Yeni Üyelik
2.
Bölüm

Kaçış

@gunessu

Broşürdeki adresi bir kâğıda yazdıktan sonra cebime koydum. Dolabımın içindeki valizi çıkarmak için dolabıma yöneldim. Valizimi çıkardıktan sonra dolabımdan kalın kazaklarımı ve kalın pantolonlarımı çıkarttım. İç çamaşırlarımın hepsini valize gelişi güzel attım. Kazaklarımı, pantolonlarımı, atkılarımı, üç tane botumu, şapkalarımı ve beni sıcak tutacak giysileri tıkıştırdıktan sonra mutfağa yöneldim. Buzdolabından birkaç kavanoz eksa aldım. Buzdolabının üstünde duran krakerlerden üç paket alıp çantama attım. Mutfak kavanozuna elimi daldırarak biraz para çıkardım ve cüzdanıma attım. Artık dışarısı için hazırdım. Kapıya doğru yönelmiştim ki kapı birden sesli bir şekilde açıldı. Başımı kaldırdığımda karşımda Tesela vardı.

‘’Çantayı da almışsın. Nereye böyle?’’

‘’Babam birkaç bir şey istedi onları götüreceğim.’’

‘’Sen babamın isteklerini yapmazsın ki. Neler oluyor Parasi?’’

‘’Tamam. Dışarıda kalan birkaç savaş karşıtına bir şeyler hazırladım.’’ Ablam umarım çantama bakmaz diye düşündüm ama sonra çantamın içinde şüpheli bir şeyler olmadığını hatırladım.

‘’Parasi artık bu savaş karşıtlığını bırakmalısın. Ne sen bu savaşı durdurabilirsin ne de ben. Üstelik babam haklıydı artık kendine çekidüzen ver. Lütfen.’’

‘’Benim amacım savaşı durdurmak değil. Sadece sesimi çıkarmaya çalışıyorum ama siz bunu anlamıyorsunuz.’’ Sözlerimi bitirdikten sonra hızlı adımlarla kapıya doğru yürüdüm. Ablamı hızla geçtim ve dışarı çıktım.

Dışarısının bu kadar soğuk olacağını tahmin etmemiştim. Çantamın içini açtım ve bir atkı daha çıkararak boynuma doladım. Bu soğukta kalan peraları düşündükçe içim ürperiyordu. Bu savaşın yarattığı hasarı en çok çocuklar çekmişti.

Dördüncü caddeye döndüğümde büyük bir bina karşıladı beni. Binanın büyüklüğü beni depo olduğuna inandırmıştı. Binanın önünde sayamayacağım kadar çok cadı sıraya girmiş içeri girmeyi bekliyorlardı. Kayıt dışı bir etkinliğe daha önce tek başıma gelmemiştim. Yanımda hep Selekta olurdu. Selekta aklıma geldiği an gözümden bir damla yaş yanaklarımdan aşağı aktı ve çenemi sıyırarak kazağıma damladı. Güçlü olan ve güçlü durabilen hep Selekta olmuştu bense hep ağlak küçük mızmız bir kızdım. Her şeyden korkan, babasına karşı gelemeyen biriydim. Selekta hayatıma girdikten sonra gerçek kimliğime kavuşmuştum. Belki de artık tek başıma var olma zamanımdı. Gözyaşımın yanağımda bıraktığı izi elimin tersiyle sildim. Sırtımı dikleştirip binaya doğru yürümeye başladım.

Binanın önünde güvenlik olduğunu tahmin ettiğim iki kişi bekliyordu. Evden çıkmadan önce cebime attığım broşürü bularak onlara gösterdiğimde iki yana doğru açılıp bana yol verdiler.

İçeride şimdiye kadar gördüğüm en büyük kalabalık beni bekliyordu. Savaşa karşı olan bu kadar cadı olduğunu bile bilmiyordum. Genelde Selekta beni eylemlere götürdüğü zaman en fazla elli kişi toplanmış olurdu ama bu sefer en az yedi yüz kişi olduğunu tahmin ettiğim bir kalabalık vardı ve daha kapıdan içeri girememiş bir sürü cadı bekliyordu.

