Yeni Üyelik
4.
Bölüm

Karanlıkta Bi̇r Yerde: 3

@gulsumblgn

Merhabaaaağğğ 🤍

Okumaya başlamadan önce oy verir misiniz, lütfen? Şimdiden teşekkür ederim 🙏

KEYİFLİ OKUMALAR!

🔗🔗🔗

Hissizliğe ve kimsesizliğe alıştırmıştım kendimi. Hayatın önüme çıkartabileceği tüm kötülüklere karşı gardımı alma konusunda da eğittim kendimi. Çocuklarla çocuk olmam gerektiği zamanlarda, diğer gençler gibi eğlenmem gerektiği yaşlarda da bir sonra ki gün hayatta kalabilmek uğruna savaşıp durdum. Benim zihnimde heveslerim ve hayallerim her daim geri planda kalmak zorundaydı. Soğuktan donmamak için kıyafet almak, açlıktan ölmemek için yemek bulabilme uğruna debelenip dururken, en güzel çağlarımın olması gereken yıllar gözlerimin önünde heba olup gitmişti.

Ruhumdaki sızı asla geçmeyecek.

Yüreğimdeki yangın asla sönmeyecekti.

Bu hayat eşit değildi ve ben bu eşitsizliğin içinde kendimi bir asker gibi yetiştirerek, yine kendi içimde iyi bir şey bırakmamıştım. Sürekli hayatla savaşmak zorunda kalan ben, şimdi içine düştüğüm bu durumdan çıkacak bir çıkış yolu bulamıyordum. Etrafım tel örgülerle kapatılmıştı sanki. Kaçmaya çalışsam başarısız oluyor, suskunluğumu kullanacağım konusunda karşımdakileri ikna etmeye çabalasamda da olmuyordu.

Tavana diktiğim boş bakışlarımı odanın içinde gezdirdim. Oda tamamen açık renklerle dekore edilmişti. Bembeyaz duvarlar bebe mavisi çerçevelerle süslenmiş, her çerçevenin içinde farklı türlerde çiçeklerin çizimleri vardı. Sol köşede iki parça kıyafetlerimi koyduğumda bomboş kalabilecek dört kapılı beyaz bir dolap vardı. Sağ tarafta makyaj aynası, yatağın iki kenarında da tek çekmeceli komodinler yerleştirilmişti. Yatağın sol tarafında bir kapı vardı ve henüz kullanmamama rağmen oranın bir banyoya açıldığını tahmin edebiliyordum. Üzerinde yattığım, ne kadar süre daha içinde yatacağımı bilmediğim kocaman yatağın nevresimleri tıpkı duvardaki çerçeveler gibi bebe mavisi rengindeydi. Pozisyonumu değiştirip sağ tarafıma döndüğümde en son ne zaman bu denli rahat bir yatakta uyuyup uyandığımı hatırlamıyordum. Birlikte olduğum birkaç adamı hesaba katmazsak eğer en son yetiştirme yurdunda bana ait, rahat bir yatakta uyumuştum.

Aralık duran pencereden içeriye sızan güneş ışığına takıldı gözlerim. Hafta sonu olmasından mütevellit çalıştığım kafe yoğun olurdu ve ben, patrona haber vermeden ortalıktan kaybolduğum için kesinlikle kovulacaktım. Yeni bir iş arayışı içine girecek olmamanın sıkıntısıyla gürültü bir soluk bıraktım. "Bir günüm sıkıntısız geçse dişimi kıracağım!" Üzerimdeki ince örtüyü bacaklarımla itip oturur pozisyona geçtiğimde beklemediğim bir anda şiddetle açılan kapı yerimde sıçramama sebep oldu.

Kara, tüm suratsızlığıyla karşımda dikilirken, "Dingonun ahırına mı giriyorsun hayvan herif!" diye sinirle bağırdım. "Ya üzerimi değiştiriyor olsaydım?"

Dudağının bir kenarı alayla kıvrıldı. "Senin küçük memelerini görmek günümü mahvedebilirdi, haklısın." Siyah gözleri göğüslerimin hizasına indi ve bir gram utanmadan bedenimi dikkatle süzdü. "Gerçi pekte küçük sayılmaz."

"Bu yaptığına taciz denir ve sen o kör olasıca gözlerini üzerimden çekmezsen sapık var diye bağırmaktan asla çekinmem."

Boğazını temizleyip gözlerini tekrar gözlerime çıkartırken ellerini giyindiği pantolonun ceplerine sıkıştırdı. "Hadi kalk. Çok açım." Söylediğini umursamıyormuş gibi tekrar yatıp az önce tekmelediğim örtüyü çeneme kadar çektim. "Git zıkkımlan, bana ne."

"Evde bir misafir varsa, herkes masada toplanmadan Gezgin hiçbirimize tek lokma yedirmez. Sende hala yattığına ve herkes açlıktan öldüğüne göre kalksan iyi edersin aksi takdirde bir dahaki gelen Gazap olur ki inan bana, açken gözü dönüyor. Gerekirse seni sürüyerek bile odadan çıkartabilir."

Nereden geleceğini bilmediğim darbeler.

Bir insanın açken ne kadar öfkeli olduğunu çok iyi bilirdim.

Bir insan açken neler yapabilirdi çok iyi bilirdim.

"Tamam çık, geliyorum."

"Hızlı ol." deyip odadan çıktığı belirten kapı sesiyle uzandığım yerden kalktım. Uyuşuk adımlarla yatağın etrafında dolanıp, köşedeki kapıyı araladığımda tahminde haklı çıkmıştım. Odanın açık renklerinin aksine acı kahverengiyle döşenmiş banyo, benim bir artı bir evimin genişliğindeydi. "Adaletine soktuğumun dünyası." Homurdana homurdana tezgâhın önüne geldiğimde, musluğun yanına sıralanmış losyonlardan birini elime aldım. Küçük turuncu renkli şişenin kapağını açıp burnuma yanaştırdığımda duyduğum portakal kokusu hoşuma gitmişti. Onu bırakıp diğer şişeyi elime aldım. Burnumu dolduran çilek kokusu anında midemi bulandırırken, şişeyi hızla kapatıp bulduğum ilk dolabın içine koydum. Benden uzakta durmasında fayda vardı çünkü kim olduklarını ve ne iş yaptıklarını bilmediğim beş yabancının evinde ölü bulunmak istemiyordum.

Merakımı bir kenara bırakıp musluğu açtım. Avuç içime doldurduğum soğuk suyu yüzüme çarparken, biraz olsun gevşediğimi hissedebiliyordum. Evet, parasızlıktan dolayı soğuk suyla daha haşır neşir olduğumdan bedenimi rahatlatan şey kesinlikle sıcak su değildi. Yüzümü yıkamayı bırakıp tezgâhın kenarında duran, özenle katlanmış havlulardan birini aldım. Bakışlarım aynadaki yansımama takıldığında yeşil gözlerimi çevreleyen yorgunluk elle tutulur cinstendi. Herkesin boya sandığı sarı saçlarım dağılmıştı. Beyaz tenim, yuvarlak yüz hatlarım, orantılı bedenimle birçok erkeğin ilgisini çekmeyi başarabilen bir kadınım. Çoğu güzelliğime aldanıp cennetten düşmüş bir melek tabiriyle flört etmeye çalışsa da dünya üzerine cehennemi yaşamak için gönderilmiş insan evladından başka bir şey değildim.

