklerken bir kere daha bastı zile ve en kötü kâbusu kapalı kapının açılması ile birlikte görüş açısına girdi.

Adam, eve geldiğinde giyindiği kıyafetlerini çıkartmış duş almıştı ama tenine yapışan alkol kokusundan arınamamıştı. Üzerinde beyaz eskimiş, yer yer deliklerin olduğu atleti ve bol naylon bir şort giyinmişti. Genç kız bu görüntü karşısında tiksinip bakışlarını kaçırdı.

"Neredesin kız sen? Sana geç kalma demedim mi? Gittin gideli bir dünya iş yaptım ama bizim kız piyasa yok!"

Kolundan tuttuğu gibi kızı içeriye çeken adam kapıyı hırsla kapatıp, Gizem'i duvara yasladı. Beklemediği bu hareket karşısında şaşkınlıkla elindeki poşeti düşüren genç kız önünde duran adama korkuyla bakıyordu. Kırılan şişenin sesi koridorda yankılanırken adamın öfkeli bakışları yerdeki poşetten sızan şeffaf sıvıyla buluştu. Son kalan parasıyla aldırdığı içki zemine yayıldıkça içindeki öfke katlanarak büyüyordu. Genç kız ise o bakışlarda gördüğü karanlıkta yok olacağını biliyordu ve boğazına doğru yükselen çığlığı zorlukla bastırıyordu.

Adam, Gizem'in beklenmediği anda parmaklarını çenesine yaslayıp, var gücüyle sıktı. "Hem içkimi döktün," dedi alkol kokan nefesini genç kızın yüzüne doğru üflerken. "Hem de geç kaldın." Çenesini savururcasına bırakıp elinin tersiyle tokat attı. Gizem, aldığı güçlü darbeyle yana doğru savruldu fakat adam omuzlarından tutarak düşmesine izin vermedi. "Söyle kimle fingirdedin!" İçkisinin ziyan olmasını tamamen unutup kendi söylediğine inanan adam, kıskançlıkça bir tokat daha savurdu genç kızın yanağına. "Söyle hangi köşede, kimle fingirdedin lan!"

"Ben," dedi genç kız ama devamını getiremedi. Ağlayışı gittikçe şiddetlenirken ağzına yayılan metalik tada odaklanmamaya çalışıyordu.

"Sen ne!" Diye kükreyen adam kızı kolundan tuttuğu gibi salona doğru savurdu. Dengesini sağlayamayan Gizem dizlerinin üzerine düştüğünde hissettiği acı katlanılmazdı ama bu acı fiziksel değildi. Ruhu kanıyor, o kan havuzunda boğuluyor gibi hissediyordu.

Saçına sıkıca sarılan parmakların gözlerinden akan yaşların hızını arttırırken, "Seni süprüntü!" dedi tıslarcasına. "Madem yoldan çıkmaya bu kadar meyillisin ben sana yapacağımı biliyorum!" Genç kızı hırsla düştüğü yerden kaldırıp tüm öfkesiyle bir tokat daha attığında, acıdan gözü kararan Gizem geriye doğru sendeledi. Dönen dünyası, kararan gözü tüm dengesini bozarken boylu boyunca arkasındaki cam sehpanın üzerine düştü. Parçalanan camlar kızın kollarında geçmeyen izlere sebep olurken kasıklarına saplanan tahta parçası nefesini kesti.

Kafamın içinde birbirine karışan düşünceleri zapt etmeye çalışıyordum ama hangisini susturmam gerektiğini bilmiyordum. Kulaklarımda yankılanan kelimeler ruhumun celladı olmuş, darbesini indirmek için hazırda bekliyordu. İhtiyarın karşısında durmaya daha fazla tahammül edemediğim anlarda kendimi boş odalardan birine atmış, ilgisiz bakışlarımı odanın içinde gezdiriyordum. Sabahın erken saatlerinde tepede duran güneşe rağmen zifiri karanlığın içine hapsolmuş, her taraftan bambaşka sesler duyuyordum sanki.

'Babamızı bulmuş!'

'Bir ailemiz olacak, kimsesiz olmayacağız artık!'

'Saçmalamayı kesin, bizim ailemiz falan yok!'

'Var! Bak, İhtiyar onu bulmuş. Babamızı bize verecek!'

'Bizim bir babamız yok!'

'Var! Sende duydun, varlığımızı bilmiyormuş. Bilirse bizi asla yalnız bırakmazmış!'

'Biz yalnız olmak zorundayız!'

'Artık değil!'

Ellerimi saçlarımın arasına daldırıp sıkıca çekerken acıya odaklanmaya o lanet sesleri susturmaya çalışıyordum.

'Bizim babamız var, belki babamızı bulduğu gibi annemizi de bulabilir o ihtiyar.'

'Bizim bir aileye ihtiyacımız yok, zavallı gibi davranmayı kes!'

Başımı iki yana şiddetle sallarken zihnimin içindeki seslere inat, "Ben iyiyim," diye mırıldanmaya başladım. "Ben iyiyim. O ihtiyar sadece kafamı karıştırmaya çalışıyor, buna izin vermemeliyim." Kaşlarım çatıldı. Bu adamın gerçekten derdi neydi böyle! Hangi hakla babamı bana verebileceğini söyleyebilirdi? Ondan babamı bulmasını ben mi istemiştim ki! Öfkem, kafamın içinde yankılanan seslerin önüne geçtiğinde hızla girdiğim odadan hışımla çıktım. Kısa koridorda yönüm yine mutfak olurken içerideki boşluğa karşılık sert adımlarla bahçeye çıktım.

