Yeni Üyelik
7.
Bölüm

Karanlıkta Bir Yerde: 6

@gulsumblgn

Merhabaaaağ 🤍

Okumaya başlamadan önce oy verir misin, lütfen? Şimdiden teşekkür ederim.🙏

KEYİFLİ OKUMALAR!

🔗🔗🔗

YAZAR’dan

Masanın etrafında oturan beşlinin huzursuz bakışları birbiri üzerinde dolanırken, onlardan bir farkı olmayan Başkan, dirseklerini masaya çenesini de birbirine kenetlediği parmaklarının üzerine yaslamıştı. Biraz sonra dile getireceği şeyleri ekibinin kolay kolay kabul etmeyeceğini bilmek ise yaşlı adamın üzerindeki gerginliği arttırıyordu. Nasıl ki karşısında oturan bu beş genç onun emirlerine uymak zorundaydı, kendisinin de bazı kişilerin emrinin altında olduğunu unutmamalarını temenni ederek önündeki dosyayı açtı.

“Evet, başlayabiliriz.”

Lotus timi de tıpkı başkanları gibi önlerine bırakılan dosyaları açıp dikkatle okumaya başladılar. Okudukları her cümle hepsini bozguna uğratırken, bunu fark eden yaşlı adam açıklamasına başladı. “Caner Keskiner’in herkesten sakladığı yeğeni dün sabah itibariyle ülkeye giriş yapmış.”

Kara, kaşlarını çattı. “Bu nasıl olur? Bu denli büyük bir şeyi gözümüzden kaçırmamız imkânsız.”

“Baksana kardeşim,” diyerek araya giren Gazap, ciddiyetle dosyayı incelemeye devam ediyordu. “Soy ağacından soy ismine kadar değiştirilmiş. Gözümüzden kaçması normal.” Dört genç adamında şaşkınlık dolu bakışları dosyanın içinde yazılan gerçeklerde dolanırken, Gezgin, genç kadının bir fotoğrafında oyalandı. Henüz yirmi bir yaşında olmasına rağmen giyim tarzı ve platin sarısı saçları olduğundan daha büyük görünmesine neden oluyordu.

“Gazap haklı. Caner, bu zamana kadar yeğenini çok iyi şekilde gizlemiş ama,” dedi Başkan, eğlenen bir ses tonuyla. “Çapkın yeğeni sarhoşken ağzından bir şeyleri kaçırıvermiş. Londra’daki üssümüzün tim elemanlarından birinin rayına takılmış. Dosya da gün gece elimize ulaştı. Kız hakkındaki bütün bilgiler yazıyor.”

Akrep’in bakışları yaşlı adama döndü. “Ülkeye dönmesinin asıl sebebi biliniyor mu? Sarhoşken ne konuştuğunu hatırlıyor ve bunu amcasıyla paylaştıysa belki de Caner geri dönmesini istedi?” Yaşlı adam başını iki yana salladı. “Bu ihtimali bilemeyiz, belki de dediğin gibidir ama oradan aldığım rapora göre, kız sızma aşamasında tam da kendinde değilken konuşmuş. Sabah uyandığında da hiçbir şey yokmuş gibi davranmış.”

Gazap’ın dudağının bir kenarı alayla kıvrılırken, “Desenize tam bir aptal sarışın ile karşı karşıyayız,” dedi. “Bu iş kolay olacak.”

“Kızın konuştuğunu hatırlayıp hatırlamadığını bilmiyoruz Gazap,” dedi Gezgin. “Bu işimizi kolaylaştırmaktan ziyade daha da zora sokar. Caner yeğenini sırf bu sebepten geri getirdiyse kıza yaklaşmamız zor olacak.”

Tam bu sırada Göz dikkatini çeken bir detayla, “Parti,” dedi çabucak. “Parti veriyormuş bu gece.”

Başkan keyifle gülümseyerek, “Evet,” dedi. “Parti bu gece ve esas konumuzda o parti zaten.” Bunu duyan Gazap sırıttı. İçinde eğlence barındıran operasyonları severdi. Hem eğlenir hem de işini yapardı. Onun gözünde bu; bir taşla iki kuşu vurmaktı. “Davetli olarak partiye gidecek, evin belirli noktalarına ses kayıt cihazları yerleştireceksiniz. Bu hem kızın buraya geliş sebebini anlamamız için hem de Caner’i avucumuzun içine almamız için güzel bir taktik olacak fakat çok dikkatli olmalısınız. Keskiner zeki adamdır, parti bittikten sonra evi detaylıca kontrol ettirecektir bu sebepten dolayı cihazları öyle noktalara yerleştirmelisiniz ki asla bulunmamalı.” Hepsi başını sallayıp onaylarken, Başkan sözlerine devam etti. “Göz burada kalacak, sokaktaki giriş çıkış kameralarını kontrol altında tutacak. Caner’in gelmesi durumunda hazırlıksız yakalanmamalısınız.”

Akrep’e döndü. “Sen güvenlik olarak gidecek diğerlerinin sorunsuz bir şekilde partiye girmesini sağlayacaksın. Girişte güvenlik kontrolü olabilir.”

Lotus sessizdi. Kendilerinin kurmadığı bir planın içinde olmak onlar için bir ilk değildi fakat ortaya çıkan bu yeğen hepsini huzursuz etmeye yetişmişti. Kızı tanımamak, yapabileceklerini bilememek her an bir sorunla karşı karşıya gelmelerine sebep olabilirdi ve bu gibi bilinmezlikler, timi her daim olumsuz etkilerdi. Çünkü kendilerini bir sıfır geri de hissediyorlardı.

“Göz,” diyerek planı anlatmaya devam etti Başkan. “İşin çoğu sende evlat. Kızın başına dikecekleri korumalar tamamen yeni bir kadro. Biz içlerinden birini ekarte ederken sende onun yerine Akrep’e aynı isimle sahte kimlik oluşturacaksın.”

“Peki biz?” diye sordu Gezgin merakla. “Oraya kolaylıkla girebileceğimizi düşünmüyorum. Sizin de dediğiniz gibi Caner kesinlikle üst düzey güvenlik önlemleri alacaktır. Bu işin sonunda deşifre olma ihtimalimizde yüksek.”

“Akrep’i boşu boşuna mı kapıya dikiyorum Gezgin?” diye homurdandı Başkan. “Akrep gibi sizde sahte isimlerle partiye gireceksiniz. Davetli listesi önünüzdeki tabletlerde var. Adınızı belirlemek yine size kalmış bir durum. İstediğiniz kişinin adını Göz’e bildirin, sizi listeye eklesin. İsimlere baktığınızda sizde fark edeceksiniz ama yine de belirtmekte fayda var. Kızın popülariteye önem verdiği açık. Listeyi görünce ne demek istediğimi anlayacaksınız, sizde bu kulvarlarda bir şeyler belirlerseniz iyi olur. Şüphe çekmemiş olursunuz.”

Beşi de tabletlerini açıp listeye baktı.

Çoğu davetli sosyal medya fenomeni ya da Gümüş Şehrin ileri gelen ailelerin çocuklarıydı. Sıradan birinin davet edilmediği bir parti olduğu belliydi.

“Neden partiye davetli olarak gitmek zorundayız ki, bir garson olarak da gidebilir işi daha kolay yoldan çözebiliriz?” diye fikrini ortaya atan Gezgin’di.

“İlk başta bizde öyle düşündük,” diyerek açıklamaya başladı Başkan. “Ama partiye gidecek olan catering şirketi, Arslan Bozok’un daima kullandığı o şirket. Şeflerden garsonlara kadar hepsi özel olarak seçilmiş insanlar biliyorsunuz. Onların içine sızmak, sızan kişiyi tehlikeye atmak olur.”

Göz aklına düşen şüphe tohumlarını diğerlerine de sunarak, “Ya kız bizden haberdarsa?” dedi.

Yaşlı adamın bakışları operasyona gidecek dört kişinin yüzünde gezdi. “Bu ihtimali hiçbir zaman aklınızdan çıkartmayacaksınız. Kızın fotoğrafını gördünüz, yüzünü ezberleyin. Onunla karşılaşmamaya özen gösterin ve unutmayın, göreviniz sadece cihazları yerleştirip evden çıkmak. Başka bir şey istemiyorum. İşinizi olabildiğince hızlı tutup o evden ayrılacaksınız.”

Tüm bu konuşulanları umursamadan tabletteki davetiyeyi inceleyen Gazap, “Partinin teması pırıltı mı?” diye sordu, yüzünü buruşturarak. “Disko topuna mı döneceğiz yani?”

Gazap’a bıkkınlıkla bakan yaşlı adam onu azarlamayı sonraya bırakarak, “Toplantı bittikten sonra operasyona hazırlanmak için merkezden ayrılabilirsiniz ama ondan önce,” diyerek konunun asıl can sıkan yerine geldi. Önündeki dosyayı kapatıp ileriye doğru sürdü. Huzursuzca Kara’ya bakarken dirseklerini masaya yasladı. Kara, yaşlı adamdaki gerginliği anında fark etti. Aklına gelenin başına gelmemesi için bildiği tüm duaları okurken Başkan’ın dudaklarının arasından çıkacak kelimeleri merakla bekledi.

“Bu söyleyeceklerim seni huzursuz edecek biliyorum evlat,” dedi Başkan babacan bir tavırla. “Ama işlerin nasıl gittiğini benim kadar sende iyi biliyorsun.”

Kara sırtını sandalyeden ayırdı. “Ne oluyor, Başkanım?”

