
Hep gitmeler vardı benim hayatımda. Annem daha yedi yaşındayken terketmişti. Babam ben 20 yaşında ölmüştü. Asaf'ı beş yıl önce kaybettim sanmıştım. Bebeğimi ise daha doğmadan kaybetmiştim.
Sevdiklerim bana hep veda etmişlerdi, son bir bakışlarıyla çekip gitmişlerdi. Ben yalnız kalmıştım, kalbim boş, ellerim boş yapayalnız.
Asaf bir kez daha veda edip gözlerime bakarak çekip gitmişti. Kızımla beni yalnız bırakmıştı. Yüzüne son kez bakarak yalvarmıştım.
"Hiç mi Elif'i merak etmiyorsun? Hiç mi hatırana gelmiyorum? Küçük bir anı bile mi yok aklında?"
Başını olumsuz anlamda sallayarak bir kez daha yakmıştı yüreğimi. Bu defa bir şey söyleyemedim. Söylenecek ne kalmıştı?
Sadece, "Peki!" Dedim. Sadece "Peki!"
Kızımızın küçücük mezarına son kez bakarak çekip gitmişti.O kendi ailesine gitmiş ben ise kızımla baş başa kalmıştım.
Fasulyemin mezarına dönerek dudaklarımı büktüm.
"Yine gitti anneciğim ama ben varım korkma tamam mı?"
Bu mezarlıkta ondan başka küçük bir mezar yoktu. Çünkü o büyümemişti. Organları bile yeni oluşurken ölen bir bebek nasıl büyürdü?
Etrafımdaki insanlar soruyordu daha beş aylık olan bir bebeğe nasıl üzülürsün diye. Bu sözler öyle yüreğimi yakmıştı ki.
Kalbi atmıyor muydu?
Beş aylık olana kadar büyümüyor muydu?
Tekme attıkça varlığını hissetmiyor muydum?
O zaman bir anne nasıl üzülmez, nasıl ciğeri yanmazdı? Onun içimde hayata tutunma çabası varken, beş aylık olmuş bir yaşında olmuş ne farkı vardı? Çünkü o benim evladımdı. O Asaf'tan parçaydı.
Fasulyemle biraz vakit geçirdikten sonra tekrar eve dönmüştüm oerişan halde. Fatih baba durumumu anlarken Asuman annede üzüntümü anlıyordu. Evladını kaybetmiş bir anne anlıyordu. Fakat o oğlunun mezarına bile gidemiyordu. Hiç gitmemişti. Beş yıl geçmiş o mezarlığa adımını atmamıştı. Çünkü Asaf'ın ölmesine hiç bir zaman inanmıyordu. Anne yüreği hissetmişti evladının yaşadığını ve haklıda çıkmıştı. Fakat biz ona söyleyemiyorduk.Asaf'ın yaşıyor diyemiyorduk.
Gözlerinde gördüğüm acıyla bende karşılık vererek yukarı odama çıktım. Kıyafetlerimi değiştirip yatağımın üzerine oturdum. Karşımda dolabın içinde onun kıyafetleri, komidinin üstünde resimlerimiz onlara dalıp gittim.
Sonra sabah oldu tekrar akşam günler böyle geçip gitti. Pastane ev arasında mekik dokurken Fatih baba Asaf'ın yeni kimliğini araştırmaya devam ediyordu. Bazı gelişmeler vardı ama bana henüz söylememişti.
Bu süreçte Can ve Eda'da bana destek olmaya çalışıyorlardı. Can'la daha samimi olmaya başlamıştık. Her akşam muhakkak pasteneye gelir bademli kurabiyemi yemeden gitmez olmuştu. Aramızda tuhaf bir bağ oluşmuştu. Hiç olmayan kardeşim gibiydi. Zaten gören siz kardeşmisiniz diye hayretler içinde soruyordu. Tek ortak yanımız mavi gözlerimiz ve beyaz tenimizdi. Can siz kardeşmişsiniz diye soran her kişiye tuhaf bakıyor, yüzü kıpkırmızı oluyordu. Neden böyle tepki veriyordu hiç anlamamıştım.
