Yeni Üyelik
4.
Bölüm

Syndril

@gunes_ay21

 

Tenime çarpan esinti poyraz rüzgarı gibi esiyordu. Soğuk tenime hücüm ederken hala daha yerimden kıpırdayabilecek gücü kendimde bulamıyorum. Sanki ellerim ve ayak parmakalarım buz tutmuş gibiydi.

Ben nerdeyim? Gözlerimi açmaya korkar olmuştum. Gözümü her açtığım da bir kaos vardı. Ruhlar yeterince sorunken bir de devletten kaçmak bizi tüketmişti. Ellerimi oynatacak gücü kendimde bulmakta zorlanıyordum.

Sıcak yaz mevsiminden nasıl olur da başka bir mevsime geçeriz? İstanbul da böyle soğuk olur muymuş ki?

Bu seferde tenime başka bir şey deydi. Bir damla. Yağmur mu yağıyordu?

Gözlerimi güçlükle açtığım da yutkunumuşum canımı yaktı.

Biz daha haziran ayındaydık. Nasıl oldu da sonbahar mevsimine geçtik? Ben aylardır baygın mıydım?

En son Deniz de boğulduğumuzu hatırlıyorum.

Cennet miydi bura?

Ama Cennet'te yağmur yapar mı? Peki ya cehennem bu kadar güzel olur mu?

Tanrım sen bize yardım et lütfen. Ne olduğunu anlayamıyorum.

Etrafıma bakmakta zorlandım. Her tarafım tutulmuş gibiydi.

O an da fark ettiklerim hiç hayra alamet değildi.

Diğerleri yoktu...

" D-deniz! Umay! K-kayra nerdesiniz." Sesim bile titriyordu.

Onlara bir şey olmuş olamaz dimi? Lütfen olmasın! Olmasın!

Ya öldülerse? Onları oraya sürüklememeliydim!

" Hayır yaşıyorlar sadece bu tıhaf yerde onları bulmamız gerekiyor Yazgı. Onları bulup hangi ülkede olduğumuzu öğrenmeliyiz. "

Sakin kalmak en iyi yaptığım şeydi. Tek bir konu hariç siper konularda oldukça soğukkanlıyım.

Ruhlar yine buradaydı. Hepsi yine burada çok yakınımdaydı.

" Allahım ben hangi günahın kefaretiyim? "

Ruhlarla yaşamak o kadar bezdirici ki. Artık ben bile hasta olduğuma inanıyorum.

Gerçi ben her inanmaya başladığım da bir ses bana, " Sen hasta değilsin. "

Diyerek beni inanamak istediğim gerçeklere inandırıyor.

Sorun da bu ya ben inanmak istediklerime kolay inanırım.

O yüreğimden gelen sesin doğru olmasını her şeyden çok istiyorum.

Ben hasta değilim. Ben katil hiç değilim!

" Nereye doğru gıdıcez Yazgı? "

Sanki ruhlar bu isteğimi bşr emir olarak algılamışcasına hareket ettiler ve bana bir patika oluşturduklarını gördüm.

" Sizden ölesiye nefret ediyorum ama sekize yaşindaki Yazgı ölmeyi dilese bile o anda bile içten içe yaşamak istiyordu. Ben de yaşamak için size inanıcam. Sonuçta Denize düşen yılana sarılır. "

Ruhlardan ses çıkmadı. Hala daha titriyordum. Zorla adımlar atmaya başladıkça attığım her adım bana azap oluyordu.

Çıplak ayaklarımda çamurlu yollardan geçmek taşlara basmak o kadar canımı yakıyordu ki. Bir de buna yağmur damlalarının üzerime çarpması eklenince canım daha da yanıyordu. Birkaç adım atmadan dinlenme isteği istiyorum.

Hala bitkin gibiyim. Neden ben o günden beri bu kadar halsizim?

Kafamın içinde onlarca soru ile başbaşa kalmak ne kadar da can sokıcıt bir durum.

Peki biz bu ülke veya kıtaya nasıl geldik?

Avrupada mıyız? Yoksa asya mı? Amerika kıtası olmasın? Ya Afrikaysa?

Tamam Afrika da olamayız burada yağmurun ne işi var? Asya da olabiliriz. Avrupa da olma ihitmalimiz de düşük.

