@gunisigi.12
|
Keyifli okumalar..
❤️🤍
...
Adının Tuğkan olduğunu öğrendiğim adam ile karşılaşmamızın üzerinden iki gün geçmişti. O ismini söyledikten sonra konuşmamış, hızlı adımlarla orayı terk edip eve gelmiştim. Böyle anlarda ne yapacağımı bilmiyordum çünkü daha önce hiç böyle bir şey yaşamamıştım. Yani tanımadığım bir adam doğrudan gelip benimle tanışmak istediğini söylememişti. Veya öylece ismimi sormamıştı.
Nasıl davranacağımı şaşırıyor, bocalıyordum doğal olarak. Aynı zamanda günaha meyletmekten korkuyordum ki insan bu gibi durumlarda bir anda yoldan çıkıp şeytana uyuyordu. Nefisin ne yapacağı belli olmuyordu.
Bu konu üzerine düşündüğümde ne olursa olsun inandığım şeylerin dışına çıkmamaya karar vermiştim. O adam ile bir daha karşılaşırsak beni rahatsız ettiğini söyleyecektim. Yalan değildi. Günaha gireceğim diye tetikte bekliyordum resmen.
Üstelik ben nişanlı bir kadındım ve başka erkeklerin aklımı meşgul etmemesi gerekiyordu.Bunun yanlış olduğunu çok iyi biliyordum.
"Sara, ne oldu kızım yesene yemeğini."
Babamın sesi beni kendime getirdiğinde dalmış olduğum duvardan gözlerimi çekip ona baktım. Babamla yer sofrasında oturmuş yemek yiyorduk. Uzun süre dalmış olmalıyım ki babam seslenme gereği duymuştu.
"Dalmışım." Diye mırıldandım ağzıma küçük bir parça ekmek tıkarken.
Neden büyütüyordum ki bu konuyu. Belki de ben abartıyordum ve o adamı bir daha görmeyecektim. Bu kadar düşünmem saçmaydı.
"Bir şey mi oldu, niye böyle dalgınsın?" diye sordu babam.
"Yoo baba, bir şey olmadı." desemde babam inanmış gibi görünmüyordu. Elindeki çatalı bırakıp yerinde dikleşti. " Kızım sana bir şey soracağım"
Ciddi çıkan sesi ile bakışlarımı yüzüne çevirdim. Merakla devam etmesini beklediğimde, beni çok bekletmedi." Sen Yasir ile evlenmek istediğine eminsin değil mi?"
Bu soruyu beklemiyor olduğumdan bir an için duraksayıp yüzüne bakakaldım. Yasir ile elbette evlenmek istiyordum. Ondan daha iyi bir eş adayını nerede bulacaktım ki hem. Evet, bazı tereddütlerim vardı ama bunların zamanla düzeleceğini düşünüyordum. Babam neden sormuştu ki bunu şimdi? Yeterince memnun görünmüyor muydum onun gözüne? Şaşkınlığı bir kenara atıp toparlandım.
Bende yemek yemeği bırakıp boğazımı temizledim." Eminim baba, niye sordun ki bunu şimdi?"
"Sanki çok mutlu değilsin sen bu evlilikten." Sıkıntılı bir nefes verip güven vermek istercesine gözlerime baktı. "Ben seni hiç bir şeye zorlamıyorum kızım. İstemiyorsan kendini zorlama. Yasir'i severim, düzgün, dürüst çocuk. Ama senin mutluluğun her şeyden önemli. İstemiyorsan söyle, geç olmadan."
Dalgınlığı mın sebebi bu değildi ama babam nasıl oluyorsa huzursuzluğu mu hissetmişti. İstemem desem anında biterdi bu iş. Fakat bunun babamı zor duruma düşüreceğine şüphe yoktu. Yasir'in ailesi ile kötü olurdu babam. Yinede tereddüde düştüm. Babam sorana kadar Yasir'den iyisi olmayacağını düşünüyordum ama düşüncelerimi sel alıp götürdü sanki. İstemsizce aklıma Tuğkan'ın gelmesi ile şaşkına düştüm.
Bu adam neden durmadan gözlerimin önüne geliyordu ki?
Gözlerimi kırpıştırıp tereddütle babama baktım. İstemediğimi söylersem hayal kırıklığına uğratmış olur muydum. Benden cevap beklerken gerçeği söylersem rahatlayacakmış gibi bir ifade vardı yüzünde. Bu da beni gaza getirdi.
