Yeni Üyelik
3.
Bölüm
@haizea_

Hayat, bir noktada şaşırtmayı fazlasıyla seviyordu. Beklemediğiniz an da önünüze çıkarttıklarıyla sizi baştan başlamaya itiyordu. Fakat benim bir döngünün daha başında olmaya gücüm yoktu. Bir kere yeni baştan başlamışken, kendime tekrardan düşme izini veremezdim.

 

Bütün salon kalbim gibi buz gibi olduğun da Aden’e döndüm. Gayet ciddi bir şekilde gelen teklifleri kabul ediyordu. Bütün herkese özel fotoğrafçısı olduğumu ilan etmişti. Bunu gazetelerin çekiyor olması benim için çok kötüydü.

 

Semih ile göz göze geldiğim de anlamak için bakıyordu ama daha ben anlayamamıştım. Benim için şüphelilerden biri olduğundan bu çok güzel bir fırsat olabilirdi. Ona yakın olacak ve her hareketini görebilecektim.

 

Alkışlar sona erdiğin de Aden aşağı inmem için bekliyordu. Sahnenin merdivenlerinden inerek ona döndüm. ‘’Bu neydi şimdi?’’ dedim gözlerine bakarak.

 

‘’Bir yerlere gelmek istemiyor muydun? Al sana fırsat.’’ Dediğin de gözlerimi devirdim. ‘’Bana acıman için söylemedim.’’

 

Bütün herkese söyledikten sonra beni bırakmayacağını biliyordum bu yüzden bunları söylerken rahattım. Yüzünü buruşturduğun da ‘’Neden sana acıyım Alara? Boş gurur yapma.’’ Dediğin de tuttuğum nefesimi bıraktım.

 

‘’Tek bir şartım var.’’ Dediğim de sözümü keserek güldü. ‘’Şart koşacak bir pozisyon da olduğunu düşünmen ne kadar da tatlı.’’ Dedi alaya alarak. Kollarımı önümde bağladım. ‘’Sahneye çıkıp, yaşananların zorla olduğunu ve istemediğimi söylerim. Rezil olman an meselesi.’’

 

Kaşlarını havaya kaldırarak ‘’Öyle mi?’’ diye sordu. ‘’Demek sana iyilik yapan insanlara böyle davranırsın.’’ Dediğin de haklıydı. İçinde olduğum rolü düşünürsek, benim için çok büyük bir fırsat vermişti.

 

Kollarımı indirerek ‘’Haklısınız.’’ Diye mırıldandım. İstediğim karaktere bürünmem birkaç saniyemi bile almıyordu. ‘’Sadece ailem ile aram pek iyi değil. Beni gazeteler de görmeleri hoş olmaz. O yüzden panik yaptım.’’ Diye en masum ve inandırıcı yalanı söyledim.

 

Kafasını eğerek gülümsedi. ‘’Sorun yaptığın bu muydu? Ben hallederim.’’ Dedi en anlayışlı haliyle. Böyle yapması kafamı karıştırıyordu. ‘’Teşekkür ederim.’’

 

‘’Ne demek, al numaranı yaz. Saati ve geleceğin yeri mesaj atarım.’’ Telefonu uzattığın da elime aldım ve açık olan kısma numaramı yazdım.

 

‘’O zaman görüşürüz patron.’’

‘’Görüşürüz çömez.’’

 

İstemsiz bir şekilde gülerek salonun çıkış kapısına yürüdüm. Semih kapıdaydı ama durumu pek iç açıcı değildi. Sinirden kulaklarına kadar kızarmıştı. Kollarında montum, çantam ve kendi eşyaları vardı. Gülmemek için dudağımın içini dişledim.

 

‘’Seninle arkadaş olduğum günün şafağına sıçayım Alara.’’ Dedi dişlerinin arasından. Onu daha fazla uğraştırmadan montum ile çantamı aldım.

 

Arabaya bindiğimiz de ‘’O yaşanan neydi?’’ diye sordu. ‘’Sanırım bizim katil fazla düşünceli.’’

 

Arabaya binip yola çıktığımız da camı sonuna kadar açtım. Telefonuma düşen bildirimler ile dün ki polisin mesaj attığını gördüm.

 

"Hiçbir kanıtta iz yok, görgü tanıklarından da bir şey çıkmadı."

 

Şakaklarımı ovarak nefes verdim. "Adamların geçmişte ki her bilgisini, küçücük bile olsa bana at." yazdıktan sonra telefonumu kucağıma fırlattım. Hava iyice soğumaya başlasa da camı kapatmadım. Kendimi soğuk ile beraber zinde tutabiliyordum ve bu benim için çok önemliydi. Aklıma, duygumun kırıntısı karıştığı an bitebilirdim. O yüzden hakkım yoktu, ne sevmeye, ne sevilmeye.

 

Semih'e alışmak bile uzun zaman almıştı. Beni anladığına ve çelme takmak yerine el uzattığına şahit olduğum an hayatımın tamamına girmişti. Çoğu insan böyle birisi olarak hayatın bir sürü fırsatını kaçırdığımı düşünebilir ama ben zaten hayattan kaçıyordum.

 

Yaşanmışlıklardan,

 

Sustuklarımdan,

 

İnsanlardan.

 

Evimin önüne geldiğimiz de kapanmaya yüz tutan göz kapaklarımı anca fark edebildim. Yorgunluk bir parazit gibi damarlarım da geziniyordu. Kapalı bulutlara kafamı çevirdim. Semih ''Hava hemen kararınca içinde edebiyat yapmaya başlama da yürü.'' diyerek kolumdan tuttu. Evet, beni çok iyi tanıyordu.

 

Eve girdiğimiz de Semih hızlıca kendine yemek aldı.

 

''İster misin?''

 

Gizli odaya doğru ilerlerken arkasından ''Yok, kalsın.'' diye bağırdım.

 

Hiçbir dava da boş ipucu diye bir şey yoktu. Her delil, ağızlardan kaçan küçük bir söz bazen en büyük yardımcınız oluyordu. Zaten istesem de Aden denilen kanıttan kaçamayacaktım.