Gezgin alt dudağını dişlerinin arasına sıkıştırıp masanın altından Akrep’in elini tuttu. Yaşlı adamın dile getireceği şeyi az çok tahmin edebiliyordu. Tabii bu durum karşısında arkadaşının vereceğini tepkileri de net bir şekilde biliyordu. Akrep, kız arkadaşının gerginliğini giderebilmek için parmaklarıyla tenini okşuyordu ama kendisinin de Gezgin’den bir farkı yoktu. Gazap nefesini tutmuş beklerken, Göz yüzünü ellerinin arasına almıştı. Neler olduğunu bilmek onun için zor değildi. Merkezin, Asya üzerindeki düşüncelerini dün kesin bir şekilde görmüş elinden bir şey gelmemişti.

Başkan derin bir nefes alarak, “Gazap ve Gezgin partiye eş olarak gidecek ve sende,” dedi, durdu. “Senin partnerinde Asya olacak.”

Genç adam başını iki yana sallarken, duyduğu şeyin gerçek olup olmadığını sorgulamaya başladı. Buz kesmesine sebep olan bu emir, kesinlikle gerçek olamazdı. Olmamalıydı!

Dipsiz bir kuyuyu andıran gözleri masanın baş köşesinde oturan adamdan ayrılmıyor, zihni ısrarla duyduklarını inkâr ediyordu. İki derin soluk alıp bırakırken, “Anlayamadım Başkanım,” dedi. “Benim partnerim kim olacak dediniz?”

Yaşlı adam sıkıntıyla çenesini sıvazladı. “Asya.”

Başkan, dün yapılan operasyonda bile isteye Asya’yı yalnız başına bıraktırırken kızın yapabileceklerini ölçmek istemişti. Yaşının ileri olması eğitimleri konusunda geç kalınmış olduğunu gösterse de zekâsı hafife alınamayacak durumdaydı. Yaşlı adam bunu fark ederek iyi bir şey mi yapmıştı yoksa kötü bir şey mi bilmiyordu fakat kurulun kararlarını yerine getirmek zorunda olduğu yadsınamaz bir gerçekti. Dün yapılan operasyonda fabrikaya baskın yapan ekip kurul tarafından gönderilmişti. Asya’nın kolaylıkla altından kalkması ise yeni bir sınava tabi tutulmasına sebep olmuştu.

Kara oturduğu yerden hışımla kalktı. “Böyle bir şey mümkün olamaz. Ben o kızı bizden ayırabilmenin yollarını düşünüp kafa patlatırken siz inatla içimize sokmaya çalışıyorsunuz. Olmaz! Ya başına bir şey gelirse, Başkan? Eğitimsiz. Şu yaşından sonra eğitim alması işe yaramaz. Kız ne işimize yarayacak ki? Zarar görür, yapmayın!”

Yaşlı adam beklediği tepki karşında şaşırmasa da otoritesini sağlam tutmak zorundaydı. O da genç adam gibi hışımla oturduğu sandalyeden kalkıp, “Bana emir tekrarı yaptırma Kara!” diye bağırdı. Kız senin yanında olacak. Kurulunda benim de kararım bu yönde.”

Kara, iki yanına duran ellerini yumruk haline getirirken, “Kız bizden biri olmak istemiyor,” dedi sıktığı dişlerinin arasından. Akrep arkadaşının geldiği boyutun farkına vararak yerinden kalkıp yanına gitti. Elini destek verircesine omzuna koyup, “Aslanım,” diye fısıldadı. “Sakin olmaya çalış lütfen.” Kara, abisi gibi sevip saydığı adamı duymazdan geldi. “Gönderelim yurt dışına, gözümüz sürekli üzerinde olur.”

Başkan ellerini ceplerine koydu. “Dün ki operasyondan sonra kız kurulun dikkatini çekti.”

Göz haricinde hepsi şaşkınlıkla yaşlı adama bakarken, “Siz,” dedi Gezgin şokla. “Asya’yı bilerek mi orada yalnız başına bıraktınız?”

Gazap alayla güldü. “Üzerimize gönderdiğiniz adamlarda bizden birileriydi değil mi? O yüzden adamlar saçma salak ateş ediyordu. Amaç bizi yaralamak değil, Asya’yı test etmekti.”

Kara gözlerini kapatıp derin derin nefesler alıp bıraktı ama faydası yoktu. Peş peşe gelen gerçekler sinir sistemine hiç iyi gelmiyordu. “Kız,” dedi gözlerini açarak. “Bizden biri olmak istemiyor, Başkanım.”

“Sende olmak istemiyordun ama şimdi işine aşık, başarılı bir adamsın.”

Yaşlı adamın alay eder gibi söylediği söz, Kara’nın öne doğru bir adım atmasına neden oldu. “Ben mecburdum!” Başkan, genç adamın asabi hallerine alışıktı. Söylediği gibi Kara’da zamanında bu işe bulaşmak istememişti ama hayat şartları genç adama pekte seçim şansı sunmamıştı. Onu ehlileştirmek Başkan’ı oldukça zorlamış, ergenlik çağındaki Kara yüzünden sayısız tutanak yemişti. Yine de karşısındaki hırçın delikanlıyı ayrı seviyordu. Çünkü elinde büyümüştü ama bu hadsizliğine göz yumacağı anlamına gelmiyordu.

“Geldiğiniz yer aynı. Bu da demek oluyor ki bir farkınız yok, Kara. Yine söylüyorum bana emir tekrarı ettirme. Şimdi gidin akşam için hazırlıklara başlayın!” Olayın daha fazla büyümesini istemeyen ve sinirini daha ne kadar kontrol altında tutabileceğini bilmeyen Başkan kapıyı çarparak toplantı odasından çıktı.

Geriye kalanlar üzerlerinden atamadıkları şaşkınlıkla birbirine bakarken, “Asya bu sefer beni kesin öldürecek,” dedi Göz, oturduğu sandalyeye daha çok yayılarak. Gazap, yanında oturan arkadaşının başına taktığı şapkaya vurup, “Doğru söyle lan, sen biliyordun değil mi?” diye sordu. Göz’ün kaçamak bakışları Kara’ya dokunurken biraz sonra yiyeceği azarlara kendini hazırlayıp, “Evet,” dedi çekinceyle. “Beni yanına çağırdığında anlattı.”

“Bize neden söylemedin?” diye soran Akrep’ti.

Kara ise… Yüreğine çöreklenen huzursuzlukla başa çıkmaya çalışıyor, zihni tarih tekerrür ediyor diye haykırıyordu. Avuç içlerini şakaklarına yaslayıp sıkarken, “Asya’ya bunu söylersek delirir,” dedi boğuk bir ses tonuyla. “Hatta korkar!” Gezgin yerinden kalkıp Kara’nın önünde durduğunda, başına yasladığı ellerinin üzerine ellerini koydu. “Anlatmadan onu oraya getirmek hem haksızlık hem de tehlikeli olur, Kara.” Dedi yumuşacık ses tonuyla.

Genç adam başını iki yana salladı. “Gelmek istemeyecek. O istemedikçe zorlayacaklar, Gezgin!”

Gezgin gülümsedi. “Sen o işi bana bırak. Kadın kadının halinden anlar.”

ASYA’dan

Elimdeki kahveden yükselen duman havaya karışıp kaybolurken, parmaklarım sıcak kupayı sıkıca sarmalamıştı. Yalnız başıma kaldığım bu sessiz odada ikinci saatimi doldurmama sadece birkaç dakika kalmıştı ve ben, çıldıracak raddedeydim. Kendi nefes alışverişlerimden başka bir ses duyulmayan bu odada kalana kadar yalnızlık bu denli rahatsız edici gelmemişti. Yalnızlığı severdim ama şu an içimi huzursuzlukta doldurmaktan başka bir işe yaramıyordu.

Bunun tek bir nedeni vardı; bulunduğum odanın dışında olanlar.

Dün akşam onlardan biri olmak istemediğimi söylediğimde Yaman’ın verdiği tavsiye zor değildi ama benlik bir şeyde değildi. Aptal olmayı bırak, bu rolü bile yapamazdım. Çünkü ben, zekamı dışa yansıtmayan biri olsaydım bu yaşlarımı kesinlikle göremezdim. Yetişkinliğim boyunca insanların beni yanında tutmak istemesinin en büyük nedeni buydu aslında. Pratik zekaydım. Hayatın yüzüme güldüğü tek nokta buyken, Yaman’ın bana aptalı oyna demesi egomu zedelemişti. Bu kocada dünyada yalnız başınaysanız şayet, hayatınızın her bir zaman diliminde zekanızı ortaya koymalıydınız. Aklını kullanırsan soğuktan korunursun, aklını kullanırsan karnını doyurursun, aklını kullanırsan kötülüklerden kaçarsın, aklını kullanırsan para kazanabilirsin. Aksi takdirde pek fazla seçeneğiniz olmazdı. Ölürdünüz.

Kahve fincanına diktiğim bakışlarımı karşı duvara sabitledim. Dolaplar hala daha ilgimi fazlasıyla çekerken, bu sefer hepsinin kilitli olması şansızlığımın bilmem kaçıncı leveliydi. Kahveden bir yudum aldığımda soğumuş olmasına karşı yüzümü buruşturdum. Fincanı önümdeki sehpaya bırakıp oturduğum koltuğa uzandım. Bakışlarım tavanın pürüzsün zeminine değerken, kapının açılacağını bildiren ses odada yankılandı. Neden yaptığımı bilmeden sağ tarafa dönüp gözlerimi kapattım. Kapı açıldı.

“Asi kız uyuyor,” dedi Şahan. “Ya da numara yapıyor.”