Anlık gelen cesaretle dudaklarımı araladım. " Ben.." Sofranın üstünde duran telefon çalınca babamın dikkati oraya kaydı. Telefonunu eline alıp aramayı cevapladı ve karşıda ki kişi ile konuşmaya başladı. Bense omuzlarımı düşürüp, lafımın bölünmesi den dolayı sönen cesaretimi geri getirmeye çalıştım. Fakat yapabildiğim den emin değildim.
Biraz sonra babam telefonu kapattı ve tekrar bana döndü. Devam et der gibi baktığında zorlukla gülümsedim." Ben iyiyim baba. İstiyorum bu evliliği tabi ki. Senin için rahat olsun. Sadece taşındıktan sonra biraz bocaladım. Alışamadım daha ondan bu dalgınlığım."
Gülümsedi babam. "Tamam o halde. İçim rahat şimdi. Alışırsın buraya da Sara. İnsanoğlu bu, her şeye alışır."
"Aynen." dedim."İnsanoğlu her şeye alışır."
Bir süre daha yemeğimizi yemeye devam ettik. Sofrayı toplamak için ayağa kalkacağım sırada konuşan babamla tekrar oturdum.
"Yasir aradı dün hatır sormak için. Bende yemeğe davet ettim yarına. "
"Sadece Yasir'i mi?." diye sordum. Ailesi de gelecekse ona göre hazırlık yapardım.
"Evet, " dedi babam. "Akşam yemeğine yaparsın sen hazırlık."
Başımı sallayıp ayağa kalktım." Tâbi yaparım babacığım." Diyerek tebessüm ettim. Neşeli görünmeye çalışarak yanağından öptüm. Babam da başımdan öpüp ayağa kalktı. Sofrayı toplamaya başladığımda o da koltuğa oturdu.
Çabucak sofrayı toplayıp bulaşıkları yerleştirdim. Birazdan ikindi ezanı okunacaktı. Bugün Kur'an okumamıştım. Namazımı kılıp okusam iyi olurdu.
Eteğimin cebinde duran telefonum çalmaya başladığında çıkarıp baktım. Pelin arıyordu. Muhtemelen halimi hatırımı sormak için arıyordu ama benim onunla konuşmak istediğim bir konu vardı. İki gündür morali bozuktu ve ne olduğunu hala anlatamamıştı. Ne yapıp edip konusturacaktım bu sefer.
Ezan sesini duyduğumda aramayı reddedip mesaj yazdım.
Ben: Namaz kıldıktan sonra arayayım seni kanka.
Pelin: Tamam bekliyom Balım 🍯🍯🍯🍯
Gülerek telefonu kapattıktan sonra babamın ceketini giydiğini gördüm. Camiye namaz kılmaya gidiyordu. Babam her zaman namazını cemaatle kılıyor du. İstisnalar haricinde evde namaz kıldığı nadir olurdu. Ki erkekler için en doğrusu da buydu. Erkeklerin camide, cemaatle namaz kılmasının bir çok failetleri vardı.
Selam verdiğinde selamını aldım. Ayakkabılarını giyip evden çıktı. Bende o sırada namazımı kılmak için mescide ilerledim. Sakarya da ev ararken fazladan bir odası olmasına dikkat etmiştim. Orayı da kendi imkanlarım ile mescid yapmaya çalışmıştım ki bence çok güzel olmuştu. Küçük bir kitaplık, seccade ve tesbihlerin olduğu minik komidinden ayrı mobilya yoktu odada. İşlemeli minderlerle odanın etrafını çevrelemiştim. İki tanede rahle vardı köşede. Tam istediğim gibi huzurlu bir ortam olmuştu.
Komidinden seccade ve tesbih alıp kıbleye sardım.Namazımı kılıp, Kur'an-ı Kerim'den bir cüz okudum. Ardından kendime kahve yapıp salona geçtim. Pelin'i görüntülü arayıp cevap vermesini bekledim. Çok geçmeden cevapladığında ekranda göründü.
"Selamün aleyküm."
"Aleyküm selam. " Diyerek karşılık verdiğinde, telefonu bir yere sabitledi. Açmış olduğu saçlarını toplamasını izlerken kahvemden bir yudum aldım.
"Napıyorsun Sara?."
"İyiyim, kahve yaptım kendime oturuyorum. Sen?"
"Bende iyiyim. Yatıyordum boş boş." Üzerinde pijamaları ile yatağında oturuyordu. Göz altları şişmiş, yüzü solgun görünüyordu. Tek kaşımı kaldırdım." İki gündür ne oldu sana böyle kanka. Gün boyu uyumalar falan. Bir şey olmuş belli. Anlatsana artık." Dün aradığımda da bu halde olduğu için biliyordum uyuduğunu. Evet, biz her gün konuşmadan duramıyorduk maalesef.