 

Telefonuma düşen bilgileri gözlerim ile tarayarak kağıda geçirdim. Okudukları okul, yaptıkları iş, hiçbiri benzer değildi. Ya aralarında ki bağlantıyı göremiyordum ya da ikisi aynı cinayet değildi.

 

Saatler beni akrep ile yelkovanın arasına sıkıştırdığın da onlar ile beraber dönüyordum. Ne kadar gittiğimi bilmeden, düşünmeden. Gözlerim karşı koyamadığım karanlığı davet etmeye başladığın da önümde ki masaya kafamı koydum.

 

Ozan Kırız emekli bir öğretmendi, Kayhan Kirel ise marketin deposunda çalışan. İkisi de göğüs boşluklarından kalplerine giren bir bıçak ile öldürülmüştü.

 

Tek benzerlik yaşlarıydı. İkisi de 48 yaşına basmışlardı. Dikkatimi çeken tesadüf ile gözlerim büyüdü. Kalemin kapağını dişlerimin arasına sıkıştırarak koşar adımlarla cam tabloya gittim. İki maktulün fotoğraflarını alttan çektiğim lacivert bir ok ile sabitledim ve altına 16 Haziran yazdım. Bu sadece öldürüldükleri tarih değil, aynı zaman da doğum tarihleriydi.

 

Bunun bir tesadüf olma ihtimalini hızlıca kafamdan sildim. Belli ki katilimiz gizli mesajlar vermeyi seven birisiydi.

 

İnce mesaj..

 

Bilgisayarımı kucağıma alarak vücudumu masaya doğru eğdim. İnternete ''İnci Taneleri'' yazdım.

 

Karşıma çıkan genel anlamları geçtim. Aradığım bir sebepti. Açıkça ifade etmese da bana kapı açacak bir kaç kelime. İçimden bir ses ''En gizli sırlar, gözünün önünde olandır.'' dediğin de çıktığım her sayfaya geri döndüm.

 

Göz bebeklerim satırları tararken girdiğim sayfada ki açıklama da durdum.

 

''İstiridyeler içlerine kum, çakıl veya zarar verecek parazit organizmalar girdiğinde bundan rahatsız olurlar ve korunma yöntemi olarak bu davetsiz misafiri izole ederler.''

 

Davetsiz misafir.. İzole etmek..

 

Maktuller katilin inine izinsiz girmiş misafirler olabilir miydi? Belki kendilerine ait sandıkları oda aslında başka bir eve aitti, başka bir ruha. Katil de izole etmek için an kollamıştı. Belki de onların doğumu katilin ölümü olduğu için bugünü seçmişti. Kanlı bir doğum, güzel bir mesaj olabilirdi.

 

Bu bilgiyi de not ederek metini okumaya devam ettim. Nedense yeterli gelmemişti. Katil, o inci tanesi ile bir mesaj vermek istemişti, belki de her şeyin cevabını.

 

''Düzenli bir şekilde kullanılırsa yalan söylemeyi alışkanlık haline getirmiş kişiler üzerinde etkisi dürüstlük olarak açığa çıkacaktır. Yalan söyleyemez ve yalana gerek duymaz hale gelinebilir.''

 

Ağzımdan çıkan histerik gülüş ile hızlıca not aldım. Düzenli kullanım, katil bunu yapmıştı. Demek ki ölen kişilerin yalanlarını ortaya çıkarmak istiyordu.

 

Elime geçenlerin verdiği zevk ile paragrafı okumaya devam ettim. Sonlara geldiğim de başka bir cümle patlayarak gözlerimin önüne serildi.

 

''Buna ilaveten İnci'yi kullanırken 3- 4 saatten fazla üzerinizde taşımamaya özen göstermelisiniz. Çünkü İnci, uzun süreli kullanılırsa beraberinde kişiye hüzün ve gözyaşı verebilir.''

 

Vermişti, hem de fazlasıyla. Maktuller geçmişte başkasının inine girmişlerdi ve bu misafirlik bir yalana gebe kalmıştı. Yıllar, aylar ya da günler sonra ise bu yalan hüzün ve gözyaşına teslim olmuştu.

 

İnce işlenmiş bir plandı. Baştan savma, sadece zevk ya da basit bir kavgadan çıkan bir ölüm değildi. Belki de yıllar önce bir mezara başkası konulmuştu ama şimdi yer değiştirme zamanı gelmişti. Çarklar, kader ile değiştiriliyordu. Ölen bir beden değil bir ruhtu, bu yüzden cezası müebbet değildi. Ruh katilleri, bu hayatta hep özgürdü. Bu intikamdı, eskimeyen, karanlık bir intikam.

 

Peki böylesine bir intikamı isteyen birinin radarında sadece iki kişi mi olurdu? Hayır, fazlası olmalıydı. Tek bulmam gereken bir bağlantı, gömülmüş bir düğümdü. Katil her intikamda o düğümü daha çok sıkacak ve derine gömecekti. Benim, her şey bitmeden, katil bağladıkça daha çok açmam gerekiyordu. İpin ucunu yakalayabilsem, aydınlığa daha çok yaklaşacaktım.

 

''Hey! Uyu artık.'' Semih bağırdığın da yüzümü gömdüğüm bilgisayardan kaldırdım. Saatin kaç olduğu hakkında hiçbir fikrim yoktu. Semih karşısında çok korkunç bir şey görmüş gibi gözlerini büyüttü.

 

''Göz altların uykusuzluktan mahvolmuş. Anlamıyorum ki neden bu eziyet? Kalk, kalk, kalk.'' Kolumdan tutunca mecbur onunla beraber kalktım. Son anda kaptığım telefonuma baktığım da saat sabah beşe geliyordu. Kişisel telefonum çoğu zaman tertemiz olurdu fakat şimdi ekranda beliren iki mesaj vardı.

 

İsimi kayıtlı değildi. Mesajın üstüne basarak konuşmaya girdim.