“Kızcağız neden numara yapsın, Gazap?” diye sordu Burçin daha kısık bir ses tonuyla. “Sabahın köründe bizimle buralara geliyor, saatlerce yalnız kalıyor. Ya uykusuzluktan ya da sıkıntıdan uyuyakalır tabii böyle.”

“Aman laf dedirtme arkadaşına,” diye söylenmeye devam etti Şahan.

“Onun açısından baksana Gazap,” diyerek kısık sesle konuşan Yıldıray’dı. “Kız yıllardır dört tane adamla hayat sürüyor. Tatsız bir tesadüf olsa da Asya’nın varlığı Burçin’i rahatlatıyor.”

Bana alışarak belki de en büyük hatayı yapıyordu.

“Bırakın şimdi onu bunu,” diyen, Yaman’ın huzursuz ses tonu otomatik olarak benimde huzursuz olmamı sağlıyordu. “Biz aşağıda beklerken, Gezgin ona durumu anlatsın. Vereceği karara göre kurulu ve Başkan’ı ikna edecek bir sebep bulmalıyız.” Göz kapaklarım hızla açılırken nefes alışverişlerimin düzeni çoktan bozulmuştu. Yine neyin içine giriyordum bilmiyordum ama zihnim uyarı çanlarını tekrar çalmaya başlamıştı. “İkna etmek zor olacak,” dedi Yıldıray. “Kolay gelsin güzelim.”

“Beni anlayacağını düşünüyorum.”

Burçin’in umut dolu sesine karşılık daha fazla hareketsiz ve merak içinde kalamayacağımı bildiğimden oyunu bozmadan ağır ağır sırtı üstü döndüm. Avuç içlerimi gözlerime bastırıp esnerken, oyunculuğumu alkışlamamak için kendimi zor tutuyordum. Varlıklarını yeni fark etmiş gibi davranıp uzandığım yerden kalkarken, “Bitti mi işiniz, gidiyor muyuz?” diye sordum kısık bir ses tonuyla. Hepsi önce birbirine ardından bana baktı.

Delirmeme çeyrek kala?

Yaman ağzının içinde homurdanıp ensesini kaşırken, “Biz aşağıdayız. Çabuk olmaya çalışın.” Dedikten sonra hızla odadan çıktı. Diğerleri de kaçarcasına onu takip ederken karşımda, ayakta dikilmeye devam eden Burçin’e baktım. Şüpheci bakışlarım yüzünde dolanırken, giyindiği ince bluzun kollarını avuç içlerine çekti.

“Direkt konuya girsen ikimiz içinde daha kolay olur bence, Burçin?”

“Vereceğin tepkileri az çok tahmin ederken direkt konuya girmek pek sağlıklı gelmiyor, hayatım.”

Gözlerimi devirdim. “Söz veriyorum anlattıktan sonra sana kaçma süresi vereceğim. Şimdi anlatmaya başla.”

Hızlı adımlarla yanıma gelip oturduğunda, “Bize yardım etmen gerekiyor,” dedi çabucak. Şimdiden itiraz etmek için dudaklarımı aralamıştım ki elini kaldırarak susmamı işaret etti. “Önce dinle. Şimdi biz bir partiye gidecek o partinin yapıldığı eve dinleme cihazları yerleştireceğiz işimizi bitirdikten sonra da hemen oradan ayrılacağız.”

Sırtımı koltuğa yaslayıp, “Ee gidin,” dedim düz düz. “Madem sadece cihazı yerleştirip çıkacaksınız benden ne istiyorsunuz? Eğer diyeceksen ki eve yerleştirmemize yardım edeceksin bahsettiğin dinleme cihazlarını daha önce görmedim bile. Yani uzun lafın kısası benden size bir destek çıkmaz.” Alt dudağını dişlerinin arasına sıkıştırıp, başını iki yana salladı. Bunun ne anlama geldiğini asla anlayamadığımdan, “Burçin ben sizinle niye geleceğim?” diye sordum.

Omuzlarını silkti. “Neden gelmen gerektiğini bilmiyoruz. Sadece Yaman’ın partneri olman istendi.”

“Af buyur?”

Aramızdaki mesafeyi küçülterek, “Lütfen Asya,” dedi gözlerini kocaman açarak. “Lütfen lütfen lütfen. Hem biz, operasyon olsa da bir partiye gideceğiz sense burada tek başına bizi bekleyeceksin. İşimiz ne kadar sürecek onu bile bilmiyoruz.”

Göz ucuyla ona bakarken, “Hayır,” dedim inatla. “Ben sizden biri olmamak için çabalarken, siz daha çok içinize girmeme neden oluyorsunuz. Hayır. Gelmiyorum! Beni işlerinizden uzak tutun.” Kalbini kıracak bir şey söylememiştim ama başını öne eğip parmaklarıyla oynamaya başladığında engel olmak istesem de yüreğime dokunmuştu. “Biliyorum,” dedi buruk bir ses tonuyla. “Bizden biri olmak istemiyorsun. Sırf bunu bildiğimizden Kara Başkan’la tartıştı az önce.”

Beklemediğim itirafı karşısında dudaklarım şaşkınlıkla aralanırken, “Kara kimle tartıştı dedin sen?” diye sordum.

Bakışlarımızı birleştirdi. “Senin bizimle gelmen konusunda Başkan ısrarcı olunca Kara karşı çıktı. O kadar gergin bir ortamdı ki bir an için hiç bitmeyecek sandım.”

Şoku üzerimden atamıyordum. Kara Yaman benim için Başkan’ına kafa mı tutmuştu yani? Aslında çokta şaşılacak bir durum değildi. Adam beni etrafında istemezken, istenmeyen tüy gibi sürekli burnunun dibine bitiyordum. İşlerin içinde oldukça yanında kalma sürem artacaktı ve Kara Yaman bunu kesinlikle kabul etmiyordu. Hatasını bir an önce telafi etmek istiyordu.

“Beni ikna etmeye çalıştığına göre bu karşı çıkış istediği gibi sonuçlanmamış.”

Başını iki yana salladı. “Elinden geleni yaptı, Başkan’ı ikna etmeye çalıştı fakat işe yaramadı ve eminim bunun bir yaptırımı olacaktır.”

Kaşlarım merakla havalandı. “Nasıl yani?”

Benim gibi sırtını koltuğa yaslayıp kollarını göğsünde kavuşturdu. “Emire en önemlisi Başkan’a karşı çıktı. Disiplin cezası yiyebilir. Gerçi yediği ilk ceza da olmayacak, alışıktır.”

“Gelerek boşuna ceza yemesine sebep olurum,” dedim geçiştirerek. “Gelmeyeyim de yiyeceği ceza boşa gitmesin değil mi?”

Yaslandığı yerden doğrulup bedenini bana döndürdü. Aklına gelen fikir onu eğlendiriyormuş gibi dururken, “Çıkar anlaşması yapmaya ne dersin?” diye sordu heyecanla.

Çıkar anlaşması… İşte bu fikrimi değiştirmemeye yarayabilirdi. Belki?

Tıpkı onun gibi bedenimi ona çevirdiğimde, “Nasıl olacak o?” dedim kaşlarımı çatarak. “Sizinle gelmem karşılığında bana ne vadediyorsun?”

Omuzlarını dikleştirdi. “Ne istersen?”

“Beni bırakmanızı?”

Güldü. “Bu bizim küçük anlaşmamızı aşan bir durum olur.” Elini kaldırıp işaret ve baş parmağının arasında kısa bir aralık bıraktı. “Daha küçük ve yapabileceğim bir şey isteyebilirsin.”

Güldüm. “Ama benden istediğin,” Yaptığı hareketini tekrar ettim. “Küçük bir şey değil ve sonunda hiçte bana uygun şeylere çıkmayacak.”

Sessiz kaldı.

Sessizliğini fırsat bilerek düşündüm. Benden istedikleri bu büyük iş karşısında büyük bir şey istemeliydim ve kabul etmem gerekirse, bu iş cidden keyif vermeye başlamıştı. Önce Kara şimdi de Burçin bana borçlanıyordu. Bu durumu basit bir şeyle geçiştirmek istemediğimden iyice düşünme kararı aldım. Yaman’dan öyle bir şey istemeli, Burçin’den öyle bir sır öğrenmeliydim ki geri kalan hayatım boyunca bir daha bana bulaşamayacak raddeye gelmelilerdi. Elimi öne doğru uzatıp, “Sana güvenebilir miyim?” diye sordum. “Ben senin istediğini yaptığımda sende benim istediğimi yapacaksın?”

Beklemedi. Uzattığım elimi tutup sıktı. “Tüm varlığım üzerine yemin ederim. Peki ne istiyorsun?”

“Henüz karar vermedim, düşünmek istiyorum.”

Hevesle başını salladı. “Tamam. O zaman akşam bizimle geliyorsun?”

Dudaklarımda sinsi bir tebessümle başımı salladım. “Geliyorum.”

🔗🔗🔗

Göz haricinde hepimiz eve döndüğümüzde herkes kendi odasına dağılmış hazırlıklara başlamışlardı. Yol boyunca akşam yapılacak olan planın üzerinden geçilmiş, özellikle de benim gireceğim rol Kara Yaman tarafından defalarca tekrarlanmıştı. Gerçekten zekamı küçümsemek gibi kötü bir alışkanlığı vardı ve bu beni delirtiyordu.

