@hakugu
|
Lütfen oy vermeyi ve yorum yapmayı unutmayınız. 🤍
İnstagram hakugu
🔳🔳🔳
Derler ki; iyi olmak, aklından hiç kötülük geçmemesi değil, zihninde fokur fokur kaynayan kötülüklere karşı gelerek icraata geçirmemektir.
Yani iyi olmak, gücün yettiği halde kötülük yapmamaktır. İyi olmak, kötülüğün ne olduğunu bilmemek değil, damarında akan kana ve DNA'na işlenen zincire kadar kötülüğe bulanmış olsan dahi yola iyi biri olarak çıkmaktır. İyi olmak, kırık kadehlerden cam şato yapıp içinde dikenlerden kaçan kızıl gülleri koruma altına alabilmektir.
Zordur bu yüzden iyi olmak. Çünkü keser kırık kadehler iyilik için akan bileğini ve ihanet de eder kızıl güller kaçtığı zehirli dikenler için.
Bir meyle bakar kötü olmak, çok kolaydır, çok basit.
Yine de iyi olmak vardı bu dünyada, tüm kötülere ve kolay kötülüklere kafa tutan bir deli cesaretiyle...
Tam bu noktada Haris için üzüldüğümü itiraf ediyorum. Onun bir tür hırsız ve dolandırıcı olduğunu bilsem de bu zamana kadar cinayetleri çözmek için gerçekten çok çabalamıştı ve bir insanın yaşaması için elinden geleni yapmıştı. Dahası istese çok daha fazla karmaşa çıkarabileceği halde masum insanlara odaklanmıştı. Diğerlerinin yapmadığı ilgiyi göstermiş ve gerçekten fazladan tehlikeye bile girmişti. Her şeyi kuralına göre yapmıştık aslında. Ama bu, kendi ayağımızla kapana kısıldığımız gerçeğini değiştirmiyordu.
Ve fareler, kapanı ev kabul eder...
Muhabirlerden kurtulup merkeze girdiğimizde müdür, Meriç ve Onur hızlı adımlarla önden yürüyordu. Peşinden koşarcasına ben ve Haris onları takip ediyorduk. Bir çocukmuşuz gibi peşlerinden sürüklüyorlardı adeta. En arkamızda Emre ve diğerleri vardı ancak Haris'le benim varlığımızı kabul ettiklerinden emin değilim. Ortalarına aldıkları bir çöp gibiymişiz gibi rüzgârları ile hareket ettiriyorlardı.
Koridorda ayak seslerimiz yankılanırken "Müdür Bey, efendim bir dinleyin lütfen," diye seslendi Haris. Arkalarından koşarcasına giderken eğer açıklama yaparken anlaşabileceğimizi düşünüyordu bir aptal gibi. Fakat tahmin ettiğim gibi hiçe sayıldı yine. Dışarıdan nasıl görünüyordu bilmiyorum ama içerisi hiç de güllük gülistanlık değildi. Yine de Haris'e karşı ayrı bir uygulama vardı. Hiçe sayma politikası...
Hepimiz duymamıza rağmen duymazlıktan gelerek yürümeye devam ettiler. Haris ise vazgeçmiyordu.
"Müdür Bey!"
Daha fazla sesle seslendiğinde bile bir tepki olmamıştı, ta ki Haris koşarak müdürün önüne geçene dek. İstemsizce durmak zorunda kalan müdür burnundan soluyarak ellerini iki yanına koydu ve bekledi. Gözlerinden ateş fışkırıyordu adeta ve her ne duyarsa duysun asla sönmeyecek bir alevlenmeydi bu.
"Ben," dedi Haris doğru kelimeleri seçmeye çalışarak. "ben sadece sizlerin ismi karalanmasın diye iki katil diye bahsettim. Başka bir amacım yoktu. Gerçek katili bulabileceğime emindim ama reddedilince böyle bir yola başvurdum. Asla sizi hiçe sayma gibi bir niyetim olmadı."
Meriç ve Onur bıkkınlıkla nefes verirken Haris devam ediyordu.
"Profil uzmanı olmak istemiyorum. Emniyetin bir parçası olmak istemiyorum. Ben özgür yaşayan biriyim, bir yere bağlı çalışamam. Seri katili yakalamam için çağırdınız ve işim bitince beni gönderecektiniz, söz vermiştiniz..."
"Evet," dedi müdür ürkütücü bir mırıltı ile. İşaret parmağıyla Haris'i gösterip her tonlamada baskı uygularken daha da sinirleniyordu. "Biz de seni burada tutmak istemiyoruz emin ol."
Onur'un alaylı gülüşü kulağıma dolarken "Kendini ne zannediyor ki bu," diye fısıldadı.
"Biz de seni göndermek istiyorduk ama sen bizi bırakmadın! Verdiğimiz sözü tutmak için tek şansımızı da elimizden aldın."
Müdürün işaret parmağı Haris'in göğsüne vurmaya başladığında sarsılıyordu. Tam olarak nerede hata yaptığını anlamaya çalışırken asla ama asla anlaşılamayacağını fark etmiş olmalı. Çünkü müdür ve diğerleri bambaşka bir dilden konuşuyorlardı. Onlara göre Haris ağzıyla kuş da tutsa asla iyiler sınıfına yükselemeyecekti. Ne kadar çabalarsa çabalasın kusurlu ellerine bir çizik daha atılacaktı o kadar.
