@gyazar
|
Bölüm 1 *Elemental Boyutuna*
Bazen kendinizi korumasız hissedersiniz ya, hani böyle aslında bir sorun yoktur ama var gibidir. İçinize doğar bir şeyler. İşte şu an tam olarak böyle bir durumun içerisindeyim. Evimin kapısına dikilmiş Elemental korumaları, annem ve babamdan beni koparıp alacak kadar öfkeli duruyorlardı. Bu öfkelerinin bana ait olmadığını bilsem de onların dik duruşları beni ürkütmüştü. Ayrıca annem ve babamın da bu tavırlarından dolayı korkmadığını söyleyemezdim. Sanırım işimin yıllar önce bittiğine çok emin olduğum boyutta işler yolunda gitmiyordu. Yoksa pek kıymetli liderlerini(!) çağırmazlardı. "Mevsim Hanım'ı acilen almamız gerekiyor Yeliz Hanım. Bu Elemental hükümetinden gelen bir emirdir." Eskiden boyut beni çağıracağı zaman birkaç gün önceden bilgisini yollardı fakat bu sefer direkt olarak kapımı çalmışlardı. Evet, bu cidden felakete haberciydi ve bu durumdan henüz ilk dakikasında memnun kalmamıştım. Sadece annem ve babamı daha fazla endişelendirmemek adına sesimi çıkartmadan bekliyordum. "Okan?" dedi annem. Korumaların bu ürkütücü tavrı karşısında kendisi bir şey yapamadığından babamın bir şeyler demesini istercesine yüzüne bakıyordu fakat babam karşılarında dursa bile muhafızlara karşı hiçbir şansı olmayacaktı. Her ne kadar bu boyuttan birinin kılına dahi zarar vermeleri suç olacak da olsa babam onlara karşı ters bir hareket yaparsa duracaklarını da sanmıyordum. Onlar özel düzeyde askerlerdi ve aldıkları emiri yerine getirmeden buradan asla ayrılmayacaklardı. "Bu kadar acil bir durum mu? Neden birkaç gün önceden haber verilmedi?" Üç korumanın en önünde bulunan ve kıdemli olduğunu düşündüğüm asker birkaç adım öne çıkıp tam olarak babamın karşısında durdu. Yüz hatlarını biraz yumuşatmaya çalışarak babama sakin bir şekilde yanıt verdi. Bu hareketi buradan ayrılmamı çok kolaylaştıracaktı. En azından babam açısından... "Okan Bey, bende bu şekilde liderimizi buradan almak istemezdim ama anlayacağınız üzere boyutta işler biraz karıştı. Mavi lidere boyutta ihtiyacımız var." Az önce de bu şekilde konuşsaydı, belki de her şey daha kolay olacaktı. Ailemi ürkütmüşlerdi. "Mevsim Hanım tüm hükümleri biliyor olmalı." Sanki bir onay beklercesine yüzüme doğru kafasını eğdi. Ailemin memnuniyetsiz yüz hatlarından dolayı bir sorun çıkarmalarından korkmuştu anlaşılan. Artık bir şey diyemeyeceğimizi anladığımda kafamı onaylarcasına salladım. "Kapıda bekliyor olacağız." dedi tek düze bir sesle. Annem tarafından evin kapısı muhafızlar çıkar çıkmaz sert bir şekilde kapatılırken babam, "Bu nedir böyle? Saygısızlık!" diye söylenmişti. Neden böyle bir emir aldıklarını bilmiyordum, aklıma tek bir felaket habercisi geliyordu. O da kesinlikle olmaması gereken bir kara lekeydi. Dört sene önce o cehennemle karşı karşıya kalmıştık. Şimdi dört sene sonra dönmüş olma ihtimali yoktu. Onun öldüğüne dair yayılan her şeyle birlikte bizim de kayıplarımız olmuştu. Acı ve büyük kayıplarımız… "Anne daha fazla bekletemeyiz." dedim ve kollarımı açıp üzerine doğru eğildim. Oyalanmam işleri daha çok batırırdı. Kapıdaki muhafızların ne derece sabırsız ve çekilmez olabileceklerini çok iyi biliyordum. "Kuzum bekletemeyiz de böyle de olmaz. En son gittiğinden beri dört sene geçti." Her seferinde beni oraya gönderirken aynı sorunlarla karşılaşıyorduk. Annem asla gitmemi istemiyordu. Babam daha ılımlı yaklaşıyordu ama içinde onun da bu işi bırakmam gerektiğini düşündüğünü biliyordum ancak ben bu yola daha on üç yaşındayken başlamıştım. Şimdi kimseyi yarı yolda bırakamazdım. "Dikkat et kuzum. En kısa sürede haber yolla." Annem gözyaşlarını tutamazken onun bu tutumuna üzülsem de hızlıca babama doğru döndüm. Aksi halde o ağlıyor diye bende üzülecektim ve en az yarım saat şu kapıdan çıkamayacaktım. Kollarım babamın boynunu sararken kapı tekrar çalmaya başladı. Muhafızlar bugün aceleci davranmaya zorlanmışlardı anlaşılan. Saygı denen şeyi bir kenara atmışlardı. "Aman be!" diye sinirle kapıya yöneldi annem, bir yandan da gözlerinden süzülen yaşları silmekle uğraşıyordu. Babamın henüz bir şey söylememiş oluşu beni daha çok gerdi. Annem tarafından sertçe açılan kapının ardından bu sefer daha sert bakışlı bir şekilde çıkan muhafız artık gitmemiz gerektiğinin habercisiydi. Aileme karşı bu tavrı sergiliyor oluşları beni sinir etse de kollarımı babamdan ayırıp sakince yüzlerine doğru döndüm. Böyle davranmalarının mantıklı bir açıklaması olmalıydı. Şu zamana kadar asla aileme bu şekilde davranmamışlardı. Onlar muhafızdı, birer asker değillerdi. Bireysek tavır sergileyemezlerdi. Kraliyet korumasıydı onlar, her şey için özel eğitim almışlardı. Üzerlerinde bulunan kraliyet üniforması bile onların farklılığını gösteriyordu. Annemle babama son kez baktıktan sonra raftan ayakkabılarımı alıp ayağıma geçirdim. Üzerime de askıda duran kot ceketimi alarak muhafızların arasına geçtim. "İyi günler efendim." Kıdemli olan muhafız annem ve babama son kez bir selam verirken onların yüzünde bulunan korkuyu ben görüyordum. Bu yüzden, "Merak etmeyin, en kısa sürede haber yollayacağım. Sizi çok seviyorum." diyerek onları rahatlatmaya çalıştım. Annem kapıyı isteksizce örttüğünde ikisinin yüzü de aklıma kazınmıştı. İstemsiz bir şekilde muhafıza doğru döndüm. İçeride olduğum gibi nazik olmayacaktım. "Sorarım bu acele nedendir muhafız? Bu tavrınız da ne? Boyutta olmadığım süre zarfı boyunca ahlak eğitimleri mi son buldu?" diyerek öfkemi belirttiğimde onlar boyut kapısını açmakla uğraşıyorlardı. Kıdemli olan dışında… Onu daha önce görmemiştim. En son Elemental'e gittiğimde on sekiz yaşındaydım ve aradan dört sene geçmişti. Doğal olarak Elemental'in korumaları da değişmişti. "Üzgünüm Mevsim Hanım, talimat olarak verildi. Acele etmemiz gerektiğinden aileniz ile vedanızı kısa kesmeniz gerekiyordu." Suratıma sorar bir ifade takındım. Bu kadar acelenin başka bir açıklaması olmadığını bende biliyordum fakat sormak istiyordum. Kendim durumu kabul etmem daha zordu. "Bu kadar acele etmenizi sağlayan şey nedir?" Gözleri kapıyı açmak için enerji kürelerini kullanan askerlere kaydı. Bu tavrı bile her şeyi açıklıyordu. Yüzüne bir keder çöktüğünde kendisini toparlayıp bana baktı. Bir muhafızın aslında karşısında bulunan kurul kıdemli üyesine bu şekilde duygu belirterek yaklaşması yasaktı. Onlar bunun için özel olarak eğitim alırdı çünkü muhafızlar kıdemli üyeler ile sürekli olarak birlikte çalışırdı. Bu yüzden hiçbir muhafızın iş yaptığı kıdemli üye ile duygusal bağ kurmaması istenirdi. Her kıdemli üyenin çalıştığı noktalar farklı olduğundan ve tüm kıdemli üyeler birbirinden hoşlanmadığından dolayı bu bir güvenlik önlemiydi ancak ben boyutun dışında olduğum için benimle bu şekilde rahat konuşabiliyordu. "Vaziyet kötü efendim. Elemental karıştı. O, geri döndü." Geri döndü... Elemental'in korkulu rüyası hayata geri mi dönmüştü? Evet, ondan duymak da en az kendim durumu kabul etmem kadar zordu. "Boyut Liderinin emri ile Elemental tekrardan açılıp liderlerin toplanmasına karar kılındı. Aslında size haber verilecekti ama bugün her şey kesinleşince yarın için acil bir kurul toplantısı yapılması gerekti. Tüm kıdemli üyelerin toplantıda bulunması gerektiğinden sizi hemen almamız istendi. Demir Bey de kuruldan önce dinlenmeniz gerektiğini söyleyerek bir gün erken almamızı isteyince haber yollayamadık." Bakışlarım aynı onun gibi solduğunda sadece başım ile onayladım. Yıllar önce ölmüş olduğuna emin olduğumuz bu adamın geri dönüşü için verebilecek başka bir tepkim yoktu. Ben Mevsim Çakır, Elemental adı verilen enerjinin hâkim olduğu boyutun başında bulunan beş liderden birisiyim. On üç yaşımda seçildim ve on dört yaşımdan beri bu savaş için yetiştirildim. Neyin savaşı için yetiştirildim? Bir gün Altor Levin ile boyut karşı karşıya kaldığında savaşmak için. Bundan yıllar önce, henüz liderler eğitim alırken ve bizden bir önceki liderler hayattayken, Altor saldırıda bulundu. Tüm ordusu ile birlikte Elemental okuluna saldırdı. Bu herkes için bir felaketti ama beklenilen gerçekleşmedi. Gerçekleşen