Yeni Üyelik
4.
Bölüm
@haizea_

Hayatımda korktuğum anlar az bulunurdu. Çünkü hiç korkmaya fırsatım olmadı. Ben her zaman savaşmak, acının üstüne gitmek zorunda kaldım. Korktuğum az şey vardı, aslında somut olan değil, arkasına gizlediğimiz sebepler korkuturdu bizi.

Şu an bulunduğum isli ev ya da arkamdan çekilen silah beni korkutmuyordu. Bu hayat beni ölümden korkmaya değilde, onu sevmeye itmişti. Arkamda ki nefesi dinledim, sesin ait olduğu kişiyi bilmiyordum.

"Güzel bir tanışma yöntemi." diye mırıldandığım da metalin soğukluğunu kafamda hissettim. Bilmediği bir şey vardı, beni öldürmek istiyorsa uzak durmalıydı çünkü yakınıma gelip bunu başaran kimse yoktu.

Hızla dönüp kolumun aşağısı ile bileğine vurdum ve bükerek silahı aldım. "Şimdi tanışabiliriz." dedim silahı ona doğrultarak.

Karşımda ki benden biraz uzundu. Yüzünün yarısı karanlık diğer yarısı ise aydınlıktı. Ellerini havaya kaldırdığın da gülümsedim. "Kimsin sen ve burada ne işin var?" dediğim de yutkundu.

"Adım Bora, Kayhan'ın eskiden arkadaşıyım." dediğin de yalan söylüyor gibi durmuyordu. Silahı çekmeden "Burada ne işin var?" derken yüzünü izliyordum.

Derin bir nefes vererek "Yurt dışındaydım ve haberini aldıktan sonra anca gelebildim. Sadece ona son kez veda etmek istemiştim." dediğin de suratı düşmüştü.

"Peki bunu gecenin bu saatinde yapman ne kadar mantıklı? Burası bir olay yeri ve kafana göre girip çıkamazsın." Sonda bağırdığım da gözlerini bana çevirdi.

"Pardon polis misiniz acaba? Kime hesap veriyorum şu an da?" dediğin de gözlerimi devirdim. Bir elimle silahı tutarken diğer elimle çantayı açtım ve sahte polis kimliğimi çıkardım.

"Evet, polisle görüşüyorsun. Gizli görevdeyim." Gözlerini kısarak kimliğe baktığın da ikna olmuştu. Her zaman söylediğim gibi önceden önlem almak anı kurtarırdı.

"Paşam, seni inandırdıysak düş önüme. Konuşacağız." Yakalanma korkusu olmadan başını salladı. Herhangi bir tedirginliği yoktu. Silah ile kapıyı gösterdim. Önümden ilerlerken eve tamamen bakamadığım için mutsuzdum. Kader bir şekilde beni uzak tutuyor gibiydi.

Bora önümde ilerlerken binadan çıktık. Etrafa bakarken küçük bir büfe gördüm. "Şuraya geçelim." dediğim de itiraz etmeden yürümeye başladı. Telefonum ile olayın kısa bir özetini Semih'e yazdım.

Küçük kırmızı büfeye girdiğimiz de abiden iki çay rica ederek oturdum. "Şimdi koçum birincisi, neden silah ile girdin?"

Eliyle alnını ovdu. "Katili hala bulunamadığından. Silahın ruhsatı var yani illegal bir durum değil." Gözlerimi kısarak başımı sağa yatırdım. "Kayhan ile nereden tanışıyorsunuz?"

Gözleri daldığın da onunla beraber ben de geçmişine gittim. "Lise arkadaşımdı, daha sonra üniversitede sahne sanatları okumaya karar verince yollarımız ayrıldı. En son üniversitedeyken staj yaptığı tiyatroda gördüm onu." Dinlerken sonuna doğru kaşlarım çatıldı.

"Tiyatro mu? Ne tiyatrosu?" Bilgilerinde böyle bir yer görmemiştim. "Minar tiyatrosu, şimdi kapanmış sanırım. Orada staj yapmıştı." Staj yaptığına göre geçmişinde bunun bilgisi bulunmalıydı. "Ondan sonra konuştunuz mu? Son zamanlarda özellikle." Cevap vermeden durduğun da bir şeyler olduğunu anlamıştım.

"Konuş." dedim emir vererek. Sert bir şekilde yutkundu. "2 sene önce konuşmuştuk ve sesi kötü geliyordu. Bir kaç kere sordum ama söylerse benim de başımın belaya gireceğini düşünüyordu. Bütün parası, kariyeri batmıştı." Boğuluyormuş gibi elini boğazına götürdü. "Yanına gitmeyi veya para göndermeyi teklif ettim ama tehlikeli olur diyip durdu." Pişmanlık ile gözlerini yumdu. "Daha sonrasında aradım ama bir türlü ulaşamadım. Ailesini aramak istedim ama onlar da aynı durumdaydı." Dolan gözlerini elinin tersiyle sildi. "Daha çok ısrar etmeli, gerekirse yanına gelmeliydim ama yapmadım. Belki yardımcı olsam hala hayatta olurdu."

Pişmanlığını kalbimin derinlerinde hissedebiliyordum. Keşke demek yaralayıcıydı. Öğrendiğim en acı şey ise keşkelerin kimseyi geri getirmediğiydi.

Duygularımı bir kenara atarak. "Aden Yıldırım hakkında ne biliyorsun?" dediğim de eğdiği başını kaldırdı. "Ünlü oyuncu Aden Yıldırım mı?" Gözlerimi devirdim. "Aynen, o."

Şaşkınlıkla yüzünü buruşturdu. "Oynadığı diziler harici hiçbir şey. Konuyla alakası ne?" Bir süre daha yüzünü inceledim. Gerçekten hiçbir şeyden haberi yok gibiydi.

"Eskiden arkadaşlarmış ama son zamanlar araları pek iyi değilmiş." dediğim de kaşları havaya kalktı. "Arkadaş olduklarını bile bilmiyordum. Aralarında yaş farkı var sonuçta nereden tanışıyor olabilirler ki?" Sorduğu sorunun cevabını ben de bilmiyordum. Aden ünlü bir sima olduğundan polisler sadece söyledikleriyle yetinmişlerdi. Tek bildiğim eskiden arkadaş olduklarıydı.

Büfenin sahibi olan abi çayları getirdiğin de büyük bir yudum aldım. "Bu staj yaptığı yer hakkında ne biliyorsun?"

Beyninin derinlerinde bilgi ararken ona zaman tanıdım. "Bir kere kapısına gitmiştim orada görüşmüştük. Cihangir taraflarında bir yerdi sanırım. Kayhan'a ulaşamadığım zaman tiyatroyu aramıştım ama açan numara artık öyle bir yer olmadığını ve aramam gerektiğini söyledi." Sıcak çayı tabağa bıraktım ve çantamda ki küçük defteri çıkardım.

"Aradığın yerin numarası duruyor mu?" Titreyen elleri ile bardağı tuttu. Bu his suçluluktu ama arkadaşına karşı duyduğu bir suçluluktu. "Hayır. Bu telefondan aramıştım ama bir kaç ay geçti. Silmişimdir." Defteri kalem ile beraber Bora'ya uzattım.

"Buraya adresini yaz. Bu olay çözülene kadar Türkiye'den çıkmanı istemiyorum. Ayrıca telefonuna da el koyacağım çünkü o bilgilere ihtiyacımız olabilir." İtiraz etmeden adresini ve ismini yazarak telefonuyla beraber uzattı.