Elimdeki havluyu buruşturup tezgâhın üzerine bırakarak banyodan çıktım. Dün Gezgin'in benim için getirdiği pijamaları çıkartıp kendime ait kıyafetleri giyindim. Bileğimdeki lastik tokayla saçlarımı toplarken, odadan çıktım. Başarısız kaçma girişimimden dolayı yönümü biliyorken merdivenleri olabildiğince hızlı inip mutfağa girdim.

Kocaman mutfaktaki kocaman ada tezgâhın etrafında toplanmış insanların huysuz bakışlar bana döndüğünde, Gazap, "Sonunda," dedi. "Biraz daha gelmezsen ben gelecektim."

Yutkundum.

Benim için ayrıldığını düşündüğüm boş sandalyeye yönelip, tezgâhın üzerine kurulmuş sofraya baktım. Kuş sütünün eksik olmadığı masa benim bir haftalık yemeğimi barındırıyordu resmen. "Bunların hepsini yiyor musunuz gerçekten?" diye sordum, şaşkınlığımı ses tonuma yansıtarak. "Çok fazla değil mi?"

Önüme buharı tüten çay bardağını bırakan Gezgin, mahlasının Akrep olduğunu hatırladığım ürkütücü adamın yanına oturdu. "Sen şu adamlara bir baksana," dedi alayla. "Sence daha azıyla doyabilirler mi?"

Bakışlarım istemsizce adamların üzerinde gezdi. Adını bilmediğim, sessizliğiyle dikkatimi çeken adam haricinde diğerleri kocaman diyebileceğim kadar iri cüsseye sahiplerdi. Özellikle sarışın olan. Uzun saçlı psikopat, kalıplı olsa da sarışın kadar değildi. Kara'nın ise bedeni daha orantılı ve diğerlerine nazaran daha az korkutucuydu.

"Korktun mu?" diye konuştu bay psikopat. "İştahın kesilmiş gibi."

Bir cevap verme gereği duymadan bardağı alıp çayımdan bir yudum aldım. Sanki benim bu hareketimi bekliyormuş gibi hepsi bir anda tabaklarına doldukları yiyecekleri yemeye başladıklarında kaşlarım şaşkınlıkla havalandı. Anlaşılan bu tuhaf insanların belirli bir sofra kültürü vardı.

"Sabah merkezden aradılar," diyerek konuya girdi, Akrep. "Başkan bugün dinlenmemizi ve misafirimizle ilgilenmemizi emretti."

Kara, elindeki çatalı hırsla tabağının kenarına bırakırken, "Bir bu eksikti!" diye söylendi. "Bebek bakıcılığı yapacağımız yetmemiş gibi, birde misafircilik oynayacağız."

Kaşlarımı çattım. "Kimse sana bebek bakıcılığı yap demiyor! O lanet olası sokakta kıçını dönüp gitmeyi başarabilseydin kimseye gördüklerimi söylemezdim."

"Hadi ya," dedi alayla. "Çok biliyorsun sen."

"Bu işe bir çözüm yolu bulmalıyız," diyerek araya girdi, Akrep. "Ve biz bu çözüm yolunu bulana kadar siz ikiniz birbirinizi öldürmeyin yeter."

"O kız mı Kara'yı öldürecek," dedi Gazap ağzındaki lokmayı yavaş yavaş çiğnerken. "Gerçekçi olalım, Akrep."

Tek kaşım havalandı. "Gece uyurken kapını kilitlemeni tavsiye ederim, bay psikopat. Aksi takdirde gözlerini yeni bir güne açamayabilirsin."

Çenen kopsun, Asya!

Bakışlarındaki alay tehlikeli bir hal alırken, dirseklerini masaya yaslayıp bedenini öne doğru uzattı. "Aynı tavsiyeyi sana vermek isterim, asi kız," Arsızca güldü. "Gerçi o beni durdurmaz." Göz kırptı. Hepsi aynı alay dolu ifade ile bana bakarken sırtımdan akan soğuk teri hissedebilmiştim. Hızla inip kalkan göğsümü dizginlemeye çalışsam da aldığım tehditler oldukça zorlanmama sebep oluyordu. Bu insanların şakalarının olmadığını haykıran zihnim, evin içinde arkamı kollayarak yürümemi tembihliyordu.

"Germeyin kızı da kahvaltısını etsin," dedi Gezgin, uysal bir ses tonuyla. Bana döndü. "Karşındaki adamlar hakkında sana verdiğim tavsiyeyi aklından çıkartma, Asya." Başımı onaylarcasına sallarken, çatalı elime alıp peynire batırdım. İştahım yoktu ama aç kalarak kendimi halsiz bırakmak istemiyordum. Gücüm olmalıydı ki mantığım çalışsın. Fiziksel bir güçle karşı karşıya kalırsam ne kadar işe yaramayacağını tahmin edebilsem de kendimi koruyabilmeliydim.

Karşımda ve yanımda oturan adamlar kıtlıktan çıkmış gibi masadaki her şeyden yerken, "Bugün saha yoksa evde miyiz yani?" diye sordu Gezgin. "Yoksa kulübe gider miyiz?" Kaçamak bakışlar saniyelik olarak bana dönse de çok üzerimde durmadılar.

"Evde oturacağız," dedi Kara, asabi bir sesle. "Daha fazla içimize girmemeli."

Sanki içlerine girebilmek için can atıyormuşum gibi konuşması gözlerimi devirmeme sebep oldu.

"Kös kös evde oturmak benlik iş değil biliyorsunuz," dedi, Gazap. "Ayrıca misafir Kara'nın, bizi ilgilendirmez. Ben kulübe giderim. Tanrı misafiriyle de ne yaparsanız, yapabilirsiniz."

"O Tanrı misafiri yapacağı eylemde başarısız olacağını bilse de az önce seni uykunda öldürmekle tehdit etti," dedi Akrep alayla. "Senin de iyi davranman gerekiyor gibi hissettim." Gazap'ın bakışları bana döndü. Piercing olduğu kaşını havalandırırken çayından büyük, keyifli bir yudum aldı. "Başarısız olacağını bile bile beni tehdit etmesi," dedi. "Komik olsa da hoşuma gitti." Koyu kahve gözleri yüzümde dolanırken rahatsızca kıpırdandım. Üzerimdeki bakışlarına odaklanmamaya çalışıp bir lokma peyniri daha ağzıma attım.

"Neden sadece peynir yiyip duruyorsun?" diye sordu, Gezgin. "Bak senin için o kadar şey hazırladım."

İstemsizce tebessüm ettim. Birinin benim için çabalaması alışık olduğum bir durum değildi. Yüreğim karşımdaki kadına yumuşamak için an kolluyor olsa da mantığım ona engel olabiliyordu ve kesinlikle en iyisini yapıyordu. Dudaklarımdaki kıvrımı yok edip, ağzımdaki peyniri yuttum. "Sabah uyandığımda bir şeyler yemeğe alışık değilim." Bakışlarım karşı çaprazımda oturan ve yemek boyunca ağzını açmadan kahvaltısını eden adama döndü. Yine başında spor bir şapka vardı. Beyaz teninin üzerinde büyük boncuklar gibi duran siyah gözleri tabağındayken, küçük dudakları yavaşça hareket ediyordu. Yüzünde sürekli mutsuz bir ifade vardı. Acaba oda mı benim gibi, zorla bu insanların yanında duruyordu?

