Yeni Üyelik
21.
Bölüm

Karanlıkta Bir Yerde: 20

@gulsumblgn

Merhabaaaağ 🤍

Okumaya başlamadan önce oy verir misin, lütfen? Şimdiden teşekkür ederim.🙏

KEYİFLİ OKUMALAR!

🔗🔗🔗

En kötü geceler sonlanır mıydı?

En kötü kâbuslar bir gün biter miydi?

Küçük çocuk için o karanlık hiçbir zaman sonlanmayacak gibiydi. Bu kötü kâbusların bir gün biteceğine inanmıyordu. Elinde tuttuğu ve kendine oyuncak ettiği yılbaşı ağacı süsünün rengi atmış, topun belirli yerleri içe göçmüştü. Evirip çevirdiği süs eşyasını kucağına bırakır dirseğini dizlerine, çenesini ise ellerine yaslayarak akşam için hazırlanan annesine çevirdi bakışlarını.

Genç kadın platin sarısına boyattığı yanık saçlarını maşalamış, kabarık hâle getirip salık bırakmıştı. Yüzüne yaptığı gece makyajı buğday tenini gizleyecek kadar fazlayken, dolgun dudaklarına sürdüğü kırmızı renk ruj küçük çocuğun midesini bulandırıyordu. Çünkü şu an düzgünce duran boya, gece saatlerinde yanına geldiğinde tüm dudak çevresine bulaşmış oluyordu. Biliyordu küçük çocuk o rujun neden o hâle geldiğini. Acıydı ama biliyordu işte. Bilmek zorunda bırakılmıştı.

"Anne," dedi, sıkıntıyla. "Bu gece de geç mi geleceksin?"

Kadın, oğlunun aynaya yansıyan görüntüsüne baktı. Dudaklarında buruk bir tebessümle oğluna bakarken, bir kere daha kendinden nefret etti kadın. Oğluna böyle bir yaşantı sürdürmek zorunda kaldığı için kendinden nefret ediyordu ama başka şansı da yoktu. Kurtulmaya çalışmayı uzun zaman önce bırakmış, kaderine boyun eğmek zorunda kalmıştı. Oğlu, ona sunduğu hayata rağmen onu sevmeye devam ederken kendine reva görmediği bu sevgiye karşılık çocuğunun kendinden nefret etmesini sağlamaya çalışıyordu. Nefret etsin ki bir gün ayrılmak zorunda kaldıklarında canı daha çok yanmasındı.

Dudaklarına kondurduğu tebessümü anında yok etmeye çalışıp kaşlarını çattı. "Evet," dedi katı bir ses tonuyla. "Beni bekleme. Uyu sen." İşinin bitmiş olmasına rağmen allık fırçasını yanaklarına sürmeye devam ediyordu kadın. "Yemek dolapta. Isıtmaya çalışma, yakıverirsin evi. Zaten zeytinyağlı yemek sıcak yemene gerek yok."

Küçük çocuğun omuzları düşerken, bu akşamda yalnız başına yemek yiyecek olmasına üzülüyordu. Gerçi en son ne zaman annesiyle yemek yediğini, oturup sohbet ettiğini hatırlamıyordu bile. Gün batmaya başladığında annesi süslü kıyafetlerini giyer, güzel yüzünü kapatacak o iğrenç makyajlarını yapıp giderdi evden. Bazı geceler bekler, bazı geceler ise kapıyı gözlerken uyuya kalırdı. Bazı geceler ise, annesinin odasından gelen seslere uyanırdı küçük çocuk.

Dolan gözlerini gizlemek adına bakışlarını kaçırmaya çalışsa da kadın fark etmişti. Yanaklarına sürdüğü allık fırçası havada asılı kalırken, karşısındaki görüntü yüzünden elleri titremeye başlamıştı. Yüreğinde asla geçmeyecek o sızı varlığını tekrar belli ederken nefesi kesildi sanki kadının. Kendine olan hırsıyla elindeki fırçayı makyaj masasına fırlatıp oturduğu eskimiş tabureden kalkıp, topuklu ayakkabılarını yete vura vura hızla çıktı odadan. Genç kadın odanın dışında vicdan azabıyla gözyaşı dökerken odada kalan küçük çocuk yine annesini sinirlendirmiş olduğu için ağlıyordu.

Kurtaramıyordu annesini.

Gücü yetmiyordu.

Küçüktü. Çok küçüktü ve karşısındaki iri yarı, kötü kalpli adamları alt edemiyordu işte.

Evin kapısının çarpılarak kapandığını duyduğunda oturduğu yataktan kalkıp pencereye koştu. Evden çıkan annesi pahalı bir arabanın içine binerek dudaklarını büzerek izledi uzaklaşan arabayı. Ağladı ağlayacak hâliyle pencerenin yanından ayrılıp yatağa bıraktığı oyuncağını alarak odadan ayrıldı. Çıplak ayaklarıyla mutfağa girdiğinde adımlarını direkt buzdolabına yönlendirdi. Karnı açtı. Dolabın kapağını açıp boyası atmış büyük tencereyi saplarından kavrayarak çıkarttı.

