Yeni Üyelik
5.
Bölüm

Karanlıkta Bir Yerde: 4

@gulsumblgn

Merhabaaaaağğğ 🤍

Okumaya başlamadan önce yıldıza dokunabilir miyiz? Şimdiden teşekkür ederim 🙏

KEYİFLİ OKUMALAR!

🔗🔗🔗

Masallarla büyümeyen bir çocuktum.

Uyumadan önce annemin saçlarımı şefkatle taramadığı, babamın iyi geceler öpücüğü kondurmadığı, bir bardak sıcak süt içip uyumayan bir çocuktum. Bana kimse masal anlatmamıştı ama ben, o masallara inanırdım. Ta ki gerçek dünyayı tanıyana dek. Bir yerlerden anne ve babam çıkmayacak, giyindiğim yırtık pırtık kıyafetlerden prenses elbiselerine geçiş yapmayacaktım. Bir prens gelip beni bu kötü rüyadan uyandırmayacak, mutlulukla bedenimi sarmalamayacaktı. Benim dünyamdaki masalda kötü cadılar, canavarlar, vahşi insanlar vardı ve ait olduğum bu masal iyi sonla bitmeyecekti.

Bakışlarım masanın etrafında oturan bütün gözlerle kısa olsa da kesişiyor, kimse tek kelime etmiyordu. Sabahın erken saatlerinde kalkıp beni de kaldırdıklarında ne yapmam gerektiğini idrak edememiştim. Beni evde tek başıma bırakmayacaklarını açıkça söylemişlerdi. Nereye gideceklerse kuyruk gibi peşlerinden gidecektim ama korkuyordum. İster istemez içlerinde olacak, ne iş yaptıklarını eninde sonunda çözecektim ve bu, yanlarında kalma süremi uzattıkça uzatacaktı.

"Gideceğimiz yerde uslu duracaksın. Sözümüzden asla çıkmayacak, seni nerede bıraktıysak orada bulacağız. İşleri kurcalamak, merakına yenik düşüp bilmemen gereken şeyleri öğrenmek için çabalamayacaksın." Kara'ya baktım. Bakışlarındaki öfke, nefret kanımı donduruyordu. "Tamam," dedim kısık bir sesle. "Söylediklerinin aksini yapıp buradaki süremi uzatmak istemiyorum zaten."

Uzun bir sessizlik oldu. Hepsinin bakışlarını üzerimde hissedebiliyordum. Çatalıma batırdığım peyniri ağzıma atıp yavaşça çiğnedim. "Bugün saha görevi yok zaten," dedi Burçin. "Toplantıdan sonra Asya'nın yanına ben gidebilirim."

"Sen olmaz," dedi Akrep, otoriter bir ses tonuyla. "Saha görevi bize olmasa bile sana her an çıkabilir, Burçin. Asya dinlenme odamızda zaman geçirebilir."

"Onu merkeze götürmek ne kadar doğru olacak?" dedi, Göz. "Diğerleri gördüğünde de iş büyüyebilir. Kızı isteyebilirler."

Son dediği şeyle ürperdim. Elimdeki çatalı korkuyla tabağa bırakırken, "Kim," dedim afallayarak. "Kim beni isteyebilir?" Bakışları birbirleri üzerinde gezdi. Söylemek istemedikleri bir gerçek daha! Ama bu konuda susamazlardı. Konu ben ve geleceğimse gizlemek istedikleri şeyin canı cehennemeydi! Oturduğum yerden hışımla kalkıp, "Kim isteyecek beni?" diye sordum tekrardan. "Siz beni nasıl bir şeyin içine soktunuz böyle!"

"Yerine otur, Asya." Diyen Kara'ya tüm nefretimle bakarken, şu an onu öldürebilecek gücü iliklerime kadar hissediyordum. "Bana emir vermeyi kes!" diye bağırdım. "Her şeyin sorumlusu sensin. Hayatımı tepetaklak ettin! Bir saat sonramın nasıl olacağını siz bile bilemezken beni istediğiniz gibi yönlendirmeye çalışıyorsunuz ama olmaz!"

Tıpkı benim gibi hırsla yerinden kalktığında, sandalyesi geriye düşerek büyük bir gürültüye sebep oldu. Öfkeli adımlarla bana doğru gelirken göz temasını asla kesmiyor, aldığı soluklar burun deliklerini genişletiyordu. "Önce o ses tonunu bir ayarla, bizim evimizde bize bu şekilde bağıramazsın. İkinci olarak güvende olabileceğin tek yerdesin bunun içinde şükretmelisin."

Alayla güldüm. Ellerimi dua eder gibi havalandırdım. "Tanrıya şükür, beni öldürmek isteyen bir adamla aynı evde kalıyorum. Ne kadar güzel bir şey!"

Gözlerini kapatıp sabır çekercesine derin bir nefes alıp bıraktı. "Ve üçüncüsü," dedi göz kapaklarını ağır ağır açarken. "Seni benden almaya kimsenin gücü yetmez. Sen benim hatamsın ve ben, hatalarımı başkasının düzeltmeye çalışmasından hiç hoşlanmam."

Bir adım atarak bedenlerimizi yakınlaştırdım. "Bu beni rahatlatmalı mı?"

Bir adım atarak bedenlerimizin arasındaki mesafeyi tamamen kapattı. Yakınlığı bedenimi titretti. Vücudundan yükselen sıcaklığı tenimde bariz bir şekilde hissederken, "Evet," dedi kısık sesiyle. "Bu seni rahatlatmalı."

"Neden?" diye sordum sorgulayarak. "Bana güvenmiyorsun, sana güvenmiyorum. Neden söylediğin söze inanayım ki?"

