@haasanaskar
|
5 Haziran 1481, İstanbul İstanbul, bir kargaşa ortamında yeni bir savaşa hazırlanmaktaydı. Sultan Mehmed’in cenazesinin ardından geçen birkaç gün, iki kardeşin arasındaki gerilimi daha da derinleştirmişti. Bayezid ve Cem, birbirlerine karşı besledikleri nefretle, zafer için son bir mücadeleye girmeye hazırlanıyordu. Herkes, kentin bu savaşın gölgesinde nasıl bir sona ulaşacağını merakla bekliyordu. Bayezid, ordusunu toplamak için acele etti. Kendi müttefiklerini seferber ederken, “Baba, benimle ol!” diye dua ediyordu. Hırsı ve kararlılığı, etrafındaki askerleri de etkileyerek onları savaş için motive ediyordu. “Bugün, bu toprakları korumak için savaşacağız. Hepinizin cesareti, Osmanlı İmparatorluğu’nun geleceğini belirleyecek!” Cem, karargahında, müttefikleriyle birlikte son stratejilerini planlıyordu. Kardeşinin harekete geçtiğini öğrenince, “Bizi bölmek istiyorlar. Ancak biz, birlikte hareket ettiğimizde güçlü oluruz,” dedi. Askerleri, Cem’in yanında kalma kararlılıklarını göstererek ona destek oldular. Herkes, bu savaşın sadece bir taht mücadelesi olmadığını, aynı zamanda adalet ve özgürlük için olduğunu düşünüyordu. Savaş günü geldiğinde, İstanbul’un kalbinde büyük bir çatışma patlak verdi. Her iki taraf da kendilerine özgü direniş yöntemleriyle savaşa girdi. Kanlı çatışmalar, kentin dört bir yanında yankılanırken, halk bu savaşın acı sonuçlarından korkuyordu. Kıyamet gibi bir gün yaşanıyordu. Savaşın ortasında, Bayezid ve Cem karşı karşıya geldiler. Kardeşler, bir zamanlar paylaşımda bulundukları hayallerin ve anıların yerine, düşmanlıkla birbirlerine baktılar. “Artık geri dönüş yok!” dedi Bayezid, “Ya ben kazanacağım ya da sen!” Cem, gözlerinde hüzünle dolu bir kararlılık bulunduruyordu. “Seninle savaşmak istemiyorum, ama bu ülkede senin gibi birinin yönetiminde olmak da istemiyorum,” dedi. Kardeşinin saldırısına karşı koymak zorundaydı; bir düşmanı olarak gördüğü Bayezid’e karşı savaşmak, onun için zor bir karardı. Çatışma hızla kızıştı. Her iki taraf da büyük kayıplar vermeye başladı. Bıçak sesleri, kılıçların çarpışması ve çığlıklar, İstanbul’un karanlık sokaklarını doldurdu. İnsanlar, savaşın ortasında hayatlarını kaybetmekten korkuyordu, ama iktidar hırsı, kanı dökme arzusunu daha da körüklüyordu. Sonunda, savaşın gidişatı her iki kardeş için de tahmin edilenden daha acımasız bir hal aldı. Hem Bayezid hem de Cem, savaşın ortasında birbirlerine yaklaşmaya başladılar. Sonunda, iki kardeş birbirlerine kılıçlarıyla saldırırken, savaşın gerçek yüzü ortaya çıkıyordu. Bir anlık bir duraklama yaşandı. O an, sadece birbirlerine düşman olarak değil, aynı zamanda kaybettikleri her şeyin ağırlığı altında kalan kardeşler olarak bakıyorlardı. Savaşın getirdiği acı, iki kardeşi birbirinden daha fazla uzaklaştırıyordu. Ama son bir darbe, son bir haykırış, ikisinin de kaderini belirleyecekti. Savaşın sonuna doğru, Bayezid ve Cem birbirlerine son bir darbe vuracakken, aniden bir çığlık yükseldi. Hem orduların hem de halkın gözleri, kardeşlerin bu son mücadelesine odaklanmıştı. İki kardeş, son bir kez birbirlerinin gözlerinde kaybettikleri sevgi ve özlemi görerek savaşın getirdiği acıyı hissettiler. Kılıçlar çarpıştığında, İstanbul’un gökyüzünde bir kara bulut belirdi. İkisi de zayıflarken, bir kılıç darbesi her şeyin sonunu belirledi. Bir kardeş yere düşerken, diğeri gözyaşları içinde kalakaldı. Bu, yalnızca iki kardeşin değil, Osmanlı İmparatorluğu’nun da bir dönüm noktasıydı. Savaş sona erdiğinde, sokaklarda sessizlik hâkim oldu. Herkes kaybettiği dostları, kardeşleri ve evlatları için yas tutuyordu. İki kardeşin savaşı, kentin tarihi üzerinde silinmez bir iz bıraktı. İktidar hırsı, bir kez daha kan dökmeye neden olmuştu. İstanbul, savaşın izleriyle doluydu; ama aynı zamanda geçmişin ve kaybedilenlerin hatıralarıyla. Sultan Mehmed’in mirası, artık iki kardeşin rekabetinde yok olmuştu. Ve halk, yaraların kapanmasını beklerken, geleceğe dair kaygı dolu gözlerle baktı. |
0% |