tek bir şey vardı, o da Altor yok olurken onunla savaşan tüm eski liderleri de yok etmesiydi. Liderlerin yok olmasıyla boyuttaki denge sarsıldı. Biz yen dönem liderleri henüz her şey için hazır değildik. Bunun üzerine boyut hem derin bir yasa hem de yılların üzerine bıraktığı kara bulutların yok oluşuna şahitlik etti. Bir zafer miydi yoksa zafer uğrunda kaybedilen bir şey miydi, emin değildik. Aradan geçen onca zamandan sonra beş liderin yok olmasına karşılık o geri dönmüştü. Altor kendi üzerinde yaptığı birkaç çalışma doğrultusunda hem kendini sonsuz bir güce hem de bir canavara dönüştürmüştü. Bu yüzden boyutta onun karşısında birebir durabilecek kimseyi tanımıyordum. Olamazdı da… Hayata dönmesi nasıl mümkün oluyordu? Bunun bilimsel olarak olmasının imkânı olmamalıydı. Oranın Elemental olduğunu düşünürsek bile, bu imkânsız olmalıydı. "Mevsim Hanım..." Yanımdaki korumanın sesini işittiğimde bakışlarımı daldığım yerden toplayarak yüzüne döndüm. Elinde duran lider kolluğumu bana doğru uzatıyordu. Normalde lider kolluklarının liderin kolunda olmadığı sürece Elemental okulundan dışarıya çıkmasını geçin, avluya çıkarılması bile tehlikeli bir hareket olduğundan yasaktı. Anlaşılan durumun vahimliğinden dolayı bu tehlikeyi göze almışlardı. Lider kollukları olmadan da enerjimizi kullanabiliyorduk ama kolluk bize diğer liderler ile bağ sağladığından bu şekilde bir bütün olarak daha güçlüydük. Biz liderler Elemental boyutunun koruması gereken beş ana denge taşını korumakla ve lider olarak atandığımız bu boyutun güvenliğini bu taşlardan aldığımız yetkilerle sağlamakla görevliyiz. Liderler boyutun en güçlü isimleri arasında yer alırlar. Taştan aldıkları güç onları hatırı sayılır derecede güçlü yapar fakat gerek kurul gerekse siyasi bir ortamda liderlerin söz hakkı o kadar çok değildir. Elemental'in dengeler boyutu olduğunu söylemeliyim. Liderler güçlü olmalarına rağmen çok söz hakkına sahip değiller. Güçlü olan birisine kurulda da çok söz hakkı verirseniz bu ileride sorunlara yol açabilir. Burada herkesin bir yeri ve başında olması gereken bir krallığı var. "Neden yanında?" Boyut kapısı evimin bahçesine açılırken birkaç komşumuzun cama çıktığını gördüm. Bulunduğum kasaba villalardan oluşan bir mahalle gibiydi. Buradan başka boyutlara çok fazla insan alındığından herkes ne olduğunu bilir ama kimse hiçbir şey söylemezdi. Burası kendi içinde özel bir yerdi ve bunu burada yaşayan herkes saklardı. Zaten ana boyut bekçileri tarafından sürekli kontrol edilir sorun çıkartanların hafızalarından bu bilgiler silinirdi. Yani Elemental adında bir boyut olduğundan dünya bir haberdi. Ya da başka boyutlar olduğundan… "Şu an Elemental biraz karışık, savunmasız kalmamalısınız." Yaptığı açıklama tüylerimin ürpermesine neden olsa da birkaç saniye durumu anlamak adına onun gözlerinin içine bakıp kolluğu koluma taktım. Bu olasılığı kendim de düşünmüştüm ama bir başkasından duymak sanki daha da beter bir hal almasını sağlıyordu. Siyah renkteki kolluğun kolumdaki yerini almasıyla mavi çizgi halinde ışığın yayılıp Elemental'in sembolik simgesini oluşturması bir oldu. Kolluklar sadece liderlere ait birer silahtı, onlar özellerdi. Her liderin kolluğunu eğitimi başladığında bulunduğu binanın taşı oluşturur, lidere bir şey olursa kolluk da yok olurdu. Bir önceki liderlerin kolluğu ile şu anki liderlerin kollukları birbirinden çok daha farklı olurdu. Her seferinde kolluklar gelişir ve üzerinde bulunduğu liderin güçlerine göre şekillenirdi. Önden iki asker açılan boyut kapısından geçince başlarında bulunan komutanları enerji bariyerini aktif hale getirip önüme geçerek bana geçmemiz için komut verdi. Beni bile bu şekilde bir koruma ile alıyorlarsa, işler çığırından çıkmış olmalıydı. Boyut kapısına adım attığım an her seferinde yaşadığım o boşluktan düşüyormuş hissini tekrar yaşamak beni yıllar öncesine sürükledi. O kadar uzun bir zaman olmuştu ki... En son burası huzura kavuşmuştu ve ben henüz Ozan Abi'nin mezarına dahi gidemeden dünyaya yollanmıştım. Çoğu arkadaşım ile vedalaşma şansım bile olmamıştı. Buradan çıktığım gün gözümün önünden geçerken bir anda var olan hava yoğunluğu ile gözlerimi araladım. Ne ara onları kapattığımı bile fark etmemiştim. "Elemental'e hoş geldin mavi." Sesin tanıdık oluşuyla yüzüme bir tebessüm yerleşti. Yıllardır değişmeyen gözleri, büyümesinin ona kattığı olgunluk onu tamamen bir Alfa gibi gösteriyordu. Onu görmenin mutluluğu ile birlikte kollarımı açıp yanına doğru yaklaştım. Bu hareketime samimiyet ile karşılık vermiş, aynı şekilde kollarını aralamıştı. Her ne kadar onun yerinde burada beklediğim başka bir isim olsa da sesimi çıkarmadım. Onu da çok özlemiştim. "Çok uzun zaman oldu." Onu en son burada bıraktığımda babasının acısı ile baş etmeye çalışıyordu. Buradan ayrılmadan onunla bile çok uzun süre görüşememiştim. Arkadaşımın böyle bir acı ile tek başına baş etmesini asla istemezdim ama ben burada olmasam da onun yalnız kalmadığını biliyordum. Her ne kadar o zaman için yanında olmak istesem de baş sağlığı bile dileyemeden buradan çıkarılmıştım. Elemental kendisini güvenli sulara almak adına boyut kapılarını kapatmıştı. Cezasını da biz liderler çekmiştik. "Öyle mi oldu?" Yüzüme bir gülümseme yerleştiğinde ondan ayrıldım. Eskiden buraya her geldiğimde ve onunla böyle bir sarılma yaşadığımızda bana sürekli aynı cümleyi kurardı. Hala aynı cümleyi kuruyor olması beni duygulandırırken o bu halimden memnun olmayarak arkamdaki korumalara döndü. Buradan uzaklaştırıldığım için çok üzgündüm. "Sağ olun beyler. Krallığa geçebilirsiniz." Demir babasının ölümünden sonra hem kendi krallığının resmi olmasa da kralı hem de liderlerin başına Alfa, yani siyah taşın lideri, olarak geçmişti. Annesi Sevim Hanım hayatta olduğundan kraliyetle ilgili işlerde kraliçe olarak ona destek oluyordur ama Demir'in buna engel olduğuna çok emindim. Buraya dört yıldır adım atmamış olsam da az çok burada olup bitenden haberdarım. Çok sık bir şekilde olmasa da buradan beni görmeye gelebilen birisi vardı. Ayrıca mektuplaştığım arkadaşlarım da var. "Görüşmeyeli ne var ne yok?" Arkamızda bulunan siyah arabasına ilerlediğinde bende peşine takıldım. "Aynı, gördüğün gibi... Aslında bu soruyu ben sormalıyım. Burası Elemental, öyle değil mi?" Önceden boyut kapısı insanların az olduğu bir bölgedeydi fakat burası bile epey değişmiş ve gelişmişti. Etrafta çok yoğun olmasa da yerleşim yerleri vardı ve ben direkt olarak bu yerleşim yerlerinin içine gelmiştim. Boyut kapısının yerinin değişmediğine de çok emindim. "Söylediğin gibi, burası Elemental." Elleri ile etrafı bana sunarcasına işaret ettiğinde tebessüm ettim. "Enerji boyutundasınız sayın liderim. Burası evrenin en tuhaf ve mükemmel yerlerinden biridir." Kesinlikle haklıydı. Burası hem çok tuhaf hem de bir o kadar büyüleyiciydi. Havası bile insanın içini değişik yapıyordu. Böyle garip bir his kaplıyordu sizi. Arabanın şoför kapısını açtığında bende hemen yanındaki kapıyı açıp içine yerleştim. Gelirken herhangi bir kıyafet getirmeme izin vermemişlerdi ama bana burada fazlasıyla kıyafet ve ihtiyacımın olacağı her şeyi hazırladıklarına emindim. En azından Ahenk'in bunu yaptığına emindim. "Herkes geldi mi?" diye ortaya bir soru attığımda tek eli direksiyonda olacak şekilde bana kısa bir bakış attı. Bu bakış 'sona kaldın' dercesine bir bakıştı. Yüzündeki alaylı gülümseme benim yüzümde mimik oynamamasına neden oluyordu. Her ne kadar dillendirmesem de bu boyutun beni unuttuğu gerçeği canımı sıkıyordu. "Herkes derken? Bir sen bir de yeşil gelebilir zaten mavi. Onu yaklaşık olarak beş gün önce buraya aldılar zaten." Kaşlarımı çatıp yüzüne baktım. Yaklaşık beş gün önce onu buraya aldılar... Bu da demekti ki, Koray'dan yapmasını istedikleri bazı yenilikler ve almaları gereken önlemler olmuştu. Koray yeşil taşın lideriydi ve şu zamana kadar hep üstün zekâları ile bilinen yeşiller olmuş. Yüzyıllardır yeşil taş her zaman için kendisine seçtiği üyelerin tek ortak noktasını bu olarak görmüş. Yeşil lider olmasının da