İhtiyar mangalın başında elindeki plastikle ateşi yellerken rakısını yudumluyordu. Keyfe bak keyfe! Tam yanına gitmek için yönümü çevirmiştim ki bir anda karşımda beliren Yaman'la birkaç adım geriledim.

"Asi kız?" dedi, şüpheyle yüzümü incelerken. "İçeride ne oldu?"

"O herif," dedim işaret parmağımla ihtiyarı işaret ederek. "Eğer işten vazgeçersem babamın kim olduğunu bana söylermiş!"

Kaşları çatılıp, çenesi seğirmeye başladığında bakışlarını hemen ihtiyara çevirdi. "Amacı ne bu herifin?" Kendi kendine mırıldandığını düşünerek kurduğu cümleyi rahatlıkla duyarken kollarımı göğsümde kavuşturarak cevap verdim. "Kesinlikle bir amacı var. Sürekli yaptığı işten pişmanlık duyduğunu dile getirse de tatmin edici bir açıklama değil, Yaman. Herifin karın ağrısı bir başka."

Tekrar bakışlarımızı buluşturduğunda, "Gitmek ister misin?" diye sordu.

Hevesle başımı sallarken, "İhtiyar umurumda değil ama diğerlerine ayıp olmasın?" dedim.

Pantolonunun ceplerine sıkıştırdığı elinden birini çıkartıp elimi tuttu. "Siktir et ayıbı. Hadi gel." El ele diğerlerinin oturduğu tahta masaya doğru giderken, İhtiyarın bakışlarını üzerimizde hissediyor, onu umursamadığımı göstermek istercesine yüzüne bakmıyordum.

Yanlarına vardığımız anda, "Biz gidiyoruz," diyen Yaman sesini İhtiyara duyuracak şekilde konuştu. "Ormanda yürüyeceğiz biraz. Siz yemeğinizi bitirince ararsınız, yol üzerinden bizi de alırsınız." Hiçbirinin bir şey demesine fırsat vermeden ilerlemeye başladığımızdan arkamızda kalan İhtiyar, “Evlat,” diye bağırdı. Yaman’nın adımları bıçak gibi kesilirken elimi tuttuğundan bende durmak zorunda kaldım. “Yanlış yoldasın. Bu yolun sonu daha da karanlık olacak. İkiniz içinde.” Ne söylemek istediğini anlamadığımda Yaman’a baktım. Kaşlarını çatmış, aldığı soluklar burun deliklerini genişletiyordu. Kendini ne kadar kastığının göstergesi gibi duran boynundaki kabarık damarlar seğiriyordu.

Dönüp bakmadı. Bir şey söyleme gereği duymadı. Az öncekinin aksine bu sefer daha sert ve hırslı adımlar atarak yürümeye devam ettiğinde onu yetişmek için neredeyse koşuyordum. Daha fazla dayanamayıp, “Ne demek istedi?” diye sordum merakla. Cevap vermek şöyle dursun, yüzüme dahi bakmadı. Sakinleşebilmesi için ona süre tanımak isterken ne kadar yürüdük bilmiyordum. Sıcak hava zaten zorlayıcıyken, topraktan yükselen ısı ayak tabanlarımı yakmaya da başlamıştı. Şakaklarımdan kayıp giden ter damlasını elimin tersiyle silerken, “Daha ne kadar yürüyeceğiz, Yaman,” dedim isyan edercesine. “Ayaklarım ağırdı artık!”

“Geldik.” dedi sadece. Boşta kalan elini kaldırıp ilerimizdeki bir noktayı işaret ettiğinde bakışlarımı o yöne çevirdim. Gördüğüm manzara karşısında adımlarım duraksadı. Yüksek bir yamaçtan aşağıya doğru şiddetle akan şelale büyüleyici gözüküyordu. Akan suyun arkasında kalan büyük bir oyuk vardı ve dikkatle bakılmadığı sürece görülmeyecek kadar aşağıdaydı.

“Hadi,” diyerek hafif bir baskıyla elimi çekiştirdiğinde karşı koymayıp yürümeye başladık. Kısa sürede derenin yanına vardığımızda derinliği ürkütücü dururken, arazinin bu tarafı yeşilliklerle doluydu. Yaman elimi bırakıp pantolonunun arka cebinden çıkarttığı sigara kutusundan bir dalı dudaklarının arasına sıkıştırıp, ucunu tutuşturdu.

“Çok daraldığı, içindeki savaşla baş edemediği zamanlarda içer.”

Murat’ın sesi kulaklarımda yankılanırken, bakışlarım Yaman’ın dudaklarındaki sigaradaydı. Derin bir nefes aldığında içeri göçen yanaklarında oyalandı gözlerim, ardından dolgun dudaklarından sızıp havaya karışan dumanda.