"Sana bu işin oyun olmadığını söyledim, halka karşı uzlaşma talep ettim, ortalığı karıştırma dedim ama sen ne yaptın? Gittin stajyer bir polisle medyaya başvurdun. Senden katili yakalamanı istedik evet ama kimse sana poliscilik oynayabileceğini söylemedi."
Kıstığı gözleriyle ezdi Haris'i. Hakir gören bakışları üzerinde gezinirken Haris tuhaf bir şekilde hafifçe gülümsedi. Sanki bizim göremediğimiz bir şeyi görmüştü ve onların bile farkında olmadığı niyetlerini sezmiş gibiydi. Dudaklarını ağzına alıp yeniden serbest bıraktığında dili dişlerinde geziniyordu. Bu jestleri biliyordum. Afallama ve şok arasında gelip giden tuhaf bir şaşkınlık ifadesiydi.
"Neden katili yakalamak istemediğinizi anlıyorum," dedi Haris gıcık bir ses tonu ve gülümseme ile.
"Siz ve sizin gibiler koltuğunu sağlam tutmak için ölenleri zerre umursamaz. İnsanları saf yerine, hayır hayır salak yerine koyup güya kandıracaktınız! Yeni bir cinayet işlense bile taklit etti diye geçiştirecek ve sözde halkın baskısını azaltacaktınız."
Nihayetinde Haris'in sesi koridorda yükseldiğinde Meriç arkadan dizlerine bir tekme savurdu. Onur da diğer dizine vurduğunda Haris her iki dizi üzerine çökerek yere kapaklandı. Bu ani ve tiz acının derin sızısını kendi yüreğimde hissederken gözlerim dehşetle açıldı.
Ama o acı ile inlemesi gerekirken gülüyordu. Endişe ile olanları izlerken büyük pişmanlık duymam gereken bir günah işlemiş gibi hissediyordum kendimi. Bu işte benim de parmağım vardı ve acı çeken sadece o oluyordu. Eğilip onun gibi aynı tekmelerle acı çekersem ancak bu işte ortak olabilirdik, sonuçta ona ikinci bir ortaklık teklif eden de bendim.
Müdür eğilerek yerdeki Haris'e yaklaştı. Acı çektiği her halinden belli olsa da o, inatla gülümsüyordu.
"Sakın bir daha polisi hafife alayım deme. Yoksa görünmez sandığın tüm pisliklerini toplar ve boğazına tıkarım. İşte o zaman, bu zamana kadarki biriktirdiğin lağım çukurunda boğularak ölürsün."
Yapılan tehditten sonra yine yürümeye başlayan müdürü, Onur ve Emre takip etmeye başladıklarında ben ne yapacağımı bilmiyordum. Hayır onların peşinden gitmeyecektim. Bu işe birlikte başladığım insanı yarı yolda bırakmayacaktım. Haris'e doğru bir adım attığımda Meriç sıkıca kolumdan tuttu. O da gitmemişti ve beni beklemişti.
"Yürü Heyzır!"
Ses tonu irkilmeme neden olurken çekiştirmesine karşı koyamadım ve onu o gün öylece yerde bırakarak uzaklaştım. Attığım her mecburi adımda daha çok gerimde kalırken kendimden bir parçayı da o koridorda bırakmıştım sanki. Ne kadar süre yerde oturdu bilmiyorum ama ben ağlamamak için kendimi zor tutarken onun gülüşü çok uzaklaştığımda bile kulaklarımda yankılanıyordu.
Nasıl bir gülüştü ki bu, her tonu içimi çekmeme neden oluyordu. Her yükselişinde süzülüyordu gözlerimden yaşlar. Daha fazlası için kendimi sıktığım o saniyelerde koridor gittikçe kararan bir buluta dönüşüyordu.
***
Depodan eski bir masa getirilip en köşeye konuldu. Gözlerden uzak bu yer kimsenin oturmak istemediği, kolonundan lağım borularının geçtiği ve sırf bu yüzden rutubetlendiği yerdi. Tuhaf bir kokunun da ev sahipliği yaptığı bölüm Haris için hazırlanıyordu. Kimse bir parmağını bile kıpırdatmazken hizmetliler oflaya puflaya taşıyorlardı her şeyi. Emniyetin bir parçası olmayan ama bunun için zorlanılan bu insan ait olmadığı mekâna nasıl da eğreti hissettiriliyordu. İstenilmeyen köşenin, istenilmeyen masanın, istenilmeyen insanı...
Eski masanın çürüyen tahtasına benzer yine depoya atılmış bir sandalye getirildi. Toz içindelerdi ama kimsenin umuru değildi. Bunlar bile fazlaydı onlar için.