"Bu telefon uzun süre biz de kalacak yani yeni bir telefona ihtiyacın var. Sana maddi anlamda zorluk çıkarır mı?" Dudakları aralandı ama geri hızla kapadı ve gözlerime bakmadan başını iki yana salladı.

Not defterini geri uzattım. "İbanını yaz buraya. İşimiz katili bulmak ama kimseyi mağdur edecek durumda değiliz." Dudağını ısırdığında gururuna yediremediğini anladım.

"Bana bak, bu yaptığını arkadaşına yardım eli olarak düşün. Gurur yapmanın da sırası değil. Hadi." Defteri daha çok yaklaştırdığım da kabul ederek bilgilerini yazdı.

Bora denen çocuğu daha fazla sorgulamaya gerek duymadım. "Bilmediğin şeyler için kendini suçlama. Yanında olsaydın belki de ölen iki kişi olacaktı." Acı ile gülümsedi. "Belki de olmalıydı. O bana kardeşim dedi ama ben tek bıraktım."

Not defterini geri çantama koydum. "Bu işin tek bir katili var, onu da bulacağız. Sen arkadaş olarak üstüne düşeni yapmışsın. Bir sonra ki anımızı bilsek bile hayat geçmişimizden vurur ama yine de bizi düşürür." dedim hem Bora'ya hem de kendi geçmişime konuşarak.

Tebessüm ederek son yudumunu aldı. "Sanırım haklısınız." Maskemin altından gülümsedim. "Öyleyimdir. Seni gideceğin yere bırakalım. Ayrıca görevimden dolayı seni direkt polis merkezine götürmeliydim ama bunu yapmadım. O yüzden beni görmemiş gibi davranırsan sevinirim. Gördüğünü belli edersen de ben işimden, sen de hayatından olursun paşam." Masaya tutunarak ayağa kalktım. Cüzdanımdan iki çayın parasını bıraktım.

Bora "Her şeye rağmen hayatımı seviyorum, merak etmeyin susacağım." Dediğin de göz kırptım.

Esen ayazın üstüne doğru yürüyerek arabaya geldiğimiz de ön tarafa bindim. "Kenan, arkadaşı evine bırakalım." Dedim Semih'e arkayı işaret ederek. Benim gibi, onun da ismini bilmemeleri en güvenlisiydi.

Semih mesajda söylediğim kişi olduğunu anlayınca bozmadan yola koyuldu.

Geçmişten tamamen silinen bir tiyatro garipti. Orada bir şeyler olmasa sildirmezlerdi ve normal bir insanın yapabileceği bir şey değildi. İçimden bir ses bu tiyatronun bazı şeylerin anahtarı olduğunu söyledi.

Kayhan'ın son zamanlarda her şeyini kaybetmesi birilerine bulaştığını düşündürüyordu. Bir mafya, tefeci veya farklı bir yer. Bunun hırsı ile Aden'e çıkışmış ve onu kıskanmış olabilirdi. Hedef tahtamın ortasından yayılan isimler çoğalıyordu. Peki ortasında olması gereken kişi Aden miydi? Yoksa sadece araya karışmış bir masum muydu? Bilmiyordum ama öğrenecektim.

Boşlukları kapatmaya çalışırken daha da çoğalıyorlardı. Aden ile Kayhan nereden tanışıyorlardı? Bora, Kayhan ile yakın olmasına rağmen Aden'i bilmiyordu.

Vardığımız da sessizliği bozarak Bora'ya döndüm. "Aklına bir şey gelirse kendi numaranı ara. Oradan ulaşabilirsin." Başıyla onayladı. İnecekken eli kapı da kaldı ve çaresiz gözler ile bana döndü. "Lütfen katili bulun." Başka bir şey demeden indiğin de eve girene kadar onu izledim.

Anahtarı kapısından çekip kapattığın da maskemi yüzümden atarak kafamı arkaya yasladım. "Çok işimiz var Semih, çok." diye şikayet ettiğim de gözlerini devirdi.

"Elçin, canımın içi. Bir şey diyebilir miyim?" Diye sorduğunda ciddi bir şey diyeceğini düşünerek ona döndüm. Gülme kaslarını serbest bıraktığın da sert bir ifadeye büründü. "Seni alırım, koyarım arabanın altına, buradan Mısır'a kadar ibreti alem olsun diye sürüklerim. Her ülkede bir parçanı bulurlar." diye bağırdığın da bedenimi ondan uzaklaştırarak cama yasladım.

"Sakin mi ol-" Sözümü keserek "Olmuyorum sakin. Beni Esra Erol'da ki haksızlığa uğrayan masum gelinin en sonunda sinirlenip çıldırdığı o kısıma getirdin." Ağzımı açacakken "Ve sen de o yılan kaynanasın!" diye bağırdı.

Genel de kendime zarar verebileceğim anlara geldiğimiz de bu şekil şalterleri atıyordu. Bir kaç dakika bekledim. En sonunda pes ederek "Tamam, elimizde ne var?" Dediğin de gülümseyerek yapıştığım camdan ayrıldım. Bu sırıtan halime bakarak göz devirdi.

Yol boyunca elimizde ki bilgileri anlattım. Dikkatle beni dinlerken çalan telefonumu aldım. "Gecenin dördünde kim arıyor olabilir?" diyen Semih'e ekranımda ki ismi gösterdim.

"Efendim Aden Bey?" dediğim de Semih taklidimi yapmaya başladı. Kolunu cimciklediğim de dil çıkardı ve eliyle hoparlöre almamı işaret etti.

Sesi uzaktan ve boğuk geliyordu. "Kusura bakma bu saatte rahatsız ediyorum ama sabah 6da bir toplantı olacak. Çekim yapacağımız şirket ile ve senin de gelmen lazım." dediğin de dünya dönerek başıma çarptı.

İtiraz etmeye veya dinlenmeye hakkım olmadığından "Tabi, adresi atın orada olacağım." Kapatacakken "Yalnız yer bir kaç saat uzaklıkta." dediğin de Semih'e döndüm.

Kafasını ısrarla hayır anlamında sallarken kaş göz yapıyordum. Telefonu sessize alarak "Arabasız nasıl gideyim gerizekalı!? Şu an çıkmış olmam gerekiyor." dedim dişlerimin arasından.

Semih umursamaz bir şekilde omzunu silkti. "Bu sefer benim gıcıklığım değil, bir yere gitmem gerekiyor." dediğin de çok mutlu gözüküyordu.

Elimi yumruk yaparak omzuna vurdum. "Alara, orada mısın?" Diye bir ses yükseldiğin de Aden'i tamamen unutmuştum.

Sesi geri açarak "Ses kapanmış kusura bakmayın. Tabi, sorun değil ama biraz geç kalabilirim." Dedim.

"Bir saate hazır ol ve bana adresini at. Alırım seni." dediğin de cevap vermeden yüzüme kapattı. Şaşkınlığımı atınca telefonu sıktım. "Hem yüzüme kapatıyor, hem de emir veriyor!" diye boş ekrana bağırdım.

 

Semih zevk alarak güldüğün de kafamı camdan atmak istiyordum. İki gündür uyumadığımı varsayarsak iyi dayanıyordum. Aslında uyku sorunum değildi, kafamın içindekiler sorunum, belki de sonumdu.