“İçindeki savaş ne, Kara Yaman?” dedim. “İhtiyarın söyledikleriyle mi savaşıyorsun?” Bakışlarındaki dalgınlık hoşuma gitmezken, içten içe kendini yemesi huzursuz ediyordu. Sigarasından bir nefes daha çekerken, “Konuşmayacak mısın?” diye sordum. Konuşmalıydı. Sesini duymalıydım. Bu istek ruhumu kemirirken aramızdaki birkaç adımlık mesafeyi kapattım. “Diyar?” Bakışları anında bana dönerken, dudaklarımda samimi bir tebessüm peyda oldu. Elimi kaldırıp koluna koyduğumda gerginlikten kasılan kolu dokunuşumla birlikte gevşedi. Onu rahatlatabilmiş olmanın düşüncesi içimde bir hoşluk yaratırken, “Tek başına savaşman gerekmiyor,” dedim uysal bir ses tonuyla. “Benimle konuşabilirsin.”

“Sen konuşsan?”

“Ne konuşayım?”

“Bilmem, konuş işte. Ya da sadece adımı söyle, o bile yeter gibi.”

Sigaradan bir nefes daha çektiğinde daha yarısına gelmemiş olmasına rağmen suyun ileriye doğru aktığı noktaya doğru fırlattı. Bedenini ağır ağır bana döndürürken, kara harelerindeki insanı huzursuz eden o boşluk yok olup gitmişti. “Diyar,” dedim bir kere daha. Bakışları ateş olup tenime sıçradı sanki. “İhtiyar ne demek istedi?”

“Açık olmamı mı istersin?”

Başımı onaylarcasına salladım. “Lütfen.”

Derin bir nefes alıp, “Birbirimizin sonu olacağımıza inanıyor,” dediğinde kaşlarım hızla çatıldı. Bir şeyler söylemek için dudaklarımı aralamıştım ki aramızdaki mesafeyi kapatıp bir elini belime diğer elini de yüzüme yaslayarak başparmağının aralık duran dudaklarımın üzerine bastırdı. “Doğru diyor, Asya.” Dokunuşları zihnimi bulandırırken, ihtiyara olan öfkem anında geri planda kaldı. “Biz, birbirimizin sonu olacağız.” Bedenimdeki güç çekilmiş gibi hissederken bunu anlamış gibi aramızdaki bir nefeslik mesafeyi de kapatarak göğsümü göğsüne yaslayarak destek sağladı. “Ben seni bırakmam, Asya. Benden gitmene izin vermem, sana rağmen senden kopup gidemem.” Cevap veremedim. Sessizliğim onu devam etmeye itti. “Seni gördüğüm ilk anda işledin ruhuma. Sana kötü davranmam da bu yüzdendi. Eğer seni korkutursam benden uzak durursun, benden uzak durursan içimdeki canavarı frenlerim sandım ama sen bana geldin. Hırsına, öfkene rağmen bana geldin ve ben ipleri tamamen o canavarın eline vermek zorunda kaldım.”

Ellerimi güçsüzce kollarına koyduğumda, bıraktığı soluk tenimi yalayıp geçti. Söylediklerini kendi bile sindiremiyor gibi dururken, benden bir cevap bekliyor muydu bilmiyordum. Cevap verecek gücüm var mıydı, onu bile bilmiyordum.

“Bu hissettiklerim bana yabancı Asya, o kadar yabancı ki nedir diye sorsan bir açıklama yapamam fakat bir şeyi biliyorum ki, senin olmadığın bir yerde var olamayacak gibi hissediyorum. Yine söylüyorum bunun korkutucu, hastalıklı hatta saplantılı bir durum olduğunu biliyorum ama kendime karşı koymakta zorlanıyorum.” Derin bir nefes daha alıp bıraktı. “İşte bu yüzden, birbirimizin sonu olacağımızı düşünüyor.”

Söylediklerine öfkelenmem hatta arkama bakmadan kaçmam gerekiyordu. Peki, neden yapamıyordum? Neden ona arkamı dönemiyordum? Neden onu burada yalnız bırakıp gitmekten ölesiye korkuyordum?

“Yaman,” dedim, zar zor sesimi bulurken.

Devam etmeme izin vermedi. “Biliyorum seni de korkutuyorum,” dediğinde tıpkı onun gibi parmağımı dudaklarının üzerine bastırdım. “Korkuyorum evet,” dedim. “Ama bu korku senin bana hissettiğin duygularından kaynaklı değil.” Beklentiyle yüzüme baktı. “Korkum aynı duyguları sana karşı hissetmeye başladığımda bize neler olabileceği?”

“Neler olabilir ki?” diye sordu çocuk gibi.

Omuz silktim. “Ben aşkın ne demek olduğunu bilmem Kara Yaman, birine âşık olduğunda neler yapabileceğini, duygularını nasıl ifade edilebileceğini bilmem. Aşkın beni nasıl birine dönüştürebileceğini de bilmem. Ya ihtiyarın dediği gibi, birbirimizin sonu olursak?” Kara harelerinde gördüğüm yansımam içimi titretti. Bu tuhaf bir durum değildi ama o dipsiz kuyuda sadece kendimi görmek, midemin kasılmasına sebep oldu.