 

''Sabah 7'de attığım adreste ol çömez.''

 

Mesajın kimden geldiğini anlayınca ağlamaklı bir ses çıkardım. ''Ağlamak yok, uykuya.'' dedi ona sızlandığımı zanneden Semih.

 

''Uyuyamam, hazırlanıp işe gitmem anca 2 saat.'' Mesajı gösterdiğim de gözlerini devirdi.

 

''Cezanı çek o zaman. Ben mışıl mışıl uyuyor olacağım.'' dedi ve kalçasını kıvırarak odasına çekildi.

 

Haklıydı, bu eziyeti hak etmiştim. Kahve için suyu koyarak odama ışınlandım. Ne de olsa ilk iş günümdü ve izlenim çok önemliydi. Aynanın karşısına geçerek bağımsızlığını ilan eden göz altlarımı kapadım. Bordo rujumu dudağıma sürerken kahvenin olduğunu işaret eden sesi duydum. Makyajımı bitirdikten sonra kahvemi almak için mutfağa gittim. Hazır gitmişken Semih'in asılı montunun cebine elimi daldırdım ve araba anahtarlarını aldım.

 

Öğlen işe giderken fark ettiğinde beni öldürecekti.

 

Bir yandan kahvemi içerken açık olan dolabıma uzun uzun baktım. Uygun bulduğum beyaz gömleğin üstüne bej rengi bir süveter geçirdim. Altıma siyah dar bir şort etek geçirdikten sonra soğuk havayı hesaba katarak içi yünlü siyah muz çorabımı giydim.

 

Bir saat çoktan uçup gittiğin de kıvırcık saçlarıma kabarmamaları için krem sürüyordum. Eğer kıvırcık bir saça sahipseniz hazırlanmanız gereğinden daha uzun sürerdi. Tahminlerime göre yetişmek için tam yarım saat önce çıkmış olmam gerekiyordu.

 

Yalandan bir iş gününe geç kalacağıma inanamıyordum. Bordo çantamın en dibine iş telefonumu yerleştirdim ve üstünü defter, kamera gibi şeyler ile doldurdum. Trençkotumu üstüme attıktan sonra evden çıktım.

 

Semih'in arabasına bindiğim de yetişmek için yarım saatim vardı ve bu imkansızdı. Ayrıca sabahın yedisin de neden bir fotoğrafçıya ihtiyaç duyduğunu anlamamıştım. Her şeye rağmen arabayı normal bir hızda sürüyordum. Böyle işlerde acele etmekten nefret ederdim. Bir panik, bin kıyamet olabiliyordu.

 

Tek aklımda olan şey bilgi almam gerektiğiydi. Belli etmeden, sinsice yaklaşmalıydım. Ve bu konularda üstüme kimseyi tanımazdım.

 

Attığı adresin önüne geldiğim de tam bir saat gecikmiştim. Burası büyük bir şirketti. Arabayı boş bir yere park ettikten sonra çantamı omzuma taktım. Arabadan indiğim de siyah topuklu botlarım caddede yankılanıyordu.

 

Tahminimce altmış kattan oluşan şirket fazlasıyla görkemliydi. Kapıya yaklaştığım da iki tane güvenlik elleriyle durdurdular. "Kartınızı göstermeden giremezsiniz." Benim bir kartım yoktu.

 

"Öncelikle size de günaydın fakat benim kartım yok. Aden Bey için geldim." dedim nazik bir şekilde.

 

Daha iri yarı olan gülerek diğerinin omzuna vurdu. "Kaç tane gazeteci içeri bu bahaneyle giriyor, yer miyiz? Hadi yoluna." Koluma dokunduğun da itmeden bileğini tuttum. "Çek ellerini üstümden."

 

Güvenliklerden uzaklaşarak telefonumu çıkardım ve Aden'i aradım. Bir kaç kere çaldıktan sonra açtı.

 

"Buyurun?" Mesaj attığı numarayı kaydetmemişti, pislik.

 

"Ben Alara, güvenlikler içeri almıyor da." Gülüşünü duydum.

 

"Ver telefonu onlara." deyince güvenliklerin karşısına geçtim. "Aden Bey sizi istiyor." Uzattığım da adam tedirgin olmuştu. Telefonu kulağına yasladı. Gözleri büyüdüğün de olduğu yerde toplandı ve sanki karşısında gibi ceketini düzeltti.

 

"Tamamdır Aden Bey, kusura bakmayın." diyerek kapattı ve kapıdan geri çekildi. "Kusura bakmayın siz de." dediğin de gülümsedim. "İşiniz bu, neden kusura bakayım?"

 

Karşılıklı gülümsediğimiz de kapıdan içeri girdim. Beyaz renginin aydınlattığı büyük bir hol vardı. Etrafta koşuşturanlar ve koltukta uyuyanlar olarak ikiye ayrılmışlardı. Attığı adresi mesajlardan tekrar kontrol ettim. Kat 34'e çıkmam gerekiyordu.

 

Asansöre ilerlerken arkamdan "Alara Hanım" diye bağırılınca durdum. Ah, bu sesi hatırlamıştım.

 

Bana doğru otuz iki diş gülerek gelen adama içim el vermese de gülümsedim. "Eser Bey, ne güzel bir tesadüf." Başımla ufak bir selam verdim.

 

"Aden'in yanına mı gidiyordun? Gel beraber çıkalım."

 

Zoraki bir şekilde onu takip ettim. Asansörün kapıları kapandığın da en uzak köşeyi tercih ettim.

 

"Yeğenimin böyle güzel bir fırsat vermesi ne kadar da hoş."

 

"Evet, ben de çok minnettarım."

 

Asansör katlardan tek tek çıktığın da Eser bir şeyler anlatmaya devam ediyordu.

 

"Ben de hayranlarımın yanındaydım. Küçük ergenler biraz yapışık olabiliyor."

 

Onu seven insanlara bu tabirleri kullanması midemi bulandırdı.

