Yeni Üyelik
23.
Bölüm

Karanlıkta Bir Yerde: 22

@gulsumblgn

Merhabaaaağ 🤍

Okumaya başlamadan önce oy verir misin, lütfen? Şimdiden teşekkür ederim.🙏

KEYİFLİ OKUMALAR!

🔗🔗🔗

Geçmişin sayfaları bir kere daha açılırken, geçip gittiği yolları hüzünlü bakışlarıyla izliyordu küçük çocuk. Yan tarafına koyulmuş pusette durmadan ağlayan bir yaşındaki kız kardeşi elinde tuttuğu oyuncağını savurup duruyordu. Bazı anlarda pelüş oyuncağın sarkıntılı ipi Kerem Ali’nin yüzüne çarpıyor, canını acıtıyordu ama birde o ağlayarak yolu ailesi için daha çekilmez bir hale getirmek istemiyordu.

“Bu çocuk yol boyunca ağlayıp duracak mı, Nesrin?”

Babasının tok sesi arabada yankılanırken, annesi iki koltuk arasından başını uzatıp kızına baktı. “Karnı tok, altı temiz. Bir derdi var ama çözemiyorum.” Annesi bilmese de Kerem Ali kardeşinin derdini biliyordu. Kardeşine annesi ve babasından daha yakın olduğu için şu an kız kardeşinin neden durmadan ağladığını iyi bilirdi. Çünkü ailesinin işkolik olması küçük bedenini boyundan büyük görevlere sürüklerdi. Sırtı isilik olduğu için canı yanıyordu, miniğin.

“Sana dedim,” dedi babası, taviz vermeyen sert sesiyle. “Dadıyı da peşimizde getirelim dedim.”

Nesrin gözlerini devirip, önüne döndüğünde kucağına bıraktığı telefonunu eline aldı. “Niye?” diye sordu alayla. “Pek sevgili dadımızla artık görüşemeyecek olmak canını mı sıkıyor? Merak etme kocacığım, gittiğimiz yerde sen o eksikliği seve seve doldurursun.”

Paranın asla huzur getirmediği bir aile örneğiydi Safa ailesi. Çıkar ilişkisiyle başlayan bu evlilik sevgi getirmediği gibi saygıyı da yok etmişti aralarında. Tuğrul Bey çapkınlığıyla nam salmış büyük bir iş insanıyken, Nesrin Hanım sosyetenin ileri gelen isimlerinden biriydi.

“Ne saçmalıyorsun Tanrı aşkına!” diye bağırdı Tuğrul Bey. Ayarlayamadığı yüksek ses tonu küçük kızın ağlayışını şiddetlendirirken, Kerem Ali beş yaşında olmasına rağmen kocaman bir yüreğe sahip olduğunu bir kere daha gözler önüne sürerek kardeşini kollarının arasına aldı. Yavaşça kardeşinin saçlarını okşayarak uysallaştırmaya çalışıyordu ama anne ve babası kavgaya tutuşmuştu bir kere. Kolay kolay susacak gibi de durmuyorlardı.

“Saçmalık mı?” diye sordu, Nesrin Hanım. “Asıl saçmalık ne biliyor musun, Tuğrul? Çocuklarımıza bakması için tuttuğumuz dadıyla yatman! Nasıl bir seviyesizliktir bu? Evin çalışanlarıyla birlikte olacak kadar yoklukta mıydın?”Kendi söylediğine kahkahalarla gülen kadın, arkada olan çocuklarını tamamen unutmuştu. Kocasına olan öfkesi o kadar büyük, o kadar tehlikeliydi ki gözü hiçbir şeyi görmüyordu şu an. Yola çıktıklarından beri çocukların sürtük dadılarını almadıkları için şikâyetleşip durmuştu. Nesrin Hanımda sakinliğini buraya kadar frenleyebilmişti işte.

Kerem Ali, küçük yaşına göre olgun düşünmek zorunda bırakılan bir çocuk olduğundan annesinin neler söylediğini ne yazık ki anlayabiliyordu. Büyüdüğü bu ortamdan şu yaşında nefret ederken ilerisini düşünmeden duramıyordu. Kız kardeşinin de böyle ebeveynlerin arasında büyüyecek olması en büyük derdiydi. Şimdi olanları anlayamıyordu ama büyüdüğünde ve bazı şeyleri idrak edebildiğinde tıpkı kendisi gibi ailesinden nefret edecekti.

“Çocukların yanında zırvalamayı kes!”

Nesrin Hanım tiksinircesine kocasına baktı. “Çocukların şimdi mi aklına geliyor, Tuğrul Bey?”

Kocasını sevmese de asla ona bu saygısızlığı yapmamıştı Nesrin. Kocasını hiçbir zaman aldatmamıştı ama Tuğrul, bunu yapmaktan kendini alıkoyamıyordu. Karısının tüm gerçeği bilmesine rağmen ondan boşanmıyor oluşu ise ondan daha çok nefret etmesine sebep oluyordu. Ona göre Nesrin gurursuz kadının tekiydi.

Küçük kız kardeşini susturmayı başaramayan Kerem Ali ne yapması gerektiğini şaşırırken, küçük bedeni büyük bir öfke ile doluyordu. Onu korkuttuklarının farkında değiller miydi! Çattığı kaşlarının altında kinle parlayan mavi hareleri bir annesinin birde babasının yan profilinde gezinip dururken şu kavganın bir an önce bitmesini temenni ediyordu.

“Onlar benim çocuklarım, elbette düşünüyorum!”

Yine kahkahalarla güldü, Nesrin Hanım. “Senin babalık anlayışında bu kadar işte. Yedirip içiriyor, giyindirip bol bol oyuncaklar alıyorsun diye kendini baba sanıyorsun.”

Bu sefer gülme sırası Tuğrul Beydeydi. “Benim babalığımı sorgulayan kadına da bakın hele. Göğüslerim sarkar diye çocuklarını emzirmeyen bir anne. Karşındaki insanı yargılamadan önce bir kendine bakacaksın, kendine! Anneymiş. Ulan Kerem Ali bile Burçin’e daha iyi annelik yapıyor!”

Küçük kızın artık içi katılırken, beyaz teni kıpkırmızı olmuştu. Gözyaşları sicimle yanaklarından kayarken, korkuyla kıpırdandı Kerem Ali. Kardeşinin kızarmış yüzünü ellerinin arasına alıp tombul yanaklarını okşamaya başladı. “Güzel kardeşim,” dedi panikle. “Ağlama artık.” Kızın nefesi kesilmeye başladığında, “Anne!” diye bağırdı, Kerem Ali. “Burçin’e bir şey oluyor!”

Nesrin Hanım arkasını dönüp kızına baktığından gördüğü manzara karşısında kocasına hissettiği öfkeyi anında unuttu. Burçin’in morarmaya başlayan dudaklarından gözlerini alamazken, “Tuğrul!” diye bağırdı. “Tuğrul, Burçin’in dudakları morarmaya başladı!”

Tuğrul Beyin bakışları dikiz aynasından kızını bulduğunda sertçe yutkundu. Arabanın gazına biraz daha yüklenip, “Hastaneye gidiyoruz!” dedi. Az önceki kavgayı tamamen unutan çift karşılaştıkları durumla ne yapacaklarını bilemiyorlardı. Kerem Ali ise kardeşinin halini gördükçe daha çok ağlıyor, daha çok korkuyordu. Nesrin Hanım bağladığı kemerini çözüp, iki koltuk arasından çocuklarına uzandı. İkisinin de elini tutmuş belki de daha önce hiç yapmadığı şeyi yaparak dua ediyordu. Küçük kızı için korkuyla dualar ediyordu.

