Yeni Üyelik
3.
Bölüm

Karanlıkta Bi̇r Yerde: 2

@gulsumblgn

Merhabaağğğ 🤍

Okumaya başlamadan önce oy verir misiniz, lütfen? Şimdiden teşekkür ederim🙏

KEYİFLİ OKUMALAR!

🔗🔗🔗

Beni, büyüdüğüm yetimhanede diğer çocuklardan ayıran en büyük özellik; delicesine korkmama rağmen belli etmememdi, canımın yanmasına rağmen ağlamamamdı ve en etkilisi hiçbir şeyden mutlu olmamamdı. Koruyucu aile olmak için gelen yetişkinlerin getirdikleri hediyeler beni mutlu etmezdi mesela. Veya iki haftada bir verilen çikolatalar.

Her daim duygularını kolaylıkla yönetebilen bir çocuk olmuştum ve bu şekilde büyümek bu yaşıma kadar kendim için yaptığım en güzel şeydi belki de.

Karanlıktan korkmazdım.

Diğerleri korkar, gecenin hangi saati olursa olsun ağlamaya başlarlardı. Bense, tek oyuncağım olan pelüş bir tavşana sarılır, boş bakışlarla susmalarını beklerdim.

Verilen cezalardan korkmazdım.

Bu yüzden diğerleri işledikleri suçları keyifle üzerime atarlardı.

Açlıktan da korkmazdım.

Çünkü defalarca aç bırakılmıştım.

Bir tek korktuğum şey vardı ki; nereden geleceğini bilmediğim darbeler.

Asla unutmuyordum. Yedi veya sekiz yaşlarındaydım ve oda arkadaşlarım gecenin bir yarısı gizlice kilere girmiş, yiyemeyecekleri kadar çikolataları çalıp, odaya getirmişlerdi. Hepsi yerde bir halka oluşturup getirdikleri sayısız çikolatayı paylaşırken keyifle gülümsüyor, heyecanla seçim yapıyorlardı. Adını asla unutmayacağım ve çoğu cezama sebep olan Serpil, en pahalı markaları kendine alıyor, "Plan benimdi. Benim sayemde bu çikolataları yiyeceğimize göre bunlarda benim!" diye söylenirdi. Diğerleri ise Serpil'den her daim korkar, söylediği şeylere karşı çıkmazlardı.

Bende yine pelüş tavşanıma sarılmış, yatağımda otururken onları izliyor sesimi çıkartmıyordum. O çikolatalardan yemek asla istememiştim. Yemek istemediğim o çikolataların cezasını bile ben çekmiştim. Çıkardıkları gürültüler o kadar fazlaydı ki, koridorun ışığı bir anda yanıvermişti. Hepsi panikle önlerindeki çikolataları alıp saklayacak bir yer ararken, Serpil, "Asya'nın yatağına koyun!" demişti ve hepsi, bir koyun sürüsü gibi çikolataları yatağıma atıp hızla yataklarına geçmişlerdi.

Odanın kapısı gürültüyle açıldığında, müdüre hanımın gözleri hızla bana dönmüştü. Önce önüme atılan onlarca çikolataya ardından bana baktı. Diğerleri uyuyor taklidi yaparken, bu işten kurtulamayacağımın bilinciyle oturduğum yataktan kalktım.

Ben yapmadım desem dahi bana asla inanmayacağını biliyordum.

"Bir hırsızlığın eksikti!" diyerek parmaklarını koluma sarmış, sürükleyerek odadan çıkartmıştı.

Verilecek olan cezaları biliyordum. Ya karanlık bir odada sabaha kadar tek bırakılacaktım ya da sabah kahvaltısı verilmeyecekti. En kötüsü ise birkaç tokat yiyecektim. Bunlara alışıktım.

Ama...

"Sen akıllanmayacaksın, verdiğim cezalar sana az geliyor belli ki. Artık başka yöntemler kullanmanın vakti gelmiş!" diyerek saçlarımı kısacık kesmesini asla beklemiyordum.

Bu yüzden beklemediğim darbeler, her daim beni korkuturdu.

Şimdi ise bir arabanın içinde bilmediğim bir yere giderken gözlerim bağlanmış, sessizlik omuzlarıma güçlü bir baskı yapıyordu.

"Buna gerek var mıydı?" diye sorduğumda cevap alamadım. "Kimse yok mu?"