ona kattığı bazı şeyler olsa da Koray’ın dünyada da zekâ konusunda biraz fazlası var. "Neler oluyor Demir? Nedir bu telaşe?" Sorumun içinde sesimden bile anlayacağı üzere bol miktarda endişe vardı. Cevabını muhafızdan almıştım ama onunla da konuşmak istiyordum. Tek seferde kabul edilecek bir durum değildi. Beni gelirken aceleyle almaları, her zaman beni dünyadan alanın Gökalp olması ama bu sefer karşılamada bile olmaması, boyut kapısına kadar Demir'in gelmesi... Bunlar çok garip durumlardı. Geçen saatler arasında beni son derecede germişlerdi. "O, geri döndü Mevsim." dedi tek düze bir sesle. Devamını getirmesini bekledim ama dakikalar geçmesine rağmen bunu yapmadığında ağzımı tekrar araladım. Demir için Altor'un varlığının ne kadar zor olduğunu hepimiz çok iyi biliyorduk. Onun yüzünden babasını yıllar önce, henüz yirmi bir yaşındayken, kaybetmişti. "Nasıl? Ölmüştü." Yıllar önce onun ölüsünün duyurulduğu bir sürü kutlama, haber, şenlik olmuştu. Elemental bu adamdan kurtulalı yıllar oluyordu. Yaklaşık olarak dört sene... Koskoca dört sene geçmişti. Ölü birisi tekrardan var olamazdı, bu imkânsızdı. "Ya ölmedi... Ya da kullandığı Ela petrolü ile bağlantılı birisi hayatta ve onu kullanarak savaş esnasında alem değiştirdi, bunun mümkün olduğunu Büyük Bilge görülerinde görmüş. O eğer düşündüğümüz şeyi yaptıysa hayata dönmek için Ela petrolünü kullanıyor. Yani ölmüyor, sadece başka bir boyutta dinleniyor." dediğinde ağzım iki karış açık yüzüne bakakalmıştım. Ela Krallığından olan herkes yıllar önce ortadan kalkmıştı. Bırakın o krallıktan birinin hayatta olmasını o krallığa ait adam akıllı bina bile kalmamış, sarayı dahi çürümeye başlamıştı. Oysa bir zamanlar boyutun başındaki en büyük krallıkmış. Üstelik bir taşı bile yokken... "Koray beş gündür bunu araştırıyor fakat hiçbir şey bulamadı. Veriler doğru, Ela Krallığından kimse hayatta değil." Onu dinlerken aklımdan ihtimalleri geçirmeye çalışıyordum ama en ufak bir fikir dahi aklımın ucundan geçmiyordu. Daha beynim, bu durumu bile zor idrak etmişti. "Bir hafta önce... Tam olarak bir hafta önce çıktı ortaya." Dönüp yüzüme baktı. Yüzünde gördüğüm keder her halinden belliydi. Bu konu hakkında bir şeyler söylerken sesi bile değişiyordu. “Yani en azından biz çıktığını düşünüyoruz. Resmi bir veri yok ama onu Ela Krallığının eski sarayında görenler olmuş.” Nasıl planlar yaptığını düşündüm. Neler yapabileceğini… Altor benim aklımın ucundan bile geçemeyecek şeyler yapabilirdi. O tam anlamıyla bir canavardı. "Kurul?" dedim soru soran bir ses tonu takınarak. Başka soracak soru bulamıyor, bulduklarımı da dillendirecek gücü vücudumda arayamıyordum. Direksiyonu Elador tabelasının olduğu tarafa doğru kırdı. Elemental okulu Elador Krallığı sınırlarındaydı. Boyutun en büyük iki krallığından birisi olan Elador. "Karasızlar. En son kurul da yapılmasını istedikleri tek şey liderlerin toplanmasıydı. Geri dönmesine engel olmaya çalıştılar, birkaç gün araştırmalar yapıldı fakat nasıl geri döndüğünü bulamadıkları için bu başarısız oldu. Yarın kurulda da alınacak önlemlerden fazlası konuşulamaz. Onun hakkında hala daha geçmişteki bilgilere sahibiz." Açıklaması üzerine cidden diyecek hiçbir şeyim yoktu. Onun var oluyor oluşu bile tüylerimi diken diken yapmıştı. "Bizden yeni liderler yetiştirmemizi isterler mi? Böyle bir önlem mantıklı mı? Bilmiyorum. Tek bildiğim bir şey var. O da bu adamın bu sefer burayı cidden cehenneme çevirmeye geldiği. Görenler onun her zamankinden daha güçlü olduğunu söyledi, Mevsim. Resmen… Bir…” dediği cümleyi kısa ve net bir şekilde ben tamamlamıştım. "Canavar gibi..." Kurduğum bu cümleye tepki olarak sadece kısa süreliğine yüzüme bakmakla yetinmişti. Yüzündeki acıyı her şekilde görebiliyordum ve bu hiç hoşuma gitmemişti. Görüş açımıza nihayet Elemental Okulu girdiğinde şu anki duygularımın aksine içimi tuhaf bir sevinç duygusu kapladı. Burası benim çocukluğumdu. Aldığım derslerin her birini, buradayken neler yaptığımıza kadar her şeyi hatırlıyordum. Burası benim için ilk ev gibiydi. Buraya ilk geldiğimde ne kadar yadırgasam da buraya ait olmadığım hissine hiçbir zaman kapılmadım. Sanki burası her zaman benim evimmiş gibiydi. Elemental Okulu adını boyuttan alıyordu. Çünkü boyutun düzeni bu okula bağlıydı. Beş ana kulenin oluşturduğu bu devasa yapı... Beş kuleyi birbirine bağlayan devasa taş köprüler avluyu oluşturuyordu. Sadece tek bir kapısı vardı. Kocaman bir kapıydı ama buraya giriş yapılabilecek tek noktada burasıydı. Her bir taş ait olduğu binanın en altında bulunan bir odada, yerin altında, saklıydı. Taşı oradan sadece liderler alabilir ve sadece liderler oraya inebilirdi. Bu bir kural değildi, liderler dışında kimse orayı göremezdi çünkü taş sizi kabul etmez ve lideri isterdi. Taşlar mümkün olmadıkça bulundukları yerden çıkarılmazdı. Mümkün olan tek durum da bir savaş haliydi. Taşlar alındığı an Elemental Okulu korumasını yitirirdi ve bu yüzden her saldırıya açık olurdu. Taşlar Elemental dışında başka bir yerde varlığını sürdüremez, buraya bir şey olursa tüm boyuta olurdu. Taşlar burada olduğu sürece de buraya asla zarar dahi gelemezdi. Çünkü onlar burayı koruyorlardı. Tıpkı liderlerini korudukları gibi… Buradayken hasta olmam bile çok zordu. Araba giriş kapısının önünde durduğunda kapıda bekleyen iki muhafız herhangi bir şey söylemeden selam vererek kapıyı açtılar. Devasa kapılar açılırken tek düşündüğüm buraya geldiğim ilk gün bu yapıdan korkmuş olmamdı. O kadar büyüktü ki içim ürpertmişti. “Demir…” dedim büyülenmiş bir şekilde. “Ben burayı çok özlemişim.” Güldüğünü duydum ama gözlerimi avludan ve binalardan alamadığımdan göremedim. Etrafta tek tük öğrenciler vardı. Henüz alımlar başlamamış olmalıydı ki bu kadar az öğrenci vardı. Biz liderler boyutta her zaman bir savaş hali olmadığından burada kendi krallıklarımızdan öğrencilerin yetiştirilmesine de yardım ediyoruz. Her krallıktan gelen seçilmiş öğrencilerin eğitimleri okuldaki diğer eğitmenlerle birlikte sağlanıyor. Bizde bazı derslere girerek hem halkımızla tanışmış oluyoruz hem de liderlik esnasında öğrendiğimiz şeylerle öğrencileri bilgilendiriyoruz. Ancak ben burada olmadığımdan ve Elemental Okulu uzun bir süredir kapalı olduğundan hiç eğitim derslerine girmemiştim. Ben liderlik dersleri alırken eski lider Ozan Abi’nin verdiği derslerden bu konuya hâkimdim. “Henüz eğitimler başlamadı. Yarın eğitmenler gelecek ve öğrenciler seçilecek.” Elemental de çok sayıda okul vardı ama burada eğitim almak bambaşka bir duyguydu. Çünkü burada liderler ile birlikteydiniz. Elemental halkı liderlerine son derece bağlıdır. Onlara gözbebekleri gibi bakarlar. Kendi kraliyet aileleri kadar değer verir ve onları sahiplenirler. Ben henüz öğrenciyken bile Buzul halkı bana son derece bağlıydı. Araba avluda durduğunda siyah binanın kapısının önünde bekleyenleri gördüm. Yüzüme kocaman bir gülümseme yerleştirip Demir’den önce arabadan indim. “Koray…” “Maviş…” Koşar adım yanlarına vardığımda önce Koray’a ardından da Ulaş’a sarıldım. “Seni burada görmek çok hoş Mevsim…” Ulaş her zamanki zarafeti ile tam karşımdaydı. Güneş Krallığının varisi ve aynı zamanda sarı lider oluyordu. Krallığının gözle görülür özelliği olan zarafeti her şekilde belli ediyordu. “Seni görmek de çok hoş Ulaş.” Gözlerim hala burada olmayanları arıyordu. “Ahenk nerede? Ve Gökalp?” “Ahenk akşam yemeğine burada olmuş olur. Pamir ile birlikte işleri vardı.” Pamir ve Ahenk’in yıllardır süren bir ilişkileri vardı. Asla abartmıyorum, birbiri için yaratılmışlardı. Her bakımdan… “Gökalp de Serkan amcanın koruması olarak boyut dışına çıktı. O da birkaç güne burada olur diye düşünüyorum.” Geldiğim ilk gün burada olmasını beklediğimden yüzümün düşmesine engel olamamıştım. Gökalp benim korumam olmakla birlikte, mavi taşın muhafızı ve aynı zamanda Buzul Krallığının sahip olduğu en iyi koruma. Hatta belki de Elemental'in en iyi korumalarından birisi. Benim Buzul Krallığı ile arama giren mesafenin ta kendisi. Önceden Kenan Bey'in korumasıydı ancak daha sonrasında... “Eee, dünyada