Yeni Üyelik
4.
Bölüm

Garip Karşılaşma

@gulumse_gulumse

Herkes birşekilde yoluna devam etmeliydi değil mi? Ben bu yola çıktığımda tektim ve şimdide çıkışa doğru elimde bavulumla gidiyordum. Yani burada üzülecek ne vardı? Tamam birazcık etkilenmiş olabilirdim normaldi. Fakat ben biliyordum böyle olacağına. Kalbimin yağız oğlana doğru yolculuğa çıkacağını. Peki bu yolculukta beni karşılayan bir kalp var mıydı? Tabii ki hayır!

Yüzümde hüzün, kalbimde burukluk abime doğru yol aldım. Her zaman ki gibi bir duvara yaslanmış, elleri cepte öylece etrafa bakınıyordu. Bu arada beklemekten sıkıldığını ayaklarındaki ritimden anlamıştım. Ayakkabısıyla pat pat yere vuruyordu. Peki bu erkekler neden hep omuzlarına bir yere yaslanmak zorundaydılar? Böyle kendilerini daha karizmatik mi sanıyorlardı? Karizmatik deyince yine aklıma o düşmüştü, oda en son omuzunu otobüse yaslamıştı ve çok güzel duruyordu. Demek ki karizmatik oluyorlardı.

Düşüncelerimden kaybolup abime baktım. Oda yakışıklı adamdı vesselam. Arkadaşım Feride'nin ona neden aşık olduğunu anlıyordum. Kız bir kere gördü abayı yaktı. Sonra kurtulamadı. Birde bana diyordu, sen hemen abayı yakıyorsun diye. Kendide öyledi, fakat aramızda bir fark vardı. Ben kimseye bağlanamıyordum. En son vahim durumdan sonra.

Geçmişe dönmek üzereyken abimin beni görmesiyle hemen sıyrıldım. Bavulumu elimden bırakıp koşar adım gittim. Abim güzel gülümsemesiyle kollarını açarak beni karşıladı.

"Cimcimem benim!"

"Yakışıklı abim benim!"

Abim kollarıyla beni sımsıkı tutarak etrafında dönderdi. Bu hareketine karşı mutluluktan oluşan kahkaha sesim koskoca otogarda yankılandı. Küçükkende böyleydim. Babam ve abim ayaklarımı yerden kesip etraflarında döndürdükçe mutlulukla dolan sesim heryerde yankılanırdı. Aynen şimdi olduğu gibi taki abim yorulup beni bırakana kadar.

"Kız sen gün geçtikçe kilo mu alıyorsun? Valla artık taşımak zor oluyor."

Abimin nefes nefese sarf ettiği sözlerle vurguna uğradım.

"Kim ben mi kilo aldım? Hiçte bile, hala aynı kilomdayım. Sadece sen yaşlandıkça beni taşıyamıyorsun, birde gelmiş bana iftira atıyorsun."

"27 yaşında olan kişi yaşlı mı oluyor?"

Çok doğru tespit. Bence olmuyordu ama abim benim içim yaşlıydı.

Abim cevap vermeyeceğimi anlayınca burnuma parmağıyla vurarak yanımdan geçip bavulumu aldı. Sonrada elimden tutarak arabasına doğru yürüdük. Bu arada aklımın bir köşesi yakışıklıda kaldığı için son kez arkamı dönüp geldiğim yere baktım, ama göremedim. O çoktan yolunu alıp gitmişti tıpkı şimdi benim yaptığım gibi.

Sonunda aileme ve evime kavuşmuştum. Annem herzaman ki gibi en sevdiğim yemekleri döktürmüş, babam ise en sevdiğim tatlıyı almıştı. Asıl sürprizi ise abim yapmıştı. Bana çok istediğim telefonu almıştı. Gördüğüm an sevinç çığlıkları atarak omzuna atlayıp saçlarına bir sürü öpücük kondurmuştum.

Ankara'ya gelmemle tam prensesler gibi karşılanmıştım. Hakkettiğim gibi.