"Buradayız," dedi Gezgin. "Korkma."

Alayla gülümserken, "Gerçekten mi?" dedim. "Korkmayayım öyle mi? Gözlerim bağlı, bir arabadayım ve nereye gittiğimi asla bilmiyorken, korkmayayım. Korkulacak ne var değil mi?"

"Ağzını da bağlamalıydık," dedi kime ait olduğunu anlayamadığım adam. "Yoksa eve gidene kadar kafamızı siker bu."

"Ne evi?" diye sordum merakla. Göremediğim için sesleri takip etmeye çalışıyor başımı bir sağa bir sola çeviriyordum. "Cevap verseniz ya, ne evi!"

"Kes sesini artık!" diye bağırdı tanıdık ses. "Gidince göreceksin işte! Başıma bela oldun, bir de senin kaprislerini hiç çekemem!"

"Kapris mi?" dedim öfkeyle. "Kaçırıyorsunuz beni, sen ne kaprisinden bahsediyorsun!"

Araba ani bir frenle durdu. Savrulan bedenimi sabit tutabilmek için bir yerlere tutunmaya çalışırken kolumun üzerinde bir el hissettim. Panikle kolumu geri çekerken, "Korkma benim," dedi Gezgin. "Ve lütfen bize güven. Sana asla zarar vermeyiz."

Güven.

Benim doğduğum andan itibaren varlığını hissetmediğim, ne olduğunu bile bilmediğim duygu.

Bir yetimseniz şayet, bu duyguya hayatınızda yer yoktur.

Güvenirsen bedel ödersin.

Bir yetimseniz şayet, şüphe, damarlarınızda bir kan gibi dolanır.

Bir yetimseniz şayet, kimseye güvenmemekle kendinizi korursunuz. Aksi takdirde o duygu keskin bir bıçak olur, saplanır sırtına. Sizi doğuran ana bir çöp gibi sizi bırakabiliyorsa, işte o zamandan öğreniyorsunuz hayatınızda bu duyguya yer olmadığını.

Arabanın kapısının açıldığını duyduğumda sertçe yutkundum. Bir kere daha kolumda bir el hissederken bu sefer geri çekilmeye çalışmadım ve beni yönlendirmesine izin verdim. Birlikte arabadan inerken, "Artık gözlerini açacağım," dedi Gezgin, şefkatle. "Bunu sana yaptığımız için hiç rahat olmadığımızı bil ama şu an içinde en doğrusunun bu olduğunu da bil."

Sessiz kalarak sadece başımı salladım. Aynı süre zarfında gözlerimi kapatan siyah bez parçası yüzümden çekildi. Güneş ışığı canımı yakarken yüzümü buruşturup gözkapaklarımı kıstım. Hissettiğim acı, inlememe sebep olurken elimi gözlerimin önüne siper ettim.

Bir süre sonra bu his azalırken elimi indirip, kıstığım gözkapaklarımı araladım. Önünde durduğumuz kocaman yapıya bakarken dudaklarım şaşkınlıkla aralandı. Değil bu evde yaşamak, daha önce bu kadar büyük bir evin yanından bile geçmemiştim. Çünkü Gümüş Şehrin, Batı Yakasında zengin insanlar yoktu.

"Doğu Yaka'dayız değil mi?" diye sordum üzerimden atamadığım şaşkınlıkla.

Gezgin, gülümseyerek başını salladı. "Evet."

"Burada mı kalacağım?"

Tekrar başını salladı. "Evet. Burada bizimle yaşayacaksın."

"Ne zamana kadar?"

Yüzündeki gülümseme yavaş yavaş silindi. "Bilmiyorum," dedi huzursuzca. "Merkez ve Kara'ya bağlı."

Yanımızda aniden beliren ve bir gecede hayatımı darmaduman eden adam çattığı kaşlarının altından gözlerime bakarken, "Sen misin Kara?" dedim hırsla. Cevap vermedi. Vermesini de beklemedim. "Adın gibi hayatımı da kararttın!" Hızla eve doğru yürümeye başlarken peşinden geldiklerini duyduğum adım seslerinden anlamıştım. Diğerlerinin kullandığı kapıdan içeriye girdiğimde, beni karşılayan ev resmen para kokuyordu.