Düşürme korkusuyla yürüme bile yürümezken tencereyi yere bıraktı. Eğer düşürürse ve yemek ziyan olursa annesi kızardı. Dolabın kapağını kapatıp yayı bozulan ve asla kapanmayan çekmeceden bir kaşık olarak tencerenin önünde bağdaş kurarak oturdu. Küçük lokmalar alarak karnını doyurmaya başladığında annesinin aç gelme ihtimaline karşı çok yememeye karar verdi. Bir yandan ağlıyor, bir yandan burnunu çekiyor bir yanda da aç karnını doyurmaya çalışıyordu küçük çocuk.

Tamamıyla doymamış olsa da açlığını bastıracak miktarda yedikten sonra tencereyi tekrar buzdolabına koyup oturma odasına geçti. Bu saatlerde çizgi film olmazdı, o yüzden yapraklarının bitmeye yakın olduğu defteri ve tek renk olan kırmızı kalemini de alarak yere uzandı. Bir baba figürü belirlemişti kendine küçük çocuk. Uzun boylu, iri cüsseli, herkesin görünce korkacağı bir adam. Defterinin her bir sayfasına hayal ettiği baba figürünü Cin Ali çizer gibi çizerken, tek dileği babasının bir gün onları kurtarmaya geleceğiydi.

Ne kadar süre öylece aynı şeyleri çizdi durdu bilmiyordu çocuk. En sonunda ağırlaşan gözkapaklarına karşı koyamayıp olduğu yerde uyuya kalırken, kapının çarpılarak açılmasıyla irkilerek uyandı. Salon karanlık bir hâle gelmişken göz gözü görmüyordu. Koridordan gelen sesleri duysa da tam olarak uyanamadığından idrak edemiyordu hiçbir şeyi.

Koridorun lambası yandı ardından annesinin şuh kahkahası evde yankılandı. Küçük çocuk uzandığı yerden telaşla kalkarken annesinin sarhoş olma ihtimaliyle bir yerlere çarpıp düşebileceğini düşünürken korkuyla fırladı ayağa. Koridordan yansıyan cılız ışık bir nebze olsun görüş alanını netleştirirken salondan çıkmak üzereydi ki yabancı bir adamın sesini duymasıyla adımları bıçak gibi kesildi.

"Ne kıvırttın kız gece boyu," dedi adam gülümseyerek. "Gözlerimi götünden ayıramadım. Benim malafat kabardıkça kapardı, zalimin kızı."

Kadın sarhoşluğun verdiği mayhoşlukla kollarını adamın boynuna doladığında, cilveyle göz süzdü adama. Zengindi adam. Bu gece onu hoş tutarsa oğluna güzel yemekler yapabilecek kadar parası olurdu. "Kaldırdığımı indiririm aslanım," dedi kadın, oğlunun onları dinlediğini bilmezken. "Sen yeter ki paradan haber ver."

Duvara yasladığı kadının bedenini kendi bedenine yaslayan adamın bakışları kadının göğüs dekoltesine kayarken, "Sen de yeter ki o paranın hakkını ver güzelim," dedi. "Gerisi kolay."

Duvarın dibine sinmiş gözyaşı dökerek annesini izleyen çocuk, elindeki süs topunu öyle sıkıyordu ki tek oyuncağını kırmanın eşiğinde olduğunun farkında bile değildi. Adam sömürürcesine kadının dudaklarını öperken, edepsiz kelimelerini söylemekten vazgeçmiyor koridorda yankılanan ıslak, tiksindirici sesleri küçük çocuğun midesini bulandırıyordu.

"Senin oğlan," dedi adam. "Uyumuş mudur?"

"Uyumuştur," dedi, kadın hâlâ daha oğlunun farkına varamazken. "Yine de odaya geçelim."

Adam arsızca sırıttı. "Odaya geçsek ne fayda gülüm? Altımdaki inleyişlerini illa duyacak çocuk. Yazık vallahi, senin gibi anası olduğu için hayattaki en şanssız velet."

Kadının gözleri anında yaşlarla parlarken, hissettiği öfkeye engel olamadan tokadını adamın yanağında patlattı. Küçük çocuk korkuyla annesine bakarken, biraz sonra olabilecekleri tahmin edebiliyordu. Yine annesi dayak yiyecek, yine geceleri acıyla inleyecekti ama bu sefer tahmin ettiği gibi olmadı. Adam öfkelendi fakat öfkesini şiddete çevirme gereği duymadı. "Seni orospu," dedi tıslarcasına. "Bana tokat atarsın he!" Kadının kollarını sertçe tutup yüzünü duvara çevirdiğinde çoktan pantolonunun kemerini çözmeye başlamıştı. "Hata bende, bende! Sen iki kuruşluk orospuya gereğinden fazla yüz verirsen böyle olur."

Adam azalmaktadan ziyade kendi sözleriyle öfkesini katlarken, kadının eteğini kaldırıp iç çamaşırını yırtarak çıkarttı. Çocuk gözlerini kapatıp hızla arkasını döndüğünde koşar adımlarla kendini balkona attı. Bir köşeye sinip ellerini kulaklarına bastırdığında ses çıkartmamaya çalışıp, kendi sıkarak ağlamalarını sürdürdü.