Amerika da olamayız gibi. Asya da ne işimiz var bizim?

" Sabır ya sabır! "

Ruhların oluşturduğu patika da yürümeye başlayalı beya olmuş olamlı. Uyandığım da güneş tepedeydi şimdi ise güneş batmış gece olmak üzereydi.

Ama bir ışık görmek sönen umutlarımı tekrar canlandırmaya yetmişti. Canımın yanmasını umursamadan koşmaya başladım. Toprak yokuşu çıktıktan sonra iki dağın arasında kalan küçük yerleşim yeri kalbimi hızlandırdı.

Aşağ inmek için yol araken bir patika gördüm. Oraya gidip indiğim de yaşadığım mutluluk tarif edilemezdi.

Umay, Kayra ve Deniz'i bulabilecektim.

Kasabanın içine girdiğim de etraf nele saçıyordu sanki. O kadar çok parlaktı ki sanki karanlığı yarıp geçebilirdi. Etraf kalabalıktı. Bir çok insan vardı.

Sokağı, sokak lambaları değil de kandiller aydınlatıyordu bu şaşırmamaw sebep oldu. Gelişmeyen bir köy müydü bura?

İnsanları biraz daha inceledikten sonra giydikleri kıyafet dikkatimi çekti.

Bunlar resmen orta çağ kıyafetiydi. Geleneksel bir köy müydü burası? Acaba gelenkelerine çok mu bağlılar?

Birine nerede olduğumu sorsam mı?

Ama dilimi anlamlar mı ki?

Nefes alıp önüme ilk çıkan kişiye, " Şey merhaba. "

Adam bana bakınca gözlerinde gördüğüm gariplik benim biraz ürküttü. Tımarhaneden olduğumu anladılar mı?

" Dilenciye verecek param yok. "

Dilenci mı? Ben mı?

Ardından başka birine merhaba dediğim de aldığım cevap hep aynı oldu. Dilenci!

Ben dilenci değilim ki!?

" Ben dilenci değilim... "

Biri omzuma dokununca yerimden sıçradım.

" Sakin ol. Benden korkmana gerek yok. "

Karşımda kırklarının sonunda birini gördüm. Kırklarının sonunda olduğuna eminim ama oldukça da genç görünüyor.

Griye çalan saçları hafif kavruk tenine çok güzel uymuştu. Giydiği kıyafet ise bana bir belgesel de izlediğim şamanları anımsatmıştı. Onlar gibi renkli ve cıvıl cıvıl giyinmişti.

" Şey acaba bana yardım edebilir misiniz? "

Kadın gülümseyip başını salladı."Elimden geleni yaparım" Gülümseyip ona, " Arkadaşlarımla kaybolduk bu yerde sonra da birbirimizi kaybettik. Polis karargahını tarif ederseniz gidebilirim. "

Kadın bana sanki canavar görmüş gibi baktı. " Polise nedir? "

Ne? Polisin kim olduğunu bilmiyorlar mı? " Suçluları yakalayan kişiler işte. "

Kadın sanki neyi anlattığımı anlamış gibi, " Polis molis bilmem ben. Burada suçluları yakalayan kişiler muhafızlardır. "

Muhafız mı? Ne?

" Biz nerdeyiz? "

" Eski Darbia ırkının sınırında bir köydesin. "

Orası nerede?!

" Hangi kıta da acaba? "

Kadın aval aval bana baktı. Darbia diye bir ülke var mıydı ki?

" Syndril kıtası. "

Öyle bir kıta var mıydı?

Neler oluyor böyle?

" Şey hangi yoldayız."

" Sen iyi misin? Hangi yolda olduğumuzu nasıl bilmezsin. "

Benim bildiğim bizim 2024 yılında olduğumuzdu. Ama burası pek de öyle gözükmüyor! Orta Çağ kıyafetleri giyiyorlar!

" 3450 yılındayız. "

Gözlerime fal taşı gibi açıldı. 3000 kaç????

" Cidden mi? "

" Evet. Neye bu kadar şaşırdın anlamadım. Söyle bakalım nereye gidiyorsun? "

3450 yılındayız ve insanlar hala daha orta Çağ kıyafetleri ile mi dolaşıyor? Yuh ebesini.

