Yeni Üyelik
1.
Bölüm

Giriş

@gunisigi.12

Keyifli okumalar...

 

🥑💡

 

 

~~~

Ovakado.

 

Bu meyveden nefret ediyorum. Gerçekten nefret ediyorum. Belki nefret etmek bile hafif kalır, o kadar sevmiyorum kendisini. İlk ve son defa lise üçe giden bir ergenken tatmıştım bu meyveyi. Sabun gibi olan tadını dilimde hissettiğim an midemi bulandırmıştı ki, hala öyle.

 

Annem çoğu kez sade yediğim için beğenmediği mi, kendisinin söylediği şekilde yersem yemeğe doyamayacağımı söyler. Fakat ben bunu hiç bir şekilde kabul edemem.

 

Allah aşkına,onu yiyecegime gider sabun yerim daha iyi.

 

Fakat bu meyveyi kahvaltı masasında görmediğim bir gün bile hatırlamıyorum. Neden mi? Çünkü annem bir avokado sevdalısı. Nedense sevmediğim şeyler gelip beni bulmaktan hiç vazgeçmiyor.

 

Sabah sabah, sandalyeme oturmuş, kahvaltı masasında güzelce dilimlenmiş avokado ile bakışırken aynen bunları düşünüyorum çünkü erken kalktığım için acayip derecede bir huysuzluk var üzerimde. Haliyle istediğim her şeye her an sinirlenebilirim.

 

Derince bir iç çekip uykulu halimden sıyrılmaya çalışıyorum çünkü annemin beni avokado ile kavga ederken görmesini istemiyorum. Evet, bunu neden yapmak istediğimi bilmiyorum ama bu sinir ve huysuzluk üzerimdeyken avakado ile kavga etmek mantıklı görünüyor.

 

"Başlasana kızım, neyi bekliyorsun?." Diyor annem mutfaktan içeri girip, çaprazımdaki sandalyeye kurulurken. Son anda beni avakado ile kavga etmek gibi bir çılgınlık tan kurtardığını bilmiyor.

 

Hiç bir şey demeden dediğini yapıyorum ve kahvaltı etmeye başlıyorum.

 

"Dün san söylediğim kargoyu aldın mı?." İlk bir kaç saniye neyden bahsettiğini anlamıyorum. Sanırım sabahları gerçekten de beynim ağır çekimde çalışıyor. Ne yaparsam yapayım bu halde uyanmaktan kendimi alamıyorum. Kendimde değiştirmek istediğim huylardan biri de uyandıktan sonraki yarım satte gerçekleşen uyuşukluk ve huysuzluk hali.

 

Neyse ki hemen sonra aydınlanıp cevap veriyorum."Aldım. Çantamda."

 

Onaylayan bir mırıltı çıkarıyor annem ve sessiz sakin kahvaltımızı yapmaya devam ediyoruz. Yarım saat sonra sofrayı kaldırmasında anneme yardım ettikten sonra odama geçip işe gitmek için hazırlanıyorum.

 

Geç kalmamak için hazırlığı mı hızlıca halledip evden çıkıyorum. Bugün hava parçalı bulutlu ama sonbahar ayına yakışır şekilde şiddetli esen rüzgar da var. Uçuşan saçlarım gözlerimin önüne geliyor ve rahatsız olarak açık bıraktığım saçlarımı bileğimdeki toka ile bağlamak zorunda kalıyorum. Saçlarıma fön çekmiş olabilirim ama bu rüzgarda durağa kadar yürümem gerekiyorken çekilecek çile değil.

 

Kırk dakika sonra masamda oturmuş önümdeki evraklarla ilgilenirken yavaş yavaş kahvemi yudumluyorum. Bugün düzenlenecek toplantı çok önemli ve benim bunun için ayrı bir özen gosterdiğim belli oluyor. Normalde çok rahat olmama rağmen elimdeki evrak ve dosyaları neredeyse üç kez gözden geçirdiğim söylenebilir. Gerginim çünkü asistanı olduğum patronun tek bir hataya dahi tahammülü yok. Bu da beni geriyor.

 