Önümde gri renklerin hâkim olduğu geniş bir koridor uzanıyordu. Sağda ve solda olmak üzere dört kapı mevcutken, koridorun sonunda yine genişçe bir merdiven vardı. Evi dışarıdan gördüğüm kadarıyla üç katlıydı. Yanıma gelen Gezgin, eliyle sağda kalan kapılardan birini işaret ederken, "Mutfağa geçelim ve sana sıcak bir şeyler hazırlayayım," dedi samimiyetle. "İster misin? Yemekte hazırlayabilirim?"

Başımı onaylarcasına sallarken, "Kahve yeterli." dedim. İşaret ettiği kapıya doğru yürürken solumuzda kalan kapının ardında bir gürültü koptu. Bu sesi umursamadan mutfağa girdiğimde Gezgin'de peşimden geliyordu. Resmen bu tip şeylere alışkınmış gibi, gelen gürültüyü umursamadan rahatlıkla bana kahve hazırlamaya başladı.

"Karnın aç olmalı, kahve istediğine emin misin?"

"Evet," derken ellerimi pantolonumun arka ceplerimi sıkıştırıp mutfağı incelemeye başladım. Benim evimden bile büyük olan mutfak koridor gibi gri renkle döşenmişti. Onlarca dolap temizliği ile parlarken, mutfağın ortasına döşenmiş ada tezgâh etrafına onlarca insanı sığdıracak kadar büyüktü.

"Bu evde kaç kişi kalıyor?" Diye sordum merakla. "Çok büyük."

Gezgin, kahve tozunu makinaya dökerken, "Beş kişiyiz," dedi. "Akrep, Kara, Göz, Gazap ve ben."

Bar taburelerinden birine oturup, kollarımı tezgâha yasladım. Kaçırıldım ama rahatlığıma bakar mısınız? Oturmuş beni kaçıran insanların biriyle sohbet edip bana kahve hazırlamasını izliyordum.!

Başka şansın varmış gibi. Adamlar hafıza silmek gibi bir yöntemden bahsediyor!

"Gerçek bir adınız var mı?"

Gezgin gülümseyerek başını salladı. "Elbette var." Kahve makinası uyarı sinyali verirken, pişen kahveleri fincanlara doldurmaya başladı.

"Nedir?"

Gezgin'den beklediğim cevap, ne zaman geldiğini bilmediğim Kara'dan geldi. "Asla bilemeyeceksin!"

Geceyi andıran hareleri öfkeyle parlarken, sinirden sıktığı çenesi kaskatı kesilmişti. Dünden beri üzerinde gördüğüm siyah üniformayı çıkartmış, rahat bir şeyler giyinmişken tişörtünün açıkta bıraktığı geniş kolundaki dövme dikkatimi çekti. Puzularından el bileğine kadar uzanan ejderha dövmesi sertçe yutkunmama sebep oldu.

Tüm yıl çalışıp, kendimden kısarak biriktirdiğim parayla yaptırdığım dövme gibiydi.

"Ne bakıyorsun öyle?" diye sordu şiddetle. "Çek gözlerini benden!"

Deli mi ne! Beni buraya getiren kendi değilmiş gibi.

Gezgin, fincanı önüme doğru iterken, dudağımın bir kenarı kıvrıldı. "Senin için güzel bir çözümün var," dedim alaycı bir ses tonuyla. "Beni bırak. Nasıl ama?"

Yavaş ama ürkütücü adımlarla bana doğru yürümeye başladığında tedirgin olsam da bakışlarımı üzerinden ayırmadım. Yanıma gelip tezgâha dirseğini yasladı. "Benimde güzel bir çözümüm var," dedi tıpkı benim gibi alaycı bir ses tonuyla. "Gözüme gözükme, olsun ve bitsin." Önümde duran fincanı alarak gözlerini gözlerimden bir saniye ayırmadan kahvemi yudumladı.

"Kıza hazırladığım kahveyi niye içiyorsun?" diye kızan Gezgin'le bakışlarını benden çekip, fincanı önüme geri bıraktı. Fincana tiksinircesine bakarken, "Al," dedim. "İçmeye devam et, ben bunu içmem."

Kara güldü. "Mikrop kapmazsın, merak etme."

Gözlerimi devirdim. "Başıma senin gibi bir mikrop bela olmuş, daha ne olsun?"

Kaşları çatıldı.

Aferin Asya, aferin. Sakın o çeneni tutma!