 

Elimdekileri araştırmam, ipucu bulmam gerekirken aptal bir dizi işi ile uğraşıyordum ve bu tamamen benim yüzümdendi. Katil her an bir diğer kurbanını öldürebilirdi ve elimden gelen tek şey bu haberi beklemekti. Her kim ise çok ince ve sıkı çalışıyor, ardında sadece bir kaç kafa karışıklığı bırakıyordu.

 

Eve geldiğimiz de Semih'i kahve ve tost yapması için mutfakta bırakarak banyoya koştum. Normalde duşta saatlerce kalıp müzik dinler ve boş bir kafa ile düşünürdüm. Akan su kirli hislerimi temizlemek yerine daha çok gün yüzüne seriyordu ama iyi geliyordu. Normalde yüzleşemediğim her şeyi tüm çıplaklığı ile görmemi sağlıyordu.

 

Fakat bu sefer bu zevkimi bir kenara atıp on dakika da çıkmak zorunda kalmıştım. Duştan çıktığım da dolabımın önüne geldim. Bir toplantı olduğundan siyah, dizlerimin üstünde bir elbise giydim. Sade, düz bir elbiseydi. Hafif göğüs dekoltesi olduğundan boynuma bir kaç tane kolye taktım.

 

Saçımda ki havluyu çıkarmadan banyoya ilerledim. Yüzümü güzelce yıkadıktan sonra siyah noktalar için aldığım maskeyi sürdüm. Kanların içinde yüzdüğüm bir işte olmam kişisel bakımımı es geçeceğim anlamına gelmiyordu.

 

Semih aşağıdan "Gel, hazır." diye bağırdığın da "On dakika" diye karşılık verdim. Makyaj masamın önüne oturarak saçlarımı serbest bıraktım. Kaküllerim alnıma, saçlarım da boynuma düştüğün de kremden birazını avucuma sıkarak saçıma yedirdim.

 

Son olarak makyajımı da yaptığım da hazırdım. Kolumda ki saate baktığım da yemek için vaktim olduğunu görmek rahatlatmıştı. Zaten hazır olan çantamı ellemeden aşağı indim.

 

"Hayır anlamıyorum neden tavuklar uyanmadan iş koyarlar ki?" diye söylenerek merdivenlerden indim. "Dizinin konusu da saçma sapan bir şey zaten."

 

Mutfağa vardığım da gördüğüm manzara ile ağzım açık bir şekilde kaldım. Şu an da mutfağım da Semih dışında bir erkek daha vardı. Ve o erkek Aden Yıldırım'dı.

 

Tezgahın önünde ki sandalyelere oturmuş, ellerinde kahve ile sohbet ediyorlardı. Aden beni görünce beyaz kupayı bırakarak kaşlarını kaldırdı. Dizi hakkında dediğimi duymuştu sanırım. Gözleriyle üstümü süzerek "Demek saçma sapan." dedi.

 

Anlam veremeyerek "Hoş geldiniz." diye mırıldandım. Üstünde ki gömleği düzelterek. "Hoş buldum." dedi. Bu konuyu daha sonraya ertelemiş gibi gözüküyordu.

 

Semih, "Telefonunu unutmuşsun çalınca ben de açtım." dediğin de bir şey demeden gülümsedim. "İyi yapmışsın. Beklettiysem kusura bakmayın."

 

Aden gülerek kahvesinden bir yudum aldı. "Daha vaktimiz var. Sen de ye çıkarız." dediğin de karşılarında ki sandalyeye oturdum.

 

Her zaman ki gibi resmi ve şık giyinmişti. Saçları ise dalgalarını saklamak için arkaya atılmıştı.

 

Aden gözünü etrafta gezdirerek "Evin güzelmiş." dedi. Yutkunarak "Sağol ama benim değil, Semih'in." dedim. Semih içtiği kahveyi dudağından ayırmadan bana döndü.

 

Aden "Anladım." diye mırıldanınca derin bir nefes verdim. Evim, boğazı gösteren güzel bir yerdi. Buranın bana ait olması, zengin olmam demekti ama Aden beni böyle tanımıyordu.

 

Önümde ki tosttan yerken Semih ve Aden muhabbeti ilerletmişti. Semih "Bu kadar ün zor değil mi?" diye sorduğun da gözlerim ikisinin arasında gidip geliyordu. Aden omuz silkerek "Alıştım artık. Küçüklüğümden beri bu sektörün içindeyim." Dedi.

 

Beynimde bir ışık parladığın da bir ihtimal doğdu. Küçüklüğünden beri oyunculuk ile ilgileniyorlarsa Kayhan ile aynı tiyatroya gitmiş olabilirlerdi. Kayhan staj yaparken, Aden oranın öğrencisi konumunda olurdu.

 

"Yani yanlış anlama ama oyuncular çok sahte gelirler bana. Öyle olmadığını görmek şaşırttı." Bu konuda Semih'e katılıyordum. İş yerinde ciddi bir insandı ama normalde kibirli veya egosu yüksek değildi.

 

Aden'in dudağı kıvrıldı. "Umarım öyle değilimdir." Son yudumunu aldığın da bana döndü. "Çıkalım mı?" Kafamı sallayarak tostu ağzıma sıkıştırdım ve üstüne kahveyi içtim. Aden yüzünde ki minik gülümseme ile telaşımı izliyordu.

 

Ellerimi yıkayıp çantamı koluma taktım. "Çıkabiliriz. Semih gelirken ararım seni."

 

Yanına gittiğimde yanağından öpüyorum gibi gözüküyordu. Kulağına "Minar tiyatrosunu araştır." Diye fısıldadım.

 

Evden çıkınca önde ki Aden'i takip ettim. Saat altıya geliyordu. "Biraz geç kalmadık mı?" Diye bağırdım. Olduğu yerde durarak önünde ki arabanın sağ kapısını açtı. Geçmem için açık tuttuğunu anlayınca "Teşekkür ederim." Diyerek içeri oturdum.

 

Oyuncular cidden iyi kazanıyor olmalılardı yoksa bu ev gibi arabanın açıklaması olamazdı. Sürücü kısmına geçtiğin de ceketinin düğmesini açtı. Anahtarı takarak arabayı çalıştırınca kemerimi taktım. "Geç kaldık ama sorun olmaz." Dedi.

 

Yola çıktığımız da hava yeni yeni aydınlanıyordu. Gökyüzünün en mavi hali ufak sarılıklara veda ediyordu. "Dizinin konusunun saçma olduğunu mu düşünüyorsun?" Dediğin de gözlerimi yumdum. Semih bana geldiğini söyleseydi böyle bir şey demezdim. "Yok, hayır. Ben özür dilerim." Diye mırıldandım.

 

Kahkaha atarak "Neyse ki sana katılıyorum." Dediğin de ona döndüm. Yol boş olduğundan direksiyonu bırakarak hızlıca ceketini çıkardı ve arka koltuğa attı. "Yanlış mı duydum?" Kafasını salladı. "Hayır, doğru duydun. Saçma bir proje olduğunun farkındayım."

 

"Peki neden kabul ettiniz?" dediğim de gerçekten merak ediyordum. Halbuki diziyi övmesini bekliyordum. "Boş bir anıma geldi diyelim. Bir de bu zamanlarda insanlar çok sevdiği için menajerim fazla ısrarcı oldu."

 

Ah doğru, bir de menajerleri vardı. Şu ana kadar hiç ortada görmemiştim. Bütün gün peşlerinde dolaşmaları gerekmiyor muydu? "Hem herkesin hayatında saçma romantik filmden fırlayan sahneler olmaz mı?" Bu sorusuna evet demeyi çok isterdim fakat benim hayatım aksiyon ve gerilime daha uygundu.