 

"O küçük ergenler olmasa olduğunuz yerde olamayabilirdiniz Eser Bey." Kendimi tutamadan söylediğim cümleye en başta kaşlarını çattı. Sinirlenmişti ama belli etmek istemiyordu. Bir süre sonra yüzünü gevşeterek hafifçe öksürdü.

 

"Öyledir tabii."

 

Asansör durduğunda kapılar açıldı. Eser'in gelmesini beklemeden asansörden çıktım. Burası şirketin bir katıydı fakat aynı zaman da set olarak kullanılıyordu.

 

Her yerde kameralar vardı. Bir kaç insan önümden elinde ki makyaj malzemelerini tutarak koşuşturdu. Büyük ışıklar büyük katın ortasında ki boş bir alana tutulmuştu.

 

"Evet, 3,2,1 kayıt."

 

Adam elinde ki klaketi çarparak ortadan çekildi. Işık dönerken ortada Aden'i gördüm. Karşısında ise sarışın bir kız vardı. Sanırım rol arkadaşıydı.

 

Eser "Nihal, başrol kız." diye tanıttı. Nihal geri geri yürürken sandalyenin bacağına takılıp düşerken Aden belinden yakaladı. İşçi rolünde ki insanlar ise susmuş onlara bakıyorlardı. Aden çarpık bir şekilde gülümsedi.

 

"Dikkat et, çalışanımı kaybetmek istemem."

 

Nihal utangaç bir tavırla gözlerini kaçırdı. "Ben, özür dilerim." Kekelediğin de burnumu kıvırdım.

 

Aden kızı tutarak kaldırdığın da hala yakınlardı. Yönetmen koltuğunda oturan adam "Kestik." diye bağırınca ayrıldılar.

 

Aden ilerlerken Nihal de peşinden geliyordu. "Diğer sahnede kahveyi bacağına mı dökeceğim?"

 

Gerçekten senaryo bu muydu? Ucuz bir romantik komedi. Aden onay verdiğin de beni gördü. Hala kapıda beklediğimden eliyle gitmem için işaret yaptı.

 

Yan mesleğim de olsa fotoğrafçılıktan beklentim bu muydu? Kesinlikle hayır.

 

Yanına geldiğim de kolunda ki saati kontrol etti. "İlk gününde bir buçuk saat geç kalman ne kadar normal Alara?"

 

"Öncelikle bir saat geç kaldım. 15 dakika aşağıda, diğer 15 dakikada burada bekledim."

 

Gözü yüzünde gezinirken kafasını aşağı eğdi. "Peki, bir saat geç kalman ne kadar normal?"

 

"Haklısınız fakat mesajınızı gördüğümde sabah beşti. Uyuyamadığım için hızlıca hazırlandım ama anca gelebildim." Çantamdan kameramı çıkartarak tuttum.

 

"Fakat şimdi tamamen hazırım. Ne yapmam gerek?" diyerek gülümsediğim de kendini tutamadan o da güldü. Anlaşılan kızgın bir patron olmayacaktı.

 

"Aslında sadece benim için değil, bütün set için çalışacaksın. Dizinin instagram sayfası, afiş fotoğrafları gibi şeyler. Bütün fotoğraflar senin çektiklerinden kullanılacak."

 

Bu gerçekten büyük bir şeydi. Beni araştırmadan böyle bir yükü vermeyeceğine emindim. "Yanlış anlamazsanız bir şey soracağım." Kafasını sağa yatırdı.

 

"Benim çektiğim tek bir fotoğrafı gördünüz ve bütün dizi tanıtımı için bana güvendiniz. Doğru mudur?"

 

"Hayır, araştırdım. Sosyal medya hesabından fotoğraf sayfanı gördüm. Çektiklerin, inanılmaz."

 

Tahminim doğru çıkınca mahcup bir şekilde gülümsedim. "Teşekkür ederim."

 

Kafasını arkaya çevirdiğin de ben de onunla baktım. Diğer oyuncuların sahnesini çekiliyordu.

 

"Benim sahneme daha var. Bir kahve içelim sana detayları anlatayım. Hem reklamcımız da görüşmek istiyordu."

 

Eliyle çıkışı gösterdiğin de cevap vermeden ilerledim. Ne kadar zaman geçirirsem o kadar yakınında olurdum. Bu iş hayatım boyunca edindiğim en iyi fırsatlardan birisiydi.

 

Geldiğim asansörden geri beş kat indiğimiz de kahve içmek için cam kenarına oturduk.

 

Garson geldiğin de filtre kahve istedim. Aden ise soğuk bir limonata. Havanın farkında mıydı acaba?

 

"Dışarı da limonataları çok değişik yapıyorlar. En iyisi evde yapılan." diyerek saçma bir muhabbet açtım ama doğruydu.

 

Ellerini masaya yasladı. "Evde çalışanlarım var, güzel yapıyorlar ama bu kadar iddialıysan bir gün yaparsın." dediğin de yüzümde ki mimikleri kontrol etmeye çalışıyordum.

 

Peşinde olduğum zanlıya limonata yapmak iş etiklerime pek uymuyordu.

 

Yapıştırılmış, doğallıktan uzak saçlarına elini geçirdi. "Önce iş saatlerini konuşalım. Bilirsin ki dizi sektörü belirli saatlere sahip olmaz. Bir gün hiç işin olmayabilir ama diğer gün sabahlayabilirsin."

 

Omuz silktim ve kahvemden bir yudum aldım. "Benim için sorun değil."

 

"İyi o zaman. Ailene de söyle çünkü sonradan babam izin vermedi bahanelerine kapalıyım."

 

İçimde ki damarlar titrerken bardağı yerine bıraktım. Boğazımda oluşan yanmayı yutmak istedim fakat genzimde kaldı. Aydınlık havayı kaplayan siyah bulutlar bir anda gözümün önünde belirdi ve içine hapis oldum. Kara bulutlardan yağan bir damla gibi gökyüzünden aktım.