Bu akşam yine gelmiş karşımda oturarak müşterilerle olan maceralarını anlatıyordu.
Ellerimi çeneme yaslamış pür dikkat Can'ı dinliyor arada kahkalarıma engel olamıyordum. Öyle sesli gülüyordum ki müşteriler bana bakıyordu. Sessizce kıkırdayarak mavişlere baktım.
"Can sende olmazsan varya yüzüme tebessüm hiç nasip olmayacaktı."
Gerçekten öyleydi. Senelerdir yüzüme tebessüm nasip olmuyordu. Bir kere acı yüreğine oturdu mu yüzünden gülüşün siliniyor yerine gözyaşının izleri yerleşiyordu.
"Abla sen hep gülümsesen, hiç ağlamasan."
Tebessüm yüzümde nasip olmayınca olmuyor Can. Ben alışmışım ağlamaya ama sen geldin güldürmeyi başardın biraz olsun. Teşekkür ederim."
Can elimden sıkıca tutarak, "Bundan sonra yanında ben varım, seni hep güldüreceğim."
Bu sefer yüzümde oluşan tebessüm minnet doluydu. Mavişlerine bakarak minnetlerimi sundum. Bakışlarımı ondan çekip dışarıya baktığımda şiddetli bir yağmur yağdığını gördüm. Vücudumda bir ürperti geçti. Neden böyle olduğumu anlayamazken ışıkların orada yine tanıdık bir yüze rastladım. Yağmurun altında durmuş karşıdan burayı izliyordu. Onu gördüğüm an kalbim öyle hızlı atmaya başlamıştı ki. Heyecandan ayağa kalkıp kapıya doğru yürüdüm.
"Abla ne oldu nereye gidiyorsun?"
Can'ın sorusuyla ona bakmadan cevap verdim. Eğer gözlerimi karşıdan çekersen giderdi biliyordum.
"O gelmiş Can."
Heyecanla kapının kulpundan tutup kendime çekerek dışarı çıktım. O benim geldiğimi görünce telaşa kapıldı. Önce adımları geri geri gitti, sonra sağına baktı, soluna baktı. En sonunda arkasını dönerek hızlıca yürümeye başladı.
Kaçtığını anladığım an yerimde durakladım. Ne yapacağını izleyecektim. Koşarak arabasına gitti vakit kaybetmeden hemen binip çalıştırdı. İşte o anda bende her şey yandı. Arkamı dönüp arabamın anahtarını alacakken Can'ı gördüm. Elinde tuttuğu anahtarı bana doğru attı. Anahtarı yerden alıp bu kez arabama koşan bendim. Tabi o telaşla Can'ada teşekkür etmeden gitmedim.
Arabama fırlayıp direk şöfor koltuğuna geçerek çalıştırdım.
"Bu defada kaçmana izin vermeceyeceğim. Hem gelip hemde kaçmak ne oluyordu? Sen eskiden böyle değildin gerçekten bütün kimliğini unutmuşsun Asaf gerçekten."
Ben Asaf'a saydırırken hızımı artırıp ara sokaklara girdim. Yolunu kesmenin en kısa yolu buydu. Eve gideceğinden emin olduğum için gittiği yolu tahmin etmek zor değildi. Yağmur hala hızını azaltmadan yağdığı için görüş açımda hiç iyi değildi. Beş dakika içinde de o kestirme yolu bulmuştum bile. Arabamla sokak arasında yolu kapatarak dışarı çıkıp beklemeye başladım. Yağmur ıslatsa da önemli değildi. Umarım başka araba geçmez diye dua ederken karşıdan bir araba geldiğini gördüm. Gözlerim yağmurdan dolayı seçemesede durana kadar emin olamadım. Araba tam arabamın önünde durunca farlardan dolayı nihayet seçebilmiştim. Bu onun arabasıydı.
Adımlarımı hareket ettirip yürümeye başladım. Tam arabasının önünde durdum. Sileceklerin izin verdiği kadarıyla göz göze gelmiştik. Hayretler içinde bana bakarken elimi kaldırıp işaret parmağımla dışarı çıkmasını istedim.En sonunda pes ederek emniyet kemerini çözdü ve arabadan indi.
