Yeni Üyelik
6.
Bölüm

Karanlıkta Bir Yerde: 5

@gulsumblgn

Merhabaaaağ 🤍

Okumaya başlamadan önce oy verir misin, lütfen? Şimdiden teşekkür ederim.🙏

KEYİFLİ OKUMALAR!

🔗🔗🔗

Her insan, duygularını gizleyebilmek adına maskeler takar. Gerek hüznünü gerek öfkesini gerek zayıf noktasını… Her türlü duygularını gizleyebilmek adına bir maskenin ardına saklanırlarken, bende o insanlardan biriyim. İnsanların beni tanımasından hoşlanmaz, duygularımı anlamayabilmelerini istemezdim. Tanıştığım insanlara bir yetimhanede büyüdüğümü söylemek yerine ailemi bir kaza sonucu kaybettiğimi söylerdim mesela. Gerçeği bilip bana acıyarak bakmalarındansa bir yalana inanıp sahte acıma duygularını tercih ederdim.

Karşımdaki bu beş insan ise duygularını gizlemek için değil, yüzlerine taktıkları maskelerle benliklerini gizliyorlardı. Aradan geçen iki günde yaptıkları iş konusunda bir sürü teorim oluşmuştu. İlk başta polis olduklarını düşünürken bu teorimi çürüten onlarca sebep vardı. Polisler neden kendilerini gizlesinlerdi ki? Asker desen… Özel harekât olmaları bir ihtimaldi fakat giyindikleri üniforma tamamen alakasızdı. Ya Gümüş Şehir istihbaratına çalışıyorlardı ya da doğup büyüdüğüm bu şehrin bilmediğim yer altı sırları vardı.

Araba durup sürgülü kapı açıldığında, elimi havaya kaldırdım. Artık bu duruma alışmıştım. Gözlerini bağla merkez dedikleri yere gel, gözlerini aç merkez dedikleri yerin bir odasında saatlerce bekle, gözlerini bağla ve eve dön.

“Gel tatlım,” diyerek uzattığım elimi tutarak hafifçe çekiştirdi Burçin. “Basamağa dikkat et.”

Yönlendirmeleri sayesinde arabadan inip asansörün önüne geldiğimizde, Şahan’ın huysuz sesi kulaklarımı doldurdu. “Şu sabahları kalkma işini icat eden insan evladının ben var ya, doğum haberini veren doktorun çalıştığı hastaneyi yapan inşaat firmasının sahibinin ebesini sikeyim lan!” Dudaklarım şaşkınlıkla aralanırken, sesin geldiği tarafa doğru başımı çevirdim. “O nasıl bir küfürdü öyle?”

Kimden geldiğini bilmediğim derin bir nefes alışveriş sesi asansörde yankılandı.

“Haklısın sarışın,” dedi Şahan. “Söylerken bile yoruldum. Beni yorduğu için de ebesini sikeyim!”

“Gazap,” dedi bıkkınlıkla, Yıldıray. “Sabah sabah.”

“Gerçekten,” dedim sitem edercesine. “Siz beni sabah sabah buraya niye sürüklüyorsunuz ki? Kaçmayacağım diyorum. Hani birbirimize güvenecektik?”

“Gerçekten mi asi kız,” dedi Kara alayla. “Kaçmayacaksın öyle mi?”

“Hadi ama Kara Yaman,” dedim aynı alaycı ses tonuyla. “Kaçsam beni yakalamayacağını mı ima ediyorsun burada?”

“Aksine,” dedi düz bir sesle. “Nereye gidersen git seni yine de bulurum.”

Kollarımı göğsümde kavuşturdum. “Kabul et, bana hayransın.”

“Ne demezsin, sırf senden imzalı fotoğraf alabilmek için yanımda tutuyorum zaten.”

“İsteseydin verirdim, beni alıkoymana gerek yoktu ki. Bu seni saplantılı bir hayran yapar.”

“Asya,” dedi kulağıma çok yakın bir şekilde. Bu bütün bedenimde bir ürperti yükseltti. “Dua ette, bu işin sonunda sen bana saplantılı bir hayran olup çıkma.” Bir şey söylemek için araladığım dudaklarım, duyulan asansör sesinden sonra tekrar kapandı. Belimde hissettiğim el hiçte hafif sayılmayacak şekilde ittiğinde adımlarımın sendelemesi kaçınılmazdı. “Yavaş!”

Cevap vermedi.

Birkaç adım atmıştım ki, bulunduğumuz yere bomba gibi düşen ses korkuyla sıçramama sebep oldu. “Tüm timler! Operasyon için saha göreviniz hazır. Beş dakika içinde tüm araçları Gümüş Şehir sokaklarında göreceğiz. Dakikanız başladı!” Etrafımdaki koşuşturmaları hissediyor, ara sıra omzuma çarpan bedenler oluyordu.

“Acele edelim Asya,” dedi Burçin koluma girerek. “Seni odaya bırakayım hemen hazırlanmaya gitmem lazım.”

Başımı sallayıp bir adım atmıştım ki aynı adamın, “Gezgin!” diye bağırmasıyla hareketlerim durdu. “Kız, Göz’le olacak.”

İliklerime kadar titredim.

Adamın korkunç diyebileceğim kadar otoriter sesi kalbimde bomba etkisi yaratırken, “Başkanım,” diyerek araya girdi Kara. “Ne demek Göz’le kalacak? Bu operasyonu takip edeceği anlamına geliyor.”

“Ne istediğimi ve istediğim şeyin ne anlama geldiğini biliyorum Kara,” dedi adam sertçe. “Sorgulama. Emrimi yerine getir! Şimdi hepiniz hazırlanmaya gidin. Dört dakikanız kaldı.”

Hepsinin dudaklarının arasından aynı anda iki kelime döküldü: “Emredersiniz Başkan!”

“Göz,” dedi Yıldıray. “Asya’yı alıp yerine geç.”

“Gözlerini açacak mıyım?” diye sordu Göz, şaşkınlıkla.

“Ne istediği belli değil mi?” dedi Burçin huzursuzlukla. Kısa bir sessizlik oldu. O korkunç sesli adam ne istemişti ki? Amacı neydi?