İnsanlara güvenmezdim. İnsanların iyi olabileceğine inanmazdım. Eğer ki bir iyilik yapıyorlarsa bile bundan bir çıkarları olacağını bilirdim. Bu yüzden insanlarla arama her daim aşılması güç bir duvar örmüş, onlara iyi duygular beslemeyi kendime yasaklamıştım. Hayat bana bencil olmayı öğretmişti. Tıpkı diğerleri gibi çıkar doğrultusun iş yapmayı öğretmişti. İyi bir insan değildim çünkü bu hayat benim iyiliğimi hak etmiyordu.

"Bana güvenmekten başka bir seçeneğin var mı, asi kız?" dediğinde, çenemi dikleştirdim. "Annesi ve babası tarafından bir hiç gibi sokağa bırakılan, şu yaşına kadar tek başına mücadele edip, tüm kötülüklerle tek başına savaşan bir kadından güven duygusu beklemen çok saçma." Dilini alt dudağında boylu boyunca gezdirirken kendime engel olamayarak bakışlarımı aşağıya kaydırdım. Orantılı dudakları dilinin darbesiyle parlarken, kadınlık dürtülerim aç bir kurt gibi salyalarını akıtmaya başladı. Şu iki gün boyunca yaşadıklarım başıma gelmemiş olsaydı ve ben, Kara ile sıradan bir şekilde tanışsaydım... Tanrı aşkına ben ne düşünüyordum!

Bakışlarımı tekrar adı gibi kara gözlerine çıkarttığımda onunda bakışlarının dudaklarımda olduğunu görmek, kendimi frenlemem gereken noktaları tekrar harekete geçiriyordu. Seksiydi. Kahretsin çok seksiydi!

"Sana bunu ilk ve son kez söylüyorum Asya Sönmez, bunu beynine iyice kazı," dedi otoriter bir sesle. "Benimle kaldığın sürece kimsenin sana dokunmasına, seni almasına izin vermem." Sertçe yutkundum. "Bana kimsenin zarar vermesine izin vermezsin çünkü bu zevki sen tatmak istersin değil mi, Yaman?" Durdu. Kısa bir süre öylece durup gözlerime baktı ve sonra küçük tebessüm dudağının kenarında belirdi. Belki de ilk defa bana karşı samimi bir gülüş sergiliyordu. "Doğru." Onun aksine dudağımın kenarına alayla kıvırdım.

"Ama bana bir şey yapamazsın. Unuttun mu, siz masum insanlara zarar vermiyorsunuz?"

Başını hafifçe sol omzuna yatırdı. "Gerçekten de dediğin kadar masum musun, asi kız?"

"Masum değilim," dedim dürüstçe. "Ama beni öldürebileceğin kadar kötü de değilim."

"Beni buna ikna etmen gerekecek." dediğinde tek kaşım havalandı.

"Ya edemezsem?"

"O zaman Tanrı yardımcın olsun."

Bir anda önümden çekildiğinde sendelememek oldukça zordu.

Bakışlarım diğerlerine döndüğünde üzerlerinde anlamadığım bir şaşkınlık vardı ve hiçbiri bunu gizleme gereği duymuyordu. Sorgularcasına yüzlerine bakarken, "O kadar ateşli bir sahneydi ki," dedi Şahan. "Her an birbirinizin dudaklarına yapışacak, bizi bile görmeyeceksiniz sandım!"

"Gazap," dedi sıktığı dişlerinin arasından. "Elimin tersindesin, kardeşim."

Dakikaların sonunda herkes karnını doyurmuş, Yaman haricinde hepimiz büyük bir arabanın önünde bekliyorduk. Gergindim. Fazlasıyla gergindim. Kimsenin bana dokunamayacağı konusunda güven verircesine konuşsa da ona inanmıyordum. Karşımdaki insanları tanımıyordum. Karşıma çıkabilecek insanları tanımıyordum. Bana neler yapabilirler, bilmiyordum.

Yanımda duran Burçin destek verircesine omzumu sıvazladığında titrek bir soluk firar etti dudaklarımın arasından. "Sakin ol," dedi yumuşak sesiyle. "Biz yanındayız."

"Siz," dedim neredeyse benim bile duyamadığım bir tonda. "Siz kimsiniz bilmiyorum ki."

Burçin'den bir cevap beklerken, Akrep konuştu. "Bizim kim olduğumuza değil nasıl insanlar olduğumuza odaklan. Sözlerimize güven duymamanı anlayabiliyorum, Asya," dedi. "Ama yeminime inan. Kimsenin sana zarar vermesine izin vermeyeceğiz. Tüm varlığım üzerine yemin ederim."

"Size güvenmediğim kadar sizde bana güvenmiyorsunuz. Bu çabanız neden?"

"Ne demişler," diyerek araya girdi, Şahan. "Dostunu yakınında tut düşmanını daha da yakın. Düşmanımız olacak biri değilsin fakat güvenimize sahip olacak kadar da arkadaşımız değilsin. Çabamızın nedenine gelecek olursak, bir görevimiz var. Bu görevde; zarar görmeden eski yaşantına geri dönmen."

Sustum.

Tam o sırada Yaman evin kapısında belirdi. Elinde tuttuğu siyah kumaşı sallaya sallaya yanıma geldiğinde, "Arkanı dön." dedi düz düz. Karşı koymadım. Yavaşça arkamı döndüğümde az önce parmaklarının arasında tuttuğu kumaşla görüş açımı karanlığa itti. "Gidip geldiğimiz süre boyunca gözlerini bağlayacağız." Başımı onaylarcasına salladım. Kapının açılma sesi kulaklarımı doldurduğunda biri elimi tuttu. "Hadi canım." Burçin'in yönlendirmesiyle arabaya bindiğimde çok geçmeden harekete geçtik.