Çayhaneden gizlice onları izlerken henüz Haris'in gelmediğini gördüm. Tüm bunları taze taze görmediği için bir yandan da mutluydum. Bizzat yaşamak yerine sonuna yetişmek daha iyiydi sanki. Koridorda bıraktığımdan beri ne yaptığını bilmiyordum ve yaklaşık bir saat olmuştu. Bir mesaj atsam mı ki? Bir yere kaçamayacağını biliyordum ama neden gelmiyordu? O da kaçıyor muydu tüm bu şeylerden. Sonradan görmek ve herkesin nefreti geçtikten sonra mı gelmek istiyordu? Sorun şu ki, buradaki hiçbir kimse ona karşı niyetlerini değiştirmeyecekti. Bu, beyazlar içine zorla bir siyah noktayı kabul ettirmeye benziyordu. Hiç kimse onun az olmasını umursamıyordu. Ve herkes bu küçücük noktanın kendilerini evvela griye sonra da kendisi gibi siyaha boyamasından imtina ediyordu. Bu düşüncelerinden ötürü onları yadırgayamazdım ama yine de Haris'i bize mecbur da etmemeliydik.
"Demek oğlunu aşağılayan kadınları öldürmek için seri katili taklit etmiş ha? Deli karı."
Onur patavatsızca konuşurken Meriç onu duymazlıktan gelerek önündeki dosyaları inceliyordu. Meriç eğer biraz daha ılımlı olsa Haris için bir şeyler yapma fırsatı bulabilirdim ama onu en çok istemeyenlerden biri de oydu. O karşıyken benim de elim kolum bağlanıyordu. Onur konuşmaya devam ederken Emre ve diğerleri kendi işleri ile ilgileniyordu. Ortamdaki sessizlik sadece Onur tarafından bozuluyordu.
"Kadının doğuştan parmakları yoksa bu zekâ küpü katil nasıl fark edememiş onu?"
Dosyalara bakmaya devam ederken cevap verdi Meriç.
"Kadın annesinin yanında çalışırken annesiyle beraber dikiş eldiveni takıyormuş. Dolgulu olanlarından."
Meriç parmaklarını göstererek dolgulu eldivenin parmakları varmış gibi gösterdiğini ima etmeye çalışmıştı. Bu pek tabii mümkündü. Protez parmakla eş değer bir görüntü veriyordu.
Onur Meriç'in cevabı ile tatmin olmuşçasına başını sallarken kapı açıldı. Hızla gelen kişiye baktığımda müdür olduğunu gördüm.
Hemen peşinden gelen kişi de Haris'ti. Onu görmemle elimi kurulayarak çayhaneden çıkmam bir oldu. Artık yanında olmalıydım. Bu kadar uzaktan seyretmem yeterliydi.
"Çabuk toplanın!"
Müdür elindeki dosyaları geniş masaya sinirle attığında Emre de beyaz tahtayı çekerek hazırlığa başladı. Böyle durumlar yeni bir vakanın geldiğinin işaretiydi her zaman. Dosyaların inceliği davanın ne kadar zor olduğunu gösterirken, müdürün siniri de ne kadar karmaşık olduğunu gösterirdi. İşler ne kadar sarpa sararsa üstümüzdeki yük de o kadar artacağı için sakin kalmak pek mümkün olmuyordu.
Müdür en başa oturduğunda hemen yanına doğru yürüyen Haris tam sandalyeye uzanacaktı ki Onur onu hafif iterek kendi çekti sandalyeyi. Bir şey demeden yan sandalyeye geçen Haris, orada da Emre ile karşılaştı. Karşı taraftaki Meriç'in yanına oturmak yerine bir diğer sandalyeye, masanın en sonuna geçtiğinde nihayet oturabilmişti.
"Heyzır sen de gel."
Müdür beni de çağırdığında şaşırsam da beklemeden koştum. Genelde davalar için çağırılmaz ve getir götü işlerini yapardım. Her ne kadar sınırları zorlasak da gelinlik davası benim için yeni davaların kapısını açmıştı sanırım.
Meriç'in yanındaki boş yere oturduğumda Haris'e baktım ama o bana bakmıyordu. Parmaklarını inceleyip yeniden müdüre döndüğünde bana kırılmış olabileceğini düşündüm. Ben olsam ben de kırılırdım. Ona destek olmak yerine yalnız bırakmıştım. Oysa bu işte beraberdik. Hatta direkt ben başlatmıştım. Şimdiyse, tek sorumlu o olmuş gibiydi.
"Berbat bir hırsızlık davası ile karşı karşıyayız. Bir günde tam dokuz ev soyuldu. Üstelik aynı saat içinde ve aynı mahallede.
Şaşkınlıkla müdüre bakarken kaşlarımı çatmıştım. Aynı anda aynı mahallede oluyorsa topluca ayarlanan bir iş değil miydi?
"Tuhaf bir vaka," dedi Meriç. "Bir grup gibi değil mi? Tek bir kişi tüm hırsızlığı yapamayacağına göre?"
"Gibisi fazla, bunlar bir çete," dedi müdür elindeki dosyayı önüne atarak. Dosya tek başına daha kalındı. İçindeki iki üç kâğıtta da birkaç satır yazıyordu o kadar.
"Tek bir iz yok. Sadece dalga geçer gibi ev sakinlerinin parmak izlerini evdeki tüm aynalara yapıştırmışlar."
Tam bu noktada Haris'e baktım. O ne düşünüyordu bu konu hakkında? Etiketlemek gibi olsun istemiyordum ama sonuçta onun da hırsızlık geçmişi vardı ve az da olsa bir fikir oluşturmuş olmalıydı.