“Daha hızlı git, Tuğrul!”

“Elimden geleni yapıyorum!”

Kerem Ali kardeşinin nefes alamadığını fark ettiği anda, “Nefes alamıyor!” diye bağırdı. “Baba, Burçin nefes alamıyor!”

Küçük kızın çaresiz çırpınışları yavaş yavaş durulurken mavi hareleri geriye doğru kaymaya başladı. Kastığı bedeni boş bir çuval gibi kalakalırken, can havliyle sarmaladığı pelüş oyuncak küçük parmaklarından kayıp gitti. Kerem Ali, yere düşen oyuncağa şaşkınlıkla bakarken, “Ölüyor!” diye bağırdı Nesrin Hanım. “Kızımız ölüyor, Tuğrul!”

Bunu duyan Tuğrul Bey neye uğradığını şaşırırken, direksiyonun hâkimiyetini bir an için kaybetti. Araba sertçe sağa sola savrulmaya başladığında iki koltuk arasında duran Nesrin geriye doğru düştü. Kerem Ali karşı koyamadığı güçle yan tarafa doğru savrulurken gözlerini kardeşinin üzerinden çekemiyordu. Girdiği şok tepki vermesini bile engellerken, annesinin çığlıkları kulaklarını dolduruyordu. Direksiyon hâkimiyetini kuramayan Tuğrul Bey, “Sıkı tutunun!” diye bağırsa da iş işten geçmişti. Araba yan yatıp taklalar atmaya başladığında metalin yola sürünerek çıkarttığı o kulak tırmalayıcı ses duydukları son ses olmuştu.

O gün küçük kardeşini, annesini ve babasını kaybeden Kerem Ali arabadan sağ çıkan tek kişiydi. Ömrünün geri kalanı boyunca annesi ve babasını nefretle anan Akrep, canından çok sevdiği kardeşinin adını sevdiği kadınla yaşatmıştı. Kardeşini nasıl sarıp sarmaladıysa Gezgin’i de öyle sarmaladı. Kardeşinin gözünden akan yaşları nasıl şefkatle kuruladıysa, sevdiği kadının gözyaşlarını öperek kuruladı. Küçük kardeşine geç kalmıştı ama sevdiği kadına geç kalmamak, yaralarını tek tek sarmak için canı pahasına uğraşmıştı.

Lotus timinin korkusuz lideri her ne kadar iri cüssesiyle yıkılmaz gibi dursa da en büyük korkusu bir kardeşini daha kaybetmekti. Sevdiği kadını kaybetmekti. Bir daha bu acıyla sınanmak istemeyen Akrep, aile bildiği o beş insana dört elle sarılmış, kanatlarının altında sevgiyle saklıyordu.

Geçip gittiğimiz koridorun sonunda bir odanın önüne geldiğimizde Burçin parmağını köşede duran cihaza okuttu. Kapının kilidinden tiz bir ses yükseldiğinde, büyük çelik kapıyı itekledi. “Buraya giriş izni sadece bizde ve Başkan’da var,” dedi odaya girerken. “Göz’e söyleyelim de parmak izini sisteme yüklesin.” Başımı onaylarcasına sallayıp peşinden odaya girdim. Yaman’ın bütün ısrarlarına rağmen arşive Burçin’le gelmeyi tercih etmiştim. Çünkü bakışlarında parlayan muzipliği gördükçe beni burada da rahat bırakmayacağının pek tabii bilincindeydim.

Bakışlarımı odanın içerisinde gezdirdim. En az toplantı odası kadar büyük bir alana sahipti. Raflardan ibaret, içinde saymaya kalksam yorulacağım kadar dosya mevcuttu. Ortaya bırakılmış kare masanın üzerinde ise bir bilgisayar duruyordu. Burçin raflardan birinin önüne geçerek gözlerini dosyalarda gezdirmeye başladı. “Ayşen hakkında elimizde pek bir bilgi yok,” diyerek açıklamaya başladı. “Kadın, yetimhaneden sürüldükten sonra tamamen hayalet moda geçti. Nadiren piyasaya çıktığında bile bilgi sağlamamız güç oldu. Dışarı çıktığında ise sürekli yer değiştiriyordu.”

Masanın önüne bırakılmış sandalyeye oturdum. “Sence o mekânda, Ayşen’in ne işi vardı?”

Burçin omuz silkti. “Tahminlerim yetersiz kalıyor. Karşımızdaki insanların beyni tuhaf çalışıyor. Payaslı ile Ayşen’in tanışıklığını bilmiyorduk bu yüzden neden bir aradaydılar bilinmez ama burnuma pekte iyi kokular gelmiyor.” Aradığı dosyayı bulup eline aldığında önüme bıraktı. “Elimizdeki bilgiler bunlardan ibaret. Umarım bizim gözden kaçırdığımız bir şeyler vardır.” Çokta kalın sayılamayacak dosyanın kapağını açtığımda beni karşılayan ilk şey Ayşen’in birkaç fotoğrafı ve kişisel bilgileri olmuştu. Üzerinde çok durmama gerek olmayan bilgileri es geçip sayfayı çevirdim. Bu sayfada da yetimhanedeki kızların şikâyetleri vardı.

Beyza’nın tanıdık el yazısını fark ettiğimde, elimi kâğıdın üzerine koydum. Sanki küçüğümün saçlarını tekrar okşarmışçasına parmaklarımı yazılarda gezdirirken, dağılmış olan mürekkebin üstünde duraksadım. Bu şikâyet dilekçesini yazarken kâğıda akıttığı yaşlar yüreğimde bir zelzele yarattı. Titremeye başlayan dudaklarımı ağzımın içine yuvarlayıp boşta kalan elimin parmaklarını yumruk haline getirdim.

“Çok seviyordun değil mi?” diye sordu Burçin.

Gülümsedim. “Benim ondan başka kimsem yoktu, Burçin. Ben onun sayesinde güçlü kalmayı öğrendim. Ayşen’in bana uyguladığı şiddetin yaralarını Beyza ağlaya ağlaya sarardı. Benim doğum günümü kutlayan tek insandı hatta saçımı okşayan, bana sarılan ilk oydu biliyor musun?” Gözlerimde biriken yaşlardan bir tanesi yanağıma düştüğünde, bakışlarımızı birleştirdim. Onunda siyah hareleri yaşlarla parlıyordu. “Beyza’dan sonra sarıldığım ilk kişi sendin biliyor musun?” Uzanıp masada duran elimin üzerine elini koydu. “Ben hep yanındayım Asya,” dedi titreyen sesiyle. “Ben her daim sana sarılmak için burada olacağım, bunu unutma olur mu?”

Başımı onaylarcasına sallayıp bu duygusal anın içinde çok fazla barınmak istemediğimden bakışlarımı tekrar dosyaya indirdim. Diğer sayfaya geçtiğimde Ayşen’in bir adamla fotoğrafı vardı. Adamı anında tanışmıştım çünkü unutmam mümkün değildi. Kaşlarımı çatarak, fotoğrafı elime aldım. “Bu adam kim?”

Burçin arkama geçerek ellerini masaya yasladı. “Ferit Kazlak,” dedi. “Ayşen’in kardeşi. Yer değişikliği yapmadan önce hep bu adamla buluşurdu. Adamı araştırdık, hakkında elle tutulur bir şey yok. Gümüş Şehir lisesinde edebiyat öğretmeni. Hiç evlenmemiş. Bir süre takip altında kaldı ama herhangi bir terslik saptanmadığından üzerinde çok durulmasına onay verilmedi.”