"Merkeze gittiğimizde seni sadece bizim erişim sağlayabildiğimiz bir odaya bırakacağız. Kimseyle karşılaşman gerekmeyecek rahat olabilirsin." Diyen Burçin'in ardından, Yaman'ın sesi kulaklarımı doldurdu. "Ola ki bizden başka biri karşına çıkarsa korkma, orada kimse sana zarar veremez. Konuşmaya çalışırsa da bizden biri yanında olmadan tek kelime etmeyeceğini söyle." Tekrar onaylarcasına başımı salladım. Nefesim düzenliydi fakat aynı şeyi kalbimin ritmi için söyleyemezdim. Bilinçsizce getirildiğim ve onlarla ilk kez tanıştığım yere gittiğimizi tahmin edebiliyordum ve orada karşılaşacaklarımı bilememek ruhumu kemiriyordu.

Kaç dakika daha karanlığın içinde yolculuk yaptığımı bilmiyordum ama arabanın gittikçe yavaşladığını anlamıştım. Her daim dik tutmayı kendime şartladığım omuzlarım huzursuzlukla çöktü. Birkaç saniye sonra araba tamamen durup, kapının açıldığını duyduğumda derin bir nefes alarak elimi öne doğru uzattım. Burçin karşılık vermesini beklerken bu sefer hissettiğim el, bir kadına ait olamayacak kadar büyük ve kalındı. Nasırlı parmakları parmaklarımı kavradı. "Yaman?" dedim merakla. "Sen misin?"

Sessizlik.

Görebilecekmiş gibi başımı birleşen ellerimize eğdim. Sıcaktı. Sıcacıktı.

"Evet," dedi boğuk sesiyle. "Benim."

Aldığı sık nefesler gülümsememe neden olurken bunu hemen bastırmaya çalıştım fakat, huysuz huysuz "Gülme," demesiyle geç kaldığımın farkına vardım. Oturduğum koltuktan kalktım. "Gülmüyorum."

"Gözlerin bağlı küçük kız, dudakların değil."

Eğer şansım olsaydı şu an ona gözlerimi devirerek bakardım. "Adım Asya!"

"Ne yapayım yani?" dedikten sonra, "Dikkat et, bekle." Dediğinde küçük adımlarımı durdurmak zorunda kaldım. "İki basamak var önünde. Düşmek istemiyorsan ona göre adım at."

Dikkatle bir adım attım. "Düşmem seni eğlendirir Kara," dedim alayla. "Ve ben, her an seni keyiflendirecek bu eylemi gerçekleştirecekmişim gibi hissediyorum."

"Bana olan güvenin gözlerimi yaşartıyor."

Gülümsedim. Bu gerçek bir gülümsemeydi. "Sana güvenmiyorum."

"Ne tesadüf bende."

Belime sarılan elleri o gülümsemeyi anında dudaklarımdan silerken yerini büyük bir şaşkınlığa bıraktı. Beklemediğim bu hareket karşısında bir anlık gaflette bulunarak kollarımı boynuna doladım. Beni kucaklayıp arabadan indirdiğinde ayaklarımın yere değmesini bekledim ama istediğim hemen gerçekleşmedi. Sıcak nefesi dudaklarıma çarparken, bedenimden geçen titremeye engel olamadım. "Sana dediklerimi unutma," dedi. Yakınımdaydı. Çok yakınımdaydı. "Uslu bir kız ol."

"Uslu bir kız olmak beni zorlayabilir."

Tamamen takılma amaçlı bir laftı. Aksini asla yapmayacak, hiçbir şeyi kurcalamayacaktım.

Belimdeki ellerini sıkılaştırdı. "İnan bana seni cezalandırmak beni hiç zorlamaz."

İması neydi bilmiyorum ama zihnimde beliren görüntüyle kasıklarımda bir hareketlilik baş gösterdi. Şu an gözlerimi bağladığı kumaş parçasıyla bileklerimi bağladığı düşüncesi... Siktir! Kendine gel Asya! Boğazımı temizleyip, "İndirecek misin artık?" diye sorduğumda titreyen sesime lanet ettim. Ayaklarım yere değdiğinde sanki ateşe dokunuyormuşçasına boynuna doladığım kollarımı hızla geri çektim.

"Yürü," dedi sert sesiyle. "Çok oyalandık."

Koluma sardığı parmaklarıyla beni yönlendirmesine izin verdiğimde ikimizde sessiz, gergindik.

Asansörün sesini duymamla adımlarımızda durdu. "Burada kaç saat durmamız gerekecek?"

"İşimiz ne zaman biterse."

"İşiniz genelde kaç saat sürer?"

Ofladı. "Çok konuşuyorsun."

"İnsanlar konuşa konuşa derler, Kara Yaman."

"Ne?" dedi, bariz şekilde hissettiğim afallamasıyla. "Ne dedin?"

Asansörün geldiğini belli eden ses duyulduğunda, iki adım attık ve tekrar durduk. "İnsanlar konuşa konuşa dedim."

"Ondan sonra?"

Gözlerimin bağlı olmasına lanet ettim! Tepkilerini göremiyordum. Bu çok sinir bozucuydu. Sinirlenmiş miydi? Ne vardı ki bunda? Hem mahlasını hem de adını kullanmıştım. Konuşmadığı için ne tarafta olduğunu idrak edemiyordum.

Başımı iki yana çevirdim. "Neredesin?" Arkamda bir hareketlilik hissettim. Sırtıma değen sert göğsü sertçe yutkunmama sebep olurken, "Tam arkandayım," dedi kulağıma doğru fısıldayarak. "Hep arkandayım. Bu yüzden dikkat et. Hareketlerine de, laflarına da."

"Bir şey yapmadığım eminim." Sıcak nefesini ensemde hissettim. "Yakınsın," dedikten sonra ekledim. "Yakınlığı sevmem."

"Şu an tam aksini düşünmeme sebep oluyorsun, küçük kız."

Titreyen bedenime lanet ettim.

Durduğunu belli eden asansörün çıkarttığı sese ise şükrettim.