Herkes içeri girdikten ve korumalar yerlerini aldıktan sonra kürsüye en fazla otuz yaşlarında bir genç çıktı. ''Kardeşlerim, bugün buraya geldiğiniz için teşekkür ederim. Hepinizi sevgi ile kucaklıyorum. Bugün burada toplanma amacımız savaş ve barış.'' konuşmacının ağzından barış kelimesi çıktığı anda kalabalıktan sesler yükselmeye başlamıştı. Sanırım herkes barış istiyordu. ''Bu savaştan hepimizin sıkıldığının farkındayım. Kral Zarsa'ya kaç kere gidip bu savaşı durdurması için yalvardığımı bilemezsiniz.'' Aklıma babamın iki haftada bir Zarsa'nın yanına giderek savaşı bitirmesini isteyen bir kişiyi anlattığı anılar geldi. Her seferinde sefil cadı diye aşağıladığını hatırladım ama karşımdaki genç hiç de sefil durmuyordu. ''Hiçbir şekilde savaşı durdurmayacağını söyleyen kralımız beni her seferinde kaleden dışarı attırdı. Ama artık sıkıldım. Artık bu savaş boyunca peraların yanında yer almaya karar verdim. Sizi bu yüzden buraya topladım savaş karşıtları. Benimle Uska Krallığına gelmek isteyen kardeşlerim olursa memnuniyetle yan yana yürüyeceğim.'' Bunu duyduğum anda aklıma Uska krallığına gitme fikri harika bir fikir olarak aklıma kazındı. ''Sınırı aşmak kolay olmayacak. Bunu başarmak için yola çıktığımızda birçoğumuz belki de hayatta kalamayacağız ama belirtmek isterim ki burada da savaşta hayatta kalamayacağız. Zenginler hayatlarına lüks içinde devam ederken fakirlere ne kalıyor. Ekmek ve eksa bulabilmek için çoğumuz dilenmedik mi? Hepimiz aç kalmadık mı?'' Burada konuşmamamın benim için iyi olacağını düşünerek başımı önüme eğdim. ''Size planımdan bahsedeceğim. On beş dakika bir zaman içinde askerler sınır kapısından ayrılıyorlar. Tam tamına saat on ikide gidip saat on ikiyi on beş geçe geri geliyorlar. Bu zaman aralığında geçebileceğimizi düşünüyorum. Eğer biraz bile geç kalırsak vurulma ihtimalimiz artacaktır. Şimdi benimle misiniz?'' salonda büyük bir bağırış kulaklarımı parçalar gibi oldu. Bir süre sonra bende bu bağırışa katıldım. Bu babamdan uzaklaşmak için en iyi şansım olabilirdi.

Bir grup insan Uska Krallığına geçmek isteyenlerin isimlerini yazdırmaları için bir sıra kurmaya çalışıyordu. Cadıların hiç bu kadar sakin olduğunu görmemiştim. Genelde birbirlerini ittirirler ve diğerlerini düşürmeye çalışırlardı en azından okul sıraları böyleydi. Ölüm duyurusu bile cadıların karşı krallığa geçme eyleminden vazgeçmelerini sağlamamıştı. Anladığım kadarıyla buradaki zalimlik, hoşnutsuzluk, kötülük ve yoksulluktan bıkmış bir halk vardı karşımda. Sırada bekleyen onca cadının kucağında bebek veya evcil hayvanlar vardı. Sadece kendileri için değil tüm canlılar için huzur ve barış istiyorlardı. Önümde yürümeye hali olmayan bir amca sıranın ona gelmesi için sabırsızlanıyor gibi gözüküyordu. Büyük ihtimalle bu hızla karşıya geçemeyecekti ama elinden tuttuğu torunu belki başarabilirdi. Önümdeki amca sıra ona geldiğinde gülücükler saçarak adını ve torununun adını söyledi. Ve sıra bana gelmişti.

''Adın ve soyadın?''

''Parasi Senzart.''

''Komutan Senzart ile bağınız var mı?''

''Evet, maalesef babam olur.'' Bir anda herkesin ağzından başka bir aşağılama cümlesi çıkar oldu. Bu karışıklığın arasında biraz önce kürsüde olan delikanlı çıkageldi.

''Burada neler oluyor?''

''Komutan Senzart'ın kızıymış.'' konuşmacı beni dikkatle inceledi.

''Olabilir. Demek ki o da babasına karşı.'' bir anda bütün konuşmalar kesildi. ''Merhaba benim adım Keta. Ve sen?''

''Parasi.''

''Memnun oldum.'' Keta bana elini uzattı. Bir süre boş ele baktıktan sonra aklım başıma geldi ve elini sıktım.