 

"Ben de olmuyor." Dedim.

 

"O zaman yanlış hayatı yaşıyorsundur." Dedi gözlerimin içine bakarak. Yanlış hayat. Eskiden bunu düşünebilirdim ama artık hayat ile ilgili bir düşüncem yoktu. Doğruyu ve yanlışı aramayı çoktan bırakmıştım.

 

Ağzından laf alma umuduyla "Bu arada arkadaşınız için çok üzüldüm. Başınız sağ olsun."

 

Konuyu açmamdan rahatsız olmuş gibi kıpırdandı. Gülen yüzü ciddileşince "Teşekkürler." dedi. Pes etmeyerek "Ben de çocukluk arkadaşımı kaybetmiştim, o yüzden sizi anlıyorum." dedim. Aslında kaybettiğim bir çocukluk arkadaşım yoktu. "Tekrardan sağ ol ama çocukluk arkadaşım değildi."

 

Dudağımı içe kıvırarak "Özür dilerim, haberler de öyle duymuştum da." Yüzünde ki ifadeyi hiçbir şekilde bozmadan durması sinirimi bozuyordu. Beni başından savacağını düşünsem de sabırla cevaplıyordu. "Özür dilemene gerek yok Alara. İlk işim de tanışmıştık. Saçma bir reklam çekimiydi, o da benim üstüm sayılırdı." Ardından dayanamayarak "Cevabını aldıysan lütfen başka soru sorma." Dedi.

 

Bu arkadaşını kaybetmiş birinin tepkisi olabilirdi. Ayrıca tanımadığı bir çalışanına hiç birini söylemek zorunda değildi. Her hareketi normaldi ama içimde bir yerlerde cızırdayan o his peşimi bırakmıyordu.

 

Yolun geri kalanında sessizdik. Aden bir konuma bir yola bakıyordu. Gözüm saçlarına kaydı. Bence dalgalı hali daha iyi dururdu. Üstüne giydiği takım elbiseler onu daraltıyor gibiydi. İş dışında nasıl biri olduğunu merak ediyordum. Belki normal halini görürsem bir ipucu yakalayabilirdim.

 

"Akşam çekimler yapılacak. Ardından yarın akşam bir ödül gecesi daha var. İnci ödülleri mi neymiş, ona gideceğiz. Yine sana takvimi atarlar." dediğin de içimden ettiğim bedduaların haddi hesabı yoktu. Alt tarafı fotoğrafçıydım neden bu kadar iş vardı ki?

 

Kafamı cama yaslayacakken ani bir hareket ile doğruldum. Aden inci ödülleri mi demişti? Ya ben paranoyaktım ya da bu katilin incilerinden birisiydi.

 

"Daveti biri mi düzenliyor yoksa geleneksel bir şey mi?" Cevap vermeden devam ettim. "Bu davet işlerinden pek anlamıyorum da sık sık sormam sizi rahatsız etmiyordur umarım."

 

Göz devirdiğini gördüğüm de gülmemek için kendimi tuttum. "Alara fazla mı safsın yoksa tam tersi mi çözemiyorum." Dedi. Aslında beni hiç tanımıyordu ve ona gösterdiğim kişiliği bile çözemiyorken gerçek benliğimi anlaması imkansızdı.

 

"Daveti kimin düzenlediğini bilmiyorum. Amcam söyledi gitmemiz gerektiğini." Dediğin de içimde başka bir şüphe uyandı. "Amcanız gerçekten iyi biri." Dedim ağzını aramak için.

 

Bana dönerek yüzümü inceledi. "Yok karar verdim. Sen safsın." Nefes vererek önüne döndü. Bir kaç saniye sonra tekrar bana baktığın da hala ona bakıyordum. "Ya da nezaketen yalan söylüyorsun."

 

"Anlamadım?"

 

"Amcam sana tam bir yavşak gibi davranıyor ama onun iyi olduğunu söylüyorsun." Dediğin de açık sözlülüğüyle dudaklarım aralandı. Ne diyeceğimi bilemeden öylece durdum. Bunun farkında olduğumu belli mi etmeliydim yoksa tamamen saf rolü mü yapmalıydım?

 

Bildiğimi belli edersem daha kolaylaşabilirdi işim. En azından amcasına maruz kalmazdım. Bu sayede onun gözüne girmek için öven bir çalışanı olacaktım. "Nazik olmaya çalışmıştım."

 

Dudağının kenarı kıvrıldığın da "Gerek yok." diye mırıldandı. "Nasılsan öyle ol. İki yüzlü bir çalışan istemem." Gözlerimi deviremeyeceğimden nazikçe başımı salladım.

 

Gittiğimiz sakin yollarda ağaçlar hızla yanımızdan geçiyordu. Rol yapmak benim için sorun değildi ama karşımda ki adamı tam tanımadığımdan bazen ne yapacağımı bilmiyordum. Eğer hislerim doğruysa katildi ve şu ana kadar tanıdığım en nazik katil olabilirdi.

 

Çok kişiyle karşılaşmıştım ve katil psikolojisinden anlayabiliyordum. Egosu yüksek ve narsist olurlardı. Bazıları ise tamamen salaktı. Hiçbir şey olmayacağını sanarak cinayet işlerlerdi. Karşımda ki katil nasıldı bilmiyordum ama kendini beğenmiş olduğu kesindi. Onu bulamayacağımızdan o kadar emindi ki ipuçları bırakıyordu.

 

Bu kadar temiz çalışan biri arkasında bir kağıt parçası bile bırakıyorsa bunu bilerek yaptığını gösterirdi. Sözde kendine olan güvenini bize göstererek dalga geçiyordu.

 

"Ne seni bu kadar düşündüren?" Aden'in sesini duymam ile katil düşüncelerini kenara bıraktım. "Bilmem, uzun yollarda sadece etrafa bakarak düşünmeyi severim."

 

Göz ucuyla Aden'e baktığım da yolu izliyordu. Bunu fırsat bilerek bakışlarımı arabada gezdirmeye başladım. Olabildiğince temizdi. Krem rengi derisi olan koltuklarda küçük bir toz bile yoktu. Gözlerimi havaya kaldırarak küçük aynadan arkaya baktım. Az önce çıkardığı lacivert ceketi koltuğun üstünde duruyordu. Onun harici başka bir şey yoktu.

 

"Sessiz ve uzun yolda düşünen insanlar genelde kalabalıkta düşüncelerini açamayan insanlardır." Dediğin de bakışlarımı arkadan çektim. "İşinizi bilmesem psikolog olduğunuzu düşüneceğim."

 

Dudağı alaycı bir ifadeyle kıvrıldı. "Sevindim." Dedi sessizce. "Geldik." Denizi karşımda gördüğüm de küçük bir çocuk gibi arabadan çıkarak koşmak istedim. Yapamayacağımı bildiğimden gözlerimi denizden çekerek düz bir ifadeyle park etmesini bekledim.

 

Bir restoranın önünde durduğun da kapıda ki vale koşarak geldi. Kemerimi çözerek kapıyı açtım. Etrafımızda çok insan olmadığından dalgaların kıyıya vuran sesini duyabiliyordum.

 

Aden anahtarı valeye verdikten sonra cüzdanından çıkardığı parayı da uzattı. "Kolay gelsin koçum." Diyerek samimi bir şekilde omzuna vurdu. Vale avuçlarını önünde birleştirerek kafasını eğdi. "Teşekkür ederim."