Pelin saçı ile uğraşmayı bırakıp bana baktı. Gözlerindeki hüzün o kadar netti ki. Konunun ne olduğunu anlamaya başlamıştım. "Emir." Diye başladı. Duraksayıp derin bir nefes aldı."Senin bize geldiğin gün. Sen gittikten sonra dayanamadım kitapçıya gittim, belki onu görürüm diye." Gözlerini kaçırdı. Pelin çok hassas olduğundan gözleri dolmuştu hemen." Gördüm. Yanında yine bir kız görünce.. öf biliyorsun işte..." Devam edemeyip sessizce ağlamaya başladığında elimdeki kahveyi sehpanın üzerine bırakıp yerimde doğruldum. Cümlenin devamını getirmesine gerek yoktu çünkü bu durum ilk defa yaşanmiyordu. Haliyle neden bu kadar üzüldüğünü anlıyordum. Konuyu şimdi açtığıma pişman oldum o an. Yanında olduğum zaman konuşsak sarılıp destek olurdum.
"Pelin," dedim yumuşak bir sesle." Sakin ol. Bak böyle yapma. Nereden biliyorsun aralarında bir şey olduğunu. Yanlış anlamışsındır belki." Diyerek nafile bir çabayla tamamladım cümlemi.
"Yanlış anlamadım Sara. Sosyal medya hesabında da paylaştığı fotoğrafları gördüm. Kötü oldum napayım. Dayanamıyorum artık."
Üzüntüsünün bu konu hakkında olduğunu tahmin etmiştim. Pelin bir senedir platonik olarak birini seviyordu. Ben Emre'yi hiç görmemiştim ama Pelin dinini yaşayan biri olmadığını söylemişti. Gece mekanlarında eğlenen, kızlarla gönül eğlendiren bir tip olduğu sosyal medya hesabından belli oluyordu. Pelin benim gibi çarşaflı değildi ama ferace giyiniyordu. Harama bakmanın yanlış olduğunu biliyor ama sevdiği adama bakmaktan kendini alamıyordu. Fakat gidip onunla konuşacak kadar da günaha meyletmiyordu. Uzaktan kendi kendine seviyor, onu fark etmesi umuduyla Emre'nin çalıştığı kitapçıya gidip duruyordu.
Söyleyecek bir şey bulamıyordum böyle zamanlarda, ki Pelin bu yüzden sık sık depresyona giriyordu. Yanında olsam sarılıp sakinleştirmek ten başka bir şey yapamıyordum.
"Görmüyor ki gözleri beni hiç." Dedi Pelin hıçkırıkların arasından." Fark etmiyor bile. Açık kızlar dikkatini çekiyor onun. Ne yapacağımı bilmiyorum ben Sara. "
"Onun yaşantısı öyle Pelin. Yapacak tek şey onun için Allah'tan hidayet istemek."
"Biliyorum ama çok zor bunu yaşamak. Yanında görmediğim kız kalmadı. Boğuluyorum sanki, nefes alamıyorum."
Sessiz kaldım çünkü ne denir bilmiyordum. Ben bir şey söylemeyince içini dökmeye devam etti arkadaşım. Hareket dâhi etmeden ekranın diğer tarafında ağlayarak derdini anlatmasını dinledim. Bazen sadece dinlemek bile yetiyordu çünkü.
"Biliyorum bu benim sınavım ama olmuyor. Böyle uzaktan onun hayatına giren insanları izlemek acı veriyor. Bir sene oldu, yoruldum ben." Ağlamasını durdurmaya çalışarak eline aldığı peçete ile yüzünü ve burnunu sildi. Ardından iç çekerek devam etti." Vazgeçmek istiyorum ama yapamıyorum. İnsan kalbini kontrol edemiyor ki. Unutmaya çalışıyorum, aklıma gelmesin istiyorum. Yok, ama bu aptal kalbim beynimi de eline geçirmiş. İkisi bir olmuş bana karşı geliyorlar inanabiliyormusun ya!"
Şuan doğru düzgün düşünemediği için ağzına ne gelirse konuşuyordu.
"Pelin, biliyorum çok zor ama kendini böyle harap etme ne olur. Seni ne kadar anlamaya çalışsam da başaramam biliyorum. Yinede sen üzülünce ben de çok üzülüyorum. Kendini bu kadar yıpratmanı izlemek beni de üzüyor. Yoruldun farkındayım, fakat kendine zarar veriyorsun Pelin. Allah kimseye kaldıramayacağı yükü yüklemez. Bir gün şimdi kendini üzdüğün şeye sahip olacaksın inan. Dua et. Allah'tan iste. Allah'ın dileyip de yapamayacağı hiç bir şey varmı?"
