Yeni Üyelik
1.
Bölüm

KAPANAN BİR DÖNEM

@haasanaskar

Gün, İstanbul Boğazı’nın sularında sessizce doğuyordu. Hava, sabahın erken saatlerinde her zamanki gibi hafif bir serinlik taşıyordu, fakat Topkapı Sarayı’nın taş koridorlarında bir şeylerin değiştiği hissediliyordu. Yüzyıllardır bu topraklarda hüküm süren Osmanlı İmparatorluğu’nun ihtişamlı geçmişi, şimdi yerini belirsizlikle dolu bir geleceğe bırakıyordu.

Vezir, sabahın alacakaranlığında sarayın kapısından içeri girdi. Sessizlik, çevresini saran soğuk taş duvarlardan yankılanıyordu. Eskiden bu koridorlarda yankılanan emirler, gürültüyle hareket eden hizmetliler, yoğun devlet işleri ve zaferlerin konuşulduğu günler şimdi uzak bir hatıra gibiydi. Ayağındaki adımlar her zamankinden daha ağır, zihniyse bitkin ve yorgundu.

Saray içindeki gerginliği her adımında hissediyordu. Devletin zirvesindekilerin her biri farklı bir yönden çekiyordu ipleri. Kimisi işgale direnişten bahsediyor, kimisi ise İtilaf Devletleri’ne boyun eğmenin kaçınılmaz olduğunu savunuyordu. Kendisi bu karmaşa içinde bir çözüm bulmaya çalışıyordu, ama ne bulduğu çözüm ne de sözleri Sultan’ın ilgisini çekiyordu.

Odasına doğru ilerlerken, birkaç memur hızla yanından geçti. Fısıltılar arasında adını duydu, ama konuşmaları kesildiğinde ne konuştuklarını anlayamadı. Şüphe her yerdeydi. Kendi gözünde bile her şey bulanık görünüyordu. “Acaba Osmanlı’nın bu son günlerinde bile hâlâ bir kurtuluş yolu var mıydı?” diye düşündü.

Vezir, ağır ahşap kapının önünde durdu. İki muhafız sessizce kapıyı açtığında, karanlık ve boş bir odaya adım attı. Sultan Vahdettin içerideydi, derin düşünceler içinde bir pencerenin önünde durmuş, dışarıdaki boğazın sularını izliyordu. Gözleri boştu; bu bakışlarda ne bir umut ne de kararlılık vardı. Onun bu hali, Vezir’i her zamanki gibi çaresiz bırakıyordu.

“Sultanım,” diyerek selam verdi Vezir. Sesinin titrediğini fark etti, ama kendini toparladı. “Bugün İtilaf Devletleri ile yeniden görüşmeliyiz. İstanbul üzerindeki baskıları her geçen gün artıyor. Halk huzursuz, ordu ise dağılmış durumda. Yeni bir plan yapmamız gerekiyor.”

Vahdettin, ona bakmadan, boğaza doğru eğilmişti. “Bu gemiler… Onlar bizim sonumuz, değil mi?” diye fısıldadı. Sesinde derin bir çaresizlik vardı. “Artık kimseye güvenemiyorum. Ne halkıma, ne orduma, ne de çevremdeki insanlara.”

Vezir bir an duraksadı. Sultan’ın gözlerindeki kararsızlık ve korku, imparatorluğun kaderinin mühürlenmiş olduğunu hissettiriyordu. “Sultanım, yapmamız gereken tek şey, gücümüzü yeniden toparlamak. Belki de Anadolu’daki direniş hareketlerini destekleyebiliriz. Mustafa Kemal Paşa ve diğerleri… Onlar hâlâ mücadele ediyor.”

Sultan, nihayet vezirine döndü. “Anadolu mu? O uzak ve yabancı bir yer gibi geliyor artık. Kimseye güvenemem, Vezir. Herkes bizi terk etti. Ben de gitmeliyim, değil mi?”

Bu soruya yanıt veremedi Vezir. Sultan’ın ruh hali, umutsuzluğun en derin noktasına inmişti. Ama yine de içinde bir şey, vazgeçmenin doğru olmadığını söylüyordu. “Sultanım,” dedi yumuşak bir sesle, “bu topraklar hâlâ sizin. Buradan ayrılmak, yalnızca düşmanlarımıza güç verir. Mücadelemiz bitmedi. Hâlâ zaman var.”

Vahdettin, uzun süre sessiz kaldı, sonra tekrar pencereye döndü. “Zaman… Belki de zamanı geçti artık.”

Vezir, Sultan’ın kararsızlığının bir çıkış yolu olmadığını biliyordu. Ancak başka bir yol da göremiyordu. İstanbul işgal altındaydı, saray ise politik ve askeri olarak felç olmuş durumdaydı. Dışarıda, İtilaf Devletleri’nin gemilerinin İstanbul’un limanlarına demir atmış görüntüsü, artık her günkü bir manzaraydı. İçeride ise Osmanlı bürokrasisi çaresiz ve dağınıktı.

Toplantılar, görüşmeler ve arabuluculuk girişimleri sürekli olarak tıkanıyordu. Sarayda kimse bir uzlaşma sağlayamıyordu. İmparatorluğun son günleri, artık kaçınılmaz bir gerçek olarak ufukta belirmişti. O an, Vezir, bu koca imparatorluğun neden bu kadar hızla çöküşe sürüklendiğini daha iyi anladı. Sultan’ın etrafındaki herkes birbirine karşı güvensizdi; ittifaklar kırılgan ve niyetler şüpheliydi. Bir yandan İtilaf Devletleri’yle olan diplomasi tıkanmıştı, diğer yandan ise Anadolu’da yeni bir direniş filizleniyordu.

Vezir, Sultan’ın artık bu yükü taşıyamayacağını anladı. Bir çıkış yolu bulabilmek için başka bir kapıya yönelmesi gerekiyordu. Ancak o kapının nerede olduğunu bilmeden, kendini tarihin karanlık dehlizlerinde kaybolmuş hissetti.

Loading...
0%