“Sikeyim böyle işi!” diyen Kara’nın keskin sesi bedenime bıçak gibi saplandı.

“Neden yapıyor bunu?” diye sordum panikle. “Neden işlerinizi öğrenmemi istiyor, bu, bu beni size daha çok bağlar.” Dudaklarımın arasından korkuyla sızan her bir kelime zihnime darbeler vurarak gerçeği fark etmemi sağladı. Sertçe yutkunup kaçamayacağımı bilsem de bir adım geriledim. “O,” dedim titrek sesle. “O beni sizden biri haline getirmeye çalışıyor, değil mi?”

Koluma sarılan parmaklar nazikçe çekiştirirken, “Hadi Asya,” dedi Göz. “Gitmemiz lazım.”

İçi boş bir çuval gibi nereye isterse oraya götürmesine izin verdim. Düşünemiyor, hissedemiyordum. Kimse bana onlardan biri olup olmamak isteğimi sormamıştı. Bir maskenin ardına gizlenip benliğimi inkâr etmek istemiyordum. Ben onlardan biri olmak istemiyordum ki!

“İstemiyorum,” dedim. “Ben sizden biri olmak istemiyorum.”

Tiz bir ses, ardından kapı kilidinin açıldığını belirten bir ses duyuldu.

“Bunu sonra konuşuruz Asya, şu an odaklanmam gereken başka bir konu var.” Gözlerimdeki kumaşı çekip çıkarttı. “Lütfen beni zorlama. Arkadaşlarımın güvenliğini sağlamak zorundayım.” Bir şey daha söylemeden önümden çekildiğinde, bakışlarım içinde bulunduğum odada gezdi. Onlarca bilgisayar ekranı her yerdeydi. Doğu Yakasının tüm sokakları, işletmeleri, sahili, evleri, caddelerde gezen insanlar… Aklınıza gelebilecek her şey ekrana yansıtılmıştı. Bu manzara karşısında şaşkınlığımı gizleyemezken, Göz’e döndüm. Odanın ortasındaki masaya oturmuş önündeki ekrana dikkat kesilmişti.

İzlediği şeyi merak ederek bir adım sağa kaydım. Dört tane büyük, siyah araçlar otoparkta hareket etmeye başladı. Birbirini takip ederek hareket eden arabalar binadan çıkıp caddeye girdiklerinde, Göz, klavyede birkaç tuşa bakarak kameraların görüş açısını değiştirdi. Araçların gittikleri istikameti izleyen bir ekran belirdi önünde. Bu bir uydu görüntüsüydü. İkisi önde ikisi arkada kalacak şekilde seyir eden araçlardan gözlerimi çekip, Murat’a döndüm. “Sana neden Göz dediklerini şu an anladım.” Dudağının bir kenarı alayla kıvrılırken, masanın çekmecelerinden birini açtı. İçinden iki tane kulaklık çıkartıp, birini bana uzattı. Yanındaki sandalyeyi işaret edip, “Otur,” dedi. “Birkaç dakikaya başlayacağız.”

Dişlerimi yanak içlerime sapladım. “Bu iyi bir fikir değil, Murat.”

Omuz silkti. “Emire karşı gelirsem başıma bela açarım.” Gözlerime baktı. “Başım belaya girsin ister misin, Asya?”

Tek kaşım havalandı. “Bu yaptığına manipülasyon denir.”

Gülümsedi. “Bu yaptığıma yardım istemek denir.”

Bakışlarıyla uzattığı kulaklığı işaret ettiğinde, tereddüt etsem de aldım. Bu işin sonu nereye varacaktı bilmiyorum ama bir şeyi biliyordum; ben, bu işin sonunda kesinlikle eski Asya Sönmez olamayacaktım. Kulaklığı kulağıma takıp sandalyeye oturdum. Bakışlarım bir kere daha önümüzdeki ekrana kaydı. Bir araç şehir merkezinden çıkmış, büyük bir araziye girmişti. “Gittikleri yer neresi?” Parmaklarını klavye üzerinde hareket ettirmeye başladı. O kadar hızlı hareket ediyordu ki hangi tuşa bastığını bile takip edemiyordum.

Son bir tuşa daha basıp, “İşte buraya,” dedi keyifle. “Oynamayı en sevdikleri yerlerden biri.”

Ekrana baktım. Devasa bir fabrikaydı karşımdaki. Fabrikanın inşa edildiği arazi, fabrikanın içindeki tüm koridorlar, odalar ve çalışma yerleri onlarca kareye bölünmüş şekilde önümdeki ekrana yansıyordu. Dudaklarım şaşkınlıkla açıldı. “Göz, lütfen bana her yerin kamerasına bu denli kolay erişemediğini söyle.”

Omuz silkti. “Duymak istemiyorsan söylemem tabii ki.”

“Resmen özel hayata saygı sıfır!”

Güldü.

Gümüş Şehir kütüphanesinde seviştiğim adam gözlerimin önüne gelince, yanaklarım utançla kızardı. Yanımda oturan bu adam, o anları izlemiş olabilir miydi?

“Umarım can sıkıntısından dizi izler gibi buraya gelip insanları izlemiyorsundur?

“Sadece,” Dudaklarını büzdü. “Bazen.”

Elimi alnıma vurdum. “Belki de sana yardım etmeyi reddedip başının belaya girmesine izin vermeliydim.”

Son cümlemi umursamadan oturduğu yerde dikleşti. “Başlıyoruz.” Ekrana döndüm. Bir araba araziye yanaştı. “Neden sadece bir araba geldi?”

“Çünkü hepsi farklı görev yerlerine gitti.”

Dört beyaz maskeli kişi ellerinde uzun namlulu tüfeklerle arabadan inip arazideki ağaçları gizlenme amacıyla kullanıp ilerlemeye başladılar. “Lotus,” dedi Göz ciddiyetle. “Sesimi net bir şekilde alıyor musunuz?”

Lotus…

Demek gruplarına verdikleri isim buydu.

“Akrep olumlu.”

“Gezgin olumlu.”

“Gazap olumlu.”

“Kara olumlu.”