Oturduğum sandalyeden hışımla kalkarken, yanımda dikilen adama değmemek için üstün bir çaba sarf etmem gerekiyordu.

"Nereye gittiğini sanıyorsun?"

"Senden uzağa!"

Dudakları alayla kıvrılırken, ellerini giyindiği kot pantolonun ceplerine sıkıştırdı. "Benim evimdeyken mi?" Meydan okumasına karşılık, kollarımı göğsümde kavuşturarak tıpkı onun gibi alayla gülümsedim. "Madem beni bu eve getirdiniz, artık ev arkadaşı sayılırız değil mi?"

Tek kaşı havalandı. "Bu bir meydan okuma mı?"

Omzumu silktim. "Adına her ne diyorsan."

"Korkmuyor musun?"

"Neyden?"

"Sana cehennemi yaşatmamdan?"

Dudaklarımdaki alaycı kıvrım büyüdü. "Cehenneme çokta yabancı sayılmam."

Bakışlarındaki alay yavaş yavaş silinirken, karanlığı anımsatan siyah harelerini saran kirpikleri kısıldı. Bu sırada yanımdan geçerek asla yüzüme bakmayan adam, Kara'nın yanına gidip elinde tuttuğu dosyayı ona uzattı. Daha önce hiç görmediğim adam taburelerden birine oturup, ellerini tezgâhın üzerinde birleştirerek başını önüne eğdi. Evin içinde olması rağmen başındaki terekli şapkaya bir anlam veremezken, Kara, sessizliği bozdu.

Elindeki dosyaya bakarak, "Asya Sönmez," dedi tok sesiyle. "6 Kasım 1997 doğumlu. Dört günlük bir bebekken Gümüş Şehir yetimhanesinin kapısına bırakılmış." Dudaklarının arasından çıkan her bir kelime gizlemeye çalıştığım korkuyu açığa çıkartıyordu. "On dokuz yaşında yetimhaneden ayrılıp, Batı Yakasında bir binanın bodrum katındaki evde yaşamaya başlamış. Halk kütüphanesinde iki yıl, bir yemek şirketinde altı ay kurye olarak, bir aş evinde de temizlikçi olarak üç ay çalışmış. Bak sen," dedi alayla. "Hırçın kızımızın çalıştığı yerlerin listesi asla bitmiyor. Şu an da bir cafede de garson olarak çalışıyormuş."

Dişlerimi yanak içlerime bastırırken ağzıma gelen metalik tat midemi bulandırmıştı. Göğsümde kavuşturduğum ellerimi iki yanıma sarkıtırken yumruk yapmış, sıktığım o yumrukları ise karşımda duran adamın suratına geçirmemek için kendimi zor tutuyordum.

"Hayat hikâyemi sorsan söylerdim," dedim. "Araştırma zahmetine boşuna girmişsin. Sabıka kaydım da var mı? Saymamı ister misin?"

Başını iki yana sallayıp, "Bir bakalım," dedi dosyanın içindeki kağıdı çevirdi. Dudakları bir kere daha alayla kıvrıldı. "Demek bir adamın kafasında bira şişesi kırdın he?"

Tek kaşım havalandı. "Oldukça keyifliydi, üzerinde denememi ister misin?"

Alt dudağını dişlerinin arasına sıkıştırıp bakışlarını bana çevirdi. "En fazla bayılırım, peki ya sonra?"

Yutkundum.

Tepkisizliğim onu keyiflendirdi. "Bana bak, Küçük Kız. Ben tehdit edebileceğin ve üzerinde saçma sapan şeyler deneyebileceğin bir adam değilim. Buradaki hiç kimse değil, onda bir anlaşalım. Burada kaldığın süre zarfında kimsenin asabını bozmanı tavsiye etmem aksi takdirde," Devam etmesine fırsat vermeden araya girdim. "Öldürür müsün?" Dişlerini sıktı. "Masum birinin canını yakacak kadar zalim değiliz, bunu o kalın kafana sok."

"Hadi ya," dedim hırsla. "Masum birini kaçıracak kadar vahşisiniz ama?"

"Yeter!" diyerek araya giren Gezgin, hızlı adımlarla bana doğru yürümeye başladı. Çattığı kaşlarının altında öfkeyle bakarken, "Odan yukarıda koridorun sonunda sağda. Git ve dinlen." Dedi ama bu bir rica değil, emirdi. "Göz, diğerlerine haber ver toplantı odasında buluşalım. Bu konudan kurtulmamız için bir çözüm bulmalıyız!"