Kolumu tutup çekiştirdiğinde adımlarına eşlik ettim. Kulağıma dolan uğultular ilerledikçe netlik kazanıyor, konuşma sesleri kulaklarımı dolduruyordu. "Ekip tamamlandı. Herkes toplantı odasına!" Bağıran kadının sesinden sonra sağımdan ve solumdan hızla geçen insanların gerisinde bıraktığı hafif esinti tişörtümün açıkta bıraktığı kollarıma değiyordu.

"Hadi Asya, toplantıya yetişmem gerek."

Tekrar yürümeye başladığımızda bu sefer uzun sürmedi. Tiz bir ses çıktıktan sonra kilit sesi duyuldu. Belimden hafifçe ittiğinde birkaç adım daha attım. "Gözlerini açacağım." Hareketsiz durup karanlıktan kurtulacağım anı sabırsızlıkla beklerken, "Ben çıktıktan sonra odanın kapısını tekrar kilitleyeceğim bir şey istiyorsan şimdi söyle yoksa bizden biri gelene kadar," Devam etmesine izin vermeden sözünü kestim. "Bir şey istemiyorum, teşekkür ederim."

Siyah kumaş gözlerimden çekildiğinde görüş açım bir süre buğulu kaldı. Birkaç kez kırpıştırıp yavaşça arkamı döndüğümde, odada yalnız olmadığımızı görmek geri adım atmama neden oldu. Görüşüm netleşmeye başladığında, Yaman, bakışlarımı takip ederek omzunun üzerinden geriye baktı.

"Senin buraya girme hakkın yok."

Kapının önünde duran adam sırıttı. "Odaya girmiyorum."

Tanıdık bakışlar gözlerimle kesiştiğinde kim olduğunu anlamam uzun sürmedi. Bu adam dün gece kulüpte beni düşmekten kurtaran adamdı. Şaşkınlıkla yüzüne bakarken, "Siktir," dedim, kendimi tutamayarak. "Allah kahretsin yeni bir yüz daha mı!"

Yaman, önümde etten bir duvar oluştururken adamla bakışmamıza set çekti. "Senin bu katta işinde yok." Küçük, küçücük bir adımla sağa kaydığımda adamı görebiliyordum. Elindeki dosyayı havalandırıp, salladı. "Başkanınız imzalaması gereken dosyalarda vardı ve bu konuda gönüllü olduğumu söylemek isterim."

"Neden?" diye sordu, Yaman. Geniş omuzları gerilmişti. "Artık ayakçılık daha mı ilgini çekiyor?"

Adam, omzunu kapı pervazına yaslayıp başını yavaşça iki yana sallarken, "Kara, Kara," dedi. "Hep bir tavır hep bir tersleme. Misafirimizin yanında ayıp oluyor ama." Eğleniyordu. Ciddi ciddi eğleniyordu ve bunu saklamaktan çekinmiyordu. "Tabii seni de anlıyorum," diye devam etti. "Şimdi içinde bulunduğun durumu bir başka üye yapınca verdiğin tepkileri dün gibi hatırlıyorum. Bu yüzden sinirli olman çok normal fakat eğlenceli de."

"Siktir olup gidecek misin yoksa bunu ben mi yapayım? Seve seve yaparım biliyorsun."

Adam, omzunu yasladığı pervazdan çekip yüzündeki alaylı ifadeyi yok etti. "Prosedürü biliyorsun değil mi?"

Prosedür?

Neydi bu prosedür?

Beni ilgilendirmemesi için bildiğim tüm duaları okuyabilirdim.

"Henüz bir haber çıkmadı, bu yüzden prosedürünün de bir anlamı yok."

Dudağının bir kenarı alayla kıvrıldı. "Çıkacağını biliyorsun," dedikten sonra elindeki dosyayı tekrar havalandırıp salladı. Yaman'ın bedeni daha çok gerilirken adamın elindeki dosyanın önemli bir evrak olduğunu anlamak zor değildi. Ve lanet olsun konu kesinlikle benimle alakalıydı!

"Çık git ağzını yüzünü siktirme bana!"

Bağırmıyordu. Aksine öyle sakin bir ses tonu kullanmıştı ki tüylerim diken diken oldu. Adamın bakışları bakışlarımla buluştu. Hafif bir tebessüm edip göz kırptıktan sonra odanın önünden ayrıldı.

Ne olacağını bilmemek sinir krizinin ucunda olduğumu hissettirirken, "Yaman," dedim kısık bir ses tonuyla. Derin bir nefes alıp bir süre bekledi. Ağır ağır bana dönerken ilk önce boynunda kabaran damarlar görüş açıma girdi ardından kasılan çenesi en son gözleri. Kara gözleri yaşadığı öfkeyle daha da kararırken bu hâli beni ürkütmüştü. Sertçe yutkunup bir adım gerilediğimde, "Bir şey yok." dedi ama bir şey vardı. Bunu anlayabiliyordum.

Üzerine gitmek, prosedür olarak bahsettiği şeyin ne olduğunu sormak istiyor muydum? Evet.

Peki soracak mıydım? Öfkeden gözü kararmışken, hayır.

Bunun yerine "Yüzünü gördüm sonuçta," dedim, sanki normal bir konuşmanın içindeymişiz gibi. "Onun mahlası nedir?"

Çenesini sıvazladı. "Kasap."

Yüzümü buruşturdum. "Neden daha iç açıcı şeyler seçemiyorsunuz ki? Tırtıl, kelebek, uğurböceği falan?" İstediğimi elde edip az önceki adamı bir nebze olsun geri plana atmasını sağlarken, dünyanın en tuhaf şeyini bakarcasına yüzüme bakıyordu. "Sen ciddi misin?"

Omuz silktim. "Düşünsene sana daha renkli bir isim veriyorlar," Sırıttım. "Hah! Bu çok eğlenceli olurdu."