"Delirdin mi sen ne yapıyorsun?"
Önce bir öfkelenmesi lazımdı. Yoksa olmazdı. Ters ters bakacak sonrada sen ne yapıyorsun diyecekti. Adımları benim yanıma doğru yol alınca sırıtarak ona baktım. Yağmurdan oda nasibimi almış takım elbisesi ıslanmıştı. Saçları ise dağılmış alnına düşmüştü. En sevdiğim görüntüydü. Bir zamanlar o saçları sevgiyle okşarken şimdi bana yabancılardı.
"Neden güldüğünü sorabilir miyim?"
Gözlerimi zorla açarak yüzüne baktım. Çoktan dibimde bitmiş şaşkınlıkla bana bakıyordu.
"Allah aşkına bir günde soru sorma, neden geldin neden böyle yaptın? Bu sefer ben sana sorayım neden buradasın?"
Yüzüne düşen her damla gözkapaklarını açmata zorlasada gözlerini gözlerimden hiç ayırmadı.
"Benim yolum burdan geçiyordu ondan."
Kıvranarak söylediği söze mutlulukla tebessüm edip biraz daha yanına sokulup ayakkabılarımın ucunı ayakkabısının ucuna değdirdim.
"Kalbin buraya gelmeni söylüyor değil mi?"
Hızlanan yağmur yüzüme çarptıkça nefesimi kesiyordu fakat asıl sebep onun gelişiydi. Şuanda derinden bakmasıydı.
"Ben sadece!"
Elimle dudaklarına dokunarak konuşmasına engel oldum.
"Keşke geçmişine bir şans versen, keşke kalbini dinlesen işte orası sana gerçeği söyleyecek senin Emir olmadığını, Asaf olduğunu söyleyecek."
Bu sefer derin bakışları gitmiş acı gelmişti. O acı çekiyordu hemde çok.
"Asaf neden bu kadar korkuyorsun? "
Başını sallayarak inkar etti. Dudaklarımdan elimi çekip bu sefer sesli söylesin istedim. Ama o çok duymak istediğim bir şeyi söyledi.
"Elif!"
Çaresizce adımı fısıldaması canımı yaktı. Yıllar sonra adımı dudaklarından duymam hasretimi körükledi.
"Bir kez daha Elif dermisin? Ne olur Asaf!"
Daha fazla direnemedim başımı çenesine yaslayıp gözlerimi kapadım.
"Eskiden olduğu gibi yine Elif de."
"Elif!"
Elimle koluna tutundum. Ayakta durmaya gücüm yoktu. Yağmur ikimizin üzerine yağmaya devam ederken artık gözyaşlarımda eşlik etmeye başlamıştı.
"Asaf!"
"Elif ben Asaf değilim, ben Emir'im."
İşte bu olmamıştı, şuanda söylenecek söz değildi. Güzel rüyadan uyanır gibi gözlerimi açtım. Başımı çenesinden çekip ellerimle omuzlarından yitip benden uzaklaştırdım.
"Hala devam ediyorsun. Herşeyi kabul ettiğin halde hala Emir'im diyorsun. O zaman ne işin var burada? Ne arıyorsun benim yanımda? Evde karın var ona gitsene ne işin var?"
Öfkem bütün boyutu aşmış herşeyi söylemiştim. Ellerini yumruk yaparak gözlerini kapadı. Verecek cevabı yoktu çünkü. Elimi kaldırıp baş parmağımı ona doğru salladım
"Cevabını bulduğun an tekrar karşıma çık. O zaman sakın sessiz kalma, sakın."
Son sözümü söyleyip bu defa ben ona sırtımı döndüm. Bir iki adım atmıştım ki kolumdan tutmasıyla engel oldu. Başımı çevirip yüzüne baktım.
"Bırak kolumu!"