Biz orta gelirli bir aileydik. Babam sigortada devlet memuru, annem ev hanımı abim ise bir şirkette yazılımcıydı. Aslında geçmişte biraz yokluk çeksekte sonradan durumumuz düzelmiş kendi çapında geçinip gidiyorduk. Bende ise İstanbul'da bir devlet üniversitesinde diyetisyenlik okuyordum. İkinci yılımdı. Orada yurtta kalıyor ve dersim olmadığı zamanlar part time olarak bir kafede garsonluk yapıyordum.

Benim sıradan hayatım böyleydi. Aileme yük olmamak, onları her daim gururlandırmaktı. En önemli Dilruba kanunlarıydı. Ama bu kanuna bazen uyulmuyordu. Tıpkı abimin telefon alması gibi. Kanuna uysaydım o telefonu kendi paramla alabilirdim değil mi? Ama bazen istisnalar olabilirdi. Şimdi ise tazecik telefonumla yatağımın üzerine yüz üstü uzanmış, internette küçük bir arama yapıyordum.

Benim o yakışıklı delikanlıyı bulmam gerekiyordu. Bunun için ilk olarak otobüs firmasının sitesine girdim. Yani Yasemin turizme.

Ne güzelde adı vardı. En sevdiğim çiçekler arasından gelen, kokladıkça baharı hatırlatan.

Yasemin turizmin sitesine tıkladım. Önce sırayla şoförlerin listesini aradım. Şoförlerin isimlerini bulunca sıra onun ismini bulmaya gelmişti. Bir müddet isimler arasında cebeleştim ve sonunda bizim yakışıklığı buldum. Önemli olan soyadını öğrenmemdi. Öğrenmiştim de. Direk instagrama girip arama butonuna bastım. Sonra güzel ellerimle ismini ve soyadı yazdım.

Yağız Karahan

Karşıma çıkan yüzlerce kişiye bakınca bir şok yaşadım ama hedefime ulaşacaktım. Pes etmek yoktu. Onun hesabını bulup...

Ee hesabını bulunca ne olacak diye düşününce işte o anda jetonum düşmüştü.

Hesabını buldum diyelim adama ne diye istek atacaktım? Adam benden kurtulmak için resmen mutluluktan dört köşe olmuştu. O buz gibi suratı ilk defa gülümsemişti. Neden çünkü beni artık görmeyecekti. Peki şimdi beni istemeyen insana ben ne diye istek atacaktım?

Brova Dilruba! Yine düşünmeden hayata atılma derdindesin. Ama ne yapabilirdim ki, kalpti bu söz dinlemiyordu. Daha fazla kalbime söz geçiremedim ve onca Yağız Karahanlar arasında sabaha kadar onu aradım. Gözlerim yorgunluktan kapandı, ama pes etmedim. Ve hedefime ulaşmıştım. Benim yakışıklığı sonunda bulmuştum.

Profil resmi sadece güzel yüzünden ibaret olduğu için hemen tanımıştım. Resimde bile sert bakışları vardı. Çekik gözlere bu bakışlara yakışıyordu. Parmağım takip et butonuna gelince kaldı.

Sadece bir tık ötemdeydi. İstek atsam ne olurdu ki? Eğer profili açık olsaydı hiç gerek kalmazdı ama kapalıydı.

Mecbur atmam gerekiyordu, eğer isteğimi kabul edip soracak olursa derdim beni sakarlıklarımdan kurtardığın için teşekkür manasında istek attım. Aynen böyle bir bahane uydurabilirdim. Bahanemide bulmuştum. Sıra titreyen elimde bir tık yapmaktı. Bu arada kalbime yine birşeyler oluyordu.

Göğüs kafesimde aniden tık tık sesleri yükselmeye başlamıştı. Normalde bu kadar sesli atmıyordu. Şimdi ise tık tık tık. O heyecanla derin nefes alıp parmağımın ucundaki butona bastım ve isteği yollamış bulundum.

Hadi bismillah, yarabbi bu işin sonunda beni kara çıkarma diyerek duamı etmiş gözlerimdeki ağırlığa daha fazla direnememiş olmuştum. Gerisi ise büyük bir karanlık.

