@gulumse_gulumse
|
Acı nedir diye sorsalar bana, öyle çok anlatacak cümlelerim var ki...O cümleler yüreğime öyle bir oturmuştu ki çıkmıyordu. Yüreğimde iki acı vardı. Biri sevdiğim adam, biri evladım. Acı ne diye sorsalar bana toprağın altında yatan kocam derdim. Küle dönen vücudu derdim. Ondan geriye kalan bir kül. Ben bu acılarla baş ederken şimdi başka acılar yükleniyordu omuzlarıma. Bu hüzün olmaması gerekiyorken, sevinç çığlıkları atmam gerekirken gözyaşlarımın çığlıkları yankılanıyordu mezar başında. Gördüğüm son görüntüden sonra aklım başımdan gitmişti. Sadece buraya gelmek istemiştim. Yıllardır ağladığım mezar başına. Asaf Yener'in mezarına. Ama bu mezar altında yatan kocam değilmiş. Ben yıllardır hep başkası için ağlamışım. Bütün olanları sorgularken her şey birbirine girmişti. O gördüğüm kişi Asaf'tı ölmemişti. Yaşanıyordu fakat ondan geriye hiç bir şey kalmamıştı.Elimle toprağı avuçlarken gözümdeki yaşı sildim. "Beni nasıl unutabildin? Bizi nasıl unuttun? Hani benden başka kimse kalbine giremezdi?O kadın Asaf, o sana nasıl birtanem diyebildi? Nasıl dokunabildi? Ben yıllarca burada senin yasını tutarken sen nasıl unutabildin beni?" İsyanım kimeydi bilmiyorum ama birine hesap sormak zorundaydım. O gördüklerim, duyduklarım. Ben kendimi geçmiştim, fasulyemin babası. Ona başka biri baba diyordu. O melek olmuşken o bir kez bile baba dememişken başkası sesleniyordu. En çok bu acı koymuştu. Karanlık tamamen çökmüş neredeyse sabah olmak üzereydi ve ben onun mezarına gelmiştim. Taksici beni buraya kadar getirmiş ve yanımdan hiç ayrılmamıştı. Arkamda uzak bir yerde bekliyordu. Belki korkmam gerekirdi ama korkacak duygularımı bile yitirmiştim. Tek hissettiğim o iyi insandı. Oturduğum yerden yavaşça kalkarak mezara son kez baktım. Burada yatan başka biri vardı ve o kimdi? Neler dönüyordu öğrenmem gerekiyordu ama bunları öğrenecek gücü kendimde bulamıyordum. Yabancı mezara arkamı dönerek yavaşça yürümeye başladım. Yıllardır geldiğim bu mezar gerçekten mezar olmuştu. Ruhumu alıp buraya gömmüşlerdi. Ruhum bebeğimin mezarının yanında sessizce bedenimi bekliyordu. Taksiye bindiğimde başımı koltuğa yaslayarak gözlerimi kapadım. "Abla aldığım yere mi bırakayım seni?" "Evet!" Sessizce ilerledik. Konuşacak gücüm yoktu. Belki birine anlatsam geçecekti. Yabancı birine. Gözlerimi yavaşça açarak dikiz aynasından şoföre baktım. "Yıllardır öldü sandığın biri karşına çıksa ne hissederdin? Şöfor benim sesimi işitince aynadan bana baktı. Gözleri tıpkı benim gibi maviydi. Deniz mavisi. "Anlamadım abla?" "Diyorum ki öldü sandığın biri yıllar sonra karşına çıksa ne yapardın?" "Yani yaşadığını öğrendiğimde diyorsun. Valla çok sevinirdim, öyle mutlu olurdum ki. Sonuçta ölmemiş yaşıyordu. İnsan daha ne ister değil mi?" Haklıydı, öldü sandığım kocam yaşıyordu. Benimde mutlu olmam lazımdı. "Peki hafızasını kaybetse, seni unutsa?" Şöforden bir süre ses çıkmadı. Gözleri bana değdi, geri çekti. Eliyle çenesini kaşıdı. "İşte o zaman kötü olur be abla. Düşünsene sevdiğin yaşıyor ama seni hatırlamıyor. Bir kere daha ölür insan." Ne doğru cümleydi bir kere daha ölür. Duyduğum sözle bir daha konuşmadım. "Bu arada abla