İsmim gidecekler listesine yazıldıktan sonra bir köşeye gidip herkesin ismini listeye yazdırmasını beklemekten başka işim kalmadı. Tek tek ismini yazdıranları izlemeye başladım. Benim arkamda kalanlarda da küçük çocuklarının elinden tutanlar ya da çocuklarını kucağında taşıyanlar vardı. Daha önce çok dikkatli inceleyemediğim binayı incelemeye başladım. Dışarıdan gördüğümde uzun bir apartmana benzeyen binanın alt kısmı bir depoydu ve toplantı bu deponun içinde yapılıyordu. Ne kadar temiz gözükse de duvarları yer yer küflenmişti. Duvarlarında belki de çocukların yaptığı çizimler vardı. Zemini ise taş döşemeydi. Etrafa bakınırken kenarda insanların dertlerini büyük bir dikkatle dinleyen Keta'yı gördüm. İnsanları aşarak yanına doğru ilerledim.

''Merhaba.''

''Merhaba. Bir şey mi oldu?''

''Ben de yardım etmek istiyorum.'' deyiverdim.

''Bu harika. O zaman benimle birlikte insanların dertlerini dinleyebilirsin. Yardım edebileceğin bir konu olursa devreye girersin. Ne dersin?''

Utandığımdan dolayı yalnızca 'Harika olur.' diyebildim.

Çoğu insan sırayla gelip Keta'ya sadece teşekkür ediyordu arada bir dert yanmak için gelenlerde vardı. Ama bir şeyler istemek için gelen kişiler çok azdı. Özellikle ne konuda yardım edebileceğimi bilmiyorken yardım istemeyen insanlar benim için daha zordu. Orada öyle durmuşken hiçbir işe yaramadığımı hissetmeye başlamıştım. Keta'ya dönüp 'Benim burada yapacak bir şeyim yok.' diyerek deponun çıkışına doğru yöneldim. Biraz temiz hava almak bana iyi gelecekti.

Depodan çıktığım vakit biraz ileride kaldırımda oturan bir kadın ve üç çocuğunu gördüm. Kadın üçüncü çocuğunu daha doğrusu bebeğini kucağında emziriyordu. Saçlarındaki toka eskimiş sadece lastiği gevşekçe tutan bir kumaş parçası kalmıştı. Üstündeki elbiseler yer yer yırtılmıştı ve topraktan yüzü kararmış bir şekilde ağlıyordu. Kendimi durduramadım ve genç kadının yanına gittim.

''Neyin var?''

''Neyim yok ki hanımım. Mesela yemeğim yok, çocuklarıma bir damla suyum yok, giyecek bir parça elbisem yok, çocuklarımı ısıtacak bir gücüm yok.'' Çocuklara göz gezdirdiğim vakit yaklaşık dört ve yedi yaşlarında iki kız çocuğu gözümün içine bakıyordu. Onları öyle görmeye dayanamadım. Dışarısı zaten çok soğuktu bir de aç kalmalarına göz yumamazdım. Elimi çantama attım ve içerisinden evden almış olduğum bir ekmek ve iki kavanoz eksa çıkardım. Eksaları çocuklara uzattığımda küçüklerin gözlerinin içinin güldüğünü fark ettim. Kim bilir ne zamandır yemek yemiyorlardı. Elimi tekrar çantama attım bir miktar sante ve üç şişe su çıkardım. Bende daha çok para ve çantamda daha çok su şişesi vardı. Kadın kucağındaki bebeğiyle ayaklarıma yapıştı. Beni teşekkürlere boğuyordu.

''Bebeğin şanslı bir bebek.''

''Artık değil hanımım. Sütüm bir şey yiyemediğim için çok azaldı.'' Bunu duyduğum an beynimden vurulmuşa döndüm. Küçücük bir bebek annesi besinsiz kaldığı için süt içemiyordu. Kadın bebeği memesinden çekerek bana memesinden süt gelmediğini göstermek için kendi memesine bastırdı. ''Sadece zevk için ve belki doyma hissi yaşar diye emziriyorum bebemi.'' Gözlerimden akan bir damla yaşa dur diyemedim. Bir sokak ileride gördüğüm dev pazar geldi aklıma. Bebek maması en fazla bir kena ediyordu. Koşar adım oradan uzaklaşmaya başladığımda bir müddet sonra durup arkama baktım ve kadının yüzündeki acıyla bakan gözlerine şahit oldum. Arkamı dönerek tekrar pazara doğru yol aldım. Bir sokak gerideki pazara ulaşmam beş dakikamı bile almadı. İçeri girip elime dört tane bebek maması aldım ve kasaya yöneldim. Kasada bir sante ödedikten sonra tekrar koşar adım kadının yanına gittim.