Murat, onlarca ekrandan birini büyüttü. “Anlaşıldı Lotus, iyi görevler dilerim. Binanın doğu kanadında dört adam. Dördü de silahlı. Binanın batı kanadında iki adam. Silahsız görünüyorlar ama dikkatli olmakta fayda var. Kuzey kanadında bir problem görünmüyor fakat güney kanadında hareketlilik var. Beş adam kamyonete bir şey yüklüyor. Anonsta anlaşılmayan bir yer var mı?”

Dördü de gizlendikleri ağaç gövdelerinin ardından çıkıp arazide koşarak ilerlemeye başladı. Maskeleri olmasına rağmen kalıplarından az çok kimin kim olduğunu anlayabiliyordum. Akrep ve Gazap binanın arkasına doğru yol alırken, Kara ve Gezgin ön taraftaki kapıya ulaştı.

“Akrep, anons anlaşıldı.”

“Kara, anons anlaşıldı.”

“Gazap, anons anlaşıldı.”

“Gezgin, anons anlaşıldı.”

Göz, kameranın görüş açısını değiştirdi. Benim önümde Kara ve Gezgin varken, onun önünde Akrep ve Gazap vardı.

“Akrep’ten Göz’e, kapının ardından herhangi bir hareketlilik var mı?”

“Olumsuz Akrep, girebilirsiniz.”

Akrep, Göz’den aldığı onaydan sonra büyük kapıyı itekleyerek içeriye girdi. Onu koruyan Gazap’ta içeriye girdiğinde sırt sırta vererek gelebilecek herhangi bir atağa karşı önlem alıyormuş gibiydiler. “Kara ve Gezgin, kapının ardında iki adam. Silahsız görünüyorlar.” Kara hızla kapıyı açtığında Gezgin içeriye girip, adamlardan birini vurdu. Diğer adamı ise Kara. Elimi dudaklarımın üzerine bastırıp korkuyla geriledim.

Bu halimi fark eden Murat, “Unutma,” dedi düz düz. “Biz masum insanlara zarar vermeyiz.”

Kulaklıktan Gazap’ın sesi yükseldi. “Korktun mu, asi kız?” Bulunduğu anı gram umursamıyor gibi keyifliydi. “Hiç mi dizi film izlemiyorsun kızım sen?”

Az önceki korkumu tamamen unutup, “Bahse girerim elinizdekiler oyuncak tüfek, adamların bedeninde sıçrayan kırmızı şeyde boya değil.” dedim.

“Halbuki Gazap’ı uykusunda öldürmekle tehdit ederken pek bir cesurdun, küçük kız.”

Gözlerimi devirdim. “Senin için planladığım şeylerde de çok cesur davranacağıma şüphen olmasın, Kara Yaman.”

Kıkırtısını duydum. “O anları sabırsızlıkla bekliyor olacağım.”

“Şu durumda bile didişiyorsunuz ya,” dedi Gezgin bıkkınlıkla. “Pes!”

Üst üste dizilmiş kasaların ardında gizlenen adam gözüme iliştiğinde ekrana yanaştım. Adam silahını havalandırdığında, “Akrep, tam arkanda!” diye bağırdım panikle. Anında arkasını dönen Akrep kendi yaralanmadan önce adamı vurdu. Kamerayı nokta atışıyla bulup başını bir kere salladı. “Teşekkürler, asi kız.”

“Kara, üç metre ilerinizdeler.”

Kara ve Gezgin hareketlerini hızlandırıp koşar adımlarla ilerlemeye başladılar. “Göz,” dedi Burçin. “Fabrikanın doğu kanadında gizli geçitler var. Kapılar reklam afişleriyle gizlenmiş durumdalar.” Murat, Burçin’in dediği alanı ekrana getirirken, “Herhangi bir problem görünmüyor, Gezgin.” Dedi. “Kontrol altında kalacak.”

Bu sırada Akrep ve Gazap, önlerine çıkan adamları vurup yollarını temizlerken kamyonete yaklaştılar. Gazap etrafa dağılmış çuvalların içini karıştırırken, Akrep, tüfeğini havalandırmış bulunduğu odanın her bir yönünü defalarca kontrol ediyordu. “Çuvalların içi para dolu,” dedi Gazap. “Amcık ağızlar, paraları çuvalla kaçırıyorlar. Sike sürülecek akılları yok. Dolar lan bunlar!”

“Gazap,” dedi Akrep uyarı dolu bir sesle. “Kimlerin dinlediğini unutma.”

“Affedersiniz. Ağzımdan kaçıverdi.”

Engelleyemediğim bir kıvrım dudağımın kenarında peyda olurken, Kara ve Gezgin’de önlerine çıkan tehlikeleri bir bir engellemiş, diğerlerinin yanına varmıştı. “Göz, birkaç ekip gönderde şuraları toplasınlar,” dedi Akrep. “Birini ağır yaralamadım. Onu alıp merkeze döneriz. Tedavisi bitince de Gazap halleder.”

Gazap tehlike kokan bir şekilde kıkırdadı. “Seve seve.”

Göz, dudaklarını aralamış Akrep’e cevap vermeye hazırlanırken çalan telefonu buna engel oldu. Cebindeki telefonunu çıkartıp ekrana baktıktan sonra aramayı yanıtladı. “Buyurun Başkanım?” Bir süre karşı tarafı dinlerken kaşları her an daha da çatıldı. “Başkanım bu,” Sözü kesildi. Beyaz teni al al olurken bakışları bana döndü. “Emredersiniz Başkanım. Hemen geliyorum.”

Gözlerim kocaman açılırken, “Ne?” dedim. “Beni burada yalnız bırakamazsın, Murat!”

Söylediklerimi duymuyormuş gibi, klavyede bir şeyler yapıp ekrandaki görüntüleri onlarca küçük boyuta getirip hepsini bir yerde topladı. Kulaklığı çıkartıp, sandalyesinden kalktı. “Sana diyorum,” dedim tıpkı onun gibi kulaklığı çıkartıp ayaklanırken. “Ben burada ne yapacağımı bile bilmiyorum, ya ters bir şey olursa?” Cevap vermedi. Sessizliği içimdeki öfkeyi uyandırırken, “Bu yaptığın ne şimdi!” diye bağırdım. “Beni düşünmüyorsun tamam, arkadaşlarını da mı düşünmüyorsun? Ya bir şey olursa?” Mahcup bir ifadeyle bir bana bir de kameraların önünde duran arkadaşlarına baktı. Ardından tek bir kelime etmeden beni yalnız bıraktı.