Sorduğum soru ile duraksadı. Ağlaması hafiflemiş ti ve konuşmaya başladığımdan beri mahzunca beni dinliyordu. Kafasını iki yana sallayıp sorumu cevapladı. "Yok tabi. " Dedim beni onaylaması ile." Allah kulunun ondan istediği, ona sığındığı sıkıntısını cevapsız bırakır mı? Bırakmaz. Rabbimiz o kadar merhametli ki, sen yeter ki sadece ondan medet um ondan yardım iste onun gücünün yetmeyecegi hiç bir şey yok tamam mı. Kullarının kalbini en iyi Allah bilir. Kalpleri birleştirip, birbirine bağlayan o iken başka kim sana yardım edebilir. Sen sabret ve dua et. Allah sabredenlere mükâfatını verendir Pelin."
"Doğru söylüyorsun ama sabretmekte bir zamana kadar değil mi. Ben artık mutlu olmak istiyorum." dedi Pelin.
"Olacaksın tabi, olacaksın. Allahu Teala senin için en doğru zamanı bekliyor belkide , bilemezsin. Allah en doğrusunu biliyor ve kulları için en iyisini istiyor canım benim. Sen sabret çünkü Allah sabredenlerle beraberdir."
"Tamam." Dedi Pelin. Bir kaç dakika sonra ağlamayı bırakıp, toparlandı. Söylediklerim onu sakinleştirmiş gibiydi."Ağlamıyorum, zaten bir işe de yaramıyor. Sende dua et bana ama tamam mı?"
"Tabi ki ederim Pelin. Allah'tan başka kimse çare olamaz derdine. Sen iste yeter ki, Allah verir dermanını."
Pelin uysal bir şekilde başını salladığında onu rahat bırakmak için uzatmadan selam verip telefonu kapattım. Pelin'in üzüldüğünde bende çok üzülüyordum ama elimden bir şey gelmiyordu. Kendini harap ediyordu. Bir çok kez sevmeyi bırakmak istemişti ama gönül bu engel olamıyordu hislerine.
Sıkıntıyla iç çekip, soğuyan kahvemi mutfağa götürdüm. Olmayan moralim daha da bozulmuştu.
Sessiz evde zil sesi yankılandığında kapıyı açmak için antreye yöneldim.
🌺
Ertesi gün.
Yazarın ağzından..
"Birader yeter bu kadar! Neyin var senin böyle? Geldiğimizden beri içmekten başka bir şey yapmıyorsun."
Tuğkan elindeki bardağın dibinde kalmış son yudumu dudaklarına götürüp içti. İçki boğazından aşağı süzülürken aynı zamanda aklını bulandırdı.Bardağı önünde duran yuvarlak masaya bırakırken kendisime bakan Mirza'ya döndü.
"Bir şeyim yok. " Dedi dalgınca." Hem benim ne içtiğime karışacağına , sevgilin ile ilgilensene sen. Sabahtan beri etrafında döndü durdu." Konuyu başka yere çekti.
Davet salonuna göz gezdirdi Mirza. Sevgilisi Çicek'i onlardan uzak bir masada,bir adam ile konuştuğunu görünce umursamazca arkadaşına döndü."Bu kızla neden sevgili olduğumu hiç bilmiyorum. Her zaman yanımda durup beni sıkmaktan başka bir şey yapmıyor. Kendini sergiye zorla davet ettirdi düşün."
"Oğlum sende kızın yüzüne bakmıyorsun ki hiç.Sevmiyorsan, ilgi göstermiyorsan niye sevgili oluyorsun?."
"Boş kalınca sıkılıyorum abi. Uzun süreli ilişki kurabileceğim biri ile karşılaşmadım da henüz. " Bildirim sesi duyduğunda, sıkıntılı bir nefes verip cebinden telefonunu çıkardı." Boş ver sen bunları da, bir şeyim yok diye geçiştirdiğinin mevzuyu anlat. Konuyu değiştirdiğini anlamadığımı sanıyorsan beni tanımıyorsun demektir."
Tuğkan masada duran kristal şişeye baktı fakat ipin ucunu kaçırmak istemediğinden daha fazla içmeye yeltenmedi. Arkadaşının sorusunu cevaplamak istediğinden emin değildi. Üç gün önce tekrar karşılaştığı kadın aklını meşgul edip duruyordu. Kadın ile konuşmak istesede bu şartlar altında mümkün görünmüyordu. Onun gibi kadınlarla hiç etkileşime geçme gereği duymamıştı. Ki bu yeşil gözlü kadın fena halde dikkatini çekiyordu. Adını bile bilmediği kadın dini sebebiyle onunla konuşamayacağını söylüyordu ve Tuğkan ne yapması gerektiğini bilmiyordu.