Başımı iki yana salladım. “Ayşen’in bir kardeşi olduğunu bilmiyordum,” dedim şüphe dolu sesle. “Peki, kayıtlarda adamın evlatlık çocuk edindiğine dair bir bilgi var mı?”

Başını olumsuz anlamda salladı. “Hayır, böyle bir bilgi yok.”

Biliyordum! Onların gözünden kaçan ama benim yakalayacağım bir şeyin çıkacağını biliyordum ama bu kadar kolay önüme çıkacağını tahmin edemezdim. “Burçin,” dedim heyecanla. “Bu adam hakkında daha fazla araştırma yapmalıyız. Sandığınız gibi sıradan biri olmayabilir. Bu adam yetimhaneden bir evlat edindi.”

Kaşları çatıldı. “Resmi evraklarda böyle bir şey görünmüyor. Bundan emin misin?”

“Adımın Asya olduğuna emin olduğum kadar,” dedim. O günü ölsem de unutmazdım. “Bu adam yetimhanedeki bir kızı evlat edindi. Kızın adı Serpil Alaca.” Serpil’in o günkü tavırları aklıma geldiğinde yüzümü buruşturdu. Bana ve diğer kızlara attığı üstten bakışla yetimhaneden kurtulduğunu, oldukça zengin bir adamın evinde kalacağı konusunda havasını atmıştı da atmıştı. Günlerce bahsettiği konuya ilk başta kimse inanmasa da adamın gelip onu aldığı gün, hepimiz derin bir nefes almıştık. Sonuçta yetimhanedeki şeytanın sol bacağı olan kız defolup gitmiş ve bizde kurtulmuştuk. O yüzden o günkü rahatlamamı asla ama asla unutmazdım. Adam epeyce yaşlanmıştı fakat gördüğüm o sert mizacı, ürkütücü bakışları hiç değişmemişti.

Burçin olduğu yerde doğrulup, “Bundan emin misin Asya?” diye sordu, öfkeyle. Bu tavrına bir anlam yükleyemesem de başımı onaylarcasına salladım. “İnan bana o gün hissettiğim keyif asla unutmam. Adam ürkütücü dursa da yetimhanede bir kahraman görülmüştü çünkü bizi Serpil’den kurtarmıştı.”

Elimde duran fotoğrafı alarak kapıya yöneldi. “Masanın çekmecesinde kâğıt ve kalem var,” dedi. “Sen dosyayı incelemeye devam et, önemli gördüğün her şeyi de not al. Bende bizimkilere bu adam ve Serpil’den bahsedeyim.” Bir şey demeden hızla odadan ayrılsa da bakışlarımı kapıdan çekmedim. “Bu kadar sinirlenecek ne vardı ki?” Omuzlarımı silkip dediği çekmeceden kâğıtla kalemi çıkartıp dosyayı incelemeye devam ettim.

Ayşen Kazlak, üç ayda bir yer değiştirmişti. Gittiği güzergâhlar hakkında bilgiler vardı fakat bir yerden sonra mobeseden çıkıyordu. Edinilen bilgilere göre şans eseri dahi olsa herhangi bir marketin veya benzin istasyonunun kameralarına bile yakalanmıyordu. Kart bilgileriyle bilgi sağlamaya çalışsalar bile bu konuda da istediklerini elde edememişlerdi. Parmaklarımın arasında duran kalemi çevirmeye başladım. “Anlaşılan Bozok tarafından oldukça iyi korunuyorsun, Kazlak.” Tehlikeli bir kıvrım dudağımın kenarında peyda oldu. “Ama bir kere radarıma girdin, bundan sonrası kolay.” İletişime geçtiği insanlar sözde kardeşi haricinde sıfırdı. Sakladığı her ne ise, bunun uğruna muntazam bir şekilde korunuyordu. Diğer sayfayı çevirdim. Gördüğüm resim hışımla kalkmama neden olurken, yanlış gördüğümü düşünüp bakışlarımı tekrar tekrar fotoğrafın üzerinde gezdirdim.

Fotoğrafta Kazlak bir mezar başındaydı. Beyza’nın mezarının başında. Elinde tuttuğu şemsiye, başına örttüğü siyah şal ve kocaman gözlükleriyle kendini gizlemeye çalışsa da birileri tarafından fark edilmişti. Öfke yüreğimi saf bir nefretle yoğurmaya başladığında o kadının boğazına yapışmadığım için pişmanlıkla kavrulmaya başlamıştım. Sonu ölüm mü olacaktı? Keşke olsaydı!

Titreyen parmaklarımın arasında sıkıca tuttuğum fotoğrafı bir kenara bırakıp, dosyada yazılanları okumaya devam ettim. Yaptığı her yer değişikliğinden önce Beyza’nın mezarına gidip duruyormuş. Bu tavırları oldukça dikkat çekici gelirken özel bir izinle mezar açılmıştı fakat yine elde edilen sonuç sıfırdı. Öfkem büyüdü. İç organlarımı bile etkisi altına alırken, ellerimi saçlarımın arasına daldırdım. “Seni orospu! Yaşadığı süre boyunca yaptıkların yetmemiş gibi birde mezarında da mı rahat bırakmadın!” Büyük odada bir sağa bir sola yürürken, öğrendiklerimi hazmetmeye çalışıyordum. O kadın yüzünden mezarında bile huzur bulamamıştı, küçüğüm!

“Allah’ın belası!” dedim sıktığım dişlerimin arasından. “Allah belası! Seni öldürmem için yalvaracaksın bana, yalvaracaksın!” Başımda anında beliren, ruhumu yiyip bitiren keskin bir ağrı baş gösterdi. Bazı şeyleri bilmemek belki de en iyisiydi bu hayatta. Tüm bunlar zorlu geçen yıllarımdan sonra bana fazla geliyordu. Ayşen’e olan nefretim ölüm kadar kan durdurucuyken hırsım, pençelerini savuruyordu. Yaman’ın içimde yaşayan bir canavar var demesini şu an anlıyordum. İçimde, Ayşen Kazlak’ın kanına susamış yırtıcı bir canavar vardı. Pençeleri, kadının kalbini istiyormuş gibi kaşınıyordu. İstediğini almadan da ne kendi rahatlayacak ne de beni rahata kavuşturacaktı.

Şu an hissettiğim öfkeyle devam edemeyeceğimi anladığım an, dosyayı hızla toparlayıp kolumun altına sıkıştırdım. Masanın üzerinde herhangi bir kâğıt veya fotoğrafı unutmadığımdan emin olduğum da büyük kapıyı açıp kendimi koridorun ferah havasına attım. İçerisinin kasvetli havasına nazaran koridorun beyazlığı biraz olsun iyi gelirken, bir an önce diğerlerinin yanına gitmek için geldiğimiz yolu gerisin geri yürümeye başladım. Her adımımda başımdaki ağrı katlanarak büyüyor, zihnimin içinde cirit atan o fotoğraf karesi işimi zorlaştırıyordu. Koridorun sonuna geldiğimde tam köşeyi dönecektim ki burun buruna geldiğim adama karşılık gözlerimi devirdim.

“Bana burada her timin kendine ait bir katı var demişlerdi,” dedim bezginlikle. “Ama maşallah sizin bu kattan çıkasınız hiç yok!”

Yaklaşık bir saat önce tanıştığım Kılıç, yüzündeki o yersiz sırıtışla yine karşımdaydı. “İtiraf edeyim,” dedi yılışık yılışık. “Belki seni tek yakalayabilirim diye dolanıp duruyordum buradalar da.”