Geldiği andan beri kıpırdamadan yerinde oturan adam bir kere başını sallayarak tabureden indi ve aceleci adımlarla mutfaktan çıktı. Kara, elinde tuttuğu dosyayı sertçe tezgâha bırakıp adamın peşinden gitti. Gezgin'in öfkeli bakışlarını üzerimde hissediyor ama umursamıyordum.

Bıkkın bir nefes verip, mutfaktan çıkarak merdivenlere yöneldim. Kadının söylediği odaya hızlı ama sert adımlarla yürürken yanından geçip gittiğim odalardan birinin kapısı aniden açıldı. Uzun saçlı adam önce beni görüp şaşırsa da bu şaşkınlıktan kısa süre içinde kurtuldu. "Komşu," dedi, omzunu kapı pervazına yaslarken. "Naber?"

Kaşlarımı çattım. "Ne diyorsun?"

Dudaklarındaki gülümseme genişledi. "Hâlini hatırını soruyorum işte."

Cevap verme gereği duymadan adımlarımı tekrar harekete geçirirken, "Ya sabır!" diye söylendim. "Ya sabır!"

Gezgin'in yönlendirdiği odanın önüne geldiğimde son bir kere daha arkama bakıp, olduğu yerde durmuş sırıtarak bana bakmaya devam eden adamla göz göze geldim. Elini salladı.

Şu an sana orta parmak gösterebilmek için nelerimi vermezdim!

Kapıyı açıp odaya girdiğimde, çarparak kapattım. Adamın sesi koridorda yankılandı. "Ne ayıp şey ama, kapı çarpmalar falan." Ellerimi saçlarımın arasına daldırıp hırçın adımlarla volta atmaya başladım. "Hepsi deli! Hepsi manyak!"

Ben şanssız biri olduğumu çok küçük yaşlarda kabullenmiş biriydim ama bu kadarı fazlaydı. Bu kadarı gerçekten fazlaydı! Keyif almasam da özgür bir hayatım vardı. Fakat şimdi, yaşadığım şu son saatler, boktan hayatımı çok daha zorlu bir duruma getirmişti. Geçmişi değiştiremezken, geleceğimi de şekillendiremiyordum.

"Nasıl kurtulacağım ben buradan?"

Parmaklarımı o kadar sıkıyordum ki, saç diplerimin acımaya başladığını hissettim. Adımlarımı pencereye çevirip, fon perdeyi araladım. Camı açıp başımı aşağıya uzatırken, karşılaştığım arka bahçe oldukça düzenli görünüyordu. Başımı sağa çevirip, aşağıya inebilmeme destek olabilecek bir çıkıntı veya boru aradım. Yoktu. Hevesle sol tarafa baktım. Yoktu.

Ellerimi pencere pervazına vurarak, "Kahretsin!" diye bağırdım. "Kahretsin!"

Aşağıya atlama şansım yoktu. Yüksekti ve buradan atlamam ölümüme sebep olmayacaksa bile sakatlanmama sebep olabilirdi.

Geceyi beklemeli, herkes uyuduğunda harekete geçmeliydim.

Yorgun adımlarla yatağa varıp, oturmadan önce elimi yumuşacık çarşafın üzerinde gezdirdim. O kadar uzun zaman olmuştu ki düzgün bir yatakta yatamayalı. Kendi evime çıktığımdan beri yatak niyetine kullandığım çekyatın demir yayları etime batardı. Ağır hareketlerle yatağa oturup, ellerimi çarşafın üzerinde gezdirmeye devam ettim. "Tek bir şehir ama o şehrin içinde iki ayrı yaşam tarzı," dedim mırıldanarak. "Hayatımda bela yokmuş gibi, birde bu neden ekleniyor?" Bedenimi sertçe yatağa bırakırken kollarımı iki yana açtım.

🔗🔗🔗

Gözlerim korkuyla açılırken uzandığım yerden panikle kalktım. Koca yatağın ortasına kadar gelmiş, ayağımdaki botlar çıkartılmıştı ve bunu benim yapmadığıma o kadar emindim ki.