O uykuya dalmamla uyanmam ikindi vaktini bulmuştu. Tabii hem yol yorgunu ol, hemde sabaha kadar otur. Olacağı buydu, akşama kadar uyumak. Uyandığımda ilk işim telefona bakmak oldu. Daha doğrusu sosyal medya oldu. Heyecanla sayfama girip takip isteği var mı diye baktım fakat yoktu. Sonra onun sayfasına girip baktım istek hala duruyordu. Bu demek oluyordu ki hala görmemişti. Büyük bir hayal kırıklığıyla yüzümü yastığa gömüp derin bir of çektim. Bu böyle tam bir hafta sürdü.

Tam bir hafta benim isteğimi bekletti. Önceden görmedi dedim, işi vardır dedim. Kendime bahaneler uydurdum ama görmemesi ihtimal bile değildi. İki gün görmedi ya sonra. Hadi isimden tanımadı resmim kabak gibi ortadaydı. Aynı onun gibi sadece yüzümü koymuştum. Tanımaması imkansızdı. O isteğimi kabul etmedikçe bana geldiler. Sinirlerim iyice tepeme çıkmıştı.

Evde abime sarıyor, telefonda Feride'ye kızıyordum. Sürekli abimi sorması, birde bana sevgilim gibi hesap sorması artık çileden çıkmıştım. Bir gün o sinirle telefonumu evde bırakarak dışarıya çıktım. Önce bir dondurma yedim. Sonra kaynamış mısır en son kestaneye gelmişti ki bir çığlık sesiyle yemem yarıda kesildi.

Başımı sesin geldiği yöne çevirince durulan öfkem yeniden tavan yaptı. Hanzonun biri kadını yere atarak ayağıyla tekme atıyordu. Kadın yapma etme desede adam dinlemedi. Hatta daha hırslandı bu sefer eliyle kadının yüzüne yumruk atmaya başladı. Gördüğüm bu manzaraya daha fazla diğerleri gibi seyirci kalamadım.

Elimdeki kestaneyi banka bırakıp yerimden kalktım. Hızlı adımlarla onların yanına ulaşıp adamın bileğinden tutarak son bir yumruk atmasını engelemiş oldum. Adam önce tutulan bileğine baktı. Sonra kafasını kaldırıp bana. Utanmadan göz kırparak hayırdır dedi. Öfkemi belli etmeden önce bir uyardım.

 

"Kadını bırak."

Ama hanzo anlamadı hatta bileğindeki elimden kurtulup itekledi.

"Sende kimsin be?Belanı benden bulma git başımdan."

Bir kere bela benim göbek adımdı. Tabii azda olsa bir boksörlük geçmişim vardı. O yüzden böyle adamlara hep bela oluyordum. Tıpkı şimdi olacağım gibi. O anda herşey ani gerçekleşti. Adamın kolundan tutup kadının üzerinden kaldırdım. Bana vurmasına fırsat vermeden burnuna bir yumruk, gözüne bir yumruk derken adamın bütün hanzoğlu silinmiş oldu. Bir ara saç telleri elimdeydi. Ben adamı dövmekten o kadar meşgul oldumki polislerin geldiğini bile duymamıştım taki kollarımdan tutup beni adamdan ayırana kadar...

Gerisi ise çok tanıdık senaryoydu. Polisler beni ellerimden kelepçeleyerek emniyete götürmüşlerdi. Halbuki suçlu değilken hep ben göz altına alınıyordum. Böyle adamların cezasını verdiğim halde onlar suçsuz, ben suçluydum. Orada bir kadın dayak yerken , herkes filim izliyormuş gibi seyredip birşey yapmazken ben seyirci kalamıyordum. Sonum ise böyle nezaret oluyordu.

Bu defa beni kurtaran bir ailem yoktu. Daha doğrusu onları aramamıştım, kendi hatamı kendim düzeltecektim. Hoş ortada bir hata yokken.