 

Önümüzde şık bir restoran vardı. Beyaz ağırlıklı bir yerdi. Cam kapısının üstünde altın renginde restoranın ismi yazıyordu.

 

Kapıya giden yola serdikleri kırmızı renginde ki kadife halının üstüne basarak Aden'in yanına gittim.

 

Koluna aldığı ceketi üstüne geçirerek yakalarını düzeltti. Geniş omuzlarına tam oturan ceketin önünü iliklemeden eliyle yolu gösterdi. "Buyur, geçelim."

 

Eski zamanların beyefendisi gibiydi hareketleri. Uzun süredir böyle biriyle karşılaşmadığımdan garip geliyordu. Çantamı sağ elime alarak gülümsedim ve önünden kapıya doğru yürüdüm.

 

İçeride ki garson bizi görünce yanındakini bırakarak kapıya geldi. Beklemeden kapıyı açtığım da adımları sıklaştı ve kapıyı tuttu. "Hoş geldiniz." Dedi gülümseyerek.

 

Büyük restoran da dolu bir tek masa vardı. Saate baktığım da yarım saat gecikmiştik. Anlaşılan restoran toplantı için ayırtılmıştı. "Fazla gösteriş." Diye geçirdim içimden. Sanki devlet başkanları ile görüşme yapacaktık.

 

Uzun ve düz masaların üstünde siyah örtüler vardı. Üstünde ki şamdanlar ise sabah olduğundan yakılmamıştı.

 

Kapıdan girdiğimiz de masadakilerin bakışları bize döndü. Kızlı erkekli on kişi oturuyordu. Nihal ve Ahsen hariç hiç biri beni tanımadığından gözlerini kısmış bakıyorlardı.

 

Aden ile masaya yürürken bakışların ben de olduğunu bilerek omuzlarımı dikleştirdim. Herkes otururken Nihal ayağa kalktı. Üstüne yapışan elbisesi yukarı çıksa da düzeltmeden Aden'in yanına geldi. "Hoş geldin." Diyerek sarıldı.

 

Aden ise bu duygu dolu sarılmaya tek avucunu bir kaç saniye Nihal'in sırtına değdirerek karşılık verdi.

 

Masanın başında ki adam Aden'den gözlerini çekmeden "Hoş geldin Aden biz de seni bekliyorduk." Dedi. Ben de buradaydım ama sadece Aden'i karşılıyorlardı. Aden "Hoş bulduk." Diye ikimizi kapsayan bir cevap verdi.

 

Adamın yanında ki kadın "Bu kimdi acaba?" Diye kaba bir şekilde beni sorduğunda dişlerimi sıktım. "Bu değil, Alara Kaya. Memnun oldum."

 

Kadın hiçbir mahcubiyet göstermeden "Ahsen söylemişti. Hoş geldin tatlım." Diyerek boş sandalyeyi gösterdi.

 

Sakin bir şekilde otursam da içimde biriken öfkenin haddi hesabı yoktu. Yanımda tek bir sandalye boş kalınca Aden oturdu.

 

Aden'in yanında yaşça çok büyük olmasına rağmen fazla süslü bir kadın vardı. Kırmızı renkte ki protez tırnakları fazla uzundu. Üstünde siyah bir kalem etek ve ceket vardı. Yüzünde ki kırışıklıklar yapılan işlemlere rağmen belli oluyordu. Tuttuğu telefonu masaya bırakarak sağ elini Aden'in elinin üstüne götürdü.

 

"Hoş geldin canım." Derken fazla samimiydi. Kadın yaklaşık elli yaşlarında duruyordu. Aden'in kadın zevkinin böyle olacağını hiç düşünmezdim. Kimsenin böyle olmamalıydı çünkü yaklaşık otuz yaş vardı aralarında.

 

Aden öksürerek "Hoş buldum anne." Dediğin de gülmemek için alt dudağımı içe kıvırarak dişlerimi geçirdim. Biraz yanlış anlamış olabilirdim ve bu fazlasıyla komikti.

 

Annesinin burada ne işi olduğunu anlamamıştım. Hala Aden'i işlerine gelme ihtimali saçma olduğundan kafamda eledim. Belki annesi de oyunculuk yapıyordu.

 

"Herkes geldiğine göre işi konuşabiliriz." Az önce ki adam konuştuğunda kim olduklarını bile bilmiyordum. Tahminimce çekim yapacağımız şirketin reklam müdürleriydi.

 

"Çekim akşam yedide şirketin stüdyosunda yapılacak. Sadece başroller ile çalışacağız sanırım." Nihal samimiyetsiz gülüşü ile araya girdi. "Şimdilik evet. İkimizin fotoğrafları olacak."

 

Aden'in annesi hayranlıkla Nihal'i izliyordu. Sanırım sevilen bir gelindi. Ahsen ise benim gibi yüzünü buruşturmuştu. "Nihal Hanımın dediği gibi şu anlık Aden ve Nihal'in çekimi olacak. Ancak size attığım mailde de bahsettiğim gibi çekimi bizim fotoğrafçımızın yapmasını istiyoruz."

 

Kadın kaşlarını çatarak etrafa baktı. "Tabi, uygun. Kendisiyle tanışacak mıyız?" Dediğin de dudaklarım aralandı. Bu karakterler kamera şakası mıydı?

 

Fotoğrafçının ben olduğumu gayet anlamışlardı sadece küçümsüyorlardı. "Sanırım hafızanız pek iyi değil. Zaten tanışmıştık." Bana döndüğün de oturduğu yerde dikleşti.

 

"Kusura bakmayın siz miydiniz? Ben sizi Aden'in kardeşi sandım da." Dediğin de asıl derdini anlamıştım. Aden ile beraber geldiğimden dolayı kıskanmıştı.

 

"Sorun değil. Sizin işiniz de zor." Dedim gülümseyerek. "Zamanla görme yetiniz de sıkıntı olabilir. Yaşlılık sonuçta." Kadın öksürmeye başladığın da gülümsedim. Aden kısık sesle "Senin dilinin ayarı yok mu?" Diye fısıldadı.

 

"Bir gün hayranların yüzünden bıçaklanacağım. Konu dilimin ayarı mı?!" Diye çıkıştım.

 

Aden hafifçe gülümsese de kendini toparladı. "İş kısmına devam edebilir miyiz?" Annesi telefonuna bakarak "Çekimlerin bugün halledilmesi lazım. Yarın Aden'in katılacağı bir davet var." Dedi. Telefonun ekranında ki programı görünce anlamıştım. Annesi aynı zamanda menajeriydi.

 

Adını bilmediğim adam "Tabi ki. Kazancın yarısını siz, yarısını da biz alacağız." Aden kafasını olumlu bir şekilde salladı. Adam kocaman gülümseyerek "Ne diyorsunuz Aden bey?" Diye sordu. Aden eliyle Ahsen'i gösterdi. "Ahsen için kabulse benim için de kabuldür."

 

Köşede kimsenin fikrini sormadığı Nihal halinden hiç şikayetçi durmuyordu.

 

"Her şey tamamsa sözleşmeyi de imzalayalım. Daha sonra kahvelerimizi içeriz." Adam çantasından çıkardığı kağıdı Aden'e uzattı.