Bir insan fiziken değiştiğini görebilirdi, hissedebilirdi peki ya ruhunun da yavaş yavaş değişebildiğini görebilir veya hissedebilir miydi? Ben görebiliyordum, hissedebiliyordum. Hiç kuşku yok ki bu değişimin sonucunda yere çakılacaktım fakat bu değişimi engellemek gelmiyordu içimden. Kalbimin bu denli hızlı çarpması, hissettiğim huzur beni korkutacak cinstendi ama gelin görün ki ben bu korkunun önüne geçmek için kılımı kıpırdatmıyordum.

Ben galiba, gerçekten yaşamanın ne olduğunu öğreniyordum.

"Rengi hep böyle kalmayacak, değil mi?"

Bakışlarımı aynadaki yansımamdan ayırıp arkamda kalan yatakta oturan Yaman'a çevirdim. Avuç içlerini yatağa yaslayıp beline verdiği hafif açıyla geriye doğru yaslandı. Tıpkı benim ona yaptığım gibi aynadaki yansımamı izliyor, bakışları saçlarımda oyalanıyordu.

"Hayır kalmayacak," dedim. "Geçici boya. Yıkayınca akacak."

"Aksın gitsin, kalmasın. Saçlarının güzelliğini gizleyen her şeyi yok etmek istiyorum."

Gülümsedim. "Operasyon için gerekli, biliyorsun."

Omuz silkti. "Operasyonlardan da nefret ediyorum artık."

Tekrar kendime odaklandım. Bugün yapılacak operasyon için kılık değiştirmem gerektiği söylenmişti. Burçin, plastik makyajla yüz hatlarımı değiştirmiş, gözlerime Yaman'ın harelerinden daha kara bir lens takmıştı. Peruk konusunda kendime güvenmediğimden aldığımız geçici boyayla da saçlarımı ateş kızılı rengine boyamış, geniş dalgalar yaparak şekillendirmiştik. Üzerimde yine Burçin'e ait, bedenimi ikinci bir deri gibi saran siyah mini elbise vardı. Göğüs dekoltesi epey derinken sırtımdaki dövmenin gizlenmesi adına sırt dekoltesi olmayan bir elbise vermişti.

Farklıydım. Kendi yansımama bakmama rağmen karşımdaki kişinin ben olduğum konusunda ikna olamıyordum.

Ne zaman yataktan kalktığını, ne ara yanıma kadar geldiğini fark etmediğim Yaman kollarını belimden dolayıp karnımın üzerinde birleştirdiğinde yüzünü boyun girintime gizledi. Derin bir nefes alıp kokumu ciğerlerine hapsettiğinde bir süre soluğunu bırakmadı. Bu hareketi oldukça hoşuma giderken başını kaldırıp aynadan göz göze gelmemizi sağladı. "Kokun," dedi huysuz huysuz. "Kokun bile farklı, asi kız. Ciddi anlamda ben bu işten nefret etmeye başladım."

"Sizden biri olayım diye ısrar ettiğin için pişman olmuş gibisin, Kara Yaman."

"Sana verilecek görevi hesaba katmadığım için pişmanım. Planlayıcı olmak yerine masa başı bir şeyler bulurlar diye düşünmüştüm." Kaşlarını çattı. "Başkan bazen gerçekten kaçık gibi davranıyor. Eğitim bile almamışken nasıl böyle bir görevlendirme yapar aklım almıyor."

Karnımın üzerinde birleştirdiği ellerinin üzerine ellerimi koydum. "Manipüle yeteneğimin olduğuna inanıyor. Hatta seni bile manipüle edebildiğimi düşünüyor."

Dudaklarını aşağıya doğru büzdü. "Başkan'ın ilk defa yanıldığını gördüm."

"Hangi konuda?"

"Bana karşı kullandığın şey manipülasyonunun çok daha üstünde, asi kız."

Dudağımın bir kenarı yukarıya doğru kıvrıldı. "Neymiş o çok daha üstünde olan şey?"

Dudaklarını elbisenin açıkta bıraktığı boynuma bastırdı. "Üzerimdeki etkini anlatmaya kelimelerim yetmez, daha öncede söylemiştim." Güldü. "Hem arkamızdaki yatakta hem de dere de. Çok güzel anlarda söyledim hem de. Pek aklında kalmamış sanırım, tekrar etmemi ister misin? Benim odamdaki küvette detayların üzerinden geçebiliriz."

Gözlerimi devirdim. "İyice arsız oldun sen."

Az önce öptüğü yere bir ısırık bırakırken, "Sana arsız," dedi. "Ve sana bir sır vereyim mi, Asya? Ben sana asla doymayacağım."

İçimi hoş eden ses tonu, bedenimi ürperten dokunuşları zihnimi bulandırmaya başlarken birkaç saat sonra gireceğim operasyonda dinç olmam gerektiğini kendime hatırlatıp istemeye istemeye aramızdaki yakınlaşmayı bozdum. Elinden şekeri alınmış çocuklar gibi yüzüme bakarken gülüşümü bastırmak oldukça zordu. "Rahat dur," dedim. "Biraz sonra kötü adamların arasına gireceğim ve lütfen aklımı bulandırma."

"Eve gelince bulandırabilir miyim peki?"

"Bakarız."