durumlar nasıldı?” Koray da benim gibi dünyadan geliyor. İlk zamanlar ikimiz de dünyadan geldiğimiz için burada birbirimize epey destek olmuştuk. “Her şey bıraktığın gibiydi kıvırcık. Bir tatlıcı işletmeye başlamıştım." Buraya geldiğim için okulum yarım kalmıştı ve daha sonrasında da devam etmek istememiştim. Geldiğimde on dört yaşındaydım ve benim yerime dünyadaki lise derslerime bir kopya askeri devam etmişti. Yani benim aynım olan bir kukla... Üniversite sınavına buraya döndüğüm sene hazırlanıp girmiştim ama kazandığım hukuk fakültesini yazıp bir sene okuduktan sonra okulu yarım bıraktım. Annem ve babam dört sene Elemental de geçen zamanlarımın üzerine dünyaya uyum sağlayamamamı normal karşılamış ve beni kendi halime bırakmışlardı. Aldığım dersler doğrultusunda tatlı yapmak konusunda olduğunca ilerledim. Bunu kafa dağıtmak için yaptığımı sanmama rağmen belli bir süre sonra artık kendimi sürekli bunu yaparken bulmaya başlamıştım. Dört sene Elemental de geçen hayatım bir anda normal dünyaya ayak uyduramamıştı. Özellikle de arkadaşlar konusunda hiç şanslı olmamıştım. “O zaman ilk fırsatta bir tatlını yeriz.” "Ben yedim, baya lezzetli şeyler yapıyor bu arada." Ulaş inanamaz şekilde kaşlarını havaya kaldırırken ben Koray'a gülmekle meşguldüm. Genelde benim tarafımda olmazdı ama bugün olası tutmuştu anlaşılan. Aramızda bir anda sessizlik oldu. Konuşacak bir şey kalmadığından olsa gerek hepimiz susup kalmıştık. “Mevsim’in odası ayarlandı mı?” “Henüz ayarlayamamışlar. Birkaç gün eski odasında kalacak.” Koray’ın açıklaması ile Demir geçmem için işaret etti. Mavi binanın olduğu tarafa bakakaldım. Çok uzun bir zaman olmuştu. Onunla birlikte yavaş adımlarla ilerledim. Binanın kapısı taşlardan oluşuyordu. Eski dönemleri andıran bir görünüşe sahipti. Kendimi dünyadaki kraliyet filmlerinin içinde gibi hissediyordum. Kapının önündeki küçük basamakları çıkıp içeriye girdik. Yerde oldukça eski duran soluk mavi renkte bir halı vardı. Binanın kapısı yoktu. Elemental de dokuz ay yaz ve kalan bir ayda da ılık bir mevsim yaşandığından genel olarak sarayların kapıları yoktu. Buzul Krallığı on iki ay boyunca kış yaşadığından orası bir istisna oluşturuyordu. Eski odam ikinci katta olduğundan birlikte merdivenleri çıktık. Sanki ilk defa geliyormuş gibi her gördüğüm şeyi inceliyordum. Koridorlarda bulunan tablolar, vazolar, biblolar… Hepsi o kadar güzeldi ki… Odamın kapısının önünde lider öğrencisi olduğumdan mavi taş simgesi asılıydı. Hemen yan odam da Ozan abiye ait olduğundan onun kapısında da tıpkı benimkinde olduğu gibi taş işareti vardı. Onun yokluğunun, burada olmadığım halde, bana ne kadar koyduğunu anlatamazdım. Her zaman benim yanımda olmuştu ve benim çok güzel yerlere geleceğimi savunmuştu. Sonunun böyle olması cidden çok acıydı. Demir nereye baktığımı fark ettiğinde gözlerimiz acıyla buluştu. O, babası eski Alfa olduğundan tüm liderlerle daha çok içli dışlıydı. Her birine ayrı bir bağlılığı vardı. Hepsinin babasıyla birlikte yok olması onda çok daha büyük yaralar açmıştı. “Ozan Abi’nin odasını ayarlayacaklar. Birkaç gün için eski odanda idare et.” “Hayır!” dedim hemen. Kaşlarını çatıp yüzüme baktı. “Odadaki hiçbir şeye dokunmasınlar. Anahtarı da bana versinler.” Elemental okulu yaşanan olaylardan sonra hemen kapandığından oda tahminimce Ozan abinin en son bıraktığı haliyle duruyordu. “Ben bu odada kalırım.” Anlayışla kafasını sallayıp odanın kilidini açarak anahtarı bana uzattı. Ozan abiye ne kadar değer verdiğimi biliyordu. Bu yüzden bunu neden istediğimi anlaması da uzun sürmemişti. “Akşam yedi de hep beraber yemek yeriz. Siyah binada olursun.” Başımı olumlu anlamda salladım. “O zamana kadar güzelce dinlen.” Omzuma dokunup yanımdan geçerek uzaklaştı. Bense ağzım kulaklarıma varacak derece mutlu bir ifadeyle odamın kapısını açmıştı. Beni karşılayan küçük koridordan geçtim. Hemen solumda bir kapı daha vardı ve bu kapı banyoya aitti. Karşımda ilk gördüğüm şey yatağım olmuştu. Geniş yatağımın hala daha çarşafları değişmemiş ve son gün bıraktığım şekilde duruyordu. Üzerindeki yastıklarım uzandığım her halinden belli olacak şekilde yamuktu. Büyük bir özlemle odayı tararken bakışlarım yatağımın iki köşesinde duran komodinlere takıldı. Her zaman için sağ taraftan yatıp sol tarafta uyandığım için iki komodinin de üzeri dağınıktı. Yediğim çikolatanın kabı bile duruyordu. Burada olmadığım için hiçbir şekilde odama girilmemiş oluşu beni çok mutlu etmişti. Dağınık komodinlerimin hemen karşısında bir çalışma masası ve epeyce geniş bir gardırop vardı. Çalışma masamın üzerinde açık halde bekleyen bir sürü defter... Burada pek çok şeyi kavramak için elimden geleni yapıyordum. Neye bu kadar çok çalıştığımı anlamak için biraz masaya yaklaştığımda aldığım notların bulunduğu defterin sayfasını tuttum. "Unutma!" Yazmıştım kocaman harflerle. "Hiçbir mavi lider bu zamana kadar gücünün tamamını kullanamamış. Sen bunu başaracaksın." Yüzümde acı bir gülümseme oluşurken daha fazla okumadan başımı odamın bir duvarını komple kaplayan cama döndüm. Camın önünde küçük bir sehpa ve mavi renklerde iki adet yumuşak puf vardı. Zamanında bunları özellikle istemiştim. O günü çok net hatırlıyorum. Öğrenciler odalarda ikişerli olarak kalıyorlardı. Ozan abi ilk geldiğim gün beni bu odaya vermişti. Gözünün önünde olmam için bu kadar yakın bir oda seçtiğini söylemişti. Üstüne de bu odayı istediğim gibi dekore edebileceğimi söyleyerek bir liste hazırlamamı söylemişti. Bende bu geniş camı görünce listenin en başına kocaman harflerle bu koltuğun adını ve rengini yazmıştım. Zaman ne kadar hızlı geçiyordu. Kendimi yatağın üzerine bırakıp gözlerimi kapattım. Buradaki hava değişimi beni çarpmış olabilirdi. Bu yüzden yemeğe kadar uyusam iyi olurdu. En azından akşam için yeterli enerjiyi toplayabilirdim. Ne ara gözlerim tamamen kapandı bilmiyorum ama uyuyakalmışım. Sanırım insan kendini evinde hissedince uykuya daha rahat dalıyordu. “Mevsim” Adımın defalarca seslendiğini duyarak uyandım. Sesin nereden geldiğini başta anlayamasam da kolluğumun üzerinde yanan hafif renkli mavi ışık dikkatimi çekince gözlerimi ovuşturarak konuştum. “Efendim.” “Yemeğe bekliyoruz, hadi.” “Tamam, beş dakikaya oradayım.” Kolluğun ışığı sönünce konuşmamız da bitmiş oldu. Saçlarımı geriye atarak yatakta oturur hale geldim. Bu çarşafların acilen değişmesi gerekiyordu. Ayağa kalkıp önce banyoda elimi yüzümü yıkadım. Ardında da eski kıyafetlerimin olduğu dolabı açtım. İçindeki hiçbir şeyin şu an bana olma ihtimali yoktu ama üzerimdeki tişörtü kesinlikle değiştirmem gerekiyordu. Bu yüzden tişörtlerin olduğu rafı epey bir karıştırdım. En arkalarda bulduğum lacivert renkli, Gökalp’in hediye olarak aldığı, tişörtü gördüğümde üzerimdeki tişörtü çıkartıp onu üzerime geçirdim. Aslına bakılırsa bu tişört alınalı yıllar olmasına rağmen hala daha ilk günkü kadar üzerime büyüktü. Bunu doğum günümde almıştı ve alırken yanlışlıkla hediye paketine kendisine aldığı tişörtü koymuşlardı. Bu yüzden de aslında kendine almış olduğu tişörtü ben sahiplenmiş olmuştum. Odadan çıkmadan camı açtım. Ben gelene kadar havalanmasını istiyordum. Kapıyı açtığımda karşımda tanımadığım birisini bulmuştum. Saçlarını arkada sıkıca toplamıştı ve üzerindeki Elemental öğrencilerine ait olan mavi bina forması vardı. Önümde hafifçe eğilerek selam verdi. Buna şaşıracak gibi olsam da burada bunun hayatın bir parçası olduğu aklıma geldiğinde sadece samimi bir şekilde gülümsedim. “Liderim…” Tişörtünün üzerindeki kıdemli öğrenci damgası dikkatimi çekmişti. Eski öğrencilerden birisi olmalıydı. “Siz yemekteyken odanızı temizleyeceğiz. Dokunmamamızı istediğiniz bir şey var mı? Ya da özel olarak istediğiniz bir şeyler.” Çarşaflarımın zaten değiştirileceğini düşünerek konuştum. “Masamın üzerindeki hiçbir şey atılmadan kitaplığa konulsa, çok güzel olur.” Nazikçe başını salladı. “Teşekkür ederim.” “Afiyet olsun efendim.” Hızlı adımlarla merdivenlere doğru ilerledim. Siyah bina mavi binanın tam karşısında yer aldığında avlunun içinden