Kadını aklından çıkaramaması ise işin tuzu biberiydi. Mirza'ya bu konudan bahsetmemişti çünkü ne tepki vereceğini tahmin edemiyordu. Orta da bir şey yokken bu konuyu anlatmak istemiyordu.
"Bir mevzu yok Mirza, işler aklıma takılıyor sadece. Yanlış anlamışsın sen."
Mirza arkadaşının anlatmak istemediğini fark edince üstelemedi. "Tamam birader. Sen öyle diyorsan öyledir." Elinde tuttuğu telefonu açıp gelen bildirime baktı.
Tuğkan ise Mirza'ya karşılık vermeden sessizce, ilgisini çeken bir tabloya yöneldi. Mirza arkadaşının onunla ilgilenmediğini görünce merakla telefon ekranına döndü. Tuğlan'ın aksine onun ilgilendiği başka şeyler vardı. İkisinin ortak arkadaşlarının düzenlediği bir resim sergisine gelmişlerdi. Bir buçuk saattir buradalardı ve saat beş buçuğa yaklaşıyordu. Oldukça geniş olan salonda insanlar gülüyor, konuşuyor, masalarda ki ikramlıklardan yiyor, içkilerini yudumluyorlardı. Duvarlarda asılı çeşit çeşit muazzam tablolar bir çok insanın ilgisini çekiyordu. Salonda çalan sakin şarkı kalabalığın sesini az da olsa bastırıyordu.
Yem yeşil kırların üzerinde dans eden, kız ve erkek çocuğunun resmedildiği tablo göz kamaştırıcıydı. Tuğkan resimdeki çocukların gülümseyen yüzlerini izledi bir süre. O kadar gerçekçi ve masumiyeti simgeleyen bir tabloydu ki çocukların mutluluğu resme bakan kişiyi gülümsetebilirdi. Genç adamın hoşuna gitmişti bu tablo. Bir kaç dakikadır hareket etmeden resimi inceliyordu.
Bakışlarını resmin üzerinde özenle gezdirirken birinin yanında durduğunu hissetti. Ağır kadın parfümünün kokusu burnuna dolarken bir kadın olduğunu anladı. İfadesinde bir değişiklik olmadan aynı şekilde resime bakmaya devam etti Tuğkan.
Fil dişi rengi, derin göğüs dekoltesi olmasına rağmen bileklerinin üstünde biten, bacağında uzun bir yırtmacı olan elbisenin içinde iddalı görünüyordu yanında duran kadın. Bakışları direkt Tuğkan'ın üstündeydi. Onu burada gördüğüne şaşırmıştı.
"Her zaman ki ciddiyet yine üzerimizde bakıyorum." diye şakıyarak gülümsedi kadın. Tuğkan tanıdık gelen sesi ile kadına döndü. Karşısında eski bir arkadaşı olan Ferda'yı görünce ister istemez gülümsedi. Beraber aynı lisede okumuşlar dı. Lise bittikten sonra bir kaç kez görüşmüşlerdi. Çok samimi olmasalarda görünce mutlu olduğu bir arkadaşıydı Ferda. İyi anlaşıyorlardı.
"Sizinde neşeniz de hala aynı Ferda hanım." Ferda yüzündeki gülümseme ile, kibarca Tuğkan'a sarıldığında genç adamda elini hafifçe sırtına koydu. Bir iki saniye süren sarılmadan sonra genç kadın Tuğlan'ın koluna girerek onu en yakın masaya doğru çekti.
İkisi için iki kadehe şarap doldururken, bir yandan da neşeli sesiyle heyecanla konuşuyordu. "Eee nasıl gidiyor hayat, görüşmeyeli. Varmı birileri?"
Kadının uzattığı kadehi içmek istemese de nezaketen aldı Tuğkan. " Değişen bir şey yok, bilirsin sakin ilerliyor benim için hayat. Ne bir ilişkim var ne de aklımda biri."
"Kalbinde varmı peki?" diyerek içeceğin den bir yudum aldı Ferda.
Yüzündeki gülümseme hafifçe soldu genç adamın. Düşünceli bir şekilde kedehine baktı. "Bilmem." Dedi. Üçüncü kez karşılaştığı kadın düştü aklına. "Belli olmaz. Kalp bu."
"Gizemli adamım diyorsun."
Kadehini yudumlayıp, güldü Tuğkan. Gizem yapmak aklına gelebilecek son şeydi. Zaten bin bir düşünce barındıran aklı, böyle şeylere zaman harcamıyordu. Ne düşündüyse onu söylüyordu. Yinede arkadaşının yaptığı şakayı, " Öyle diyorum." diyerek geçiştirdi. Konuyu kendinden uzaklaştırıp, Ferda'ya yönelttiğinde sohbete devam ettiler.