benim adım Can, sana abla diyorum ama kızmıyorsun değil mi?" "Benim adımda Elif. " Tek bir cümle. Sadece Elif. Elif'in hayatı karman çorman olmuştu. O karışıklığı nasıl çözecekti kendide bilmiyordu. Nihayet araba pastenenin önünde durunca derin nefes aldım. Yolculuk bitmişti. Can'a baktığımda oda başını çevirmiş bana bakıyordu. "Az bekler misin ücretini hemen getiriyorum. Üstümde cüzdanım yok." Tam kapıyı açıp dışarı çıkacakken Can'ın konuşmasıyla durup ona baktım. "Bu defalık benden olsun abla. Ben hep buralardayım. Bir daha sefer bindiğinde ödersin." "Hiç öyle şey olur mu? Bekle hemen getiriyorum." "Gerek yok dedim ablacığım." Can'a baktığımda hiç ikna olacak gibi gözükmüyordu. Sonunda pes ederek başımı salladım. "Her şey için teşekkür ederim. Bana bugün çok büyük bir iyilik yaptım yanımda durarak. Gerçekten çok teşekkür ederim Can." Can gözlerime bakarak tebessüm etti. Elini kalbine götürerek "Eyvallah!" Demez mi? Onun o hali yüzümde küçükte olsa tebessüm oluşturmuştu. "Peki o zaman hoşçakal Can!" Kapıyı açıp dışarı adım attığım an Can bir kez daha durdu beni. "Elif abla eğer o unutan kişi gerçekten birini sevdiğiyse hatırlar. Kalbi ona hatırlatır. Aklı hatırlatmasa da kalbi illa hatırlatır." Asaf kalbiyle beni hatırlar mıydı artık meçhuldu. O yüzden Can'a cevap vermeden arabadan indim. Bu gece pastane yerine evime geçtim. Çünkü bekleyecek kimse kalmamıştı artık. Eve gidip kendimi yatağıma attım. Üstümü değiştirmeden öylece elbiseyle uykuya daldım. Hayattan uzaklaşmak için uyumayı tercih etmiştim. Bu uyku üç gün sürdü. Evden hiç çıkmamıştı , pastaneyede gitmemiştim. Eda'ya ise acil şehir dışına çıkmam gerekti diye mesaj atmıştım.Zaten başkada beni merak edecek kimse yoktu. Ailem akrabağam kimsem yoktu. Ben yapayalnız kimsesiz kadındım. Benim bir tek sevdiğim vardı o da artık yabancı olmuştu. O üç boyunca yemek yemeden sadece uyudum. Yataktan kalktığım tek an tuvalete gitmek oldu. O üç günün sonunda artık kendime gelmem gerektiğini anlamıştım. En azından aşkımız için ayağa kalkmam gerekiyordu. Her şeyi uyuyarak yola koyamazdım. Kocam yaşıyordu ve hafızası kayıptı ve başka biriyle evliydi. O kadın kimdi? Neler döndüğünü öğrenmem gerekiyordu. Hemen banyoya girip bir duş aldım. Üstüme bir siyah renkte elbise geçirerek parfümümü sıktım. Asaf belki kokumdan tanırdı. Saçlarımıda tepeden topuz yaptım. Yüzümde sıfır makyajla evden çıktım. Yolum o evdi, yolum kocamaydı. Bir saatte yakın yol gittikten sonra nihayet ormanlık alana girmiş eve yaklaşmıştım. Dikkat çekmemek için arabayı uzağa park etmiştim. Ağacın altında saklanarak onun çıkmasını bekliyordum. Demir kapıdan üç tane araba çıkarken onun arabası bir türlü çıkmıyordu. Çoktan gitmiş olduğunu düşünürken demir kapı yeniden açıldı ve onun arabası gözüktü. Direk şoför koltuğuna baktım ve Asaf'ı gördüm. İçim biraz olsun rahatlamıştı. Hiç vakit kaybetmeden kendimi arabanın önüne attım. Asaf'la göz göze gelirken şoka uğramıştı. Kaşlarını çatarak bana bakarken arabasını hala sürüyordu. Son anda ani fren yapmasıyla arabıyı durdurup öfkeyle dışarıya çıktı. Gözlerindeki ateşi ne zaman görsem tanırdım. O öfkesiyle üzerime gelirken ben sakince