Yatağa doğru ilerleyip Burçin'in bana bıraktığı küçük çantayı elime alarak telefonumu içine attım.

"Bakarız mı?"

Başımı onaylarcasına salladı. "Evet, bakarız."

"Bakarız?" dedi tekrar, teyit etmek ister gibi. "Şimdi baksak, yavrum?" Çantamın fermuarını kapatıp arkamı döndüğümde yine burnumda bitmesini beklemediğim için irkildim.

"Yaman!" dedim omzuna vurarak. "Ödüm patladı!"

"Asya," dedi, bakışlarını masumlaştırarak. "Öpeyim mi bir kere?"

"Hayır. Makyajımı bozarsan Burçin beni keser."

"Makyajını bozmadan öpeyim?"

"Hayır, Kara Yaman!"

Yanından geçip gitmek için hareketlenmiştim ki kolumu tutup buna engel oldu. Başımı kaldırıp çattığım kaşlarımın altından ona bakarken o da aynı şekilde bana bakıyordu. "Şu makyajdan bir an önce kurtulmak lazım. Yüzün gibi huyunda değişti kızım. Niye sürekli reddediyorsun beni?" Bir öpücük almadığı takdirde rahat bırakmayacağını bakışlarıyla belli ederken bıkkınlık dolu bir soluk bırakıp, yüksek topuklu ayakkabının sağladığı kolaylıkla dudaklarına uzandım.

Rujumun bozulmayacağından emin olduğum bir öpücüğü dudaklarına bırakıp geri çekildiğimde başını itiraz eder gibi iki yana salladı. "Bu ne sarışın, çocuk kandırır gibi?"

Gözlerim ve dudaklarım aynı oranda şaşkınlıkla açılırken karşımda gülmeye başladı. "Tamam tamam," dedi. "Şaka yaptım. Bu beni birkaç saat idare eder gibi. Hatta," dedikten sonra bu sefer o dudaklarıma kısa ama etkileyici bir öpücük bıraktı. "Artık kesinlikle birkaç saat idare edebilirim."

Bir şey daha demeden yanımdan ayrılıp ıslık çalarak odadan çıktığında elimi alnıma yaslayıp gözlerimi kapattım. "Başıma bela aldım, bela."

🔗🔗🔗

 

"Bu eldivenleri tak, Asya." Tül, üzerinde beyaz incilerin olduğu uzun eldivenleri bana uzattı. "Hiçbir şekilde DNA bırakmaman en önemli nokta. Eğer içecek bir şeyler ısmarlarsa bile içiyormuş gibi yap fakat sakın dudaklarını bardağa değdirme. Saçlarına dokunmasına izin verme, bir telin düşmesi bile işimizi zora sokar." Başımı onaylarcasına sallarken uzattığı eldiveni alıp, ellerime geçirdim.

Evden hep birlikte çıkmıştık ama şehir merkezine vardığımızda ıssız bir sokakta yanlarından ayrılacak, Merkez çalışanlarından birinin sahte taksisine binecektim. İçeriye benden başka hiç kimse girmeyecekken diğerlerinin dışarıda olacaklarını bilmek bir nebze olsun içimi rahatlatıyordu.

"Sadece saçlarına değil," diyerek araya girdi Yaman. "Hiçbir şekilde sana dokunamayacak, Asya."

Gözlerimi devirmemek için kendimi zor tutarken Burçin'in yanında oturan Şahan gülüşünü gizleme gereği duymadan yanımda oturan Yaman'a bakıyordu. "Şahan," dedi. "Elimin tersindesin, kardeşim."

Şahan'ın tok kahkahası büyük arabanın içinde yankılanırken, "Hep senin yüzünden," dedim sinirle. "Şuna laf veriyorsun ya, kafanı kırasım geliyor Kara Yaman!" Kahkaha atmaktan farklı bir boyuta geçip haykırır derecede gülerken bir yandan da dizlerini dövüyordu. Yıldıray, Şahan'ın ensesine vurup, "Abartma lan." dediğinde, Şahan'ın kahkahası bıçak gibi kesildi. "Sadece ben niye gülüyorum anasını satayım. Sizde gülsenize?"

"Komik mi lan?" diye sordu Yaman sıktığı dişlerinin arasından.

"Komiklikten ziyade," dedi Burçin. "Zamanında bize nasıl hissettirdiysen şimdi aynı şeyleri yaşıyor olman bana oldukça keyif veriyor da işte dua et ben nazik bir insanım ve seninle dalga geçmiyorum."

Birbirlerine attıkları imalı bakışlara daha fazla tahammül edemeyeceğim bir anda ayaklanıp, "Tepe Göz," dedim. "Kapıyı açar mısın lütfen?"

Dikiz aynasından bakışlarımızı birleştiren Murat, "Bana şöyle seslenmeyi ne zaman bırakacaksın?" diye sordu, homurdanarak.

Sırıttım. "Daha iyi bir lakap bulana kadar."

"Lütfen daha iyisi için arayışa girme Aykız, Tepe Göz iyidir. Öyle kalsın." Bir düğmeye basıp otomatik kapıyı araladığında, "Asya," dedi Yıldıray. "Mekânın kameraları gözlemimiz altında, korkma olur mu?"