Tek kaşım havalandı. “İşin gücün, yönetmek zorunda olduğun bir timin yok mu senin?”

Kollarını göğsünde kavuşturup omzunu duvara yasladı. “Yok,” dedi bakışları dudağıma kayarken. “Şu an önceliğimi seni daha yakından tanımaya vermiş durumdayım.”

Sabır dilenircesine nefes alıp bıraktığımda, “Senin aksine benim işlerim oldukça fazla,” dedim sola doğru bir adım atıp. “O yüzden zamanımı harcama, Ateş’in Kılıcı.”

Hareleriyle beğeniyle yüzümde gezdi. “Ateş’in Kılıcı he?” dedi, eğlenirken. “Bunu sevdim, Aykız. Lütfen bundan sonra bana bu şekilde hitap et.”

“Yine senin aksine benim sevdiğim bir şey yok ortada,” dedim, dosyayı hafifçe koluna vurarak. “Şimdi çekil yolumdan tüm hırsımı senden alırım!” Önce vurduğum koluma daha sonra tekrar yüzüme baktı. Ben sinir olur diye düşündükçe, adam yaptığım her hareketi salyalarına hâkim olamayarak takip ediyordu. Deli miydi neydi!

“Hırçın olman beni geri püskürtmez,” dedi, keyifle. “Aksine daha çok ilgimi çekmene neden olur.”

“Ya sabır!” diye çıkıştım. “Ne bu kitaplardan fırlamış gibi duran replikler? Havalı olduğunu falan mı düşünüyorsun?”

Dudaklarını aşağıya doğru büzdü. “Değil miyim?”

Bir adım öne çıkıp aramızdaki mesafeyi kapatıp kulağına doğru uzandım. Anında ritmi bozulan nefesini tenimde hissederken, bu beni etkilemiyordu. “Bana bak Ateş’in kırık Kılıç’ı,” dedim. “Ne kadar havalı olursan ol, umurumda değilsin. Bu şekilde davranarak sadece sana gıcık olmamı sağlıyorsun ve ben birine gıcık olursam onun burnundan getiririm.” Aramızdaki tekrar bir mesafe açtım. “Şimdi çekil önümden!” Sertçe koluna çarpıp yanından geçip gittim.

“Seçmece veriliyor bunlar bana seçmece!”

“Yine görüşeceğiz, Aykız.” Arkamdan keyifle seslenmesine karşılık nerede olduğumuzu umursamadan kolumu kaldırıp orta parmak çektim. Kahkahası koridorda yankılanırken gözlerimi devirdim. “Mal değneği.”

Ortak alana geldiğimde gördüğüm ilk kişiye, “Lotus nerede biliyor musun?” diye sordum. Genç adam burnunun üzerinden kayan gözlüğünü işaret parmağıyla itip, “Toplantı odasındalar, Aykız.” dedi. Teşekkür edip yönümü değiştirirken birinin daha beni oyalamasına fırsat vermemek için adımlarım aceleceydi. Saniyeler sonra istediğim odaya ulaşıp, kapıyı hırsla açtım. “Biri bana Kazlak’ın neden sürekli Beyza’nın mezarına gittiğini açıklayabilir mi?” Masanın etrafında toplananların bakışları hemen beni bulduğunda, elimdeki dosyayı savururcasına bıraktım. “Sırf sürekli gitmesi yüzünden şüphe duyulup birde mezarı açılmış. Şu lanet kadın benim kardeşimi neden rahat bırakmıyor!”

“Kendinde de söyledin,” dedi Yıldıray. “Sürekli o mezara gidiyordu, Asya. Bu oldukça dikkat çeken bir durum.”

Bir elimi belime, diğer elimin parmaklarını alnıma yasladım. İçimden atamadığım hırsla odanın içinde volta atarken, bakışlarım Burçin’e döndü. “Sana söylediklerimi anlattın mı?” Başını onaylarcasına salladı. “Evet,” dedi huzursuz bir ses tonuyla. “Başkan, Serpil’i bizzat kendi buraya getirmek için çıktı.” Adımlarım bıçak gibi kesildi. Geçmişin kırık bir parçasıyla da karşı karşıya kalmama sadece saatler belki de dakikalar vardı. Geçmiş ve geleceğin zihnimi dikenli tellerle sarmaladığı, canımı yaktığı anlardan birindeydim. Ayşen’in bana yaşattığı onca travmaya sebebiyet veren başrolün birazdan karşımda olacak olması çektiğim nefesin ciğerlerime batmasına neden oluyordu.

Ne zaman yanıma geldiğini fark etmediğim Yaman, ellerini omzuma yerleştirip hafifçe sarstı. “Sen iyi misin, güzelim?”

Başımı iki yana salladım. “Bazen her şey fazla gelebiliyor.”

Omuzlarımda duran ellerini yüzüme çıkartıp yanaklarımı kavradı. “Bana yaslan asi kız,” dedi sadece benim duyabileceğim şekilde. “Bana yaslan ki, omuzlarına ağır gelen yükler seni düşürmeye çalışırsa seni tutabileyim.” Yanaklarıma yasladığı ellerinin üzerine ellerimi yerleştirdim. “Her zaman yanımda olamazsın ki?” dedim çocuksu bir tavırla. Gülümsedi. Şefkat kokan gülümsemesine karşılık dudaklarımın yukarıya doğru kıvrılmasına engel olamadım.

“Ben her zaman yanında olacağım, asi kız.”

“Bu konuda söz verebilir misin?”

Yutkundu. “Ölmediğim sürece, yanında olacağıma söz veriyorum.”

Dudaklarımdaki kıvrım anında yok olurken, kaşlarım kavislendi. “Ölüm demesen olmuyordu değil mi, Kara Yaman?” Ellerini çekmesi için kollarına vurdum. “Bırak be!” Bu halim daha fazla gülmesine neden olurken, arkamızda kalan arkadaşlarını yok sayarak dudaklarını sertçe dudaklarıma bastırıp kısa ama içimi titreten bir öpücük bıraktı. Gözlerim şaşkınlıkla açılırken bu hareketine ben bir şey diyemeden Şahan’ın olası tepkisi odanın içinde yankılandı.

“Ho!” diye bağırdı. “Ho! Aile var aile!”

“Ya ben sana bunun ağzına laf verme demiyor muyum, Yaman?” diye söylendim kızgınlıkla.

Omuz silkti. Yaptığı şeyden bir gram utanmadan sandalyeye oturdu ve keyifle yayıldı. “Sevgilimi öperken senden izin mi isteyeceğim lan?” Dile getirdiği hitap yanaklarımın utançla yanmasına sebebiyet verirken, ellerimi yanaklarıma yaslamamak için kendimi zor tutuyordum. Şahan’ın gözleri kocaman açılırken, “Oha!” dedi. “Sevgili mi oldunuz lan?”

“Onu öptüğüm için okkalı bir şamarı suratıma yemediğime göre ve onu öptüğüm için değil de sadece senin ağzına laf verdiğimden dolayı kızdıysa” dedi alayla. “Kan kardeşiyiz demektir, Gazap.”

Şahan, Yaman’ın ona takıldığını idrak edemeyip şaşkınlıkla etrafına bakmaya devam ederken yanında oturan Göz, “Yahu neden mal mal etrafa bakıyorsun abi sen?” diye sordu, gülümseyerek. “Dalga geçtiğini nasıl anlamazsın aklım almıyor.”

“Nasıl lan?” dedi Şahan. “Sevgililer mi değiller mi?”

