Yeni Üyelik
3.
Bölüm

Karşı Krallık

@gunessu

''Evet, kardeşim bir açıklaman var mı?''

Şaşkınlıktan ağzım açık bir şekilde Tesela’ya bakıyordum. Onun gerçekten burada olmasını istemiştim ama bu bana biraz sürpriz oldu.

Sorumu tekrarladım ‘’Senin burada ne işin var?’’

‘’Seni takip ettim. Burada ne işin var?’’

‘’Karşı krallığa geçeceğim.’’

‘’Ne? Sen delirdin mi?’’

‘’Hayır, abla delirmedim ama biraz daha babamla kalırsam delirebilirim.’’

‘’Bu ne demek oluyor?’’

‘’Babamın bize dayattığı kuralları düşünsene ya da beynimizi yıkamak için anlattıklarına bak. Bizi hapsedip peralara düşman yaptı yani ben hariç.’’

‘’Peralar bize saldırıyorlar. Biz kendimizi koruyoruz.’’

‘’Babam senin de beynini yıkamış. İlk atışı yapanlar her zaman cadılar oldu. Bunu göremiyor musun?’’

‘’İlk savaşı başlatanlar peralardı.’’

‘’Hayır değildi. Cadılar kendi yerleriyle yetinmeyip bütün diyarı yönetmek istediler.’’

‘’Buna inanmıyorum.’’

‘’İnansan iyi olur kardeşim çünkü gerçek bu.’’

‘’Sen nereden biliyorsun?’’

‘’Yasak bölüme girdim.’’

‘’Parasi oranın yasak olmasının bir sebebi var.’’

‘’Evet, o da gerçek tarihi bilmemizi istememeleri.’’

‘’Hayır, alakası bile yok. Orada kara büyüler yer alıyor.’’

‘’Her şey sana nasıl da yanlış aksettirilmiş böyle. Alakası yok. Orada kadim büyüleri ve peralara nasıl saldırdığımızı anlatan parşömenler yer alıyor.’’

‘’Sana inanmıyorum.’’

‘’İster inan ister inanma ablacım ama gerçek bu.’’

‘’Bunu ablama ve babama anlatsak.’’

‘’Babamın zaten bildiğini düşünüyorum. Ablama gelirsek onun çoktan beyni yıkandı.’’

‘’Ne demek istiyorsun?’’

‘’Babam sizin beyninizi yıkıyor onu demek istiyorum. Aynı zamanda kralımız yani dayımızda bize aynı şekilde davranıyor. Tek dertleri pera toprağını ele geçirmek ve biraz daha böyle giderse bunu başaracaklar o yüzden bu savaştaki yerimi bulmam lazım ve yerim kesinlikle peraların tarafında.’’

Ablam düşünceli bir şekilde havaya baktı. Umduğu havayı bulamamış olacak ki üfleyerek başını tekrar benden yana çevirdi.

‘’Sana inanıyorum.’’

O an o kadar mutlu olmuştum ki az daha yerimizi belli edecek bir kahkaha atacaktım.

‘’Gel abla seni Keta’nın yanına götüreyim.’’

‘’Keta da kim.’’

‘’Bir müttefik.’’

Ablamın koluna girerek binaya doğru yürümeye başladık. Gecenin karanlığında düşmemek ya da bir dala basıp ses çıkarmamak için fazladan dikkatimi veriyordum. Ablamsa hala bu yaptığından emin değilmiş gibi dudağını ısırıyordu. Dudağına bakınca artık derinin altındaki et tabakasını görebiliyordum. Binadan içeri girdiğimizde herkesin gözü üzerimizdeydi hatta adımımızı atar atmaz etrafta uğultular yükselmeye başlamıştı. Cadıların bizim hakkımızda konuştuğunu biliyordum bunu anlamak için kadim güçlere gerek yoktu. Sonuçta medyum değildim ama cadıların bize bakışından neler döndüğünü anlamıştım. Kalabalığın içinde Keta’yı bulduktan sonra koşar adım yanına gittim.

‘’Bu kim?’’

‘’Keta bu ablam Tesela. Bizimle birlikte gelecek bir sorun olur mu?’’

‘’Hayır, tabi ki de olmaz.’’

‘’Ona göz kulak olur musun ben görev yerime döneyim.’’

‘’Tabi ki de. Görüşürüz.’’

Ablamı sağlama aldıktan sonra görev yerine geri döndüm.