Tıpkı benim gibi kaşları çatık bir şekilde müdüre bakarken gözlerindeki bakış zihninde dönen bin bir tilkinin kuyruklarına bağladığı balonları patlatmaya ve içinden ne çıkacak diye beklemeye benziyordu. O bu kadar ayrıntılı düşünmese de ben onun şimdiden bir şeyler bulduğunu tahmin ediyordum.
"Hepsi orta halli olan bu ailelerden ne istenildiğini bilmiyoruz. Çalınacak öyle ahım şahım bir şeyleri olmasa da her evden bir miktar altın, ziynet eşyası ve hayvan çalınmış."
Müdür açıklamaya devam ederken Onur yaklaştı.
"Olay yeri inceleme ne diyor? Onlar bir şey görebilmiş mi?"
"Dedikleri tek şey," dedi müdür sıkıntı ile bir nefes verip dosyayı göstererek.
"Hırsızların geride iz bırakmayan mükemmel bir kabiliyete sahip oldukları. Tıpkı bir hayalet gibi."
Tam bu noktada ben dahil herkes gizli bakışlarla Haris'e baksak da o kendinden emin bir şekilde sadece dosyaya odaklanmıştı. Şimdiden emniyetin bir parçası olmayı kabullenmiş gibiydi. Bir an için herkesin her ne kadar varlığını kabul etmek istemeseler de Harisin yanımızda olmalarından mutlu olduklarını düşünmüştüm.
"Pekâlâ öğle yemeği vakti. Her birinizden kayda değer bir şeyler bekliyorum. Artık yemek mi yersini yoksa menüde dosyayı mı kemirirsiniz bilmem."
Müdür dosyalarını alıp giderken Haris ayağa kalktı ve sevecen bir tavırla "Yemekleri ben ısmarlıyorum o halde. Yeni açılan bir yer var kim benimle gelmek ister?" diye seslendiğinde kimse onu duymuş gibi değildi, her zamanki gibi. Gerçekten elinden geleni yapmaya çalışıyordu. Ben mi yanlış düşünüyorum bilmiyorum ama zaten temelli burada kalacak değil. Neden en azından gidene kadar ona normal davranmıyoruz? Üstelik bizi büyük bir yükten kurtarmışken...
Meriç de müdürün peşinden kalkarken Onur ve Emre kendi masalarına doğru yürüdüler. Kimsenin takmadığı biri olarak eli havada kaldığında ben de ayağa kalktım. Bu sefer uzaktan seyretmeyeceğime kendi kendime söz verdiğim için ona doğru bir adım attım.
"Ben gelirim istersen."
Gülen yüzü yavaşça düşerken bana baktı. Anlaşılan bu sefer beni istemiyordu. Eh onu haksız bulmuyordum, ben de bana arkasını dönen birini istemezdim. Yine de o ne kadar çabalıyorsa ben de o kadar çabalamayı düşünüyordum.
Bir şey demeden yürümeye başladığında peşinden gittim. Kapıdan çıkıp birkaç adım atmıştık ki durdu ve sertçe bana döndü.
"Yine neden peşimdesin Heyzır?"
"Çünkü iyi olup olmadığından şüpheliyim."
Dudaklarını ıslatarak gözlerini devirdi. Bu pek de hoş bir jest değildi.
"Bak onlara hiç beni umursuyorlar mı?" diye sordu başıyla ofisi işaret ederek.
"Eğer gerçek bir polis olmak istiyorsan hislerine göre hareket etmemelisin. Anlamıyor musun ben, buraya ait değilim. Beni kabullenmeye çalışma."
Derin bir nefes aldım ve ona bir adım daha yaklaştım.
"Seni kabullenmeye çalışmıyorum, sen zaten kimse kabul etmese de buraya aitsin. Ve bana göre vakte ihtiyaçları var. Onur ve diğerlerinin biraz ağır konuştuğunun farkındayım ama Meriç gibi iyi polisler de var. Şimdilik uzak duruyorlar ama bunların hepsi seni tanımadıkları için."
Biraz daha yaklaştığımda "İşte bu yüzden," dedim sesimi alçaltarak. "Seni umursamıyor gibi görünüyorlar."
Kaşlarını çatarak bana bakarken "Profil uzmanı benim, neden benim işimi sen yapıyorsun?" diye sordu.
Omuzlarımı silkeledim ve önden yürümeye başladım. Bu sefer o benim peşimden geliyordu.
"Nereye gidiyorsun?"
"Benimle yemek istiyor gibi değilsin," dedim kollarımı önümde bağlayarak.
"Öyle bir şey demedim."
"O halde yemek yemeye gidiyoruz."
Son cümlem onu güldürmüştü. Sesi kulaklarıma dolmasa da tebessümünü hissetmiştim. Birkaç saat süren hüznünün son bulduğu bu gülüş beni öyle çok mutlu etmişti. Vicdan azabıyla kıvrandığım o geri plan tamamen toz olmuş
"Ortaklığımız hala devam ediyor mu bari? Eğer öyleyse tahminlerimi paylaşacağım," dedi ellerini pantolonun ön ceplerine koyarak.
Durdum ve benimle birlikte o da durdu. Tahmin ettiğim gibi biraz önce tebessüm etmişti ve arta kalan gülümseyişi dudaklarındayken beklenti ile bana baktı.