bekliyordum. Geldi geldi, kolumdan tutarak beni kendine doğru çekti. "Sen delirdin mi? Ne yaptığının farkında mısın?" Bağırmasına karşılık bir tepki vermedim. "Ne işin var burada?" Kolumu biraz daha sıkarak cevap vermemi beklerken nefesini yüzümde hissettim. O anda biraz daha sokuldum ona. Engel olamıyordum kendime. İçimde öyle bir özlem vardı ki. O ne yaptığımın farkında bile değildi. "Asaf" Verdiğim cevabı beklemezken susup kaldı. Gözlerini kapatıp nefes aldı verdi ve tekrar açtı. "Evimi nerden öğrendin?" "Asaf konuşmamız gereken konular var ." "Sen delisin gerçekten delisin. Bana Asaf deyip durma. Ben Emir'im anlıyor musun?" Sabrını sınıyordum farkındaydım. Ama gerçekler ortaya çıkmak zorundaydı. O yüzdem sen Asaf'sın diyemedim. Kendime engel oldum. Çünkü yine kaçardı. Susarak yüzünü incelemeye başladım. Geçen beş yılda biraz daha olgunlaşmıştı. Saçlarında tek tük beyaz gözüküyordu. Halbuki daha yaşı otuzbeşti. Neler yaşamıştı? Neden Emir olmuştu? "Bana böyle bakmayı kes." İkazı bile hasretime engel olamadı. "Sana böyle bakmayı kes dedim." Tam bir şey söyleyecekken arkadan birinin sesi duyuldu. "Emir Bey bir sorun mu var?" Asaf aramızdaki büyüden kurtularak ellerini kollarımdan çekti ve benden uzaklaştı. "Bir şey yok Enes. Hanım efendi yolunu kaybetmiş onu soruyordu. Hadi sen geç eve." Adam Asaf'a başını sallarak arkasını dönüp gitti. Asaf'da tekrar kolumdan tutup çekiştirerek arabasının yanına getirdi. Konuşmama fırsat vermeden kapıyı açıp sertçe içeriye soktu. Kendide vakit kaybetmeden şöfor koltuğuna geçip arabayı çalıştırdı. "Konuşalım bakalım derdin ne? Neden bana Asaf deyip duruyorsun? Neden sürekli peşimdesin öğreneceğim." Sonunda benimle konuşmaya karar vermişti. Bu çok iyiydi. Sevinçle ona tamamen döndüm. "Her şeyi duymak için bizim evimize gitmemiz lazım. Yani benim evime." Bizim dediğim an başını çevirip öyle bir baktı ki. Yabancı bakışları bana ulaşıp deldi geçti. "Eve felan gitmeyeceğiz. Sessiz bir yerde oturup konuşacağız derdin ne?" Telaşa kapılarak hemen söze atladım. "Eve gitmemiz gerekiyor ne olur. Sana neden Asaf dediğimi merak etmiyormusun? İşte bütün cevaplar orada." Konuşmamı bitirdiğim an arabayı aniden durdurup bana tamamen döndü. Döndüğü anda yüzlerimiz çok yakınlaşmıştı. Bu yakınlaşmayı beklemediği için oda afallamıştı. "Sen iyice saçmalaya başladın. Ev olmaz diyorum anlamıyorsun. " "Ne olur. Eve gitmemiz gerek her şeyi orada anlatacağım " Ona yalvarırken yanağımda bir ıslaklık hissettim. Ağlıyordum. Artık farkında olmadan bile ağlamaya başlamıştım. Çünkü gelmesi lazımdı. İkna etmem gerekiyordu. Tekrar kaybedemezdim. Gözleri yanağımda ki yaşa takılınca zorla yutkundu. Hissediyordum ben acı çektikçe oda çekiyordu. Tıpkı eski Asaf gibi. "Peki öyle olsun. Ama sadece yarım saat. Fazlası değil. Sonra defolup gideceğim." Mutlulukla başımı sallayarak kabul ettim. Bakışlarını yüzümde gezdirdikten sonra önüne dönerek arabayı tekrar çalıştırdı ve yola devam etti. İçimdeki kelimeleri ise eve kadar tutamayacaktım. Aklımda o kadar soru varken nasıl susardı bir insan? O yüzden aklıma gelen ilk soruyu sordum. "Beni hiç anımsamadın mı? Hiç yüzüm tanıdık gelmedi