@gulumse_gulumse
|
İnatçı tarafım tuttuğu zaman kimse bana bir şey yaptıramazdı. Ne kadar kırılırsam karşı tarafın burnundan o kadar fitil fitil getirirdim. Mesela Yağız oğlana yapacaklarım gibi. İnat etmiştim ne o arkadaşlık isteği geri çekilecek, nede flörtöz konuşulacaktı. Tamam arada gözlerim kayıyor olabilirdi ama ne yapayım merak ediyordum, bana bakıyor mu diye. Kim olsa etmez miydi? Şuanda da öyleydi, resmen karşıma oturmuş Dilruba bana baksın diye sabrımı zorluyordu. Birde kibar kibarda yemek yemez mi? Adamın çorba içmesi bile karizma olur muydu? Vallahi oluyordu. Bende elimdeki sandvici sanki elimden alacaklarmış gibi ağızıma tıka basa yiyordum. O kadar kibardım. Bu gerçeği kavradığım an lokmam boğazımda kaldı. Kibarlıkta bir yere kadardı değil mi? Olmayan kibarlık. Elimle göğsüme vurarak inmesini sağlamaya çalıştım ama öksürüğüme mani olamadım. Etrafımda su ararken gözlerimin önünde beliren şişeyle gözlerimi büyüttüm. Şişeden bakışlarımı çekerek uzatan kişiye baktım. Bir tane yardımsever oğlan yüzünde aptal gülümsemesiyle bana bakıyordu. Ortada gülünecek ne vardı? Daha fazla acı çekmemek için elindeki suyu alıp hemen içtim. Son bir defa öksürerek karşımdakine baktım sonrada arkada elinde şişeyle dikilen yakışıklıya. Demek bu çocuk gelmese o yetişecekti ama olmamıştı. Belkide içinde ki iyilik duygusu kabarmıştı. "Hanımefendi iyi misiniz?" Bakışlarımı zorla yakışıklıdan çekerek karşımda hala sırıtan kişiye baktım. "Hayırdır birader ortada gülünecek ne var? Az önce ölümden dönüyordum ama siz komik bir şey varmış gibi sırıtıyorsunuz. Tamam su vererek hayatımı kurtardınız ama sırıtacak bir şey yok." Çocuk ben konuştukça habire sırıtmaya devam etti. "Çok güzelsiniz ondan gülüyorum. İyi ki ölümden döndünüz yoksa sizle konuşacak fırsatı bulamazdım." "Af buyur!" "Af buyur!" Benim sesimden hariç biri daha konuşunca bir an duraksadım. O sözü kim etmişti? Başımı çevirmemle yakışıklıyı dibimde görmem bir oldu. "Sen burada ne arıyorsun? Az önce karşımdaydın?" "Bu dallama seni rahatsız mı ediyor?" Dallama derken tam kim diye soracakken bir kahkaha sesi duyuldu. Şaşkınlıkla gülümseyen çocuğa bakıp ne olduğunu anlamaya çalışıyordum. "Böyle güzel hanımefendiyi nasıl rahatsız etmem. Üstelik onun hayatını kurtardım, dallama bana hiç uymadı." "Hayatımı kurtardım derken alt tarafı bir su uzattın be, ne öyle kahramanımmış gibi böbürlenmeler." "Hiç alt tarafı su uzattı, havalara bak." Kulağımın dibinden gelen söylenmeyle mutlulukla tebessüm ettim. Yakışıklı beni mi koruyordu? "Bak bak hanımefendi güldü, gördünüz mü hiç rahatsız olma gibi durum yok." Kim ben mi ona gülmüştüm? Ortada acayip şeyler oluyordu ama ben hala durumu çözememiştim. Bir aç gözlülüğüm nelere sebep olmuştu. Yan tarafımda tövbe eden yakışıklının sesini duydukça karşımdakine konsantre olamıyordum. Dayanamayarak başımı çevirip ona baktım. Sandalyemin yanında diz çökmüş öylece duruyordu. Bende diyordum bizim boylarımız niye eşitledi. Meğersem diz çökmüş. Kokusu burnuma ulaştıkça içimde acayip şeyler olmaya başlamıştı. Kalbimde hiç atmadığı kadar hızlı atıyordu. Neden hep Yağız oğlanın yanında böyle şeyler oluyordu ? Daha önce bir sürü yakışıklı görmüştüm, aşık olmuştum ama hiç böyle olmamıştım. Sanki kötü bir hastalığa yakalanıyordum ve bu kalbim için hiç iyi değildi. Ama ortada bir sorun vardı. "Biz hangi ara bu kadar samimi olduk?" "Efendim!" Başını çevirerek bana baktı. Elimle ikimizi işaret edip göz kırptım. Bir gözlerime baktı, bir elime. "Bende bilmiyorum." Aldığım