"Seni öylece bırakmak istemedim," dedim ciddi bir şekilde. "Ve gözümün önünde acı çektiğin için de üzgünüm. Bu, şahsi bir şey değil. Sadece insanların acı çekmesini istemiyorum o yüzden lütfen biraz daha dikkatli ol. Geçmişte her ne olursan ol, gelecekte her ne yapacaksan yap, artık emniyetin bir parçasısın ve eksisi gibi olamazsın. En azından aramızdayken biraz daha dikkatli olamaz mısın? Burada polisler bile kendine bir yer bulamazken sana daha fazlası için fırsat vermezler."
Tamamen ciddileştiğinde sözlerim hoşuna gitmiyordu. Yine yanlış bir şeyler yapıyordum. İçimdekileri dökerken neden canını sıkıyordum? Dişlerini sıktığını net bir şekilde görebilirken "Ben," dedi sessizce.
"istesem hemen şimdi küpelerinden telefonuna kadar her şeyini göz açıp kapayıncaya kadar çalabilirim. Ve senin ruhun bile duymaz."
Ne demek istediğini anlamak adına kaşlarımı çattığımda "Ben bir pisliğim Heyzır," dedi. Daha fazla şaşkınlıkla ona baktım. Bu, biraz önce söylediğim şeyin tamamen zıttı bir karşılıktı.
"Varlığımın ne anlama geldiğini geçen gün okuduğum ufak bir paragraf ile öğrenmiş oldum. Pislikler," dedi iç çekerek. "olmaması gereken yerde bulunan herhangi bir şeymiş biliyor musun?"
Anlamıyordum. Daha fazlası için beklerken bana bir adım daha yaklaştı.
"Saçların misal," dedi önüme gelen birkaç teli kulağımın arkasına yerleştirerek.
"Çok hoş, ama çorbanın içine girse pislik olur." Gözlerim kuşkuyla kısılırken "Ve çorba," dedi derin bir nefes alarak.
"Çok lezzetli ama, ama üniformana bulaşırsa pislik olur."
Gözlerim dolmuştu. Ne demek istediğini net bir şekilde anladığım için canım yanmıştı. Bu, çok acımasızcaydı. Kendini bu şekilde tanımlaması ve çok daha kötüsü bunun tamamen doğru olması...
"Buradaki herkes, başarılı ya da başarısız herkes temiz. Ne kadar hiçe sayılsanız da siz her zaman temizler sınıfına dahil olacaksınız. Ve ben, olmamam gereken yerde bulunduğum için onlara göre bir pisliğim. Bunu değiştirebilir misin?"
Verecek bir cevabım yoktu. O ise ne yapacağımı bilircesine sadece acınası bir gülüş yerleştirdi dudaklarına.
"Sadece benden iğrenecekleri zamanı bekle. O zaman özgürlüğüme kavuşacağım emin ol."
Bana nispeten azıcık cümlesi ile beni ezip geçtiğinde sağ gözümden süzülen bir damla yaş elmacık kemiğime inmişti. Elimin tersiyle hızla sildiğimde bana bakıyordu. Bir süre yüzümde gezinen gözleri sonunda yeri bulduğunda onu tutamazdım artık. Önden yürümeye başladığında öylece kalakalmıştım. Hem peşinden gitmek istiyor hem de sözlerinin doğruluğu ile kırılan kalbini nasıl tamir edebileceğimi düşünüyordum. En kötüsü, ona nispeten en çok kırılanın ben olmamdı. Keşke ben de diğerleri gibi olabilsem. Keşke herkesin kendi yolunan gitmesine izin verebilsem. Ama olmuyor, yollarında diken gördüğüm herkesi çekip kurtarmak istiyorum. Bunun imkânsız ve aslında tamamen yanlış olduğunu bilsem de bunu yapmaya devam ediyorum.
Öyle ya kimi kırmızı güllü yollarda koşarak ilerler, kimi de süründüğü dikenli yolunu kanıyla kırmızıya boyar...
***
Öğle yemeyi yemek için geldiğimiz yer yeni açılan bir etli ekmekçiydi. Bir yandan yemeklerimizi yerken bir yandan dava üzerine düşünüyorduk. En azından ben düşünüyordum ama Haris ne yapıyordu bilmem. Bitmeye yüz tutan ayranından çıkan boğuk ses pipetinden etrafa yayılırken parmak uçlarındaki yağ bardağa geçmişti. Hemen yanında peçete varken neden silmediğini düşünürken üst dudağına yayılan ayran ile bana baktı. Bu pasaklı çocuk bu sefer neyin peşindeydi acaba?
Siyah saçlarından bir tutam alnına düşmüşken, uzun kirpiklerinin gölgesi elmacık kemiklerini kaplıyordu. Güzel şekilli dudakları ayrana bulanmışken, keskin çenesindeki hafif yağ kırıntısı parıl parıl parlıyordu. O tüm bu dağınıklığına rağmen tatlı görünmeyi başarmışken durup ona odaklanmıştım.
"Neden bir insan hırsızlık yaptığı evin aynalarına ev ahalisinin parmak izlerini yapıştırır? Neden bir çete orta halli bir mahalleyi soymaya kalkışır? Hangi evde ne kadar altın olduğunu nasıl bilebilir?"