Tam tersi beni kendine doğru çevirip yüzünü yüzümü doğru yakınlaştırdı. Kipriklerimden yağmur damlası yanaklarımdan akarken gözyaşlarımda eşlik ediyordu
"Bende bilmiyorum neden buraya geldiğimi, lanet olsun kalbim susmuyor, rüyalarım bitmiyor. Her yerde sen ve kokun var. Seni tanımadan önce gördüğüm o rüyalar senle artık daha tanıdık geliyor ama kim olduğunu hatırlamıyorum. Sadece kokun burnuma tanıdık gibi, sadece gözlerin bulanık rüyalarımda. Lanet olsun ben artık ne yapacağımı bilmiyorum."
Asaf çaresizce karşımda acı çekerken dudaklarımda bir hıçkırık koptu.
"Bunu bize kim yaptı neden yaptı?"
En çok merak ettiğim soruydu. Fakat cevap yoktu. Asaf alnı alnıma yaslayarak of çekti. Derin bir of.
"Sen Emir'sin öyle mi? Benim Asafım değilsin."
"Ben Emirim."
Sanki biri ona ezberletmiş gibi sürekli Emir diyordu.
"Benim Asafım değilsin, benim kocam değilsin öyle mi?"
"Evet öyle."
"O zaman bana dokunma çünkü sen başkasına aitsin. Ben sadece Asafıma dokunabilirim bir yabancıya değil."
Alnımı alnımdan çektim. Elini kolumdan. Bir adım geriye doğru gittim. Böylelikle aradaki teması kesmiş bulundum. Gözleri dolu dolu bana bakarken başımı salladım.
"Bu defa arkasını dönen sen değilsin benim. Bir daha da buraya gelme sakın. Benim Asafım olmadan gelme."
Son sözümü söyleyip arabama doğru ilerledim. Kapıyı açıp binecekken ona son kez bakmak istedim, başımı çevirip baktığımda yerde yattığını gördüm. Dudaklarımdan çıkan çığlık yeri göğü inletti.
"Asaf!"
Koşarak yanına gidip diz çökerek yüzünü ellerimin arasına aldım ama gözleri kapalıydı.
"Asaf neden gözlerin kapalı. Hadi aç gözlerini."
Asaf gözlerini açmadı. Titreyerek elimle nabızını kontrol ettim. Nefes alıyordu yaşıyordu.
"Asaf aç gözlerini, tamam sana bundan Emir diyeceğim ama ne olur kendine gel."
Gözyaşları içinde ona yalvarırıken yanıma birinin geldiğini farkettim başımı kaldırıp yardım isteyecekken Can'ı gördüm.
"Ne oldu abla?
"Can ne olur yardım et ona bir şey oldu."
"Tamam abla sakin ol , hemen hastaneye götürürceğiz."
Kolumla yüzümdeki yaşları silerken başımı salladım. İyi olacaktı o iyi olacaktı
Can Asaf'ı arabaya arka koltuğa taşırken bende hemen yanına oturdum. Başını dizlerimin üstüne koyarak yüzüne baktım.
"Hep benim yüzümden, çok üstüne gittim benim yüzümden oldu."
İç çeke çeke ağlamaya devam ediyor gözyaşlarımı tekrar kolumla siliyordum. Can hemen arabayı çalıştırmış hızlı sürerken aynadan da bana bakarak sakin olmamı söylüyordu ama onu duyacak halde değildim.
"Onu tekrar kaybedersem bu sefer yaşayamam. Bu sefer olmaz."
"Abla bana bak, o iyi olacak sadece bayılmış. Tansiyonı düşmüş olabilir kötü bir şey yoktur. "
Can'a dikiz aynasından bakarak başımı salladım.
"Ya kötü bir şeyse, çünkü hep başı ağrıyordu. Onu üzdüğüm zamanlar hep başını tutuyordu."
Dudaklarımdan bir hıçkırık koptu, sesli ağlamamı bastırmak istiyordum. Belki ağlamamı duyarsa üzülürdü. Eski Asaf olsada üzülürdü. Dudaklarımdan çıkan Asaf ismiyle elimle vurdum.
"Sus sus onun adı Asaf değil. Sus artık."