Saat geldiğinde binadan çıktık ve sınır kapısına doğru yürümeye başladık. Binlerce kişi ve geniş ovada yayılmıştı. Koyu gecede sadece ayakkabılarımızdan çıkan hışırtılar duyuluyordu. Binlerce kişi arasında yorulmuş yüzlerce çocuk vardı. Yaşlılar onları kucaklarında ya da sırtlarında taşıyorlardı. Ben bile yanımdaki bir ailenin küçük kızlarını kucağıma almış ilerliyordum. Küçük kız omzumdan geriye baktığında Tesela ona oyunlar yapıyordu. Çok geçmeden sınır kapısına yaklaştık. Çoğumuz siyah giyindiğinden gecenin karanlığında çok dikkat çekmiyorduk ama eğer şimdi karşıya geçmeye çalışırsak eminin askerler bizi görecekti. O yüzden saat gelene kadar çalıların arasına sinmiş bir biçimde bekleyecektik.

Askerlerin değişim saatlerine kadar çalıların arasında saklanarak bekledik. Küçük kız büyükannesine gitmişti. Büyükannesi onu sıkı sıkı tutarken o oyun oynamak için onu sıkan kollardan kurtulmaya çalışıyordu. İleri geri hareketlerle büyükannesinin kollarından kurtulmak için çaba harcıyordu. Tesela ise o küçük kıza bakarak keyifli vakit geçiriyordu. Ablamın sıkılmamasına sevinmiştim ne de olsa onu buraya ben sürüklemiştim. İleride Keta askerlerin gittiğini işaret edene kadar küçük kızla keyifli vakit geçirdik. Keta işaret verdiğinde ise yavaş adımlarla karşıya geçmeye başladık. Kuleden uzaklaşanlar koşmaya başlamıştı bu da daha fazla ses çıkmasına yol açmıştı. Askerler terk ettikleri görev yerlerine geri dönmeye başladılar ve neler olup bittiğini anlamışlardı. Silahlarına sarılarak bizlere ateş etmeye başladılar. Ablam bana bağırmaya başladı. ''ATEŞ ET PARASİ'' Tüm gücümü topladım ve elimde bir ateş topu yarattım. Arkamı döndüğüm anda omzuma saplanan bir acı hissettim. Ateş topunu diğer elime aldım ve sınır kulesine doğru fırlattım. İki, üç kere aynı hareketi tekrarladıktan sonra Keta beni sarsarak kendime getirdi. Ateş toplarını bırakıp koşmaya başladım. Arkamızda bir sürü yığılan insan vardı. Vurulanların çocuklarını başkaları sahiplenip koşmaya devam ediyorlardı. Bazıları çıplak ayağıyla insanları kurtarmak için oradan oraya koşuyorlardı ama çoğu vurularak ölüyorlardı. Bu savaşta arkaya bakamazdınız. İlerlemek zorundaydık. Özellikle büyükannesi kolumda can veren evlat için hayatta kalmak zorundaydım.

Tarafsız bölgenin yarısına vardığımızda askerlerin atışları isabet etmemeye başlamıştı. İsabetler azalmış olsa da ölüm oranı azalmamıştı. Daha bir günlük yolumuz vardı ve ormanlık alanda hayatta kalmamız gerekliydi. Bir sürü vahşi hayvanın arasında hayatta kalmaya çalışıyorduk. İki bin kişilik bir cadı halkı ormanların arasında birbirlerinden ayrılmışlardı. Ailelerini kaybeden çocuklar ve ya çocuklarını kaybeden aileler vardı. İleride yirmi kişilik bir ekip çimlere çökmüş getirdikleri yiyecekleri paylaşıyorlardı. Yanlarında ise Keta vardı. Bizde onların yanına giderek çimlere oturduk. Tesela kucağındaki küçük kızı kucağıma verip biraz dinlenmek için yattı bende çantama attığın fazladan eksayı çıkardım ve parmağımı içine daldırdım. Sütüm ya da bir bebek mamam yoktu ama bu küçük veleti beslemem gerekiyordu ben de parmağımı ufaklığın ağzına götürdüm. Parmağımı ısırdığında dişlerinin çıktığını (yani artık her şeyi yiyebileceğini) anladım. Keta bizden önce yola çıkarak Uska krallığına geldiğimizi haber vereceğini söyleyerek gözden kayboldu. Biraz uyumak için ateş gücü olanların nöbete çıkması kararı alındı. Ateş gücümden dolayı bende nöbete alındım ve diğerleri uyurken ben askerlerin gelip gelmediğini gözetledim.