Bedenim o kadar yorgun, gözkapaklarım o kadar ağır geliyordu ki bir an için hareket edemeyeceğimi düşündüm. Uykum vardı. Başım korkunç derecede ağrıyordu ama kalkmalıydım. Buradan kurtulmam gerekiyordu. Bakışlarım pencereye kayarken perdenin arındaki karanlık içimi keyiflendirdi. Hızla yataktan kalkıp, yatağın kenarına bırakılmış botlarımı elime aldım. Kapının önüne geldiğimde kulağımı yaslayıp en ufak bir ses duymaya çalıştım. Hiçbir şey duymamam keyfimi katlarken dudaklarım hevesle kıvrıldı. "Hadi Asya, sessiz ol, kapıya git ve kaç. Bu kadar."

Kapı kulpunu tutup sessizce indirirken küçük aralıktan koridoru kontrol ettim. Loş bir ışık koridoru aydınlatırken hiç kimseyi görmedim. Parmak uçlarımda yükselip yürümeye başladığında ürkek bakışlarım odaların kapısında, kulağım ise bir tilki misali dikkatle etrafı dinliyordum. Nefes alışverişimi bile bastırmaya çalışıp merdivenlere ulaştığımda hafifçe eğilerek aşağıdaki koridoru kontrol ettim.

Kimse yoktu ve kaçış yolum birkaç adım ötemdeydi. Hızlı ama sessiz adımlarla merdivenleri inip kapıya yaklaştığım her adımımda kalbim göğüs kafesimi parçalayabilecek kadar şiddetli çarpıyordu.

Sadece birkaç adım, sadece birkaç adım!

Kapıya ulaş ve kaç!

Kapıya ulaşıp son bir kez arkamı kontrol ettikten sonra tutmaya çalıştığım nefesimi rahatlıkla bıraktım. Kapı kulpunu tutup, aşağıya çektiğim anda kulak tırmalayıcı alarm sesi evin içinde yankılanmaya başladı. Elimdeki botları bırakıp kulaklarımı kapattığımda, "Ah!" diye bağırdım. Güçlü ses başımdaki ağrıyı şiddetlendirirken sırtımı duvara yaslayıp olduğum yerde büküldüm.

Kara hızla yanıma gelip, kapının yanında duran dijital ekranın klavyesine bir şifre girdi. Alarm anında susarken, bakışlarım merdivenin başında durup alayla bakan insanlara kaydı.

"Bizi kendin gibi acemi bilmen ne acı," dedi uzun saçlı adam. "Ve bizi güzel uykumuzdan uyandırman çok daha acı."

Yanımda duran Kara, parmaklarını koluma bir mengene gibi sarıp, "Yürü!" diye tısladığında, istediğini yapmama şansım yoktu çünkü çoktan çekiştirmeye başlamıştı. Büyük adımlarına uyum sağlamakta zorlanırken, sendeleye sendeleye merdivenleri çıkmış, hevesle kaçtığım odaya hüsranla geri dönmüştüm.

Kolumdaki elini savururcasına çekerken, işaret parmağını tehditkâr şekilde salladı. "Burada kalacaksın, bunu o beynine sok. Ben sana gidebilirsin diyene kadar buradasın ve sabrımı sınamaya kalkma, Asya!"

Çenemi dikleştirip gözlerimi gözlerine sabitledim. "Sende şunu beynine sok, hayatımı karartan Kara herif, ben buradan kaçacağım!"

Başını geriye doğru yaslayıp tok ama sahte bir kahkaha attı. "Hayatını karartan herif mı? Senin bir hayatın mı vardı, Asya?"

Dişlerimi sıktım. "Canımı mı yakmaya çalışıyorsun?"

Kavisli kaşları çatılırken, başını tehlikeli biçimde sol omzuna doğru yatırdı. "Sence canını yakmak istesem," dedi kanımı donduracak kadar soğuk bir ses tonuyla. "Sözlerimle mi yaparım?"

Nereden geleceğini bilmediğim darbeler.

Korkuyla geri adım atarken, dudakları kıvrıldı. "İşte böyle Küçük Kız," dedi, keyifle. "Biraz kork. Kork ve sana zarar verebileceğim şeylerden kaçın. Uslu bir kız ol."

-BÖLÜM SONU-

Lütfen oy verdiğinizden emin olup, bir tanecik dahi olsa yorum bırakır mısınız?

Instagram: gulsumm.bilgin

 

Loading...
0%