geçmem gerekiyordu. Elemental de havanın kapalı ve fırtınalı olması beni şaşırttı. Yağmur yağacağa benziyordu. Burada yağmur yağmıyor değildi ama bu kadar fırtınalı bir yağmuru ilk defa görüyordum. Resmen boyut da içinde bulunduğu bu hale ağlıyordu. Siyah binanın girişinde bekleyen görevli çocuk başıyla bana selam verdi. “Merhabalar, Mevsim Hanım.” Durduğu yerden çıkıp lobideki açık alana, tam karşıma, geçti. Üzerinde siyah binanın muhafız forması vardı. Anlaşılan Demir’in muhafızı da bu çocuktu. Onu daha önce eğitimlerde görmüş gibi hissediyorum. Sanki biz ders alırken o da Karanlıklar Krallığı adına ders alıyor gibiydi. “Ben Mert, siyah binanın muhafızı ve muhafızlar birliğinin başkanıyım.” Uzattığı eline doğru elimi uzattım. Saçları kumral ve kısaydı. Bu kısalık askerlerin kullandığı saç modeline çok benziyordu. Gözleri kahverengi ve yüzü biraz kemikli bir yapıya sahipti ama kendisi oldukça yumuşak birisi gibi duruyordu. “Tanıştığımıza memnun oldum, Mert.” Ellerimiz ayrıldığında önden geçmem için eliyle işaret etti. “Bir süre için Demir yemeklerin siyah binada yenilmesini uygun gördü. Binada şu an sadece bazı eğitmenler, kıdemli öğrenciler ve muhafızlarla birlikte sadece siz olduğumuzdan sayımız epey az, bundan dolayı tek yemekhanede toplanıyoruz. Bu yüzden mavi binanın yemekhanesi açılana kadar herkes burada olacak. Daha sonra siz liderler yine kendi binalarınızda değil siyah binada bulunan toplantı odasında birlikte yemek yiyeceksiniz çünkü Orhan Bey’in kesin talimatı üzerine bu sene öğrenci alımlarını biraz arttırmamız istendi. Bu yüzden bazı odalar dört kişilik olarak değiştirilecek.” Bu Altor’a karşı herhangi bir savaş halinde elimizde genç adayların da olması için bir önlem olmalıydı. Altor eğer en son saldırdığı kadar büyük bir ordu ile saldırırsa elimizde yeterince asker olmayabilirdi. Kraliyet muhafızlarını sayısı bir elin parmağını geçmeyecek kadar azdı. Bu yüzden dört senedir durdurulan asker eğitimlerini başlatmaları gayet mantıklı bir karardı ama bu konuda ne kadar hızlı olabilirdik? Altor hazırlıklıysa elimizde sadece kraliyet üyelerinin güçleri olurdu ve bu da istemeyeceğimiz başka kayıplara yol açardı. Siyah binanın zemininde tıpkı mavi binada olduğu gibi bir halı vardı ama bunun rengi tahmin edilebildiği üzere siyahtı. Yemekhaneler tüm binalarda en alt kattaydı. Yeşil bina bu konuda bir istisnaydı çünkü orası aynı zamanda bir araştırma hastanesi olduğundan öğrencileri tıp alanında eğitimler alıyorlardı. Seçilen öğrencilerde bu konuda sınava tabi tutuluyordu. Bir okul ve araştırma hastanesi olmasından dolayı en alt katta bir hastanenin gerekli duyacağı cihazlar bulunuyordu. Öğrenci sayıları da diğer binalara göre az olduğundan yemekhanesi zemin katta ve küçük bir alandı. Oldukça kişinin bulunduğu geniş alana indiğimizde gözüm ilk olarak liderlerin oturduğu masayı bulmuştu. Bir tek benim eksik olduğum masada tüm sandalyeler doluydu. “Afiyet olsun.” Mert yanımdan ayrılıp muhafızların bulunduğu masaya geçerken bende yüzümdeki kocaman gülümseme ile birlikte bizimkilerin yanına ilerlemiştim. Ahenk ile uzun bir aradan sonra karşılaşmak ikimizin de yüzündeki heyecana neden olurken o ayaklandı. “Sonunda gelebildin be kızım.” Kızıl saçlarını savurarak yanıma kadar koşar adım geldi. Kendinden emin yürüyüşünden ödün vermeyişi her zaman olduğu gibi yine dikkatimi çekmişti. Kendisi Ateş Krallığının varisi ve aynı zamanda pek değerli kırmızı liderimiz olur. Aynı zamanda da Kızıl Kraliçenin mirasçısı. Gözlerinin alev alıp dehşet saçtığı dakikalara tanık olmak her yiğidin harcı değildir. “Bence de, sonunda…” İkimiz masanın başında sarılırken herkes bize bakıyordu. Ahenk’in buradan dışarıya çıkma imkânı olmadığından sadece mektuplaşarak haberleşebilmiştik. Bu da tahmin edilebildiği üzere epey zor olmuştu. Mektuplaşmanın epey yaygın olduğu Elemental de onun için sorun olmasa bile, teknolojinin pek çok konuyu esir aldığı dünyada benim için mektuplaşmak epey zor olmuştu. Özellikle de başka bir boyuta posta yollamak sanıldığından çok daha zordu. “Buldular yine birbirlerini iki gün odadan çıkmaz bunlar.” Koray ağzının içinde söylenince Ahenk elinden çıkardığı kıvılcımın ensesine değmesini sağladı. Pek akıllı arkadaşımız yerinde sekerken ben kıkırdıyordum. “Ya ne olacak canım arkadaşım. Mevsim’i bulmuşum, kolay kolay da bırakmam.” Bana göz kırpıp geçmem için belimden hafifçe ittirdi. O da Pamir’in yanına benim tam karşıma oturdu. “Seni tekrardan aramızda görmek çok güzel Mevsim…” Pamir, boyutun sahip olduğu iki büyük krallıktan birisi olan Elador Krallığın kralı ve aynı zamanda şu an boyutta bulunan en genç iki kraldan birisi oluyor. Babası Aslan Bey’in sayesinde herhangi bir taşa bağlı olmadığı halde kendi enerjisi ile güçlenen Elador Krallığı boyutta resmen bir ilk çünkü bir taşa bağlı olmadan bu kadar güçlü olabilen krallık sayısı geçmişten beri bir elin parmak sayısını geçmezmiş. Yakışıklı kral hem krallığı hem de görünüşüyle geçmişten beri gözbebeği denebilir. Onun gözü Ahenk’ten başkasını görmese de… “Aynen, nihayet aramıza katılabildin.” Deniz zarif gülümsemesi ile bana tebessüm edince hafifçe kafamı salladım. O da Işığın Krallığının hayatta kalabilmiş tek varisi ve aynı zamanda Demir’in nişanlısı oluyor. “Bu arada geç oldu ama ikinizi de tebrik ederim. Burada olmayı çok isterdim ama malum durumları biliyorsunuz.” Ben burada değilken nişanlanmışlardı. Davetiyelerini almama rağmen boyut liderinin kendince yapmış olduğu “krallığın bunun için onay vermiyor” cümlesi her şeyin önüne koca bir engel koymuştu. Işığın Krallığı yapay bir şekilde üretilen ve Karanlıklar Krallığına enerjisi ile destek olan beyaz taştan enerjisini alıyordu. İlk ve tek başarılı destek taş girişimi olan beyaz taş maalesef ki şu an eskisi kadar etkili değil çünkü Lotor’un yaydığı bir hastalık ile birlikte hem taş hasar aldı hem de halk ve kraliyet mensuplarının neredeyse hepsi hastalığa yakalanıp öldü. Deniz bu kara dönemde hayatta kalmayı başarabilmiş nadir isimlerden ancak Lotor’un beyaz taşa yaydığı ela zehri sayesinde enerjisini tam olarak kullanamıyor. Bu da onu olması gerekenden daha güçsüz kılıyor. Bu yüzden liderler arasında güç desteği olarak görülmüyor. Sadece söz hakkına sahip. “Ben gram takabileceğimi söyledim, geçmiş gün olduğu için kabul etmediler.” Koray hafifçe kulağıma doğru eğildi. “Gramı beğenmedik demiyorlar da…” Demir gözlerini imayla kısıp ona bakarken Koray gülüyordu. Altın burada çok da değer gören bir cevher değil. İnsanlar altın eşyaları genelde küçük detaylarda ve saray süslemelerinde kullanıyor. Bu yüzden külçe altın bile olsa çok da değerli bir parça değil. Güzel bir işlemenin içinde olmadıktan sonra son derece değersiz. “Bende en kısa sürede bir gram takacağım.” “Sen yapma bari Mevsim.” Deniz de gülüşümüze eşlik ederken herkesin keyfi oldukça yerindeydi. “Biz sıramızı saldık arkadaşlar, siz sırası gelenlere gram takarsınız.” Demir’in göz ucuyla Pamir ve Ahenk’e attığı bakış kimsenin gözünden kaçmamıştı. Ben onları bildim bileli sevgililerdi ve bir kere bile ayrıldıklarını görmemiştim. Evlenecekleri kesin bir gerçekti ama ikisinin de aklında henüz öyle bir düşünce yok gibiydi. Pamir kafasını kaldırıp Demir’in yüzüne baksa da Ahenk yemeğinden kafasını kaldırmamayı seçmişti. “Bizim daha zamanımız var.” Ahenk’in yüzündeki gerginlik dikkatimi çekti. Bir terslik olduğu çok belliydi. Bunu daha sonra ona sormak üzere aklımın bir köşesine attım. “Tabi canım daha birlikte mumyalanacak bu iki arkadaş…” Pamir, Koray’ın gergin ortamı yumuşatmak amaçlı ortaya attığı espriye gülümserken Ahenk kadehinden bir yudum almıştı. Kesinlikle neler olduğunu merak etmiştim. Masada bir süre sessizlik oluştu ve herkes yemeğini yemeye odaklandı. Burada olamadığım yıllar için duyduğum pişmanlık biraz fazlaydı. En kız arkadaşımın en ufak bir sorununu bile bilmiyordum. Keşke daha kısa bir süre önce buraya dönme şansım olsaydı. Buradan sonra dünyada hiçbir anlamda mutlu olamamıştım. Sadece ailem… Onlar benim her şeyimdi. “Yarın kurul kaçta