 

Aden kağıdı üstünde ki kalem ile beraber aldı. Okumadan imzalayacaktı ki gözlerim üçüncü maddede takılı kaldı. Kalemi değdirmeden Aden'in bileğinden tutunca masada ki herkes bana döndü. Aden elinde ki kalem ile "Ne yapıyorsun?" Diye sordu. Parmağımı oynatarak kağıdın boş bir yerini gösterdim.

 

Adam yerinde kıpırdanarak "Maddeler de bir problem yoktur umarım. " Dedi. Dudağımın kenarı paniğini görmem ile yana doğru kıvrıldı. Yakalanacağını anlayan insanların son çırpınışlarını izlemek büyük bir zevk veriyordu. Oltanın ucunda ki balıklardı ama hala kurtulacaklarına inanıyorlardı.

 

Aden'in annesi "Bu işleri sorgulamak sana mı kaldı canım benim?" Dedi sahte bir samimiyetle. "Karışmak haddim değil. Sadece dediği gibi üçüncü madde gözüme çarptı. Burada kazancın yüzde yetmişi reklam şirketine gideceği yazıyor da."

 

Adamın gözü seğirdiğin de kurumuş dudaklarını ıslattı. Yanında ki kadın sert bakışları ile beni izliyordu. Aden kalemi elinden bırakıp söylediğim madde de gözlerini gezdirdi. Okuduktan sonra kağıdı masaya fırlatarak "Bir açıklaması var mı?" Diye sordu.

 

Adam gömleğinin yakalarını düzeltti. "Bir yanlış anlaşılma olmuş. Lütfen kusura bakmayın. Ben şirketi arayayım akşama yeni sözleşmeyi imzalayalım."

 

Aden'in umursamadan imzalayacağına çok emin olduklarından yüzdeyi değiştirmişlerdi.

 

Ahsen "Böyle bir şey kabul edilemez." Diye karşı çıktı. Kadın yanında panikleyen adamı tutarak "Lütfen yapmayın. Tamamen bir yanlışlık olmuş." Diye adeta yalvardı.

 

Nihal ise kendini soyutlamış, telefonuna bakıyordu. Aden "Biz kendi aramızda bir konuşalım." Dediğin de adam, kadının kolunu tutarak ayağa kalktı. "Tabi, nasıl isterseniz." Beraber dışarı çıktıklarında Aden bana döndü.

 

"Maddeyi okumadın bile. Nasıl anladın?" Dediğin de gerçek cevabı vermeyi isterdim. İnsanlar çabuk oltaya düşerlerdi. Kağıdı gösterdiğim an aklına maddeler gelmişti. Bundan önce yüzdelerden bahsederken fazla aceleciydi. Benim Aden'i durdurmam ile anlamamdan korkup hemen savunmaya geçmişti.

 

Düşündüklerimi yutarak "Sadece yüzde kısmını gördüm sonrası şanslı bir tahmindi." Diye mırıldandım. Gerçekleri söylersem şüphelenirdi.

 

Ahsen gömleğini düzelterek ayağa kalktı. "Ne yapacağız? Devam mı keselim mi?" Aden'in annesi araya girdi. "Kesmiyoruz tabi ki. Düzeltsinler doğrusunu imzalayalım."

 

Camdan dışarı baktığım da ileride ki ağacın arkasında konuştuklarını gördüm. Adam göz ucuyla sürekli buraya bakıyordu. Kadın ile el sıkıştıklarında gülümsemeleri hoşuma gitmemişti. Bu işte başka bir şeyler dönüyordu.

 

Adamın buraya bakmadığı zaman da kalkmam gerekirdi. Masadan telefonumu alarak kamerasını açtım. Kendime çevirdiğim de saçlarımı düzeltiyordum. Asıl amacım ise göz ucuyla arkaya bakmaktı.

 

Kasiyerin yanında lavaboların bulunduğu koridor vardı. Kız ve erkek yan yanaydı. Karşısında ise personeller için olan kısım vardı.

 

Kasiyerin arkasında ise mutfak vardı. Kasiyer kadın mutfağa bakarak elinde ki deftere bir şeyler yazdı. Her restoran da mutfakta bir çıkış mutlaka olurdu. Kasiyeri oradan çıkartıp bir şekilde içeriye girmem gerekiyordu.

 

Masada ki konuşmalar hararetli bir şekilde devam ederken bir şey demeden ayağa kalktım. Gidecekken Aden arkamdan "Alara nereye?" Diye bağırdı. Gülümseyerek arkamı döndüm. "Lavaboya. Elimi yüzümü yıkayacaktım." Annesi yandan dürtünce başka bir şey demeden önüne döndü.

 

İlk önce lavaboya gittim. Kapıyı dıştan kendime çektim ve çantamın içinden tel toka çıkardım. Siyah ince tokayı iki yandan açarak önümde ki kilide soktum. İttirdiğimde arkada ki kilit sesi geldi ve yana doğru çevirdim. Kapanma sesini duyduğumda avucumu kapıya yaslayarak ittirdim. Kilitlendiğini görünce tel tokayı alarak çantama attım.

 

Kasaya geldiğim de kız elinde ki defteri bırakarak gülümsedi. "Buyurun."

 

"Lavaboya girecektim de hijyen konusunda biraz sıkıntılıyım. Acaba çalışanlardan birine söyleseniz baksa olur mu?" Kadın ellerini önünde birleştirerek. "Tabi efendim, biraz bekleteceğim. Hemen geliyorum."

 

Gidecekken kolundan tuttum. "Ya sizi de işinizden ettim. Yapabileceğim bir şey varsa söyleyin." Kadın gözlerini kaçırarak "Yok efendim olur mu öyle şey?" Dedi.

 

"Lütfen ısrar ediyorum." Dedim kolunu bırakmadan. "Kasada ki defter de eksikler yazıyor. Mutfakta ki aşçımıza verecektim."

 

"Ben hemen vereyim o zaman. Kabalık ettiysem kusura bakmayın." Kadının ne dediğini dinlemeden defteri elime aldım. Masaya baktığım da kimse bana bakmıyordu.

 

Mutfağın kapısını açtığım da büyük bir yer karşıladı. Uzun ocaklar vardı. Büyük bir fırın ve dolapların altında asılı tavalar. Gözüm arkada ki dolabı karıştıran aşçıya takıldığın da yanına ilerledim.

 

"Merhabalar. Aşçı siz olmalısınız." Dolaba eğilmiş yaşlı adam sesimi duyunca irkilerek arkasını döndü. "Kasada ki hanımefendi size gönderdi. Eksikleri hemen almanız gerekiyormuş."

 

Neden benim getirdiğimi anlamadan öylece bakıyordu. "İşi çıktı da ben de yardım etmek istedim." Elimde ki defteri yaşlı adama uzattım. "Anladım. O zaman ben bir koşu alıp geleyim." Elimden defteri alarak arkaya doğru ilerledi.

 

Biraz bekledikten sonra gittiği yeri takip ettim.

 

Sağ koridora döndüğüm de sallanan kapıyı gördüm. Hala hareket ettiğine göre aşçı yeni çıkmış olmalıydı. Biraz daha bekledikten sonra kapıyı araladım.

 

Kapı boş bir sokağa açılıyordu. Kafamı tam çıkarmadan etrafa baktım. Kimse yoktu.

 

Zaman kaybetmemek için dışarı çıktım ve restoranın etrafında dolanmaya başladım. Eğer yakınından gidersem camdan beni görürlerdi.