Kendi parmak izleri ayranlı bardağa iyice yerleşmişken bardağı hafif hafif döndürmeye başladı. Bunu kesinlikle bilerek yapıyordu değil mi? Onun gibi ayrıntıcı biri böylesine dağınık olamazdı. Yine bir şeyler planlıyordu.
"Neden dokuz hırsız aynı anda aynalara kafayı takar? Ve neden kolayca yapılan bu hırsızlıktan kimsenin haberi olmaz? Üstelik mahallenin göbeğinde ve herkesin birbirini çok iyi tanıdığı bir yerde?"
Bardağa bakmaya devam ederken kendi parmaklarıma baktım. Parmak izlerim olabildiğine açık görünüyordu. Ev sahiplerinin parmak izlerinin başka bir yerden alınıp aynaya yapıştırıldığı düşüncesi içindeydim. Aynaya yapıştırmak için başka bir yerden alıp tıpkı bir sticker gibi yapıştırmak zor olmaz mıydı? Hem izi olduğu yerden alırken bozulma ya da buna benzer bir sorun olmaz mı?
"Hırsızlar kendi parmak izini bırakmamak için aile üyelerinin parmak izlerini kullandılar. Böylesi onları tehlikeye atmazdı."
Cümlesi ile yeniden Haris'e baktığımda o da bana bakmıştı. O da benim gibi düşünüyordu.
"Hırsızlar parmak izlerinin aile fertlerine ait olduğunu nereden bilmişlerdir? Yani evi temizlemeye gelen herhangi biri ya da komşuları da olabilirdi," diye sordum merakla.
Baş ve işaret parmağını şaklatarak beni gösterdi. Önemli bir noktaya parmak bastığımı belirtircesine bana bakarken sandalyesinde geriye yaslanıp ellerini iki yana açtı.
"Kendilerini akıllı sanan bu hırsızlar ev sahiplerinin parmak izlerini özellikle bulup kopyala yapıştır olarak aynaya pompalamışlar," dedi baş parmağını hayali bir yere basarak. "Peki ya ellerinde böyle bir kopya yoksa?"
Kendi cevabına, bir soru eklediğinde öylece kalakaldım. Bana doğru eğildiğinde hiçbir şey anlamamışça öylece bakıyordum. Kaşlarımı çatıp yüzümü buruşturdum. Ne yaparsam yapayım onu anlayamıyordum. Bambaşka düşünüyordu. Dahası ne düşündüğü belli bile değildi.
"Söylesene sen ne içiyorsun da böyle şeyler düşünebiliyorsun? Aramızda beş yaş varken böyle zekice cümleler kurman onurumu kırıyor haberin olsun," dedim alıngan bir sesle.
Dudaklarını toplayarak güldü. Bakışları sağa kayıp yeniden beni bulduğunda "Sen ciddi misin?" diye sordu yüzünü buruşturarak.
"Gerçekten beş yaş büyük müsün benden?"
Başımla tasdikledim. Bir yalancıya kendini inandırmak ne kadar zordur asla bilemezsiniz.
"Yirmi yaşındasın. Aslan burcusun. Hukuk fakültesi kazandın ama gitmedin. Çünkü adaletin var olduğuna inanmıyorsun. Yani bu benim şahsi düşüncem ama doğru da sanırım. Aslında sen," dedim onun gibi eğilip sesimi kısarak.
"Genelde hiçbir şeye inanmıyorsun değil mi?"
Onu taklit edişim etkilemişe benziyordu. Evet onu anlayamıyordum ama görünen o ki o da beni kestiremiyordu. Kısa süreli afallayışı son bulduğunda "Ve sen de genelde bir şeyi unutuyorsun, profil uzmanı benim, sen değil. Beni tanıyormuşsun gibi konuşma," dedi kaşlarını kaldırarak.
Omuzlarımı silkelemek için hazırlanırken "Omuzlarını silkelemeyi de bırakmalısın. Sinir bozucu oluyor," dedi. Ona inat yine de silkeledim. O ise başını iki yana sallarken olabildiğine bıkkındı.
"Beş yaş büyük olman sadece kimlik üzerinde bu arada," dedi bitmiş ayranın pipetini dişleyerek. "Gerçekte bir çocuk gibisin. Diğerlerinin seni çaycı gibi kullanmasına izin veriyorsun. Onlar kıdemli olabilir ama sen de aynı okulu bitirdin. Üstelik onların çözmeyi başaramadığı bir davayı da çözdün."
"Sen olmasaydın yapamazdım," dedim.
"Bak görüyor musun yine başladın. Sen bir polissin güzelim, bu iş kasiyerliğe benzemez. Bu yolda yalnız olduğun zaman olacak ve o an ne yapacaksın?"
Bir şey demedim. Doğru söylüyordu ama henüz çok erkendi. Öğrenmem gereken çok şey vardı. Yalnız kaldığım zaman zaten yapacak bir şey kalmayacaktı. O zaman elimden gelenin en iyisini yapacağım. Şimdiyse o vardı ve ben tuhaf bir şekilde bir dolandırıcının yanında kendimi hiç olmadığım kadar güvenli hissediyordum.