bu arada?” “Sabah erkenden yapacak Orhan.” Orhan boyut lideri oluyor. Tüm krallıkların ve boyutun başına geçerken boyutta her bir üye tarafından seçiliyor. Eskiden başka bir boyut lideri vardı. Orhan ben burada değilken başa geçmişti. Konuşmanın ortasında Mert elinde tuttuğu bir zarfla yanımıza geldi. Ne ara dışarıya çıkıp gelmişti bilmiyorum ama merdivenlerden inip geldiğini gördüm. “Aya’nın postacısı getirdi.” Kraliçe Aya’nın? Demir çatal ve bıçağını masaya bırakıp zarfı eline aldı. Neler olduğunu bildiğini düşündüğünden mi bilmiyorum kısa bir süre için Pamir’e baktı ama herhangi bir tepki alamadı. Pamir’in bulunduğu konum düşünüldüğünde her şeyden ilk haberdar olan birinci isim olabilirdi. Kraliçe Aya boyutun en büyük iki krallığından birisi olan, yeşil taşın kontrolündeki, Aseda’nın kraliçesi oluyor. Boyutta en çok sözü edilen kadın o desem abartmış olmam. Aldığı her bir karar, kurduğu her bir cümle, giydiği en ufak bir parça... Her şeyiyle kendinden söz ettirmeyi başarıyor. Onun yapabildiğini henüz yapabilen olmamış. Bu kadar uzun bir süre tek başına krallık yönetebilen kadın sayısı çok azmış. Aslına bakılırsa Ahenk Kızıl Kraliçe unvanını almasaydı Aya da kızıl saçları ve yaptığı şeylerle bu unvanı hakkıyla taşıyabilirdi. “Davet veriyor.” dedi Demir okumaya devam ederken. “Bizim tekrardan boyuta birlikte dönüşümüze özel.” Böyle bir incelik ondan beklenecek tarzdandı. Liderlere ne kadar değer verdiğini çok net bir şekilde eğitim aldığımız görmüştük. Bu yüzden Demir de şaşırmamış ve zarfı masanın ucuna bırakarak yemeğini yemeye devam etmişti. Yemekten sonra herkes bir yerlere dağıldı. Ahenk, Pamir ile birlikte, akşam geleceğini söyleyerek, gitti. Özellikle mükemmel dedikoduları olduğunu belirtmekten çekinmedi. Koray, Aya’nın yanına gitmişti. Aseda’nın lideri olduğundan bu duruma şaşırmadım. Demir ve Deniz kendi odalarına çekilirken ben de mavi binanın terasında elimdeki kahve ile birlikte oturuyordum. Gözlerim uzakta da olsa aklım çok yakındaydı. Yaşanan onca şey sanki bir film şeridinin içindeymiş gibi gözümün önünden geçiyordu. O kadar çok şeyi burada bırakmıştım ki şimdi bir anda hepsini birden hatırlamak hafızamı zorlamıştı. Her bir noktanın bende bambaşka anıları vardı. Şey gibi hissettiriyordu. Mezun olduğun okula geri dönüp arkadaşlarınla her bir noktada yaptıklarını hatırlamak gibi… Burası benim mezun olduğum ama asla bağımı koparamadığım o okulumdu. Elemental benim için çok başkaydı ve her zaman da öyle kalacaktı. “Elemental çarpmasın…” Omuzlarımın üzerine bırakılan bir şalla birlikte önce irkilsem de gelenin Demir olduğunu görüp rahatlayarak arkama yaslandım. Cidden üşümüş olmalıydım. Tenim bir anda ısınmıştı. Buzulları temsil etmeme rağmen onların soğukkanlılığı benim kanlarımda gezinmiyordu. Bunu zamanında dünyadan gelmeme ve doğuştan bir buzul olmamama bağlamışlardı. “Deniz yok mu?” Eliyle kolundaki saati işaret etti. Saat biraz geç olabilirdi ama gece bu saatte ayakta olmaya değerdi. İkimiz de bir süre için sessizdik. Gecenin aklımızın ucundakileri toparlamasını bekledik. Buraya neden geldiğini bildiğim halde konuya giren ilk kişi ben olmak istemediğimden sustum. Onun bir şekilde konuyu oraya getireceği çok açıktı. Gecenin sessizliği resmen aramıza sızıp bir kara kedi gibi ortamı durgunlaştırmıştı. “Onu yakarlarsak…” dedi nihayetinde. Kafamı ona doğru çevirdim ama o bana bakmıyordu. Demir ile bu tarz konuşmaları uzun bir süredir yapmıyorduk ama önceden o kadar sık konuşurduk ki... Ben buraya geldiğimde öğrenciler arasında pek uyum sağlayamamıştım. Onunla yakaladığım tatlı arkadaşlık hiçbirinde olmamıştı. Sürekli gece sohbetlerimiz olurdu ve bana tahta geçtiğinde ilk yapacağı şeyden, Deniz’e nasıl bir teklif edeceğine kadar anlatmışlığı vardı. “…ölecek Mevsim.” Kaşlarımı çatıp yüzüne bakmadan edemedim. Arkadaşımla konuştuğumdan emin olamamıştım. Onun adaletinin bu olmadığına çok emindim. “Hayır Demir!” “Evet, Mevsim.” Kafasını bir anda yüzüme çevirdi. Gözleri her zaman simsiyahtı ama öfkelendiği zaman resmen karanlık sizi de içine çekiyordu. Karanlıklar krallığının bir armağanı mıydı bilmiyorum ama hiç hoşuma gitmemişti. “Boyutun içinde bulunduğu hali görmüyor musun?” Eliyle sanki her şey ortadaymış gibi işaret etti. “İnsanlar savaşmaktan korkuyor çünkü Levinler hepimizden bir şeyler aldı. Kendi krallığından bile kayıplar vermeyi göz alarak denge boyutunun yıllardır süren dengesini bozdu.” Kendinden emin omuzları dimdik duruyordu. “Bu uğurda onu cezasız bırakamayız.” “Cezasız bırak demiyor ama ölüm Altor için bir kurtuluş kapısı…” Sandalyede yan dönerek tamamen ona dönük bir şekilde oturdum. “Bak, ölüm ölen onca insanın canı için hafif bir ceza olacak. Sırf içinde yanan intikam ateşin sönsün diye onu ölümle taçlandıramazsın. Yıllar boyunca dört duvar arasında kalıp her şeyi gözden geçirmesi çok daha adil olacaktır.” İntikamın gözünü kör ettiğini görebiliyordum. Babasının ölümünün üzerine kafasından neler geçirdiğini, bu zamana kadar net bu kadar hırslı bir şekilde çalıştığını tahmin edebiliyordum. Altor’un geri döneceğini bilmiyorsa bile bir gün intikamı alacağından emin olduğuna da... Onun canını bir şekilde yakabileceğini düşünüyordu. Her ne kadar yanlış da olsa ona kızamıyordum. Babasına son derece bağlı bir çocuk olduğundan bu tepkisi de hoş karşılanmasa bile alttan alınabilirdi. “O zaman gelsin…” Kafasını sallayarak onayladı. “…bakarız.” Bu konudaki fikrini babası gelse değiştiremeyeceğini bildiğimden sesimi çıkarmama kararı alarak susmayı seçtim. O zaman geldiğinde gerekirse yanlış yapmaması için önüne geçerdim. Üzerine gidersem olabilecekleri az çok tahmin edebiliyordum. Yine bir sessizlik olmasını istemediğimden geldiğimden beri aklımı kurcalayan o soruyu sordum. “Neden beni dünyadan aldırmadın, Demir?” O liderlerin Alfa’sıydı ve kim ne derse desin beni isteseydi dünyadan aldırabilirdi çünkü krallığımdan da önce kendi liderime, Alfa’ya, bağlıydım. Fakat o ne bunu yapmıştı ne de bana herhangi bir mektup atmıştı. Sadece nişan için bir kart yollamayı seçmişti. “Kenan Amca istemedi. Özellikle gelip benimle konuştu Mevsim.” Kenan Erez… Krallığı ile arası bozulan tek lider ben olmalıyım. Aramızda yaşanan onca şeyden sonra içlerinde büyüdüğüm Erez ailesi ile arama dağlar kadar mesafe girmişti. Koray’ı, Aya’nın belli aralıklarla buraya çağırıp liderlik görevlerini yapmasını sağladığını biliyordum. Liderler taşın enerjisini daha kullanılabilir kıldığından krallığına güç katardı ve ne olursa olsun krallıklar liderlerine muhtaçtı. Buzul Krallığı uzun bir süredir benim varlığımdan bir haber olduğundan oldukça güçsüz düşmüş olmalıydı. “Sanırım senin de artık o sorunu çözme vaktin geldi Mevsim?” Sorarcasına yüzüme baktığını görebiliyordum ama ben bunu yapacak cesareti kendimde bulamadığımdan yine uzaklara bakmayı seçerek bacaklarımı çevirmişti. “Yapma böyle…” Kenan Bey aynı zamanda babasının çok yakın arkadaşı olduğundan ona ne kadar değer verdiğini biliyordum. Ayrıca bana ne kadar değer verdiğini de bildiğimden çıkmazdaymış gibi çıkan sesine bir anlam yükleyebildim. “Benim yaptığım bir şey değildi Demir.” Buzul Krallığı ile arama giren onca mesafenin tek bir kilit noktası vardı, o da Gökalp. Gökalp ile ilk tanıştığımızda her şey onun için çok berbat bir haldeydi. Kenan Bey’e çalışıyordu ve ileride onun koruması olacak şekilde yetiştiriliyordu ancak Gökalp bir iş seçmesi gerektiğinde benim muhafızım olmayı seçti. Bunu benim isteğimle yaptıklarını düşünerek Kenan Erez bana tavır aldı. Hoş oğlu Erdem de ondan çok farklı değildi. Eğer durum düşündükleri gibi olsaydı bu tavırları normal karşılanabilirdi ama ben Gökalp’e benimle çalışmasını istediğim hakkında en ufak bir şey söylememiştim. Aksine Kenan Bey ile çalışmasının daha doğru bir karar olacağını da söylemiştim ama o dinlememişti. “Gökalp’e bunları yapmasını ben söylemedim.” “Biliyorum. Onun seni neden seçtiğini de biliyorum.” İkimiz de aynı günü hatırlamış gibi birbirimize baktı. Gökalp ile ilk karşılaştığım gün daha dün gibi aklımdaydı.