" Muhafızların yanına gitmem gerek nerde bulurum? "

Neler olduğunu anlayana kadar ayak uydurmak zorundayım. 3450 yok daha neler.

" Yarın sana at arabası çağırırım. Ne olduğunu biliyorsun dimi? "

Kadın resmen benimle alay ediyordu. Bu sinirimi bozsa da anlamamış gibi yaptım. " Evet biliyorum ama yanımda param yok."

Yanım da zerre kadar para yoktu. " Sen iyi misin? Para ne? Altının mı yok? "

Burada bir de altın mı geçiyordu? İşte o hiç yok!

Başımı olumsuz anlamda salladım.

Kadın baştan aşağı beni izledi ve, " Eğer falınae bakmana izin verirsen. Yol ücretini ben öderim."

Kabul edebileceğim bir teklifti.

" Peki. "

" O halde benimle dükkanı gidelim. " Başımı salladım. Kadımı takip ettiğim de çok da uzakta olmayan bir dükkanı girdik.

Dükkanı incelemeye başladığım da koyduğum tanı şuydu.

Burası çok ürkünç ama bir o kadar da güzeldi. Sanki bir ağaç kabuğunun içinde birçok çeşit renkli sıvıe vardı. Sanırım bunlar şey... Cadıların yaptığı ikisirlerden.

" Ellerini sok bakalım."

Önüme içinde pembe sıvı olan bir kazan koydu. Ellerimi içine batırdığım da kırmızıe ve siyah renkli dumanlar çıktı.

Ben ne olduğunu anlayamadan. Kadın korku ile geri çekildi ve arkasında birkaç şişe kırdı.

" Bu imkansız... "

Ne imkansız? Ne görmüştü. " Bin yıl sonra... "

Ne olmuştu böyle?

" Kötü bir şey mi? "

" İşe yaramış. Prens başarmış. "

Neler oluyor böyle? Hızla ellerimi geri çektim.

" Ben altınımı alıp gitmek istiyorum." Korkmaya başlamıştım. Kadın tuhaf tuhaf şeyler mırıldanmasıe hiç iyi değildi.

Kadın korkumu farketmiş olacak ki, " Tanımadın mı beni? "

Onu ilk defa görüyorken nasıl tanıyabilirim. " Hayır. Sizi ilk bugüne gördüm. "

" Adım Tomris. Şaman ırkından son soyuyum."

Tamam da bu beni ne ilgilendirir?

" Peki Bayan Tomris ben artıke gidebilir miyim? "

Kadın bana gülümsedi, " Şuan da araba bulamazsın Yazgı. Yarın sabah gitmen en iyisi Orman da yem olmanı istemem."

Tamam beni korkutmayı başarmıştı.

Ama o anda daha da korkunç bir şeyi dank ettim. " Adımı size söylemedim. "

Kadın bundan normal bir şey yokmuş gibi. " Sen söylemesen bile ruhlar adını haykırıyor. "

İşte şimdi bu konuşma ilgimi çekti. " Ruhlar hakkında ne biliyorsunuz? "

" Senin bildiklerinden dah az. "

Ben hiçbirşey bilmiyorum ki?

" Ruhlar karışıktır Yazgı. Anlamak yıllarını alabilir. Şimdi temizlenmen en iyisi ve şu paçavralardan kurtul! "

Biz hangi ara bu kadar samimi olduk? Kadın sanki kırk yıllık arkadaşı gibiymişim gibi konuşuyor.

" Nerde temizlenebilirim. Sabununuz var dimi? "

Başını salladı Bana kalıp sabunlarını uzatıp banyonun yerini gösterdi.

" Kazandaki suyu hazırlıyım sana. "

Kadıne kazandaki suyu bir fıçıya koydu ve soğuk su ile ılıttı.

" Sen temizlen sana kıyafet getiriyim. " Sabunla vücudumu temizledim. Ardından da kafamı temizledim.

***

Hazırlamıp havluya sarıldım. " Şey ben hazırım. "

Kadın kıyafetleri uzattı. Gördüklerim şaşırmıştı beni. Bunları mı giyicektim.