Merakıma daha fazla fırsat vermeden, "O," dedim kendimi tutamayarak. "Neden hiç konuşmuyor? Yoksa o da benim gibi, zorla mı tutuluyor?" Bahsettiğim adamın gözleri bana döndüğünde, donuk bakışlarına kıyasla dudaklarınla bir kıvrım belirdi. Bu kıvrım öyle saniyelik bir şeydi ki zihnim gerçekliğini sorguladı.

"Sen onu birde bilgisayar başında gör," dedi, Gazap.

Kara sinirle homurdandı. "Konuş amına koyayım konuş, hepimizin görevini söyle."

"Bu da bugün solundan kalkmış ha," diye arkadaşına takıldı. "Hep bir tersleme hep bir huysuzluk. Bu yeşil göz, arkadaşıma hiç iyi gelmedi."

"Asya," dedim sıktığım dişlerimin arasından. "Adım Asya. Her seferinde farklı hitaplarla değil, adımı kullanarak hakkımda konuş."

"Aşk olsun, sen bana bay psikopat dediğinde hiç böyle tepki veriyor muyum ben?"

Dudaklarımı büzdüm. "Mahlası Gazap olan sensin. Bence bir farkı yok." Çayımdan bir yudum daha aldım. Çoktan soğumaya başlamıştı ve sıcak içilmesi gereken içecekleri soğumuş olarak tüketmek asla hoşuma gitmezdi. Kalkıp yenisini almayacağımdan bardağı ileriye doğru itekledim. Bunu fark eden Gezgin yanındaki çaydanlığı alıp, çayımı tazeledi. Kimsesizliğe o denli alışıktım ki, karşımdaki kadının hareketlerini ciddi anlamda tuhaf buluyordum.

"Madem bir süre birlikteyiz," diyen Akrep kahvaltısını bitirdiğini belli edercesine arkasını yaslayıp, kolunu Gezgin'in oturduğu sandalyenin arkasına koydu. "Uyum içinde olmalıyız değil mi? Sürekli didişerek bir yere varamayız ve benim sevgilim huzursuz ortamlardan nefret eder." Gezgin gülümseyerek erkek arkadaşına baktı.

"Aklındaki şey nedir?" diye sordu Kara, biraz merak biraz da sinirle. "Hani oturup kaynaşalım falan diyeceksen kendimi becermeyi tercih ederim."

Gözlerimi devirdim.

"Terbiyesiz adam," dedi Gazap, sahte bir ayıplamayla. "Ne ayıp ayıp konuşuyorsun sen misafirimizin yanında."

Kara, "Gazap," dedi sıktığı dişlerinin arasından. "Elimin tersindesin, kardeşim."

"Ay yeter!" diyerek bağırdı Gezgin. "İnsanı çileden çıkartırsınız yahu siz. Bir susun! Göz, sessizliğini azcık şunlara bulaştırsan ne olur sanki?" Neredeyse lal olduğunu düşüneceğim sessiz adam küçük bir tebessüm edip, "Onlar beş dakika bile sessiz kalamaz, abla," dedi. "Özellikle de Gazap."

"Hadi lan oradan," dedi Gazap. "Size küstüğüm günleri unutuyorsunuz."

Kara ilk defa samimiyetle güldü. "Unutmak ne mümkün? Konuşmama kararı alıp her şeye mesaj atarak cevap veriyordun ve konuşmaman en fazla on dakika sürüyordu."

"Beyler," diyerek ayaklanan Akrep, hepsinin dikkatini üzerine çekti. "Kızlar burayı toparlarken bizde bahçeye gidelim," Kız arkadaşına döndü. "Güzelim kahvelerimizi oraya getirir misin?" Gezgin gülümseyerek başını salladı. "Tabii ki, hayatım." Akrep, hafifçe eğilip dudaklarını Gezgin'in alnına yasladı. "Kolay gelsin, güzelim."

Dakikalar içinde erkekler mutfaktan çıkarken, karşımda oturan kadınla baş başa kaldım. Dudaklarında samimi bir gülümseme ile yüzüme bakarken, "Anlat bakalım," dedi yumuşak bir ses tonuyla.

Tek kaşım havalandı. "Neyi?"

Dirseklerini mermer tezgâha yaslayıp, çenesini ellerine dayadı. "Bana Asya Sönmez'i anlat."

"Hakkımdaki her şeyi bir dosyadan öğrenebilirsin."

Omuz silkerek, "Evet," dedi. "Ama ben senin anlatmanı istiyorum. Aynı evi paylaşan arkadaşız ve birbirimizi tanımamız gerekiyor."

"Bunun karşılıklı olması gerekmiyor mu?" diye sorduğumda, dudaklarındaki tebessüm silindi. "Sen beni tanımak istiyorsun ama ben senin hakkında veya sizin hakkınızda hiçbir şey bilmiyorum gerçi bilmekte istemiyorum." Dürüsttüm. Çünkü bu insanlar hakkında her öğrendiğim bilgi buradan kurtulma şansımı biraz daha uzaklaştırırdı.

"Öğrenebileceğin şeyler var aslında, bu bilgiler seni zarara sokmayacak bilgilerdir."

Dudağımın kenarı kıvrıldı. "Vereceğin bilgiler yalan olacak değil mi?"

Dudağının kenarı kıvrıldı. "Biraz doğru, biraz yalan."

Meraklanmıştım ve karşımdaki kadın bunu anlamıştı.

"Eğer mahlaslarımız yerine ismimizle hitap etmek sana daha rahat hissettirecekse herkesin bildiği isimlerimizle başlayabiliriz. Mesela benim adım, Burçin. Akrep'in Yıldıray, Gazap'ın ki Şahan, Göz'ün Murat ve Kara'nın Yaman."

Sırtımı sandalyeye yasladım. "Bunlar yalan olan kısımlar, gerçek olanlar daha çok ilgimi çekecektir." Oturduğu yerden kalkıp boş tabakları üst üste dizerek toplamaya başladı. Boş oturmak istemediğimden ayaklanmış, pis olan çatal bıçakları toparlamaya başladım. "Kimden başlamak istersin?"

"Sanırım senden."

Bakışlarımızı birleştirip, gülümsedi. "Akrep yani Yıldıray'la uzun süreli bir ilişkimiz var. Aslına bakarsan göründüğümden fazlası değilim. Timin tek kadın üyesi olmak bazı alanlarla da beni oldukça zorlasa da bu ailenin parçası olmayı seviyorum."

Aile... Bilmediğim, bilemeyeceğim tek kavramdı.