Güneş Astena'nın semalarında göründüğünde uyuyanları uyandırarak yolumuza devam ettik. Çalılıkların ve ağaçların arkasında saklanarak ilerlemek biraz yavaş olsa da çoğumuz hayattaydık. Uska krallığına varmadan önce daha uzun bir yolumuz vardı. Soğuk havada herkes atkılarını ya da montlarını çocuklara giydiriyordu. Bizler önemli değildik ama bu çocuklar geleceğimizdi ve onları kurtulmalıydık. Yol alıyorduk ama ölenlerin sayısında azalma görülmemişti. En az beş bin kişi yola çıkmıştık ama azalmaya devam ediyorduk. Cadılar üremeyi seven varlıklardı ama bir pürüz vardı o da ne kadar kişi karşı krallığa geçebilecekti.

Uska krallığına geldiğimizde ise bize isimler sorularak içeri geçmemize izin veriyorlardı. Komutanlardan bir kaçı bizi altı gruba ayırarak kalacağımız yerlere götürdü. Yerlere battaniye serilmiş ve peralar onların üzerinde yatıyorlardı. Pis sokaklarda çocuklar daha önce patlamış olan bomba kalıntılarıyla oynuyorlardı. Yırtık elbiselerle kadınlar dileniyordu. Bebekleri yerde öylece yatıyordu. Bu manzaraya gönlüm razı değildi ama hepsi için yapabileceğim bir şey yoktu. Gelenlerin her birine üç peka verdiler ve bununla yaşamamızı istediler. Bu insanların neler yaşadığını tahmin bile edemiyordum. Ablam gibi önemli meslekte olanların çalışabilecekleri yerlere gönderdiler. Ben ise kentte kalmıştım. Kendime, ablama ve adını Ayçena koyduğumuz minik bebeğe birer battaniye aldım ve köşede bir yerlere kıvrıldım. Yatakları serdikten sonra çantama attığım atkılarla ve berelerle Ayçena'yı sarıp sarmaladım. Para konusunda hiç iyi olmadığım için elimde bulunan bütün parayı ablama verdim ve o da bize günlük bir miktar harçlık bıraktı. Burada da durum farklı değildi zenginler evlerinde sıcacık kalabiliyorlardı. Gerçi söylenenlere göre kraliçe hastaların, yaşlıların ve çocukların bir kısmını saraya kabul etmişti. En azından dayım kadar zalim olamazdı. Ablamın verdiği harçlıkla biraz selif aldım. Günlük verilen 500 gromluk sudan biraz ekleyerek karıştırdım. Ellerimden ateşimi çıkararak topladığım küçük odunları yaktım ve bir çorba hazırladım. Çorbayı ikiye böldüm ve yarısını halk yemekhanesine götürdüm diğer yarısını ise yemek için sakladım. Ayçena'yı atkılarla belime sardıktan sonra ormana doğru yürüyüşe çıktım. Biraz mantar bulmayı umuyordum. Evde yaptığımız gibi bir kızartma yapabilirdim. İnek bulabilirsem eğer onun sütünü sağmak için yanıma bir kova aldım. Ormanın derinliklerinde biraz saka mantarı buldum ve onları cebime doldurdum. İnek bulmakta zorlandım ama süt keçisi bulduğumda neredeyse sevinçten çığlık atacaktım. Keçiyi yakalamak biraz zor oldu ama sonunda yakalamayı başardım ve kovamı sonuna kadar sütle doldurdum. Büyük bir zafer kazanmış edasıyla diğerlerinin kaldığı yere döndüm.

Var olan odunu bir araya toplayıp sütü kaynattım. Küçük şişelere koyup köyde ki bebeklere dağıttım. Biraz da Ayçena'ya verdim. Sütü susuz kalmış biri gibi şapırdatarak içti. Ayçena'nın karnını biraz da olsa doyurmuştum. Şimdi sıra bizim karnımızı doyurmaktaydı.

Bomba parçalarından kalanları çeşmede güzelce yıkadım ve mantarları soyup bomba parçasının içine attım. Bulduğum küçük cam parçasını ısıtıp bombaya bir sap yapıp bombayı bir tava haline getirdim. Bomba parçasının üzerinde topladığım mantarları kızarttım.

Ablam geldiğinde yemekler ve hoş bir sofra onu bekliyordu. Bize bir ay sonra parası olacağını ve bir eve çıkabileceğimizi söyledi. Sadece bir ay dayanmak zorundaydık. Ben Ayçena ile birlikte gönüllü işlerde çalışmaya başlamayı teklif ettim ama ablam Ayçena'nın daha çok küçük olduğunu söyleyerek bu teklifi reddetti. Bende bütün gün Ayçena'ya bakmak için diğer kadınlar gibi dilenecektim. Gerçi kimsenin parası olmadığı için en fazla 3 peka toplayabilirdim.