Biraz şaşkınlık biraz da öfkeyle kapanan kapıya bakarken, tahammül edemeyeceğim bir sessizlik benliğimi esir aldı. Parmaklarımı saçlarımın arasına geçirip çekerken, “Kahretsin!” diye bağırdım bütün gücümle. “Kahretsin! Beni burada nasıl yalnız bırakırsın?” Odanın içinde volta atmaya başladım. Kaçamak bakışlarım sürekli ekrana kayıyor, beklenmedik bir durumla karşı karşıya kalmamaları için bildiğim tüm duaları okuyordum. İşler kötü giderse yaralanabilir hatta ölebilirlerdi!

Gazap, kameraya yaklaşmış el sallarken olduğum yerde durup yutkundum. Bu hali komik görünse de şu an gülmekten çok ağlayacak durumdaydım. Ağır adımlarla masanın önüne geçip, titreyen ellerimle kulaklığı kavradım. Gözlerim her bir kamera görüntüsünde gezip dururken, kulaklığı taktım.

“Göz,” dedi Akrep. “Duyabiliyor musun?”

“Gö-göz yok,” dedim titrek sesle. “Gitti.”

“Ne demek yok!” diye bağırdı Kara. “Seni orada yalnız mı bıraktı?”

Kaşlarımı çattım. “Kahrolası başkanınız aradı ondan sonra defolup gitti!”

Hepsinin birbirine baktığını görebiliyor ama bakışlarındaki anlamları çözemiyordum.

“Ne güzel, hayatımız asi kızın elinde,” dedi Gazap. “Yalnız tehditlerine şimdi devam etse fena tırsarım haberiniz olsun çünkü hatunun elinde güzel bir koz var.”

“Apır sapır konuşma Gazap,” dedim hırsla. “Ne bok yemem gerektiğini bile bilmiyorum, uğraşma şu an benimle!”

“Asya,” dedi Burçin, hepimizden daha sakin bir tonda. “Sakin ol güzelim, korkulacak hiçbir şey yok tamam mı? Yapman gereken sadece kameraları kontrol edip en temiz yoldan çıkmamızı sağlaman.”

Yüzümü sıvazlayıp, “Problem burada işte Gezgin,” diye homurdandım sinirle. “Ben kameraları bile kontrol edemiyorum ki. O pek sevgili teknoloji dâhisi arkadaşınız taşşak geçer gibi tek kelime etmeden defoldu gitti!”

“Uu,” dedi Gazap alayla. “Durumuna uyan bir küfür ama ayıp, asi kız.”

Derin bir nefes aldım. Titreyen parmaklarımla mauseyi kavradım. “Ölürseniz şimdiden özür dilerim, millet.”

“Ben gençliğimin baharındayım sarışın, ölürsem seni affetmem.” Dedi Gazap.

“Gazap,” dedi Kara, görmesem de dişlerini sıktığını belli eden bir tonda. “Elimin tersindesin, kardeşim.”

Küçüklüğümden beri çok fazla ellerim titrerdi. Acıktığım için, üşüdüğüm için, içim çıkana kadar ağladığım için, telaş yaptığım için, korktuğum için ama bu sefer ki titreme daha önce tatmadığım bir duyguyu barındırıyor. Dört insanın hayatı sadece benim dikkatime bağlıydı. Bir saniye. Bir saniyelik bir şeyi kaçırırsam geri dönülemez şeylere sebep olabilirdim.

Yutkundum.

Ekranda gezen imgeyi bir kutucuk üzerinde iki kere tıklatıp görüntüyü büyüttüm. Tekrar iki kere tıklayıp küçülttüm. Bunu çözmek bile bir avantajdı değil mi? Ağlamamak için gözlerimi sürekli kırpıştırırken, “Akrep?” dedim.

“Efendim Asya?”

Derin bir nefes alıp sıkıntıyla bıraktım. “Sanırım birbirimize güvenmemiz gerektiği bir andayız?”

Başını kameraya çevirdi. “Evet, Asya.”

“O zaman bulunduğunuz yerden çıkın.”

Hepsi bunu dememi bekliyormuş gibi harekete geçip büyük alandan çıktı. Hangi kameranın görüş alanına gireceklerini beklerken saniyeler geçmedi ki dördü de koridorda belirdi. “Hangi taraf daha temiz, Asya?” Koridorun soluna baktım. Kameranın gördüğü alanın ekranını büyüttüm. Aşağıya inen merdivenler vardı. Hatırladığım kadarıyla bir merdiven inip veya çıkmamışlardı. Sol tarafı kontrol ettim. İç güdülerimin beni yanıltmayacağını umarak, “Sol,” dedim. Beklemediler. Koşar adımlarla koridoru geçtiler. Kameranın görüş açısından çıktıklarında tekrar ekranı küçülttüm. Belirecekleri alanı beklerken, fabrikanın dışında kameraya yansıyan görüntüler nefesimi kesti.

Boşta kalan elimin tırnaklarını avuç içime sertçe bastırırken tüm bedenimi ele geçiren ürpertiyle başa çıkmaya çalıştım. Kalbim göğüs kafesimi parçalara ayırmak istercesine atıyor bakışlarımı ekrandan ayırmıyordum. Şu lanet şeyi kimse zarar görmeden halledebilecek miydim?

“Dışarıdalar,” dedim. “On adam. Fabrikaya doğru geliyor.”

Kara konuştu: “Hangi taraftalar?”

“Gezgin ve senin fabrikaya girdiğin taraftan geliyorlar.”

Başlarında kask, ellerinde tüfeklerle simsiyah giyinmiş adamlar hızla hareket ediyordu. Ekranı küçültüp Burçin’lerin olduğu alanı açtım. Dördü de duvarların ardına gizlenmiş silahlarını hazır tutuyorlardı.

“Asya, aramızda tahmini kaç dakika var?”