" Önce şu gömleği giy ardında da eteği diğeriniz giyerken yardım ederim. "

Beyaz gömleği ve zümrüt yeşili eteği aldım. İç çamaşırlarmı giyip elime gömleği aldım. Gömlek hemen hemen bana oldu. Gömleğin dekoltesi biraz derindi. Yakaları geniş sayılırdı. Altıma da eteği giyip içeri geçtim." Şimdi şunu takalım. "

Siyah deri gibi duran korse uzattı bana. Onu belime geçirip önde zikzak düğümler attı. Biraz sıkıyordu bu.

" Nefes almak zor. "

" Alışırsın. Şu çizmeler de senin. " Koyu kahve uzun çizmeler verdi.

" Teşekür ederim. Size minnettarım."

Kadın tebessüm etti. " Buraya en yakın muhafızlar akademi de vardır."

" At arabası oraya götürür mü beni?”

Kadın başını salladı. Ardından da önüme rulo kağıt koydu açtığında üzerinde bir harita vardı.

"Şuanda bu küçük yerdesin. Akademinin olduğu bölge kıtada barışın olduğu tek yerdir. O yüzden orası güvenli topraklar olarak bilinir.

Orada sadece bu dört Krallık'tan syndrilları bulamazsın. Bu kıta dışında birçok krallığın seçilmiş kişileri de vardır. Geniş ve kalabalık sayılır.

Çoğunlukla soylular vardır. O yüzden krallığım güvenliği en hat safhadadır. "

Başımı salladım. " Yazgı o akademiye girmen gerek. "

Kaşlarımı çattım? Neyden bahsediyordu bu?

" Okula gitmen gerek! "

" Hayır! Tek istediğim arkadaşlarımı bulup bu yerden gitmek! "

Bu tuhaf yer hiç tekin değildi. " Bura ile ilgili hiçbir şey hissetmedin mi? "

Neden böyle bir soru soruyor ki? Kabul burası ilginç şekilde çok huzur vericiydi. Sanki bir bütünmüşüm gibi hissettiryordu.

" Bunun ne alakası var? "

" Daha değil. Öğrenmen için zamana ihtiyacın var şimdi biraz uyu. Yarın erken çılarsan akşam üstü anca varırsın. "

Aklımdaki soruları eş geçip bana gösterdiği yatağa uzandım üzerimdeki kıyafetlerle uyumak bok gibi olsa da uyumam gerektiğini hissediyordum.

Gözlerim yatağa girer girmez kapanmaya başlamıştı gözlerim. Yorgunluk bedenimi ele geçirmişti

Tüm günün yorgunluğu üzerimdeymiş gibiydi.

***

Zihnimde yankılanan tuhaf ses. Rüyalarımda bile beni esir almıştı. Sesi duymak artık beni o kadar da korkutmuyordu.

Buraya geldiğimden beri yani sadece bir günde sanki varlığımın ait olduğu yer burasıymış gibi hissediyorum. Ruhları sadece bir kez görmüştüm. Onun dışında tüm gün rahat bir zamandı. Tabi yağmurun altında durmadan koşmamı saymassak.

Kendine şaman diyen bir kadının evinde onun o anlamsız saçmalıklarını dinlemiştim. Dediği çoğu şeyi anlamasam da ayak uydurmam gerekti.

" Beni unuttuğuna inanamıyorum. Buraya gelince hatırlamalıydın... "

Rüya olduğunu biliyordum. İnsan rüya da olduğunu bile bilirdi.

Ama birini unutacak biri değilimdir.

" Eğer unuttuysam bir sebebi vardır."

Bundan eminim. Kolay kolay tanıdığım birini unutmam. Unuttuysam da unutmam gerekmiştir.

Sesin sessizliği beni uykumdan uyandırmayae yetmişti. Bir gelip bir kaybolması sinir etmeye başlamıştı. Ona aklımdaki soruları sormak istiyorum.

" Uyan lütfen! " Şaman denen kadının dürtüsü ile gözlerim açıldı.

" Günaydın. "

Kadın başını kahvaltı sofrasına işaret etti. " Arabayı çağırdım yarım saate gelir. Karnını doyur bakalım. "

Yataktan kalkıp tastaki su ile yüzümü yıkadım.