Elimi yüzüme yerleştirip başımı iki yana salladım. “Bu adamı sorgu sırasında kandırmadıklarına emin misiniz?”

“Yok yok,” diyerek araya girdi, Burçin. “Yaman’dan beklemediği hamleler karşısında kendini kaybetti sadece. Birazdan düzelir.” Daha fazla kendini tutamayıp kahkaha attığında artık gülmeyen sadece ben ve olayı idrak etmekte zorluk çeken Şahan’dı. “Komik olan ne amına koyayım!” diye isyan etti. Kaşlarımı çatarak bakışlarımı ona çevirdim. “Hepsi senin yüzünden!”

“Ben ne yaptım be!”

“Ne alık alık bakıp duruyorsun!”

“E sevgiliyiz dedi!”

“İlk defa mı duyuyorsun sevgili kelimesini!”

“Kara’m Yaman’ımdan ilk defa duyuyorum!”

Yaman’a döndüm. “Senin daha önce hiç sevgilin olmadı mı yani?”

Başını iki yana sallayıp, göz kırptı. “İlk ve teksin, bebeğim.”

Buna odaklanma şansım kalmadan kapı aralandığında görüş alanıma ilk Başkan girdi. Açık bıraktığı kapı aralığından yıllar sonra ilk defa göreceğim yüzü merakla beklerken Yaman’ın hızla yanıma geldiğini gördüm. “Sakin ol, tamam mı?”

“Bunun için söz vereme-“

Cümlemi tamamlamama fırsat kalmazken içeriye giren kişi şaşkınlığımın bedenimi ele geçirmesine neden oldu. Gözlerimi bir an olsun üzerinden ayıramazken ondaki rahatlık beni geçmişe sürüklüyordu. Beni vicdansızca Ayşen’in kollarına atarken de şimdi olduğu gibi kışkırtıcı bir sakinlikle izlerdi.

“Sen,” dedim şaşkınlığı üstümden atamazken. “Nasıl olur?”

Söylediklerimi umursamadan yanımda duran Yaman’a baktı. “Benimle konuşmak istediğiniz bir konu varmış?” dedi, Peri.

Peri… Ona asla yakışmayacak mahlas üzerinde öyle eğrelti duruyordu ki şimdi anlıyordum onu ilk gördüğümde neden bu denli rahatsız olduğumu.

“Otur lütfen Peri,” dedi Başkan, sandalyelerden birini işaret ederek. “Ayaküstü konuşulacak bir konu değil.”

Bakışlarını bir kere bana dokundurmadan söylenilen yere oturup, rahat bir tavır sergilemek ister gibi gözlerini Başkan’a dikti. “Buyurun Başkan. Nedir sizi bizim kata getirecek kadar önemli mevzu?” Sesinde meraktan çok alay barındırıyordu. Neydi bu? Bu şekilde davranarak kendini suçsuz çıkaracağını falan mı sanıyordu?

“Öncelikle,” diyerek araya girdi Yıldıray. “Şu tavrını değiştir. Kendi Başkan’ınla nasıl bir iletişimin var bilmiyorum ama karşında Lotus’un Başkan’ı var.” Bize baktığı gibi yumuşak bakmıyordu, Yıldıray. İlk zamanlarımızda benimle bile bu şekilde soğuk konuştuğunu hatırlamıyordum.

“Ayrıca,” dedi Burçin, tıpkı sevgilisi gibi buz gibi bir ses tonuyla. “Seninle aynı eğitimi almış insanların arasında yapmış olduğun şeyin ne olduğunu bildiğimizin de bilincine var.”

Birkaç saniye önceki rahatlığını bir kenara bırakıp oturduğu yerde dikleşti. “Ne yapmaya çalışıyorum, Gezgin?”

“Ters psikoloji yapmaya çalıştığının farkındayız,” dedi Şahan. “Takınmaya çalıştığında rahat tavır bize işlemez, Peri kızı.”

Omuz silkti. “Ben zaten rahatım çünkü bir hatamın olmadığını biliyorum.”

Hissettiğim şaşkınlığı sonraya bırakıp, Başkan’ın önünde ters şekilde duran fotoğrafı alarak Serpil’in yanına geçtim. Fotoğrafı sertçe masaya bıraktığımda, “Bu adamı hatırlıyor musun, Serpil?” diye sorduğumda, “Hayır.” Dedi hemen.

Alayla güldüm. “Nasıl olurda hatırlamazsın? Bize o kadar hava atmıştın hâlbuki. Ne demiştin?” Durdum. “Zengin bir adam beni evlat edinecekmiş. Bir sürü oyuncak bebeğim ve pahalı elbiselerim olacakmış. Düşünebiliyor musunuz ben artık zengin olup bu kokuşmuş yetimhaneden kurtulacağım. Sizin için üzülüyorum biliyor musunuz? Hiçbir zaman benim kadar şanslı olamadınız.” O zamanlarda kurduğu cümleleri bir bir sıralarken bakışlarımı yüzünden ayırmıyordum. Ona olan kinimi yüreğimin en ücra köşelerine saklamıştım ama şu andan itibaren o gizlediğim kin olduğu yerden çıkmak için debelenip duruyordu.

Uzun süren bir aradan sonra bakışlarını ağır ağır bana çevirerek, “Evet,” dedi. “Evlat edinildim ama bu adam tarafından değil.”

Kaşlarımı çattım. “Ben çok iyi hatırlıyorum Serpil, bu adamın elini tutarak salına salına yetimhanenin bahçesinden çıktığını çok iyi hatırlıyorum.”

Alayla güldü. “Hadi ama Asya,” dedi. “Sen beni bile hatırlamadın. Nerede kaldı bu adam.” Bakışlarını tekrar Başkan’a çevirdi. “Ayrıca neden sorgudaymışım gibi davranılıyor, Başkan? Hele ki birkaç gün önce gelen bir kız tarafından. Başkan’ım duyduğunda hiç hoş tepkiler vermeyecektik.”

Başkan sırtını sandalyeye yaslayıp, “Merak etme Peri,” dedi oldukça rahat bir şekilde. “Başkan’ının şu an burada olduğundan haberi var. Sana sorulacak sorulardan da haberi var.”

“Hakkını yemeyelim,” diyerek dikkatleri üzerine çekti Şahan. “Bir konuda doğru söylüyor. Neden bizim toplantı odamızda şu anda? Sorgu odasında olması gerekmiyor mu?”

Sakinliğini kaybeden Serpil öfkeyle Şahan’a baktı. “Bana suçlu muamelesi yapamazsınız!”

“Ama suçlusun,” dedi Yaman. “Gizlediğin şeyler varmış.”

“Tekrar söylüyorum,” diyerek itirazlarını sürdürdü, Serpil. “Bu kız beni bile tanımadı. Şimdi onun bir sözüyle beni hain ilan edemezsiniz.”

Yüzümü buruşturdum. “Buna sığınamazsın Serpil. Birbirimizi en son gördüğümüzde on dört yaşındaydık. Sen beni yolda görsen tanıyabilir miydin sanki? İsmim merkezde duyulduğu için tanıdın. Ayrıca o adamı asla unutmam. Sadece ben değil, yetimhaneden başka bir kızı bul oturt şuraya adamı o bile tanır. Neden biliyor musun?” Bir elimi oturduğu sandalyenin başına diğer elimi de masaya yaslayarak hafifçe ona doğru eğildim. “Çünkü bizi, senden kurtaran adam olarak kahraman ilan edilmişti.”