Başını iki yana salladı. “Bendeki seni sadece aşk diye tasvip edemem, küçük kız. Bende bilmem aşk nedir. Bu zamana kadar da bilmek istemedim, benim bilmek istediğim sadece sensin. Biliyorum erken, biliyorum korkutucu ama içimde,” alnını alnıma yasladı. “İçimde sana karşı durduramadığım bir canavar yaşıyor, Asya.”

“Ya bir gün ayrı kalmak zorunda kalırsak?”

Dudaklarında tehlike barından sinsi bir kıvrım belirdi. “İşte o zaman asi kız, o canavarı serbest bırakırım.”

Sertçe yutkundum. Gerçekten, bir gün ondan ayrı kalmak zorunda kalırsam ne yapardım?

Zihnimin gerilerinden gelen bir ses vardı. ‘Bu yaşımıza kadar o mu vardı, acınası davranmayı kes!’

Sonra başka bir ses daha araya karıştı. ‘Ona alıştın değil mi? Belki de bağlandın. Sahi Asya, ondan ve diğerlerinden ayrıldığın zaman nasıl yaşamaya devam edeceksin? O sefil hayatında çok mu mutluydun sanki?’

“Peki ya sen beni bırakmak zorunda kalırsan?”

“İşte o zaman, o canavar benim sonum olur.”

“Öyle ya da böyle bir son olacak yani?”

“Aykız,” dedi içimi titreten bir ses tonuyla. “Sen sanıyor musun ki şu saatten sonra benim sonumu senden ayrı tutarım?” Başparmağıyla tenimi hafifçe okşarken gözkapaklarım kapanmak için deriniyordu. “Sen bana böyle bakarken, benden ayrı bir sona izin verir miyim?”

“Vermez misin?”

Gülümsedi. “Vermem.”

Güvendim.

Ben, Kara Yaman’a güvendim.

Ben, bir yabancıya güvendim.

Bu gerçek bir tokat gibi yüzüme çarptığında zihnimdeki karmaşık sesler yok olup gitti. Yüreğimde bir şeyler arkamızda kalan şelale misali şiddetle akıp gitmeye başladı. Neydi bu diye soramıyordum artık çünkü ne olduğunu anlayabiliyordum. Ben, Kara Yaman’a çekiliyordum. Ben Diyar’a kapılıyordum. Bunun beni rahatsız etmesi gerekirken heyecanım tüm ruhuma işledi. Kollarına bıraktığım ellerimi omuzlarına çıkarttığımda, sessiz cevabıma karşı dudaklarında muzip bir gülüş belirdi. “Ee asi kız,” dedi kollarını belime daha sıkı sararken. “Biz şimdi neyiz?”

Gözlerimi devirdim. “Kaç yaşındayız, Kara Yaman?”

Dudaklarını aşağıya doğru büzdü. “Bence çokta yaşlı sayılmayız.”

Başımı iki yana sallayıp gülerken, “Şapşalsın,” dedim, cilveyle.

“O zaman,” deyip belime doladığı kollarını çözüp tişörtümün eteklerinden tutup yukarıya doğru çekiştirdi. “Bu şapşalla dereye gir.” Gözlerim şaşkınlıkla açılırken tişörtü çıkartmasın diye kollarıma baskı uyguladım. “Ne? Saçmalama! Ben yüzme mi biliyorum, Yaman?” Karşı koymamı umursamadan tişörtü kolaylıkla çekip çıkarttığında, “Yanında ben varken hiçbir şey olmaz,” dedi. “Pantolonunu ve ayakkabılarını da çıkart, asi kız.”

Başımı iki yana salladım. “Hayır.”

Elleri giyindiği spor gömleğin düğmelerine giderken tek kaşını havalandırıp, “Ya kıyafetlerinle ya da kıyafetsiz. Sen karar ver, ıslak eşyalarınla arabada zorlanırsın.” Dedi. Ses tonu kararından vazgeçmeyeceğini belli ederken alt dudağımı dişlerimin arasına sıkıştırıp bakışlarımı suya çevirdim. Çok derindi. “Bak çok derin, paniklerim sonra ikimizi de boğarım.” Vazgeçer umuduyla tekrar yüzüne baktığımda çoktan gömleğini çıkartıp pantolonuna geçtiğini gördüm. Bakışlarındaki inadı görmemek imkânsızken bıkkınlık dolu bir soluk bırakıp pantolonumun düğmesini açtım. “Şu an sana ne kadar gıcık olduğumu kelimelerle anlatamam!”

Güldü. “Bakışların anlatıyor güzelim, kelimelere gerek yok.”

Aynı anda pantolonlarımızı indirdiğimizde ikimizin bakışları en mahrem yerlerimizde takılı kaldı. İç çamaşırının üzerinden gördüğüm kabarıklık anında dudaklarımı kuruturken sertçe yutkunup bakışlarımı kaçırdım. Conversimin bağcıklarını açıp ayakkabılarımı da çıkarttım. Bakışlarım tekrar suya kaydığında, “Yaman cidden bunu yapmak zorunda mıyız?” diye sorduğumda, parmakları çenemi kavradı. Başımı kendine doğru çevirirken, “Korkma,” dedi uysal bir tonda. “Ben yanındayken hiçbir şeyden korkma, asi kız. Zarar görmene izin vermem.”

“Biliyorum ama,” dedim neredeyse kendi sesimi duyamayacaktım.

“Ama?”