Ekranı tekrar küçülttüm. Aralarında sadece iki koridor var gibi görünüyordu. “Bir dakikadan az,” dedim titrek çıkan sesimle. “Yani sanırım.” Sertçe yutkundum. “Bu iş bittiğinde Göz’ü elimden hiçbiriniz alamayacaksınız!”

Adamların beşi başka yöne giderken, beşi aynı koridor üzerinden ilerlemeye devam etti. “Beş tanesi ayrıldı.” Ayrılan beş adamın ne yöne gittiğini çözmeye çalıştım. Ekrandaki kutulara peş peşe basıyor her birini dikkatle izliyordum. Görüş açıma girdiklerinde aslında başka yere değil de koridorun diğer tarafından dolandıklarını anlamak güç değildi. “Beşi önünüze diğer beşi arkanıza çıkacak. Dikkat edin, hepsi de silahlı.”

“Araziyi tekrar kontrol et Asya,” dedi Akrep.

Göremeyeceğini bilsem de başımı onaylarcasına salladım. “Tamam.” Arazinin dört bir yanını gösteren dört kamerayı da takip ettim. “Başka kimse yok.”

“Peki gizli geçit?” diye sordu Kara.

Reklam afişleriyle gizlenmiş durumdalar.

“Reklam afişleri, reklam afişleri,” diyerek mırıldanırken, bahsedilen afişlerin olduğu alanın görüntüsünü büyüttüm. “Bir şey yok.”

“Geldiler!” diye bağırdı Burçin.

“Arka taraf Kara ile bende!” dedi Gazap heyecanla. “Çok eğlenceli değil mi, asi kız?”

“Senin bu rahatlığın benim sinir sistemime hiç iyi gelmiyor, Gazap!” dedim hırsla. “Geberip gitmeden önce çıkın şuradan!”

“Ekranın önünde kıçını devirip otururken bunu söylemek kolay tabii,” dedi Kara. “Birde burada çalışsana?”

Bulundukları alanın görüntüsünü büyütüp dikkatle izledim. İki tarafta belirli aralıkla gizlendikleri kolonların ardından çıkıyor, peş peşe ateş ediyorlardı. Silah sesleri kulaklarımda yankı yaparken, gözlerimi yummamak için kendimi zor tutuyordum. İçimdeki huzursuzluk dayanılmaz bir hal aldı. Nefesimin ritmi düzensizleşirken, “Gazap,” dedi Kara rahat bir tavırla. “Buradan çıkabilirsek akşam mekâna gidelim kardeşim.”

“Bana uyar kardeşim. Uzun zamandır birilerini tokatlamıyordum.”

“Uzun zamandır mı?” diye sordu Akrep alayla. “En son ki sorgunun üzerinden sadece bir hafta geçti.”

“Öyle deme Akrep,” dedi Gazap, sitem eder gibi. “Bir adam dövmek, iki seks. Bir gün bile uzak kalsam yıllar geçmiş gibi hissediyorum.”

“Hani seks detoksundaydın sen?” diye sordu Gezgin kıkırdayarak.

“Yaramı deşme, Gezgin!”

Kara, kendi tarafındaki iki adama ekarte etti. Gezgin bir adamı, Akrep iki adamı vurduğunda geriye sadece beş kişi kalmıştı. Yani umarım! Ekranı tekrar araziye çevirdim. Hala gelen giden kimse yoktu ve bu biraz olsun rahat bir nefes almama olanak sağlıyordu.

“Sorgulayabilmemiz için birini hayatta tutun,” dedi Akrep. “Diğeri çoktan kan kaybından ölmüştür.”

Akrep’in dediği şeye Gazap homurdanarak karşılık verdi. “Sonra bu itleri taşımakta bize kalıyor! Baştan anlaşalım ben kimseyi taşımam.”

“Gelen giden var mı, Asya?” diye sordu Burçin.

“Hayır.”

“Bu kadar mıydı yani?” diye sordu Kara. “Ne tuhaf bir şey lan bu?”

“Gerçekten tuhaf.” diyerek Kara’yı onaylayan Akrep’ti.

“Tadı damağımda kalıyor,” diyen Gazap karşısındaki adamların duyabileceği bir şekilde bağırdı. “Düzgün ateş etsene lan, çaylak mısın amına koyayım? Sen git baban gelsin!”

Gezgin gizlendiği kolonun ardında eğilip yere yattığında bir adamı tam kasığından vurdu. Ne durumda olduğumu umursamadan, “Adamın geleceğini bitirdin Gezgin,” dedim alayla. Kıkırtısı kulağımda yankılandı. “Tam on ikiden vurmak işte buna deniyor güzelim.”

İki tarafta karşılarındaki adamlardan kurtuldu. Beklemeden koridorda ilerlemeye başladılar.

“Bu nasıl bir saçmalıktı?” dedi Akrep şüpheyle. “Arslan Bozok ne zamandan beri bu denli çaylak insanları üzerimize salıyor?”

“Bu onun işi değildi,” dedi Kara kendinden emin bir ses tonuyla. “Bozok bu kadar açık oynamaz.”

Elindeki tüfeği omzuna yaslayıp sallana sallana yürüyen Gazap, “O değil de ben açım lan,” dedi. “Ne yesek?”

Algılarım tekrar yerine gelmeye başladığında, konuşmaların saçmalığına odaklandım. Tanrı aşkına bu insanlar kesinlikle deliydi. Çatışıyorlardı ama normal bir andaymış gibi sohbet ediyorlardı. Üzerlerine kurşun yağıyordu ama adamların azlığından şikâyet ediyorlar. Kulağımdaki kulaklığı çıkartıp masanın üzerine fırlatırken rahatlamayla aldığım soluğu ciğerlerime gönderdim.

🔗🔗🔗

Delici bakışlarımı karşımda oturan Murat’tan ayırmazken, bitmeyen ve biteceğini düşünmediğim bir kinle yüzünü incelemekten kendimi alamıyordum. Beni orada tek başıma bırakıp gitmesini ve ardından gelişen olayları geçen saatlerden sonra bile unutmamış, yaşadığım paniği ruhumun en ücra köşelerinde hala hissedebiliyordum.