Minnetle yüzüne bakıp başımı onaylarcasına sallarken, "Korkmuyorum," dedim. "Yani çok fazla değil."

Son kez bakışlarımı hepsinin üzerinde gezdirip, kulağıma yerleştirdiğim kulaklığı aktif hale getirip arabadan indim. Issız ve karanlık sokakta topuk sesinden başka ses duyulmuyordu. İndiğim arabayla bineceğim taksinin arasında hatırı sayılır bir mesafe vardı ve her adımımda engel olmaya çalışsam da bir gerginlik benliğimi ele geçiriyordu.

“Aykız,” diyen Yıldıray’ın sesi kulaklığımda yankılandı. “Sesimi net bir şekilde alabiliyor musun?”

“Evet,” dedim bakışlarımı etrafta gezdirirken.

Taksinin önüne geldiğimde şoför koltuğunda oturan adamın bakışları bana döndü. “Aykız?” dedi sorgulayıcı biçimde. Başımı sallayarak onayladım. “Evet.” Hafifçe gülümsedi adam. Arabaya binip kapıyı ardımdan kapattıktan sonra çok geçmeden yola koyulduk. Meraklı bakışlarım sürekli arkama dönüyor, peşimde olduklarından emin olmaya çalışıyordum. Tanıdık araba birkaç metre ilerimizde takip halindeydi.

Sessizlikle geçen yolculuk büyük bir binanın önünde sonlandığında, önde oturan adam omzunun üzerine bana doğru baktı. “Geldik. Mekân arka tarafta kalıyor, giriş iznim olmadığı için seni burada bırakmak zorundayım. Binanın etrafından dolan.” Başımı onaylarcasına sallayıp, Burçin’in çantamın içine bıraktığı parayı çıkartıp adama doğru uzattım. Bu izlenilme ihtimaline karşılık yapılan küçük bir hamleydi. Adam, uzattığım parayı alıp önüne döndüğünde bende arabadan indim. Yavaş ama kıvrak hareketlerle binanın arka kısmına doğru ilerlerken, bir anda önümü kesen adamla birkaç adım geriledim.

“Giriş için adınızı öğrenebilir miyim?”

“Rahşan Güneri.” Bundan birkaç hafta öncesine kadar tek bir adım varken artık onlarca adım vardı. Adam, söylediğim isme karşılık elinde tuttuğu tabletin ekranına dokunurken başını onaylarcasına sallayıp bir adım yana kayıp elini öne doğru uzattı. “Buyurun, Rahşan Hanım. İyi eğlenceler.” Bir şey söyleme gereği duymadan ilerlemeye başladığımda gittikçe artan kalabalığa karşılık derin bir nefes bıraktım. Bu insanlar deliydi!

Mekân, farklı konseptleri olan genel evdi. Burçin içeriye giremediğinden mekânın içini tam anlamıyla bilemiyorduk. Göz’ün kamera sistemini hackelemesi ise sadece bir yere kadar yardımcı olabilmişti. Gizli geçişler, herhangi bir olumsuzluğa karşılık kaçabileceğim noktalar neresiydi bilmiyorduk.

Giriş kısmına geldiğimde kapının önünde duran adam, “Rahşan Hanım?” dedi. “Kolunuzu uzatır mısınız, lütfen?” Karşı koymadan kolumu uzattığımda, “Eldiveninizi çıkartabilir misiniz?” dediğinde, Burçin’in sesi kulağımda yankılandı.

“İzin verme.”

Kaşlarımı çattım. “Kombinimi bozmamı mı istiyorsun? Asla!”

“Damgayı basmadığım sürece içeriye giremezsiniz, Rahşan Hanım.”

Hafifçe bedenimi çevirip, “Omzuma bas o zaman yakışıklı,” dedim cilveyle. “Sonuçta kol ya da omuz, ne fark eder. Damga gözükecek değil mi? Hem söylesene bana, senin gibi yakışıklı bir adam neden kapıda bekliyor ki? Senin içeride olman gerekiyordu ki, bu nimetten her kadın yararlanabilsin.” Adamın yüzündeki katı ifade her bir kelimemde daha yumuşak bir hal alırken, “Asya!” dedi, Yaman. “Ağzına hâkim mi olsan?”

Adam, elinde tuttuğu damgayı omzuma bastırdığında, “İltifatınız için teşekkür ederim Rahşan Hanım,” dedi sulu sulu. “Lütfen içeriye geçin.” Alt dudağımı dişlerimin arasına alıp göz kırptım. Açtığı kapıdan içeriye girdiğimde adamın sırtımdaki bakışlarını hissedebiliyordum. Alayla gülümsedim. “Geri zekâlı herif,” diye mırıldandım. “Aklın bacak aranda çalıştığı sürece senin bu dünyadaki zamanın fazla değil.”

Kırmızı led ışıklarla aydınlatılmış koridorda ilerledikçe sesler çoğalıyor, rahatsız edici uğultu yüzümü buruşturmama neden oluyordu. Koridorun sonundaki kapıya geldiğimde onun önünde de bir adam bekliyordu. “Damganızı görebilir miyim, lütfen?” Bedenimi hafifçe çevirip, omzuma bastırılmış ve ne olduğunu asla anlamadığım şekli karşımdaki ürkütücü adama gösterdim. Bir kere başını sallayıp, parmağını okutup kapıyı açtı. Kapının açılmasıyla birlikte yüksek sesli müzik bir tokat gibi yüzüme çarptı. İçeriye adımımı attığım anda bakışlarım şaşkınlıkla etrafta dolanmaya başladı.