*Yıllar Önce* Hafta sonu evime gidip annem ve babamla vakit geçirdikten sonra buraya geldiğim ilk gün çok yorgun olduğumdan gelir gelmez uyuyakalmıştım. Ahenk bir şeyler yapmak istese de bu yorgunluktan bayılmama engel olmamıştı. Bugün ise dün o kadar çok yorulmamış gibi sabah derslerime girmiş akşamüzeri ise bizimkilerle saklambaç oynamayı seçmiştim. Onlarla birlikte yapmayı en çok sevdiğim şey belki de buydu. Her ne kadar Selim Amca ve diğer liderler ısrarla bunu okulun dışında yapmamamızı söylese de dışarıda ağaçların arasında hava hafif kararmışken bunu oynamak daha zevkli olduğundan gizlice dışarıya çıkıp oynardık. Bu yüzden onlara yakalanınca yiyeceğimiz azardan korkmuyorduk. Aksine bu oyunu daha da zevkli kılıyordu.
“Ulaş sayıyor.” Koray’ın cümleleri üzerine Ulaş istemeyerek Elemental’in geniş duvarına doğru dönmüş ve kafasını kolunun üzerine koyarak saymaya başlamıştı. Kimin nereye gittiğini göremeden direkt olarak arkamı dönmüş ve ormana dalmıştım. Orman dediğime bakmayın o kadar sık ağaçlar yoktu. Elemental’in etrafı boş kalmasın diye ağaçlandırmalar yapılmıştı. Belli bir yerden sonra ağaçlar kesiliyordu. Ağaçların arasında koşarak ilerlediğim esnada buraları bildiğimi düşündüğümden sağıma soluma hiç bakmıyordum. Gözüme ilişen bir kütüğün arkasına geçtiğimde nefesim çok düzensizdi ama beni burada bulamayacağından çok emindim. Çok uzaklaşmıştım. Biraz bekledikten sonra çıkıp sobeleyebilirdim. Nefesimin ağaçların yapraklarının rüzgârdan dolayı çıkardığı hışırtıya karıştığı dakikalarda bir ses duydum. Bunun bir insana ait olduğuna emin olsam da burada kimsenin olmadığını biliyordum. Bizimkilerden birisi mi, diye kafamı kütüğün üzerine çıkartıp etrafı kolaçan etmiştim ama ses kesilmemiş gözümün önüne de kimse gelmemişti. Suya atılan taş sesi gibi bir ses duyduğumda bu sefer olduğum yerde nefesimi tutarak daha dikkatli dinledim. Bu kesinlikle bir insana aitti. Bulunduğum yerden kalkarken kolluğumu açık hale getirmiştim. Ellerimde gezinen enerjiyi hissedebiliyordum. Ağaçların arasında tekrardan ilerlemeye başladım. Gittikçe azalıyorlardı. Her ne kadar bunu yapmam salakça da olsa neyin ya da kimin orada olduğunu merak etmiştim. Ağaçların iyice seyrekleştiği dakikalarda bir mavilik gördüm yeşillerin arasında. Daha da yaklaşırken bir yandan da hala daha kendimi koruma içgüdüsü içindeydim. Bir göletti bu… İlk defa görüyordum. Elemental’in bu kadar yakınında bir gölet olabileceğini asla düşünmemiştim. Etrafı yeşilliklerle çevrili suyun içinde duran birkaç kuş vardı. Cidden huzur vericiydi. Ağaçların arasından tamamen çıktığımda bir su sesi daha duydum. Korkuyla kafamı sesin geldiği yöne çevirdiğimde kayanın üzerinde oturan bir çocuk görmüştüm. Ağlıyor muydu o? “Hey?” dedim yanına doğru yaklaşırken kolluğumu kapatarak. İrkilmiş ve hemen elindeki taşları bırakarak yanındaki küçük kılıca sarılmıştı. Neden bu kadar korkmuştu ki? “Ne yapıyorsun burada tek başına?” Gözleri ağlamaktan kıpkırmızı olmuştu. Yanakları da al aldı ama bunlara rağmen omuzları dimdik ve çenesi de yukarıdaydı. “Sende kimsin?” Kılıcını bana doğru tuttuğunda korktuğunu her halinden seçebilmiştim. Mavi gözlerinin etrafı kıpkırmızı olmuştu ama elindeki silahı korkusuna rağmen çok sıkı ve kontrollü tutuyordu. Korkmaması adına ellerimi havaya doğru kaldırdım. “Sakin ol, sana bir şey yapmaya gelmedim. Ben sadece…” derken gözleri kolluğuma doğru kaydı. Ne yaptığını fark edip hemen elindeki kılıcı yere atmış ve burnunu çekerek oturduğu kayanın üzerinden inmişti. Burnunu çekerek tam karşımda durdu. Hemen kendisine çekidüzen vermişti. “Majesteleri… Çok özür dilerim ben sizin olduğunuzu bilmiyordum.” Kim olduğumu kolluktan tanımıştı. Önümde eğilmesinden rahatsızlık duyarak ayağa kalkması için ellerimi olumsuz anlamda sallamıştım. “Hayır, hayır. Sorun değil. Ben ses duyunca kontrol etmek istedim.” dediğim şey daha çok canını sıkmış gibi yüzünü buruşturmuştu. Gözlerinden tekrardan yaşlar akmaya başlayınca istemsizce kendimi yanında buldum. “Sorun ne? Aileni aramamı ister misin?” Gözyaşları arasında dönüp yüzüme baktı. Daha da çok ağlamaya başlayınca belki sakinleşir diye içgüdüsel olarak sarıldım. Bu kadar içli ağlaması beni de üzmüştü. Sanki onu daha önceden tanıyormuşum gibi bir sıcaklık vardı aramızda, yıllardır tanışıyormuşuz gibiydi. Aileden birisiymiş gibi bir sıcaklıktı. “Bana neler olduğunu anlatabilirsin. Elimden geldiğince yardım etmeye çalışırım.” Kolları iki yanında sallanırken burnunu çeke çeke ağlıyordu. Durumun daha da beter bir hal almaması adına omuzlarından tutarak onu kendimden uzaklaştırmıştım. Burnunu çekiyordu ve gözümün içine bakamıyordu. “Kimsin sen?” Gözyaşları arasında gözlerimin içine zar zor bakarak cevap verdi. “Gökalp Aktan…” “Memnun oldum Gökalp. Bende Mevsim Çakır…” Kafasını aşağıya yukarıya doğru salladı. Burnunu ucu da kıpkırmızıydı. Kaç saattir burada oturup ağladığını tahmin bile edemezdim. Açıkçası biraz da hasta duruyordu. “Biliyorum. Senin krallığındanım.” Şimdi neden ona karşı bir sıcaklık duyduğumu anlamıştım. Aramızda krallık bağı vardı. Konuşurken bile içini kapatıyor gibiydi. Neden bu kadar üzgündü ya da neden bu kadar içine dönüktü anlamamıştım ama onu burada yalnız bırakamazdım. “Ailenin adını verebilir misin? Onları arayabilirim.” Benimle hemen hemen aynı yaşlarda duruyordu. Gözlerini gözlerime daha da çok sabitledi bu sefer. “Ailem yok.” Anlamayarak yüzüne baktım. “Öldüler…” Gözünden tekrardan yaşlar sızarken kendime kızmıştım. Neden ailesini sormuştum ki? Kendime kızarak onu tekrardan indiği kayalığa doğru sürükledim. Oturmasını sağlayıp hemen yanına da ben geçtim. “Çok özür dilerim…” dedim nasıl konuşacağımı bilemeyerek. Çocuktum ve daha önce hiç böyle bir konuşmanın içinde bulunmamıştım. “İstersen başka bir yakınına da ulaşabilirim.” Cidden ne yapacağımı bilemiyordum. “Yok ki…” dediğinde bir kez daha içim acıdı. Onu Elemental’e götürsem bana kızarlar mıydı? Ama evsizdi ve kimsesi yoktu. Dışarıda kalmasına izin veremezdim. “Ailen için mi ağlıyorsun?” dedim yine ne dediğimi bilemeyerek. “Eğer o yüzdense onlar hep senin yanında bunu bilmelisin. Sen onları göremiyorsun ama onlar seni görüyorlar. Böyle ağladığını görürlerse üzülmezler mi?” Bir şeyler daha gevelemiştim. Onun için ne kadar üzüldüğümü hala daha kalbimin bir köşesinde hissedebilirdim ama kelimelere dökmek o kadar da kolay değildi. Burnunu çekerek bu sefer ciddi bir şekilde yüzüme baktı. Çocuk aklıyla nasıl tavsiye verebileceğini bilemiyordum. Kelimelerimi seçmeye çok özen göstersem de ucunda yine bir şekilde onu üzüyordum. “Onları Altor öldürdü.” dedi. “Biz uyuyorduk ve evimize girdiler. Annemi, babamı, kız kardeşimi hepsini gözümün önünde öldürdü. Babam Ender Aktan’dı.” Ender Aktan bu isim hiç yabancı gelmiyordu. “Özel koruma…” Kenan Bey’in özel koruması… Ağzım şaşkınlıkla açılmak istemişti ama buna engel oldum. “Ben Kenan Bey’in yanında kalıyorum. Yani onlar öleli aylar oldu ve o bana sahip çıktı.” Gözünden tekrardan yaşlar süzülmeye başladığında elim istemsiz