Saha görevinde olanlar geri döndüğünde yarım saatlik bir süre zarfında ortalıktan kaybolmuş ardından günü bitirdiklerini söyleyip eve geri dönmüştük. Kara’nın üzerindeki huzursuz edici gerginlik tüm arkadaşlarına yansıdığı gibi bana da yansımıştı fakat nedenini öğrenecek kadar cesur hissetmiyordum kendimi.

Şimdi ise güneş yerini aya bırakmışken biz yine evden ayrılmış ve Yıldıray’a ait gece kulübüne gidiyorduk. Üzerimde Burçin’e ait kıyafetler vardı. Deri etek yine rahat hissetmeyeceğim kadar kısa, bustiyerin yakası ise dekolte vermeyecek kadar boğazıma dayalıydı. Benim giyindiğim kıyafetler yaz ayına oldukça uygunken, Burçin’in elbisesi beni bile bunaltacak kadar kapalıydı. Giyindiği kırmızı elbisesi orantılı bedenini tamamen sararken, kolları bileklerine kadar uzanıyordu. Dikkatimi çeken şeyse; yanımda oturan bu kadın sürekli kollarını gizleyecek şeyler giyiniyordu ve bu istemsizce merakımı tetikliyordu.

“Bana şöyle bakmayı ne zaman bırakacaksın,” dedi Murat, dikkatimi tekrar üzerine çekerek. “Cidden huzursuz edici.”

Kaşlarımı çattım. “Ne mutlu bana, amacıma ulaşabiliyorum.”

Yerinde kıpırdanıp dururken, zihnimi meşgul edecek başka şeyler bulmaya çalışarak Yaman’a döndüm. “Neden bu sefer gözlerimi açtın?” Evden çıktıktan birkaç dakika sonra gözlerime bağladığı kumaş parçasını açmıştı. “Gideceğimiz mekânı biliyorsun sonuçta. Tüm mevzu evin konumunu ve merkezin konumunu bilmemen.” Başımı sallayıp bakışlarımı pencereye çevirdim. Araba sahil kenarında hızla hareket ederken, dışarıdaki insanların yaz gecesinin keyfini sürmelerini izledim.

Sessizliğin hüküm sürdüğü araba bir süre sonra yavaşlayıp durduğunda oturduğum koltuktan kalkıp dışarıya çıktım. Ayaklarımdaki ince topuklu ayakkabı dengemi sağlamamda yardımcı olmazken, “Şunları giymemde neden bu kadar ısrarcısın anlamıyorum.” Dedim, Burçin’e hitaben. “Eziyet gibiler.”

Gözlerini devirdi. “Şu mükemmel kombinin altına spor ayakkabı mı giymeyi planlıyordun, Asya?”

Omuz silktim. “Bence ideal bir tarz.”

“Senin ideal tarzın tam olarak bu. Hatta hatırlat eve gittiğimizde giyinmediğim tüm kıyafetleri senin dolabına taşıyalım.”

Senin dolabın. Ben onları sahiplenmemek konusunda oldukça inatçıyken karşımdaki bu kadın hayatlarının bir parçasıymışım gibi davranmaktan asla vazgeçmiyordu.

Bir şey söylemek yerine mekâna doğru ilerlemeye başladım. Yıldıray kapıdaki güvenlik görevlileriyle konuşurken diğer kalanımız içeriye girdi. Yüksek sesli müzik herkesi etkisine almışken, ortada toplanan kalabalık baş döndürücüydü. Bir kere daha geride kalmak istemediğimden Yaman’ın arkasına geçtim. Adımlarını takip ediyor, kimseyle temas etmemek için üstün bir çaba sarf ediyordum.

Localara giden merdivenin önüne geldiğimizde bir an için arkama baktım. Peşimden kimsenin gelmediğini görmek beklemediğim bir şey olurken, “Diğerleri yok,” dedim Yaman’ın duyabileceği sesle. O ise umursamadan merdivenleri çıkmaya devam etti. Kollarımı göğsümde kavuşturup olduğum yerde beklerken merdivenleri tırmanıp gözden kaybolan Yaman’ın, “Yürü küçük kız!” diye bağırdığını duydum. “Diğerleri birazdan gelir.”

İstemeye istemeye merdivenleri çıkıp locaya girdiğimde, Yaman, masanın üzerine dizilmiş alkol şişelerinden birini alıp kadehlere doldurmaya başladı. Tekli koltuğa oturup hareketlerini sessizce takip ederken, doldurduğu kadehlerden birini bana doğru uzattı. Bakışlarımı yüzüne değdirmemeye özen gösterip uzattığı bardağı aldım. Sol tarafımda kalan koltuğa oturup, bacaklarını sehpanın boşta kalan kısmına uzattı.

İlk defa yalnız kalmanın gerginliği ama konuşacak olmamın rahatlığıyla, “Bu işin sonu ya umduğun gibi bitmezse, Yaman?” diye sorduğumda, bakışlarını parmaklarının arasında sallandırdığı kadehine indirdi.

“Bitmek zorunda.”

Sesi ruhsuz, bakışları boştu.

“Ya bitmezse?” dediğimde ses tonum kısıktı. “Beni öldürecek misin?”

Kara harelerini yeşilliklerime sabitlerken, “Biz masum insanları öldürmeyiz, Asya,” dedi ezberlemeye çalıştıkları şeyi üstüne basa basa bir kere daha tekrar ederek. “Bir vatan haini değilsen, içinde acımasızlıkla yoğrulmuş saf kötülük barındırmıyorsan sana zarar vermem.”

Başımı iki yana salladım. “Bir vatan haini değilim veya acımazlıkla yoğrulmuş bir kötü de değilim. Neden beni bırakmıyorsun?”

Dudağının bir kenarı alayla kıvrılırken, “Gümüş Şehirde hiçbir şey senin dediğin kadar kolay işlemiyor küçük kız,” dedi. “İstemediğin yerde kalman en az senin kadar beni de rahatsız ediyor fakat elimden de başka bir şey gelmiyor. Bulunduğum konum kendi kafama göre hareket etmeme izin vermez.”