“Kanıtla o zaman,” dedi sıktığı dişlerinin arasından. “Madem bu kadar eminsin, kanıtla.”

Gülümsedim. “Bunun peşini bırakacağımı mı düşünüyorsun, gerçekten?”

Meydan okurcasına bakmaya devam etti. “Elinden geleni ardına koyma, Asya.” Yaman’a döndü. “Elinde hiçbir kanıt veya belge yokken beni suçluyor ve sizde ona inanıyor musunuz? Yapmak istediği şeyi size söyleyeyim mi?”

Bedenimi dikleştirip, kollarımı göğsümde kavuşturdum. “Neymiş yapmak istediğim şey?”

“Beni tehdit ettiğini neden söylemiyorsun, Asya?”

Omuz silktim. “Bu saklamak istediğim bir sır değil ki, Serpil,” Özellikle ismine baskı yapıyor, mahlasını kullanmamak için inat ediyordum. Hem ona Peri gibi nahif bir mahlas yakışmıyordu bile!

“Aykız seni ne için tehdit etti?” diye soran Başkan’dı.

“Benden hoşlanmadığını ve benden rahatsız olduğunu söyleyip, daha fazla sevmemem için çabalamamam gerektiğini söyledi,” dedi. “Kabul etsene Asya, Yaman’a olan ilgim yüzünden bu şekilde bileniyorsun değil mi? Sırf bu yüzden beni ekarte edecek şeyler yapıyorsun ama bu oyun senin boyunu aşar.” Yaman’a baktım. Oldukça duygusuz, sert bakışlarıyla Serpil’i izliyordu.

“On beş yaşında, gençlik filmi mi çekiyoruz Serpil?” diye sordum, alayla. “Böyle ciddi bir işin içindeyken sırf kadınsal dürtüler yüzünden seninle çapsız çapsız kavga edeceğimi mi düşünüyorsun? Tehdit demişken unutmadan şunu da söyleyeyim, biz o konuşmaları yaparken sen ne demiştin? Beni karşına almak istemezsin Asya. Yapabileceklerimin hiçbir zaman sınırı olmadı. Çekinmem, ikinci kere düşünmem. Seni alaşağı ederim." Başımı hafifçe omzuma doğru yatırdım. “Geçmişte nasıl oyunlar oynadığını hiçbir zaman unutmadım Serpil, unutmayacağım da fakat şimdi söylediklerini düşünüyorum da belki de gelecek hakkında uyarılar verdin bana. Olamaz mı?”

Bu sırada Başkan, Asya’yı izledikçe ne kadar doğru bir karar verdiğinin farkındalığını yaşıyordu. Hiçbir zaman seçtiği çocuklar konusunda yanılmamış, oluşturduğu ekiple her daim gurur duymuştu. Asya’nın yeteneğini fark etmesi Lotus için biçilmiş kaftandı. Hayat koşullarının eğittiği ama merkezden hiçbir eğitim almadan yeteneğini muntazam şekilde kullanıyor olması Başkan’ı hayran bırakıyordu. Serpil’i izledikçe de Asya’nın doğru yolda olduğunu biliyordu.

“Tanrı aşkına ne saçmalıyorsun sen?” diyerek isyan etti, Serpil. “Sen bu merkezin bir parçası olmayı kolay yoldan elde etmiş olabilirsin ama benim verdiğim uğraşları kimse hafife alamaz. Bu kadar büyük bir şeyi saklarken, nasıl olurda bir oluşumun parçası olabilirdim? Mantıklı davran Asya!”

“Ben bir şeyi merak ettim açıkçası,” diyen Yaman’la hepimizin bakışları ona döndü. “Yapabileceklerimin bir sınırı olmaz, seni alaşağı ederim derken neyi kast ettiğini merak ettim. Asya’ya ne yapardın, Peri?”

“Onun gibi iftira atmayacağım kesin bir şey.”

Oturduğu yerde doğrulup kollarını masaya yasladı, parmaklarını iç içe geçirirken, “İftira attığını düşünmüyorum,” dedi boğuk bir ses tonuyla. “O yetimhaneden nasıl çıktın, Peri?”

“Az önce de söyledim. Evlat edinildim ama gösterilen adam tarafından değil. Beni alan adamda iki yıl sonra öldü ve bende yetimhaneye bir daha dönmek istemediğim için kaçtım.”

Güldüm. “Ne büyük trajedi.”

“Doğruları anlatıyorum,” dedi sıktığı dişlerinin arasından. “Başkan’ıma sorabilirsiniz, beni bulduğunda sokaklarda kalıyordum. Leş kokan sokaklarda uyuyordum ben!”

“Bunun araştırılacağından emin olabilirsin,” dedi, en başından beri sessiz kalmayı tercih eden Murat. “Hatta bizzat ben araştıracağım.”

“Ve dua ette Peri kızı,” dedi Şahan sinsi bir sırıtışla. “Söylediklerin doğru çıksın. Aksi takdirde başına neler geleceğini çok iyi biliyorsun.”

Serpil’in bakışları beni buldu. “Peki, suçsuz olduğum kanıtlanırsa ki kanıtlanacak senin başına neler gelebileceğini biliyor musun, Aykız?”

Omuz silktim. “Fiziksel veya psikolojik şiddet beni korkutmuyor artık Serpil,” Biraz palavra atmakta mahsur yoktur değil mi? “Bak bu yüzden sana teşekkür edebilirim. Türlü türlü oyunların sayesinde bazı şeylere bağışıklık kazandım yani demem o ki bunun sonucu beni zerre korkutmuyor. Zaten haklı çıkacağımdan da eminim.”

Dudağının bir kenarı alayla kıvrıldı. “Bunu göreceğiz.” Bakışlarını Başkan’a çevirdi. “Artık gidebilir miyim, Başkan? Hakkımdaki soruşturmayı hemen başlatın lütfen, üzerimdeki bu iftiradan bir an önce kurtulmak istiyorum.” Başkan başını onaylarcasına sallayıp bir şey demeden kapıyı işaret ettiğinde, Serpil’in öldürücü bakışları son kez yüzümde gezdikten sonra hızla odadan çıktı. Dakikalardır dik tutmaya çalıştığım omuzlarım düşerken, sandalyelerden birine oturdum.

“Kesinlikle yalan söylüyor,” dedi Burçin. “Sakladığı bir şeyler var.”

Başkan ağır ağır oturduğu yerden kalkıp tam arkamda kalacak şekilde durdu. Bir elini omzuma yerleştirip destek verircesine sıktı, “Beni hayal kırıklığına uğratmadığın için teşekkür ederim evlat,” dedi babacan bir tavırla. “Beklediğimden çok daha fazlasısın ve Burçin haklı. Kız kesinlikle yalan söylüyor. Araştırmalara başlayın. O kızı binamda bir daha göremeyeceğim kanıtları en kısa zamanda önüme serin.” Son söylediklerine tam olarak odaklanamazken benim takılı kaldığım nokta bana edilmiş iltifattı.

Ben hiçbir zaman içten gelen samimiyetle tebrik almamıştım ki?

🔗🔗🔗

Günün kasveti bedenimdeki tüm kasları etkisi altına almışken sıcak suyun bir nebze olsun gevşettiğini iliklerime kadar hissedebiliyordum. Yaman’ın hayallerini süsleyen o küvetin içindeydim şu an. Sıcak suya eklediği ama kokusundan içeriğini anlayamadığım duş jelinin köpükleri arasında oturuyordum. O ise, aşağıda kısa bir işi olduğunu söyleyip beni odada yalnız bırakmıştı.