“Baksana ne kadar derin.”

Parmağını tenime sürttü. “Ne kadar derin olursa olsun, o derinliğin seni benden almasına izin vermem, Asya.”

Güldüm. “Yoksa içindeki o canavar seni o derinlikte boğar mı?”

Güldü. “O canavarın beni boğması için bir derinliğe ihtiyacı yok.” Eğildi. Dudaklarını, dudaklarımın kenarına bastırdı. “Sırf sen istiyorsun bile beni boğabilir. Tamamen sana itaatkâr.”

“Bunu bilmem iyi oldu, Kara Yaman. Beni sinirlendirdiğinde seni, senin üzerine salacağım.”

Ellerini kalçama koyup çok fazla güç kullanmadan bedenimi kucağına çektiğinde bacaklarımı beline doladım. “Sen nasıl istersen, asi kız.” Suya doğru ilerlemeye başladığında panikle kollarımı boynuna dolayıp yanağını yanağına yasladım. Tam bir çocuk gibi gözüktüğümün farkındayım ama ne yapayım canım, korkuyordum işte!

Suyun sığ olan tarafına geldiğinde, “Güzelim, biraz daha sıkarsan daha suya girmeden boğulacağım,” dedi.

“Hadi oradan. Şu bedene ne etki eder benim incecik kollarım?” Bu söylediğime bir cevap vermezken dizlerinin üzerine kadar gelen derinliğe gelmişti bile. “Sakın bir anda atla-“ Cümlemi tamamlamama fırsat vermeden buz gibi suyun altında buldum kendimi. Nefes bile almaya zamanım olmadığında ciğerlerimde bir sızı belirdi. Gözlerim korkuyla kocaman açılmışken, suyun soğukluğu kalp ritmimi düzensizleştirmeye başlamıştı. Yaman ikimizi de suyun yüzeyine çıkarttığında ciğerlerime ihtiyacı olan havayı gönderebilmek için hızla soluk alıp veriyordum. “Sen!” dedim kesik kesik. “Manyak mısın be adam!” Soğuk suyun içinde titreyerek bedenimi bedenine yasladım. Tenime iğneler batıyormuş gibi hissettiren soğuğa karşı, “Çok soğuk!” diye sızlandım.

Yüzüme yapışan ıslak saçlarımı çekerken, “Merak etme,” dedi keyifli olduğunu belli eden sesiyle. “Birazdan ısınırsın.”

“Tabii tabii, ısınırım. Su, eksi bilmem kaç!”

“Ben seni ısıtacağım.”

“Hemen ısıt o zaman, çünkü donup kalmama saniyeler kaldı!”

Ben sudan çıkacağımızı düşünürken o bedenine kuala gibi sarılmamışım gibi rahatça şelaleye doğru yüzmeye başladı. Yukarıdan aşağıya şiddetle dökülen suya yaklaştıkça korkum katlanıyor, Yaman’a daha sıkı sarılıyordum. “Yaman,” dedim mırıldanarak. “Ya o su bizi yutarsa?”

“Yutmaz.”

“Nereden biliyorsun? Bak ne büyük basınçla dökülüyor. Nasıl karşı koyabilirsin ki?”

“Güzelim,” dedi. “Şelalenin altından geçersek elbette o basınca karşı koyamayız. O yüzden etrafından dolanıyorum ya?”

“Aman,” dedim. “Çok biliyorsun sen. Hele bir boğulalım bak nasıl kafanı kırıyorum!”

Güldü.

Güldüğü için bedeni, tabii ona sarıldığım için bedenim biraz daha suya gömüldüğünde, “Gülme!” diye çığlık attım. “Gülme bak batıyoruz. Gülme!” Dudaklarını birbirine bastırdı. Şelaleye çokta yakın olmayan bir taraftan arkasına doğru yüzerken, uzaktan küçük görünen oyuk yaklaştıkça devasa bir hal alıyordu. Yamacın kayaları sudan sebep oyulmuş olacak ki birkaç kişinin kolaylıkla sığabileceği doğal bir alan oluşmuştu.

“Yaptığın iş miydi Kara Yaman? Ne güzel sıcak sıcak doğa yürüyüşü yapıyorduk, ne diye suya giresin tuttu. Götüm dondu götüm!”

Elinden birini kalçama yaslayıp sıktığında, “Çokta donmuş gibi durmuyor,” dedi keyifle. “Aksine sıcacık.”

Kollarımı boynundan ayırmaya cesaret edemediğinden güçsüz bir darbeyle sırtına vurdum. “Rahat dur!”

“Rahat dururum,” dedi. “Şimdilik.”

Artık tamamen şelalenin arkasında kalmıştık ve Yaman, oyuğa doğru yüzüyordu. Suyun gürültüsü artarken birbirimizi duymamız için bağırarak konuşmamız gerekecek gibiydi.

“Ya Burçin’ler ararsa?”

“Şefkat baba onları kolay kolay bırakmaz bugün, hele ben seni alıp gitmişken.”

Gözlerimi devirdim. “Ne baba ama, Şam babası!”