Alkolümden büyük bir yudum alıp sırtımı koltuğa yaslarken bu konuyu daha fazla uzatmak istemedim. İçten içe kurtulmayı dileyen ruhuma karşılık zihnim bunun kolay olmayacağını savunuyordu. Haklıydı. Kaçsam bile Göz’ün yapabileceklerine şahit olmuşken nereye kadar gizlenebilirdim bilinmezdi. Evden çıkmama gibi bir lüksüm olamazdı çünkü para kazanmak zorundaydım. Gerçi evden çıkmamam bile bir şeyi değiştirmezdi. Adresimi bir kâğıt parçasından öğrenmek onlar için çocuk oyuncağıydı.

Aklıma gelen detay, dudaklarımda küçük bir tebessüme ev sahipliği yaparken “Farkında mısın ilk defa doğru düzgün bir iletişim kurabildik,” dedim. “Demek ki istediğin zaman insancıl olabiliyormuş, Kara Yaman.”

Alt dudağını dişlerinin arasına sıkıştırıp başını oturduğu koltuğun sırt kısmına yasladı. “Pek insancıl biri değilimdir.”

“Bunu ispat ettiğin noktalar çok oldu.”

“Benimle uğraşmaktan keyif aldığını düşünmeye başlayacağım, küçük kız.”

Omuz silktim. “Can sıkıntısını yok ediyor.”

Başını yasladığı yerden kaldırmadan bana doğru çevirdi. “Can sıkıntını geçirecek başka önerilerim varken, neden benim canımı sıkmaya çalışmak sana keyif veriyor?” Ağır ağır bir bacağımı diğer bacağımın üzerine atarken, “Mesela,” dedim. “Can sıkıntımı geçirebilecek başka neler yapabilirim Kara Yaman?” Yüzündeki keyifli ifadenin dağılıp yerini gerginliğe bırakmasını an be an izlerken, bakışları bacaklarıma indi. “Beni zorlamanı tavsiye etmem,” dedi boğuk sesiyle. “Az önce de dediğim gibi çok insancıl bir insan değilim. Özellikle belirli yerlerde ve zamanlarda.”

Sırtımı koltuktan ayırıp dirseğimi dizime yasladım. “Korkmalı mıyım yani?”

Gözlerini gözlerimden çekmeden içkisinden büyük bir yudum aldı. Kadehi yüzünden uzaklaştırıp, dudaklarında kalan alkol kalıntılarını diliyle temizledi. Bu hareketini takip etmek büyük bir hataya sebep olurken bacaklarımı birbirine bastırma istediğini zihnim bir uyarı gibi tüm bedenime yaydı.

“Beni hatta bizi tehdit edebilecek kadar gözü karasın ve kabul etmem gerekirse bu rahatsız edici derecede çekici geliyor,” dedi içimi titreten bir tonda. “Ama uyarayım Asya, bu çekiciliğin boyutu bambaşka bir evreye giderse kendimi tutmakta zorlanırım.”

Başımı hafifçe sol omzuma doğru yatırıp gözkapaklarımı kıstım. “Bu ne demek oluyor?”

Hareketlerimi taklit etti. “Dürüst olmamı ister misin?”

Başımı salladım. “Lütfen.”

“Seni istiyorum,” Yutkundu. “Bedenim, bedenini arzuluyor asi kız.”

Sarf ettiği sözler beni olduğum yere mıhlarken ne demem gerektiğini ne tepki vermem gerektiğini kestiremiyordum. İstediğim dürüstlüğü karşısında dilim lal olurken bedenimde işler tam aksi şekilde ilerledi. Tüylerim diken diken olurken itirafı kasıklarımdaki yangını harladı. Viskisinden yudumlarken gözlerimizi birbirinden ayırmadı.

“Ya ben seni istemezsem?”

Kaşlarını çattı. “Oradan bakılınca rızan dışında sana dokunmaya cüret edecek kadar şerefsiz biri olarak mı görünüyorum, Asya?”

Yutkundum. “Kendimi durduramam dedin?”

Dudağın bir kenarı kıvrıldı. “Dünya üzerindeki tek kadın değilsin.”

Kaşlarımı çattım. “Beni arzularken başka bir kadınla mı birlikte olacaksın yani?”

“Bu seni rahatsız mı etti, küçük kız?” dedi umursamaz bir tavırla.

Gerçekten, bana neydi!

Bardakta kalan sarı sıvıyı tek nefeste içip kadehi hırsla sehpaya bıraktım. “Ne istersen onu yap, bana ne sanki?” Bu halimi keyifle izlerken aniden açılan kapı konuşmanın ilerlemesine tatlı bir engel olmuştu. Boğazımı temizleyip tekrar sırtımı koltuğa yaslarken bakışlarımı odaya giren gruba çevirdim.

“Bok boku kenefte bulur derler ya,” dedi Gazap hırsla. “Kasap ve Peri tam da buna uyuyor!” Tüm negatif enerjisiyle yanıma oturdu.

“Takılma,” dedi Burçin karşımdaki koltuğa yerleşirken. “Her zaman ki halleri.”

Kaşlarım merakla havalanırken, Yaman bu merakımı dindirecek atağı yaptı. “Ne oluyor yine?”

“Klasik Gazap ve Kasap işte,” dedi Göz pencereye yaslanıp. “Atışmadan duramadılar.”

“Ne diyorlar?” diye sordu Yaman huysuz huysuz.

Yıldıray, kendine ve Burçin’e içki hazırlayıp sevgilisinin yanına oturdu. Şahan’ın kaçamak bakışlarını üzerimde hissettiğimde, “Mevzu yine ben miyim?” diye sordum bıkkınlıkla. “Kara’nın hatası.”

Yaman oturduğu yerde hışımla doğruldu. “At ağızlı zamanında yaptıklarını ne çabuk unutmuş.”

“Boş ver aslanım,” dedi Yıldıray, arkadaşını sakinleştirme umuduyla. “Kimin ne olduğunu herkes biliyor mu? Biliyor. Mevzu bahis Kasap’sa çokta takılmamak lazım.”