Herşeyin düzenli ve eksiksiz olduğundan emin olduktan sonra evrakları kapatıp masamın köşesine yerleştiriyorum. İşim bittiği için, rahatlamayla omuzlarım çöküyor. Arkama yaslanıp telefonumu elime alıyorum. Bildirimleri kontrol edip bir iki bir şeye bakarken döner sandalyemde hafifçe dönüyorum.

 

Ne kadar zamandır telefon ile uğraşıyorum bilmiyorum ama ofisten arkadaşım olan Çiğdem ismimi seslendiğinde irkilerek doğruluyor um.

 

"Nasılsın Kayra." diyor masamın başına dikildiğinde. Yüzündeki ışıl ışıl gülümseme güzelliğine güzellik katıyor. Esmer, kahverengi gözlü çok tatlı bir kız Çiğdem.

 

"İyiyim Çiğdem, sen nasılsın?" Sesimde bariz bir mesafe var çünkü Çiğdem tatlı bir kız olsa bile samimiyeti kaçırınca çok yapışık biri olmaya başlıyor. Nereden bildiğimi sorarsanız onunla ilk tanıştığım zaman bunu sağlam bir şekilde deneyimledim. Peşimden ayrılmadığı bir hafta boyunca iş yerinde tek başıma oturdugum bir an bile olmamıştı.

 

"İyiyim bende, Selin'in işten ayrıldığını duydun mu."

 

Evet bundan haberim vardı. Selin zaten samimi olmadığım biri olmadığından umursamıyordum. Hafifçe başımı sallayıp Çiğdem'i onayladığımda hevesle tekrar konuşmaya başlıyor.

 

"Patronu ayartmaya çalışınca uyarı almıştı geçen haftalarda. Bence işten çıkmasının bununla bir ilgisi var Kayra. Ne yaptı kim bilir munabesetsiz."

 

Çiğdem benim aksime Selin'i günahı kadar sevmez. Aralarında ne sorun var bilinmez ki bu beni ilgilendiren bir şey değil. Ayrıca Çiğdem şuan beni dedikodunun içine çekmeye çalışıyor.

 

"Git başkası ile konuş ezeli düşmanını Çiğdem. Benim yapmam gereken şeyler var." Söylediğim kelimelerden sonra suratı düşüyor ama hemen toparlıyor. Sanırım onunla oturup dedikodu yapacağıma kendini çok inandırmış. Ne yazık ki dedikodu yamayı hiç sevmem.

 

Masamda ki önemsiz dosyaları öylesine karıştırmaya başladığımda memnuniyetsizce yanımdan ayrılıyor Çiğdem.

 

Çalıştığım şirkette çok fazla arkadaşım yok. Sadece temizlikçi Sevda ablayı samimiyet ile seviyorum. Diğer çalışanlar ile anlaşabildiğim söylenemez. Sorun kesinlikle bende değil, onlar fazla yapmacık ve samimiyetsiz olduğundan muhatap olmak istemiyorum açıkçası.

 

Sonraki saatlerde işim ile ilgilendim ve duzenlediğim toplantı hakkında hiç bir sorun çıkmadı. Günü sorunsuz bir şekilde tamamladığımda şirketten çıkmak üzere hazırlanıyorum.

 

Neden bilmiyorum ama kendimi iyi hissetmiyorum. Şirketten çıktığım sıralarda başım ağrıyor ve midem bulanıyor. Normalde otobüse binmeyi planlarken, fikrimi değiştirip şirketin önün bir taksi çağırıyorum. Muhtemelen üşütmüş olmalıyım. Ama hastaneye gitmek istemiyorum.

 

Annemin ıhlamur çayını içip biraz terlersem geçeceğini düşünüyorum.

Taksi geldiğinde hızlıca arka koltuğa biniyorum ve arabanın çalışmasını bekliyorum. Biraz sonra taksi hâlâ ilerlemediğinde ne olduğunu anlamıyorum ve kafamı baktığım camdan kaldırıp, arabaya binerken hiç bakmadığım şoföre çeviriyorum.

 