Ilık bir yaz gecesi gibi huzur veriyordu. Yine de öyle tuhaftı ki, içtiğim kokteylden solucan çıkmış gibi ürperti yayıyordu. Hem çilek hem de limon tadını aynı anda verirken, üstüne de ayranmış gibi tuhaf bir karışımı andırıyordu. Böylesine apayrı uçlarla birlikte Haris'in varlığı inanmamı sağlıyordu. Ona, kendime, önüme, geleceğime ve hayata...
Bu, her saniye daha fazla incelen pamuk ipliğinden olan bir darağacına benziyordu. Vakti kısa ve etkisi uzun.
O her neyse, zıtlıkların birleşiminden ibaretti. Ve ben tüm bu zıtlığın tam ortasına evlatlık verilmiştim.
***
Yemek sonunda yeniden merkeze döndüğümüzde önde Haris, hemen arkasında ben girdim içerdi. Daha farklı bir karşılama beklemiyordum ama en azından biraz da olsa çaba görebilsem gam yemeden ölecektim.
Herkes kendi alemindeydi... Hatta o kadar kendi alemlerindeydiler ki burası emniyetin dışında her şeye benziyordu. Meriç dışında umut vadeden tek biri bile yoktu. Ve o da bu insanların arasında heba olup gidiyordu.
Onur masasının üstüne uzattığı ayakları ile sandalyesinde geriye yaslanmış aylaklık ederken Emre kahvesini yapmaya çalışıyordu. Meriç dosyalara gömülmüş bir şeyler bulmaya çalışırken diğerleri de kendi halindeydi. Kâğıttan yapılan bir uçak etrafta gezinirken herkes yavaş yavaş bize bakmaya başladı.
Emre'nin koyu lacivert tonundaki saçları yine aynı tondaki gözlerinin önüne doğru dağılmışken bakışları bizdeydi. Açık alnını saçları ile iyi kamufle ediyordu. Dudakları hızlı bir alay için kıvrılacakmış gibi hazır beklerken Onur daha da fazla büyümüş sakallarını eli ile düzeltip gözleriyle bizi taradı. Cidden hiçbir tatlı bakışa sahip değillerdi. Hepsinde derinlerde saklı bir alay ve iğneleme korkusu vardı.
Pek bir konforu olmasa da Haris'in köşesine geldiğimizde "Ooo gelinlik davasının meşhur çifti de geldi," dedi Onur boş boğazlık yaparak. Zaten bunu beklermiş gibi histerik bir alkış da eşlik etti ellerine.
Meriç tüm bu kargaşaya göz ucuyla baksa da ilgilenmemişti. Eskiden olsa benimle alakalı durumlarla daha ayrıntılı ilgilenirdi ama şimdi Haris ileyken benden de uzak duruyordu. Yine de hissediyordum. Bir ihtiyacım olsa, yine eskisi gibi olurdu.
Bitmek bilmeyen eşek şakaları için yenisini ayarlamaya çalışan ikili tam gaz devam ederken derin bir nefes aldım. Emre kahvesini yudumlayarak Onur'un daha fazla bize sataşmasını ve bunu keyifle seyretmeyi bekliyordu. Tek eğlencesi biz olmuştuk bu aralar. Haris ve benim ortaklığım onlara göre çok komikti. Belki haklıları ama bu komik ikili berbat bir davayı çözmüşlerdi.
Emre'nin beklentisini boşuna çıkarmayan Onur üstümüze gelmekte gecikmedi. Ayaklarını masasından kaldırıp ayağa kalktı ve elindeki oyuncak topu çevirmeye devam ederken bize bakıyordu. Ben rahatsız olsam da Haris umursamadan ilerleyip masasına oturdu.
"Hey süt çocuğu! Yirmine yeni bastığını duydum?"
Attığı top Haris'in tam başının üstündeki duvara çarpıp yeniden ona döndüğünde hiçbir tepki vermemişti. Bense gerilen ortamdan rahatsızdım ama bu sefer yerimden kıpırdamaya niyetim yoktu. Aralarına girdiğimde çok daha kötüsü oluyordu. Hem Haris her defasından benden daha mantıklı bir çıkış buluyordu.
"Cidden poliscilik oynamak çok keyifli olmalı. Özellikle Heyzır gibi sakar bir acemi ile."
Attığı top bu sefer benim başımın üstündeki hizaya gelen duvara çarptığında refleks olarak eğildim ama top hiçbir şey yapmadan yine Onur'a dönmüştü. Yaptığı hakaretler onu mutlu ediyor muydu bilmem ama benim sinirimi bozuyordu. Yeniden düzelip dik durmaya çalıştım ve üniformamın kırışan bölümlerini düzelttim.
İlk başta umursamadığını düşünsem de ben eğildikten sonra Haris'in önündeki külüstür bilgisayarın klavyesini kullanırken ne kadar sinirli olduğunu anlamıştım. Kendinden ziyade benim için sinirlenmişti. Ve bunu hisseden tek bendim zira içi sinirle doluyken dışarıya göstermiyordu. Hatta olabildiğine sakin ve keyifli görünüyordu. Bilemiyorum ama bu da Onur'a daha fazla cesaret veriyordu. Belki bir sinirli çıkış onu durdurabilirdi.