Baş ve işaret parmağıyla burun kemiğini kavrayıp, sıktı. "Şu sıralar sabrım fena sınanıyor, Asya," dedi yine aynı ürkütücü sakinliğiyle. "Şimdi gidiyorum sende burada uslu uslu oturuyorsun. Acıkırsan dolapta yiyecek, susarsan da içecek var." Cevap vermemi beklemeden odadan çıktığında saniye geçmedi ki odanın içinde bir kilit sesi yankılandı. Normal bir durumda olsak üzerime kilitlenen kapı karşısında asla sakin olmazdım ama normal bir durumda değildik ve ben, şu an kilitli bir kapının ardında kalmaktan oldukça rahattım.

Kollarımı göğsümde kavuşturup etrafımda döndüm. Küçük sayılabilecek, ferah bir odaydı. Bir büyük üç tane de tekli koltuk yarım daire oluşturacak şekilde odanın ortasına konumlandırılmıştı. Sol tarafta küçük bir tezgâh, tezgâhın üzerinde de birkaç kahve fincanı ve makinası vardı. Tezgâha yönelip kendime şekerli bir kahve yaptıktan sonra krem rengi deri koltuğa oturdum.

Zihnimin içindeki sis kaybolup birkaç dakika önce, otoparkta yaşadığım anları tekrar gün yüzüne çıkarttığında başımı koltuğa yaslayıp bakışlarımı tavana sabitledim.

Kabul ediyorum.

Yaman, sert yüz hatlarıyla, kapkara gözleriyle, gür kahverengi saçlarıyla ve insanı baştan çıkartan orantılı vücuduyla yakışıklı bir adamdı. Tavırları ne kadar itici olsa da sağlıklı bir kadın olmam onu arzulamama engel olmuyordu. Durum yanlış mıydı? Kesinlikle. Arabanın önünde beline sardığı büyük elleri, asansördeyken enseme vuran sıcak nefesi... Cinsel hayatı aktif olan bir kadın olarak düşüncelerimi tamamen farklı bir noktaya çekmeme sebep oluyordu.

Derin bir nefes alıp başımı yasladığım yerden kaldırarak, kahvemden büyük bir yudum aldım. Sabah, diliyle ıslattığı dudakları gözlerimin önünde tekrar tekrar oynarken içinde bulunduğum duruma lanet savurmamak mümkün değildi. Yine de yakınlığını düşündükçe içim bir hoş oluyordu.

Kahveden bir yudum daha alıp oturduğum koltukta daha da yayılırken zihnimi ele geçiren düşüncelerden bir önce kurtulmalıydım. Durumu unutmamalı, karşımdaki adamın seksi bedenine aldanmamalıydım. Alt dudağımı dişlerimin arasına sıkıştırıp kasıklarımdaki sızıyı akarte edebilmek için bacak bacak üstüne attım.

Adam belaydı.

Ateşli bir bela.

Dokunsan yakardı.

Ve ben, kesinlikle yanmak istemiyordum.

Daha fazla onu düşünerek bedenime işkence yapmak istemediğimden koltuktan kalkıp karşıdaki dolaba doğru adımladım. Uzun, dört kapılı dolaptı. Birini açmaya çalıştığımda kilit kısmında küçük bir dokunmatik ekran belirdi.

Parmağınızı ekrana okutun.

O kısmı es geçip ikinci dolabı açtığımda aynı engelle karşılaştım. Üçüncü dolapta da başarısız olduğumda tam dördüncüden de umudumu kesmiştim ki, aralık duran kapağı dikkatimi çekti. Elimdeki fincanı kenara bıraktım. Buraya gelene kadar onlarla daha fazla zaman geçirmemek için hiçbir şeyi kurcalamama konusunda kendimi ikna etmiş olsam da şu an merakım içimi kemiriyordu. Elimi dolabın üzerine yerleştirip kapısını okşarken içimde bir savaş vardı.

Bir yanım yanlarında kaldığım insanların en azından ne iş yaptığını öğrenmek, gerçekten kötü adam olmadıklarına inanacak bir şey arıyordu. Diğer yanım ise, sözümde durmamı, başımızı daha fazla belaya sokmamak için dolaptan uzak durmamı haykırıyordu.

Tırnaklarımı kapağın pürüzsüz yüzeyinde hareket ettirirken içimde savaşan seslerden bir galip geldi. Hızla kapağı açtığımda, sıkıştırılmış şekilde üst üste dizilen mavi kapaklı dosyalar görüş açıma girdi. Alfabeye göre sıralanmışlardı. Odayı izleyen kamera olma ihtimaliyle bakışlarımı odanın dört köşesinde hızla gezdirirken, hareketlerimi durduran tiz ses kulaklarımı doldurdu. Bu, Yaman'ın kapıyı açmadan önce duyduğum sesin aynısıydı. Hızla dolabın kapağını kapatıp kenara bıraktığım fincanı elime aldım. Panikle dolaptan uzaklaşırken bir kilit sesi duyuldu ve saniye geçmeden kapı hızla açıldı.

Görmediğim, gizli bir kamera vardıysa şu an sıçtığımın resmiydi.

Kara hızla odaya girip yanıma geldiğinde, "Ne oluyor?" diye sordum korkuyla. Peşinden giren Burçin ise arkadaşına kıyasla daha sakindi. Onların ardından Yıldıray belirdi. "Asya," dedi hızla. "Sorguya gidiyorsun."

İçimde anbean büyüyen panikle, "Ne?" dedim. "Ne sorgusu?"

"Korkman gereken bir durum yok. Sana birkaç soru soracaklar sende dürüstçe cevap vereceksin. Asla yalana başvurma çünkü yalan makinasına bağlanacaksın. Sana küçücük gelen bir konuda bile yalan söylersen işleri zorlaştırırsın."