mi?" Uzun süre sessiz kaldı. Hayır cevabı da vermemişti. Bu iyi haber sayılır mıydı bilmiyordum? Ben kendi içimde cevaplar ararken boğazını temizleyerek yandan bir bakış atıp tekrar yola baktı. "Seni gördüğüm andan itibaren içimde tuhaf bir his oluştu. Sanki tanıdıksın ama bir o kadar aklımda yabancısın. O yüzden belki seni görmeye geldim. Aklım getirmesede kalbim bir şekilde senin yanında yer aldı. Anlamıyorum neden böyle oldu? Ama eminim ki ortada çok büyük bir yanlış anlaşılma var. Sende bunu anlayacaksın. Ben Asaf değil Emir olduğumu anlayacaksın." Bu itiraftan sonra Can'ın söylediği söz aklıma geldi. Eğer o unutan kişi gerçekten birini sevdiğiyse hatırlar. Kalbi ona hatırlatır. Aklı hatırlatmasa da kalbi illa hatırlatır. Asaf beni hatırlamasada kalbi hatırlıyordu. Sevgisi beni unutmasına izin vermemişti. Bende izin vermeyecektim. Sonunda evimize ulaşmıştık. Arabayı tam kapının önünde durdurup bana hiç bakmadan indi. Bende peşinden hemen indim. Durup bir süre evi incelemeye başladı. Aklından neler geçiyordu bilmiyordum ama umut etmek istedim. "Hadi gel içeriye girelim." Başını sallayarak peşimden geldi. Bahçeden giriş yaparak yavaş adımlarla yürüdüm. Yavaş yürüdüm ki belki bir şey hatırlamasına yardımcı olurdu. Kapıya ulaştığımızda çantamdan anahtarlığı çıkartıp önce ona gösterdim. "Bak bunu Asaf ikimiz için yaptırmıştı. İkimizin baş harfi ve uğur böceği. Bu ev bize uğurlu gelsin diye." Elimdeki anahtarlığa ters bakış atarak sessiz kalmayı tercih etti. Pes etmek yoktu. Benim hayatımda pes etmek yoktu. Heyecanla kapıyı açarak geri çekilip ona yol verdim geçmesi için. Önümden geçerken kokusu burnuma değdiği an içime çektim. Bu kadar yakın olupta koklayamamak. Nasıl bir sınavdı? Yıllar sana onun eve gelmesi elimi ayağımı birbirine dolandırmıştı. O yüzden kenarda duran büyük vazoya ayağımın çarpmasıyla acı içinde inledim. Asaf arkasını dönüp bana baktığında telaşla yanıma geldi. "Ne oldu iyi misin?" Kolundan tutunarak ayağımın üstüne basmaya çalışıyordum ama çok acıyordu. "Ayağımı vurdum. Çok acıyor." Eğilip ayağıma baktı. Ama ayakkabı olduğu için bir şey belli olmuyordu. "Ayakkabını çıkartıp bakalım ne durumda." Acı içinde kıvranarak başımı salladım. Tam eğilip ayakkabımı çıkartacakken benden önce o davrandı. Bir bacağını yere koyup ondan destek alarak önümde tamamen eğildi. Ellerini ayakkabıma uzatarak bağcıklarını çözmeye başladı. Onu gözlerim dolu dolu izlerken bir an geçmişe ışınlandım. Bu vazoyu ilk çarpmam değildi. İlla gidip gelip çarpacaktım. Canım ne kadar yansada Asaf'ın üstüme titremesi hoşuma gidiyordu.Üstelik o hep beni azarlardı. "Hiç dikkat etmiyorsun kendine. Hadi etmiyorsun bari şunu buradan kaldır. Yemin ediyorum ayağın bir gün kırılacak." Hatta o vazoyu kaldırır, geri yerine ben koyardım. Anılar yeniden aklımda canlanınca tebessüm ederek ona baktım. Başını kaldırıp bana baktığında "Güldüğüne göre acısı geçti galiba." "Biliyor musun, ben hep ayağımı vururdum sende bana kızardın kendine hiç dikkat etmiyorsun diye." "Sanırım kocam demek istedin. Çünkü ben böyle bir şey hatırlamıyorum. Benim adım Emir hatırlatırım ve seni daha önce hiç görmedim." Sinirle ayakkabımı hızlıca