cevapla derin bir of çektim. Daha kendi ne yaptığını bilmiyordu benim anlamam tabiikide zordu. "Hanımefendi siz niye öyle samimisiniz?" "Ay bana hanımefendi deyip durma. Çok sinir oluyorum o söze." "Ama çok hoş hanımefendisiniz." Bu gülen adam bana yürüyor muydu? Aklıma gelen başka soruyla tekrar yan tarafıma dönüp yakışıklıya baktım. Oda tekrar bakınca gözlerimiz birbirimize dokundu. Allah'ım şuan da çok yakındık, eğer bayılmazsam konuşabilecektim. "Sende bana hanımefendi söylüyordun ya!" "Eee!" "O sırada bana yürüyormuydun?" Yağız oğlan gözlerime uzun süre bir baktı. Ne söylediğimi çözemedi sanırım. "Yürümek derken?" "Yuh sende abim gibi bilmiyor musun? Hani ben sana yürüyordum ya, böyle güzel laflar ediyordum. Aynı onun gibi." "Ama ben sana güzel laf etmedim." İlk defa doğru söylemişti. Çünkü bana güzel lafı hiç olmamıştı. "Ama hanımefendi dedin." "Ben Dilruba Hanım dedim." Benim hatlar yine karışmıştı sanırım. "Ne farkedecek canım sonuna efendi ekle oldu sana Dilruba Hanımefendi." Yağız oğlanı sonunda sinirlendirmiştim. Gözlerine yavaş yavaş öfkesi yerlerşiyordu. "Senin yine devreler yandı en iyisi konuşmayı keselim." Öylede oldu ayağa kalkıp gülen adamın yanına giderek kolundan tuttu. "Gel seninle şöyle gidelim yoksa burada hiç iyi şeyler olmayacak." "Ama hanımefendinin numarasını daha almadım." "Ben sana numara vereceğim gel şöyle!" Gözlerimin önünde gülen adamın kolundan tutarak yanımdan uzaklaştırdı. Oda zavallı hala numara diye söyleniyordu ama duyan kimdi? Beni öylece sorularla bırakıp ortadan kayboldular. Az önce ne yaşamıştım? Gülen çocuk bana su uzatmıştı sonrada yürümüştü. Bunda anlamayacak bir şey yoktu. Biraz aklında var gibiydi ama asıl sorun Yağız oğlanın yaptıklarıydı. En son benden uzak dur demiş bir güzel azarlamıştı. Değişen ne olmuştu ki? Böyle samimi davranmalar, kıskanmalar. Hem benim kısmetimide kapatmıştı. Belki o gülen çocukla olacaktım. Ne hakkı vardı hayatıma müdahale etmeye? Beş dakikada kendimi bir güzel doldurmuş gazımı almıştım. Oturduğum masadan nihayet kalkarak otobüse doğru yol adım. Bakışlarım etrafta onu ararken bir türlü göremiyordum. Tam umudu kesmiş yüzüm düşmüşken onu gördüm. Otobüse doğru gidiyordu, başını kaldırıp benim olduğum yöne doğru baktı. Bir süre durakladı sonra yoluna devam etti. Neydi bu şimdi? Hiç bir açıklama yapmadan gidecek miydi? Öfkeyle koşarak peşinde gittim, tam otobüse bineceği sıra kolundan tutup yakaladım. Ama nefes nefese de kalmıştım. Nefesimi kontrol altına alırken bana ters bakış atarak kolunu kurtarmaya çalıştı. "Hayırdır nereye gidiyorsun?" "Mola bitti farkındaysan." "Bana açıklama yapmadan bir yere gitmiyoruz." Aynı ters bakışlar devam ederken kolundan sürükleyerek otobüsün arkasına geçtik. "Dilruba derdin ne senin? Bak yolcular bekliyor. Senin çocukluğunla uğraşamam." Hala gözünde çocuktuk anlaşılan. "Bende sana soruyorum. Bu çocukla derdin ne?" "Benim bir derdim yok." Deyip yanımdan geçerken tekrar kolundan tutup sırtını hızla otobüse yasladım. Biraz sert olmuştu ama konuşmamız lazımdı. Bense tam karşısına geçerek kollarımı birbirine bağlayıp yüzüne baktım. "Kızım sen bu showlara iyi alıştın. Sesim çıkmıyor diye." Sözünü keserek araya girdim. "Ee sesin çıksa ne olur? Neyse konumuz bu değil. Seninle daha fazla muhatap olmak istemiyorum." İstemem yan cebime, muhatap olmak istemiyormuş. Ne guzel inandırdım kendimi ama. "Sen benim kısmetime nasıl karışırsın? Hangi hakla?" Yağız oğlan sözlerimden sonra tek kaşına kaldırarak oda beni sorguladı. "Gülen çocuğu