Dikiz aynasında göz göze geldiğim adamın bakışları üzerimde. Kahverenginin en açık tonu olan gözlerini gördüğümde bir garip oluyorum. Anlamsızca bakışırken başıma giren keskin ağrı kendime gelmemi sağlıyor. Hemen eve gidip uyumak istiyorum.

 

"Neden gitmiyoruz." diye soruyorum haklı bir serzenişle. Bakışlarım aynada değil direkt adamın üzerinde.

 

"Nereye gideceğimizi söylemesi gereken sizsiniz yanılmıyorsam." diyerek unuttuğum şeyi hatırlattığında sesi sakin ve net çıkıyor.

 

"Ha." diyerek kısa bir aydınlanma yaşadığım sırada çabucak evimin adresini veriyorum. Araba hareketleniyor ve yol alıyoruz.

 

Birazcık utanıyorum çünkü ağrılarım yüzünden bunu unutmuşum. Neyse ki genç adam bir şey söylemiyor ve arabada sesizlik hüküm sürüyor. Yine de dikiz aynasından sık sık bana bakıyormuş gibi hissediyorum.

 

Yolun neredeyse sonuna geldiğimizde taksi şoförü duruyor."İyimisiniz hanımefendi."

 

Yumuşak sesi ile ona dönüyorum ama baş ve işaret parmaklarım anlıma baskı yapıyor o sırada. Baş ağrım daha da şiddetleniyor.

 

"İyiyim." diye zoraki mırıldandığımda anahtarı çıkarıp yüzünü tamamiyle bana döndürüyor. Böylece yüzünü net bir şekilde inceleme fırsatı buluyorum.

 

Gözleri gibi kahve tonunda olan saçları, güneşin vurması ile parlıyor. Ne çok kalın ne ince olan dudakları, hafif kemerli burnu ile yakışıklı olduğu bir gerçek. Yüzünün benimkinden pürüzsüz olması haksızlık çünkü yüz bakımı için harcadığım paraları bir Allah bilir. Bir anlığına, kirli sakalı olsa daha iyi görünür diye düşünüyorum. Her neyse bu düşünmem gereken bir şey değil.

 

"Başınız ağrıyor olmalı. İsterseniz şu eczaneden sizin için ilaç alayım." Eliyle kaldırımın karşısında olan eczaneyi gösteriyor ve cevap bekler gibi yüzüme bakıyor. Reddetmek istesemde eve gidince bir daha dışarı çıkacak hali bulmam mümkün görünmüyor.

 

"Çok iyi olur." diyorum kabul ederek." Ağrı kesici ve antibiyotik alır mısınız? Ödemesini size yaparım merak etmeyin."

 

"Alırım tâbi, siz arabadan ayrılmayın lütfen."

 

Yüzümde içten bir tebessüm ile mahcubiyetle bakıyorum yüzüne. Gülümseme karşılık veriyor ve gülümsemenin ona yakıştığı hakkında kafamda derin mevzular dönüyor.

 

Saniyeler sonra arabada tek kaldığımda midemin bulantısı ile başa çıkmaya çalışıyorum. Sonunda canıma tak ediyor ve en azından hava almak için hızlıca kendimi dışarı atıyorum.

 

Serin hava yüzüme çarptığında derin bir nefes alıyorum. Kaldırımda, arabanın önünde aynı yerde yürüyüp dururken, kendime gelmeye çalışıyorum. Midemin bulantısı durmayınca sırtımı arabaya yaslayıp kollarımı göğsümde birleştiriyorum.

 

Beş dakika sonra şoför hâlâ gelmediğinde eczaneneye kayıyor bakışlarım ve onu görmeye çalışıyorum. Başarısız olunca, oflayarak arkamı dönüyorum ve arabaya binmek için kapıyı açıyorum.

 