Ardından masaya oturdum. Biraz değişik yemekler vardı. " Bunlar dünyanızda yok mu? "

Kadın benimle hakkımda neden bu kadar çok şey bilmek zorundaydı?

" Sadece bir duman ile bunları bilemezsiniz. Beni nereden tanıyorsunuz? "

Kadın'nın gülümsemesi büyüdü. " Büyü gücünü hafife alma küçük kız. Burası sizin oraya benzemez. Büyü yapamıyorsan bir hiçsin demektir. "

Burası neresi de böyle ve neden bu kadar karışık?

" Şu altın kesesi senindir. Çok ihtiyacın olucak akademi de. "

Daha ona gitmicem demeden ay arabası sesi geldi. " Gelmiş olmalı. " İkimiz de ayağa kalktık ve kapıdan çıkınca gördüğüm şey benim bir kere daha bozguna uğrattı. 3450 yılındalar ama bildiğin orta Çağ zamanı!

" O halde elveda size Bayan Tomris. Bir daha görüşebileceğimizi hiç sanmam. "

Şimdi elini mi öpeyim yoksa serenad mı yapayım?

" Sana küçük bir hediyem var. "

Bu kadıne bana nedene bu kadar iyi? Benim bilmediğim ne var böyle?

" Bana neden bu kadar yardım ediyorsunuz? Daha yeni tanıştığınız birini evinize aldınız. Altın kesesi verdiniz ve de şuan ona bir hediye mi veriyorsunuz? Neden? "

Kadın bana aynı sabır ifade ile baktı.

" Zamanla anlicaksınız."

Ardından bana bir kutu uzattı.

" Sizi daha beklicek miyim? Binin artık. " Adamın azarı yüzünden kadına hoşçakal diyip arabaya bindim. Elimdeki kutuyu açtığımda inde bir kolye vardı. Küre şeklinde çokgenlerin olduğu her bir bölge de sayıların yazılı olduğu bir kolyeydi?

Neydi şimdi bu?

Ama hayatımda dışarıdan birinin bana verdiği ilk hediyeydi. Biraz değişik duruyordu ama yine de güzeldi. Oplit taşına benziyordu. Kolyeyi kutudan çıkarıp boynuma taktım.

Yakışmıştı. Ardından ise saatlerce sürecek olan yolculuğumun sona ermesini beklemeye başladım.

🎃🎃🎃

Gözlerimi açtığım da ikindi vaktini geçtiğini fark ettim. Güneş batmaya başlamıştı. " Ne kadar daha yolumuz kaldı? "

" Sadece beş dakikalık bir mesafe ardından ise sizin yürümeniz gerek."

Pencereden dışarı baktığım da uzun koyu yapraklı ağaçların olduğu ormana yaklaşmıştık.

Sanırım bu korkunç orman boyunca yürümemiz gerek... Peki iyi güzel!

Kayra, Deniz ve Umay'dan daha önemli değil ki bu korkunç orman. Muhafızlardan yardım isticem ve kızları bulucam. Sonra ise ne yapacağımıza karar vericez.

Peki ya kızlar burada değilse? Yok canım buradırlar! Neden olmasınlar ki?

" Geldik hanımefendi. "

Arabadan indiğimde adam daha fazla beklemeden gitti. Bayan Tomris ücretle ödemiş demek ki.

Uzun boylu ağaçlar en az on beş metre gibiydi. Koyu yaprakları ve geniş dalları vardı. Bu uzunlukta ve bu genişlikteki ağaçlardan ormana güneş girmez ki?

İyice panik yapmaya başlamıştım. Derin nefes al ve ver...

Gözlerimi kapatıp ilk adımı attığım anda hissetiğim tarif edemeyeceğim bir şeydi. Sanki görünmez bir şeyin içine girmiştim... Sanki bir bariyer gibiydi...

Gözlerimi korkarak açtığım da görmeyi beklemediğim bir görüntü ile karşılaştım.

Kocaman bir şatoyu andırıyordu. Bildiğin masallardan fırlamış gibi bir görüntüsü vardı.

Kocaman bir bahçesi bşr süs havuzu. Sarayın kendisi bile kocamandı. Oha!

O sırada duyduğum ses ile irkildim

" Yazgı!! " Bu ses Deniz'indi. Arkamı döndüğüm de üçü de oradaydı!