Sessiz kalmayı tercih edip yüzmeye son verirken sırtımı kayalığın pürüzlü zeminine yasladı. Bir eliyle kalçamdan destek vermeye devam ederken diğer elini suyun içinden çıkartıp, yanağıma yasladı. “Şu an her şeyi sonraya bıraksak olur mu, Aykız?” Bir çocuğun masumluğunu barındıran sorusuna karşılık inat etmeyip başımı onaylarcasına salladım. “Olur, tamam.”

Gülümsedi. “Teşekkür ederim.”

Titreyen bedenime odaklanmamaya çalışıyordum ama artık dişlerim birbirine vurmaya başlamıştı bile. “Donuyorum!”

“Isıtayım mı seni?”

“Buz gibi suyun içinde beni nasıl ısıtacaksın acaba, Kara Yaman?”

Sinsi bir kıvrım dudaklarında belirirken yanağıma yasladığı elinin tersini çevirip, yavaşça aşağıya doğru kaydırmaya başladı. Yanağımdan gerdanıma, gerdanımdan göğüs oluğuma kayan parmağı dolgunluklarımın üzerinde duraksadı. İşaret parmağını sutyenimin kenarına takıp aşağıya doğru çekiştirdiğinde göğsüm açılır gibi oldu ama parmağından kurtulan kumaş eski yerini aldı fakat eli durmadı. Tekrar hareket edip aşağıya doğru inmeye başladığında, dudaklarım kurumaya başladı. Seni ısıtacağımdan kastının ne olduğunu artık anlayabiliyordum ve doğru yolda olduğunu fark etmem uzun sürmeyecekti.

(Yetişkin içerik barındıran sahne. Bu kısmı okumak istemeyenler bir sonraki bölüme geçebilir.)

Göbeğimde çok oyalanmayan eli iç çamaşırıma eriştiğinde, kenara kaydırıp tepe noktama parmağını bastırdı. Su anında sıcaklanırken, alt dudağımı dişlerimin arasına kıstırıp başımı kayaya yasladım. Bedenimi kendi ve kayalığın arasında sıkıştırırken, yerim dar gelmeye başladı. Parmağı dairesel şekilde hareket etmeye başladığında dudaklarını dudaklarıma sürttü. “Söyle,” dedi boğuk bir ses tonuyla.

“Neyi?”

“İstediğini.” Dilini alt dudağımın üzerinde boylu boyunca gezdirdi. “Beni istediğini söyle, asi kız.”

Kasıklarımı parmağına doğru ittiğimde, “Belli etmiyor muyum?” diye sordum. Amacım sorgulamak değildi, ikidir neden aynı soruyu sorduğunu anlamaya çalışmaktı. Kendimi ona sunarken, neden her seferinde bunu sözle tasdiklemeye çalışıyordu?

“Ediyorsun,” dedi. “Ama duymam da gerekiyor.”

“Neden?”

“Sadece söylesen?”

“Sen nedenini söyleyecek misin?”

Dilini dudaklarının üzerinde gezdirdi. “Belki bir gün.”

Zorlamak istemedim. “Evet,” dedim. “İstiyorum.” Söylediğim anda dudaklarını dudaklarıma bastırdığında elim otomatik olarak ensesindeki ıslak saçlara kaydı. Öpüşüne karşılık verdiğim an sıcak dilini ağzımın içine doğru itti. Hissettiğim yabancı ıslaklık inlememe neden olurken, parmaklarımın arasındaki saçları bilinçsizce çekiştirdim. Öpüşü daha sert ve hoyrat bir hal almaya başladığında, tepe noktamda hareket ettirdiği parmağı da baskısını artırmaya başladı. Nefes alma ihtiyacıyla sızlayan ciğerlerimi rahatlatmak adına geri çekildiğimde, “Saatlerce seni öpebilirim,” dedi nefes nefese. “Dudaklarının tadı öyle büyülü ki, asi kız. Onlardan kopmak çok zor.”

Dudaklarımda hissettiğim dudaklarının hareketi, en hassas noktamda kıvrılan parmağı, buz gibi suya rağmen alevler arasında kalmış gibi yanan bedenim… Kalbim göğüs kafesimi yarıp geçmek istercesine güçlü darbelerini bırakırken, nefes alışverişlerim hızlanmıştı.

“Seni özledim Asya,” dedi, pürüzlü sesiyle. “Tenini özledim, içinin sıcaklığını özledim. Darlığınla beni sıkıca sarmanı özledim, asi kız.” Parmağını boylu boyunca kadınlığımda gezdirdiğinde titrek bir soluk bıraktım. “Özlediğin,” dedim nefes nefese. “Özlediğin şeye kavuş o zaman, Kara Yaman.”

Dudakları çeneme doğru kaydı. Islak öpücüklerini bırakırken, “Yine yanlış şekilde hitap ediyorsun,” dedi. “Kara Yaman değil, asi kız.” Çenemdeki dudakları boynuma indiğinde, dişlerini tenime geçirdi. İzini bırakacaktı ama şu an için umurumda bile değildi. “Doğru şekilde hitap et, Asya.” Bedenimi bir alev topuna çeviren tavırları içimdeki arsız kadını uykusundan uyandırdı. Kasıklarımı kasığına bastırdığımda hissettiğim sertlik boğazımdan yükselen ateşi bir inleme olarak dışarıya vurdu. “Diyar.”