Fincanı sertçe tezgâha bıraktığımda içindeki kahveden birkaç damla elime sıçradı. "Ne sorgusu, ne yalan makinasından bahsediyorsunuz siz?" dedim öfkeyle. "Neyle suçlanıyorum ben?" Bakışlarım Kara'ya döndü. "Neyle suçlanıyorum ben!"

"Kızı almaya geldim."

Kasap kapının önünde tüm ciddiyetiyle dururken, hırsla ona doğru adımladım. "Sen mi yapacaksın sorgumu?" Başını onaylarcasına salladı. "Peki beni neyle suçluyorsun?"

"Seni bir şeyle suçlamıyorum sadece görevimi yapmaya çalışıyorum. Prosedür gereği sorguya alınman gerekiyor."

Elimde arkamda kalan üçlüyü işaret ettim. "Onlardan biri neden yapmıyor bunu?"

"Bu kabul edilemez. Durum tam tersi olsa, sen bizden birinin hatası olsan sorguyu başka tim yapar."

Hata...

Sürekli bunu söylüyordu ve şu an bir sinir krizinin eşiğindeyken bana söylediği bu kelime bedenimdeki tüm kanı kaynatıyordu. Etrafımdaki bu insanlar delirmem için uğraşıyorlarsa şayet, tebrik ederim. Başarmak üzereler.

Bu benim vereceğim ilk ifade veya gireceğim ilk sorgu olmayacaktı fakat hiçbir suçum yokken bu şekilde bir tavrı kabul edemiyordum. Arkamı döndüm. "Polis misiniz? Gizli bir ajan?" Ellerimi saçlarımın arasına daldırdım. "Lanet olsun siz kimsiniz!"

"Asya?"

İsmimi seslenen titrek sese sahip olan Burçin'di. Endişeli gözlerini üzerimde gezdirirken, "Yapman gereken sadece birkaç soruyu cevaplaman hepsi bu, sonra eve gideceğiz. Söz veriyorum." Dediğinde histerik kahkaham odanın içinde yankılandı.

"Eve gidecek sıcak kahvemizle sıcacık sohbet edeceğiz değil mi, Gezgin? Sonuçta ben sizin elinizde bir esir değilim, birazdan bir yalan makinasına bağlanmayacağım. Her şey fazlasıyla normal!"

"Hadi," dedi Kasap. "Zaman kaybediyoruz. Yukarıdakiler benden rapor bekliyor."

"Görmüyor musun hâlini?" diyerek onu susturan Kara oldu. "Sakinleşmesini bekle!"

Kasap'ın kaşları çatıldı. "Ne bu korumacı tavır, Kara?"

Korumak ve Kara?

Kahkaha atabilir miyim?

"Bu korumacılık falan değil, Kasap," dedi Yıldıray her bir kelimesinin üstüne basa basa. "Bu insanlık. Kız şoka girdi, kendine gelmesini beklemek zor değil."

"Bana ders vermeyi bırakın," diye yükseldi, Kasap. "Ne emir aldıysam onu yapmaya çalışıyorum bunu benim kadar sizde iyi biliyorsunuz. Kızın gözlerini bağlayın ve odadan çıkartın. Hemen!" Kapının eşiğinden ayrılıp gözden kaybolduğunda ağlayacak durumdaydım.

Bundan kaçış yoktu.

O sorguya girmeden Kasap denen herif peşimi bırakmayacaktı.

Uysal adımlarla Kara'nın önüne geçip, az önce öfkeyle bağıran ben değilmişim gibi, "Bağla," diyerek arkamı döndüm. Kumaşın karanlığına teslim olmadan önce gözlerimi kapattım. "Ruh halinin değişkenliği şaşırtıcı," dedi Kara. "Birazdan bayılacağını düşünmüştüm."

"Kaçışı olmayan bir şeye kendi ayaklarımla gidiyorum," dedim. "Bu demek olmuyor ki, eve gidince de böyle sakin kalacağım."

Yüzüme değen kumaşı hissettim.

"Bu bir tehdit mi?"

Omuz silktim. "Sen ne anlarsan."

Nefesi boynuma çarptı. "Sana ilk ve son kez bir kıyak geçiyorum asi kız," dedi fısıldayarak. "Bu sorgudan yalansız dolansız çık. İstediğin bir tehditti üzerimde gerçekleştir."

"Ne istersem mi?"

"Ne istersen."

Duruşumu dikleştirdim. "O Kasap'ı alt etmek için bana fena gaz verdin, Kara Yaman."

Güldü. "Peki ya o Kasap seni alt ederse?"

Güldüm. "Masum olmadığımı bilsen beni çoktan alt etmiştin."

Ellerini omuzlarıma koydu, hafifçe sıktı. Diğerleri gözlerimi kapatmadan önce karşımda duruyorlardı fakat şimdi neredeler, olduğumuz durumu nasıl izliyorlardı bilmiyordum.

"Akıllı kızsın." dedi içimi titreten bir tonda.

KARA'dan,

Sorgu odasını camın ardından izlemeye alışkındım. İçeride olup soru sormaktansa, dış göz olup doğrusunu bildiğim yalanları dinlemeyi ardından korkuyla yalvarmalarını izlemek keyif verirdi. Hele ki sorguda Gazap varsa. Adamın kendine haz olan bir sorgu anlayışı vardı ve zaman zaman beni bile ürkütecek dereceye gelse de yaptığı işi hayranlıkla izlememek elde değildi.

Şimdi ise durum başkaydı.

Keyifle izlediğim bir sorgu olmayacaktı.

Toplantıda konuşulanların gerçekliğine inanmasam da içime atılan şüphe tohumunun ezilip yok edilmesi gerekiyordu.

"Onlardan biri olduğuna inanmıyorum," dedi Gezgin. Sesindeki korkuyu hissedebiliyor, diğerlerinin yanılıyor olmasını arzulayan bakışlarını görebiliyordum. "Asya'nın masum olduğunu hissediyorum."