"Gelinlik davası için bir gelinlikçide bile çalışmışsın vay be, gözlerim yaşardı gerçekten. Ama haklısın insan kendi mesleğini her zaman seçemiyor değil mi? Misal biz" dedi önce kendini sonra da Emre'yi işaret ederek.
"Polis olurken asla ama asla bir hırsızla aynı odada barınacağımız düşünmezdik. Değil mi ama?"
Kaşlarını kaldırarak Emre'ye baktığında o da başıyla tasdiklemişti.
Üçüncü top yine Haris'in başına doğru gelirken bu sefer duvar yerine Haris'in elinde tuttuğu mürekkepli mühür kalıbına çarptı. Böyle bir şeyi beklemediğim için şaşkınlıkla topu takip ettim. Haris hiç belli etmemişti ve sadece elini kaldırarak topu karşılamıştı. Böyle çevik bir hareketi Onur da beklemiyor olmalı ki afallayarak topu tutmaya çalıştı.
Top yeniden Onur'a döndüğünde "Karşılık veriyorsun demek ha!" diye çıkıştı.
"Duramadın değil mi? Sen de biliyorsun buraya ne kadar yabancı olduğunu. Cevap versene hadi..."
Haris'i kışkırtmaya çalıştığı açıkça belli olsa da karşısındaki kişi bir dâhiydi. Kimi zaman unutsak da bunu öyle bir hatırlatıyordu ki her defasında zihnimizin en önemli köşesinde yer bulmayı başarıyordu. Emre elindeki kahvesini tutmaya çalışırken Haris'e doğru sinirle yürümeye hazırlanan Onur'un belinden tuttuğunda topu da aldı.
"Bu ne lan?"
Onur'un mürekkepli parmak izleri topun üstüne geçmişken ikisinin birden parmakları boyaya bulaşmıştı. Haris bilerek mühür kalıbını topa tutup etrafını boya yapmıştı. Bu, karşılıktan ziyade kendini ifade etme şekliydi. Geriye onun ne demek istediğini anlamak kalıyordu.
"Parmak izlerimi neden topa geçirttin dolandırıcı çocuk?"
Parmak izi? Haris henüz bir şey demeden, topun etrafını dikkatle inceleyen Emre atıldı.
"Şuna bak adli ip uçlarındaki parmak izleri genellikle yarım yamalak olurken bizimkiler açıkça çıkmış vay be!"
Elindeki topu hayranlıkla çevirirken Haris'in bir şeyler planladığını anlayan Meriç göz ucuyla topa baktı. Ben de sezmiştim bir şeyler ama öyle kapalıydı ki anlamak bayağı zamanımı alacaktı.
Onur, Haris'e gelmekten vazgeçip sinirle üzerini düzeltmeye başladığında bir yandan Emre'ye doğru yürüyordu.
"Tabii açık çıkar salak, bizzat kendimiz bilerek yaptık ya."
Onur'un sinirle ve bir miktar da önemsemeden söylediği şeyler önce bir şey anlam ifade etmese de bu cümle sonrasında şaşkınlıkla birbirilerine bakmalarına neden olmuştu.
Onur bir hışımla topu eline aldığında işaret parmağı ile topu işaret ederek "Parmak izleri apaçık," dedi.
"Çünkü kaçarken ya da yanlışlıkla bırakmadım. Bilerek, bilerek yaptım. Ben tuttum," dedi ellerini yuvarlayıp sanki topu tutuyormuş gibi.
Meriç hızla ayağa kalktığında hızla bilgisayardan bir şeyler çıkarttı. Ben onların yanına ulaştığımda fotokopi makinesinden kağıtlar çıkmaya başlamıştı bile. Aldığı kağıtlara önce dikkatle kendi baktıktan sonra bize tuttu.
"Bakın, hırsızlık yapılan tüm evlerin aynasındaki parmak izleri açıkça görülüyor!"
Haris hariç hepimiz fotokopilere bakmak için Meriç'e doğru yürüdüğümüzde gerçekten de parmak izlerinin net bir şekilde göründüğünü fark ettik. Normalde eksik ya da silik çıkan fark edilmeksizin bırak parmak izleri burada nasıl da açıkça duruyordu böyle.
"Bu durumda," dedi Emre kahvesini masasına koyup kağıtları incelemeye devam ederken.
"Hırsızların parmak izlerini kopyala yapıştır yaptığı falan yok."
Ona katılan Meriç başını tasdik için sallarken Onur da lafa girişti.
"Çünkü buna gerek yok."
Elimizdeki top ve kağıtları sıkıca tutarken asıl meselenin hemen arkamızda duran kişi olduğunu ço iyi biliyorduk. Bizi bir yüzük gibi parmağında çevirerek önümüze yapboz parçalarını teker teker atıp bir efendinin kölesiyle oynaması gibi oynayan Haris, aklındaki fikri açıkça ifade ettiğinde hepimiz yavaşça başlarımızı çevirerek ona baktık.
Bize bakıyordu. Gülümsüyordu. Gözlerinin içinde hepimize yetecek kadar ışık varken biz yine de onun karanlığında kamaşan gözlerimizi açamıyorduk.
Kaşlarını ve başını hafifçe kaldırarak alt dudağını ısırdığında hepimiz hayranlıkla ve çok büyük bir şaşkınlıkla ona bakmaya devam ediyorduk. |
0% |