Yarım saat sonra Tuğkan kadın ile vedalaşıp Mirza'yı aramaya başladı. Ferda'nın ısrarı ile içtiği kadehlerde eklenince başı ağrımaya başlamıştı. Hafiften sarhoş olduğunu hissediyordu. Burada yeterince durmuştu zaten. Yalnızca uğrasa bile yeterdi ama neredeyse iki saattir buradaydı. Neden bu kadar kaldığını bile bilmiyordu ya. Kendini direkt eve atmak istiyordu. Mirza ve sevgilisini göremeyince, onları aramakla uğraşmak istemeyerek çıkışa yöneldi. Mirza'ya daha sonra haber verebilirdi.
Eli ile şakağına baskı yaparken merdivenleri yavaş yavaş inmeye başladı. Sarhoşluğun verdiği dengesizlik ile bir an için sendelediğinde, düşmeden korkuluğa tutundu. Anlaşılan tahmin ettiğinden de fazla kaçırmıştı alkolü. Derin nefes alıp toparlanmaya çalıştı ve dikkatlice merdivenleri indi. Valenin arabasını getirmesini beklerken telefonunu çıkardı.
Tuğkan: 17 tabloyu benim için ayır.
Sefer: Ayırırım da sen çıktın mı?
Tuğkan: Çıkıyorum şimdi. Gelemedim yanına kusura bakma. Sergi güzeldi. Tebrik ederim.
Sefer: Önemli değil abi. Teşekkürler. Gelmen yeter.
Serginin başında, serginin sahibi olan Sefer ile kısa bir sobet etmişlerdi. Çıkarken uğrama gereği duymamıştı genç adam. Fakat sarhoşta olsa aklına takılan tabloyu ayırtmayı ve tebrik etmeyi umutmamıştı. Vale nihayet arabasını getirince kendini arabanın içine attı. Başındaki ağrı hala devam ediyorken ve kafası pek iyi değilken araba kullanmanın doğru olmadığını biliyordu Tuğkan. Taksi çağırıp, yarım saat onun gelmesini beklemek istemiyordu bir yandan da. Dikkatini tamamen araba kullanmaya verirse bir şey olmazdı. Sarhoşluğun etkisiyle bu konu üzerinde durmayıp, bu düşünceyi onayladı.
Arabayı çalıştırıp yola çıktı. Serginin olduğu bölgeden çıkıp onayola çıktığında hiç bir sorun yoktu. Yaşadığı mahalleye yaklaştığında da böyle devam etti. Ara sokaklarda ilerlemeye devam ederken, arabanın cılız ışığı karanlık sokağı aydınlatıyordu. Sokakta kimse olmadığından hızını biraz daha arttırdı. Yol boyunca olağanüstü bir dikkatle sürerken şimdi gevşekçe sürüyordu. Evine yaklaştığı için salmıştı kendini.Aynı saniyelerde karşıdan gelen arabayı göremedi. Son anda frene bassa bile iki kaputun birbiriyle çarpışma sesi sokakta yankılandı.
Genç adam son anda frene basmıştı fakat arabanın kaputu baya hasar almış olmalıydı. Gözleri dehşetle irileşmiş, soluk soluğa kalmıştı Tuğkan. Son anda frene basmasa neler olabileceğini düşünmek bile korkutucuydu. Yaşadığı ani şok onu etkisi altına alırken elleri direksiyonu sıkıca sarmış, ön camdan karşı arabaya kilitlenmişti gözleri. Bir süre hareket dahi etmeden öylece durdu genç adam. Sarhoş bilinci onun daha fazla etkilenmesine sebep olmuştu bu küçük kazadan. Diğer taraftan karşıdaki sürücü anında kendini dışarı atmıştı. Sinirli bir şekilde iki arabaya bakıyordu. Arabasının kaputu parçalanmamıştı ama ezilmişti. Ön farlarda da çatlak lar oluşmuştu. Tuğlan'ın arabasının haline bakılırsa iki arabada eşit derecede hasar almış görünüyordu. Kırklı yaşlarda olduğu belli olan adam, ön camdan Tuğkan'a baktığında genç adam nihayet kendine gelebilmişti. Kontağı kapatıp arabadan dışarı çıktı.
İçtiği içkiler etkisini daha fazla göstermeye başladığından adımları sarsaktı. Adamın yanına geldiğinde eliyle mahçup bir şekilde boynunu sıvazladı.