diyorum. Biz onla konuşurken hangi hakla gelip müdahale edersin? Hem nereye götürdün onu?" "O dallama sana yürüyordu farkındamısın? Ben gelmezsem daha kim bilir ne yapardı?" Bu arada oda yürümeyi biliyormuş ama bir bana yürümüyormuş. "Sanane!" Evet güzel bir tersleme devam et Dilruba. Güzel tersleme olduki gözlerinden ateş fışkırıyordu. "Ne demek sanane? Kızım sen iyi misin? Hem ne kısmetinden bahsediyorsun? Ben müdahale etmesem numaranı verecek miydin?" Sağa ayağımı öne çıkartarak ritim tutmaya başladım. Çünkü bu konuşma çok güzel yerlere gidiyordu. "Sanane!" "Allah'ım sabır ver hala sanane diyor. Dilruba iyi misin sen? Zaten gün boyu hiç yüzüme bakmadın? Derdin ne senin?" Dilruba doğrumu duyuyordu. Yok yok yanlış duydum kesin. Bu arada ne güzel Dilruba diyordu öyle. Allah'ım galiba sana geliyorum. Ama önce kendime gelmem lazımdı. O kadar sözden sonra gel hiç birşey olmamış gibi davran. Yok canım ben almamayım. "Vay be Dilruba Hanımdan sonra sadece Dilruba olduk. Kulaklarım yanlış duyuyor sanırım. Hani bu çocukla uğraşmak istemiyordum bir daha karşıma çıkma dedin şimdi ne oldu? İki yüzüne bakmadık diye bana hesap mı soruyorsun? Ne oldu bu çocuktan hoşlandın mı? Bu çocuğu kıskandın mı? Hayırdır Yağız oğlan?" Güzelce sözlerimi sıralayıp adımlarımı ona doğru yaklaştırdım. Yaklaştıkça kokusu geliyor bende eriyordum. Ama çaktırmak yoktu. Tam dibine gelerek başını kaldırıp yüzüne baktım. "Dilruba!" "Evet benim!" "Ne yaptığının farkında mısın? Lütfen biraz uzaklaş." Yağız oğlanın sesimi titriyordu? Tabi ben uzaklaşmak yerine iki kolumla ablukaya alarak kaçmasına engel oldum. Kendi kalbiminde ölmesine. Tık tık diyordu. Yapma Dilruba diyordu ama maalesef dinleyen yoktu. "Yağız oğlan senin amacın ne? Benim kalbimi çalıp süründürmek mi? Tamam başta çalmış olabilirsin ama kendi ellerinle yıktın. Şimdi gelmiş bana değişik sözler söylüyorsun. Neyimsin sen?" "Avukatınım." "Ama şuanda avukatlık durum yok ve sen bindiğim otobüsün şoförüsün. O yüzden böyle davranman tuhaf değil mi?" Derin nefes alarak gözlerini benden kaçırdı. Sanırım oda heyecandan gidiciydi. "Çünkü sen küçük bir kız çocuğusun yardımcı olmak istedim." Şakamıydı bu cidden? Hala çocuk diyordu. Öfkem yükseldi yükseldi ve sonunda patladı. Ayağımla sol dizine tekme atmamla ne olduğunu anlamadı. Bir ahlama sesi duyuldu sonra eğilip diz kapağını tuttu. "Kızım ne yapıyorsun?" Bende eğilerek yüzüne bakıp güzelce sırıttım. "Bu küçük çocuk seninle oyun oynamak istedi ve oynadı. Umarım çok acımamıştır. Ve bu çocuğun son uyarısıydı. Eğer bir daha kısmetlerime engel olursan bu tekmem kafanda patlar bunu bil. Geçen sefer güzel yüzümü gördün, güzel iltifatlarımı dinledin bitti. Şimdi de diğer yüzümle karşılaştın, senin hakkettiğin gibi." Son sözümü söyleyip cevap vermesine fırsat vermeyerek yanından ayrıldım. Eğer daha fazla kalsaydım ağız burun dalacaktım. Öküz hala kız çocuğu diyordu. Onda mı sorun vardı bende mi bir türlü anlamıyordum. Yavaş yavaş gözlerimin dolduğunu hissettiğimde kendimi sıktım. Ağlamak yoktu. Şimdi babam burada olsaydı ona sarılır geçerdi. Ama yoktu, bu defa üzüntümü kendi kendime atlamam lazımdı. Hırsla otobüse binip yerime oturdum. Allah'tan yanımda kimse yoktu rahat rahat depresyona girebilirdim. Tabii onun varlığını unutursam. Yağız oğlanda otobüse binince yolculardan şikayet sesleri yükseldi. Ne sorumsuz şoför, zamanında gelmiyor. Biz geç kalsak neler yaparlar. Yağız oğlan benden darbe aldığı gibi yolculardan da alarak yerine geçti. Hüseyinde yolcuları saydı, arada