Bir hafta boyunca dilenmeye karşı gelmeye çalıştım ama artık verdikleri pekalar bize yetmiyordu. Ablamın maaş almasına üç hafta vardı ve biz bu süreçte ne yapacağımızı bilmiyorduk. Bir sabah uyandığımda artık dilenmek fikri bana daha sıcak görünmeye başladı. Temiz kıyafetim kalmadığı için dünden kalanları üzerime geçirdim ve Ayçena’yı sıkıca atkılara sardım. Ablam şifahaneye gittikten sonra biz de dışarı çıktık ve mahallede gezinmeye başladık. Kendimize uygun bir köşe bulunca yere oturdum ve Ayçena’yı kucağıma alıp önüme bir teneke kutu koydum.

Ayçena ile birlikte boş kalan teneke kutumuzu alıp mahallede yürümeye başladım. Ayçena kucağımda rahat durmuyor aşağı inmek istiyordu. İşte o an onu gördüğümü sandım. Selekta. Ama o olamazdı. O ölmüştü. Üstelik bu kişi her ne kadar Selekta’ya benzese de bir yandan da ona benzemiyordu. Kucağımda Ayçena’yla koşar adım o güzelliğin yanına gittim. Elinde bir çuval vardı ve etrafına bebekli kadınlar toplanmıştı. Çuvaldan her seferinde bir oyuncak çıkarıp bebek ve çocuklara veriyordu. İyice yanına yaklaştım ve diğer kadınlar gibi onun etrafını sardım.

Ayçena kadının uzattığı bir bez bebeğe uzandı. Bez bebeği elinden çekiştirerek aldı.

‘’Özür dilerim böyle yapmak istemedi.’’

‘’Önemli değil o daha çocuk.’’

Kadın elindeki çuvalı iri yarı bir adamın eline tutuşturdu ve bana döndü.

‘’Benim adım Sazee.’’

‘’Kraliçe Sazee mi? Özür dilerim kraliçem.’’

‘’Özür dilemene gerek yok. Üstelik bu oyuncakları çocuklarımıza getirdim o yüzden lütfen elinden alma.’’

‘’Tabii ki de kraliçem siz nasıl isterseniz.’’

‘’Lütfen bana ismimle hitap et.’’

‘’Tabii kraliçem. Bu savaşın ne zaman biteceği konusunda bir fikriniz var mı acaba?’’

‘’Maalesef bir fikrim yok ama yeni gelen cadılarla birlikte askerlerimiz arttı bu yüzden savaşın yakında biteceğini umuyorum.’’

‘’Ben de askere katılmayı çok isterdim ama ablam şifahanede çalışıyor ve Ayçena’ya bakıcı tutacak gücümüz yok.’’

‘’Anlıyorum umarım ileri de bu savaş biter ve sizin de hayalleriniz gerçek olur.’’

‘’Biliyor musunuz kraliçem aslında ben de cadıyım. Kaçıp gelenlerdenim. Ablamla birlikte kaçtık ve bir büyükanne ölünce torununu sahiplendik. Orada bir ateş öğretmeni olmak için uğraşıyordum ama artık bir asker olmak istiyorum. Aslında babam ve büyük ablam bir asker ama karşı krallıkta.’’

Bunu anlatınca yüzüm düştü ve ablamı düşündüm. Babamın onun beynini nasıl yıkadığını.

‘’Üzülme lütfen eminim ileride doğruyu anlayacaklardır.’’

‘’Ben de öyle umuyorum.’’

Bir süre sonra elinde boş çuvalla gelen koruma olduklarını anladığım iki kişi kraliçeye ‘’Saraya dönmemiz lazım.’’ Diyerek sohbetimizi böldüler. Kraliçe nazik bir biçimde müsaade isteyerek saraya gitmek için ayaklandı.

Ablam ilk maaşını alır almaz güzel bir eve çıkmıştık. Artık kendimize yiyecek alacak paramız vardı. Hatta Ayçena’ya bakıcı bile tutabilirdik. Yine de hala Ayçena’dan ayrılmaya hazır değildim. Dışarıdaki insanların durumunu biliyordum o yüzden her gün fazladan yemek yapıp aş evlerine götürüyordum. Ayrıca her gün eski kaldığımız mahalleye gidiyor ve oradakilere yardım etmeye çalışıyordum. Yine de artık askerlik istiyordum ama Ayçena’yı bırakamıyordum.

Üç ay geçmişti ve ben her gün ablama yemek getirmiştim. Onun işinin ne kadar zor olduğunu biliyordum ve biraz da olsa sevildiğini hissetmesini istiyordum. Her ziyaretime Ayçena da eşlik ediyordu. Ablamsa bu durumdan oldukça memnundu.

Loading...
0%