Bakışlarımı odanın içinde gezdirdim. Çatı katını tamamıyla kaplayan bir odaya sahipken neredeyse benim eski evimden daha büyüktü. Oda ikiye ayrılmıştı. Sol tarafında büyükçe yuvarlak bir yatak, duvara yaslanmış dört kapılı gardırop vardı. Yatağın iki yanında duran komodinlerden de başka herhangi bir kalabalık yoktu. Ne duvarlarda resimler, ne komodinlerin üzerinde duran objeler. Benim kaldığım odaya nazaran daha karanlık bir tarza sahipti. Sağ tarafta ise etrafı camlarla çevrelenmiş iki kişinin rahatlıkla sığabileceği oval, meşhur küveti vardı. Cılız bir ışığın aydınlattığı oda her bir noktasıyla Kara Yaman’a ait olduğunu belli ediyordu.

Odayı incelemeyi bırakıp sırtımı küvetin kenarına yaslayıp bacağımı havalandırdım. Tenime yapışan köpükler ağır ağır aşağıya doğru kayarken, “Muazzam bir görüntü,” dedi, geldiğini belli ederek. Arkamı dönmeden gülümsedim. “İçeriden daha eğlenceli olduğuna bahse girerim.”

“Seni tutan mı var, Kara Yaman?”

Yaklaşan adım seslerini dinledim. “Sence şu görüntüden sonra beni tutanı sağ bırakır mıyım?”

“Bir düşünelim,” dedim, yandan bir bakış atıp. “Bence şu andan sonra seni durdurmaya çalışanı kesinlikle sağ bırakmamalısın.”

Yanıma geldiğinde suyun dışında kalan omzuma dudaklarını bastırdı. “Emrin başım gözüm üstüne, sarışın.” Alt dudağımı dişlerimin arasına sıkıştırıp başımı hafifçe ona doğru çevirdim. Bakışlarımız anında birleşirken, dudaklarını omzumdan çekmiyordu. Sadece saniyeler öncesinde öpücük kondurduğu tenime dişlerini bastırırken acıyla yüzümü buruşturdum. “Dişleyip durma, Yaman!” Dişlediği yeri öptü ve çöktüğü yerden kalktı. Üzerindekilerden hızla kurtulduğunda ona yer açabilmek için birazcık öne doğru kaydım.

Tam arkamdaki yerini alırken kalçalarımın yanlarından bacaklarını ileriye doğru uzatıp bedenimi bedenine doğru çekti. Sırtım sert göğsündeki yerini alırken başımı omzuna yasladım. İşaret parmağının tersini omuzlarımdan kollarıma doğru kaydırıp çıkartırken, “Ne düşünüyorsun?” diye sordu, fısıldar gibi.

“Serpil’i,” dedim dürüstçe. “Kendini aklayabilecek şeyler bulabilir mi sence?”

“Şu zamana kadar bunu gizlemeyi başardıysa şimdi de başarır, asi kız. Üzgünüm.”

“Yalan makinesine bağlansa?” diye sordum bir ümit.

Biraz önce parmağını gezdirdiği omuz başıma dudaklarını değdirdi. “Yalan makinesini yanıltabilecek kadar eğitimli.”

Kaşlarımı çattım. “Önemli şeyler biliyor olabilir Yaman, öylece peşi bırakılacak mı?”

“Asla,” dedi dudaklarını boynuma taşırken. “Asla peşini bırakmayacağız.” Konudan sapmama neden olan dudakları asla sabit durmazken sıcak dili boynuma ıslaklığını bırakıyordu. Tutkunun oluşturduğu o güçlü auraya uzansam dokunabilecek durumdaydım. “Asla bırakmayacağız,” diye mırıldanıp ona biraz daha alan tanımak için başımı sol omzuma doğru yatırdım. Bu hareketim karşısında bir kolunu belime sarıp, elini karnıma yasladı. Avuç içinden taşan sıcaklığı suyun altında bile hissederken gözlerimi kapattım.

“Sonraya bırak bunları,” dedi boğuk bir sesle. “Şimdi senin keyfini çıkarmama izin ver.”

Kuruyan boğazımı rahatlamak için yutkundum. “İzin veriyorum, Kara Yaman.”

(Yetişkin içerik barındıran sahne. Bu sahneyi okumak istemeyenler bir sonraki bölüme geçiş yapabilir.)

Yüzünü gömdüğü boynumdan çıkartıp boşta kalan eliyle çenemi kavradı. Hafif bir baskıyla yüzümü kendine çevirdiğinde bir an bile beklemeden dudaklarımızı birleştirdi. Günlerce aç, susuz kalmış gibi öperken nefesinden yayılan ateş nefesime karıştı. Öyle sert, öyle ateşli bir şekilde öpüyordu ki ıslanmaya başladığımı hissedebiliyordum. Nasıl bir adamdı ki, sadece öpüşüyle bile bedenimi allak bulak etmeyi başarabiliyordu? Dilini ağzımın içine ittiğinde kısık sesli bir inlemeye engel olamadım. Suyun içinde kalan elimi çıkartıp boynuna sardım. Artık ikimizin de öpüşü hoyratçaydı ve ikimizde bundan delicesine keyif alıyorduk. Dişleri dişlerime çarpıyor, alt dudağımı dişlerinin arasına alıp çekiştiriyordu.

Nefes almak için geri çekildiğimde bakışlarında gördüğüm şehvetin sisli tabakası hoşuma gitmişti. Boynuna doladığım parmaklarımı hareket ettirip tenini okşarken, kara harelerini elalarımdan ayırmadan karnımda duran elini aşağıya doğru kaydırmaya başladı. Kısa sürede istediği noktaya vardığında tepe noktama bastırdığı parmağıyla gözlerim geriye doğru kaydı. Başımı geriye doğru yatırıp omzuna yaslandım. Burnunu boynuma sürttü. “Kokun,” dedi erkeksi bir hırıltıyla. “Bana her şeyi yaptırabilecek güçte, asi kız. Bu normal mi?”

Zorda olsa başımı iki yana salladım. “Ha-hayır!” Dilimi kuruyan dudaklarımın üzerinde gezdirdim. Parmağını kadınlığımda boylu boyunca kaydırmaya başladı. Her hareketinde içimdeki ateş körükleniyordu ve o ateş artık sadece kasık bölgemde değil, tüm vücuduma yayılmış durumdaydı. Boynuma çarpan sıcak nefesi işimi zorlaştırırken kasıklarımı hafifçe kaldırıp kendimi parmağına doğru ittim.

“Güzel kızım daha fazlasını mı istiyormuş?” diye sordu.

“Evet,” dedim nefes nefese. “Daha fazlasını istiyorum, Yaman.”

Tepe noktamı iki parmağının arasına sıkıştırıp sıktı. Acı zevke dönüşüp dudaklarımın arasından bir çığlık olarak firar ederken, “Ah!” diye bağırdım.

“Böyle anlarda bana nasıl hitap etmen gerektiğini sana sürekli hatırlatmak zorunda mıyım, sarışın?”

Sertçe yutkundum. “Ta-tamam. Daha fazlasını istiyorum, Diyar.”

Dilini boynuma sürttü. “Aferin benim güzelime.”

Sıkıca yumduğum gözkapaklarımı ağır ağır açıp bakışlarımızı birleştirdim. “Bana istediğimi verecek misin?”

