Ben babamın küllerinden doğdum
Onun ayak izleriydi ilk bastığım adımlar.
Ve onun gölgesinde yürümüşüm uzun bir zaman
İlk yol ayrımında kendimi adamdan saymışım
Çok geç anladım üzerime düşen gölgesinin
Aslında beni nasıl gözettiğini, nasıl büyüttüğünü
Sırtımda çocukluğumun yükünü taşırken çarşı pazar
Elleri çocuklarının sırtında babalar gördüğümde
Babam beni neden sevmez ki diye, hayıflanırdım
Oysa bilerek kıyamazmış, bunuda çok geç anladım.
Bu yüzdendir, içimde açılan yaraların kabuk bağlamayışı
Duvarlarını kendi elleriyle ördüğü ömrümün odalarında
Yoksulluğunu bir hamur gibi işleyip,
Nasıl çatmışsa kaşlarını yüzüme,
Aslında özüme de öyle işlermiş özünü, sözünü,
Ben babamın tütün kokan ellerinde yoğrulmuşum.
Korkardım çoğu zaman gözlerinden, sesinden
Şefkatini hep uzaklardan izlerdim
Sanırım en çok ellerine özenirdim
Doyasıya tutamadığım.
Sarılamadığım.
Sarınamadığım ellerine.
Sonra bir gün bir gözleri düştü gözlerime
Babamın biraz mahçup,
Biraz yorgun sesinde buldum kendimi.
Ak düşmüş saçında, sakalında açtım gözlerimi.
Bir elvedaya bürünmüş sesinde irkildim
"İyiyim ben, merak etme evlat" dedi
Sustum, sineme çektim
Boğazımda düğümlenen ilmiği
Kaç gündür bilmem,
Başım yastıkda, elide duada
İçerimde babam diye kanayan bir yara
İşte nasıl devrilirse bir dağ insanın yüreğine
Öyle devrildi babam içerime
"Babam" diye ne çok söz düğümlendi dilimde.
Seslenemedim...