bir şekilde eline gitmişti. “O çok meşgul biri. Sofia Hanım da öyle… Ayrıca benden başka üç çocukları daha var. Annem ve babam yerini tutmamalarına rağmen benimle çok ilgileniyorlar ama hala daha ben çok yalnız hissediyorum.” Kafası önüne daha çok düşmüştü. Karşımda resmen yıkılmış bir krallık vardı. O ağladıkça benim de onunla birlikte ağlayasım geliyordu. Kenan Bey’in ne kadar ilgili birisi olduğunu biliyordum ama şu aralar oğlu Fatih’in pek uslu durmadığından boş vakti olmadığına emindim. “Hey! Ağlama…” Bana bakmasını sağladım. “Yalnız değilsin ki…” dedim kendimi kastederek. “Ben seni buldum.” Gözleri şaşkınlıkla yüzüme bakıyordu. Ne demek istediğimi anlamamıştı anlaşılan. “Ben seni bırakmam.” diyerek anlamasını sağladım. Şaşkınlığı daha çok artmıştı ama ben ağlamasının kesilmesine mutlu olmuştum. “Benim de ailem burada değil ama aynı seninkiler gibi beni izlediklerine çok eminim.” Biraz daha ona doğru yaklaştım. “Bak ikimiz de aynıyız. Gördün mü?” Gülümsemedi ama içinin ısındığına mimiklerinden emin olmuştum. “Bu da demek oluyor ki… İkimiz de burada yalnızız. Ne dersin birlikte yalnız olalım mı?” Onu Elemental’e götürmekte çok kararlıydım. Hiçbiri değilse Ozan Abi’nin beni anlayacağını umuyordum. Onu yalnız bırakamazdım. “Birlikte mi yalnızız yani?” dediğinde hızlıca başımı salladım. “Evet, artık öyleyiz. Kardeş gibi…” “Kardeş gibi…” diye tekrarladı beni. “Ve kardeşim ağlarsa bende ağlarım. O yüzden ağlama.” Neden bilmiyorum ama ona karşı kendimi çok yakın hissetmiştim. Bu krallıklarımızın aynı olmasından kaynaklanıyor olabilirdi belki ama o çok daha yakın gelmişti. Hemen gözyaşlarını sildi. “Benim kız kardeşim gibi yani…” diye mırıldandığında onun kız kardeşi gibi olarak ona her zaman kız kardeşini hatırlatmak istemezdim ama kabul ettim. “Evet, aynen öyle…” Başını sallarken ben kafamdan onu götürme planları yapmaya başlamıştım. Gitmek için kolundan tutarak onu kaldırdım. Eninde sonunda yolumuz Elemental’i bulacaktı. İkimizde oturduğumuz yerden aynı anda kalkdığımızda ormandan tekrardan sesler gelmeye başlamıştı. Bunun adım sesleri olduğuna çok emin olduğumdan ve bizimkilerin olma ihtimalini düşünerek birkaç adım öne çıktım. O da benimle birlikte adımlamış ve yerden kılıcını alarak önüme geçmişti. Bu hareketi beni çok şaşırttı. Ne yapıyordu? Önüme geçerek beni mi koruyordu? Buzul Krallığının genel sorunu kendilerinden olanı çok sahipleniyor olmalarıydı. “Mevsim?” Çıkan Demir’di. Elinde kılıç vardı ve yanımda birini gördüğü andan beri hiç memnun yüz hatlarına sahip değildi. “Sende kimsin?” Bir anda elindeki kılıçla Gökalp’e yaklaşmaya başlayınca hızlanıp ikisinin arasına girdim. “Sakin ol… Onunla yeni tanıştım.” dediklerim onu memnun etmemişti. “Ne demek yeni tanıştım. Kim bu Mevsim? Ne işin var enin yakınında, ya sana zarar verseydi?” Ortalık bu ara çok karışık olduğundan bu korkusunu anlayabiliyordum. Demir’in bana göz kulak olma işine ne kadar sıkı tutunduğunu da biliyordum. Ozan abi beni ona emanet etmişti ve o emanete gözü gibi bakardı. “O Buzul Krallığından… Kenan Amca’nın yanında kalıyormuş. Artık bizimle kalacak.” Kaşlarını çatıp yüzüme baktı. Sıkıca kolumdan tutup beni yanına doğru çekti. Korku muydu gözlerinde gördüğüm yoksa öfke mi, emin değildim. “Ne demek bizimle kalacak? Onunla yeni tanışmadın mı? Ona nasıl güvenebilirsin? Ya krallıktan değilse?” Kuşku ile Gökalp’e döndüğünde Gökalp’te pek hoş bir şekilde ona bakmıyordu. Oysa Demir’in kim olduğunu bildiğine çok emindim. Bana karşı duyduğu saygının bin katını ona karşı duyuyor olmalıydı ama buzul kanı onu etkiliyor olmalıydı. “O Ender Aktan’ın oğlu...” Onun boyuttaki herkesi çok iyi tanıdığını bildiğimden bunu söylemiştim. Demir bu boyuttaki herkesin korumasını, yardımcısını, kralları, kraliçeleri… Bilirdi. “Gökalp Aktan mısın sen?” diye sordu şaşkınlıkla. Bir anda arkamı döndüğümde Gökalp’in de şaşkın olduğunu görmüştüm. Ender Aktan’ı tanıyor olabilirdi ama oğlunu nerede biliyordu ki? “Evet…” dedi Gökalp. Daha çok soru sorar gibi bir evetti. “Kenan Bey’in seni aradığını biliyorsun, değil mi?” Bu sefer ben şaşırarak yüzüne döndüm. Neler oluyordu? Omuzlarını indirip kaldırdı. “Saraydan kaçmıştım.”
Çocuk aklı ile aramızda kurulan kraliyet bağını arkadaşlık bağı sanmış olabilirdim ama sonuç olarak o bağ bir şekilde kurulmuştu ve Gökalp benim kardeşim gibiydi. Onu o halde bulduğum için mi yoksa ikimizin de birbirini bu kadar iyi anlamasından dolayı mı bilemem ama onunlayken kendimden iki tane varmış gibi hissediyordum. Aynı anne babadan değildik belki ama durum öyle olsaydı bu halimizden farklı olmazdık. "Beni seçmemeliydi Demir." Yaşanan onca şeyin üzerine sonsuz saygısının olduğu Kenan Bey'i koruma olarak seçmemesi benimle krallığım arasına dağlar koydu. Çünkü onun bir sözü vardı. Tıpkı babası gibi o da Kenan Bey’e sonsuz bağlılık duyarak onun koruması olacaktı. Doğal olarak Kenan Bey de hayal kırıklığına uğradı. Hoş prens Erdem'in iğrenç ötesi tavırları da aramızdaki bu gerilimi destekledi fakat ne olursa olsun hem krallığı hem de beni zor duruma soktu. "Kenan Amca da onu seçmeyeceğini biliyordu, Mevsim." Bir abi gibi güven vermeye çalışan sesi beni rahatlatmıyordu. Bu konuda hiçbir şey beni rahatlatamazdı çünkü yıllardır kendi krallığımla aram iyi olmadığı için çok sevdiğim bu topraklardan mahrum kalmıştım. "Önemli olan birilerinin alttan alıp bu soğukluğa bir son vermesi..." "Demir, ben denedim. O zaman da konuşmayı denedim ama sende çok iyi biliyorsun ki beni kovdu. O sarayın kapısında kaldığım günü dün gibi hatırlıyorum. Sende beni almaya geldiğinde ne halde olduğumu hatırlıyor olmalısın." Gözlerinin içine beni anlaması için baktım ama o bambaşka şeyler düşünüyor gibiydi. "Bak, bazen kızgınlığımızı başka şekillerde belli ederiz. Kenan Amca'nın seni öz kızından ayırmadığını herkes biliyordu. Sadece olaylar yanlış düşünülerek yorumlandı. Bu yüzden senin böyle bir şey yapamayacağını düşünerek kızgınlığını farklı şekillerde dışarıya vurmuş olabilir." Ayağa kalkarken elini omzuma koydu. "Seni tanıyorum Mevsim. Kimse krallığı ile ayrı kalmak istemez ama bu durum buzullar için daha zordur." Çünkü biz birbirimizi tanımasak bile çok bağlıyızdır. "Bu yüzden bulduğun ilk fırsatta aradaki mesafeyi kapatabilirsin." Kafamı kaldırıp gözlerine baktım. Doğru söylüyor olabilir miydi? Kenan Bey de benimle barışmak istiyor olabilir miydi? "Ben yatıyorum. Sende çok geçe kalma, sabah erkenden çıkacağız." Onun enerjisi uzaklaşırken ben karmaşık düşüncelerin arasında geziniyordum. Buzulların beni özlemediğini söylemek imkansızdı. Halkımın bana ne kadar bağlı olduğunu biliyordum. Pek çoğu benim için canını ortaya koyabilirdi. Peki ya Erezler... Onlar da birer buzuldu ve Demir'in söyledikleri iyice kafamı karıştırmıştı. İkinci ailem gibi gördüğüm bu insanlarla barışmam mümkün müydü? Üstelik o sarayın dışında kaldığım gün... Kafamı iki yanıma sallayarak bu saçmalıklardan kurtulmak istedim. En azından yarın kurulda Erezler ile karşılaşana kadar bu konuyu açmayacaktım. |
0% |