Ben elimle dudaklarıma vururken diğer elimde bir dokunuş hissettim. Başımı eğip baktığımda göz kapaklarının oynadığını gördüm.
"As.. Emir iyi misin?"
Gözlerini açmıyordu ama elimi sıkıyordu.
"Ağlama!"
Tek bir söz hıçkırıklarımı bastırdı. Çünkü ağlama demişti. Ağlamazdım artık. Nihayet araba hastanenin önünde durunca Can hemen dışarı çıkıp yardım çağırdı. Kapıyı açıp gelmelerini beklerken elimi bir an olsun elinden ayırmıyordum. Doktorlar sedyeyle gelirken aceleyle dışarı çıkıp Asaf'ı almaları için izin verdim.
Elimi ellerinden koparmak istemesemde acil müdahale odasına götürürlerken mecbur bırak zorunda kalmıştım.Kapı aramıza engel olarak girmişti. O içerde ben dışarıda. O kocamken ben onun için yabancıydın. Ama aramızdaki bağ büyüktü kopmayan bir bağ. Gözyaşlarım yanaklarımdan damlarken duvarın dibine çökerek beklemeye başladım. Can'da tam karşımda bankta oturuyor öylece bana bakıyordu.
"O kocandı değil mi?"
"Benim için kocam ama onun için...'
Konuşamadım. Dilim artık yabancı demek istemiyordu.
"Abla o hatırlamasa da kalbi sana getiriyor. Her defasında yanında oluyor. Sen umudunu kaybetme kalbi aklını da çalacak ve kazanan senin kalbin olacak."
"Ben bunu artık ondan nasıl isterim, haline baksana. Buna sebep olan benim."
İçimde oluşan pişmanlık beni esir alırken kapı açılmış içeriden bir hemşire çıkmıştı. Telaşla hemen ayaklanıp karşısına geçtim.
"O iyi mi?"
Elinde çalan telefonu bana uzatarak " Hala müdahale devam ediyor. Ama hastanın bilinci açık. Daha iyi merak etmeyin."
Ben elindeki çalan telefona bakarken ekran yazan isme odaklanmıştım.
Ekranda Mercanım yazıyordu. Hemşire telefona baktığımı görünce neden geldiğini söyledi.
"Telefon çaldığı için size getirdim."
Bakışlarım telefondan ayrılmazken hemşire almam için bekliyordu. Ama elimi kaldırıp alamadım. Benim yerime Can telefonu alıp meşgule attı.
"Teşekkür ederim hemşire hanım."
Hemşire tekrar içeri girerken ben boş bakışlarla durmuş ayakta dikiliyordum.
"Mercanım yazıyor. Gördün değil mi? Sence hala kalbinde bana bir yer var mı Can?"
Can bir şey söyleyemedi. Ne söylesin ki herşey ortadaydı. Acı içimş kaplamışken ne söyleyebilirdi? Sırtımı duvara yaslayıp tekrar beklemeye başladım. Onu görmeden gitmek istemiyordum. Her ne kadar bana yasak olsada. Başkasına ait olsada.
Ayakta on beş dakikadan fazla durmuş sonunda o kapı tekrar açılmıştı. Bu sefer çıkan doktordu.Sırtımı duvardan ayırıp doktorun yanına gittim.
"O iyi mi?"
"Merak etmeyin hastamızın durumu daha iyi. Gereken testler yapıldı. Sanırım bir hafıza kaybı durumu söz konusuymuş. Beş sene öncesini hatırlamıyormuş. Böyle durumlarda aklı beynini zorladığı için bayılmalar ağrılar olabilir."
Doktorun söylediği gibi fazla yüklenmiştim.
"Peki onu görebilir miyim?"
"Tabi görebilirsiniz ama kısa sürsün lütfen!"
Doktora başımı sallayarak içeriye doğru yürüdüm. Kalbim hızlı atarken derin nefes alıp verdim. Onun gördüğüm anda ise ayaklarım durdu. Hastane kıyafetiyle öylece yatakta yatıyordu. Gözleri kapalıydı.