''Bebeğinin aç kalmasına gönlüm razı gelmez.'' diyerek bebek mamalarını uzattım. Kadın şaşkın gözlerle bana baktı.

''Teşekkürler hanımım. Sayende bizim ve bebemin karnı doyacak.’’

''Teşekkür etmene gerek yok bunu severek yaptım.'' Başımla genç kadına selam vererek depoya doğru yürümeye başladım. Gözlerimde soğuktan kurumuş gözyaşlarıyla son bir kez kadına ve çocuklarına baktım. Gülen yüzleri aklıma kazındı.

''Seni gördüm Parasi. İçinde iyilik var.''

''Bu savaştan nefret ediyorum.''

''Artık bana Keta diye hitap edebilirsin. İyi arkadaş olacağımızı seziyorum.''

Herkes ismini yazdırdıktan sonra Keta hareket saatini saat on olarak belirledi. Saat onda karşı krallığa geçmek isteyen herkes sınırın yakınında bir savaş karşıtı sığınakta buluşacaktı ve oradan saat on ikiye on beş kala sınır kapısına doğru yürüyüşe geçecektik. Sınır kapısından saat tam on ikide karşıya geçmeye başlayıp tahmini olarak saat on iki onda karşı tarafta olacaktık. Bu görevde ölenlerin çoğunlukta olacağını biliyordum ama Uska krallığına geçmeyi her şeyden çok istiyordum. Herkes kendi imkânlarıyla buluşma yerine geleceği için insanlar evlerine dağılmaya başladılar. Benim ise gidecek bir yerim yoktu.

''Neden hala buradasın?''

''Gidecek bir yerim yok.''

''Tamam, sana oturacak bir yer ayarlayalım ama burada olmaz. Eğer toplantı askerlerin kulağına gitmişse yakalanabiliriz. Seni merkeze götüreyim.'' Keta elini bana uzattı ve bende elini tutarak oturduğum kürsüden kalkıp Keta'yı takip etmeye başladım. Beni dışarıda bekleyen at arabalarının yanına götürdü ve binmem için yardım etti. Arabaya bindim ve Keta'nın binmesi için yana kaydım. Keta yanıma binip kırbaçları eline aldı ve atları kırbaçlamaya başladı.

At arabaları yavaşladığında geldiğimizi anladım. Burası şehir merkezinin bir miktar dışında ufak bir daireydi. Keta sarsıntılı bir şekilde at arabasını durdurdu ve aşağıya atladı. Elini uzatarak inmeme yardım ettikten sonra binanın kapısına doğru yürüdü. Boyaları dökülen eski bir binaydı ama Keta burasının komuta merkezi olduğunu söylemişti. Keta'nın açtığı kapıdan etrafı inceleyerek içeri girdim. Çoğu yerin alçısı düşmüş veya boyası sökülmüştü. Ama içerisindeki mobilyalar yeni gibi duruyordu. Keta bir koltuğa geçmemi işaret etti ve elimdeki büyük çantayı aldı.

''Bu elindeki çantayı karşıya kadar taşıyabilecek misin?''

''O aileye birkaç şey verdim o yüzden hafifledi.''

''Onlara çok yardımın dokundu. Belki o yiyecekler senin için bir önem arz etmiyor olabilir ama onlar için çok şey ifade ediyor.''

''Onları öyle terk edemezdim. Özellikle bebeği. Daha çok küçüktü.''

''Sen iyi birisin. Şimdi seni uyarayım biraz sonra burası tam bir cadde olacak. İnsanlar gelip geçecek lütfen endişelenme.''

''Neden endişeleneyim ki.'' Keta'ya şımarık bir kız gibi gülümsedim.