Ben dahil hepimiz sahte isimlerle partiye katılacaktık. Burçin ve Şahan sosyal medya fenomeni olarak anılacak, ben ve Yaman ise Amerika’da yaşayan varlıklı ailelerin nişanlı çocukları rolüne girecektik. Bu hiç hoş değildi ama bir kere kabul etmiştim. Yalanla dolanla onlarca insanın içine girecek, başımıza neler gelebileceğini bilmezken onların üzerindeki rahatlık sinirimi bozuyordu.

Şimdi ise Burçin’in odasında, onun beni hazırlamasına izin verdiğim için derin bir pişmanlık duygusuyla savrulup duruyordum. Odaya girdiğimiz an saçımı yapmaya başlamış ardından makyajımla ilgilenmiş, kesinlikle aynaya bakmama izin vermemişti ki, bu ayrı bir gerginlik konusuydu. Beni ne hale getirdiğini bilmiyordum. Yüzüme sürdüğü onca makyaj malzemesi bile tenimi çoktan boğmaya başlamıştı. Bıkkınlıkla ofladığımda elindeki her neyse sertçe alnıma vurdu.

“Ah!” Acıyla inlerken bunu umursamadı.

“Ufta uf, pufta puf! Şuraya oturduğundan beri bir susmadın be kızım!”

Vurduğu yeri ovalamak için elimi kaldırdığımda bir darbeyi de parmaklarıma indirdi. “Sakın şaheserimi bozacak bir atakta bulunma!”

“Şaheser diye bahsettiğin şeyi öyle merak ediyorum ki Burçin, anlatamam. Heyecandan kusacağım.”

“Bende senin bu memnuniyetsizliğinden dolayı kusacağım.” Bir adım geri çekildi ve memnuniyet dolu bir ifadeyle yüzüme baktı. Dudaklarındaki kıvrım saniye saniye büyürken az önce yaptığım kinaye yerini gerçekliğe bıraktı. Bakışlarındaki hayranlığı görmemek imkansızken nasıl göründüğümü gerçekten merak etmiştim.

“Artık arkanı dönüp aynaya bakabilirsin, tatlım. Dikkat ette kendine âşık olma!”

Dudaklarım alayla kıvrılırken gözlerimi devirdim. Oturduğum puf üzerinde hareketlenip arkamı döndüğümde bakışlarım aynadaki yansımamla kesişti. Dudaklarımdaki alaylı kıvrım yerini küçük bir o şekline bırakırken, gözlerim yüzümün her bir detayında tekrar tekrar dolandı. Sarı saçlarımı sıkı bir at kuyruğuyla kafamın tepesinde toplamıştı. Gözlerime yaptığı koyu renkli makyaj yeşil harelerimi ön plana çıkartırken dudaklarıma şeffaf bir gloss sürerek daha dolgun ve parlak görünmelerini sağlamıştı. Buraya kadar sıradan bir makyajdı. Esas odak nokta; göz çevreme gümüş renkli simlerle yaptığı maske şekliydi. Aynı renkteki simlerle köprücük kemiklerimi doldurmuş, boynuma küçük dokunuşlar bırakmıştı. Aynaya biraz daha yaklaşıp, “Burçin,” dedim üzerimden atamadığım şaşkınlıkla.

“Mükemmel değil mi?”

Aynadan bakışlarımızı birleştirdim. “Gerçekten harika olmuş. Asla bu kadar beklemiyordum.”

Kuzguni siyah saçlarını geriye doğru savurup, parmaklarını hareket ettirdi. “Bu elleri hafife almamalısın, bebeğim.” Dudaklarımda muzip bir kıvrım belirdi. “Bunu bana değil Akrep’e söylemelisin.” Yanakları anında kızarırken elinin tersiyle omzuma vurdu. “Ne edepsiz kızsın öyle!”

Kıkırdadım. “Ah pardon, ellerinin işlevini Akrep’e söylememelisin bizzat göstermelisin.”

Kızarıklığı arttı. “Asya!” Ciyaklamasını kesinlikle odanın dışındakiler bile duymuştu. “Kalk hazırlan, çenen düştü senin iyice!”

Oturduğum puftan kalkıp üzerime geçirdiğim sabahlığın kayışını açtım. “Ne giyiyorum?” Burçin’den kıyafet istemekten nefret ediyordum ama yapabilecek hiçbir şeyim yoktu. İki parçalık kıyafetlerimi bile almama izin vermemişlerdi ki o kıyafetler yanımda olsaydı bile bu parti için giyebilecek hiçbir şeyim yoktu. Benim elbisem bile yoktu!

Benim kalktığım pufa oturan Burçin, “Partinin teması parıltı biliyorsun, ona uygun birkaç parça bir şeyler olacak,” dedikten sonra saçlarını taramaya başladı. “Pullu payetli ne bulduysan giy işte.” Devasa diyebileceğim boyuttaki dolabın sürgülü kapısını sola doğru ittim. “Orası Yıldıray’ın,” dedi Burçin. “Diğer tarafı aç.” Açtığım kapıyı kapatıp diğerini araladım. Mağaza askısından hallice duran bölüme yüzümü buruşturarak bakarken, “Bunlardan çoğunu giymiyorsundur bile,” dedim. “Neden bu kadar çoklar?”

“Görüyorsun işte, ne zaman hangi göreve gideceğimiz belli olmuyor. Zamanımız da kısıtlı olduğundan alışverişle uğraşmaktansa dolapta hazır bulundurmayı tercih ediyorum.”

Parmaklarımı pahalı olduğu görüntüsünden bile belli olan kumaşların üzerinde gezdirirken gözümden kaçmayan detay yine hepsinin uzun kollu olmasaydı. Uzun kollu olmayanlar içinse diğer tarafta onlara uyumlu renklerle ceketler sıralanmıştı. Kaçamak bakışlarım aynanın karşısında hazırlanmaya başlayan kadına döndü. Kollarını gizleme sebebi neydi? İzler mi vardı?

“Seçemedin mi?” diyerek bakışlarımızı birleştirdiğinde, ürkerek elbiselere döndüm. “Tavsiye istersen gümüş renkli bir takım var. Üzeri sutyen tarzı bir bustiyer, rahat edemem diyorsan ceketi de var.” Bahsettiği takım anında gözüme çarparken askıyı alarak dolabı kapattım. Banyoya girip elimdekileri yere bıraktım. Burçin’in zoruyla giydiğim saten sabahlığı çıkartıp iç çamaşırlarımla kaldığımda, bustiyerin sutyen şekilde olması nedeniyle sutyenimi de çıkarttım. Dolgun göğüslerimi saran payetli kumaş bedenime tam olmuştu. Ceketi evden çıkarken giyeceğimden onu es geçip, aynı renkte pantolonu bacaklarımdan geçirdim. Üst kısmı tenimi sıkıca sararken dizlerimin altından itibaren kumaş bollaşıyordu. Çıkarttığım sutyeni sabahlığın içine gizleyip ceketi de alarak odadan çıktığımda, Burçin saçlarına yaptığı maşanın neredeyse sonuna gelmişti.

“Geç kalmayacağına emin misin, kendim hazırlanırım demiştim.”

“Merak etme hayatım on dakikaya hazırım,” Bana döndü. Karşısındaki manzara hoşuna gitmiş gibi beğeniyle süzerken ıslık çaldı. “Partideki adamların aklını alacaksın!” Banyoda kendime bakmadığımdan hemen aynanın karşısına geçtim. Kıyafetim, saçım, makyajım… Her şey o kadar uyum içindeyken baktığım kişinin kendim olduğuna inanmakta güçlük çekiyordum. Ben böyle biri değildim. Değil üzerimdeki bu kıyafet, yüzüme sürdüğü herhangi bir kozmetik ürününü bile kolay kolay alamazdım. Şu an baktığım Asya, benim bildiğim, tanıdığım Asya’dan o kadar farklıydı ki gözlerimi aynadaki yansımamdan alıkoyamıyordum.

“Dövmen,” dedi Burçin dikkatimi üzerine çekerek. “Çok güzel duruyor.”

Hafifçe bedenimi döndürüp, neredeyse sırtımı kaplayan dövmeye baktım. “Kendim için yaptığım en keyifli şeydi,” dedim dürüstçe. “Bunun için dört ay boyunca yemeğimden bile kıstım. Sırf keyfim için bir şey yapamadan öldüm dememek için.”

“Peki neden dövme? O parayla, kendin için başka şeylerde yapabilirdin.”

Sol kolumu karnımın üzerinden dolayarak dövmenin dokunabildiğim noktasında parmaklarımı gezdirdim. “Benim kendim için yapabileceğim tek şey yaşamak, Burçin. Defalarca iş değiştirdim sırf karnımı doyurabilmek, başımı sokabilecek sıcak bir evim olsun diye,” dudaklarımda buruk bir tebessüm peyda oldu. “Gerçi evimin ısınma konusunda büyük bir problemi var ama olsun, en azından dış dünyadaki kötülüklerle iç içe kalmıyorum. Öyle ya da böyle, bu hayatta kendim için yapabileceğim şeyleri yaparak bu yaşa kadar geldim. Dövmeyi yaptırma amacım ise,” Ona doğru döndüm. “Ejderha bilgeliği, gücü, cesareti temsil eder ama en çokta bağımsızlığı. Çünkü ejderhalar genelde yalnızlıktan zevk alan yaratıklardır. Zeki olmasam bu yaşıma kadar gelemez ıssız, pis bir sokak köşesinde cesedim bulunurdu. Cesur olmasam açlıktan kasılan midemi doyuramaz, üşüyen bedenimi ısıtamazdım. Güçlü olmasam bu boktan dünya beni karanlığıyla boğardı ve en önemlisi; ben bağımsızım. Beni sadece ben yönetebilirim.” Siyah gözlerindeki titremeyi fark ettiğimde bana acıdığını bilmek canımı sıkmıştı. Dişlerimi sıkarak aynaya döndüm. “Dövme özellikle ejderha dövmesi yapmamdaki amaç buydu işte. Ben, bedenime kendi yaratığımı işledim.”