Isırdığı noktaya yumuşak bir buse bırakıp, “Aferin güzel kızıma,” dedi içimi hoş eden sesiyle. Sırtımı yasladığım kaya kadar sert göğsüne göğsümü ittiğimde hassaslaşan meme uçlarım sızladı. Bacak aramda hüküm süren parmağı gözlerimin önüne yavaş yavaş perde indiriyordu. Arsız kadının şuh kahkahası kafamın içinde yankılanırken, daha fazlası için kışkırtıyordu.

“Sikeyim,” dedi tıslarcasına. “Suyun içindeyiz buna rağmen ıslaklığını hissedebiliyorum, Asya!” Başımı geriye doğru yaslayıp gözlerimi kapattığımda dokunuşlarına odaklanmaya çalıştım. “Ellerimi çekemiyorum Asya, sutyenini aşağıya çek.” Elim hızla istediğini yerine getirmek için sutyenime kaydığında, ıslak kumaşı indirebildiğim kadar aşağıya çekiştirdim. Açığa çıkan göğüslerime kararan gözleriyle bakarken, dudakları açlıkla sağ göğsüme kapandı. Zaten hassas olan ucunu dişlerinin arasına sıkıştırıp acımasızca çekiştirdiğinde, acı ve zevk karışımı bir inleme suyun sesini bastıracak kadar gürültüyle dudaklarımın arasından firar etti.

“Diyar!” dedim nefes nefese. “Yavaş!”

Göğüs ucumu emmeye başladığında kasıklarımdaki sızı güçlendi. Beline sardığım bacaklarımın gücü ise anbean çekilirken, “Yavaş mı?” dedi, gülümseyerek. “Emin misin, asi kız?” Dilimi dudaklarımın üzerinde gezdirdim. Kalbim yerini değiştirmişti sanki. Kadınlığımın en hassas noktasında hissettiğim ritmik hareket, şehveti körüklüyordu ve bunu Yaman’da fark etmiş olacak ki, “Parmağının altında atıyorsun,” dedi. “Bu beni ne kadar istediğinin bir sembolü mü, asi kız?”

“Diyar,” dedim yalvarırcasına.

“Söyle güzelim?”

“Seviş benimle.”

Dilini göğüs ucumun etrafında dolandırdı. “Beni o kadar çok mu istiyorsun? Senin için sertleşmiş erkekliğimin duvarlarını yakıp, yıkmasını ne kadar istiyorsun? Söyle bana, Asya.” Cevap verme gereği duymadan boynuna doladığım kollarımdan biri çözdüm. Şu an boğulmak bile umurumda değildi. Çözdüğüm kolumu suyun altına sokup, boxserinin üzerinden şişkin organını avuçladığımda, erkeksi inlemesi kulaklarımı doldurdu. Çamaşırının üzerinden organını okşarken, “Bu şey benim içimde olmayı ne kadar istiyorsa, seni o kadar çok içimde istiyorum, Diyar.” dedim, şehvetle. “Hepsini içimde istiyorum.” Söylediklerime karşılık iki parmağını içime ittiğinde, zevkten deliye dönmüş, çığlığım kayalıklarda yankılanmıştı. Parmakları içimde git gel yaparken, “Daha hızlı!” diye bağırdım. “Daha sert, Diyar!” İstediğimi yerine getirirken, boşta kalan dudakları bu sefer sol göğsümle ilgilenmeye başladı. Emiyor, öpüyor, sertçe çekiştiriyordu.

“Asya,” dedi inlercesine. “Beni serbest bırak, güzelim.” Ne demek istediğini anlayıp, elimi iç çamaşırının içine soktuğumda erkekliğinin kadifemsi dokusunu parmak uçlarımda hissettim. Bu, kendimi parmaklarına daha çok bastırmama neden olurken iç çamaşırını aşağıya doğru ittirmeye çalışıp kalın ve istekle uzayan organını suyun altında açığa çıkarttım. “Okşa beni.” İtaat ettim. Avuç içime hapsettiğim erkekliğini sıvazlamaya başladığımda, boğuk inlemesi göğüs ucuma çarptı.

Soluk soluğa onun hareketlerine uyum sağlamaya çalışırken, bedenimdeki gücün yavaş yavaş çekildiğini hissedebiliyordum. “Diyar,” dedim. “Gelmek üzereyim.”

“Hayır,” diyerek yüzünü göğüslerimden ayırdı. “Birlikte geleceğiz, asi kız.” Ellerini kalçama yaslayıp bedenimi birazcık daha yükseltti. “Tüm iradem şu an senin küçük elinin arasında. Beni yönlendir, Aykız. İkimize de istediğini ver.” Avucumun içinde mümkünmüş gibi daha da büyüyen organını kadınlığımın girişine sürttüğümde gözlerim geriye doğru kaydı. Alnımı alnına yaslayıp kendimi ona doğru ittiğimde hissettiğim doluluk nefesimi kesti.

“Asya!”

“Diyar!”

Ritmik şekilde gel git yapmaya başladığında titreyen ellerimi omzuna yasladım. Bedenim hareketlerimize karşılık suyun içinde yükselip alçalırken, “Her seferinde nasıl bu kadar sıkı olabilirsin?” diye sorduğunda, ses tonunda memnuniyeti fark edebilmiştim. “Sikeyim nasılda sarıyorsun beni!” Dişlerimi alt dudağıma geçirip, inlememe engel olmaya çalışsam da nafileydi. Hissettiğim doluluk öyle bir doyuma çıkartıyordu ki, zevkin benliğimi ele geçirmesine engel olamıyordum. “Diyar,” dedim.