Bunun üzerinde çok fazla durmamaya çalışıp topladığım çatal bıçakları bulaşık makinasının sepetine bıraktım. "Yıldıray'ın görünüşü her ne kadar ürkütücü görünse de kalbi yumuşacıktır. Grubun en büyük üyesi olmak hepsinin gözündeki saygıyı arttırıyor. Diğerlerinin gözü karalığına da bakma, üçü de Yıldıray'dan korkar. Bir abi gibi gördüklerinden tabii." Musluğun olduğu tezgâha bıraktığı tabakları makinaya dizmeye başladığımda, o da kahvaltılıkları toplamaya başladı. "Göz'e yani Murat'a gelecek olursak, grubun en küçüğü aynı zamanda seninle de yaşıt. Gazap ağzından kaçırdığı için söylememde bir sakınca yok, ne kadar az konuşsa da mevzu bahis teknolojik aletler olduğunda bambaşka biri haline geliyor. Tek tutkusu bilgisayarlardı ve Asya, yapabildiklerini görsen küçük dilini yutarsın."

Ses tonundaki bir hayranlık mıydı?

Sessiz kalarak konuşmasını dinlemeye devam ettim. "Gazap'a gelelim," dedi ve hareketlerini durdurdu. Bakışlarını üzerimde hissettiğimde bende işime es verip yüzüne baktım. "Şen şakrak hallerine bakma. Senden rica ediyorum Asya, onun tersine gitmemeye çalış çünkü onun yapabileceklerinin bir sınırı yoktur. Yeri geldiğinde hepimiz ondan korkarız." Bu itirafı sertçe yutkunmama sebep olurken, zihnimde uyarı çanları çalmaya başladı. Az önce uykusunda öldürebileceğimi dile getirdiğim adamın gerçek bir psikopat olduğunu bilmek kanımı kaynatmaya yetmişti. Tanrı aşkına o adamla odalarımız karşılıklıydı!

Başımı onaylarcasına sallayıp, "Dikkat edeceğim," dedim. "Peki Kara yani Yaman?"

İşimize kaldığımız yerden devam ederken, Gezgin yani Burçin konuşmasını sürdürdü. "O biraz farklıdır. Yaptıklarıyla bazen insanı çileden çıkartır bazense şaşkınlığa uğratır."

Alayla güldüm. "Ben genelde çileden çıkartan tarafıyla karşı karşı kalacağım gibi görünüyor."

"Sana alışacaktır," dediğinde bunu inanarak söylediği konusunda şüpheliydim keza asla bu düşüncesine katılmıyorum. O herif kesinlikle beni bela olarak görüyordu ki, Tanrıya şükür duygularımız karşılıklıydı. "Bakma öyle. Pek insancıl gözükmeseler de hepsi özünde iyi insanlar."

"Ne kadar süredir birliktesiniz?" Bu gerçekten merak ettiğim bir soruydu.

"Beş."

"Beş sene öncesine kadar birbirinizi tanımıyor muydunuz yani?"

Gülümsedi. "Bu bilmemen gereken bilgiler arasında."

Başımı onaylarcasına salladım.

"Sana verebileceğim gerçek bilgiler şu an için bu kadar, sonrasını zamanla kendin öğrenirsin zaten."

Umarım öğrenecek kadar yanınızda kalmam. Tabii bunu seslice dile getirmektense bana şefkatle yaklaşan kadına kaçamak bakışlar attım. Tavırlarında samimi görünüyordu. Bana olan ilgisi belki de şu an için dört kolla sarılmam gereken tek şeydi. Çünkü karşımdaki bu kadın, evin annesi gibiydi ve ben bir annenin nasıl olduğunu bilmesem de onun bana yardımcı olacağını kalbimde hissedebiliyordum. Son tabağı da makinaya yerleştirip sıra bardaklara geldiğinde, "O dosyanın içinde yazıyor mu bilmiyorum ama," dedim kısık bir ses tonuyla. "Çileğe alerjim var. Değil yemek, çilek özlü herhangi bir şeyi tenime sürmem bile ölümüme sebep olabilir."

"Hi!" diye korku dolu bir nida attı. "Kaldığın odanın banyosunda çilek özlü duş jeli var. Hemen alayım onu oradan."

Yine beni düşünmüştü... Yapma diye haykırasım vardı. Yapma, beni bu duyguya alıştırma. Onun yerine, "Ben hallettim," dedim. "Dolaplardan birine koydum."

"Keşke sen dokunmasaydın."

"Önemi yok, hallettim."

Aradan ne kadar geçti bilmiyorum ama mutfağı tamamen topladığımızda Burçin kahveleri yapmak için makinanın başına geçmişti. "Herkes şekersiz içiyor ya sen?"

"Şekerli lütfen."

Başını sallayıp onaylarken bense kollarımı göğsümde kavuşturup bahçeye açılan kapının önüne geçtim. Kaldığım odanın camından gözüken bahçe tam karşımdaydı ve dört adam birkaç metre ilerimde bahçe mobilyalarında oturmuş hararetle konuşuyordu. Kaşlarımı çattım. "Burçin?"

"Efendim tatlım?"

Bakışlarımı Kara'da sabitledim. "Belli ki burada ne kadar kalacağım konusunda ortak bir payda da buluşmanız günleri alacak. Peki ya, bir sonuca varamazsanız benimle ne yapacaksınız? Hafızamı mı sileceksiniz?"

"Sanmıyorum," dedi huzursuz bir ses tonuyla. "Bunu yapmamız yasaklandı. Seninle ne yapacağımız konusuna gelecek olursak, bilmiyorum güzelim ama şunu asla aklından çıkartma. Biz masum insanlara zarar vermeyiz."

Gözlerimi devirmemek için kendimi zor tutuyordum. Bir anda yanımda belirip parmaklarını koluma sardığında kaşlarımı çattım. Bu kadın temas etmeyi gerçekten seviyordu. Önce koluma sardığı eline ardından yüzüne baktığımda surat ifadem her nasılsa, alt dudağını dişlerinin arasına alarak yavaşça geri çekildi. "Temastan hoşlanmıyorsun sanırım?" Başımı iki yana salladım. "Pek sevdiğim söylenemez."

Yüzündeki ifade yumuşadı ve heyecanla, "Kahveler pişene kadar sana göstermek istediğim bir şey var," dedi. "Hadi gel benimle."

Birlikte mutfaktan çıkıp koridorun sonunda kalan kapıya ulaştığımızda kaybedemediği heyecanıyla, "Görünce bayılacaksın," dedi. "Ben kendisine aşığım da." Sabırsızca kapıyı araladığında merakla odayı inceledim. Oda, cam kenarına bırakılmış ikili koltuk haricinde boştu. Ne görmem gerektiği konusunda bir şey anlayamazken, "Ee," dedim. "Ne görmem gerekiyordu?"

Odaya girdi ve görüş açımda olmayan bir kısmı işaret etti. "Gel ve gör."

Odanın içine girip işaret ettiği yere baktığımda küçük dilimi yutmama ramak kalmıştı. Duvarı tamamen kaplayan bir teraryum kesinlikle çiçekler için değildi. Zemine dağıtılmış toprağın üzerinde ilerleyen beyaz yılan bir adım gerilememe sebep oldu.

"Doğru görüyorum değil mi? Orada bir yılan var?"

Burçin'in dudakları keyifle kıvrıldı. "Evet, çok güzel değil mi?"

Yüzümü buruşturdum. "Kesinlikle değil."

Teraryumun yanına gidip küçük bölmeyi açarak kolunu içeriye uzattığında, yılan ona doğru ilerledi. Her an kusabilirdim. Beyaz yılan kolunda kıvrılarak hareket ederken dışarıya çıkarttığı çatallı dili bile tüylerimi diken diken ediyordu. "Bir kere dokunsan ondan vazgeçemeyeceksin." Boş boş yüzüne bakarken öne doğru bir adım attı aynı anda ben bir adım geriledim. "Onu benden uzak tut."