“Altına beyaz topuklu ayakkabı giyin bence,” diyerek aniden konuyu değiştiğinde rahat bir soluk aralık duran dudaklarımın arasından firar etti. Başımı sallayıp aynanın önünden çekildim. Ayakkabıların sergilendiği açık rafa doğru ilerlerken, “Burçin,” dedim. “O insanlar bizden şüphelenirse ne olur?”

Elindeki far fırçasını hareket ettirmeyi bırakıp, “Yıldıray kapıda olacak,” dedi güvence verir gibi. “Kontrol o ve Göz’deyken korkma. Eve girip çıkan herkesten haberdar olacağımızdan bir sıkıntı yaşamayacağız. Olası kaçma durumunda ise ne yapacağımızı hatırlıyor musun?”

İnce kemerli, beyaz ayakkabıyı elime aldım. “Teksen arkana bakmadan kaç, yanında biri varsa o ne diyorsa onu yap. Ya biriniz yakalanırsa? O zaman ne oluyor?”

“Biz gerimizde insan bırakmayız, Asya. Yakalandık mı daha önce, elbette yakalandık. Hiçbirimiz mükemmel değiliz ama gidip yakalananı da kurtardık.”

Parmaklarımın arasında döndürdüğüm ayakkabı incelmeye devam ettim. Giyindiğim kıyafete göre sıradan bir topuklu ayakkabıydı. Uzun topuğu ise gece boyunca canımı okuyacağını açıkça belli ediyordu. “Kurtaramadığınız kişiler oldu mu?”

Sessizlik.

Ben nasıl ki konuşmak istemediğim konularla karşı karşıya kaldığımda sessizliğin ardına saklanıyordum, şimdi bunu yapan Burçin’e de saygı duyarak sorularımı sormayı bir kenara bıraktım. Yatağın üzerine bıraktığım ceketi alıp, “Ben çıkayım da sen rahatça hazırlan,” dedim.

Odadan çıkıp koridora girdiğimde kimseyle karşılaşmadım. Ya hala hazırlanıyorlardı ya da aşağıdaydılar. Hızlı adımlarla merdivenleri inip, salona girdiğimde, yemek masasının ardında kalan duvara monte edilmiş aynanın önünde kendine bakan Şahan’ı gördüm. Elimdekileri sandalyeye bırakıp karşımdaki adamı inceledim. Parlak gri pantolonu bol kesimdi. Üzerine giyindiği patates filesini andıran tişörtün deliklerini simle boyamış, saçlarını ensesinde sıkıca toplamıştı. Aynadaki yansımasına baktım. Kaşlarını kırmızı simlerle tamamen kapattığını görünce gülmemek için dudaklarımı ağzımın içine yuvarladım. Bay psikopatın farklı bir tarzı vardı.

Beni fark ettiğinde sırıttı. Ellerini beline yaslayıp bana döndüğünde bakışları bedenimde gezdi. Bakışlarındaki beğeniyi fark etmemek mümkün değildi. “Tanrım,” dedi ellerini dua eder gibi havaya kaldırırken. “Evime bir melek düşürmüşsün. Sana şükürler olsun!”

Gülümsedim. “Teşekkür ederim.”

Gözlerimi kaşlarına sürdüğü simlerden alamazken etrafında bir tur döndü. “Nasılım sarışın?”

Kollarımı göğsümde kavuşturdum. “Üzerine unicorn kusmuş gibi.”

Dudaklarındaki sırıtış silinirken, “Abla sen nasıl bir modelsin gözünü seveyim? Ben sana ne güzel iltifat ediyorum senin bana dediğin şeye bak.” dedi sitemle. “Azcık nazik olmayı denesen olmaz mı?”

Omuz silktim. “Doğruları söylemek suç mu?” Sesini inceltip söylediğim şeyi taklit ederken dayanamadım, gülümsedim. “Tamam tamam takılıyorum sadece. Tuhaf ama güzel bir tarzın var. Yakışmış.” Kaybettiği gülümsemesi geri gelirken, hevesle aynaya döndü. “Eyvallah, bebek! Mükemmel göründüğümü biliyorum.”

“Sana mükemmelsin demedim.”

“Deme. Ben zaten mükemmel olduğumu biliyorum.”

“O zaman neden soruyorsun, Bay Psikopat?”

“Başkaları deyince egom okşanıyor.”

Bıkkın bir nefes bırakıp, “Sen iflah olmazsın,” dedikten sonra arkamı döndüm ki, çarpıştığım beden geriye doğru savrulmama neden oldu. Anında sandalyeden destek alırken, karşımdaki adama şaşkınlıkla baktım. Şahan simlerle ne kadar tuhaf görünüyorduysa, Yaman tam tersiydi. Bir adama sim yakışır mıydı? Yakışmıştı. Giyindiği mat siyah takım elbisesinin ceketinin yaka kısmı gümüş payetlerle süslenmişken, göz çevresine dik ve keskin şekilde siyah simle motif yapmıştı. Saçlarını geriye doğru taramış keskin yüz hatlarını ön plana çıkarmıştı.

Joker, sen Kara Yaman’ın yanında halt yemişsin!

Hayranlıkla bakmayı bırakmalıydım. Onun diline düşemezdim. Boğazımı temizleyip duruşumu dikleştirirken, yanından geçip salondan çıktım. Hızlanan soluklarım, bacaklarımın arasında hissettiğim zonklama, bedenimi ele geçiren titreme… Hepsine bir bir lanet savurdum! Mutfağa girip içimde yanan ateşi söndürmek için kendime buz gibi bir su hazırlarken, arkamda hareketlilik hissettim.

“Planın üzerinden bir kere daha geçmemiz gerekiyor mu?”

Dudaklarıma yasladığım bardağı sertçe tezgâha bırakıp, “Şimdi yangın var diye bağıracağım,” dedim sertçe. “Aptala anlatır gibi defalarca anlattın zaten Yaman. Bir kere daha anlatırsan uykularımda bile planı sayıklayacak duruma geleceğim.”

Kaşlarını çattı. “Nasıl bir riskin içine gireceğini bilmediğinden rahatlıkla konuşmak kolay tabii.”

Kollarımı göğsümde kavuştururken, kalçamı ada tezgâha yasladım. “Nasıl bir riskin içine gireceğimi biliyorum tıpkı ne yapmam gerektiğini bildiğim gibi.”

“Bana güven vermiyorsun.”

“Halbuki sizi o fabrikadan kolaylıkla çıkarttım, değil mi?”

Çenesi kasıldı. Boynundaki damarlar kabarırken, bakışları boş bir noktada sabitlendi. Onu bu denli sinirlendirecek bir şey söylediğimi düşünmüyordum. Ya başka bir şey vardı ya da ben iyice kuruntulu bir insana dönüşüyordum. Bir şey söylemeden hırslı adımlar atarak mutfaktan çıktığında, teorime bir başka seçenek daha ekledim. Ya da bu adam kesinlikle manyaktı.

Çıplak ayaklarımı yere sürüye sürüye mutfaktan çıkarken, merdivenlerin başında gördüğüm ikiliyle olduğum yerde durdum. Yıldıray, büyük cüssesine oturan siyah bir takım elbise giyerken yanındaki kadın tüm güzelliğini bir kere daha gözler önüne sermişti. Kırmızı payetli elbisesi dizlerinin bir karış üzerinde biterken kolları yine uzundu. Uzun ve dalgalı saçlarını salık bırakmış, bana yaptığı makyajın aksine daha sade göz makyajı yapmıştı fakat dudaklarında siyah, parlak bir ruj vardı. Elmacık kemiklerine yapıştırdığı irili ufaklı inci taneleri yüzünde parlarken, bir kadın olarak bile güzelliğine kapılmamak elde değildi.

Yıldıray hafifçe eğilip kulağına fısıldadığında aramızdaki mesafeye rağmen Burçin’in yanaklarının kızarmaya başladığını görebilmiştim. Eli silah tutan bu kadın, sevdiği adamın yanında utangaç küçük bir kıza dönüşüyordu ve bu çok tatlıydı. İkisinde bakışları bana döndüğünde merdivenleri bitirmiş aramızda birkaç adımlık mesafe bırakmışlardı. Yıldıray elini sevgilisinin beline koyarken bakışları benim üzerimdeydi. “Bu gece biz erkekler olarak çok dikkatli çalışmalıyız,” dedi keyifle. “Ama işe mi odaklanacağız yoksa sizin yanınıza yaklaşmaya çalışan ayyaşları mı uzak tutacağız işte orası muamma.”

Kabul ediyorum. Hoşuma gitmişti.

“Merak etme abi,” diyerek koridora çıkan Şahan ellerini pantolonun ceplerine sıkıştırmıştı. “Bizim bu kızların yanına yaklaşan adam saniyesinde geri gider. Burçin’in bakışlarından, sarışının çatallı dilinden korkarlar çünkü.”

“Hayret, az önce ellerini arşa kaldırmış evime melek düştü şükürler olsun Tanrım diye dua edende sendin.”

“O başka bu başka, asi kız. Güzelliğin karşısında dilim lal olabilir. Hatta aklıma ne geldi, eşleri değişelim mi?” Yaman’a döndü. “Sen Burçin’le, ben asi kızla. Olur mu?”