Söylenilenleri umursamadan koltuktan kalkıp kadehindeki içkiyi tek nefeste içti. Herkes onun yapacağı şeyi beklerken, bir anda bileğime dolanan parmakları kesinlikle beklediğim bir şey değildi. Hafifçe çekiştirip, “Kalk gidiyoruz,” dediğinde kaşlarım şaşkınlıkla havalandı. “Nereye?” Bakışları bana döndü. “Kalkıyor musun, kucağıma mı alayım?” Söylediğini yapacağına dair gram şüphem olmadığında ayaklandım. Birlikte locadan çıkıp merdivenleri inerken, düşmemek için duvardan destek alıyordum.

“Neyin peşindesin sen?”

“Dans edeceğiz.”

Bu adam, bu akşam beni daha ne kadar şaşırtabilirdi?

Merdivenleri inip kalabalığın içine karıştığımızda pistin ortasına doğru yürüdük. Şaşkınlığımı bir türlü üzerimden atamıyor, istemsizce hareketlerine ayak uyduruyordum. Kalabalığın ortasında durup ellerini belime yerleştirdiğinde dumura uğradım. Bakışlarını kaçırarak etrafına bakmaya başladığında yaptığı şeye hala daha anlam veremiyordum. Birbirine yapışık bedenlerimiz işi zorlaştırırken sertçe yutkundum. “Amacın ne?” diye sordum duyabileceğini düşündüğüm tonda. “Neden böyle bir şeyi yapıyoruz şu an.”

“Dans etmek istedim ve ediyoruz.”

Kaşlarımı çattım. “Benimle dans etmek için bana da sorman gerekmiyor muydu, Kara Yaman?”

Sözlerim karşısında sadece omuz silkti. Bu saçma ana bir son vermek istiyordum. Hem de hemen. “Ben gidiyorum!” diyerek gitmek için hareketlenmiştim ki belime sardığı ellerinin baskısını arttırarak buna engel oldu. Gözlerini gözlerime dokundururken, “Benimle dans eder misin, küçük kız?” diye sordu.

“Bunu sormak için geç kalmadın mı?”

“Sonuç olarak sordum.”

“Hayır dersem gitmeme izin verecek misin?”

Başını iki yana salladı. “Sanırım hayır.”

Gözlerimi devirip kendime hâkim olamayarak gülümsedim. Müziğin ritmine göre salınan bedenine ayak uydurdum. Az öncekinin aksine bakışlarını kaçırmıyor en derinime ulaşmak istercesine dikkatle gözlerimin içine bakıyordu.

“Neden öyle bakıyorsun?”

“Nasıl bakıyorum?”

“Ruhumun derinliklerini merak eder gibi,” diye mırıldandım.

Dudağının bir kenarı muzipçe kıvrıldı. “Derinlerini merak ediyorum,” dedi. “Ama bu ruhunun derinlikleri değil.” İmasını anlayıp gözkapaklarımı kıstığımda, “Arsızsın!” dedim sıktığım dişlerimin arasından. Erkeksi kahkahası kulaklarımı doldururken, yüzünü incelemeye devam ettim.

“Arsızlığımın bir sınırı yoktur.”

“Pek belli!”

Bilinçsiz bir şekilde kasığımı kasıklarına sürttüğümde yüzündeki eğlenen ifade anında yok oldu. “Bilerek mi yapıyorsun?” diye sordu sıktığı dişlerinin arasından. “Bilerek yapıyorsan da yanlış sularda yüzüyorsun, asi kız. Baştan uyarayım.”

Söylediklerine bir cevap vermeden bakışlarımı etrafta dolaştırdım. Bize doğru ilerleyen adamın tanıdık yüzü gerilmeme sebep olurken, “Kasap bu tarafa doğru geliyor,” diye mırıldandım. “Yanında bir kadın var.” Dudakları alayla kıvrıldı. Onun bu halinin üzerinde durmadan bize doğru yaklaşan kadını inceledim. Tuhaf derecede tanıdık gelen siması zihnimi kurcaladı. “Yanındaki kadın çok tanıdık geliyor.” Diye mırıldandım kendi kendime. “Ama nereden?” Kadının bakışları bakışlarımla buluştuğunda birkaç adım ilerimde durdu. Gözlerini bedenimde gezdirip tekrar yüzüme baktığında bir şeyler mırıldandı fakat müzik onu duymama engeldi.

Yaman arkasını dönüp Kasap’la yüz yüze geldiğinde bileğini sertçe kavradı. Yüzünü kulağına doğru eğip bir şeyler söyledikten sonra Kasap’ın sinirden kızaran yüzünü mavi ışığa rağmen seçebildim. Yaman keyifle geri çekilirken, karşısındaki adam hırsla bizden uzaklaştı. Giden ikilinin ardından merakla bakarken, “Ona ne söyledin?” diye sordum. “Yüzü kıpkırmızı oldu.”

Güldü.

Bedenlerimizin arasında oluşturduğu küçücük mesafeyi tekrardan kapatıp yanağını şakağıma yasladı. “Ona,” derken, hareket eden dudaklarını kulak kepçemde hissedebiliyordum. “Senin hatan dünyanın öbür ucuna sürgün edilecek kadar aptal, benim ki ise bizden biri olup sana rakip olabilecek kadar zeki olduğunu söyledim.” Üzerime bir kova dolusu buzlu su dökülmüş gibi ürperip, dona kaldım.

Kuruyan dudaklarımı dilimle ıslattım. “Sizden biri olmamı istiyor musun?”

“Hayır,” dedi hiç beklemeden. “Ama benim dünyamda verilen her kararda fikrim sorulmuyor.”

Başımı iki yana salladım. “Sizden biri olmak istemiyorum.”

Şakağıma yasladığı yanağını hafifçe hareket ettirip yeni çıkmaya başlayan sakallarıyla tenimi okşadı. “Biliyorum.”

“O zaman buna engel ol.”

“Ben bir şey yapamam ama,” dedikten sonra geri çekilip bir kere daha bakışlarımızı birleştirdi. “Sen yapabilirsin.”

“Nedir o?” diye sordum sabırsızlıkla.

“Aptalı oyna, küçük kız. Zekânı kendine sakla.”

 

-BÖLÜM SONU-

Oy verdiğinizden emin olup bir tanecik dahi olsa yorum bırakır mısınız canımlar?

Yeni bölümde görüşünceye dek kendinize çooook iyi bakın 🤍🤍

Instagram: gulsumm.bilgin

Loading...
0%