"Fobin mi var?"

Başımı iki yana salladım. "Hayır ama çokta sevmek istediğim bir hayvan olmadığına eminim."

Gülümsedi. Yılan kolundan yukarıya tırmandı. "Korkma ısırmaz."

"O bir yılan, Gezgin. Ne zaman delirecek ve zehriyle seni öldürecek bilemezsin. Tanrı aşkına neden normal insanlar gibi kedi veya köpek beslemiyorsunuz ki?"

Omuz silkti. "Bir yılanın zehrinden daha beter acı veren insanlar oldu hayatımda, Asya." Yılanın başını sevdi. "Ben hayvanlardan değil, insanlardan daha çok korkarım."

Tek kaşım şaşkınlıkla havalandı. "Yaptığınız iş ne bilmiyorum ama o gece Kara'nın elindeki kocaman tüfekten anladığım kadarıyla tam tersini düşündüğümü belirtmek isterim." Bakışları ağır ağır bana döndüğünde birkaç saniye önce gördüğüm o masumiyet artık gözlerinde yoktu. Dudağının kenarında tehlikeli bir kıvrım belirdi ama tek kelime etmedi.

Yılan boynuna dolanmaya başladığında başına bir öpücük bırakıp, "Hadi Selene şimdi yerine geç," dedi. "Seninle sonra ilgileneceğim." Yılana verdiği isim ay tanrıçasının adıydı ve kabul etmek gerekirse orijinal bir isim olmuştu.

Evcil hayvanını yerine bırakıp odadan çıktığımızda tekrar mutfağa girdik. Pişen kahveleri bardaklara dökerken, "Hadi sen bahçeye çık bende geliyorum," dedi.

"Ben odaya geçsem olmaz mı?"

Kaşlarını çattı. "Hayır küçük hanım, misafirimin tek başına odasında oturup kahve içmesini kabul etmiyorum. Hadi."

Düşürdüğüm omuzlarımla bahçe kapısına doğru yürürken hareketlerimi olabildiğince ağırdan almaya çalışıyordum çünkü Burçin yanımda olmadan o adamlarla tek başıma kalmak istemiyordum. Tamam bakışlarıyla beni öldüremeyebilirlerdi ama tutamadığım çenem karşısında kocaman elleriyle kolaylıkla boynumu kırabilirlerdi. Kapı kulpunu tutup sağa doğru çektim. Temiz hava tenimi yalayıp geçerken öne doğru bir adım attım. Dört adamında bakışları bana döndüğünde gerilmemek elde değildi. Kara bir şeyler homurdanıp bakışlarını kaçıran ilk kişiydi.

"Hadi hadi," diyen Burçin, şükür ki bana yetişmişti.

Birlikte evden çıkıp adamların yanına vardığımızda ortada duran sehpaya bıraktıkları dosya dikkatimden kaçmadı. Üzerinde kocaman harflerle adım yazıyordu. Belli ki benim hakkımdaki araştırmaları bitmemişti. "Bizde tam senin hakkında konuşuyorduk," diyen Gazap yine havasındaydı. "Romanlardan fırlama bir hayatın var, sarışın. Okumak keyifliydi." Boş koltuklardan birine oturmadan önce Burçin'in uzattığı kahve fincanını aldım. "Orada okumadığımız ve hepimizin dikkat etmesi gereken bir nokta var."

Hepsi merakla Burçin'e döndü. "Asya'nın öldürücü derecede çileğe alerjisi varmış. Burada kaldığı süre boyunca eve çilek veya çilek özlü hiçbir şey girmeyecek."

"Tüh," dedi Kara alayla. "Çilek uzak duramayacağım tek meyvedir." Bakışları yüzümde gezerken bembeyaz dişlerini açığa çıkartan gülüşü o kadar iticiydi ki ona orta parmak gösterememek büyük hayal kırıklığıydı.

"Ne üçkağıtçı adamsın ulan," dedi Gazap. "Sen meyve bile yemezsin."

Kara omuz silkti. "Bir anda en sevdiğim meyve çilek oluverdi."

Sırtımı koltuğa yaslayıp bacak bacak üstüne atarken, "Neden ona, seni bir anda öldüremeyeceğim için dolaylı yoldan öldürebileceğim bir şeyi bilmek hoşuma gitti demiyorsun?" dediğimde Akrep'in dudaklarındaki tebessümü yakalamıştım.

Tek kaşı meydan okurcasına havalandı. "Seni doğrudan öldüremeyeceğim kanısına nereden vardın?"

Kahvemden bir yudum aldım. "Eğer öldürme şansın olsaydı beni gördüğün an öldürürdün. Demek ki seni durduran bir şeyler var." Sessizliği karşısında galibiyetimi kutlarken gözlerinin içine baka baka güldüm. Bu hareketim bariz şekilde gerilmesine neden olurken bundan büyük bir haz duydum. Evet onlar kadar güçlü değildim ama unuttukları hatta her iddiasına girerim akıllarına bile getirmediği bir şey vardı; aptal bir kadın değildim. Susup ona boyun eğmemi bekliyorsa, daha çok beklerdi.

"Ben bu kızı sevmeye başladım." Dedi Gazap. "Ciddi ciddi sevmeye başladım."

Terslemek istesem de mutfakta Gezgin'in, arkadaşı hakkında söylediklerini unutmamam gerekiyordu.

"Kardeşim," dedi Kara, sıktığı dişlerinin arasından. "Elimin tersindesin."

"Bunun için Şahan'a kızamasın," dedi sevgilisinin kollarının arasında küçücük kalan Burçin. Nedense bu hali gözüme tatlı gelmişti. "Bende Asya'yı sevmeye başladım."

Kara gözlerini devirdi. "Sen herkesi seversin."

"Yanlış," dedi Akrep. "Burçin sadece sevgiyi hak eden insanları sever ve benim kadınım Asya'yı sevmeye başladıysa vardır bir bildiği." Aşk dolu bakışları birbirini bulduğunda çekinmeden dudaklarını birbirine yasladılar. Bu uzun soluklu bir öpücük değildi, kısa ama aşk dolu bir öpücüktü. Karşımda oturan Göz, utançla başını çevirdiğinde yanaklarının al al olması gülümsememe neden oldu.

"Olan var olmayan var!" diye bağırdı Gazap. "Şunu yanımızda yapmayın ulan. Hele de ben bir haftadır seks detoksundayken."

"Bunun bizi ilgilendiren tarafı?" diye sordu, Akrep.

"İştahımı kabartıyorsunuz."

Burçin kahkaha attı. "İstiyorsan seni tutan kimse yok."

Gazap'ın suratı asıldı. Kesinlikle onu tutan biri vardı.

"İşimize dönelim mi?" dedi Kara huysuz huysuz. "Bir an önce karar vermeliyiz, aksi takdirde gün geçtikçe işin içinden çıkamayacağız." Bakışları bana döndü. "Evde olmadığımız zamanlar olacak ve ben sana asla güvenmiyorum."