“Kardeşim,” dedi Yaman bıkkınlıkla. “Elimin tersindesin.”

🔗🔗🔗

Araba partinin yapılacağı evin önünde durduğunda bakışlarımı camdan dışarıya çevirdim. Bahçe insan kaynıyor, üzerlerine vuran lazer ışıklar ise baş döndürüyordu. Bahçe kapısının iki yanında duran güvenlik görevlileri ellerinde duran tabletlerle ilgileniyor, henüz yeni yeni gelen insanların içeriye sokmadan önce bir şeyler söylüyordu. Yıldıray’da o adamlardan biriydi.

Bizden çok önce çıkmış, yerini almıştı.

Burçin ve Şahan birazdan burada olurlardı.

Yani… Başlıyorduk.

Yol boyunca ağzını bıçak açmayan Yaman, “Asya?” dediğinde, bakışlarımı ona çevirdim. “Korkma sakın tamam mı? Yanımdan ayrılmamaya çalış. Ola ki birbirimizi kaybedersek diğerlerini bul ve onlara yakın bir yerde dur. Anlaştık mı?”

Başımı onaylarcasına sallayıp yutkundum. “Sen yine de beni kaybetmemeye çalış olur mu, Kara Yaman?” Bakışlarım gözlerinden dudaklarına kaydığında yakaladığım kıvrıma karşılık gülümsedim. “Ne?”

“Ne, ne?” diye sordu.

“Neden gülümsüyorsun?”

Dudaklarındaki kıvrımı yok edip ciddi bir tavır takınırken kaşlarını da çatmıştı. “Hayır, gülümsemiyorum.”

Gözlerimi devirdim. “Kör değilim, Kara Yaman.”

“Bunu hep yapıyorsun.”

“Neyi?”

“Sürekli gözlerini deviriyorsun.”

Dudaklarımı aşağıya doğru büzdüm. “Alışkanlık.”

Başını onaylarcasına salladı. “Alışkanlık.”

Sokağın başında beliren Burçin ve Şahan’ı gördüğümde, “Geldiler,” dedim.

“Hadi.”

Derin bir nefes alıp emniyet kemerini çıkarttım. İkimizde arabadan çıktığımızda benim tarafıma gelen Yaman elini belime yaslayıp adımlarımı takip ederken, beklemediğim bu hareketi karşısında sendeledim. “Yavaş.” Bozuntuya vermek istemeyerek, “Şu lanet topuklular. Hiç alışık değilim.” Diye geçiştirdim. Neyse ki o da üzerinde durmamıştı. Burçin ve Şahan’la yan yana geldiğimizde birbirimizi tanımıyormuş gibi davranmamız gerektiğinden bakışlarımızı buluşturmadık bile.

Önünde durduğumuz güvenlik, “Adınızı öğrenebilir miyim?” diye sordu.

“Julia Elif Rapheal ve Demir Josh Pattinson.”

Adam isimlerimizi listeden kontrol edip, tableti bize doğru uzattığında, “Parmak izinizi okutur musunuz?” dedi. Anında sırtımdan soğuk sular dökülürken panikle Yaman’a baktım. O benim aksime rahatlıkla karşısındaki adama bakarken, “Efendim?” dedi alayla. “Ne yapmamı istiyorsunuz?”

“Partiye girmeniz için parmağınızı okutmanız gerekiyor, efendim. Aksi takdirde sizi içeriye alamayacağım.”

Yaman yüzündeki alaycı ifadeyle Yıldıray’a döndü. “Sanırım kim olduğumuzu bilmiyor, lütfen arkadaşınıza bunun gerekli olmadığını ve adımızın elindeki lanet olası tablette üst düzey davetli listesinde olduğunu hatırlatır mısınız? Aksi takdirde ben ne kadar rezil bir iş yaptığınızı herkese keyifle duyuracağım.”

Pes.

Kesinlikle pesti!

Kim olduğunu ve ne amaçla burada olduğumuzu bilmesem yanımdaki bu adamın oyunculuğuna kesinlikle inanırdım. Düşürdüğüm omuzlarımı dikleştirip profesyonel yalancının yanında profesyonel davranmak için kendimi zorladım.

“Daha ne kadar bekleyeceğiz, birader?” diyerek olaya giren Şahan sabırsızdı. “Partiyi burada bitirmek istemiyorum. Hadi!”

Yıldıray elindeki tabletin ekranına dokunup, “Affedersiniz efendim arkadaş karıştırdı sanırım,” dedi mahcupça. “Lütfen geçin.” Adam şaşkınlıkla Yıldıray’a bakarken, “Ama?” diyerek itiraz etti. Yıldıray kaşlarını çattı. “Kardeşim, isimlerinin nerede olduğunu görebiliyorsun değil mi? O misafirlerden parmak izi almamıza gerek olmadığını Yasmin Hanım özellikle belirtti. Başımızı belaya mı sokmak istiyorsun?”

Eğer dediği şey doğruysa, bir sıfır öndeydik.

Adam başını sallayıp kapıyı açtı. “Kusura bakmayın efendim. İyi eğlenceler.”

Bahçeye girip ilerlerken kaçamak bakışlarımı arkaya çevirdim. Şahan ve Burçin peşimizden gelirken rahat bir nefes bıraktım. Dördümüzde rahatlıkla içeriye girebildiğimize göre asıl iş şimdi başlıyordu.

“Bir an gerçekten şımarık Amerika’lı genç olduğuna inanacaktım.”

“Bende bir an korkudan bayılacağını düşündüm.”

Fark etmesen şaşardım!

Eve yaklaştıkça artan müzik sesi bizi içine çekerken, Yaman’ın elini bir kere daha belimde hissettim. Sendeleme Asya, sakın sendeleme! Eve girdiğimizde dışarıdaki kalabalığın aslında hiçbir şey olduğunu gördüm. Ev büyüktü ama içeriye doluşan insan sayısı o kadar fazlaydı ki, yürümekte zorluk çekiyorduk. Yoğun parfüm kokusuna karışan alkol ve ter kokusu yüzümü buruşturmama neden olurken, “İğrenç!” diye mırıldandım. Yaman’ın bakışları etrafta dolanırken, aradığı şeyi bulmuş gibi “Orada,” dedi duyabileceğim bir ses tonuyla. “Planı unutma. Bize, özellikle bana çok yakın olmamalı. Olabildiğince uzak duracağız ondan.” Başımı sallayıp onaylarken bakışlarını takip edip kıza baktım.

Boya olduğunu bağıran sarı saçlarını başının tepesinde balerin topuzu yapmıştı. Üzerine giyindiği pembe payetli elbisesi, gelişi güzel fırça darbesiymiş gibi bedenine yaydığı simler beyaz teniyle ahenk içindeydi. Güzeldi. Fakat bir yandan da iticiydi. Yanındaki adama sürtünerek dans ederken, elindeki kadehi havalandırmıştı.

“Gidelim bir şeyler içelim ondan sonra işimizi halledelim.”

Beni yönlendirmesine izin vererek bir köşeye kurulmuş bar tezgahına doğru ilerledik. Bedenime dokunan başka bedenlerin varlığı midemi harekete geçirirken bundan rahatsız duyarak Yaman’a daha çok sokuldum. Yabancı insanlarla teması sevmezdim. Evet, Yaman’da bir yabancıydı ama evinde yaşadığım bir yabancıydı. Diğerlerine göre bir artısı vardı.

Tezgâhın gerisinde duran yarı çıplak barmenin bakışları bizi bulduğunda, bakışları bende daha çok oyalandı. Dudakları yukarıya doğru kıvrılırken, “Sana ne vermemi istersin, güzelim?” diye sordu laubali bir şekilde. Kaşlarımı çattım. Dirseklerimi tezgâha yaslarken, “Bana bir vokta,” dedikten sonra Yaman’ı işaret ettim. “Nişanlıma da viski.” Adamın dudaklarındaki kıvrım anında silinirken bakışları Yaman’a döndü. “Affedersin birader, birlikte geldiğinizi fark etmedim.”

“Gördüğün her kıza asılmaman gerektiğini anladığını düşünüyorum,” dedi Yaman, sert bir tonda. “Birader.”

Garson başını sallayıp siparişlerimizi hazırlamak için yönünü değiştirdiğinde, bedenimi dans eden insanlara çevirdim. Herkes kendi halinde eğlenirken, gözüm biraz ilerimizde öpüşen kişilere takılı kaldı. İki adamın ortasında duran kız bir o adamı öpüyordu bir diğerini. Birini öpmeyi bırakıp diğerine döndüğünde boşta kalan adam dudaklarının ilgisini kadının boynuna veriyordu. Tamam sevişmeye karşı değildim ama grup… İticiydi!

Bakışlarımı kaçırıp bir başka kıza çevirdiğimde, yanındakinin kulağına bir şeyler fısıldıyor bakışlarını Yaman’ın üzerinde dolandırıyordu. İstemsizce yanımdaki adama baktığımda onun telefonuyla ilgileniyor olduğunu görmek hoşuma gitmişti. Tekrar kızlara baktım. Kızıl saçlarını savurup derin bir nefes aldıktan sonra hareketlendi. Kıvıra kıvıra bize doğru gelirken, elindeki içkisinden yudumluyordu. Tam yanımızdan geçeceği sırada sanki ayağı takılmış gibi yaparak, Yaman’a doğru sendeledi. Hadi ama, gerçekten mi? Bu kadar basit bir numara yapamazdı.