Büyük bir alan içinde taş çatlasın elliyi geçmeyen insanlar vardı. Masaların arasında duran yüksek platformda çırılçıplak halde dans eden kadınlara aç kurtlar gibi bakan adamlar kendinden geçmiş gibiydi. Yine aynı çıplaklıkla dans eden erkeklere bakan kadınların ileri yaşlarına değinmiyorum bile!

İçerideki kokuya ve dumana bakılacak olursa ikramlar sadece alkollerden ibaret değildi. Sol tarafa döndüm. Yan yana dizilmiş localarda oturan her bir adamın yanında en az iki kadın vardı. Kadınlar göğüs uçlarına inciler yapıştırmış altlarında ise yine aynı incilerle kaplanmış tangalar giyiyordu. Kadınların suç kahkahaları müzik sesini bile bastırırken, bazıları kendinden geçmiş gibi öpüşüyor bazıları ise nerede olduklarını umursamadan oral seks yapıyordu.

Midemin çalkalanmaya başladığını hissettiğimde sağ taraftaki bar bölümüne doğru ilerledim. Kameranın gördüğü tek yer bar masasıydı. Boş bulduğum tabureye oturup, kadın barmene döndüm. “Sek votka.” Diğerleri gibi oda çıplaktı. Bakışlarımı çok fazla üstünde tutmamaya çalışıp burnumu kaşır gibi yaparak dudaklarımı elimle gölgeledim. “Beni görebiliyor musunuz?”

“Evet,” dedi Yıldıray. “Şu an tam kameranın odağındasın.”

“Burası çok korkunç!”

“Memeler diyarına gitmiş gibisin.” Dedi, Şahan her zamanki alaycılığıyla. “Barmenler böyleyse diğer alanı merak etmiyor değilim.”

Gözlerimi devirdim. “Sadece meme mi var sanıyorsun, Gazap? Burası çıplaklar kampı gibi bir şey.”

“Sikeyim ben böyle işi!” dedi Yaman, hırsla. “Bu kızın orada ne işi var amına koyayım?”

“Aldığımız bilgiler böyle değildi,” dedi Yıldıray, ses tonuna yansıttığı gerginlikle. “Başkan’la görüşecek ve operasyonu iptal edeceğim.”

Aldığımız bilgiler kesinlikle eksikti. Tamam, mekanın geliştirilmiş bir genel ev olduğunu söylemişlerdi fakat hiçbirimiz bu denli açık konsept olacağını düşünmemiştik. En azından ben, böyle bir yere düşeceğimi tahmin etmemiştim.

Kadın siparişimi önüme bıraktığında, gülümseyerek teşekkür ettim fakat kadın bununla kalmayıp elime uzandığında, “Seni buralarda ilk defa görüyorum,” dedi. Parmaklarının ucuyla eldiven boyunca kolumu okşadı. “Tercihlerini merak ettim, bebeğim?”

Kaşlarım havalandı. “Seni ne mutlu ederdi?”

Omuz silkti. “Bana göre hava hoş. İki türlüsünü de seviyorum.”

“Kara Yaman’ım erkeklerden korkuyordu ama tam tersi oldu, iyi mi?” Şahan’ın güler gibi konuşması kulağımda yankılanırken, Yaman’ın verdiği küfür dolu karşılıkları duymazdan geldim.

“Haklısın,” dedim, içkimden bir yudum almış gibi davranıp yutkundum. “Buraya ilk gelişim.”

Çapkın bir bakışla yüzümü incelerken, “Umarım son olmaz,” dedi cilveyle. “Ağzımı ve şu sıkı amcığımı bir bakışınla sulandırdın, bebeğim.”

Zorda olsa gülümsedim. Başka bir siparişin gelmesi üzerine kadın hızla yanımdan ayrıldığında derin bir nefes aldım. “Buradan çıktığımda ağzına sıçacağım, Gazap!”

“Ben ne yaptım be!”

“Hani sorguların korkulu yüzüydün? Hani en doğru bilgileri alırdın sen? Ulan ben nereye düştüm böyle?”

“Sabret güzelim,” dedi Yaman, araya girerek. “Yıldıray birazdan döner. Seni oradan çıkartacağız.”

Bakışlarım yavaş yavaş açılan kapıya kaydığında içeriye giren küçük toplulukla omuzlarım dik bir hale geldi. Bu cehennemin içine düşmeme sebep olan adam pişkin bir sırıtmayla etrafını incelerken, “Geldi,” dedim. “Payaslı, beş adamla giriş yaptı.”

“Bırak,” dedi Burçin. “Hiçbir şey yapmana gerek yok, Asya. Oradan çıkmanı sağlayacağız.”