bir bana bir Yağız oğlana baktı. Sanırım neler olduğunu çözmeye çalışıyordu. O çözerken arkadan sesi duyuldu. "Hüseyin bana çok sert kahve yap acil." Evet yine başlıyorduk, olan zavallı çocuğa oluyordu. Sinirle dikiz aynasına bakıp onu taklit ettim. "Hüseyin bana sert kahve." Sesimi duyduğu an bakışları beni buldu. Yine çatılmış kaşlar yine öfkeli gözler. Bende aynı onun gibi bakarak en son dilimi çıkartıp başımı çevirdim. Bir süre gözlerimi kapatarak kendimi uykuya verdim. Az bir yol kalmıştı dayanmam lazımdı. Ne kadar içimde burukluk olsada daha fazla onunla tartışmak istemiyordum. Uyuyarak zamanımı tüketmiş nihayet İstanbul'a gelmiştik. Hemen eşyalarımı toparlarayak otobüsün otogara girmesini bekledim. Bu ara Feride'ye mesaj atıp geldiğimi belirttim. Canım arkadaşım yine beni almaya gelmişti. Nihayet otobüs durunca üstümü başımı düzelttip diğer yolcuların inmesini bekledim. Bakışlarım arada dikiz aynasında öylece bekliyordum. Onunla biraz daha zaman geçirmek için değildi tabii. En son yolcu inene kadar bekledim. Oda şoför koltuğunda bekledi ve sonunda ikimiz kaldık. Ama yerimden kalkıp bir türlü hareket edemedim. Başım yerde birşey söylemesini bekledim. Bir süre sessizlik oldu. Sadece nefes alışverişlerimiz duyuluyordu. Sonunda pes ederek ayağa kalktım. Bu öküzün bir şey diyeceği yoktu. Çantamı omzuma takarak adımı attım. Yavaş adımlarla merdiveni indim. Son merdiveni incektim ki ayağım havada kaldı. "Takip isteğini kabul ettim." Bir söz, bir haber insanın elini ayağını birbirine katarmıydı? Benim katmıştı. Beklediğim haberi nihayet duymuş o heyecanla havada olan ayağım boşluğa düşerek kendimi yerde buluvermiştim. Bu sefer beni tutan yoktu, üstelik baya son basamaktan hop dışarıya fırlamış bir güzel kendimi yerde bulmuştum. Bu düşme sırasında benim çığlıklarım, Yağız oğlanın Dilruba diye bağırışı her şey birbirine girmişti. Geldiğim nokta ise ayağımı bir güzel burkmuş kafamı taşa vurmuştum. Bu taşın bana bir gün hainlik edeceğini biliyordum ve etmiştide. Zavallı ben yerde acı içinde kıvranarak bir elim başımda bir elim ayağımda sızlanıp duruyordum. Hatta ağlamaya bile başlamıştım. Ben kendi derdime yanarken yakışıklı çoktan yanıma gelmiş şok içinde bakıyordu. "Dilruba iyi misin?" Dilruba hiç iyi değildi. Dudaklarımı büzerek acı içinde kıvramdım. "Neden bu sefer tutmadın?" Yağız oğlan bana cevap vermek yerine yanımda diz çökerek başımdaki yaraya baktı. Saçlarımdan bir şey görünmüyordu ama eline kan bulaşmıştı. Kanı gördüğüm an birden cırladım. "Ooo kan mı?" "Şişt hiç bir şey yok tamam mı? Şimdi seni hastaneye götüreceğim." Hiç bir şey olmadığı buysa, olduğu halini düşünemiyordum. Ben ağlamaya devam ettikçe birden kendimi havada buldum. Yağız oğlan kaslı kollarıyla beni kucağına almıştı. O kaslı kollardaydım değil mi? Başıma neler gelmişti ben hala kas derdindeydim. Benim bu aşk dolu hallerim ne olacaktı bilmiyordum. İstemsizce başımı omzuna yasladım. Ağlamamı bu arada kesmiştim, çünkü çok güzel yerdeydim ama başım dönüyordu. "Yağız oğlan ben kendimi iyi hissetmiyorum." Yağız oğlan yüzünü yüzüme daha yaklaştırarak "Geçecek sen yeterki gözlerini kapama." Demesi kolaydı ama yapması çok zordu. Göz kapaklarım istemsizce kapanırken o halde bile başka şey mırıldanıyordum. "Yakışıklı isteğimi kabul ettin değil mi? Ben rüya görmedim." "Ah Dilruba canın yanıyor ama hala neyin derdindesin. Ettim güzelim ettim." En son kendimi uykuya verirken birşeyler duymuştum. Yağız oğlan sanki güzelim demişti yada ben başka sesler duyuyordum. |
0% |