"Düşündükleri topluluğun bir üyesiyse ve bulduğumuz bilgiler önümüze atılan bir yemse yandığımızın resmidir, Burçin. Dua edelim de hislerin doğru çıksın."

Sessizce camın ardından kalan kızı izledim. Huzursuz bakışları sürekli camdayken, bacaklarını stresle sallayıp duruyordu. Gergindi. Çok gergindi. Dediği gibi masum olduğunda mı yoksa bir şeyler sakladığında mı?

Diğer tarafın kapısı açılıp, Kasap odaya girdiğinde, Asya'nın oturuşu dikleşti. Dakikalardır salladığı bacağı durmuş, ürkek bakışları kaybolmuştu. Kimsenin göremeyeceği bir kıvrım kondurdum dudağımın kenarına.

"Yeniden karşılaşmamız hoşuma gitti güzel kız," dedi Kasap. "Burada olmaması tercihimdi elbette."

"Beni burada, Kara'nın yanında gördüğünde pek bir keyifliydin halbuki."

Ne durumda olursa olsun tırnaklarını çıkartmaktan geri durmuyordu. Bu çok... Çok tahrik ediciydi. Başımı iki yana sallayıp zihnime doluşan yersiz düşüncelerden uzaklaşmaya çalıştım. Bir elimi giyindiğim pantolonun cebine sıkıştırıp tam karşımda oturan sarışında gözlerimi gezdirdim.

"O başka iş başka," diyen Kasap tüm alaycılığından arınıp ciddi bir tavır takındı. Bakışları şüpheyle Asya'da gezerken, kızın bağlandığı makinayı aktif hale getirdi. Peşinden getirdiği dosyanın kapağını açıp, "Asya Sönmez, gerçek adın mı?" diyerek sorguyu başlattı.

"Evet."

Bakışlarım anında makinaya döndü. Uyarı sesinden sonra yanan yeşil ışıkla, Kasap yeni sorusuna geçti. "Gümüş Şehir yetiştirme yurdunda büyüdüğün doğru mu?"

Asya başını sallayıp, "Doğru." Dedi.

Yeşil ışık.

"Batı Yakasında bir apartmanın bodrum katında yaşıyorsun, doğru mu?"

"Doğru," dedikten sonra alaycı bir yaklaşımla ekledi. "O kıçı kırık eve ne kadar kira ödediğimi de söylemem gerekiyor mu?"

Yeşil ışık.

"Bu kız deli," dedi Gezgin keyifle. "Bir o kadar da tatlı."

Kasap, Asya'nın alaycı yaklaşımına karşılık, "Buna gerek yok, sadece sorduğum sorulara cevap ver." Dedi ciddiyetle. "Devam edelim. Aileni tanımadığın doğru mu?"

Bakışlarını boş bir noktaya sabitlediğinde yeşil harelerinden kayıp giden hayal kırıklığını fark etmemek mümkün değildi. "Doğru," dedi, daha güçsüz bir sesle.

Yeşil ışık.

Kasap'ın bakışları bize döndü. "İşte şimdi başlıyoruz," diyerek oturduğu sandalyeden doğrulan Akrep, dikkatle camın ardındaki kızı incelmeye başladı. Haklıydı. Sorgu asıl şimdi başlıyordu. Eğer profesyonel bir yalancı değilse makinayı yanıltma imkânı yoktu ama iş tam tersi olup da kız umduğumuz kadar masum değilse bile, karşısındaki insanlarında bir profesyonel olduğunu unutmamalıydı. Tıpkı bizim gibi, Kasap'ta makinayı yanıltmaya çalıştığını kolaylıkla anlayabilirdi. Soruya anında cevap vermez ve nefes alışverişlerini kontrol etmeye çalışırsa bu sorgudan kolaylıkla çıkamaz, kendi gibi bizimde başımızı belaya sokabilirdi. Ellerimi önünde durduğum masaya yaslayıp bedenimi hafifçe büktüm. Dikkatle onu incelemem, en ufak bir mimiğini kaçırmamam gerekiyordu.

"Arslan Bozok kim?"

Aldığı soru karşısında Asya'nın kaşları çatıldı. "Öyle birini tanımıyorum."

Anında cevap ve yeşil ışık.

Gezgin heyecanla elini masaya vurup, "Biliyordum!" dedi. Akrep rahat bir soluk bırakırken, ben ise ne zamandan beri tuttuğumu fark etmediğim nefesimi bıraktım. Kasılan bedenim anında gevşerken, bakışlarımı Asya'dan ayırmıyordum. Gözlerim yüzünün her bir miliminde tekrar tekrar gezerken, bedenini arzulayan bedenim işimi zorlaştırıyordu. Daha öncesine kadar hiçbir kadını bu denli istememiş, çıplak bedeninin yayacağı sıcaklığı merak etmemiştim.

Asya'da beni rahatsız eden şeyi bulmuştum.

Onu açlıkla istiyor, dudaklarımı bedeninin her bir noktasında gezdirmek istiyordum. İnatla bunu reddeden zihnime, bedenim güçlü bir savaş açıyordu. Sırtındaki ejderha dövmesini gördüğüm andan itibaren bunun farkındaydım. Ben, Asya'nın sıcaklığını istiyordum. Merkeze geldiğimiz dakikalardan beri hissettiğim sıcaklığın derinine inmek, onu keşfetmek istiyordum.

"Caner Keskiner kim?"

Kasap'ın sesi, zihnimde dolanan düşünceleri geri plana attı.

"Tanımıyorum."

Yeşil ışık.

"Üyesi olduğun herhangi bir kurum veya kuruluş var mı?"

"Var," dediğinde yanan yeşil ışık hepimizin hareketlerini duraksattı. Aldığım soluk ciğerlerime batarken, karşımdaki kadın alayla güldü. "Gümüş Şehir kütüphanesi."