O yüzden devletin bana avukat atamasını bekleyip suçumu çekmeye karar verdim. Arkadaşım Zeyneb'ide arayıp aileme onlarda kaldığımı söylemesini istedim.Tek telefon hakkımı onda kulkullanmıştım.

Zeyneb'e ise çok önemli işler peşindeyim diye bir bahane uydurup telefonu kapatmıştım.

Aileme neden haber vermedim? Çünkü bu benim ilk vukuatım değildi. Daha öncede karakolluk olmuş, nezarete düşmüştüm. Onlarda her defasında avukat tutarak beni kurtarmışlardı. Her defasında avukata para ödemek onları zorluyordu. Bu yüzden kendi başımın çaresine bakacaktım.

"Ah abla be, gönlüm kaymış bir yakışıklığa ama oda bana pas vermedi. Adama istek attım bir haftadır beni bekletiyor."

"Af buyur kız nerden istek attın?"

"Ay abla dedim ya instagramdan."

"Ay ayol ora nere ben anlamam. Direk git delikanlıya sevdiğini söyle. Ne öyle istekmiş abuk subuk programmış?"

Yalnız abla doğru söylüyordu. Ne öyle istek atmak, direk gidip söyleseydim ya. Söylesem ama onu nerede bulacaktım?

Üç gündür kaldığım nezarette çok tatlı bir ablaya tanışmış onla dertleşiyordum. Bir o anlatıyordu hayatını bir ben. Oda kocası yüzünden buralara düşmüş, adam hırsızlık yaparak kadının üstüne atmıştı. Sen patronunun kasasını patlat sonra evde parayla yakalanınca karım çaldı diye iftira at.

Zavallı kadın ben yapmadım desede polislere kendini inandıramamıştı. En son kasadaki parmak iziyle onunki uyuşumuyor mu diye test yaptılar. O sonuçları beklerken bende atanan avukatı bekliyordum. Elimizde birer sandviç hayatımızın dedikodusunu yapıyorduk.

"Ama abla görsen onun gözlerine baktığım an dilim lal olacağına daha çok konuşuyor aklımdakilerini birbir söylüyordu. Çocuğa neler demedim şu dilim yüzünden."

Hatice abla kahkaha atarak eliyle omzuma vurdu.

"Kız çok mu yakışıklıydı."

"Ah ah tam afeti devran. O gözler çekik çekik, hele o alnına düşen saçları beni benden aldı. Ama adam bana sert bakmaktan bir türlü vazgeçmedi."

"Kız dediğin gibi yakışıklıysa senin gibi çelimsiz kızı ne yapsın?"

Ablanın sözlerini işittikten sonra boğazıma duran ekmekle önce bir nefes alamadım. Elimde göğsüme vurup inmesi sağlarken bir yandan da ablaya bakıyordum.

Son anda ölmekten kurtulup gözlerimdeki yaşla karşımdaki kadına öfkeyle baktım.

"Ben bir kere çelimsiz değil prensesim prenses. Ay hem o kim ki beni beğenmeyecek, asıl ben onun gibi odun, onun gibi kaba, onun gibi Japon kılıklıyı beğenir miyim? Uyuz herif o bir kere, yüzüne baktıkça suratına suratına yumruk atasım geliyordu . Ama nasip olmadı."

Tam güzel cümlelerimle konuşmama devam edecektim ki, araya giren sesle dumura uğradım.

 

"Belki o yumruğu atmak bu defa nasip olur Dilruba."

Bu konuşan ses çok tanıdık geliyordu, hemde baya tanıdık. Birde o benim ismimi ne güzel söylemişti öyle. Gözlerimde uçuşan kelebeklerle başımı çevirip demir parmaklıklar ardındaki takım elbiseliye baktım. Baştan aşağı jilet gibi simsiyah bir takım elbise, elinde markalı bir iş çantası. Ve en son gözlerine baktığımda birer çekik gözle karşılaştım.

"Bir dakika bir dakika sen benim isteğimi niye kabul etmiyorsun?"

"Şimdi konumuz bu mu?"

Evet konumuz buydu. Çünkü çok önemli meseleydi.

 

 

Loading...
0%