Bakışlarım ilerlemeye başlayan Payaslı’yı takip ederken, adam mekânın köşesinde bulunan merdivenlere doğru yöneldi. Yüzü bana dönük olduğu için her bir mimiğini rahatlıkla görebiliyor gittikçe büyüyen sırıtmasının nedenini merak ediyordum. Bakışlarını takip ettiğimde ise görmeyi asla beklemediğim o yüz, ağır ağır merdivenlerden aşağıya iniyordu.

Düşmanın kanıma karıştırdığı zehir karşımdaki yüzle birlikte daha çok yayılmaya başladı. Geçmişimin, bugünümüm ve geleceğimin kâbusu tam karşımdaydı. Yüzü zamana meydan okurcasına aynıyken ak düşmüş saçları ilerleyen yaşını belli eden tek etkendi. Kalbim, göğüs kafesimin içinde kopan kıyamete karşılık şiddetle çarpıyor, aldığım nefesler ciğerlerime batıyordu. Gözlerimi sıkıca kapatıp, kulaklarımda yankılanan Beyza’nın sesini geri plana atmaya çalıştım. Kapalı gözlerimin önünde bir film gibi oynayan geçmişim hiç şüphesiz ki yaklaşan kıyametin habercisiydi. Gözkapaklarımı araladığımda, bakışlarım tekrar onları buldu.

Birbirine sarılan Payaslı ve Ayşen Kazlak.

“Onay aldım,” dedi Yıldıray keyifle. “Oradan çık, Asya. Sokağın başında seni bekliyoruz.”

Kıracak derecede sıktığım kadehi sertçe tezgâha bırakıp, “O burada,” dedim sıktığım dişlerimin arasından.

“Öyle veya böyle Payaslı’yı yakalayacağız Asya,” dedi Yaman, katı bir ses tonuyla. “Bugün olması gerekmiyor. Çık şu lanet yerden!”

“Payaslı’nın canı cehenneme! Ayşen Kazlak şu an tam karşımda!”

Her insanın hayatında geriye alamayacağı bir dönüm noktası vardır. Ben o noktaya, Lotus Timinden biri olmaya karar verdiğimde varmıştım. Ama yanılmışım. Benim dönüm noktam tamda şu andı. Eceli olmak istediğim kadın yıllar sonra birkaç metre ilerimde keyifle sırıtırken, bakışlarım boynuna kaydı. Ellerimi o boynuna sarıp, nefesini kesene kadar sıkmak istediğim ellerim iki yanımda yumruk halini almıştı. Şu an freni patlamış bir kamyon gibiydim. Nereye çarpıp paramparça olacağımı asla kestiremiyordum. O kadın öldükten sonra paramparça olmak ise umurumda değildi.

“Onun orada ne işi var!”

“Lanet olsun!”

“Asya hemen oradan çık, sakın bir şey yapma!”

“Asya!”

“İçeriye girmemiz lazım!”

Kulaklıkta yankılanan sesleri duyabiliyor fakat zihnim o kadar karışıktı ki, sesleri idrak edemiyordum.

Yirmi altı yıllık hayatımda ilk defa av değil, avcıydım. Peki, bu denli kana susayan bir avcıyı kim, ne durdurabilirdi?

‘İntikamımı almanın zamanı gelmedi mi, Aykız?’

Beyza’nın sesi kulaklarımda yankılanmaya başladı. Onun sesine Yaman’ın sesi karıştı.

“Asya bana odaklan bebeğim,” dedi, kabul etmemi ümit edercesine. “Beni dinle.”

‘Onu dinlersen intikamımı alamazsın, Aykız.”

“Sana söz veriyorum o kadını sana getireceğim.”

‘O kadın kendi ayağıyla sana geldi, Aykız.’

“Orada ona bir şey yapmaya kalkarsan sana yetişemem, yavrum. Sana zarar verirler, yetişemeyiz.”

‘Bana da yetişemediler, Aykız.’

Yutkundum.

Karanlık zihnimin içinde gittikçe büyüdü. Bir tarafta kardeşim, diğer tarafta Yaman. Kollarımdan tutmuş, kendi yollarına çekmeye çalışıyorlardı. Bir süre o karanlık ve sessizlik birbirine karıştı. İkisi de masumca yüzüme bakıp tek kelime etmedi. Ta ki, Ayşen Kazlak gülene kadar. Ben, ilk adımımı Beyza’ya doğru atarak oturduğum tabureden kalktım.

‘Bana gülme hakkı tanımadı, Aykız. Bana eğlenme fırsatı vermedi ama bak, o gülebiliyor.’

“Asya,” dedi Yaman. “Güzelim, içimdeki canavarın beni yok etmesine izin verme, bana, bize bunu yapma.”

‘Ben yok oldum, abla. Ben yoğum ki artık. O kadın yüzünden kendimi yok ettim.’

Zihnimde yankılanan ses bir tokat gibi ruhuma çarptığımda sendeledim. “Tamam,” dedi Yaman, yumuşak bir ses tonuyla. “Seni durdurmayacağım güzelim, söz veriyorum durdurmayacağım ama bekle. Birazdan yanına geleceğim ve ne istiyorsan birlikte yapacağız. Tamam mı? Sadece birazcık bekle.”

“Ölürsünüz!” diye bağırdı, Burçin. “İkinizde orada ölürsünüz!”

Sessizlik.