 

"Merak etmeyin, sorun etmezler." dediğim de gayet rahat gözüküyordum. İçinde kopan fırtınaya ruhum yakalansa da bedenim benimleydi.

 

"Maaş konusu ise her ayın başında yetmiş bin hesabında olur." Derken yüzümü inceledi. Ona kendi işimde imkan bulamadığımı söylemiştim bu yüzden paranın benim için önemli olduğunu düşünüyor olmalıydı.

 

Bozmadan hevesli bir şekilde gözlerimi açtım. "Bu çok yüksek bir miktar." Dediğim de kat kat fazlasını kazandığımı gizledim.

 

"Hak ettiğin bir miktar. Banka bilgilerini muhasebe ile görüşürsün." Biz konuşurken rol arkadaşı olan Nihal yanımıza yaklaştı.

 

Üstünde ki kalem eteği yukarı çekiştirerek Aden'in omzuna dokundu. "Ben de bu kaçak nereye kayboldu diyordum." Gözleri bana değdiğin de küçümser bir şekilde süzdü.

 

"Hanımefendi kim?" Diyerek soruyu Aden'e yönelttiğin de elimi uzattım. "Alara Kaya, fotoğrafçınızım."

 

Vücudunu gevşeterek elini uzattı. "Ah tatlım, çok memnun oldum. Nihal ben de."

 

Büyük ihtimal sevgilisi olduğumu düşünmüştü ve bu rahatsızlık vermişti. Yılışıklığını gördüğüm de sadece rol arkadaşı olarak bakmadığını anlayabiliyordum. Aden piyasada ki en iyi oyunculardan biriydi. Ne kadar benim tipim olmasa da yakışıklı bir yüze ve kalıplı bir vücuda sahipti. Rol arkadaşı olan bu kadının ondan etkilenmemesi için hiçbir sebep yoktu.

 

İzin almadan Aden'in yanına oturdu. "İkimizin de baş rol olduğunu düşünürsek benim de konuşmamda sakınca yoktur umarım." diyerek Aden'in nabzını ölçtü.

 

Aden konuşmadan "Tabi, memnun olurum." diye cevap verdim. Üstünde ki gömleği düzelterek sarı saçlarını arkaya attı. "Seyirci baş rollere çok bağlıdır. Bu yüzden dizi haricinde de bir kaç fotoğrafımızı çekebilirsin."

 

Karşımda ilgi için kıvranan kadına cevap vermeden sakince kahvemden bir yudum aldım. Masa da duran telefonumu açarak saati kontrol ettim.

 

"Bir cevap verecek misin?" dediğin de telefonu kapattım. "Tabi ki, aceleniz olduğunu bilmiyordum. Neden bahsetmiştiniz?"

 

Nihal sinirlenirken bu hayatında ki rolünü öğrenmem için bir fırsattı. Aden ses çıkarmadan bize bakıyor ve limonatasını yudumluyordu. Demek ki onun için çokta önemli değildi yoksa şimdiye karşılık veriyor olurdu.

 

"İlk dediğim de anlamaman bir eksi puan kazandırır ama ilk günün olmasına sayıyorum." Derken egosu kendini belli ediyordu. Minik bedeninden taşarak etrafı saran egosuna gülümsedim.

 

"Kusura bakmayın lütfen." Dedim alttan alarak.

 

Yerinde dikleşerek. "Diyorum ki;" diyerek tekrardan konuya girdi. "İş haricinde de yakın olduğumuzu görmeleri bize izlenme kazandırır."

 

Aden'e baktığım da çok kısa bir an yüzünü buruşturduğunu gördüm. Bundan hoşlanmamıştı, aynı şekilde ben de.

 

Aden şu ana kadar gördüğüm en ciddi hali ile "Gereksiz bir istek Nihal." Dedi. Aden'den aldığı bu tepki Nihal'i fazlası ile susturmuştu.

 

"Sizi anlıyorum ama ben magazin fotoğrafçısı değilim. Dizi fotoğrafları için geldim." Aden yine kısa bir an gülümsedi ve bana baktı. Ona bakmasam da gözlerinde ki teşekkürü görebiliyordum. Bu işe muhtaç gözüksem de boyun eğmeyeceğimi anlamalıydı.

 

Nihal gülüşünü bozmadan sinirli bir nefes verdi. Bir role bürünmemiş olsam daha fazlasını söylerdim ama ilk iş günü olan bir kız için bu kadarı yeterliydi.

 

Aden elini kaldırdığın da bir kadının daha bizim masaya geldiğini gördüm. Kumaş siyah pantolonu ve siyah bir gömleği vardı. Açık kahve saçlarını sıkı bir topuz yapmıştı.

 

Yanımıza geldiğin de elini uzattı. "Alara olmalısın, reklamdan sorumlu müdür Ahsen ben de." Diye kendini tanıttığın da ayağa kalkarak elini sıktım. "Merhabalar, memnun oldum."

 

Elinde ki dosyaları masaya yığarak oturdu. "Öncelikle çektiğin fotoğrafları gördüm. Bu işte gerçekten inanılmazsın." Samimi tavrına aynı şekilde karşılık vererek gülümsedim.

 

İnsanların yaydığı enerjiyi ilk anda anlayabiliyordum. Nihal ne kadar egoistse, Ahsen o kadar samimiydi. Ayrıca omuzları dikti ve kendinden emin bir duruşu vardı.

 

"Öncelikle başrol oyuncularımız ile zaten tanışmışsın. Çoğu fotoğrafta onların olmasını istiyorum. Dizinin akışını takip etmen gerek çünkü fotoğraflar hem izleyici meraklandırmalı hem de her hangi bir spoiler vermemeli." Çantamdan defterimi çıkararak not almaya başladım.

 

Bu hareketim hoşuna gitmiş gibi Aden'e döndü ve göz kırptı. "Set arkasından da bir kaç fotoğraf yakala. Genel de samimi, insanların güldüğü fotoğraflar. Yarın akşam Beykoz'da bir stüdyo da kapak ve afiş fotoğrafları çekilecek. Onları da senin yapmanı istiyorum."