"Benim hatam." dedi. Kelimler dudaklarından gevşekçe dökülmüştü. Ama en azından bu sarhoş haliyle güç bela aklını çalıştırmaya çalışıyordu ve ne yaptığının farkındaydı." Göremedim sizi, üzerinize sürdüm. Gerçekten çok özür dilerim. Kafam pek yerinde değil, dikkatsiz davrandım. Çok üzgünüm."
"Kafan yerinde değilse niye araba kullanıyorsun kardeşim. Tek bir hatanla ikimizi de tehlikeye soktuğunun farkında mısın? " Diyerek haklı bir sitem etti karşısında ki adam. Bağırmasa bile sesi öyle sertti ki bas bas bağırıyormş gibi geldi Tuğkan'a.
"Üzgünüm." diye mırıldandı tekrar genç adam." Ne diyeceğimi bilemiyorum. Biraz fazla içmişim ve... Farkına varamadım. Telafi etmez biliyorum ama gerçekten çok özür dilerim."
Karşısında ki sinirli görünen adam bıkkın bir tavırla nefesini verdi. Akşam akşam bununla uğraştığı için keyfi kaçmıştı. Trafik kurallarına çok dikkat eden bir adamdı ve bu tür olaylara ister istemez sinirleniyordu. Ziyaret ettiği bir arkadaşının evinden geliyordu ve kızı ile yeni taşındığı bu mahallede, evine doğru sürerken yolu karıştırmış, yanlış sokağa girmişti. Bunun farkına varmış hemen yan sokağa girmek istemişti fakat o anda karşıdan gelen araba onu görmemiş ve bu ufak kaza gerçekleşmişti.
Damadını akşam yemeğine davet ettiğinden, şuan evde olması gerekiyordu. Sorun şu ki şuan sarhoş olduğunu söyleyip ondan özür dileyen gencin yanındaydı.
"İsim neydi?." dedi önce. Hitap etmek adına.
"Tuğkan."
Elini gayrı ihtiyari omzuna yerleştirdi Tuğlan'ın. "Benim ismim de Sadık. Arabaya çarpman sorun değil, dünya malı, elbet bir çaresi var, düzeltilir. Ama can geri gelmez oğlum. Dua edelim bize bir şey olmadı. Alkollü hâlde araç kullanman ise ayrı konu. Genceciksin üstelik, değermi kendini bu hallere sokmaya?." dedi nasihatle. Sesi sinirli olmasına rağmen sakindi. Karşısında sarhoş birinin olduğunun bilincindeydi ve ona göre davranıyordu.
Gençlerin bu haline üzülüyordu adam. Ki her bilinçli Müslümanın üzülmesi gereken bir durumdu. Neslin gençleri dinden bir haber yaşıyor, adeta ateşe doğru gidiyorlardı. Kızlı erkekli, karışık ortamlarda içiyor, zina yapıyor, günlerini gün edip sadece eğlenmek için yaşıyorlardı. Sorunca 'dünyaya bir kere geldik, eğleneceğiz tabi ki' diyorlardı. Evet,her insan dünyaya bir kere geliyordu ve ölüm gelip çattığında, hatalarını telafi etmek için, Allah'a güzel bir kul olabilmek için tekrar dünyaya gelme imkanları kalmıyordu. Hesap günü geldiğinde , dünyaya dönüp bütün ömürlerini secdeye kapanarak geçirmek isteyeceklerdi fakat iş işten geçmiş olacaktı. Allah'ı razı etmek için tek bir yaşam hakları varken dünyanın geçici nimetlerine kanıyorlardı. Farkında değillerdi.
Gençlerin - sadece gençlerin değil, her yaşta insanın - dinlerini yaşamamasıyla dertlenmesi gerekirdi Müslümanın. Peygamber efendimizin ümmetinin nasıl bu hale geldiğini düşünüp dertlenmeliydi. Hidayeti verecek tek kişi Allah (c.c) ydu ve ümmetin hidayeti için dua edip, yaratıcıdan istemek çok güzel bir şeydi. Nitekim Sadık beyde öyle yapıyordu. Ümmet için dua etmekten başka bir şey gelmiyordu elinden.
Elinden geldiğince de tanıdığı gençlere doğru yolu göstermeye çalışıyordu. Allah bu din için çaba gösteren herkese, yaptıklarının karşılığını verecekti.
"Ben.." dedi Tuğkan atandığını hissederek. Ağrıyan başını ovuşturdu.Alkolü bu kadar kaçırdığı çok az zaman olurdu ve şuan o anlardan birydi. Normalde kontrollü içer, kendini durdururdu. Şuan da mantıklı bir kaç cümle kurmak için beyin hücrelerini zorluyordu. "Dikkatli olursam bir şey olmaz sandım. Haklısınız, yinede yapmamalıydım."