çıkartıp ayağıma baktı bir şey var mı diye. Hafif kızarıklık vardı ama onun derdinde değildim. Ayağımın ellerinin arasından sertçe çekip üstüne basmaya çalıştım. "Hiç sormuyorsun değil mi kendine bu kadın doğruyu mu söylüyor neden böyle davranıyor diye?" "Fazla vaktin kalmadı ne göstereceksen göster bir an önce bitsin bu saçmalık." Hırsla yanağımdaki yaşı silerek sırtımı dönüp acı içinde yürüdüm. Salona geçip konsolun önünde durarak çerçevede olan resimleri işaret edip bakmasını emrettim. Asaf ağır adımlarla yanıma yürürken bakışları gösterdiğim yerdeydi. "Bak bakalım bu resimdekiler kim?' Geldi geldi tam yanımda durdu. Önce gözleri bütün resimleri taradı. "Bunları her gittiğimizde yerde çekilirdik. Anı olsun diye. Seninle farklı şehir keşfetmek çok güzel oluyordu. Bak bakalım resimdeki adam kim?" Asaf elini yavaşça kaldırıp Kapadokyada balonların önünde çekildiğimiz resmi aldı. Elleri titriyordu. "Bu bu!" "Evet o sensin. " Başını sağa sola sallayarak inkar etti. "Hayır bu saçmalık." Öfkeyle diğer bir resmi alarak ona doğru uzattım. "Bak yüzünü iyice incele. Kaşındaki ize bak. Buradaki adamın kaşında da iz var. Birde kendine bak." Konsolun aynasını göstererek kendine bakmasını istedim. Ama o öyle şok olmuştu ki. Yüzü bembeyaz olmuş ela gözleri şaşkınlıkla bakıyordu. "Beş yıl önce iş için Amerika'ya gitmen gerekti ama uçağın düştü. Büyük bir yangın çıkmış ve kimse canlı çıkamamıştı. Sende onlardan biriydin. Senin bize sadece külün ulaşmıştı. Ben seni canlı uğurlarken sen ölmüş olarak bana döndün." Asaf söylediklerimi duyduktan sonra bakışlarını bana çevirip gözlerime baktı. "Sen delirmişsin. Yada düşmanlarımdan biri benimle oyun oynuyor. Kesinlikle bir oyun." "Ne oyunu asıl saçmalayan sensin. Ben seni bulmadım, sen geldin beni buldun. Sen geldin pastaneye. Beni daha önce bir yerde gördün mü? Söylesene!" Başını sağa sola sallayarak inkar ediyordu. Söylediğim her şeyin doğru olduğunu bildiği halde. Aramızdaki mesafeye kapatarak tamamen ona yaklaştım. Yüzünü avuçlarımın arasına alıp yakından ela gözlerine baktım. "Bana bak gözlerime bak Asaf, hiç mi hatırlamıyor musun beni? Benim karın. İnan ortada oyun yok, yalan yok. Yemin ederim ben doğruyu söylüyorum." Bakışlarındaki boşlukla vurguna uğrarsamda uzaklaşmadım. "Bilmiyorum nasıl hayatta kaldın? İsmin neden Emir o kadın kim bilmiyorum ama inan gerçek karın benim. Aşık olduğun tek kadın benim." Gözlerindeki boşluk yerini öfkeye bırakınca bileklerimden tutarak avuçlarımdan yüzünü kurtardı ve beni geriye doğru sert bir şekilde yitti. Ayağım kötü durumda olduğu için dengemi sağlayamadım ve yine düşmüştüm. İkinci defa canımı yakıyordu. " Sen yalancı kadının tekisin. Sen benim hiç bir şeyim olmazsın anlıyor musun? Benim tek aşık olduğum kadın var oda Mercan. Sen değilsin." Her kelimesinde bağırarak gerçekleri göstermek istemişti ama asıl canımı yakan sadece aşık olduğum kadın Mercan cümlesi olmuştu. Canımın acısı öyle büyüktüki gözyaşlarım artık durmuyordu. Beş yıldır döktüğüm gözyaşlarım kurumuyordu. "Ben beş yıldır seni öldü bildim. Her gün mezarında ağladım. Beş yıldır ben yas tutuyorum. Sonra bir öğreniyorum kocam yaşıyor ama beni