 

Nihal rahatsızca kıpırdandığında gözler ona döndü. "Onun için başka bir şirket ile anlaşmadık mı?"

 

"Sorun değil. Aynı şirket ile devam edeceğiz tek fark fotoğrafları Alara çekecek. Sorun edeceklerini sanmıyorum." Nihal bu cevap ile geri yerine sindi.

 

"Şimdilik bu kadar, sorumluluğun Aden'de olduğu için bir sorun çıkacağını sanmıyorum."

 

İçinden yumruğu yapıştırmak gelse de kendimi tuttum. Sorumluluğum Aden'de olmasa da ben işimi hallederdim. Ne kadar fırsat içinde fırsat doğsa da bu cümleler gerçek karakterimin sinirini bozuyordu.

 

Ahsen "Sana güveniyorum çünkü bu devirde bu işi ciddiye alan kalmadı. Ama güvenmem, hatalarını tolere edeceğim anlamına gelmiyor." diye uyarıda bulundu.

 

"Merak etmeyin, işime saygılıyım bu yüzden hata yaptığım yerde durmam." Ahsen bu cevaba tatmin olmuş bir şekilde gülse de içimde ki Elçin şuh bir kahkaha attı. Söylediğim tek yalan değildi ama gerçekten yaralayıcı olandı.

 

Bir kaç evrak prosedürünü de hallettikten sonra geri set yerine çıktık. Aden ile Nihal'in sahnesi olduğundan onları takip ettim.

 

Anladığım kadarı ile Aden patronu, Nihal ise şu yaz dizilerinde ki klasik sakar kızı oynuyordu.

 

Sahne başladığın da kameramı tutarak onları izledim. Nihal sekreter olarak elinde ki kahveyi tutuyordu. Bu anın hızlıca bir fotoğrafını çektim. Aden'in odasına girdiğin de bu anıda doğru ışığı ayarlayarak fotoğrafladım.

 

Kahve döktüğü saçma anı çekme gereği duymadım. Nihal yapmacık bir şekilde bağırdığın da kulaklarımı tıkamak istiyordum. Verdiği tepkiler abartı ve gerçekten uzaktı. Aden ise gerçek kimliğinden ayrılarak yaptığı oyunculukta denildiği kadar iyiydi. Rolünü benimsediğini, kendini gerçek dünyadan ayırarak oynamasından anlıyordum. Nihal ise kameraları unutmadan oynuyordu.

 

Sahne çekildiğin de bir kaç kere daha farklı sahneler de işimi tekrarladım. Yönetmenleri Akif bey, işini ciddiye alarak yapıyordu. Dizinin seti gerçekten bu konuda iyidi ama senaryo için aynısını söyleyemezdim.

 

Çok bunaldığım bazı anlarda romantik komedi filmlerini açar izlerdim ve gerçekten insanın ruhuna iyi gelen bir yanı vardı. Ama bu klişe senaryo insanı sıkıyordu.

 

Aden gibi iyi bir oyuncunun neden bu diziyi seçtiğine anlam veremedim. Hakkında kötü yorum yoktu ve gözlerimin gördüğünü inkar edemezdim. Buna rağmen ucuz bir senaryo da oynaması garipti. Hem de uzun süredir bir işte oynamamasına rağmen.

 

Bu minik detayı aklıma kazıdım.

 

Güneş batarken gece uyumamanın yorgunluğunu hissetmeye başlıyordum. Bedenim kendini gördüğü ilk yere koy vermek ve orada kalmak istiyordu ama setin bitmesine daha bir kaç saat vardı.

 

Normal hayatımda konuşmaktan nefret etsem de burada bu çok zordu. Gördüğüm her çalışan ile muhabbete giriyor ve onları tanıyordum. Bunu burada bile ipucu aradığım için yapıyordum ama rolüm için de gerekli olduğunun farkındaydım.

 

Yıllarca boşa çırpınmış ve sonunda hayatının fırsatını kazanmış bir kız olduğumdan her şeye ve herkese ilgili olmalıydım.

 

Bir kaç saatin sonuna geldiğimiz de kamera için sıktığım gözlerim ve düşünmekten ağrıyan beynim rahata ermek için an kolluyordu. Herkese gülümserken aynı zaman da kendi içimde koyduğum terazide yargılamak zordu.

 

Kameramı kılıfına koyarak çantama yerleştirdim. Herkes setten ayrılırken çantamı omzuma astım. Cebimde olan telefonum çalmaya başladığın da arayanın Semih olduğunu gördüm. Bu gün ki neredeyse otuzuncu arayışıydı.

 

Açarak kulağıma götürdüğüm de "MEZARIN İÇİN YER BUL!" diye son sesle bağırdı.

 

Telefonu kulağıma yaklaştırdığımdan dolayı sesi beynime işledi. "Ben de seni seviyorum Semih." diye karşılık verdiğim de yüzünün sinirden kızardığına yemin edebilirdim.

 

"Arabamı kaçırmak ne lan!? Sen benim on sekizine yeni basmış hormonları tavan yapan ergen oğlum musun?" Yaptığı benzetmeye kahkaha attım.

 

"Hayır, işini seven bir arkadaşınım." Sesimi taklit etti. "Çıktım işten, neredeysen geleyim de yemeğe çıkalım." dediğin de olduğum konumu tarif ettim. Evde yemek yapacak halim yoktu o yüzden dışarıda yememiz en iyisiydi.

 

Binadan ayrılmadan muhasebede ki işlerimi hallettim ve bu haftanın programını aldım. Bir tek perşembe günü boşum vardı, harika. Unutmadan giriş kartı da aldım çünkü burada daha çekilecek sahneler vardı.

 

Kapıya çıktığım da esen rüzgar yorgun bacaklarımı titretti. Semih'e konum attıktan sonra boş bir banka oturdum.