“Söyle güzelim.”

“Hızlan!”

“Emrin olur, bebeğim.”

Gel gitleri hızlı bir hal alırken, hareket eden göğüslerim bile şehvetimi arttırıyordu. “Şu memelere bak,” dedi arzu dolu bir ses tonuyla. “Dokun onlara, Asya. Benim için onlara dokun. Lütfen.” Boynuna doladığım kollarımı çözüp göğüslerimi kavradığımda, Yaman’ın inlemesi daha da kışkırtıcı oldu. Ellerimin arasındaki göğüslerimi sıkıyor, okşuyor arada sertçe bırakıp tekrar okşamaya devam ediyordum.

“Delireceğim,” dedi nefes nefese. “Güzelliğin karşısında delireceğim, amına koyayım!”

Gözlerim geriye doğru kaydı. “Diyar!” Çığlığım kulaklarımızı doldurdu. “Seni içimde hissetmeyi çok seviyorum.”

Kendini içime itip duraksadığında, “Tekrar et,” dedi sertçe. Geri çekildi. Bir kere daha girdi. İçimde büyüdükçe büyüyor, duvarlarımı zorluyordu. “Tekrar et, Asya!” Dominant sesi içimdeki arsız kadının tırnaklarını çıkartmasına neden olurken, hoşnutlukla gülümsüyordu.

“Seni,” dedim. “İçimde hissetmeyi seviyorum. Kocamansın ve duvarlarımı yıkmanı çok seviyorum.”

İçimdeki hareketleri tekrar eski düzenine girerken, “Benim kızım,” dedi muzipçe. “Benim arsız, güzel kızım.”

Bacaklarımın arasındaki volkanik dağ titremeye başladı. “Lanet olsun,” dedim bağırarak. “Geliyorum, daha da hızlan!”

“Birlikte.”

Başımı onaylarcasına salladım. “Birlikte.”

Aradan kaç saniye geçti bilmiyorum.

Aklım şaştı.

Bedenim kızgın lavların arasına kaldı.

“Siktir!” diye haykırdı. “Geliyorum bebeğim.”

İçime patlayan sıcaklık, bacaklarımın arasında hissettiğim volkanı da aynı anda sona sürükledi. Titreyen ve gücünü kaybeden bedenim pelte kıvamını alırken, ikinci defa orgazm esnasında çığlık çığlığa kaldım. Gözkapaklarımın üzerindeki ağırlığa karşı koyamazken, yanağımda hissettiğim yumuşak dokunuşlarla gülümsedim. Dudakları yüzümün her bir noktasına öpücüklerini bırakırken, “Her seferinde,” dedi nefes nefese. “Beni nasıl bu hale getirebilirsin, asi kız?”

“Bilmiyorum,” dedim tıpkı onun gibi nefes nefese.

“Benden bir farkın olmadığını bilmek hoşuma gidiyor.” Dudaklarını kapalı duran gözlerime bastırdı. “Aç gözlerini güzelim, elalarını esir alan ateşi görmek istiyorum.” Bunu demesini bekliyormuşum gibi gözkapaklarımı ağır ağır açtığımda, yüzündeki keyifli dağılmayı görmek hoşuma gitmişti. Dudaklarıma kısa ama sert bir öpücük bırakıp geri çekildi.

“Sonum sen olacaksan minnetle karşılarım, Asya Sönmez.”

Elimi yanağına yasladım. “Senin sonun falan olmak istiyorum, Diyar.”

Gülümsedi. “Şu küçük, dolgun dudaklarının arasından adımı duymak bile sonumu getiriyor asi kız, varsın içinde olduğumdaki halimi düşün. Kafayı yiyorum.”

Gülümsedim. İçine düştüğüm duygu seli bir girdap haline geldi, en zayıf anımda beni içine çekerek oradan oraya savurmaya başladı.

Korkuyor muydum? Deli gibi.

Karşı koymak istiyor muydum? Artık değil.

Ben galiba, bir şeylere geç kalmak istemiyordum. Yaman’ın da dediği gibi bazı şeyler için erken olabilirdi ama ben hayata geç kalmış bir kadındım. Beklemem için bir neden yokmuş gibi hissediyordum.

Kollarımı tekrar boynuna doladığımda bu sefer dudağına sert ve kısa öpücük bırakan taraf ben oldum. Arsız bir gülümseme dudaklarımda peyda olurken, bacaklarımın arasında başlayan depreme karşılık, “Bir daha?” dedim.

Tek kaşı havalandı. “Bir daha mı?”

Başımı onaylarcasına salladım. “Evet, bir daha.”

“Seni doyumsuz kız,” dedi dudaklarıma saldırmadan önce. “Hastayım sana.”

-BÖLÜM SONU-

Lütfen oy verdiğinizden emin olup yorum bırakmayı unutmayın canımlar

Yeni bölümde görüşünceye dek kendinize çoook iyi bakın...

Instagram: gulsumm.bilgin

 

 

 

 

 

Loading...
0%