unutmuş üstelik başkasına karım diyor." Elimle göğsüme vurarak birde ben canımı yaktım. "Ben neler yaşadım biliyor musun sen? Hala yaşıyorum, ben bir kez daha seni kaybettim beni unuttuğunu öğrendiğimde bir kez daha öldün." Bağırarak feryat etmem hıçkırarak ağlamam onunda sarsmıştı. Geri geri giderek koltuğa oturdu. Başını eğip ellerinide dizlerinin üstüne koyarak düşünmeye başladı. Bense hala yerde oturmuş sesli bir şekilde ağlamaya devam ediyordum. "Uçak kazasını sen nerrden biliyorsun? Hafızamı kaybettiğimi nereden biliyorsun? Bütün bunlar sır gibi saklanırken sen nerden öğrendin anlamıyorum. Bu kadar tesadüf olamaz. Bu resimler, bu benzerlik. Onlar yalan biliyorum. Hepsi o Tahir denen itin planı. Seni üstüme saldı birde böyle beni yok etmeye çalışıyor. Ama ben bunları yemem. Tam ben geldim pastaneye ama belki o ayarladı herşeyi." Kendi kendine inkar etmeye devam etsede yüzü öyle söylemiyordu. Konuşurken bile yüzüme bakmıyordu. Baktığı an doğru söylediğimi anlayacaktı oda biliyordu. Kolumla yanağımdaki yaşları silerek ağlamamı durdurmaya çalıştım. Ama olmuyordu. "O adam kim bilmiyorum ama sandığın gibi değil yemin ederim. Ne olursun artık inan bana. Baksana ne haldeyim. Sana oyun oynasam bu halde olur muyum?" İç çeke çeke kendimi anlatmaya çalıştım ama sevdiğim adam bana inanmıyordu. "Bütün bunlar bir oyun. " "Başını kaldırıp bir etrafa bak. Evimize bak. Burası sana bir şeyi hatırlatmıyor mu?" Sonunda sözümü dinleyerek başını kaldırıp evi incelemeye başladı. Her bir detayına baktı. Ama bakışları yabancıydı. Hiç bir şey söylemeden sessizce oturduğu yerden kalkıp bana baktı. "Benim bir tek ailem var oda Mercan ve Peri. Nasıl bir oyun oynuyorsun bilmiyorum ama bir daha karşıma çıkma." Cümlesini bitirip sırtını bana dönerek yürümeye başladı. Ne demişti benim ailem Mercan ve Peri. Ya biz? Ya ben ve fasulyem? O ardına bakmadan yürümeye devam ederken yerden zorla kalkarak ayağa dikildim. "Demek senin ailen onlar öyle mi? Demek senin Perin var? Ya benim fasulyem, ya benim bebeğim oda senin çocuğundu." Benimde kızım olacaktı. Oda büyüyecekti. Kendimi geçtim ama onu yok saymasına hayatta izin vermezdim. Sinirlerim tamamen bozulmuştu. Doğru düşünme fırsatı olmadan elime geçirdiğim çerçeveyi ona doğru attım ve bağırmaya başladım. "Ya benim kızım. Koklamaya fırsatım olmadığı bebeğim." Asaf sırtına aldığı darbeyle dönüp bana baktı. "Asaf bizim bebeğimiz öldü. O seninde çocuğundu." "Benim bir tek kızım var oda sadece Peri." İşte bu sözden sonra bende her şey koptu. Elime geçirdiğim bütün eşyaları ona fırlatmaya başladım. O sadece bana bakıyor kaçmıyordu. Gözyaşları içinde isyan ettim. Beni unutmasına, başkasının ailesi olmasına. Salonu yerle bir ederken o sadece bakmakla yetindi. Arada fırlattığım kalem alnını değmiş yaralanmıştı fakat yine durmamıştım. "Benim fasulyem öldü. Bizim çocuğumuz." Dizlerimin üzerine düşerken son kez inanmasını istedim ama olmadı. Bomboş gözlerime bakıp arkasına dönerek çıkıp gitti. Peşinden gidip engel olamadım. Ortada her şey açıkken o sırtını dönmüş çekip gitmişti. Geride beni perişan halde bırakarak gitmişti. Oysa beni hatırlasaydı Elif'ini halde bırakmazdı.
|
0% |