Ancak binmiyorum. Başımı sağa çevirdiğimde gözüme bir şey takılıyor. İçine bineceğim taksinin bir metre arkasına park edilmiş siyah bir araba var. Dikkatimi çeken şey ise kaputun önünde durmuş dikkatle bana bakan, takım elbiseli iki adam.

 

Bana bakıyorlar derken bu alalade bir bakış değil. Beni rahatsız hissetiriyor ve tedirgin oluyorum. Onlara baktığımı fark ettiklerinde hızla önlerine dönüyorlar.

 

Kendimi iyi hissetmediğim için kendi kendime paranoyaklaşıyorum herhalde. Öylesine bakıyor olabilirler sonuçta. Birilerinin bana bakması anormal olan bir şey değil.

 

Herşeye rağmen içime düşen şüphe ile vakit kaybetmeden arabaya biniyorum. Baş ağrım ve mide bulantımı yaşadığım stres bile bastıramıyor. Anlaşılan basit bir üşütme olmaktan çoktan çıktı.

 

İlerleyen dakikalarda taksi şoförünün geldiğini görüyorum ve çok geçmeden ön koltukta yerini alıyor. İster istemez hafifçe iç çekiyorum. Eminim sadece kuruntu yapıyorum. Endişelenmeme gerek yok.

 

"Kusura bakmayın, sırada bir iki kişi vardı o yüzden geciktim." Elinde tuttuğu eczane poşetini bana uzatıyor."Buyrun ilaçlarınız."

 

Poşeti alınca ellerimiz bir saniyeliğine birbiri ile temas ediyor. Gülümseyip başımı sallıyorum."Önemli değil. Çok teşekkür ederim."

 

Cüzdanımı almak için çantama yönelecekken "Gerek yok hanımefendi, boşuna zahmet etmeyin. Aldığım ilaçları içerseniz borcunuzu ödemiş olursunuz." dediğinde itiraz istemiyor gibi otoriter çıkıyor sesi.

 

Fakat itiraz ediyorum."Olmaz beyefendi. Lütfen alın."

 

Arabayı çalıştırıp beni duymazdan geldiğinde almayacağını anlıyorum. Omuz silkip önüme dönüyorum. Tam o sırada yan aynaya denk geliyor yüzüm ve arkamızda gördüğüm araba ile gözlerim irice açılıyor. Az önce gördüğüm siyah araba arkamızdan geliyor.

 

"Şu kavşaktan dön lütfen." diye yüksek bir sesle konuşuyorum. Bizi takip edip etmediğini anlamazsam içim rahat etmez. Şoför dikiz aynasından bana bakıyor ve kaşlarını çatarak, sesini çıkarmadan dediğimi yapıyor. Ben ise stresle olacak şeyi bekliyorum.

 

Ve tamda beklediğim gibi oluyor. Siyah araba döndüğümüz kavşaktan dönüp peşimizden geliyor. Bu bizi takip ettiğinin kesin kanıtı olmasa bile ben çoktan paniklemiş oluyorum. Bı önde siyah araba arkada ilerleken ben farkında olmadan evimin önünde duruyoruz.

 

Telaşla neden durduğumuza bakınca fark ediyorum. Hemen eve inip eve gitmek istiyorum ama korku etrafımı sarmalıyor.

 

Ne yapacağımı düşünürken ani bir karar veriyorum."Rica etsem isminizi söyler misiniz." diyorum şoföre.

 

Şaşırarak tek kaşını kaldırıyor. Ama yinede sorumu cevaplıyor." İsmim Zahir. Neden sordunuz?"

 

"Zahir bey sizden bir şey daha isteyebilirmiyim?."

 

"Ne istediğinizi söyleyin."

 

Çekinerek gözlerine bakıyorum."Evimin önüne kadar bana eşlik

eder misiniz?"

 

Tanımadığım insanlardan korktuğum için başka bir yabancıya güvenmem akıl kârı değil.

 

...

...

 

 

 

🤗

 

🚖😎

 

 

 

 

 

 

 

 

Loading...
0%