Gözlerimi devirip hareketlerini takip ederken, üzerine düşen kadına ters bakışlarını atan Yaman, “Dikkatli ol,” dedi huysuz huysuz. “Eğer içki yaramıyorsa içmemeni tavsiye ederim.” Kadın ilk başta bozulsa da bu duruma çok takılmadan gülümsemesini büyüttü. Elindeki kadehi tezgâha bırakmak için yeltendiğinde göğsünü bilerek Yaman’ın koluna sürttü.

Kusabilir miydim?

Garsonun bizim için bıraktığı kadehi elime alıp yakıcı sıvıyı boğazımdan aşağıya gönderdim.

“Kusura bakma,” dedi kızıl. “Bir an dengemi kaybettim.”

Yaman telefonuna geri döndü. “Önemli değil.”

Kadın arsızca elini Yaman’ın koluna koyduğunda, “Daha sessiz bir yere geçip tanışsak mı acaba?” dediğinde kaşlarım şaşkınlıkla havalandı. Bu kadar çabuk mu? Gerçekten. Hadi ama! Yaman gözlerini kapatıp rahatlamak istercesine derin bir nefes aldı. “Elif,” dedi. İlk başta kime seslendiğini anlamamış olsam da bu uzun sürmedi. Omuzlarımı dikleştirip, “Efendim hayatım?” dedim gülerek. Hitabım en az kadın kadar onu da şaşırtırken kapalı tuttuğu göz kapaklarını araladı. “Halleder misin, hayatım?”

Elimdeki kadehi tezgâha bıraktım. “Seve seve.”

Kızıl saçlı kadına döndüm. “Şimdi tatlım odağını bana ver. Önce nişanlıma bakarak akıttığın o salyaları bir sil. Ardından nişanlıma olan o bakışlarını çek. Sonrada nasıl kıvıra kıvıra yanımıza geldiysen aynı öyle kıvıra kıvıra git.”

Kadın kaşlarını çatıp, kollarını göğsünde kavuştururken, “Neden en başından tepkini vermiyorsun?” dedi meydan okur gibi. “Demek ona baktığımı ve onun için geldiğimi fark etmişsin, neden ilk anda yolumu kesmiyorsun. Yoksa paylaşımcı bir kadın mısın?”

Dilimi damağıma vurdum. “Yok. Paylaşmaktan nefret ederim, sadece,” dedim onun gibi alayla. “Kendini ne kadar küçük düşürebileceğini merak ettim ve sen, beklentimin çok üstüne çıktın. Sana benden bir tavsiye güzelim, bir adam için bu hallere girme. Bırak onlar senin peşinden koşsun.” Bakışlarıyla bedenimi süzdü. Bir şey daha söylemeden hırsla yanımızdan ayrıldığında kadehi tekrar elime aldım. “Ah şu parası olan kadınlar,” dedim sitemle. “Hayatı yaşamayı kesinlikle bilmiyorlar.” Telefonunu cebine atıp dirseğini tezgâha yaslayan Yaman, “Senin para olsa nasıl bir kadın olurdun?” diye sordu. Dudaklarında kıvrım, gözlerinde ise anlam veremediğim bir keyif vardı.

Omuz silktim. “Buradaki hiçbir kadın gibi olmayacağıma eminim.” Bakışlarım bir kere daha iki adamla öpüşen kadına döndü. Kadehi kavrayan elimin işaret parmağıyla onları işaret ettim. “Hele ki onun gibi, asla.”

Yaman işaret ettiğim yere baktığında, “İnsanların ilişki tercihlerini yargılamamak lazım,” dedi alayla. “Demek ki grup seviyorlar. Mesela bende sert severim.” Bir anda dile getirdiği itirafını beklemezken, yuttuğum içki boğazıma takıldı. Öksürmeye başladığımda yanımdaki adamın muzip bakışlarını görmemek mümkün değildi. “Helal helal,” dedi alayla.

“Bana ne be senin ne sevdiğinden!” dedim sinirle.

“Bilmem belki lazım olur.”

Gözlerimi kıstım. “Avucunu yalarsın, Kara Yaman.”

Gözlerini kıstı. “Sadece avucunu mu?”

“Sen ne arsız adamsın ya!”

Sırıttı. “Huyum kurumasın.”

Kadehi hırsla tezgâha bıraktım. Yanından geçip gitmeden önce, “Kuduruk şey!” demeyi ihmal etmedim. Kalabalığın içinde ilerlerken nereye gideceğimi bilmiyordum. Ondan en uzak köşeye gitmek istiyordum ama ondan uzaklaşmamam gerektiğini de biliyordum. Şahan ve Burçin görüş alanıma girdiğinde müziğin ritmine ayak uydurarak dans ettiklerini gördüm. Birbirlerine yakınlardı ama dikkatli bakmadığınız sürece temas etmediklerini göremezdiniz. Saygı duyulası davranıştı.

“Artık başlayalım ve şu cehennemden çıkalım.”

Kulağımın dibinde duyulan sesi ürkmemi sağlarken, “Bence de,” dedim huysuz bir sesle. “Gerçi benim için o cehennem hiç bitmeyecek çünkü seninle aynı eve gideceğim.”

“Ah hadi ama Asya,” dedi içimi titreten bir tonda. “Yaşadığın hayatı hesaba katarsak şu an cenneti yaşadığını kabul etmelisin.”

Bedenimi ona doğru döndürüp, “Cennetlik bir şey söyle, kabul edeyim?” dedim.

Ellerini pantolonunun ceplerine soktu. “Bir güvendesin, iki para sıkıntın yok, üç istediğin her şeyi ayağına getirebilirim, dört bizim gibi mükemmel insanların içindesin ve beşinci olarak…” Durdu. “Beşinciyi bulamadım, bulduğumda söylerim.”

“Bir güvende falan değilim hem de böyle bir şeyin içindeyken hiç güvende değilim, iki para sıkıntım var çünkü beş kuruş param yok, üç senden hiçbir şey istemiyorum ve dört; kimse mükemmel değildir.”

Aramızdaki mesafeyi minimuma indirdi. Söylediğim her kelimede bakışlarında bir değişiklik oldu. En karanlık geceyi anımsatan kara harelerinde bir parlama geçti ama bu çok kısa sürdü. Tam gözlerimin içine bakarak, “Benden bir şeyler isteyebilirsin.” dedi.

Ona yaklaşacak bir adımı daha ben atarak, “Söylesene,” dedim. “Benden bu kadar hoşlanmazken, yine bana çekilmen tuhaf değil mi?”

Başını onaylarcasına salladı. “Tuhaf,” dedi daha kısık bir tonda. “Senden hoşlanmıyorum ama seni arzulamayacağım anlamına gelmiyor.” Bakışları dudaklarıma ardından göğüs oluğuma indi. “Güzelsin.”

Yutkundum.

Bakışlarının değdiği noktalar karıncalanmaya başlarken, kasığımdaki hareketlilik tekrar baş gösterdi. Kabul ediyordum. Beni arzuladığı kadar onu arzuluyordum. Bu yadsınamaz bir gerçekti fakat bunu bilmesine gerek yoktu. Bakışları tekrar gözlerime çıktığında büyüyen gözbebeklerinden kendimi görebiliyordum.

“Hem hoşlanmıyorsun hem de güzel buluyorsun. Bu nasıl bir çelişki, Kara Yaman?”

“Seni güzel bulduğum ve seni arzuladığım için senden hoşlanmıyorum, küçük kız. Ayrıca başımı da belaya soktuğunu unutmamak gerek.”

Kaşlarım havalandı. “Bu dengesizlik.”

Başını iki yana salladı. “Bu, karşı koyma.”

Yanımızdan geçen Şahan ve Burçin’i fark ettiğimde, Burçin’le göz göze geldik. Dudaklarını oynatıp başlıyoruz dediğinde başımı belli belirsiz salladım. Yaman parmaklarını bileğime sarıp, beni çekiştirmeye başladığında adımlarına ayak uydurdum. Partinin olduğu alandan çıkıp koridora girdiğimizde burada kalabalık sayısı daha azdı. Duvara yaslanmış sohbet edenler, nerede olduklarını umursamadan öpüşen insanlara bakmamaya çalışıp Yaman’ı takip ettim. Koridorda bulunan tüm kapıları açıyor, içeriyi kontrol ediyor ardından tekrar kapatıyordu.

Merdivenlere yöneldiğimizde, “Burçin ve Şahan salonu çoktan halletmiştir. Mutfağa geçtiler. Bizde kızın odasını varsa çalışma odasını bulacağız.” Deyince başımı sallayarak onayladım. Üst kata çıktığımızda kapılardan birini açan ben oldum. Yatağın üzerinde yarınlar yokmuşçasına sevişen çifti gördüğümde adamın çıplak kalçası gözlerimi kocaman açmama neden oldu. Kadının zevkle attığı çığlık kulaklarımı kapatma isteğimi arttırırken kapıyı hızla kapatıp elimi göğsüme yasladım. “Gözlerimi çıkartacağım, gözlerimi çıkartacağım!”

Yaman’ın bakışları bana döndü. “Ne oldu?”

“Elite dizisi buranın yanında hiç kalır! Her kapının ardından biri yiyişiyor.”

Kapıların ardını kontrol etmeyi Yaman’a bırakıp olduğum yerde beklerken, açtığı kapıyı kapattı. “Yardım etsen fena olmaz.”

Omuz silktim. “Bir adamın daha çıplak kalçasını falan göremem, sağ ol.”

Kaşlarını çattı. “Adamın götüne mü baktın, Asya!”

Kaşlarımı çattım. “Apır sapır konuşma! Kapıyı açtığım gibi gördüğüm şey oydu, durup izlemedim hoş.”