Gerçekten de binaya önüne gelen herkes giriyor gibiydi. Bu topluluğun bu kadar çok yandaşı olmasına şaşırmadan edemedim. Toplanma saatimiz yaklaştıkça kalabalık artmıştı belli ki bizimle gelecek olan çokça kişi vardı. Herkesin burada olmaktan mutluluk duyduğunu ve bu savaştan sıkılmasını anlıyordum dayımın ise neden bu savaşı sürdürmek istediğini anlamıyordum. Saat yaklaştığında Keta herkese hazırlanıp arabalara doğru ilerlemesini söyledi. Yanıma gelerek benimde hazırlanmam gerektiğini söyledi. Benim yanıma alacağım tek şey çantam olduğu için şanslıydım ama diğerleri öyle değildi. Konuşmalardan anladığım kadarıyla aylardır Uska krallığına yemek kaçırarak oradaki insanları besliyorlarmış. Düşünmeden edemedim benim bugün yaptığımdan hiçbir farkı yoktu sadece onlar daha fazla risk alıyordu. Evden kaçırmış olduğum parayla yakındaki bir pazara gittim ve alabildiğim kadar yiyecek ve su aldım. Nasıl olsa Uska krallığının para birimi sante değildi. Onlar değerli bir taş olan pakanı kullanıyorlardı. Pakan yirmi sante ediyordu ve bende o kadar bile para kalmamıştı. Pazardan döndüğümde artık herkes at arabalarına binmeye başlamıştı. Keta'yı arabada gördüm ve o tarafa doğru yürümeye başladım.

''Artık gidiyor muyuz?''

''Sen neredeydin?''

''Pazara gittim birkaç yiyecek ve su aldım.''

''Çantanı yine ağırlaştırdın yani.''

''Uska krallığı pakan'ı kullanıyor. Paraya değil orada daha çok yiyeceğe ve suya ihtiyacım olacak üstelik sadece benim ihtiyacım da olmayacak.''

''İyi düşünmüşsün ama o kadar ağırlık seni yavaşlatacak.''

''Merak etme hiçbir şey olmaz.''

Keta elini uzattı ve arabaya binmeme yardım etti. Arabaya bindiğin anda atlar son sürat koşmaya başladı. İçimdeki heyecanı görmezden gelmeye çalışıyordum. Sonunda buradan kurtulacaktım ve hiç bilmediğim bir yerde gözlerimi açacaktım.

Toplanma yerine yaklaştığımız zaman arabalar yavaşladı. En öndeki arabanın durmuş olduğunu gördüğümde geldiğimizi anladım. Diğer insanların burayı nasıl bulacağını düşünürken onların benden daha uzun süredir bu toplantılara geliyor olduğunun farkına vardım. Elbette bir toplantıda buradan bahsedilmiştir diye düşünüyordum. Arabalar teker teker geri dönerken bir kişinin en öndeki arabada olduğunu gördüm. Sanırım o diğer at arabalarına yolu gösteriyordu. Arabadan aşağı inip atların diğer at arabalarına katılmasını izledik.

''İşte geldik. Saat on olmuş bile.'' Etrafıma bakındığımda büyük bir binanın önünde bekleyenleri gördüm. Gideceğimiz binanın o olduğunu tahmin etmek zor değildi.

''Burası değil mi?''

''Evet. On ikiye on beş kalaya kadar insanlar gelmeye devam edecektir. Ondan sonrada yürüyüşe geçeceğiz. Hazırlıklı geldim.'' Keta çantasını açarak içindeki dürbün, düdük gibi aletleri gösterdi. Gerçekten de hazırlıklı gelmişti. Binanın anahtarını çıkararak kapıya doğru yürüdü. O kadar insanın sefalet içinde olması ve sırf bu sefaletten kurtulmak ve bir umut aramak için karşıya geçmeleri beni duygulandırmıştı. Hatta o kadar duygulandırmıştı ki gözümden bir damla yaş süzüldü.

Herkes içeri girdikten sonra etrafı kolaçan etme görevi bana verilmişti bu yüzden insanların teker teker içeri girmesini bekledim. Soğukta ve karanlıkta binaların ve ateş lambalarının olmadığı bir yerde beklemek ürkütücüydü ama başka bir çarem yoktu. Bu insanların güvenliğini sağlamam gerekiyordu. Keta ile birlikte çantamı içeri gönderdiğim için çoktan pişman olmuştum. En azından bir kaban daha alabilirdim üstüme. Son aile girdikten sonra etrafta dolaşarak biri var mı diye bakındım ama çalılık seslerinden başka hiçbir şey duyulmuyordu. Bir an arkamda biri olduğuna yemin edebilirdim. Arkamı döndüğümde ise orada kimseler yoktu. Tam içeri girecekken bir ses duydum ve arkamı döndüm.

''Demek kaçıyorsun. Nedenini öğrenebilir miyim?''

''Tesela. Senin burada ne işin var?"

Loading...
0%