Hızla koşup yanlarına gittim.

Deniz hariç ikisine de sımsıkı sarıldım.

" Öldünüz sandım! "

Gözlerim yaşarmaya başlamıştı bile! Onlara bir şey olucak diye çok korktum. " Aptal siz ölmeden ölmem ben! "Kayra'nın bağlı olduğu tek kişi biz üçümüzdük. Bizim haricimizdeki çoğu kişiden ölesiye nefret ederdi. " Salak madem uçurumdan atlicaktın bari anı haber vermeseydin! Az daha sana yetişemicektik. " Karşımdakinin Umay olduğuna o kadar çok sevindim ki. Karşımdaki İmge olsaydı sıçmıştım. İmge, Umay'ın diğer kişiliğinin adıydı. Umay ne kadar nazik, kibar sevecense, İmge de bir o kadar gaddar acımasız ve bencildi.

" Asıl sorular gelebilir miyiz artık? " Deniz'in arkada kalan bakışlarına baktığımda gözlerinde gördüğüm acı bana bir ömür yeter gibi geldi. Bize sarılmayı çok istiyordu. Bize sarılamamak ona acı ve keder veriyordu. Deniyordu biliyorum. Gece bize dokunmak için çabalıyordu. Ama en küçük temasta bile panik yapıyordu.

" Deniz haklı. Biz nerdeyiz?! Bu lanet yer de neresi? "

" Syndril diye bir kıtaymış. " diye bildiğiöi söyledim. " Öyle bir kıta yok ki? Hem sen bunu nereden biliyorsun?! "

Tomris ile olan herşeyi onlara anlattığım da en az benim kadar beter haldeydiler.

" Yani biz başka bir diyardayız öyle mi? Burası da dünya ama bizim dünyamız değil? Burada büyü var. 3450 yılında olmamıza rağmen hala Orta Çağ zamanımdan kalam yaşıyorlar? Bu da yetmezmiş gibi nasıl geri dökeceğimizi bilmiyoruz?!"

" Evet hepsi böyle. "

Kayra'nın yüzü seyirmeye başlamıştı. " Söyleyin bana ben şimdi nasıl sinirlernmiyim? "

Umay tatlı tatlı, " Nefes egzersizi yaparak mesela? Bunu bir dene derim Kayra işe yarar. "

Alttan alttan laf çarpması çok iyiydi. Umay'ın.

" Siz nasıl geldiniz buraya? "

Kayra, " Ben uyandığım yerde bir miktar para ve not buldum. Akademiye git yazıyordu. O sırada yanıma bir at arabası geldi. "

Deniz ve Umay da aynı anda onayladılar. " Bizimki de öyle. "

Peki neden bende not ve para yoktu?

Çalındılar mı acaba?

" Ne yapıcaz şimdi? Girecek miyiz? "

Başka çaremiz olduğunu sanmıyorum. Dördümüzün de buraya gelmesi için bir sebebi olmalı.

" Girelim... "

Diğerlerinden karşı çıkan bir fikir çıkmayınca demir kapıya doğru yöneldim.

Kapıyı tıkladığım da kendiliğinden açılmasını hiçbirimiz beklemiyorduk.

İlk adımı ben attım. Ardından da Deniz, Umay ve Kayra girdi içeri. Hepimiz girince kapı tekrardan kapandı.

Ürkerek attığım adımlarla ana binaya doğru yürüdüm.

Binanın önünde kocaman bir süs havuzu vardı.

Binaya girdiğimiz de burası öğrenci kaynıyordu.

Ne kadar da çok insan var.

" Öğrenci Kayıt buraya! "

Bağıran kişinin yanına doğru yöneldik. " Giriş belgelerini alabilir miyim? "

Dördümüz de birbirimize baktık. Öyle bir belgemize yoktu.

" Giriş belgemiz yok. "

Kız kaşlarını kaldırıp dördümüze de baktı. " Giriş belgeniz yoksa nasıl girdiniz? Buraya girememeniz gerekirdi? Bekleyin bir dakika müdüre Hanımı çağırayım. "

Kızın dediğine uymak zorunda kaldık.