Ayşen Kazlak’ın Payaslı ile merdiveni çıkmaya başlaması.

Dayanamadım… Bir adım daha attım. Bu sefer kulağımda Burçin’in sesi yankılandı. “Asya,” dedi titrek ses tonuyla. “Biz kaybeden çocuklar olduk her zaman. Şimdi bir kaybedişi daha izlememizi isteme. Küçük kız kardeşimin ölümünü bize izletme.”

“Ben,” dedim, göğsümde ağırlık gittikçe büyürken. “Ben küçük kız kardeşimin ölümünü izledim.”

“Biliyoruz,” dedi Yıldıray, tok sesiyle. “Biliyoruz Asya. Sen bu hissin ne kadar acı verdiğini bilirken, o hissi tatmamıza izin verebilecek misin?”

“Asya,” dedi Şahan, ciddiyetle. “Ben sokakta büyüdüm, okudun. O sokaklarda soğuktan korunmak için birbirimize sarılarak uyurken bazıları kollarımın arasında can verdi. Ben uyurken onlar öldü. Şimdi senin ölmeni izlemek istemiyorum. Ben yeterince ölüm izledim, Asya. Seninkini de izletme.”

Bulunduğum ortam, üzerimdeki bakışlar umurumda değildi. Tek odaklandığım şey, o kadındı. O kadının gülüşüydü.

YAZARDAN,

İçine düştükleri durum herkesin bedenine yayılan endişeyi arttırırken, beşi de dizüstü bilgisayarın karşısına geçmiş merakla kameraya yansıyan Asya’nın tutarsız hareketlerini izliyordu. Genç kadının iki adım ileri atıp bir adım gerilemesi, Diyar’ın kanını kaynatıyordu fakat bu sefer öfkenden değil, korkudandı. Küçük Diyar bu korkuya alışkınken, Kara Yaman içindeki bu duygu seline karşı koymakta zorlanıyordu. Kendini arabadan atıp mekâna girmek, Asya’nın yanında olmak istiyordu.

Gizem ise, gözlerinden akan yaşlara engel olamazken Yıldıray çattığı kaşlarının altında endişeyle parlayan mavi gözlerini ekrandan ayırmıyordu. İlyas’ın içinde de aynı korku peyda olurken, bu operasyonda en çok yara olan kuşkusuz Cihan’dı. Asya’nın bulunduğu mekân onu geçmişe sürükleyip annesinin güzel yüzünü gözlerinin önüne sürerek, Ayşen Kazlak’ın varlığıyla Asya’ya odaklanmayı başarmıştı. Zamanla benimsedikleri, kardeşleri yerine koydukları genç kızın arafta kalan bedenini elleri kolları bağlı şekilde izlemek hepsinin zoruna gidiyordu.

En çokta Kara Yaman’ın.

İçindeki canavar, ‘Şu an onun yanında olmalısın!’ diye haykırıyor, pençelerini göğüs kafesine saplayarak kalbine ulaşmaya çalışıyordu. O canavarın gözünde Asya acı çekiyordu ve Yaman’da aynı acıyı çekmeliydi.

“Asya,” dedi, Yaman. “Varlığın üzerine yemin ederim ki, o kadını sana getireceğim.” Yalvarmak istiyordu. Asya’ya oradan çıkması için yalvarmak istiyordu fakat fayda etmeyeceğinin bilincindeydi. Gerçekten bekleyeceğini bilse hemen içeriye girerdi ama beklemeyeceğini de biliyordu. Şu an Asya’nın kanı deli akıyordu. Bir seçim yapmak zorunda hissediyordu kendini. Ya kendi canı ya da küçük kız kardeşinin intikamı.

“Ona yanaşamazsın bile,” dedi Gizem, dürüstçe. “Yanaşmana izin verirler mi sanıyorsun? Mantığını devreye sok, Aykız! Onların karşısında hiçbir şansın yok, daha Ayşen’ın yanına yaklaşamadan öldürülürsün. O zaman Beyza’nın intikamını kim alacak?”

İşte o esnada hiç kimsenin beklemediği bir şey oldu. Arslan Bozok’un sesi, Lotus Timinin kullandığı frekansa karıştı. “Merhaba Aykız,” dedi keyifle. “Bunu söylemekten keyif almasam da arkadaşların haklı. Daha Ayşen’in yanına yaklaşamadan öldürürler seni.” Hepsi şaşkınlıkla birbirine bakarken, Bozok bu sessizliği fırsat bilip konuşmaya devam etti. “Ama sana küçük bir yardımda bulunabilirim. Bar kısmında duran, kadın barmeni görüyor musun?” Asya’nın bakışları hemen söylenilen yöne döndü. Barmen kadın, Asya’nın bakışlarını fark ettiğinde gülümseyerek göz kırptı. “Sırf sefil hayatından kurtulmak için daha sefil hayatı kabul eden o kadını öldür, Ayşen’in yanına yaklaşmana izin vereyim, Aykız.”

 

-BÖLÜM SONU-

 

Lütfen oy verdiğinizden emin olup yorum bırakmayı unutmayın canımlar

 

Yeni bölümde görüşünceye dek kendinize çoook iyi bakın...

 

Instagram: gulsumm.bilgin

Loading...
0%