"Tamam." dedi Sadık anlayışla." Kendini yıpratma. Bu kafayla düşünemezsin zaten onu. İyimisin sen? Kafanı mı çarptın?." dedi gözleriyle genç adamı tarayarak. Başını tuttuğunu yeni fark etmişti.
"Hayır. Bir yere çarpmadım. Basım ağrıyor sadece." diye cevap verdi Tuğkan. Acı çekerek ağzından bir inilti kaçtığında Sadık onun koluna girdi." O kadar çok içtikten sonra normal tabi. Bu halde yine araba kullanamazsın. Gel şöyle." diyerek kendi arabasına yöneltti genç adamı.
"Buralarda mı oturuyorsun Tuğkan?."
Genç adam Sakık'ın yardımıyla,arabasının arka koltuğuna oturup ayaklarını dışarı sarkıtırken her an kendinden geçecek miş gibi kısık bakışlarla baktı adama. Sorusunu algılaması için biraz süre gerekmişti." Evet." dedi en sonunda." Gonca mahallesinde oturyorum sanırım. Yanlış hatırlamıyorsam... Büyük ihtimalle." Sözcükleri ağzında geveliyordu ve ne dediği zor anlaşılıyordu.
Başını salladı Sadık. Aynı mahallede oturduklarını fark etti." Tamam o zaman. Ben de o mahallede oturuyorum. Arabanı kenara park edelim. Sonra seni evine bırakayım." Yardıma ihtiyacı olan birine sırtını dönemezdi. Ayrıca sarhoş olmasına rağmen kelimleri seçerek konuşan bu genci sevmişti. İt kopuk birine benzemediği üzerindeki şık takım elbiseden bile belliydi.
Tuğkan ne söylediğini anlamamış gibi sadece kafasını salladı. Sadık önce gidip anahtarı üzerinde olan arabayı park etti. Kendi arabasına doğru ilerlerken sokağın ismini aklına kazımayı ihmal etmedi. Tanımadığı gencin ailesine arabanın nerede olduğunu söyleyecelti.
Tuğkan hala ayakları dışarıda öylece dururken başı koltuğa düşmüştü. Gözleri kapalıydı fakat Sadık bir kere seslendiğinde araladı göz kapaklarını. Genç adamın ayaklarını arabanın içine yerleştirdi ve kapıyı kapattı. Hızlıca sürücü koltuğuna geçti.
Gonca mahallesine doğru arabayı sürerken genç adamı konuşturma zahmetine girmedi Sadık. Tuğkan sarhoştu ve ne söylediğini zor duyuyordu. On dakika sonra telefonu çaldı Sadık'ın. Direksiyonu bırakmadan telefonunu çıkardı ve açtı. Damadı Yasir'di arayan.
"Selamün aleyküm Sadık amca." Dedi Yasir hattın diğer ucundan.
"Aleyküm Selam damat, geldin mi sen eve?." Diyerek konuya daldı Sadık. "Hayır gelmedim Sadık amca, gelicek gibi de görünmüyorum." "Niye, bir şey mi oldu?." "Şehir dışındayım ben şimdi. Yakın bir arkadaşım trafik kazası geçirmiş, hastaneye kaldırılmış. Bende duyunca uçağa binip geldim hemen, o sırada aklımdan çıkmış yemek. Kusura bakma Sadık amca."
"Ne kusuru oğlum olur mu öyle şey, bugün olmadı başka zaman gelirsin. Arkadaşının durumunu bana da haber vermeyi unutma. Geçmiş olsun."
"Sağol Sadık amca. İstediğin bir şey varmı."
"Canın sağlığı damat. Kapatıyorum, görüşürüz sonra inşaallah."
"Görüşürüz Sadık amca."
Açıkçası fazla üzülmemişti bu duruma. Eve geç kaldığını düşünüp endişelenmişti ama şimdi acele etmesi gerekmiyordu. Daha rahat bir şekilde yola devam ederken dikiz aynasından arka koltukta gözleri kapanmış gence kısa bir bakış attı. Uyuyakalmış olmalıydı.
Biraz sonra oturdukları mahallaye girdiklerinde evini tarif etmesi için seslendi Tuğkan'a ama bir türlü uyanmayan genç karşısında pes ederek kendi evine doğru sürmeye başladı.
Kendi evine götürüp ayılmasını sağladıktan sonra genç adam kendisi evine gidebilirdi. Başka bir çözüm bulamadığından verdiği kara rı onayladı Sadık.
Çok geçmeden araba evin önünde durdu.
🌺
|
0% |