Bakışlarım merdivene kaydığında, yukarıya çıkan siyahlar içindeki korumayı görmek tüm huysuzluğumu alıp götürürken, “Hey,” dedim. Hareketlerini durdurup, nereye baktığımı anladığında aramızdaki mesafeyi takip edemediğim bir hızda kapatıp bedenimi duvarla bedeni arasında sıkıştırdı.

“Amacın ne? Şu an çok yakınsın,” Elimi göğsüne yaslayıp itmek isterken teninden gelen sıcaklığı duymak hareketlerimi duraksattı. “Geri çekil.”

Sıcak nefesi tenimi yalayıp geçerken, görüş alanımdaki dudaklarının kıvrılmasını izledim. “Şöyle bir anda yaptığım şeyden çokta memnun olduğum söylenemez ama mecburum, asi kız. Sende rahat dursan iyi edersin.”

“Bunu yapmak zorunda mıyız?”

Çok yakındı. Çok yakındı. Lanet olsun çok yakındı!

Belimde duran ellerinden birini geri çekip yaslandığım duvara dayadı. Kasıklarının baskını hissederken rahat durabilmemin imkânı yoktu ki! “Beynimize bir kurşun yemek istemiyorsak evet, zorundayız.”

Sertçe yutkundum. Kalbimin atışı vücudumun her bir noktasına hissediliyordu. Bacaklarım titrerken acınası bir durumdaydım. “Yakalanmamak için öpüşüyor numarası yapmak,” dedim ses tonumun titrek çıkmasına lanet ederek. “Daha orijinal fikirlerinin olacağını düşünmüştüm.”

Alay dolu bir kıkırdama dudaklarının arasından sızıp tenime çarptığında neredeyse nefes almayı unutacaktım. “Adamın bizi durdurmadığına ya da beynimizi parkenin üzerine akıtmadığını düşünürsek, işe yarayan bir taktik.” Diliyle dudaklarını yaladı. “Yoksa sen gerçekten mi öpüşmek isterdin?”

Evet.

Düşüncemin aksine, “Aklından bile geçirme,” dedim.

Histerik sırıtışıyla yüzünü daha çok yaklaştırdığında dudaklarını yanağımda hissettim. Gözlerim anında kapanırken tırnaklarımı avuç içlerime sapladım. Kasıklarımdaki hareketlilik büyüdü. Dudaklarımı birbirine bastırıp kendimi frenlemeye çalışırken, “Seni şu an öpsem ne yaparsın, asi kız?” diye sordu.

“İsteğim dışında bana dokunmayacağını söyledin.”

“Doğru,” diye mırıldandı. “İstemezsen dokunmam ama şu an tam tersini düşünmeme sebep oluyorsun. İkinci kez.”

Lanet olsun!

Hızla önümden çekilip, kaldığı işe geri döndüğünde yaşadığım boşluk rahatsız edici derecede sinir bozucuydu. Nefes alışverişlerimi düzene sokmaya çalışırken, Yaman açtığı bir kapıdan içeriye girdi. Aradığı şeyi bulduğunu düşünerek peşinden girdiğimde çalışma odasını bulduğunu gördüm. Genç bir kızın olamayacak kadar ağır mobilyalar vardı. Aslan bacaklı koltuklar büyük masanın önüne konulmuştu. Bir duvar boydan boya kütüphane olarak kullanılırken, diğer duvar anlamsız gözüken ama milyonlar değerinde olduğunu düşündüğüm tablolarla doluydu.

Yaman etrafında dönerek cihazı nereye yerleştireceğini düşünürken, bakışlarımı odanın içinde gezdirmeye devam ettim. “Nereye yerleştireceksin?”

“Kontrol ettirse de göremeyecekleri bir yere.”

Bakışları kalın fon perdelerde takılı kaldı. “Kapıyı kontrol et, ben cihazı perdeye takacağım.”

Başımı onaylarcasına sallayıp kapıya yaklaşacağım sırada kapı aralandı. Adımlarım anında durduğunda aralanan kapının ardından bir kadın sesi duyuldu. “Size bu kapıyı kilitleyin dememiş miydim!” Bir süre sessiz kaldı. “Birini çağırın buraya!”

Düşün. Düşün. Düşün!

Köşede kalan dresuarın üzerine bırakılmış sürahi dikkatimi çekti. Hızlı adımlarla yanına gidip suyun içine elimi daldırdım. Arkamda kalan Yaman’a hitaben, “Saklan,” dedikten sonra yüzümdeki şaheseri bozmayı umursamadan ıslanan elimi gözlerime yasladım. Makyajın akacağını düşünüp bastırırken, kapıya yanaştım ve aralık duran kapıyı hafifçe açıp kendimi odanın dışına attım. Peşinde olduğumuz kızın bakışları şüpheyle yüzümde gezerken, “Ne işin vardı senin orada?” dedi.

Burnumu çekip, “Özür dilerim,” dedim titrek bir sesle. “Girilmenin yasak olduğunu bilmiyordum.” Avuç içimi yanağıma sürtüp iç çektim. “Sakin bir yer aramıştım sadece.”

Bakışlarındaki şüphe yavaş yavaş dağılırken, “Neden ağladın?” diye sordu merakla.

Bingo!

“Şey,” dedim bakışlarımı ellerime indirip. “Az önce diğer odalardan birinde sevgilimi başka bir kadınla sevişirken yakaladım.”

“Ah tatlım,” dedi Yasmin. “Bu gerçekten çok korkunç.” Elinde tuttuğu kadehi bana doğru uzattı. “Al iç. Gevşetir.” Tereddütle uzattığı bardağa baksam da dikkat çekmemek için bardağı aldım. Tekrar bir iç çekip, “Teşekkür ederim,” dedim. İçkiyi tek nefeste bitirip sahte bir şekilde yüzümü buruşturdum.

Koluma girerek kendisiyle birlikte yürümemi sağlarken, “O şerefsizi partiden attırmamı ister misin, şekerim?” diye sordu, samimiyetle.

“Çoktan gitmiştir,” dedim. “Onları öyle üst üste basınca elimdeki içkiyi üzerine fırlattım. Birde tokat attım.”

Şuh bir kahkaha attı. “Az bile yapmışsın. Ben olsam onu çükünden tavana asardım!”

Merdivenlere vardığımızda arkamı dönmek istedim ama bunu yapamazdım. Onun yerine ağlama krizinden yeni çıkmış gibi iç çekmelerime, dudaklarımı titretmeye devam ediyordum. “Değmez kızım, değmez. Hiçbir adam için ağlamaya değmez,” dedi şikâyet eder gibi. “Sadece geçen yıllarımıza ve yaptığımız mükemmel makyajlara yazık olur. Çok güzel bir kadınsın. Aşağıda onlarca çıtır var. Git ve birini ağına tak. Sevgilinde ne kaçırdığını görsün.”

Şımarıklığı ses tonuna bile yansırken gözlerimi devirmemek için kendimi zor tutuyordum.

“Sanırım gidip kafayı bulana kadar içsem iyi olur. Daha fazla gürültü kaldırabileceğimi sanmıyorum.” Merdivenleri inip yüzüne baktım. “Girmemem gereken bir yere girdiğim için tekrar özür dilerim ve ilgin içinde teşekkür ederim.”

Gülümsedi. Kalçama bir şaplak atıp, “Hiç önemi yok hayatım,” dedi bazı harfleri yutarak. İşaret parmağını havalandırdı. “Ayrıca unutma, hiçbir erkek için ağlanmaz. Bir erkek gider başka erkek gelir. Önemli olan senin aldığın zevktir.” Tekrar şuh kahkahasıyla kulaklarımı doldurduğunda, zoraki bir tebessüm oluşturdum dudaklarımda. “Dediğini dikkate alacağım. İyi eğlenceler sana.”

Bir şey daha demesini beklemeden yanından ayrıldığımda hızlı adımlarla evden çıktım. Gözlerim diğerlerini ararken hiçbirini görememek içimdeki paniği arttırıyordu. Ne Yıldıray ne Burçin ne de Şahan. Hiçbiri piyasada yoktu. Hele de Yaman. Çıkabilmiş miydi odadan?

Bahçeden çıkıp sokağı kontrol ettim. Burçin ve Şahan’ın geldiği arabayı gördüğümde hızla o tarafa yöneldim. İçini göremiyordum. “Lütfen çıkmış olun, lütfen çıkmış olun, lütfen çıkmış olun.” Ayağımdaki yüksek topuklu ayakkabılarla sayesinde Arnavut taşlı kaldırımda yalpalaya yalpalaya ilerledim. Arabaya yaklaştığım anda ağzıma kapanan eller çığlığımı son anda bastırdı. Ellerimi savurup arkamdaki bedene vurmak için çabalarken, “Şhtt,” dedi kulağımın dibinde. “Şht, benim!” Tanıdık ses rahatlamamı sağlayacağı yerde daha çok öfkelenmeme sebep oldu. Ağzımdaki ellerini çektiğinde hırsla arkamı döndüm. “Geri zekalı, ne yapıyorsun sen!”

“Azarlamayı sonraya bırak, gidiyoruz.”

“Ya diğerleri?”

Elini bileğime sardı. “Birazdan çıkarlar.”

“Peki sen cihazı yerleştirebildin mi?”

“Şüphe duyman beni kırar.”

-BÖLÜM SONU-

Oy verdiğinizden emin olup bir tanecik dahi olsa yorum bırakır mısınız?

Yeni bölümde görüşünceye dek kendinize çoooook iyi bakın...

Instagram: gulsumm.bilgin

 

Loading...
0%