" Çekilimn be! Daha fazla beklemek istemiyoruz! " Aslında adam haklıydı. Diğerleri bekletmeye hakkımız yoktu ama üslûbu haklılığını örtbas edıyordu.

" Bekle be! Birkaç dakikada o koca götün büyümez! "

Karya'nın söylediklerini beklemiyor olucak ki affalladı.

" Kızım sen kendine dikkat etsene! Çekilin şuradan! "

Adam sarışındı hemen hemen bizim yaşlarımız da gözüküyordu. Koyu kahve gözleri sinirden dört dönüyordu.

Açıkçası yakışıklıydı. Yüz hatları, vücudu ona o kadar iyi durmuştu ki.

Üzerine giydiği kıyafete bakarsak bir soyluydu. " Kayra uzatmayalım. "

Kayra, Umay'a öfkeyle baktı. " Karışma bana! Ona dersiniz vereyim önce sonra uzatmam. "

İnatçı işte! Adam soylu başımıza bela almayalım. Hem kavga çıkarsa tek kalırdı. İmge kavga ederdi ama Umay edemez, Deniz desene kimseye eldiven olmadan dokunamaz. Beni hiç saymayın ben başkasına omuz bile atamıyorum.

" Bak kadın! "

" Bayan değil kadın! "

Adam başka bir şey demedi ki!

" Çattık iyi mi?! Bak Kadın zaten bugün aradığımı bulamadım. Tüm sinirimi senden çıkarırım. Akademiye giremeden atılırsın. Şimdi çık şu sıradane da kayıt olayım! "

Peki adamın bu sakin açıklamasına karşın Kayra naptı? " Çıkmıyorum var mı başka bir şey? "

Adamın öfkeli bakışları olmasa gülebilirdim ama dikkat çekmeye de pek bir niyetim yok.

" Sen bela mısın? Çıksana lan önümden! "

" Bir de vur tam olsun! Çıkmıyorum benim sıram değil mi? İşim bitince çıkarım! "

Adamın öfkesi fark edilemicek gibi değildi fakat o anda ne gördüm. Adamın tepesinde kırmızıe bir ruh vardı... Kırmızı ruh ilk kez görüyorum...

Adam birkaç adımla Kayra'nın önüne geldiğinde, arkadan bir sesle tüm okul o tarafa döndü.

" Bir kadına vurucam deme istersen Faris? Kendine denk birini seçmelisin!"

Kapıdan giren kişi de en az Faris denen adam kadar iyi bir tipe sahipti. Koyu kahve saçları ve aynı renk gözleri, kusursuz yüz hatları ile birleşince ortaya bu adam çıkmış gibiydi. Vücudunun da Faris'den aşağ kalır yanı yoktu.

Faris de adama baktığında şaşırmıştı. " Kuin kralı sevgili oğlunu nasıl gönderdi yine Akademi'ye? Hayretler içimdeyim doğrusu! "

Kuin... Dünkü haritadan tanıdık geliyodu...

" Kendi ile denk olarak kendini kastetmiyorsundur umarım Arden."

Yine kapıdan bir adam girmişti ama bu adam ikisi gibi prens kıyafetleri giymek yerine savaşçı kıyafetleri giymişti. Açık kumral saçları, ela'ya çalan gözleri ona ayrı bir hava katıyordu.

" Bir sen eksiktin... Bir tek o kaldı. "

Üçü de aynı anda sessizleşince ne olduğunu anlamadım.

" Üç büyük prensi görmek ne kadar da iyi ama kadınlara öncelik vermeniz gerek. "

Giren kadın buradakilerden bambaşka bir auroya sahipti. Herşeyi ile otoritesini çok iyi hissettiriyordu. Koyu kahve saçlarının arasında birkaö tutamında renkli örgüler ve bazı cisimler takılıydı. Giydiği kıyafet dudak uçuklatıyordu.

Diğeri düz elbiseler giyerken bu kadın beya iddialı giyinmişti.

" Burada ne haltıma geldin? Elçim? "

Kadını istemiyor gibiydiler. " Sizin amacınız nedense o yüzden... Lütfen yıllar önce olmuş bir şey için hala daha suçluyor musunuz beni? Kırılırım bak. "

Ne olmuştu ki? Üçünün tek ortak noktası şu gibiydi. Bu kadından nefret etmeleri ve her an öldürecek gibi bakmaları.