Dudağının kenarında tehlikeli bir kıvrım belirdi. “Ben sana istediğin her şeyi veririm, sevgilim.” Hitap şekli yüzünden bacak aramdaki ıslaklığın artması dikkatinden kaçmadı. “Sen,” dedi. “Sevgilim deyince daha mı sulandın yoksa bana mı öyle geldi, asi kız?” Bir insanın ses tonu bile insanı zıvanadan çıkartmaya yeter miydi? Kara Yaman bunu başarıyordu. Gözleri dudaklarıma indi. Siyahın en güzel tonuna bürünen hareleri dudaklarıma açlıkla bakarken, “Sen nasıl bir şeysin böyle?” diye sordu, masumca. “Sen nasıl böyle aklımı başımdan alabilirsin, Asya? Su bile berraklığını kıskanır be kızım.” Kalp atışlarım anında ritmini değiştirirken elimi boynunda çekip, parmaklarımın tersiyle yanağını okşadım. “Sevgilim,” dedim kaçmadan.

Bakışları yumuşadı. “Bir daha söylesene?”

Gülümsedim. “Sevgilim.”

Duraksadı. Bu hali beni eğlendirdi. “Sevgilim şu kal sonra mı gelse?” diye sordum muzipçe. “Zira işimize devam etmek istiyorum da.” Kasıklarımı parmağına doğru ittim. Gözlerini kapatıp kısa süre sonra açtığında yumuşak bakışları tekrar eski haline dönmüştü. Karanlık. Çok daha karanlık. “Seni öyle becereceğim ki, sarışın. Beni ne hale getirdiğini anlayacaksın.” Bir şey dememe fırsat vermeden koltukaltlarımdan kavrayıp kolaylıkla bedenimi kendine doğru çevirdi. Bir kolunu belime sararken diğer elini kalçama yerleştirip hafif bir baskıyla beni kendine doğru çekti. Ben, öpeceğini düşünürken dudakları göğsümü buldu. Göğüs ucuma bıraktığı her diş darbesiyle kadınlığım mümkünmüş gibi daha da kasıldı. Elimi başına koyup saçlarını okşuyor, göğsümü yüzüne doğru itiyordum.

Alt bedenimi ileri geri hareket ettirip sertleşmiş uzvuna sürtünmeye başladım. Erkeksi inlemesi göğsüme çarparken, elinden birini kalçama indirip sıktı. Başımı geriye doğru yatırıp sürtünmelerime devam ederken diğer göğsüme de aynı ilgiyi vermeye başladı. “Morartacağım bunları,” dedi hırlarcasına. “Öyle sert emeceğim ki günlerce izlerimi taşıyacaksın.” Dediğini yaptı. Dolgunluğumu öyle hırsla emdi ki acıyla inledim. “Ah, Diyar!”

“Bu Diyar yoluna köle olmuşta, haberi yok.”

Gittikçe kayganlaşan kadınlığımın etkisiyle erkekliğinde rahatça gel git yapıyor, kendimden geçmiş gibi inliyordum. İnlememe karşılık kalçamdaki parmaklarının baskısını arttırdı. Emindim ki oraya da izlerini bırakacaktı. İçimdeki ateş ilk anlardaki gibi keyif verici değildi artık. Daha çok yakıyor, daha çok sızlatıyordu. Su hareketlerimle birlikte küvetten taşıyor, yere dökülüyordu. “İçine girmene ihtiyacım var,” dedi hırıltılı çıkan nefesiyle. “Şimdi o küçük deliğine ihtiyacım var, Asya!”

Kadınlığımın en uç noktasında atan nabız söylediklerini anlamışçasına ritmini hızlandırdı. “İstediğini yap, Diyar. Yeter ki yap artık!” Arsız kahkahası kulaklarımı doldururken benimle eğlenme fırsatını ona vermeyip dizlerimden destek alıp kalçamı hafifçe kaldırdım ve zaten dik konumda duran erkekliğini bir anda içime aldım.

Gözleri şokla açılırken, dudağımın bir kenarı yukarıya doğru kıvrıldı. “Baktım senin yapacağı yo-“ Cümlemi tamamlama fırsatı vermeden dudaklarıma yapıştığında kollarımı boynuna doladım. Dizlerimin ve kalçama sabitlediği ellerinin yardımıyla bedenimi kaldırıp indirirken içimde hissettiğim doluluk nefesimi kesiyordu. İri ve damarlı uzvu en derinlerime çarpıp dururken inlemelerime engel olamıyor, hızımı istemsizce arttırıyordum.

Dudaklarımızı ayırıp başını geriye attı. “Of!” diye inlediğinde gülümseyerek boynuna uzandım. Belirginleşen âdemelmasında dilimi gezdirirken kendimi kasıyor, onun içimde sıkışıp kalmasına neden oluyordum. “Asya!” Hissettiğim zevk o kadar yoğundu ki sadece kendimi düşünerek hareket ediyordum sanki. “Sıkma beni, erkenden gelmeme neden olacaksın!”

“Gel,” dedim dişlerimi boğazındaki o baştan çıkarıcı çıkıntıya geçirerek. “Ben seni yine yükseltirim.”

Başımın tepesinde gelişi güzel topladığım topuzumu parmaklarının arasına alıp acımadan çekti. Bu hareketi canımı acıtmaktan ziyade hırsla kendimi sıkmama neden oldu. İkimizin de dudaklarından arasından çıkan inlemeye karşılık gülümsedim.

“Ateşin beni daha çok yaksın diye mi çabalıyorsun asi kız?”

“Zaten yanıyor musun?”

Sırtını yasladığı fayanstan ayırıp yüzlerimizi birbirine yakın konuma getirdi. “Ben zaten ateşim,” dedi tehlikeli bir ses tonuyla. “Ben zaten yanıyorum Asya ve o ateşi sana bulaştırmaktan asla çekinmeyeceğim. Şimdi üzerimde daha hızlı zıpla!” İtaat ettim. Daha sert ve hızlı hareket ederken bundan nasibini alan göğüslerimi kavrayıp, sıktı. Boynuna doladığım kollarımı çözüp küvetin kenarlarından destek aldığımda ise iş tamamen zıvanadan çıkmıştı. Aldığım destek yüzünden hareketlerimin hızı da artarken inlemelerim çığlığa dönüştü.

“Lanet olsun!” dedi. “Sikeyim, Asya, delireceğim! Daha çok bağır, inle kızım! Dışarıya ses gitmiyor.” Kendimden geçmiş gibi inliyor, delirmişçesine zıplıyordum. “İçine boşalacağım!”

“Ben hallederim!”

“Ah, Asya! Sikeyim çok güzel!”

Gözlerim geriye doğru kaydı. “Diyar!”

İçime yayılan sıcaklığı keyifle kabul ettiğim onlarda bedenimdeki tüm güç bacak aramdan infilak ederken içinde bulunduğumuz küvet sarsıldı. Bir tarafı aşağıya doğru meyil ederken şaşkınlıkla baktım. Küvetin bir bacağı kırılmıştı. Yaman bunu umursamadan kahkaha attı. “Kaldı üç.”

“Ne?” dedim nefes nefese.

İki göğsüme de öpücük bırakıp bedenimi kendine doğru çektiğinde, aldığı nefes alışverişleri yüzünden hızla inip kalkan göğsüne yattım. “Küvet böyle biçimsiz duramaz güzelim,” dedi keyifle. “Baksana bir tarafa meyilli kaldı. Diğer üç bacağı da kıralım da orantılı dursun.”

-BÖLÜM SONU-

Lütfen oy verdiğinizden emin olup yorum bırakmayı unutmayın canımlar

Yeni bölümde görüşünceye dek kendinize çoook iyi bakın...

Instagram: gulsumm.bilgin

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Loading...
0%