 

Restorandan uzaklaşarak parkın çıkışına doğru hızlı adımlar ile gittim. Restoranın camı uzak kalsa da hala gözüküyordu. Riske atmamak için sık bulunan ağaçların arkasından ilerlemeye başladım.

 

"Kesin yapıyor muyuz?" Diye bir kadın sesi duyunca yaslandığım ağaçta kaldım.

 

Kafamı ucundan çıkararak gözlerimi arkaya çevirdim. İkisi gördüğüm ağacın orada duruyorlardı. "Sözleşmeyi anlasalar bile vazgeçmeyecekler. Şimdiden sosyal medyaya reklamını verdik. Meral bu fırsatı asla kaçırmaz." Meral diye bahsettikleri Aden'in annesi olmalıydı.

 

"Şu kameraman kıza dikkat etmemiz lazım." Dedi kadın. İlk defa doğru bir cümle kurmuştu. "Patron sorun olmayacağını söyledi. Düzeltilmiş anlaşmayı imzalamaları dahilinde plan gerçekleşmiş olacak. Aden Karahan denilen egoistin balonunu patlatacağız."

 

Ne planından bahsettiklerini bilmiyordum ama işin sonunda olan Aden'e olacaktı. "Sorun çıkmayacağına emin miyiz?" Diye diretti kadın.

 

Adamın gülüşü kendinden fazlasıyla emin duruyordu. "Sorun çıkmayacak. İnsanlar bu tipleri seviyor ama tek bir sorun da yerin dibine sokarlar. Ayrıca asıl imzaladığı kağıdın çocuklara verilen bağışı kesmek için olduğunu aklının ucundan dahi geçirmez."

 

Duyduklarım ile gözlerim büyüdü. Bu iğrençti. "İmzaladığın da gerçekten kesilecek mi peki?" Kadının sorusuna adam büyük bir kahkaha attı. "Tabiki de. Kesilmezse başka bir şey olduğunu anlarlar. Veledler bir ay parasızlıktan ölmezler."

 

Kadın da ona katılarak güldüğün de dişlerimi sıktım. Kıskançlıkları yüzünden çocukların hayatlarıyla oynuyorlardı. "Peki sahtesini nasıl imzalatacağız?" Öğrenmem gereken asıl kısım geldiğin de çalan telefon ile sustular.

 

Adam telefonu açtı. "Tamamdır Aden Bey, hemen geliyoruz."

 

Gerçekten arayacak zamanı mı bulmuştu? Adam başka bir şey demeden uzaklaştığın da kadın olduğu yerde durdu.

 

Adamın peşinden gitmeyince ben de olduğum yerde kaldım. Beni görmemesi için nefes dahi almıyordum. Gitmediği için anlamasından şüphelensem de imkansızdı. Ben istemediğim sürece beni kimse göremezdi.

 

En sonunda gittiğin de sıktığım bedenimi gevşettim.

 

Geldiğim yoldan aynı şekilde döndüm. Aşçı hala gelmemişti. Mutfağın kapısını açacakken küçük camdan kasiyerin geldiğini gördüm. "Şansıma tüküreyim." Telefonumu çıkararak her durumda aradığım tek kişiyi aradım.

 

Bir kaç çalıştan sonra telefonu açtı. "Yine ne belaya bulaştın?"

 

Görmese de göz devirdim. "Sana bir kaç soru soracağım. Birincisi imzalanmış belgede ki imza fark ettirmeden nasıl başka bir belgeye geçirilir? İkincisi bunu nasıl engellerim? Üçüncüsü Semir restoranı arayıp dışarıda acil bir durum olduğunu söyler misin?" Tek nefeste sıraladığım sorular ile Semih sessizliğe büründü.

 

"Birincisi, arkadaşım olman hangi günahımın bedeli? İkincisi, hiçbir hata olmadan imzayı devredebileceğin güçlü bir yazılım programı var ama kullanılması kesinlikle yasak. Üçüncüsü, kapat da arayayım." Aldığım cevaplardan bir tanesi tatmin etmemişti.

 

"İmza için başka yol düşünmem lazım. Neyse akşam görüşürüz. Restoranı çabuk ara." Telefonu kapatarak beklemeye başladım.

 

Masaya gidip ağızlarından laf almam gerekiyordu. Aden'e ne yaptıkları umurumda değildi ama çocukların hayatı oyuncak değildi. Buna izin veremezdim.

 

Kasiyer kadın masada ki telefonu kulağına koyduktan sonra panikle kapattı ve hızlı adımlar ile çıkışa yürüdü.

 

Semih her zaman olduğu gibi hızlıca halletmişti. Kadın ve adam masaya gelmişlerdi. Buraya bakmadıklarını görünce kapıyı yavaşça açarak kasanın oradan çıktım.

 

Masaya gidene kadar kimsenin fark etmemesi işime gelmişti.

 

Boş kalan sandalyeye oturduğum da Aden beni fark ederek "Nerede kaldın?" Diye sordu. Meraklı bakışları üstümdeyken çantamı masaya bıraktım. "Lavabo da ne yaptığımı anlatayım istersen?" Hayretle bakışlarını kaçırdığın da içimden güldüm.

 

Adam avuçlarını birleştirerek minnet dolu bakışlar ile Aden'e baktı. "Teklifi kabul edip, bizi affetmenize çok sevindik."

 

Aden sakin bir şekilde kafa sallarken Nihal "Çok iyi kalpli birisidir Kerem Bey. Affeder." Diye araya girdi. Adamın adını sonunda öğrenmiştim.

 

Kadın "Cidden öyle." Diye Nihal'e katıldı. "O zaman senaryoyu verelim. Ona göre bir çekim ortamı oluşturun." Aden'in annesi kucağında ki senaryoyu uzattı.

 

Uzun bir süredir önümde ki bitmiş kahve ile bakışıyordum. Konuştukları senaryo ve dizi işleri düşündüğümden fazla sıkıcıydı.

 

Adının Meryem olduğunu öğrendiğim kadın yanmış sarı saçlarını savurdu. "Siz nasıl bir ortam düşünürdünüz çekim için?"

 

Bitmek bilmeyen muhabbete katlanma sürem çoktan dolmuştu. "Sen ne dersin Aden?" Kerem'in sorduğu soruyla Aden bir kaç saniye düşündü.

 

Yarım kahveyi parmaklarıyla kavrayarak tek yudumda bitirdi. "Ahsen ne derse kabulüm. İzniniz ile kendi çalışanım ile önemli bir konuyu konuşmam lazım. Akşam görüşürüz." Ayağa kalktığın da kafamı yukarı kaldırdım. Masada ki herkes şaşkın nidalar çıkardı. Annesi dişlerinin arasından tehditkâr bir şekilde konuştu. "Oğlum toplantının ortasında nereye böyle?"

 

Herkes Aden'i izlerken avucunu omzuma yasladı. Bir eline bir ona bakarken "Alara ile önemli bir işimiz var. Böyle bir ihmalsizlik olacağını düşünmediğimden toplantının uzun süreceğini hesaba katmadım. Akşam görüşürüz." Ben hala olduğum yerde dururken omzuma tekrardan dokundu.

 

Bu ortamdan kaçmam için daha iyi bir fırsat olamazdı. Çantamı masadan alarak ayağa kalktım.

 

"Akşam görüşürüz Alara hanım." Meryem arkamdan bağırınca saçımı kulağımın arkasına atarak ona döndüm. "Görüşeceğiz. İyi günler."