"Duygularımız karşılıklı, Yaman." Ona mahlası yerine sahtede olsa adıyla hitap ettiğimde omuzlarını dikleştirdi. Bakışlarının dudaklarıma kaydığını fark ettiğimde dilimi alt dudağımın üzerinde gezdirdim.

"Biz yokken evde tek başına kalamaz," diyen Akrep, Kara'nın dikkatini dağıttığında kaşları çatıldı. Bakışlarını elindeki kahveye indirdiğinde zihninde dolanan düşünceleri duyabilmek için her şeyi yapabilirdim. "O yüzden gerekli önemleri alıp onu bizimle üsse getireceğiz. Orada da Göz'ün himayesi altında olacak."

Ne harika!

🔗🔗🔗

KARA'dan

Gün yerini akşamın karanlığına teslim ederken, önünde durduğum pencere pervazına bıraktığım kadehi elime aldım. Kristal bardağın içinde hareketlenen sarı sıvıyı boğazımdan aşağıya göndermem bile gerilen sinirlerime iyi gelmiyordu. Baş ağrısından ölmek üzereydim. Kendime duyduğum öfke o kadar güçlüydü ki, bedenimde yarattığı etki tahammül sınırlarımı zorluyordu. Dikkatsizliğim sonucu içine düştüğüm durum geleceğimi belirsiz kılarken bir sonuca varamamak işleri daha da karmaşık hale getiriyordu. Birkaç kapı ötemdeki kadının varlığını bilmek ise... Parmaklarımın arasında sıktığım kadehi hırsla karşı duvara savurdum.

Avuç içlerimi şakaklarıma bastırıp odanın içinde volta atmaya başladığımda, düşünmeye çalışıyor, çabaladıkça hiçbir sonuca varamamam karşısında kendi beynimi patlama isteğiyle dolup taşıyordum. Tıklanmadan açılan kapıyla olduğum yerde durdum. Gazap geldiyse bana bir iyilik yapmış olacaktı çünkü tüm hırsımı ondan çıkartacaktım. Dudaklarımın arasında biriken küfürlerle hırsla arkamı döndüğümde beklediğim yüzün aksine öfkeyle bana bakan mavilikleri görmem sonucu dilimi ısırdım.

"Ne yapıyorsun oğlum sen?" dedi gözlerime bakarak.

Dişlerimi sıktım. "Bir çözüm yolu arıyor bulamadıkça deliriyorum!"

Kollarını göğsünde kavuşturup, "Sakin olmayı başarırsan mantıklı bir çözüme de ulaşırsın, Kara." dedi uyarı dolu ses tonuyla.

Öfkem o kadar yoğun o kadar güçlüydü ki değil mantıklı bir şeyler bulmak doğru düzgün düşünemiyordum bile. Bu his benliğime bir şeyleri parçalama arzusunu aşılıyordu fakat evdeki Gezgin faktörü bunu engelliyordu. Evi dağıtmam demek, beni bir güzel pataklaması demekti. Çenemi sıvazlayıp volta atmaya devam ederken, "Nasıl bu kadar aptal olabilirim?" dedim kendi kendime. "Nasıl bu kadar dikkatsiz olabilirim aklım almıyor! Ayrıca şafak vakti o kızın evinde zıbarıp yatması gerekirken orada ne işi vardı orayı hiç anlamıyorum! Bula bula beni mi buldu, amına koyayım!" Ardından adımlarımı Akrep'in önünde sabitleyip gözlerine baktım. "O kızda bir şey var abi, beni rahatsız eden bir şey var."

Akrep göz kapaklarını kıstı. "Kendin araştırıp bulduğun bilgilerden şüphen mi var?"

Doğru.

Kızı ben araştırmıştım. Bunu merkezdeki bir bilgisayardan yapmıştım ve hata olmasına imkân yoktu. Peki neydi o kızda beni rahatsız eden şey?

"Kız sıradan biri bunu biliyorsun. Seni rahatsız eden nokta sadece varlığı."

Doğru.

Varlığı benim cinnet geçirmeme sebebiyet verecek kadar rahatsız ediciydi. Ama bu değildi. İçimdeki şey kesinlikle bu değildi.

Yatağımın üzerine oturup dirseklerimi dizlerime yasladım. Ellerimi yüzüme kapatırken, "Başka bir şey var," dedim inatla. "Başka bir şey var abi."

Duyduğum adım sesleri saniyeler içinde kaybolduğunda yanıma gelerek bir elini omzuma yasladı ve destek verircesine sıktı. "Hata yaptığını düşünüyorsun, aslanım. Hatanın bedelini de o kıza ödetmek istiyorsun." Her kelimenin altını çizer gibi baskılayarak konuştu. "Kız masum. Tek sorunu olmaması gereken bir yerdeydi." Ellerimi yüzümden çekip yanıma oturan adama döndüm.

"Bana bir şey söyle."

Tek kaşı havalandı. "Ne konuda?"

"Onu öldürüp başımızdaki belayı def etmemem için, bana bir şey söyle."

"Kızı öldüremeyeceksin, Kara." Emir niteliğindeki sözleri kulaklarımda yankılandı. "Bizim işimiz masum insanlarla değil. Bunun için eğitildin, bunun için yemin ettin. Unutma. Kızın varlığı en az senin kadar beni de rahatsız ediyor fakat merkezi tatmin edecek bir şey bulamadığımız sürece hiçbirimiz kıza zarar veremeyiz."

Avuç içlerimi bir kere daha şakaklarıma bastırıp canım acıyana dek sıktım. Beni sakinleştirmek şöyle dursun dile getirdiği gerçekler öfkemi hiddetlendiriyordu. Elim kolum bağlıydı. "Şimdi sakinleş ve hazırlan." Ellerimi başımdan çekmeden ona döndüm. "Nereye? Görev mi geldi?"

Ellerini dizlerine vurup sabır çeker gibi soluklanırken oturduğu yataktan kalktı. "Gezgin dışarı çıkalım dedi."

Gözlerimi devirdim. "Abi, Allah aşkına ben delireyim diye mi uğraşıyorsunuz?"

"Zırvalamayı keste kalk hazırlan. Burada kös kös oturup sinirlenmekten başka bir halt yiyemeyeceğin belli. Gidelim kulübe kafa dağıtalım, sakinleşelim." Bir şey daha demeden, bir şey daha dememi beklemeden odadan çıktı. Bakışlarım duvara savurduğum kadehin yerdeki parçalarına kaydı. Benliğimin her bir noktasında hissettiğim öfke kızgın demir misali bedenimi dağlıyor, ardında keskin bir acı bırakıyordu. En büyük öfkem kendimeydi aslında. Yıllarca bu hatayı yapan insanları yargılayan ben, yargıladığım şeyin altında kalmıştım.

Bu olay duyulduğunda güldüreceğim insanlar gözümün önüne gelince sinirle dişlerimi sıktım. "Sikeyim böyle işi!" Oturduğum yataktan kalkıp dolabın karşısına geçtim. Üzerimdeki tişörtü çıkartıp gelişi güzel yere fırlattım. Elime ilk gelen tişörtü başımdan geçirip kapıya yöneldiğimde dışarıdan gelen seslerle adımlarımı sabitledim.

"Burçin ben gelmesem?" dedi kısık tutmaya çalıştığı sesiyle. "Hem ben rahat etmeyeceğim hem de o."