 

Etrafa göz gezdirirken kapıdan Aden ve Nihal çıktı. Göz göze geldiğimiz de başım ile selam verdim. Nihal'in omzuna dokunarak bir şey söyledi ve yanıma doğru ilerledi. Tabi, arkasında kızgın bakışlı bir kız bıraktığının farkında değildi.

 

Yanıma geldiğinde gülümsedim. Ağına kendi ayakların ile gel Aden Yıldırım.

 

Bankta yanıma gelmesi için yana kaydım. "Nasıldı ilk iş günü çömez?"

 

Omuz silktim. "Gayet iyiydi." diye resmi bir cevap verdim.

 

Konu açmaya çalışıyor gibi etrafa baktı. "Bak, sana acıdığımı düşünmeni istemiyorum. Bu işte çok iyisin sadece hak ettiğin bir şeyi sana verdim gibi düşün."

 

Etkinlikte söylediğim şeyi bugüne kadar kafasına takmış olmalıydı. Tahminlerimin aksine bu kadar naif bir kalbe mi sahipsin yoksa?

 

"Düşünmüyorum, aksine çok minnettarım size." derken sözümü kesti.

 

"Hak ettiğini verdim diye minnettar olma." dedi.

 

"Olmalıyım, yoksa şu an hapiste de olabilirdim." diye minik bir hatırlatma yaptım. Gözleri kısılırken kahkaha attı. Sette onu gözetlerken ilk gözüme batan ciddiyetiydi. Şu an güldüğü gibi hiç gülmemişti.

 

Önümüzde duran taksinin kapısı açıldığın da Semih bütün kötü bakışları ile indi. ''Alara, canım. Tam da buradaymışsın.'' Tehditkar söylemine güldüm.

 

Aden'in anlamsız bakışmamıza daha fazla şahitlik etmesini istemediğimden ona döndüm. ''Yarın akşam görüşürüz, iyi günler.'' Ne dediğini duymadan yanından ayrıldım.

 

Semih önde, ben ise arkasında arabaya ilerledik. Her şeye rağmen kapımı açması yorgun yüzüm de bir gülümsemeye sebep oldu. O böyleydi, ne olursa olsun kızamazdı bana. Bir ufak triplenirdi o kadar.

 

Arabayı çalıştırdığın da pencereden Aden'e baktım. Yanında ki bir çalışan ile gülerek konuşuyordu. Yüz çehresi, kibarlığı ve mimikleri ile bir katil olma ihtimalinden fazlası ile uzak gözüküyordu. Bana acıdığını düşünmüyordum ama bir yanı başarıma el uzatmak istemişti. Şöhretine rağmen bana kibirli davranmamış aksine oldukça sıcak olmuştu.

 

Bütün olumlu yanlara rağmen içimde ki o küçük ihtimali silip atamıyordum. Belki de tek şüpheli o olduğu için böyle davranıyordum.

 

Kafamı yasladığım yerden kaydırarak Semih'e döndüm. ''Semih, yemekten sonra beni bir yere bırakabilir misin?'' Gözleri saniyelik bana değdi sonra yine kalabalık yola odaklandı. İş çıkışı saatleri ölüme eş değerdi.

 

''Bırakırım da nereye?''

 

''Kayhan Kirel'in öldürüldüğü eve gitmek istiyorum.'' dedim. İtiraz edeceğine emin olsam da bir kaç saniye sonra kabullenecekti.

 

''Ailesi yok mu ? Nasıl bakacaksın?''

 

''Ölümünden sonra taşınmışlar. Orası şu an polisin çevrelediği bir yer yani oturmuyor kimse.''

 

Büyük bir of çekerek camdan dışarı verdi. Sorun beni bırakmak istememesi değildi sadece benim gitmememi istemiyordu. ''Hayatım, ne zaman kabulleneceksin?'' Yolu kontrol ettikten sonra sağ elini direksiyondan çekti ve omzumu çimdikledi. ''Hiçbir zaman hayatım.'' Ufak bir çığlık atarak vurmaya yeltendim ama araba kullandığı için vazgeçtim.

 

''Başkası yapsa yere yığardım, dua et arkadaşımsın.'' Beni ciddiye almadan yola devam etti.

 

Gerçekten vücudum iflas etmeye yakındı fakat bunlar erteleyebileceğim şeyler değildi. İpin ucunu bıraktığım an düğüm benim ayağıma dolanırdı.

 

Araba durduğun da Semih ile aşağı indik. Hava gittikçe soğurken trençkotuma sıkı sıkı sarıldım. Geldiğimiz yer Ali Abimizin yeriydi. Aylar önce tesadüfen keşfettiğimiz bir lokantaydı. Hem yemekleri çok lezzetliydi hem de sahibi Ali bey çok tatlı bir insandı.

 

Cam kenarında bir masaya oturduğumuz da gelen garsona siparişleri verdik.

 

Yemeğimizi yerken gündelik olaylardan konuşuyorduk ta ki ''İlk iş günü nasıldı?'' diye sorana kadar.

 

Önümde ki mantının son kaşığı midemde yerini bulana kadar sustum. Daha sonra ''İyiydi.'' diye mırıldandım. ''Çoğu kişi ile tanışmak ve fotoğraf çekmek ile geçti.'' Gözleri büyürken şaşkın bir şekilde uzun süre baktı.

 

''İnsanlar ile tanıştın?''

 

''İş içindi.''

 

''Sen ve insanlar?''

 

''Kapa çeneni.''

 

''İnsanlar ve se-'' Peçeteliği kafasına atmam bu diyaloğu sonlandırmıştı.

 

Ayrıca insanlar ile muhatap olmamak için geçerli sebeplerim vardı. Siz onlara evinizi açardınız, onlar ise dağıtırlardı. Benden uzakta olmaları insanların yararınaydı çünkü yanımda gördüğüm kötülüğün gitmesine izin vermezdim, ta ki ondan kurtulana kadar.

 

Birbirimiz ile uğraştığımız ve arkadaşlığımıza dair tek bir güzel söz söylemeden hatta peçete fırlatmalı olaylardan sonra lokantadan çıktık.