" Ölmeleri senin suçun! Onu o lanetle tanıştıran sensin! "

Tamam işler iyice kızışıyordu.

"Eğer akademi de kan dökerseniz hepiniz geldiğiniz yere geri gidersiniz! "

Bu sefer başka bir kadın içeri girdi. Oda oldukça otoriterdi. Diğer kadın gibi genç değil daha yaşlıydı. En az elli altmış yaşında gösteriyordu.

" Sizin bitmek bilmeyen kavganızdan daha önemli işlerim var. Buradaki dört kaçağın icabına bakmam lazım."

Ve sanırım bu dört kaçak biziz.

" Giriş belgelerimizin olmaması bizi kaçak yapmaz... " Umay haklıydı. Kaçak olsak da bilmelerine gerek yoktu.

" Bunlar tümden mi aptal? Giriş belgeniz yoksa zorla girmişsinizdir ve bu da büyük suç. "

Zorlar girmedik. Kapı kendiliğinden açılmıştı.

" Ş-şey... Biz... " En son giren erkekti. Savaşçı olduğunuw düşünürsek bu kaba üslûbu normaldi.

" Sen şu tavrını düzelt! "

" Başladı yine. " Adama daha ilk dakikadan bıkmıştı.

" Bir kadından mı çekiniyorsun? " Arden denen adam, Faris denen adama demişti.

" Çekindiğim kadın yanımda değil. "

Sevgilisinden mi bahsediyordu.

" Bizimkiler neydi lan p.şt at nalı mı?"

Faris, ters ters Arden'e baktı. " Saygı demedin. Saygı da kusur etmekten çekineceğim kadınlar şuan aramızda değil. "

Neyse ki kadınlara değer veriyor gibiydiler.

" Kafam allak bullak oldu. "

O sırada müdüre hanım olduğunu düşündüğüm kadın, " Nasıl girdiniz buraya? Hangi büyüyü kullandınız? "

" Büyü kullanmadık. Kapının önüne geldik ve açıldı. Hepsi bu kadar. " Deniz olayı kısaca özetlemişti.

" Peki hangi kavimdensiniz? "

Kavim mi? Bir bir kavimden değildik ki?

" Bilmiyoruz. "

Hepsi salağa bakar gibi bakmıştı. " En azından yanınızda zarfınız olsun!"

" Bende var. " Cebimdeki zarfı uzatıp ona verdiğim de bu şaşkınlığı gözlerinden okunuyordu.

" Bu Tomris'in mührü? "

Bu sefer herkes bana odaklandı.

" Bir şaman he? "

Başka bir kadın, " Şamanlara güven olmiyacağını herkes bilir. "

Güvenilir gibi duruyordu. " Tamam kayıtlarını yapın. "

Harika mı desem lanet mi okusam bilemedim. " Giriş ücreti lütfen. " Bu sefer Umay, Deniz ve Kayra tedirgindi. Cebimden kese çıkarıp. " Ne kadar vermeliyim? Dördümüz içn? "

" Dört altın. " Oradan dört altın öıkarıpt uzattım.

Artık bilmediğimiz bir akademinin öğrencisiydik. Ne kadar da şamslıyız.

" İşiniz bittiyse çıkın artık! "

Kayra tam tekrar cevap verecekti ki. Onu sürükledim.

Diğerlerinin kayıt işlemlerinin dolmasını bekledik.

Ardından girişte kaydımızı yapan kadın yanımıza geldi ve bize anahtar verdi. " Odalarınızın anahtarı. Odalar iki kişilik olduğu için iki iki bölüneceksiniz. Eşyalarınız odanızda. "

Bizim eşyamız yok ki? Anahtara baktığım da ucunda yeşil taş vardı. Kzılarınkine baktığım da Deniz ile benim ki aynıydı. Kayra ile de Umay'ın ki aynıydı.

" Sevgili öğrenciler şuan odalarınıza geçebilirsiniz. Akşam yemeği saatinde herkes yemekhanede olsun. "

Başımızı salladık ve odamızın olduğu katı öğrenip Deniz ile birlikte çıktık.

Akademi

 

 

 

 

Loading...
0%