Kaşlarım çatıldı. O diye bahsettiği kişi bensem şayet haklıydı. Kesinlikle onunla aynı ortamda bulunmaktan rahatsızlık duyacaktım.

"Saçmalamaz mısın lütfen," diye karşı koydu Gezgin. "Birbirinizi görmek istemiyorsanız başka yönlere bakarsınız olur biter."

"Hah," dedi alayla. "Bunun için kör olmamız gerekiyor çünkü birbirimizi görmek zorundayız. Ne yazık ki."

Hırsla kapıyı açıp koridor başında durup sohbet eden kadınlar görüş alanıma girdiğinde ikisinin de bakışları bana döndü. "İşte bak bundan bahsediyorum." Dediğinde, sabır dilercesine nefes aldım. "Bende seni görmeye bayılmıyorum, o yüzden susarsan sevinirim." Evimde kaldığı yetmiyormuş gibi sivri dili beni çileden çıkartıyordu. Bakışlarım yüzünden bedenine kaydığında yumruklarımı sıktım. Giyindiği siyah elbise bedenine tamamen yapışırken ince belini meydana çıkartmıştı. Kalçasının bir karış altında biten eteği beyaz tenini gözler önüne sererken, bedeninde bir kusur aramaya çalıştım. Bacakları düz ve uzundu. Duruşu dikti, göğüsleri dolgundu. Lanet olsun! Neden kusursuzdu? Neden itici gelen bir noktası dahi yoktu!

"Bitti mi?" dedi Gezgin.

Boğazımı temizleyerek, "Ne?" diye sordum.

"Asya'yı süzmen, bitti mi? Ona göre ineceğiz de." Alayla kurduğu cümle kendisini güldürürken yanında duran kadın bile bıyık altı gülüyordu. Sol yanağındaki neydi öyle? Gamze mi? Sikeyim!

"Dışarı çıkma planıyla yeterince canımı sıkmışken daha fazlasını yapmak istemezsin, Gezgin." Uyarı niteliğindeki sözümle birlikte Asya'nın koluna girip merdivenlere yöneldiler. Onların hareket etmesiyle bende adımlamıştım ki, gördüğüm şey ayaklarımı zemine mıhladı.

Elbisesinin açıkta bıraktığı sırt dekoltesi beline kadardı ve gördüğüm şey, nefesimi kesti. Sırtını neredeyse kaplayan ejderha dövmesi beyaz teninde parlıyordu. Ejderhanın iki yana havalandırdığı kanatları örümcek ağını anımsatıyordu. İnce gövdesi omurgasının üzerinde bir yılan gibi kıvrımlı dururken, ağzından çıkan ateş ense köküne kadar uzanıyordu.

Kasıklarımda baş gösteren sızı kendime olan öfkemi harlarken, yere mıhlanmış adımlarımı hırsla hareket ettirip yanlarından hızla geçip gittim. Kapının yanında duran Gazap gelişimi fark edip bana döndüğünde, "Ne oldu lan sana?" diye sordu. "Suratın kıpkırmızı olmuş." Kendi kendime homurdanarak evden çıktığımda bahçede duran aracıma yöneldim Tüm hırsımı kapıdan çıkartırcasına şiddetle açıp beklemeden içine bindim. Kulübe gidecek, sarhoş olana kadar içecek, tüm bedenimi seks ile gevşetecektim.

ASYA'dan

Burçin'in inatla giyinmemi istediği kıyafetin eteğiyle bir savaş halindeyken adımlarımı oldukça kısa, küçük tutmaya çalışıyordum. Aksi takdirde kalçamın birkaç santim altına kadar uzanan esnek kumaş her an yukarıya doğru çıkabilirdi ve ben, aç kurt misali bakışlarını üzerimden çekmeyen, neredeyse salyalarını akıtacak adamlara görsel şölen sunmak istemiyordum.

Yanından geçtiğim sarhoş bedenlerin dengesiz hareketleri yürümemi zorlaştırsa da önümde ilerleyen küçük topluluğu gözden kaçırmamaya çalışıyordum. Aslında içinde bulunduğum kalabalığı avantaj olarak kullanabilir, saklanabilir, mantıklı bir kaçış planı yapabilirdim fakat içimden bir ses bunu yaparak daha fazla nefretlerini kazanmamam konusunda oldukça diretiyordu. Burçin'den öğrendiğim kadarıyla kulüp, Yıldıray'ındı. Gerçek kimliklerini saklayabilmek adına paravan görevi gören işlerinden biri olduğu söylemişti. Bunun altında yatan ima basitti; gideceğimiz kulüp bizim. Eğer kaçma girişiminde bulunursan daha kapıdan çıkamadan yakalanırsın.

Şu an önümde ilerleyen beş insanın beni hafife almak gibi kötü bir huyları vardı.

Şarkının ritmi hızlandığında içeriyi aydınlatan ışıklandırmaların rengi değişti. Mekâna girdiğimizde mavi olan renk şimdi kırmızıydı ve bir anlık değişen renk karşısında bocaladım. Gözlerimi kısıp yeni renge alışmaya çalışırken önüme çıkan sarhoşta renk karmaşasından nasibini almış olacak ki sendeledi. Bedenlerimizin çarpışması kaçınılmaz bir sondu. Pelte kıvamına gelmiş bedeni bedenimi geriye doğru savurduğunda düşeceğimi düşünürken belime sarılan kollar buna izin vermedi. Bakışlarım anında ileriye kaydı. Diğerleri görüş açımdan çıkmıştı.

"İyi misin?"

Kulağımın çok yakınında duyduğum yabancı sesle başımı çevirip hala daha kollarının arasında durduğum adama baktım. "İyiyim," dedim geri çekilirken. "Sağ olun." Elbisemin eteğini aşağıya doğru çekiştirdim.

"Bu saatlerde burada yürümek oldukça zordur," dedi duyabilmem için bağırarak. "Çünkü herkes zil zurna sarhoş olur."

İstemsizce karşımdaki adamı incelerken buldum kendimi. Yuvarlak yüz hatlarını çevreleyen kirli sakalıyla, kumral saçlarıyla ve ışığın altında parlayan yeşil gözleriyle oldukça yakışıklı bir adamdı. Giyindiği beyaz tişört geniş omuzları ve kaslı göğüslerini meydana çıkartırken neredeyse isyan edecektim. Doğu Yakasındaki tüm erkekler bu kadar iri olmak zorunda mıydı? Tanrı aşkına, adamların hepsi tek bir fabrikada üretilmiş gibi hem yakışıklı hem de kocamandı ve bu kesinlikle korkunçtu!

"Seni daha önce gördüm," dedi şüpheci bakışları yüzümde gezerken. "Hiç yabancı gelmiyorsun."

"Hiç sanmıyorum." dedim duyabileceği bir ses tonuyla.

Bakışlarımı en azından birini yakalayabilirim umuduyla etrafımda gezdirdim fakat yoklardı. Şarkının ritmine kapılıp çılgınca dans edenler, açlıkla öpüşenler ve birbirine sürtünen onlarca insanın arasında sıkışıp kalmış gibi hissediyordum.

"Birini mi arıyorsun?"