 

Semih mırın kırın ederek olay yerine bıraktığın da ısrar etsem de kapıdan ayrılmadı.

 

Arabadan asla ayırmadığım siyah eldivenlerimi taktım ve ayağıma galoş geçirdim. Maskeyi alarak ağzımın çevresine sardım. Küçük bir bel çantasının içine delil poşetleri ve iş telefonumu koydum. Semih'e göz kırparak binaya girdim.

 

Kahverengi çizgileri olan eski bir binaydı. Merdivenlerden çıkarken gelen rutubet ve küf kokusu midemi bulandırıyordu. Merdivenler pek sağlam durmadığından dikkatli adımlar ile yukarı çıktım.

 

İkinci kata geldiğim de kafamı yaslandığım duvardan çıkararak etrafa göz gezdirdim. Dairenin önü şeritler ile kapatılmıştı. Üstünden iki gün geçmişti, burada hala birinin durmadığına emin olunca duvardan çıktım. Koridorun ışığı sürekli yanıp söndüğünden önümü zor görüyordum.

 

Elim ile duvardan destek alarak kapının önüne kadar gittim. Tahta kapı zorlamama gerek kalmadan, tek dokunuşla açılacak kadar eskiydi. Sarı ve siyah çizgili şeridi yukarı kaldırarak içeri girdim.

 

Işığı açtığım da sarı bir ton etrafı aydınlattı. Zayıf bir ışık olsa da bana yeterdi. Evin verdiği garip bir hissiyat vardı. Ölümü kucaklayan, onu çağıran bir havası vardı.

 

Yumuşaklığı içimi gıcırdatan halının üstünde yürüyerek mutfağa ilerledim. Tahmin ettiğim gibi, kanıt olabilecek her şey toplanmıştı. Zaten benim işim olanı görmek değil, kaybolanı bulmaktı.

 

Kurumuş kan izlerine basmadan tezgaha gittim. Kendi nefes seslerim hariç hiçbir sesi duymuyordum. Yanıp sönen zayıf ışık gölgemden başka her şeyi saklıyordu. Tezgahta elimi gezdirdiğim de gereğinden fazla toplu olması yine canımı sıkmıştı.

 

Her şey yerli yerinde dururken ufak bir nokta gözüme çarptı. Bir tane kağıt tezgahın köşesine düşmüştü. Sonradan olup olmadığını anlamak için telefonumu açtım ve görsele girdim. Gözümün gördüğü yeri resimde de yaklaştırdığım da manzara aynıydı. Kağıt orada duruyordu.

 

Bir tozu dahi tezgahta bırakmayan adamın bu kağıdı burada unutma ihtimalini beynim otomatik sildi. Vakit kaybetmemek adına kağıdı poşetlerden birine koyarak çantama attım.

 

Mutfağa göz gezdirmeye devam ederken durdum. İkisi de bağlantılıydı ve katilimiz de fazla detaycıydı. Bu adamı neden yatak odasında öldürmediğini merak ettim.

 

Kuruyan kanlara basmamaya özen göstererek mutfaktan çıktım. Doğru düzgün yanmayan sarı ışıktan gelen cızırtıyı ensemde hissediyordum.

 

Kanın metalik kokusu küf ile birleşerek içime işliyordu. Aden bu dediklerinde haklı olabilir miydi? Eski arkadaşının geldiği yeri kıskanması için bir sürü sebep vardı. Belki de Aden'i tehdit etti, o da dayanamayıp kendi öldürdü.

 

Sırtımdan geçen bir rüzgar ile olduğum yerde durdum. Kendi nefesimden başka bir nefes evde dolaşıyordu. Yanımda ki tuvaletin duvara göçmesini fırsat sayarak duvara yaslandım.

 

Ev, olay yeri tarafından kapatılmıştı ve inceleneli bir kaç gün oluyordu. Bir polisin uğrama ihtimali düşüktü. Bir katil neden olay yerine dönerdi? Ceset veya delillerin kaldırıldığını bilmeyecek kadar salak olduğunu sanmıyordum. Aradığı başka bir şeyler olabilirdi. Öldüreceği başka insanlar için deliller.

 

Beynim ihtimalleri hızlıca tararken adım seslerini kulağımda duyuyordum. Yakındı. Bir gölge zemine düştüğün de sırtımı dikleştirerek daha çok yaslandım.

 

Saçlarına baktığım da erkek birisi olduğunu gördüm. Çatlak zeminde ki gıcırdı aramıza görünmez bir duvar örerken önümde durdu. Sırtı bana dönüktü. Ara sıra yanan sarı ışık ensesine düşüyordu. Önümde duran kişiyi tanımadığıma emindim.

 

Arkasını dönmemesi tek şansımdı. Eli ile karşımda ki salonun kapısını itti ve kafası ile içeri baktı. Bu bir kaç saniyelik göz gezdirme yeterli gelmiş olacak ki yatak odasına ilerlemeye başladı.

 

Arkasından gitmek için ilerlemesini bekledim. Bir dürtüyle kafasını çevirse karşı karşıya kalırdık. Vücudumdan gelen titreme ile dudağımı dişledim. Arka cebimde ki telefonum çalıyordu. Hızla kapatmak için hamle yaptım.

 

Kimin aradığına bakmadan kapatarak geri cebime koydum. İçeri giren adamın duymamasının imkanı yoktu. ''Neredesin?'' fısıldayarak yaslandığım duvardan ayrıldım.

 

Kovalamaca mı istiyordu yoksa telefonun sesini duymamış mıydı? Bedenimi hafifçe eğerek yavaş adımlar ile yürümeye başladım. Nefesimi dahi tutuyor, etrafa dikkat ediyordum.

 

Önümde ikiye ayrılan koridora girmeden sağ tarafa döndüm. Bir oda ve banyoya açılan koridor da kimse yoktu.

 

Arkamı dönecekken gelen silah çekilme sesiyle durdum. ''Kimsin sen?''


Herkese merhabalaarrr, umarım beğenirsinizz🩷💋

 

 

Loading...
0%