Hırsla yüzümü sıvazladım. "Bu kadın deli!" dedim sinirle. "Nerede olduğunu umursamadan alay ediyor!"

"Gümüş Şehir kütüphanesi haricinde başka bir kurum, kuruluş veya topluluğe üyeliğin yok. Doğru mu?"

Başını onaylarcasına salladı. "Doğru."

Yeşil ışık.

"Kara ile karşılaştığın sokakta tesadüf eseri bulunuyordun, doğru mu?"

"Doğru," dedi Asya. Yüzünü buruşturdu. "Ne tatsız tesadüf değil mi?"

Yeşil ışık.

Kasap tüm ciddiyetini bozup sırıttı. "Kesinlikle."

Dişlerimi sıktım. "Koduğumun salağı." Diye sinirle homurdandım. "Bir tek sorgudaki insana asılmadığı kalmıştı, onu da yaptı." Akrep'e döndüm. "Bu malla aynı işi yaptığımı bilmek gururuma dokunuyor." Kolunu yanında duran Gezgin'in beline dolayarak, "Aklıma Gezgin'i sorguladığım zaman geldi," dedi keyifle. "İnan bana güzel bir kadını sorgulamak hiçte kolay değil."

Yüzümü buruşturdum. "Şu durumumuza uyan bir söz söylemek istiyorum. Kasap et derdin de koyun can."

Gezgin'in kahkahası odada yankılanırken, hepimizin üzerindeki rahatlama gözle görülür cinstendi. Asya'nın o sorgudan sağ salim çıkacağını biliyorduk. Camın ardında kalan kapı tıklatıldı. Bu, sorgunun bittiğini gösteriyordu. Sesi duyan Kasap, masanın üzerindeki dosyayı kapatıp oturduğu sandalyeden kalktı.

"Bitti mi?" diye sordu Asya sabırsızlıkla. "Çıkabileceğim değil mi?"

Kasap elindeki dosyayı işaret edip, "Raporu üsse getireceğim. Yüksek ihtimalle de çıkacaksın güzel kız," dedikten sonra ciddiyetinden arınıp, dağıtmak istediğim yüzünde flörtüz bir gülümseme peyda oldu. "Tekrar karşılaşacağımız günü iple çekiyorum." Kollarımı göğsümde birleştirip, Asya'nın vereceği tepkiyi bekledim. Başına ve parmaklarına bağlanan bantları hırsla söküp masanın üzerine fırlatırcasına attığında kaşları an be an daha çok çatıldı. "Sana uyan bir söz söylemek istiyorum; Kasap et derdin de koyun can derdinde. Mümkünse bir daha karşılaşmayalım, Kasap. Keyif alarak yaşattığın travma bana bir süre yeter." Alt dudağımı dişlerimin arasına alarak kahkahamı engellemeye çalışırken yaşadığım keyfi bastıramıyordum.

Kahretsin! Çok çekiciydi ve ben şu an, o oda da onunla deli gibi sevişebilirdim.

Kasıklarımda hissettiğim keskin sızıyı ekarte etmeye çalışırken Kasap odadan çıkmış, bizim olduğumuz yere gelmişti. "Raporu başkanlara sunacağım. Bir şey çıkmayacağını benim kadar sizde tahmin ediyorsunuzdur. Ayrıca kurulun size mesajı var; Kız zarar görmesin, gözlerini üzerinden ayırmasınlar. İşimize yarayacak kadar zekiyse Başkan'larına bildirsinler tam aksiyse başımıza bela olmadan kurtulacak yolu hemen bulsunlar." Bir şey daha demeden odadan çıkıp gittiğinde, Burçin konuştu. "Asya'yı kolay kolay bırakmayacaklar."

Gizlilik politikasını ihlal edilip, merkez üssüne getirilen çok insan olmuştu. Bunlardan çoğu bizden biri olurken, bizden biri olma kapasitesine erişemeyenlerin ise hafızaları silinmişti. Bu işlem son dört insanda beklediğimiz gibi gitmeyince devletin yasağı işimize çomak sokmuştu. Yasaktan sonra bir tek benim başıma gelmiş bu olay karşısında ne yapmamız gerektiğini asla bilmiyordum!

"Biz gidip diğerlerine haber verelim, sende Asya'yı al yanımıza gel. Belli ki bugün ki işimiz bitti." Diyen Akrep'e sessiz bir cevap vermeyi tercih ederek başımı salladım. İkisi odadan çıkıp beni yalnız bıraktıklarında bakışlarım tekrar Asya'ya döndü. Merakla etrafını inceliyor, sıkılmış gibi yanaklarını havayla dolduruyordu.

Gözleri önünde durduğum camda sabitlendi. Ağır ağır yerinden kalkıp, ellerini pantolonunun arka ceplerine sıkıştırdı. İnce belini kıvıra kıvıra camın önünde durduğunda, nasıl yaptığını anlamadığım bir şekilde bakışlarımızı birleştirdi. Dudağının kenarında alaycı bir kıvrım varken, "Belli ki iddiayı kazanan ben oldum Kara Yaman," dedi kışkırtıcı bir ses tonuyla. Başını hafifçe sol omzuna doğru yatırıp köprücük kemiğini gözlerimin önüne serdi.

Bu hareketi dakikalardır bastırmaya çalıştığım erkekliğimi harekete geçirdi.

"Ama korkma hemen bir şey yapmayacağım. Senin için ince ince düşüneceğim." Dilini dudaklarının üzerinde gezdirdi. "Çünkü küçük şeylerle tatmin olmam."

Yutkundum.

Siktir!

-BÖLÜM SONU-

Lütfen oy verdiğinizden emin olup, bir tanecik de olsa yorum yapar mısınız?

Yeni bölümde görüşünceye dek kendinize çoooook iyi bakın. Sizi seviyorum

🤍🤍🤍

Instagram: gulsumm.bilgin

Loading...
0%