Yine oldukça yakınımdan gelen sesiyle bu sefer kaşlarımı çattım. Düşmekten kurtardığı için minnettardım fakat bunu fırsat bilip flört etme çabasına girmiş olması gram hoşuma gitmemişti. "Çok yakınsın," dedim dişlerimin arasından. "Hiç hoş değil."

Gülümsedi. "Buradaki insanların hepsi birbirine yakın, güzel kız."

Elimin tersini göğsüne yaslayıp hafifçe ittirdiğimde karşı koymadı, geriledi. "Buradaki insanlar şu an aklını çalıştıramayacak kadar sarhoş ve seks düşüncesi benliklerini esir almış gibi görünüyor. Benim onlardan biri olmadığımı anladığını varsayıyorum. Kişisel alanı koru, yabancı." Bakışları beğeni ile yüzümde gezdi. Normal şartlarda olsaydık belki bende karşımdaki adamı aynı beğeni dolu bakışlar ile süzebilir, işin sonunun yatakta bitmesini sağlayabilirdim fakat kesinlikle normal şartlarda değildik.

"Eğer kimi aradığını söylersen sana yardımcı olabilirim, güzel kız. Tabii bir erkeği arıyor olman beni üzebilir."

Klişeliği karşısında gözlerimi devirmek istesem de mimiklerimi kontrol etmeyi başarmıştım. Dudaklarımı aralayıp bir cevap daha vermek üzere hazırlanıyordum ki, koluma sarılan parmakların güçlü sıkışıyla yüzümü buruşturdum. Anında arkamı dönüp canımı acıtan adamın kim olduğuna baktığımda şaşırmak gibi bir eylemde bulunamadım. "Kaçma girişiminde bulunduğunda başarısız olacağını açık bir dille belli etmiştik halbuki," diyen Kara, öfkeyle gözlerime bakıyordu. Canımın daha fazla yanacağını umursamadan hızla kolumu geri çektim. "Kaçmaya falan çalışmadım," dedim hırsla. "Ayrıca kaçmaya çalışsam da başarılı olacağım açıkça belli. Beni rehin alan siz, süper zekanızı kullanarak gerinizde bıraktınız."

"Asya," dedi sıktığı dişlerinin arasından. "Sabrımı sınama."

"Kaçmaya çalışmıyordum," dedim tekrar. "Sarhoşun biriyle çarpıştım kendimi toparlayana kadar da sizi gözden kaçırdım."

"Sen osun," dedi yabancı, keyifle. "Seni gördüğümü biliyordum."

Birbirine öfkeyle bakan gözlerimiz hala daha yanımızda dikilen adama döndü. Alaycı bir keyifle bizi izliyor, sırıtıyordu. "Demek sen Kara'nın hatasısın."

Üzülmem mi gerekiyordu?

"İşine bak," dedi Kara. "Benim canımı sıkma." Tekrar parmaklarını kolluma sarıp adama bir şey daha demeden yürümeye başladığında beni de peşinden sürükledi. Giyindiğim topuklularla onun kadar hızlı yürüyemiyordum. Tabii bu onun umurunda mıydı? Asla.

Solumuzda kalan merdivenlere yönelip, hızla çıkarken ters bir şey söylememek adına dişlerimi yanak içlerime geçirdim. Saniyelerin ardından bir odaya girdiğimizde hepsinin içeride ve meraklı bakışlarının üzerimizde olduğunu gördüm. "Hayırdır," dedi Gazap. "Yine mi başarısız bir kaçma girişiminde bulunuyordun."

Başımı iki yana salladım. "Sadece kayboldum."

"Sadece kayboldun?" dedi Yıldıray, şüpheyle.

Derin bir nefes aldım. "Bakın bir konuda anlaşalım," dedim sabrımın sınırında olduğumu belli eden bir tonda. "Beni aptal bir kadın olarak görüyor olabilirsiniz ama kesinlikle değilim. Gezgin'in buraya gelirken yaptığı imaları anlayabilecek bir zekaya sahibim ve inanın şu an hiçbirinizin düşmanlığını çekecek durumda değilim. Sarhoşun tekiyle çarpıştım, o esnada da sizi kaybettim."

Burçin yanıma gelip elini koluma yerleştirdi. "Sen iyi misin tatlım?"

Başımı onaylarcasına sallayıp sessiz bir cevap verdim. Daha fazla onlarla konuşmak istemediğim için kollarımı göğsüme kavuşturup küçük odayı çevreleyen cama doğru yöneldim. İçinde bulunduğumuz odayla birlikte mekânın dört köşesinde, loca olarak tarif edebileceğim üç oda daha vardı. Dışarıdan hiçbirinin içi gözükmese de içeriden mekânın her bir noktası rahatlıkla görünüyordu. Yüksek sesli müziğin sesi tamamen kesilmiyordu fakat şiddeti, rahatlıkla iletişim kurulacak derecede hafifliyordu.

"Ee sarışın, sen ne içersin?"

Omzumun üzerinden Gazap'a baktım. "Bira, lütfen."

Yüzünü buruşturdu. "O ne lan, küfür gibi?" Çenesiyle masayı işaret edip, "Şu bebekler varken sadece işetmeye yarayan o sıvıyı mı tercih ediyorsun?" dediğinde istemsizce gülümsedim. "Oha, gamzeye bak! Dokunabilir miyim?"

Gülümsemem anında silindi.

"Şahan," dedi Kara. "Elimin tersindesin, kardeşim."

Bakışlarımı deri koltukların ortasına bırakılmış geniş sehpaya çevirdim. Votka, viski, tekila şişeleri haricinde daha önce içmediğim yeşil renkli bir alkol şişesi vardı. "Onu daha önce içmedim."

"Absent diğer adıyla yeşil peri. Her mekânda bulamazsın çünkü alkol oranı fazla olduğundan satışı konusunda işletmecilerin katı kuralı var. Bizde satışa sunmuyoruz sadece bize özel olarak çıkartılıyor." dedi, Yıldıray.

Tadını merak etmiştim ama dediklerini hesaba katarak, tanımadığım beş insanın içinde zil zurna sarhoş olmak istemiyorum. Bu yüzden merakımı bir kenara bırakıp, "Votka olsun," dedim Gazap'a bakarak. "Sek." İddialı seçimim karşısında dudağının bir kenarı kıvrıldı. Kristal kadehe istediğim alkolü doldurup bardağı uzattı. "Teşekkür ederim." Yakıcı ve acı içkiyi boğazımdan aşağıya gönderirken sarhoş olmak istemesem de gevşememin iyi olacağını düşünüyordum.

Yaşamım boyunca bin bir zorlukla karşı karşıya kalmıştım. Her seferinde o kaotik şeylerin içinden kısmen başarıyla çıkmış olsam da şimdi ki durumum karşısında hayatın önüme çıkartacağı şeyleri hesaplayamıyordum. Bu beş insan, hayatımı bambaşka bir evreye doğru sürüklerken sonumu görememek ruhumu kızgın ateşlerin arasında bırakıyordu.

Şimdi diyordu içimden bir ses. Her şey asıl şimdi başlıyor.

 

-BÖLÜM SONU-

 

Lütfen oy verdiğinizden emin olur musunuz?

 

Yeni bölümde görüşünceye dek kendinize çoooook iyi bakın 🤍

 

Instagram: gulsumm.bilgin

 

Loading...
0%