 

Restorandan çıktığımız da yüzüme vuran hava ile derin bir nefes verdim. "Ne konuşacağız Aden Bey?"

 

Aden ceketinin düğmesini açarak kafasını havaya kaldırdı. "Hiçbir şey. Biraz daha o ortamda kalsaydım kendimi kendi ellerim ile boğacaktım." Dudaklarımdan çıkan küçük kahkaha ile bana döndü.

 

"Seni de kullandım biraz ama Nihal ile çıkamazdım. Ahsen'in de orada durması gerekiyor." Elimi havada salladım. "İnanın bana kullanıldığıma daha önce hiç bu kadar sevinmemiştim." Bu sefer o güldüğün de içimde bir huzursuzluk hissettim. Gülmesi miydi beni rahatsız eden? Katil olma ihtimali olduğundan küçük şeyler bile gözüme batıyordu.

 

 

Arabayı almadan farklı yöne ilerleyince peşinden gidiyordum. "Şey ne yapacağız peki?"

 

Bunu daha önce düşünmediği belliydi. "Güzel soru. Ne istersin? Yemek yiyebiliriz ya da bir yerde oturabiliriz."

 

Düşünmeden "Sahil de oturalım." Dedim heyecanla. Fazla yükseldiğimi fark ettiğim de gülüşümü yüzümden sildim ve kafamı yana çevirdim.

 

Bir şeylere heyecanlanmam yasaklanalı çok olmuştu. Her daim kontrollü olmam ve hareketlerime dikkat etmem gerekiyordu. Dikkatsizlik öldürürdü, duygularımı yaşamam öldürürdü.

 

"Bence harika olur. Güzel bir yer biliyorum, biraz yürüyeceğiz." Garip tavrımı umursamadan konuşması içten içe öfkelendirmişti.

 

Ağzımı açsam öfkeden yanlış şeyler söylerim diye bir şey demeden yanında yürüdüm.

 

"Hoş geldiniz Aden Bey." Getirdiği cafeden içeriye girdiğimiz an bütün çalışanlar Aden'in yanına gelmişti.

 

 

"Hoş bulduk. Biz müsaitse dışarıya geçelim." Adam başıyla onayladı. "Yalnız burada olduğum bilinmesin. Magazin gelirse içeri almayın lütfen."

 

Adam yanında ki garsonları uyarırken cafenin bahçesine geçtik. Kumsalın içine sandalye ve masalar koymuşlardı. Saat erken olduğu için henüz çok insan yoktu. Denize en yakın olan masaya oturduğumuz da kabanımı üstüme sardım.

 

"Siparişiniz hazır olunca seslenirsiniz." Garson menüleri bırakarak gitmişti.

 

Yanı başımda ki denizi duymak ruhuma iyi geliyordu. Gözlerimi kapatıp ömrümün sonuna kadar burada durabilirdim. "Teşekkür ederim." Gözlerimi açmadan kaşlarım çatıldı.

 

"Ne için?"

 

"Bizi büyük bir zarardan kurtardığın için." Dediğin de dudaklarımı içe kıvırarak gülümsedim. "Sonuçta ben de sizinle çalışıyorum. Yapmam gerekendi." Sadece bunla da yetinemezdim. O çocukların paralarını kendilerine geçirmelerini engellemem lazımdı.

 

Elini kaldırdığında garson yanımıza geldi.

 

"Ben bir limonata. Alara, sen?"

 

"Ben de limonata alıyım." Dedim Aden'e ayak uydurarak.

 

İkimiz masada kaldığımız da etrafta yalnızca bir masa daha doluydu. "Magazin sevmiyorsun sanırım."

 

Onuz silkti. "Umurumda değil. Yansıtmak istediklerini yansıtıyorlar." Dediği doğruydu. İnsanlar kaostan beslendiği için yaşanan olayların arka planıyla asla ilgilenmezlerdi. Sizi medyada insanların önüne koyarlar ve intihar ipinizi de boynunuza bağlarlardı. Çünkü bilmeden yargılamak her zaman daha kolaydır.

 

"Özellikle uyardınız da ondan sordum."

 

Ufak bir tebessüm belirdi yüzünde. "Ailenin sorun çıkartabileceğini söylemiştin. O yüzden uyardım."

 

İlk fotoğrafçısı olduğum da haberlere çıkmamak için söylemiştim. Unutmamış mıydı?

 

"Ben gerçekten teşekkür ederim. Hem iş verdiniz hem de yardımcı oluyorsunuz."

 

Ceketini çıkartarak masaya astı. "Lafı olmaz Alara. Zamanında benim de elimden tutan kimse olmadı." Gözleri ileriye daldığın da ben de onunla beraber sustum. Hayata tek başına kafa tutmak zordu. Aden'in gözlerinde yorgunluk vardı, bunu görebiliyordum. Belki de bu yüzden burnu havada değildi.

 

"Zamanında elinizden tutmayanlar, şimdi yanınızda mı?" Aden'e yardım etmek yerine daha çok dibe çeken insanlar vardı. Bunlar Ozan ve Kayhan olabilir miydi?

 

"Hayır, benden çok uzaktalar." Sesini derinden hissetmem ile içimde ki şüphe kırıntısı kendini gösterdi. "Bazen" diyerek odağı kendime topladım. "Bazen bana yardım etmeyen insanlar benim yaşadıklarımı yaşasın istiyorum. Bu kötü bir şey mi?"

 

Yanlış bir şey söylememiştim, yaşatılanların yaşanmasını istiyordum. İnsanlar yaşamadan anlamazdı. Sadece rol yaparlardı. O yüzden onca olan olaya rağmen dedektifliği bırakmıyordum.

 

"İntikam almak. İstediğin bu mu?" Gözlerinin karanlığına kendimi bıraktım. Gözler yalan söylemez, aksine size yol gösterirdi. "Sanırım evet."

Beklediğim karanlık yerine ufak ışıltılar görmek beni afallatmıştı. "Ben de çok istedim ama sonra korktum. İntikam alırken kendi benliğimi kaybetmekten korktum. Başkasında yara açmak, ben de daha çok iz bırakacaktı. Peki, sen Alara? Başkasının yarasıyla kendine merhem olabilir misin?"

Dudaklarımın birbirine mühürlendiğini hissettim. Aden cümlelerini bir iğneye geçirmiş, düşüncelerimin üstünü dikmişti. Başkasının yarası ile kendime merhem olmak.

 

"Sanırım haklısınız." Garson sohbetimizin bitmesini beklemiş gibi limonataları önümüze bıraktı. Bekletmeden bir yudum aldım. "Buranın limonatası nasıl?" Diye sorduğun da güzel tat damağımda eridi.

 

"Güzel ama hala evde yapılanı tercih ederim." Dediğim de güldü. "Sanırım verdiğin kararlardan kolay kolay dönemiyorsun?"

 

Haklıydı, beni tanımadan bile çok haklıydı. Bir şeyi kafama koyduysam daha iyisini bulana kadar vazgeçmezdim. Aden'in konuşmaları bir katilin konuşmaları değildi. İnsanları öldüren bir katil duygusuz olurdu. Aden öyle değildi ama bir nokta vardı. Peşimi bırakmayan bir nokta. O yüzden daha iyi bir şüpheli bulana kadar bu yoldan dönmeyecektim.


Herkese merhabalaarrr, umarım beğenmişsinizdir..

Beğenmeyi ve yorum yapmayı unutmayınn, öpüldünüüzz🩷💋

Loading...
0%