Ayaklarımdaki tedirginliğini yenerek ona doğru gittim. Yatağın kenarında durup yüzünü inceledim. Bemebeyazdı yüzü. Elimi kaldırıp ellerine dokunmak istedim ama yapamadım. Geri indirip yanımda yumruk yaptım. Benim geldiğimi hissetmiş gibi birden gözlerini açtı.
"Elif!"
Sesini duyduğumda tutmuş olduğum gözyaşlarımı serbest bıraktım. Bir bir yanaklarımdan dökülürken o görmesin diye başımı hemen çevirdim. Fakat dudaklarımdan çıkan hıçkırığa engel olamadım.
"Elif ağlama! Ben iyiyim bak."
"Ben çok özür dilerim.'
Hala başım yana çevirili ona bakamıyordum.
"Elif bana bakar mısın?"
Yine bakamadım.
Parmaklarımda hissettiğim dokunuşla mecburen başımı çevirip baktım. Serçe parmağı serçe parmağımı kavramış sıkıca tutmuştu. Gözlerim dolu dolu parmaklarımıza bakarken hüzünle tebessüm ettim.
"Biliyor musun üniversitedeyken sınıftan çıkarken serçe parmağımı böyle tutar çekiştirirdin beni."
Söylediğim sözlere hemen pişman olmuştum. Artık ona Asaf'tan bahsetmek yoktu.
"Elif gitmen lazım!"
Duyduğum cümleyi doğrumu anladım diye gözlerine baktım.
"Bakma öyle, hastanede olduğumun haberi çoktan eve gitmiştir. Her an burada olurlar."
Ailesi gelirdi değil mi? Ben kimdim ki?
"Peki!"
Söylediğim tek kelime sadece peki.
Parmağımı parmağından çekip son kez gözlerine baktım. Onu iyi görmüştüm ya gerisi önemli değildi. Yıllardır nasip olmayan tebessümle ona gülümsedim ve arkamı dönerek çıkışa yöneldim.
"Bu arada Mercanın aradı ama açmadık, Can telefonu getirir ararsın karını."
Söyleyeceğimi söyleyip koşar adımlarla oradan hemen çıktım. Can'a telefonu vermesini söyleyerek kendimi dışarı attım. Nefes almam gerekiyordu. Temiz havayı içime çekip gökyüzüne baktım.
"Ağlamak yok. Ağlamak yok."
Kendimi teselli ederken Can yanıma gelmiş koluma dokunmuştu.
"Abla hadi gidelim."
Ve biz birkez daha birbirimizden gitmiş olmuştuk.
***
Eve gittiğimde Asuman anne çoktan uyumuş Fatih baba ise beni bekliyordu. Harap dolu halimi görünce elimden tutarak koltuğa oturttu.
"Kızım neyin var iyi misin?"
"Baba hatırlamıyor bizi ne yapsam, ne etsem hatırlamıyor. Bugün onu çok üzdüm ve benim yüzümden bayıldı."
Fatih baba yüzüme telaşla bakarken,
"Merak etme durumu iyi . Ama beynini hatırlamak için zorladığından kaldıramadı. Onu bir kez daha kaybedeceğim sandım. Bu çok kötüydü. Yeniden bulmuşken kaybetmek. O iyi olsun ben razıyım başkasının ailesi olmasına."
"O ailesi sandıkları kişiler çok tehlikeli kızım. O kadının babası yer altı dünyasının bir numaralı adamı. Fakat gözükürde başarılı bir iş insanı gibi. Asaf bizi uzaklaştırmakla haklı. Çünkü onların neler yapabileceğini biliyor. Bizi öğrenirlerse özellikle seni hiç iyi olmaz. Sana zarar bile verebilirler. Asaf'ın aklını ise bir şekilde bulandırmışlar kandırmışlar. Bindiği o uçakta onlara ait bir şirket ve kazanın onlarla bir ilgisi olabilir."
Son cümle sertçe yutkunmama sebep oldu.
"Yani o kaza bilerek mi yapıldı?"
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 13.7k Okunma |
1.09k Oy |
0 Takip |
37 Bölümlü Kitap |